17 Ekim 2018 Çarşamba

DETAILS

Good Day,
Our Company finance the following category below:

- Investment Loan: One Hundred Billion Dollars ($100,000,000,000.00)
- Premium packaged business loan: Hundred Million Dollars ($100,000,000.00)
- Large Scale business loan: Ten million Dollars ($10,000,000.00)
- Medium Scale business Loan: Five Million Dollars($5,000,000.00)
- Small scale business Loan: One Hundred Thousand Dollars ($100,000.00)

In other to protect and safeguard our lender/Fund we also offer investment packages in various sector such as

- Energy and Power
- Oil and Gas
- Solid mineral ( Gold and Diamond )
_ Steam Coal and Iron ore
* Starting up a Franchise
* Business Acquisition
* Business Expansion
* Capital / Infrastructural Project
* Commercial Real Estate purchase
* Contract Execution
* Trade Financing
* Government Project Funding
Etc......

As we have capability to finance,Discharge and deliver.

Should you be interested we look forward to your reply



Note we are licenced in all the above



Best Regards

Clifford James
Customer Care | Int'l Client Executive

GOD'S WORK

Dearest In Christ,

I am compelled by the Holy Spirit to send out an urgent message to you. God is a spirit, and they that worship him must worship him in spirit and in truth. I want you to count it a privilege to be the person chosen by God to receive this fund for expension of God's Kingdom.

2 Tim. 2:21"If a man therefore cleanse himself from them, he shall be a vessel unto honor, sanctified, meet for the Master's use, prepared unto every good work"

A New Convert willed the sum of $2.8M USD for propagation of the Gospel after he was healed of Cancer. You have been chosen to be the one to supervise this God's work based on divine revealation.Get back to me for more details.(ididit101@emailaccount.com)


Bro.Clay H Gajinder

8 Ekim 2018 Pazartesi

SARAY KRİZ DİNLEMİYOR: EMİNE ERDOĞAN BU SEFER 35 BİN LİRALIK ÇANTA TAKTI

XVI. Louis'nin taç giyme töreni, Paris'teki ekmek kıtlığının doruğa ulaştığı esnada, Reims'de gerçekleşti.
Bu dönemde söylenmiş olan, "Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler!" ("Qu'ils mangent de la brioche.") sözü, ya Marie Antoinette'i kötülemek ya da sözü popüler yapmak amacıyla, Marie Antoinette'e mâl edilmiştir.
İÇGÖRÜ :
Kişinin kendi (için) kendine (rağmen) empati yapmasıdır.
Ters giden şeylerin sebebini bulmak için içine bir iki bakmasıdır.
Yaptığım bu ama istediğim ne, diye sorabilmesi ve üstüne basıp geçtiği şeyleri fark etmesidir..
Kişilerarası iletişimde empatinin önemi ne ise, kişinin kendisiyle iletişmesinde de içgörü o kadar önemlidir.
İnsanda az çok bir içgörü yeteneğinin olması gerek.
Ben napıyorum diyebilmeli bir insan.
Görüyorum ki, RTE ve yakınlarında böylesi bir yetenek hiç yok.

Varsa da kaybolmuş gitmiş.Kadın ve onu yanında taşıyan Evrenin Yüce Lideri, Galaksi Başkanı ne olup bittiğinin hiç farkında değil.

Şu 14ncu Lui ya da onun eşi Kraliçe Marie Antoinette tavırları sizi feci bir sonu sürüklüyor, bunu nasıl fark edemezsiniz?

Eski ekonomiden sorumlu devlet bakanı Mehmet Şimşeğin deyimiyle ülkeyi cumhuriyet tarihinin en ağır ekonomik bunalımına sürüklemişsiniz ve bu tavırlarınızla üstüne de tüy dikiyorsunuz.

Bu ateş sizi yakar, hem de kavurur.

İmelda - Ferdinand Marcos, daha kötüsü Çavuşesku Çifti  size örnek olsun.

Megalomaninin sonu hiç hayırlı değildir.

Oraj POYRAZ(0raj.p0yraz@neomailbox.net / oraj.poyraz@openmail.cc / oraj_poyraz@alpinaasia.com )
           L2fSIJNoA0xfSNxA  



SARAY KRİZ DİNLEMİYOR: EMİNE ERDOĞAN BU SEFER 35 BİN LİRALIK ÇANTA TAKTI







08 Ekim 2018 Pazartesi

Yurttaş zamlarla boğuşurken Saray lüks harcamalardan geri adım atmıyor.

Daha önce 50 bin dolarlık (308 bin TL) Hermes çantasıyla gündem olan Emine Erdoğan bu sefer 35 bin liralık Chanel marka çantasıyla Macaristan'a gitti.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'la birlikte Macaristan'a giden Emine Erdoğan'ın taktığı çanta Chanel'in resmi internet sitesinde 'Classic Handbag' olarak geçiyor. Siyah modelinin yer aldığı sitede güncel dolar kuru üzerinden Türk Lirası bilgileri de yer alıyor.

Daha önce yapılan lüks harcamalar için tibardan tasarruf olmaz" savunması yapan Saray'ın ejder suyu starex meyvesi eşliğinde aloevera zencefilli somonlu suşi menüsü tartışma konusu olmuştu.

Emine Erdoğan'ın 50 bin dolarlık Hermes çantasının güncel dolar kurundan 308 bin TL'ye denk geliyor.

http://www.cumhuriyet.com.tr/foto/foto_galeri/1105603/6/Saray_kriz_dinlemiyor__Emine_Erdogan_bu_sefer_35_bin_liralik_canta_takti.html

--   a45UyF587661

BALKAN SAVAŞLARI

Balkan Savaşı şu içinde bulunuduğumuz günlerde bana çok tanıdık geliyor.
İbret almadığımız bir savaş, aslında savaş dahi demek ayıp, bir büyük rezalet , tarihin yazdığı en ağır hezimetlerden birisi.

Oraj POYRAZ(0raj.p0yraz@neomailbox.net / oraj.poyraz@openmail.cc / oraj_poyraz@alpinaasia.com )
           L2fSIJNoA0xfSNxA  


BALKAN SAVAŞLARI

8 Ekim 1912'de başlayan ve utanç verici bir yenilgiyle sonuçlanan Balkan Savaşı'nda günümüzde ders alınması gereken birçok yön vardır. Balkan yenilgisinin nedeni savaşı başlatan ülkelerin güçlü olması değil yarı-sömürge haline getirilen Osmanlı İmparatorluğu'nda devlet yapısının içten çürümesiydi. Ordunun gereksinimleri karşılanmıyor uzun yıllar yeniliklere kapatılarak baskı altına alınıyordu. İktidarlarını korumayı tek siyasi ölçüt sayan padişahlar ordunun güçsüzleşmesi için hemen her şeyi yapmıştı. Paşalık dahil her türlü rütbe buyruklarla saraya bağlı kişilere armağan olarak veriliyordu. Önemli yerlere bunlar getiriliyor yetenekli ve yurtsever subaylar etkin görevlerden uzak tutuluyordu. Particilik ve düşünce farklılıkları subaylar arasında ayrıcalıklara yol açmış orduda sıkı düzen diye bir şey kalmamıştı. Komutanların terfilerinde yeterlilik (liyakat) değil saraya bağlılık etkili oluyordu.

Balkan Savaşı

Balkan devletlerinin en küçüğü Karadağ gücünden ve konumundan beklenmeyen bir tutumla 8 Ekim 1912'de Osmanlı İmparatorluğu'na karşı savaş açtığını duyurdu. Bilinçli bir hazırlığın ürünü olan bu garip çıkış gerçekte Balkanlar'daki Türk varlığına son vermeyi amaçlayan genel bir kalkışmanın başlangıç eylemiydi. Yunanistan Sırbistan Bulgaristan ve Karadağ aralarında anlaşmışlar; Osmanlı Devleti'ne karşı birlikte davranma kararı almışlardı.

