-------- Original Message --------
From: | Cesuryorum ... <cesuryorum@gmail.com> |
---|
Osmanlı ülkesi, coğrafi ve iktisadi birlikten yoksundu.
İdari birlik ise, temelsizdi.
Suriye'nin kapıları, Fransa'ya açıktı.
Rumeli; bilhassa Selanik, Avusturya'nın açık pazarıydı.
Yemen'e, Osmanlı'nın hâkim olduğu iddia edilemezdi.
Hicaz'ın sınırları belirsizdi.
"Doğu ve Güneydoğu illeri, mirmiranların (yerli paşaların), şeyhlerin, beylerin, ağaların malıydı.
Hatta bunlardan bazıları, mesela Mutkili Musa Bey kendi derebeyliği halkından İstanbul'a çalışmaya gidenler olsa bile, her yıl belli zamanlarda oraya tahsildarlarını gönderir, haraçlarını orada da toplatırdı.(22)"
İmparatorluk "çamurlaşan bir göl" manzarası veriyordu.
Adına Osmanlı Devleti denilen durgun suda, çamurlaşma egemendi.
Kürt derebeyleri, özel ordularına dönüşen Hamidiye Alayları ile halkı eziyorlardı.
Abdülhamit zamanında, Mezopotamya'da ne can ne mal güvenliği vardı.
Örneğin, Musul havalisi tamamen Kürt derebeylerinin denetimindeydi.
Özellikle Hamidiye Alayları'nın kurulmasıyla, feodallerin halk üzerindeki baskıları artıyordu.
19. Yüzyıl'ın sonlarında, Kürt aydınlarının çoğu İstanbul'da oturan "aristokrat" ailelerden geliyordu.
Bu kesim, okullar ve aşiret mekteplerinden yetişmiştir.
Resmi açılış tarihi 21 Eylül 1892 olan Aşiret Mektebi, bu tarihten iki yıl sonra faaliyete geçiyordu.
Arap ve Kürt aşiret reislerinin çocukları arasından seçilenler bu mektebe alınıyordu.
Beşinci yılın sonunda okulda 250 öğrenci mevcuttu.
Okulun amacı, "bunların şer'an ve kanunen mükellef oldukları sadakati kalbiye ve vezaifi diniyeleri takviye ve tekid" etmek biçiminde belirleniyordu.
Başlangıçta Arap çocuklarına tahsis edilen okula, sonradan Kürt ve Arnavut öğrenciler de alınıyordu.
Aşiret Mektebi'ni bitirenler arasından bir bölümü Harbiye ve Mülkiye'ye gönderiliyorlardı.
"Bu işte gözetilen maksad; Arap Şeyhleriyle, Kürt ve Arnavut sergerdelerinin çocuklarını okutup onlara rütbeler vererek, maaşlar bağlayarak ve askeri mülki memuriyetlere tayin edilerek, memleket idaresine iştirak ettirilerek bu yüzden çıkmakta olan isyanlardan ve gailelerden kurtulmak olduğu halde (...) şeyhlerle sergerdeler çocuklarını rehine gibi İstanbul'a göndermeye" yanaşmıyorlardı(23).
1898'de Kahire'de "Kürdistan" gazetesi Mikdad Bedirhan tarafından çıkarılmaya başlandı.
Mısır'da bulunan Jön Türklerle de teması olan Bedirhan'ın gazetesi, Babailerin yayınevinde hazırlanıyordu.
Kahire'den Kürt bölgelerine Suriye aracılığıyla ulaşan gazete gizlice dağıtılıyordu.
Müslüman değerlerine bağlılığı vurgulayan "Kürdistan" gazetesi, özellikle çeşitli bölgelerden Şam'a çalışmak amacıyla gelen "Kürt amele" arasında ilgi görüyor, "okuma yazması olmayan Kürt hamal grupları arasında sesli olarak okunuyordu."
Mikdad Bedirhan, Kahire'de "El-Ezher"de okuyan Süleymaniye ve Kerkük şehirlerinden gelen Kürt öğrencilerle de bağlantı kuruyordu.
Gazete okurları üzerinde baskı bulunduğu, dönemin okur mektuplarında yansıyor.
"Kürdistan" gazetesi, bir süre sonra Cenevre'ye taşındı.
Gazetenin başına, Miktad Bedirhan'ın kardeşi Abdurrahman Bedirhan geçti.
Maarif Nezareti'nde üst düzey bir görevde çalışan Abdurrahman Bedirhan, Avrupa'ya kaçar ve burada "Âdem-i Merkeziyet -Teşebbüs-ü Şahsi" grubu ile temas kurar.
Abdurrahman'ın yazıları, Prens Sabahattin'e bağlı "Osmanlı" gazetesi ile Ermeni yayın organı "Droşak"da yayınlanır.
Jön Türklerin komprador burjuvazinin bakış açısını savunan Sabahattin kanadı, "Osmanlı" gazetesini çıkarıyordu.