Karadağ'dan on gün sonra Yunanistan ve Bulgaristan on iki gün sonra da Sırbistan savaşa katıldı. Trablusgarp'da topraklarını açıktan savunamayacak kadar silik bir görünüm veren Hükümet büyüğü ve küçüğüyle tüm düşmanlarının yüreklenmesine yol açmış herkes payına düşeni almak için zamanın geldiğine inanmıştı. Anlaşmazlıklar ertelenecek uğrunda yüz yıldır mücadele edilen topraklar için harekete geçilecekti. Sekiz ay süren Birinci Balkan Savaşı böyle başladı ve Türk tarihinde benzeri olmayan büyük bir bozgun acılarla dolu kara bir sayfa yaratarak son buldu.

Utanç Verici Yenilgi

Balkan devletlerinin ortak hareket ettiği Birinci Balkan Savaşı'nda (1912) Osmanlı Ordusu o denli çabuk ve kolay yenilmişti ki; sonuç yalnızca Türkiye ya da Balkan devletlerini değil Avrupalı büyükler ve Rusya dahil tüm dünyayı şaşırtmıştı. Yüzyıllar boyu eyalet olarak korunan küçük devletçikler İmparatorluk Ordusu'nu bir anda ve inanılması güç bir kesinlikle yenmişti.

Asker sayısı az olmayan Osmanlı Ordusu "sanki birbirleriyle bağlantısı olmayan insanlardan oluşan bir yığıntı gibi gizemli bir üflemeyle birdenbire havaya savrulmuş"; Rumeli'deki Türk birlikleri "aydınlatılması güç bir genel uyuşukluğun uyanılmayan bir uykunun sersemliği içinde"1 dağılıp gitmişti.

Türk askerlerinin savaşkanlığı bu değildi. Nitekim genç kuşak subayların orduda etkili olmaya başlayıp siyasetin ordu üzerindeki etkisi azalınca durum çabuk değişti. Balkan Savaşı'nda neredeyse kendiliğinden dağılan ordu birkaç yıl sonra Çanakkale başta olmak üzere Galiçya'dan Yemen'e dek on ayrı cephede büyük direnç gösterdi başarıyla savaştı.

Balkan Savaşları'na katılmış olan tarih araştırmacısı General Fahri Belen (1892-1975) Türkiye için "bir felaket" olarak nitelediği Balkan yenilgisinin Türk ordusuna değil "kokuşmuş Osmanlı anlayışına" ait olduğunu söyler ve şu yorumu yapar: "Balkan Savaşlarında Türklerin savaş gücünü artık tümden yitirdiği sanıldı. Oysa savaşta yenilen Türk askeri değil kokuşmuş Osmanlı anlayışı ve bu anlayışı sürdüren yöneticilerdi. Nitekim yeni yetişen genç kuşak ilerdeki savaşlarda özellikle İstiklal Savaşı'nda Türkler'in savaş gücünü yitirmediğini tüm dünyaya gösterecekti".2

Yenilginin Nedenleri

Balkan Savaşı çıktığında ekonomik çöküşle bütünleşen siyasi çözülme kesin ve uzlaşmaz ayrılıklar durumuna gelerek ülkenin her yanına yayılmıştı. Dış karışma ve azınlıkların bir türlü bitmeyen ayrılıkçı istekleri ittihatçı-itilafçı çatışmasıyla iç içe geçerek toplum yaşamını ayakta tutan hemen tüm değerleri özellikle yönetim işleyişini adeta yok etmişti. Osmanlı toplumu birbirlerinin varlığına katlanamayan yüzlerini bile görmek istemeyen insanların oluşturduğu belki de onlarca parçaya ayrılmıştı.

Ayrılıklar yalnızca; Türk-Rum ve Ermeni Türk-Arap Kürt-Ermeni ya da Müslüman-Hıristiyan çelişkilerinden oluşmuyordu. Müslümanla Müslüman Türk'le Türk arasında da derinleşip yayılmıştı. Düşmanlık durumuna gelen siyasi bölünme gülmece konusu olacak ayrılıklara varmıştı. Mezarlık yanından geçenler "okudukları fatiha'nın" politik rakipleri için geçerli olmamasını dileyip "ben duamı ittihatçıların ruhuna gönderiyorum" diyebiliyordu.3

Particilik ve düşünce farklılıkları subaylar arasında ayrıcalıklara yol açmış orduda sıkıdüzen diye bir şey kalmamıştı. Orduda alaylı denilen okuma yazma bilmez 'subaylar' hatta paşalar vardı. Önemli yerlere bunlar getiriliyor yetenekli ve yurtsever subaylar etkin görevlerden uzak tutuluyordu. Komutanların terfilerinde yeterlilik (liyakat) değil dış karışmalar etkili oluyordu. Ordu atamalarında padişaha yön veren sadrazamlar kendilerini o yere getirten yabancı büyükelçilerin yönlendirmesi altındaydılar. Örneğin "Sadrazam Reşit Paşa İngilizler'in Ali Paşa Fransızlar'ın Mahmut Nedim Paşa Ruslar'ın adamıydı".4 Enver Paşa ve ittihatçı önderler ise Almanların etkisi altında onların isteği yönünde siyaset yapıyorlardı.

Balkan savaşları sırasında cepheleri dolaşan Fransız gazeteci Stephane Losannes'ın saptamaları Türk ordusunun o günlerde ne durumda olduğunu gösteren çarpıcı örneklerdir: "Lüleburgaz savaşı dört günden beri aralıksız sürüyordu. Türk Ordusu'nun Başkomutanı Abdullah Paşa genel karargahı olan Sakız köyünde küçük bir evde kapanmış kalmıştı. Daily Telegraph gazetesinin savaş muhabiri Smith Bartlet kendisini orada rastlantı olarak buldu. Başkomutan açlıktan ölüyordu. Emir subayları evin fakir bahçesindeki toprakları adeta tırnaklarıyla kazarak bir iki mısır kökü çıkarmaya çalışıyorlardı. Bu kökleri bir parça unla bulamaç gibi pişiriyorlardı. İşte 175 bin kişilik orduya kumanda eden zatın bütün yiyeceği buydu".5

Yenilginin Götürdükleri

Balkan Savaşları kimsenin aklına bile gelmeyen ve Rumeli Türkleri'ni perişan eden büyük yitiklerle sonuçlandı. Girit Yunanistan'a bağlandı (1908). Osmanlı Devleti yüz milyon mark karşılığında Doğu Rumeli'den tümüyle çekildi.6

Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Bosna-Hersek'i kendisine bağladı (1908).7 Ege'de Oniki ada elden çıktı.8 Selanik Yunanlılar tarafından işgal edildi (1912).

Makedonya ve kıyı şeridinin tümü Yunanistan'a verildi Osmanlı İmparatorluğu Meriç'e dek çekildi.9 Bulgar Ordusu İstanbul'un dibine Çatalca'ya dek ilerledi.10

Selanik Yitiriliyor

Mustafa Kemal Balkan Savaşı'nı haber alınca Trablusgarp'tan ayrıldı ve savaşa katılmak üzere yola çıktı. Romanya üzerinden İstanbul'a giderken yolda aldığı haberlere ve Ordunun bu kadar kolay yenilmesine inanamıyordu. Trakya Türkleri'nin yaşadığı acılara büyük toprak yitiklerine özellikle de Selanik'in yitirilmesine çok üzüldü. Doğduğu yer olan 538 yıllık ata yadigarı bu güzel kent birkaç hafta içinde elden çıkmıştı. Bu olayı yaşadığı sürece onarılmaz bir acı olarak içinde taşıyacaktır.

Bugünün İzmir'i kadar Türk olan Selanik'in yitirilmesi onun gibi halk ve aydınlar için de katlanılması olanaksız gerçek bir felaketti. Toplumu birleştiren ortak acı herkesi etkiliyor ancak sonuç değişmiyordu. Yaygın olan davranış biçimi her zaman olduğu gibi; üzüntü yakınma ve karamsarlıktı. Kimse bir şey yapmıyor ne yapılması gerektiği bilinmiyordu.

Türk toplumu ordunun acı yenilgisiyle sanki donup kalmış Selanik'le birlikte sanki devinim ve direnç gücünü de yitirmişti. Atatürk'ün çocukluk ve Harp Okulu'ndan sınıf arkadaşı olan Salih Bozok (1881-1941). Selanik'in yitirilmesine yol açan koşulları anılarında şöyle anlatır: "1909-1910 yıllarında Selanik'te benzerlerinden üstün bir yaşam ve canlılık hüküm sürüyordu. Meşrutiyet'i izleyen o günlerde Selanik'i yad ellere bırakmak hiçbir Türk vatanseverinin hayaline sığacak şey değildi. Meşrutiyet devrimi halkın heyecanı içinde gerçekleştirilmişti. Ancak devrimi izleyen günlerdeki hırs kin ve bağnazlık ateşi ülkeyi çöküntüye götürüyordu. Kimse gelmekte olan tehlikeyi görmüyordu. Tehlikenin farkında olanlarsa suçlulara özgü bir kayıtsızlık içinde olayları yalnızca izliyordu. Yurttaşlar arasında karşılıklı güven kalmamıştı. Halkın hükümete güveni hükümetin de halka saygısı yok olmuştu. Ortalığı genel bir umutsuzluk kavramıştı. Hiç kimse politikacılardan artık bir şey beklemiyordu. Halkın umudu kendisine 'Meşrutiyet'in koruyucusu' ünvanı verilen ordudaydı. Acaba vatanın bu acı durumu karşısında ordu nasıl bir durum alacak nasıl bir yol izleyecekti? Ne yazık ki büyük komutanlarda heyecan faaliyet ve ateş adına hiçbir şey yoktu. Hepsi karamsar ve işi oluruna bırakmış olayları bekliyordu".11

Acı ve Öfke

Mustafa Kemal Kasım 1912 sonunda İstanbul'a geldiğinde duyduğu ama pek inanmadığı olayların ayrıntılarını öğrenip sonuçlarını gözleriyle görünce sarsıldı ve derin bir acı duydu.

İstanbul'da büyük bir karmaşa yaşanıyordu. Türk ordusu hemen tüm sınır boyunca yenilmişti. Kuzey'den inen Sırplar hiçbir ciddi direnmeyle karşılaşmadan ilerlemişler Durozza ve Manastır'ı almışlardı. Güneyden saldıran Yunanlılar Selanik'i işgal etmişti (8 Kasım 1912). Bulgarlar İstanbul'a 20 kilometre uzaklıktaki Çatalcaya dek gelmişlerdi.12 "Binlerce Selanikli Müslüman cami avlularına yığılmış perişan aç sefil bir durumda kışın insafsız soğuğunda ölüp gidiyordu".13 Ülkenin her yeri göçmen kamplarıyla dolmuştu. Kamplara yiyecek yardımı yapılamıyordu. Güçten düşmüş binlerce insan "kolera ve tifüsten ya da açlık ve soğuktan" kırılıyordu.14

Büyük bir kaygıyla annesinden ve ailesinden haber almaya çalışıyordu. "Hasta ve yaralılarla dolu" hastaneleri cami avlularını ve evleri dolaştı. Selanik'ten gelen göçmenlerle konuştu. Çok kötü şeyler duyuyordu. Kentin büyük bir vahşet ve yağma yaşadığını söylediler. "Yunanlılar yakaladıkları bütün Türkleri öldürmüş çevredeki köy ve kasabaların tümünü yakıp yağmalamışlardı"15 Sonunda annesini kızkardeşini ve onlarla birlikte gelen Fikriye'yi bir mülteci kampında buldu.16

Hemen hepsi hastaydı. Annesinin gözleri iyi görmüyordu. Selanik'ten kaçışları sırasında çok acı çekmişlerdi. Bir ev kiralayarak onları İstanbul'a getirdi. Annesindeki ani yaşlanmaya bedensel ve ruhsal çöküşe inanamıyordu. "Bütün gün divana bağdaş kurup oturuyor öne arkaya sallanarak Allah'a dua ediyordu. Selanik kafir Yunan'ın elindeydi; akrabaları katledilmişti; evini ve sahip olduğu her şeyini yitirmişti: Tam anlamıyla mahvolmuştu".17

Çanakkale'de İlk Görev

Mustafa Kemal Balkan Savaşı sürerken Gelibolu'daki Kolordu'nun Harekat Dairesi Başkanlığı'na atandı. Olası Bulgar saldırısına karşı Çanakkale Boğazı'nı onlar koruyacaktı. Atandığı Gelibolu-Bolayır hattı o aşamada ana çatışma alanı değildi ama önemli bir savunma cephesiydi.

Gelibolu'da savaşı dikkatlice izledi edindiği bilgilere dayanarak somuta yönelik sonuçlar çıkardı. Vardığı sonuçları öneri içeren bir rapor haline getirerek Başkomutanlığa ve Savunma Bakanlığı'na gönderdi. Raporda; "Edirne düşmeden saldırıya geçilmesi" isteniyordu.18

Rütbe aşımı olarak değerlendirilen rapor önemsenip değerlendirilmedi. Ancak Edirne yitirilince saptama ve önerilerin doğruluğu anlaşıldı.19 Öngörülerinin doğru çıkması nedeniyle olacak haklarında bir işlem yapılmadığı gibi İttihat ve Terakki'nin önde gelen ismi Talat Bey Bolayır'a geldi rapor sahipleriyle görüştü. Bolayır Kolordusu 15 Temmuz'da Keşan'ı 17 Temmuz'da Enez ve İpsala'yı 18 Temmuz'da Uzunköprü'yü ve 21 Temmuz'da Karaağaç ve Dimetoka'yı kurtararak Edirne'ye girdi.20 Kolordu'nun başarılarına karşın raporcu binbaşılardan Fethi büyükelçi Mustafa Kemal askeri danışman (ateşemiliter) olarak 27 Ekim 1913'te Sofya'ya atanıp İstanbul'dan uzaklaştırıldı.

DİPNOTLAR

1 "Tek Adam" Ş. S. Aydemir I. Cilt Remzi Kit. 9. Bas. İst. -1983 sf.170

2 "20. Yüzyıl Tarihi" Arkın Kit. Sayı 16 İst. -1970 sf.313

3 "Devrim Hareketleri İçinde Atatürk ve Atatürkçülük" Prof. Tarık Zafer Tunaya Arba Yay. 3. Bas. İst. -1994 sf.21

4 "Osmanlı Tarihi" Prof. Enver Ziya Karal; ak Vural Savaş "Militan Atatürkçülük" Bilgi Yay. 2001 sf.90

5 "Tek Adam" Ş. S. Aydemir I. Cilt Remzi Kit 9. Bas. İst. -1983 sf.170-171

6 Büyük Larousse Gelişim Yayınları 4. Cilt sf.1991-1992

7 "Jön Türkler ve Araplar" Hasan Kayalı Tar. Vak. Yurt Yay. 1998 sf.61

8 "Jön Türkler Modernizmi ve Alman Ruhu" Mustafa Gencer İletişim Yay. sf.57

9 "Tek Adam" Ş. S. Aydemir I. Cilt Remzi Kit. 9. Bas. İst. -1983 sf.168

10 a.g.e. sf.168

11 "Yaveri Atatürk'ü Anlatıyor" Salih Bozok Haz. Can Dündar Doğan Kitap İst. -2001 sf.17-18

12 "Mustafa Kemal" Benoit Mechin Bilgi Yay. Ankara 1997 sf.96

13 "Atatürk" Lord Kinross Altın Kitaplar Yay. 12. Bas. İst. -1994 sf.77

14 "Bozkurt" H. C. Armstrong Arba Yay. İstanbul-1996 sf.31

15 a.g.e. sf.31

16 a.g.e. sf.31

17 a.g.e. sf.31

18 "Atatürk'ün Bütün Eserleri" Kaynak Yay. 1. Cilt İst. -1998 sf.149

19 a.g.e. sf.177

20 "Kaynakçalı Atatürk Günlüğü" Prof. U. Kocatürk T. İş Ban Yay. sf.20

https://kuramsalaktarim.blogspot.com/2018/10/balkan-savaslari.html#more

--   a45UyF587661

OSMANLI’DA GREV NASIL YASAKLANDI?

OSMANLI'DA GREV NASIL YASAKLANDI?

İlk grevler 110 yıl önce bugün yasaklandı. Osmanlı döneminde çıkan Tatil-i Eşgal kanunu 8 Ekim 1908 tarihinde kabul edildi. İkinci meşrutiyetin hemen sonrasında vapur seferleri mürettebatın maaş alamamasından dolayı durmuştu, demiryolu ve liman işçileri ise sık sık grev ilan ediyordu.

Sozcu.com.tr 10:13 8 Ekim 2018

Türkiye'de uzun süredir Olağanüstü Hal sebebiyle grev yapılamıyor. Grevler çoğu zaman milli güvenlik gerekçesiyle iptal ediliyor. 20 Temmuz 2016 tarihinde ilan edilen OHAL sürecinde de grev yapılması yasaklandı.

Türkiye'de ilk modern grev kanunu ise 8 Ekim 1908 yılında kabul edildi. Tatil-i Eşgal Kanunu ve Grev Yasağı uygulanmaya başlandı.

Kanunun ilk maddesi şöyle idi:

Canib-i Hükü- tiyaz istihsal ederek demiryol ve met-i Seniyyeden ruhsat veya im- tramvay ve liman muamelâtı ile umur-ı tenviriyye gibi umuma müteallik bir hizmet ile mükellef bulunan her nevi şirketlerle müstahdemin ve amelesi beyninde şerait-i istihdamlarına dair ihtilâfat vukuunda müstahdemin ve amele-i merkume üç vekil intihabına mecbur olup bunlar Ticaret ve Nafia Nezaretine nushateyn olarak takdim edecekleri istidada ihtilâf-ı vakıanın mahiyet ve esbabını izah edeceklerdir.

ŞİRKETLER BİRER BİRER BATIYORDU

İkinci meşrutiyetin ilanı öncesinde Osmanlı ekonomisi iflas etmişti. Şirketler birer birer batıyordu. Duyun-u Umumiye idaresi halkın vergilerini topluyor ve dış borçların ödendiğinden emin oluyordu.

Meşrutiyet öncesinde işçi hareketleri zaman zaman Osmanlı topraklarında gerçekleşmişti. Bilinen en eski grevler 1863 yılında Zonguldak Kömür işçileri tarafından gerçekleştirildi. 1872 yılında Beyoğlu Telgrafhanesi ve Yarımburgaz-Ömerli hattı işçileri grev ilan etti. 1873-1875 arasında İstanbul Tershanesi işçileri de grevlere gittiler.

Osmanlı'da işçiler. Yıl: 1910 Fotoğraf: Depo Photos

6 AY İÇİNDE 100'Ü AŞKIN GREV



İkinci Meşrutiyet'in ilanından Eylül aynın sonuna kadar Osmanlı'yı bir grev dalgası sardı. İşçiler maaşlarını alamamaktan memurlar ise gayri-müslim memurların kendilerinden fazla maaş almasından şikayetçiydi. İkinci meşrutiyetten 6 ay sonra 100'ü aşkın grev gerçekleştirildi.

İlk grev ağustos ayında ada seferleri yapan İdare-i Mahsusa kaptan ve mürettebatı tarafından yapıldı. Akabinde 11 Ağustos tarihinde Paşabahçe Şişe Fabrikası işçileri ücretlerinin yüzde 12.5 artırılması isteğiyle greve gitti.

13 Ağustos'ta İstanbul Cibali'deki tütün işçileri Tütün Rejisi'nin %50'lik zam teklifini yetersiz bularak greve gittiler.

14 AĞUSTOS 1908'DE DEMİRYOLU İŞÇİLERİ GREVE GİTTİ

13 Ağustos'ta tıp doktoru olan Arhangelos Gavril başkanlığında Anadolu Demiryolu Şirketi İşçileri Sendikası, kurulmuştu 14 Eylül'de grev ilan ettiler. 17'sinde sona erdi.
Ardından İstanbul'da liman işçileri ve kadın tülbent işçileri grev ilan ettiler. Sendikaları fesheden, grev yapmayı imkansız hale getiren. Tatil-Eşgal Cemiyetleri hakkında kanun çıktı.

Grev yapmak neredeyse imkansız hale geldi. Sendikal faaliyetler durdu. Kanunla greve giden işçilerin neden greve gittiklerini bir komisyon halinde devlete bildirmeleri zorunlu hale getirildi. Fakat kanun koşullarının ağırlığı sebebiyle grev yapılması çok zor bir hale geldi.

*Bu haberdeki bilgilerin önemli bir kısmı Atatürk İlkeleri ve İnkılapları Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi'nden Umut Karabulut ve Ömer Faruk Özkul'un araştırmasından alınmıştır.

*Bu haberde Gündüz Ökçün'ün Tatil-i Eşgal Kanunu- Belgeler ve Yorumlar isimli çalışmasından faydalanılmıştır.

https://www.sozcu.com.tr/2018/ekonomi/osmanlida-grev-nasil-yasaklandi-2667802/

--   a45UyF587661

Sonunda Deizm Derneği kuruldu..

Sonunda Deizm Derneği kuruldu..

Bir deist olarak bu paylaşımı yapmaktan memnunum.. Hepimize hayırlı uğurlu olsun.. :)

Deklerasyonu okudum, dili ve manifestosunda itiraz edeceğim cümleler var elbette.
Ancak, bunu bir başlangıç olarak kabul ediyor ve kutlu, uğurlu olsun diyorum.

Deizm Derneği Kuruluş Deklerasyonu - İstanbul/Türkiye (01.10.2018)
Okumak isteyenler linke tıklasın lütfen.. :)

deizmdernegi.org/Deizm%20Derne%C4%9Fi%20Kurulu%C5%9F%20Deklerasyonu.pdf

--   a45UyF587661

TİCARET BAKANLIĞI: 114 FİRMADAN FAHİŞ FİYAT ARTIŞIYLA İLGİLİ SAVUNMA İSTENDİ

Yaşlı olanlar bilir, FİYATLARA NARH KOYMAK derlerdi eskiden.
Şöyle bir baktım anlamı tam olarak neymiş diye, şöyle diyor:
"(devlet, belediye) zorunlu tüketim maddelerine belli bir süre için değişmeyecek bir fiyat saptamak."

Böyle işleri genelde 2nci Dünya Savaşının Seferberlik yıllarında o hain CE-HA-PE hatta İnönü yapmıştı.
Bir de yalnızca temel tüketim maddeleriyle sınırlı olmak üzere Kıbrıs Harekatı sonrasında yine CE-HA-PE MSP koalisyonu ,ABD ambargosu yıllarında falan görüldü.

Böyle rezil bir şey, tarihte komünist neyim olanlar buna yeltenmiş.
Oysa sağcılar öyle mi?
Onlar serbest ve de liberal ekonomiden yanadır.
Onlar BIRAKIN YAPSINLAR, BIRAKIN GEÇSİNLERcidir.

Peki ya şimdi ne oluyor?
AKP komünistleşiyor mu?

Ya da yeni bir dünya savaşının seferberlik hazırlıkları mı var?
Yuvarlak hesap onbeş yıldır AKP ülkeyi mamur etti, o hayın CE-HA-PE'li yıllardan kurtardı, halk evinde buzdolabı neyim gördü de şimdi ne oluyor?

Açıkçası AKP'nin başkanlık hükumeti FİYATLAR NARH KOYMUŞ.
Ülkemizin içinde bulunduğu duruma bir ölçü olsun, bilin istedim.

Oraj POYRAZ(0raj.p0yraz@neomailbox.net / oraj.poyraz@openmail.cc / oraj_poyraz@alpinaasia.com )
           L2fSIJNoA0xfSNxA  


TİCARET BAKANLIĞI: 114 FİRMADAN FAHİŞ FİYAT ARTIŞIYLA İLGİLİ SAVUNMA İSTENDİ

08.10.2018

Ticaret Bakanlığı'ndan yapılan açıklamada "114 firmadan fahiş fiyat artışıyla ilgili savunma istendi. 3 bin 974 firmada toplam 69 bin 200 ürün denetlendi" denildi.

https://www.birgun.net/haber-detay/ticaret-bakanligi-114-firmadan-fahis-fiyat-artisiyla-ilgili-savunma-istendi-232832.html

--   a45UyF587661

Güncel makalelerden bir buket 2018-10-7 5


BEKİR COŞKUN: PARTİ TEŞKİLATIMIZA DUYURULUR

Arkadaşlar…

Rabbimizin nasip ettiği aziz milletimize hizmet aşkı ile 2023 nurlu ufuklara doğru iç ve dış mihrakların hain saldırılarına rağmen muasır medeniyetin dahi üstünde olacak şekilde partimiz yola devam etmektedir…

Ancak kimi kendini bilmez kökü dışarıda ihanet içindeki haddini bilmezler ekonomik kriz varmış gibi iftiralar atarak milletimizin zihnini bulandırmakta böylece netice alacaklarını zannetmekte bir kısım vatandaşlarımız da sanki ekonomik kriz varmış gibi hissetmektedirler…

Arkadaşlar…

Bu gibilere Cenabı Hak huzurunda hesap sorulacağı gibi bu dünyada da savcılıklarımızın gerekli dersi vereceklerinden kimsenin şüphesi yoktur…

Yine de parti teşkilatımız tedbir olarak:

a-Gıda maddelerine bilhassa dana kıymaya gelen zamları hatırlatmasına mahal vermemek bakımından toplantıları lokanta kebapçı köfteci gibi yerlere uzak yerlerde düzenlemeleri isabetli olacaktır…

b-Kimi haddini bilmezlerin muhtemel "Açız…" diye bağırmalarına mahal vermemek bakımından da toplantı öncesi "Acaba karnı aç olan var mı?" "Buyurun yemek yiyelim" gibi yaklaşımlar unutulmamalıdır…

c-Ayriyeten; "Açız" diye bağırma ihtimali gözüken kötü niyetli şahısların tespiti durumunda ellerine tutuşturulmak üzere hazır dürüm bulundurulması…

d-Konuşmacı arkadaşlarımızın bilhassa turp roka turşu gibi iştah açıcı ifadelerden katiyen bahis etmemeleri hanım kardeşlerimizin de mantı börek içliköfte yapacakmış gibi bir duruş içinde olmamaları…

e-Parti mensuplarımızın MYK üyelerinin garsonları dolayısıyla yemeği akla getirecek papyon fitilli pantolon beyaz ceket gibisinden kıyafetler giymemeleri rica olunur…

Arkadaşlar…

Bu vesile ile sayın liderimizin buyurduğu nsanı yaşat ki devlet yaşasın" düsturu ve ecdadımızın rahmeti ile mübarek vazifemizin devamını aynı şekilde milletimizi daha da güzel zemine oturtmamızı dualarla Mevla'dan niyaz eder………



SONER YALÇIN: KAFANIZ KARIŞMASIN

AKP iktidarı McKinsey&Company adlı ABD'nin strateji-danışmanlık şirketiyle anlaşmasının meali şudur:

-"Kredi- borç verecekler ya da yatırım yapacaklar bizim iktidara güvenmiyor!

-"Biz de küresel piyasaların inanacağı bir 'hakem' bulduk; tüm yaptıklarımızı onun gözetiminde yapacağız!

-"Keza onun yol göstericiliğine başvuracağız.

-"Bize olan güven sorununu McKinsey ile aşacağız!"

Bu aslında 16 yılın sonunda gelen itiraftır:

-"Biz beceremedik!"

-"Biz ülkeyi yönetemedik!"

-"Bize kimse güvenmiyor artık!"

2001 krizini anımsayınız:

-Hayat olağanüstü pahalanmıştı.

-Döviz olağanüstü artmıştı.

şsizlik rekor kırmıştı.

flaslar intiharlara sebep olmuştu.

Ve: Dünya Bankası'nın görevlendirdiği Kemal Derviş IMF ile masaya oturdu anlaştı. Sert ekonomik kararlar aldılar.

Bu zorlu yapısal reformların altına imza koyan DSP-ANAP-MHP koalisyon hükümeti seçimde baraj altında kaldı.

İktidara gelen AKP "Derviş-IMF kararlarını" ilk yıllarda harfiyen uyguladı. Sonra…

"Yoldan" çıkıp "kayırma ekonomisi" bataklığına saplandı! Merkez Bankası gibi 2001'de özerkleştirilen kurumları pasifize etti. Keza demokrasiyi-hukuku rafa kaldırdı. Sonuçta:

-Yabancı sermaye kaçtı.

-Türkiye inşaat dışında üretemez oldu.

ktidar kamunun varını yoğunu satıp tüketime harcadı.

Bugün… Sıcak paraya bağımlı Türkiye 2001 krizinin benzerini yaşadı/yaşıyor.

Diyebilirsiniz ki:

2001 krizi IMF ile "halledildi. "

2018 krizi IMF ile değil de niçin McKinsey ile "çözülmeye" çalışılıyor?

Farkı ne?

Yazayım:

NE DEĞİŞTİ?

IMF konusunda kafa karışıklığı var.

Ülkeler IMF'den neden kredi almak ister; kredi faizleri düşük olduğu için mi? Hayır. Ki zaten IMF kredi miktarı bilinenin aksine çok azdır.

Mesele sadece IMF'nin para vermesi değildir!

Asıl mesele şudur:

IMF'nin bir ülkeye kredi vermesi demek küresel piyasaların o ülkeye kredi açması demektir! Amacı Erdoğan'la aynıdır; piyasa ekonomisine güvenin sürmesini sağlamak!

IMF "yeşil ışık" yakan kurumdur; güvenilirlik ölçüsüdür!

Bu nedenle -Türkiye'nin de içinde olduğu- 189 üyesi var. 80'e yakın ülkenin IMF'ye yaklaşık 50-60 milyar dolar borcu bulunuyor. Türkiye IMF ile 19 kez stand-by anlaşması yaptı. Sonuncusu 4 Şubat 2005'te oldu: AKP hükümeti 6.6 milyar dolar aldı. IMF Raporu bu paranın Türkiye'ye değil AKP'ye verildiğini açıkça yazdı: ç yıllık bir program… 2007 yılında yapılacak olan genel seçimler için bir çıpa sağlayacaktır. "

Peki…

AKP-IMF ilişkisi dün "kuzu sarması" iken bugün AKP çevreleri IMF'yi neden "düşman" gösteriyor? Üstelik IMF'nin sermayesinde en büyük paya sahip ilk on ülke arasında Çin Rusya Brezilya Hindistan gibi Türkiye'ye yakın ülkeler var! Keza… Çin'in oy oranı ve kota payı yüzde 3.8'den yüzde 6'ya yükseldi. Böylece Çin yüzde 16.7 kota payına sahip ABD ve yüzde 6.2 kota payına sahip Japonya'nın ardından üçüncü sıraya yükseldi.

O halde…

Küresel finans sistemin iki oyuncusundan; para alınacak IMF ile değil de para verilecek McKinsey ile çalışmanın tercih sebebi ne?

Bu soru Türk ekonomisinin bugün neden kriz yaşadığını ortaya koyuyor…

Şöyle:

YOLSUZLUK MESELESİ

Bu yılın nisan ayında IMF 61 sayfalık "Politika Belgesi"ni açıkladı:

"1 Temmuz 2018 tarihi itibarıyla bizimle masaya oturmak isteyen ülkeleri/üyelerimizi öncelikle yolsuzluk açısından denetleyeceğiz!"

Dediler ki:

-Artık önceliğimiz yolsuzlukla mücadeledir.

Yolsuzluk ekonomik büyümeyi baltalıyor.

-Yolsuzlukla elde edilen paralar genellikle ülke dışında -çoğunlukla büyük başkentlerin- finans sektörlerinde saklanıyor. Vs.

IMF ne yapacağını (bu yılki Türkiye Raporu'nda belirttiği gibi) açıkladı:

-Kamu giderleri azaltılacak.

-Mali yönetim ve bütçeyle ilgili tüm kuruluşların kalitesine bakılacak.

-Merkez Bankası vb. kuruluşlar tekrar özerkliğe kavuşturulacak.

-Finans sektörü/bankacılık sağlamlaştırılacak.

-Hukukun üstünlüğü sağlanacak. Vs.

Yani…

IMF ile masaya oturmak kolay değil:

yle kamu gelirleriyle har vurup harman savuramazsınız.

yle istediğinize ihale veremezsiniz.

IMF işi sıkı tutar. Her icraatınızı gözetler. Ana Sözleşmesi (madde 4) gereği her yaptığınızı dünyaya rapor eder.

IMF McKinsey gibi sırdaşınız değil!

McKinsey aldığı paraya bakar! Danışmanlık yaptığı -yıllık cirosu 100 milyar doları aşan- dünya devi Enron Corporation'un batması umurunda bile olmadı! (Özellikle gençler -maaşı sebebiyle- McKinsey'e "kutsal mabet" gibi bakıyor çalışmaya can atıyor. Küresel şirketler imaj-algı yönetimini iyi yapıyor. Oysa. McKinsey'i 1994-2003 arasında yöneten Rajat Gupta'nın dolandırıcılıktan hapis yattığını kaç kişi bilir!)

McKinsey'in "ahbap çavuş icraatı" açısından AKP iktidarına sıkıntı vermeyeceği ortada!

IMF ile masaya oturmak için "alışkanlıklarınızdan" vazgeçmek zorundasınız. Fark budur…

CAN ATAKLI: OHA FALAN OLDUM YANİ

Neydi o televizyon dizisi Avrupa Yakası Gülse Birsel'in yazıp oynadığı dizi işte.

Orada şımarık zengin genç kızı oynayan çok başarılı bir sanatçı vardı.

Yeni yetme sosyetik kızımız çok şaşırdığı bir olay karşısında "Oha falan oldum yani" derdi.

Bir ara herkesin diline yapışmıştı bu söz sonunda RTÜK sözlerin argo olduğuna hükmederek yayıncı kanalı uyarınca herkesin ağzındaki "Oha falan olum yani"klişesinden vazgeçmişlerdi.

Yıllar sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurul salonunun Cumhurbaşkanı Erdoğan geliyor diye köpeklerle aranmasını görünce ister istemez "Oha falan oldum yani" ben de.

Gerçekten bu manzara karşısında söyleyecek başka laf bulamadım.

Ya da bulduklarımı tekrarlamam aile terbiyem gereği mümkün değil.

Hesapta Türkiye'nin kalbi en önemli yeri demokrasinin beşiği en güvenli yer Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurul salonu orası.

Ama tek adam Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan gelince bütün bu sıfatlar bir kenara bırakılabiliyor.

Köpekli polisler salona giriyor köşe bucak bomba araması yapılıyor.

Başta Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı olmak üzere tüm milletvekilleri bu korkunç manzarayı izliyor ağızlarını bile açmıyor.

Muhalefet liderleri uslu çocuklar gibi az önce köpeklerin bomba aradığı sıralarında oturuyor ve Erdoğan'ı ayakta karşılayarak alkışlıyor.

Demek ki artık hiçbir değerimiz kalmadı.

Parlamentonun ne onurunu ne gururunu ne de güvenliğini sağlayamıyoruz.

İşin garip tarafı "haber değeri de olan" bu görüntüler medyada da yer almıyor.

Muhalefet medyası bile bu olayı eleştirmiyor ve sanki sıradan bir olay gibi geçiştiriyor.

Ne diyeyim her ülke layık olduğu biçimde yönetilir.

Parlamentonun böylesine aşağılandığı bir ortamda kendilerine muhalefet diyen siyasi partiler düşünsün bana ne.

KAFAMI BOZAN ŞEYLER

HER GÜN HAKARET EDECEĞİNİZE HDP'Yİ KAPATIN GİTSİN

Seçimlerde 6 milyon oy aldı HDP.

Oy oranı yüzde 11.70 ile MHP'nin yüzde 11.10'luk oranından daha fazla.

Milletvekili sayısı 67.

Buna karşı AKP'nin peşine takılan MHP'nin ise 50 milletvekili var.

Ama fiilen böyle bir parti yok sayılıyor.

AKP Genel Başkanı Erdoğan barajı aşıp da AKP'nin Meclis'te yüzde 50'yigeçmesine engel olduğu için HDP'ye çok öfkeli.

Erdoğan "HDP yüzünden Meclis'te çoğunluğu kaçırdık" diyemiyor ama "Bu parti terörist" diyebiliyor.

O öyle deyince Meclis'te demokrasi ve hukukun bekçisi olması gereken Meclis Başkanı korkudan HDP'yi yok sayıyor.

İktidarın küçük payandası MHP zaten hırsından çatlamış durumda olduğu için HDP'nin terörist olarak nitelendirilmesini ellerini ovuşturarak izliyor.

MHP'den pek farkı olmayan İYİ Parti de aynı durumda.

CHP ise "elalem ne der?" diye korktuğundan ağzını açamıyor.

Sonra da ortaya hepimizin rol aldığı bir komedi filmi çıkıyor.

Böyle demokrasicilik oynamak yerine madem öyle HDP'yi kapatın gitsin de bari bu garabet ortadan kalksın.

BUNU YAZMAK GEREK

ÜSKÜDAR'IN TWEETÇİ BELEDİYESİNDEN HÂLÂ SES SEDA YOK

Mahallemizi işgal eden sokak köpeklerini yazmıştım. Sonra bunu yine mahallemizde oturan bir kişinin de paylaşmasından sonra Üsküdar Belediyesi'nin de tweet atarak "Gereken yapılacak" dediğini belirtmiştim.

Gerekenin yapıldığı yok tabii.

Üsküdar'ın tweetçi belediyesi laf olsun torba dolsun misali oturuyor oturduğu yerde.

Zaten başkanının da Erdoğan'ın hışmını çektiği ve bir daha aday yapılmayacağısöyleniyor.

Herhalde böyle bir ortamda çalışmanın gereksiz olduğuna inanıyor Üsküdar'ın başkanı ve durumu tweetlerle idare ediyor.

Ama şunu söyleyeyim;

Durum gerçekten vahim.

Yavrular da büyüdü onlarca köpek gece gündüz kâbus haline geldi.

Hayvanseverlerin tavsiyesi onları beslememiz yönünde.

Bu da yapılıyor ama yine de köpeklerin saldırganlığı sona ermiyor.

Artık sabahları karanlıkta evden çıkıyorum.

Mecburen elimde şemsiye var çünkü köpekler anında etrafımı sarıyor ve havlamaya başlıyor.

Yaklaşamıyorlar ama sabaha böyle başlamak da hiç hoş bir şey değil.

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

KEMAL SUNAL'IN HER FİLMİ TV'LERDE YAYINLANIYOR BİRİ HARİÇ

Kemal Sunal filmleri televizyonların can simidi biliyorsunuz.

Sıkışınca bir Kemal Sunal filmi yayınlıyorlar. Bilmem kaçıncı tekrar olsa bile her filmde rating rekoru kırılıyor. Bir izleyicim mesaj atmış.

Hiç aklıma gelmemişti belki sizin de dikkatinizi çekmemiştir.

Diyor ki "Kemal Sunal'ın bütün filmleri defalarca yayınlanıyor ekranlarda. Ama nedense bir tanesi hiç yayınlanmıyor. "

İzleyicim çok haklı. Gerçekten o filmi çok uzun yıllar önce bir kanalda izlemiştim.

AKP döneminde hiç gösterilmedi galiba. Bu filmi yayınlamaya korkuyorlar belki de.

Kanal yöneticileri belki başlarının belaya gireceğini düşünüyordur.

Şimdi "Televizyonlarda yayınlanmayan bu Kemal Sunal filmi hangisi?" diye soracaksınız.

Her şeyi benden beklemeyin onu da siz bulun artık.

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

BAHÇELİ DE HAFIZA KAYBINA UĞRUYOR ARTIK GALİBA

Cumhuriyet Halk Partisi Sözcüsü Faik Öztrak Türkiye'nin yönetiminin Amerikalı bir şirkete verilmesine tepki gösterince nedense Devlet Bahçeli kendini ortaya atarak "Faik Öztrak Kemal Derviş'le olan ilişkisine baksın önce" dedi.

Faik Öztrak'la Derviş'in ne ilgisi var ben bilmiyorum.

Ama Derviş bir dönem CHP'de milletvekilliği yapmıştı. Öztrak da Derviş gibi ekonomist olduğu için belki bir ara sık görüşmüşlerdir.

Ama sanıyorum Bahçeli Kemal Derviş'in CHP'liliğine vurgu yaparak IMF yönetimini hatırlatmak istedi.

Ancak belli ki hafıza kaybına uğramaya başlamış artık.

Çünkü ortağı olduğu hükümet ekonomiyi dibe vurdurmuştu. Çare olarak IMF kapısına gidilmişti. Amerika da IMF komiseri olarak Kemal Derviş'i göndermişti.

Bahçeli de o hükümetin Başbakan Yardımcısı olarak Derviş'in kurtarıcılığınasarılmıştı.

Kısacası Kemal Derviş'i bugün hatırlatmaya kalkması en tuhaf karşılanacak kişi Devlet Bahçeli'dir.

YILMAZ ÖZDİL: TÜRKİYE'NİN KURTULUŞ REÇETESİ MUSTAFA KEMAL'İN HAYAT HİKAYESİDİR

2008 yılıydı.

Tuhaf işler olmaya başlamıştı.

Peşpeşe Atatürk kitapları çıkarıyorlardı.

"İnsani yönlerini anlatıyoruz" sloganıyla güya kişisel özelliklerini yazıyorlardı ama aslında düpedüz karalama kitaplarıydı. Alkolik kalpsiz dinsiz megaloman hatta korkak gibi somut yalanlar vardı.

Atatürk'ün insani yönlerini tanımaya çalışan gençler zehirleniyordu.

Aynı dönemde "yeni Türkiye" sloganıyla CIA mensupları tarafından göbeği Brüksel'e bağlı yazarlar tarafından kaleme alınan kitaplar türemeye başlamıştı. Açık açık "Kemalizm'in sonu geldi" deniyordu.

Yine aynı dönemde "tarih" adı altında dergiler çıkmaya başlamıştı. Siyasi iklimden faydalanarak meydanı boş bulmuşlardı. Toplum henüz farkında değildi ama İstiklal Savaşı bile İngiliz penceresinden yazılıyordu Zübeyde hanımın namusuna bile dil uzatılıyordu.

Mustafa Kemal Atatürk'ü tarihten silmeye çalışan alternatif suni tarih yazmaya çalışan karşıdevrimcilerin sinsi çabalarıydı.

Konuşması gerekenler korkup sustuğu için yalan kurumsallaşıyordu.

"Mustafa Kemal"i yazmaya işte o 2008'de karar verdim.

Mustafa Kemal'e olan borcumuzun…

Boynumuzun borcu olarak gördüm.

10 yıl çalıştım.

İki bin civarında kitap dergi belgesel röportaj akademik tez rapor makale ve haber taradım.

Yedi bin sayfa özet çıkardım.

Peyderpey iki yılda yazdım.

İnanmayanların teyit edilebileceği kaynaklarla çarpıtmadan eğip bükmeden saklamadan gizlemeden otosansür uygulamadan olduğu gibi tüm gerçekliğiyle yazdım.

520 sayfalık kitap haline getirdim.

Bugün çıktı.

35 yıllık gazetecilik kariyerimi ortaya koyarak iddia ediyorum ki Mustafa Kemal'i hiç böyle okumadınız.

İddia ediyorum…

İlk kez tanışacaksınız.

Gözünüzün önünde üç boyutlu hologram olarak canlanacak.

Çağdaş Kuvayi Milliye'nin yayınevi Kırmızı Kedi tarafından basıldı.

Türkiye tarihinin gelmiş geçmiş rekor baskısı olacak.

İlk etapta 1 milyon 700 bin adet planlıyoruz.

3 milyonu geçebileceğimize inanıyoruz.

Atatürk'e yaraşır vizyonda olması için gece gündüz çaba harcadık.

Sadece Türkçe'yle Türkiye'yle sınırlı kalmayacak.

İngilizce Almanca Azerice Çince Rusça basılacak.

Bu iddiayla yola çıktık… Dünya Mustafa Kemal'in orijinal biyografisini tarihte ilk kez bu kitaptan okuyacak.

Sadece yetişkinler için değil anaokulu versiyonu ilköğretim versiyonu olacak.

Üç yaşından itibaren 3-7 yaş grubu okul öncesi çocuklarımız için renkli çizgi karakterlerden oluşan 10 kitaplık set hazırlıyoruz.

Her bir kitap 32'şer sayfa olacak.

Yılbaşı gibi çıkacak.

mustafa-kemal

Mustafa Kemal Atatürk'ün doğa sevgisini hayvan sevgisini kitap sevgisini anne sevgisini çocukluğunu öğrenciliğini temizlik alışkanlıklarını yeme içme alışkanlıklarını sporla ilişkisini kültür sanatla ilişkisini "anaokulu seviyesi"nde anlatıyoruz… Çocuklarımız tarihte ilk kez Atatürk'le "arkadaş" olarak tanışacaklar.

8-14 yaş grubu çocuklarımız için onların rahat okuma ve kavrama seviyelerine indirgenmiş baskısı olacak… Sömestrde çıkacak.

Koleksiyon değeri taşıyan sadece 1881 adetle sınırlı tutacağımız numaralı çok özel versiyonu olacak. Olağanüstü talep var. Kimseye torpil yapmamak için başka çare bulamadık… Kırmızı Kedi internetten duyuru yapacak ilk başvuran 1881 kişiye vereceğiz.

Sadece kitap olarak bırakmayacağız.

2019'da belgesel filmi çıkacak.

150 Atatürkçü yurtsever tarafından seslendirilecek iki bin civarında fotoğraf ve görüntüden oluşacak. CD halinde saklayabileceksiniz.

Belgeselin de İngilizce versiyonunu planlıyoruz.

İnternet üzerinden uluslararası dolaşıma sokacağız.

Güney Afrikalı da izleyecek Yeni Zelandalı da.

Edirne'den Erzurum'a Çanakkale'den Artvin'e Aydın'dan Mersin'e Samsun'dan Malatya'ya Denizli'den Trabzon'a Ordu'dan Adana'ya 30'dan fazla şehrimizde imza günü planlıyoruz.

Almanya'dan İngiltere'ye Çin'den ABD'ye imza günü planlıyoruz.

Zübeyde hanımın vasiyeti gereği sosyal sorumluluk kapsamında Darüşşafaka öğrencilerine katkı sağlamayı planlıyoruz.

Kaderin cilvesi olsa gerek Mustafa Kemal kitabını yazmaya 2008'de karar verdim yayıncısı Kırmızı Kedi de 2008'de kuruldu.

Aslına bakarsanız Kırmızı Kedi'nin kuruluş amacı da aynıydı.

2008'den bu yana meydanı karşıdevrimcilere bırakmamak için mücadele ediyor.

Mustafa Kemal kitabı Kırmızı Kedi'nin 1000'inci kitabı.

Kırmızı Kedi'nin sahibi Haluk Hepkon'a tüm Atatürkçüler adına yürekten teşekkür ederim. Tarihte görülmemiş bir fedakarlıkla tarihte görülmemiş bir maliyeti göğüslüyor.

Mustafa Kemal kitabının Çin'den ABD'ye Azerbaycan'dan Almanya'ya İngiltere'ye kadar tüm dünyadaki kitabevlerinde yeralması için insanüstü gayret sarfediyor dünya çapında prestijli yayınevleriyle uluslararası angajmanlar yapıyor.

Haluk utanır ama ben söyleyeyim para kazanmayı boşver bu proje için harcanan parayla üç yayınevi daha kurulur!

Kırmızı Kedi'nin satış ve pazarlama direktörü Salih Yavuz'un şahsında editöründen grafikerine matbaa işçisinden şoförüne emeği geçen herkese yürekten teşekkür ederim.

Kendi özel yaşamlarını bile ihmal ederek çalıştılar memleketin en ücra köşelerine bile aynı gün aynı saatte ulaşabilmesi için kitap yayıncılığı tarihinde görülmemiş bir organizasyon ağı kurdular.

Bu proje…

Gençliğe Hitabe'den aldığımız görevle boynumuzun borcudur.

Mustafa Kemal düşüncesine her zamankinden fazla ihtiyacımız var.

Çocuklarımızı Mustafa Kemal'le tanıştırma yükümlülüğümüz var.

Çocuklarımıza Mustafa Kemal'in ideallerini öğretmeye anlatmaya her zamankinden fazla mecburiyetimiz var.

Mustafa Kemal aydınlanmasını bizden sonraki nesillere aktarma sorumluluğumuz var.

İstedikleri kadar unutturmaya silmeye çalışsınlar…

Bu toprakları vatan olarak benimsemiş her yurtsever ailenin kütüphanesine okuma yazmayı söken her öğrencimizin çantasına umudumuz olarak dünyaya gelen her bebeğimizin kundağına Mustafa Kemal'in kitabını bırakacağız.

Buna kararlıyız.

Çünkü Türkiye'nin kurtuluş reçetesi…

Mustafa Kemal'in hayat hikayesidir.



MURAT MURATOĞLU: TİK TAK TİK TAK YAZ SAATİ KALACAK!

Ülkenin yaşadığı karanlık günler yeterli gelmediyse demek; yaz saati denilen garabet yıl boyunca devam edecek. Belli ki yine gün yüzü göremeyeceğiz. 6 yaşındaki çocukları narkotiğin şafak operasyonları gibi karanlıkta okula göndereceğiz.

Millet yarasa gibi yaşıyor. Karanlıkta evden çıkıyor. Karanlıkta eve giriyor. Güneşsiz geçen günler sebebiyle "D" vitamini eksikliğinden muzdarip insan sayısı katlanıyor. Havalar sıcak gitsin kış geç gelsin de elektrik doğalgaz ödemeyelim diye dua ediyor.

★★★

Hadi bilimsel yaklaşalım. Türkiye'nin normal saati "kış saati" dediğimiz dilim. Güneş ışığından daha fazla faydalanmak enerji tasarrufu sağlamak için ileri ve geri saat uygulamasına geçildi. Biz ne yaptık? Dünyanın elektrik tasarrufu için geçtiği dönemlik "yaz saatinde" takılıp kaldık.

Neden? Tasarruf falan hikaye… Şu şansa bakın ki "yaz saati" uygulamasıyla Katarda bizimle aynı saat diliminde… Keza Mekke ile Medine…

★★★

Aynı boylamı kullanmanın getireceği sevap adına Türkiye'nin zaman dilimi değiştirildi. Söz konusu Arap hayranlığı olunca var mı daha önemlisi?

Saatleri en doğudaki Iğdır'a göre ayarladık. Yaklaşık 60 milyon kişinin yaşadığı işgücünün yüzde 75'inin barındığı batıyı Iğdır'a sığdırdık! Türkiye'den bile geçmeyen boylama göre saatleri ayarlamanın ülkeye elektrik ve doğalgaz faturası 500 milyon dolar!

Bakın; matematik dünyanın her yerinde aynı… Amerika'sı Almanya'sı Fransa'sı İngiltere'si hesaplıyor yaz-kış saati uygulamasının daha akıl kârı olduğuna karar veriyor.

Belli ki matematik bizde farklı çalışıyor! Dünya Ekonomik Forumu'nun açıkladığı 2017 verilerine göre Türkiye matematik ve fen eğitimi kalitesinde dünyadaki 137 ülke arasında 104'üncü sırada yer alıyor.

★★★

İlla duymuşsunuzdur. Avrupa da yaz-kış saati uygulamasını konuşuyor. İyi de onlar normal saatleri olan kış saatinde kalmayı tartışıyor. Bizim gibi yaz saatine geçmeyi değil! Fark iyice açılacak.

Türkiye'nin ekonomik ilişkileri ağırlıklı olarak kiminle? Avrupa… Keza kış saati sayesinde ucundan Amerika'yı da uyanık yakalıyoruz.

İspanya İngiltere'nin bile daha batısında olmasına rağmen kıta Avrupası ile aynı zaman dilimini kullanıyor. Neden? Mesai saatlerini bire bir Avrupa'ya uyarlamak için…

★★★

İhracatçılardan finans piyasasına kadar birçok kesim mesaisinin önemli bir bölümünde yurtdışındaki ortak ve müşterileri ile temas halinde… Şimdi uyanıp işe gitmelerini bekleyecek. Haliyle sabah mesaileri boş geçecek.

Nitekim saat farkı ülkemiz ekonomisi adına kritik önem taşıyor. Buralara kış günü yaz muamelesi yapılacak. Madem bize güvenmiyorlar danışman olarak atanan Amerikalı McKinsey'e sorsak. Tilki tilki saat kaç?

TOKMAK: İKİNCİ DÜYUNU UMUMİYE

Halimiz 137 yıl önce Düyunu Umumiye (Genel Borçlar) idaresine teslim olan Osmanlı Devleti'nin son yıllarına benzemeye başladı.

AKP yönetiminin bugün yere göğe sığdıramadığı "Ulu Hakan" diye övgüler yağdırdığı İkinci Abdülhamid 1881 yılında Düyunu Umumiye idaresini kurarak devletin gelirlerini yabancılara teslim etmişti. 7 kişilik heyetin 5 üyesi İngiliz Alman Fransız Avusturyalı ve İtalyan iki üyesi ise Türk idi.

Padişah Abdülhamid devletin en önemli gelir kaynaklarını dış borçlara karşılık bu idarenin yönetimine bırakmıştı. Yabancı idarenin onursuz denetimi 1923'te Lozan Antlaşması ile sona erdirildi.

Şimdi Türkiye'yi yönetenler "Kriz-mıriz yok" dediler ama sonra da "Ekonomik sıkıntıdayız biz yönetemiyoruz gelin siz yönetin" diyerek McKinsey adlı kuruluşa teslim oldular. Amerikan şirketi artık bütün bakanlıklarımızı (16 Bakanlığı) 3 ayda bir denetleyerek "Şunu yapın bunu yapmayın" diye talimatlar verecek buna göre raporlar hazırlayacak.

Dünya ülkeleri de parayla tutulan bu kiralık şirketin denetimine güvenip Türkiye'ye kredi yağdıracak öyle mi? Komedi gibi bir şey!

--   a45UyF587661