"Osmanlı" ve "Kürdistan" gazeteleri "sıkı bir işbirliği" içindedirler.
Abdurrahman Bedirhan aynı zamanda "Osmanlı" gazetesinin aktif bir çalışanıdır(24).
Abdurrahman Bedirhan "Teşebbüs-ü şahsi ve Âdemi Merkeziyet" çizgisini destekliyordu.
Monarşist görüşlerinden hiç bir zaman vazgeçmeyen ve Osmanlı hanedanından olmadığı halde Prens unvanını kullanan Sabahattin gibi o da 2. Abdülhamit'in yerine geçecek "haksever" bir Sultan'ın sorunları çözeceği görüşündeydi.
Kürt feodallerinin baskısını görmezden gelen Abdurrahman Bedirhan, sınıfsal açıdan sisteme bağlıydı.
Kürtler üzerindeki baskıyı tüm egemenlik ilişkilerinden, emperyalist kurumlardan feodal zincirlerden soyutlayarak "Türk bürokrat"ların davranışlarına bağlıyordu.
Yoksul-zengin Kürtler arasında hiç bir sınıfsal-sosyal ayrıma gitmeden "eğer birleşmezlerse" "bürokrat"ların baskısına uğrayacaklarını belirtiyordu.
Bu bağlamda "Kürdistan" vurgusunu ön plana çıkarıyordu.
Prens Sabahattin bu görüşler üzerinde oldukça etkiliydi.
"Osmanlı" gazetesinin etkisi altına gelişen ideolojik öz "Kürdistan" gazetesine damgasını vuruyordu.
Kürt-Ermeni ittifakına ilişkin vurgular "Kürdistan" sayfalarında yer alıyor ancak Ermeni hareketlerinin emperyalist güçler tarafından desteklenmesine ilişkin en ufak bir eleştirel tutum görülmüyordu.
"Kürdistan" gazetesi 1908'de İstanbul'a taşınıyor ve başına Süreyya Bedirhan geçiyordu.
(Sürecek)
İdari birlik ise, temelsizdi.
Suriye'nin kapıları, Fransa'ya açıktı.
Rumeli; bilhassa Selanik, Avusturya'nın açık pazarıydı.
Yemen'e, Osmanlı'nın hâkim olduğu iddia edilemezdi.
Hicaz'ın sınırları belirsizdi.
"Doğu ve Güneydoğu illeri, mirmiranların (yerli paşaların), şeyhlerin, beylerin, ağaların malıydı.
Hatta bunlardan bazıları, mesela Mutkili Musa Bey kendi derebeyliği halkından İstanbul'a çalışmaya gidenler olsa bile, her yıl belli zamanlarda oraya tahsildarlarını gönderir, haraçlarını orada da toplatırdı.(22)"
İmparatorluk "çamurlaşan bir göl" manzarası veriyordu.
Adına Osmanlı Devleti denilen durgun suda, çamurlaşma egemendi.
Kürt derebeyleri, özel ordularına dönüşen Hamidiye Alayları ile halkı eziyorlardı.
Abdülhamit zamanında, Mezopotamya'da ne can ne mal güvenliği vardı.
Örneğin, Musul havalisi tamamen Kürt derebeylerinin denetimindeydi.
Özellikle Hamidiye Alayları'nın kurulmasıyla, feodallerin halk üzerindeki baskıları artıyordu.
19. Yüzyıl'ın sonlarında, Kürt aydınlarının çoğu İstanbul'da oturan "aristokrat" ailelerden geliyordu.
Bu kesim, okullar ve aşiret mekteplerinden yetişmiştir.
Resmi açılış tarihi 21 Eylül 1892 olan Aşiret Mektebi, bu tarihten iki yıl sonra faaliyete geçiyordu.
Arap ve Kürt aşiret reislerinin çocukları arasından seçilenler bu mektebe alınıyordu.
Beşinci yılın sonunda okulda 250 öğrenci mevcuttu.
Okulun amacı, "bunların şer'an ve kanunen mükellef oldukları sadakati kalbiye ve vezaifi diniyeleri takviye ve tekid" etmek biçiminde belirleniyordu.
Başlangıçta Arap çocuklarına tahsis edilen okula, sonradan Kürt ve Arnavut öğrenciler de alınıyordu.
Aşiret Mektebi'ni bitirenler arasından bir bölümü Harbiye ve Mülkiye'ye gönderiliyorlardı.
"Bu işte gözetilen maksad; Arap Şeyhleriyle, Kürt ve Arnavut sergerdelerinin çocuklarını okutup onlara rütbeler vererek, maaşlar bağlayarak ve askeri mülki memuriyetlere tayin edilerek, memleket idaresine iştirak ettirilerek bu yüzden çıkmakta olan isyanlardan ve gailelerden kurtulmak olduğu halde (...) şeyhlerle sergerdeler çocuklarını rehine gibi İstanbul'a göndermeye" yanaşmıyorlardı(23).
1898'de Kahire'de "Kürdistan" gazetesi Mikdad Bedirhan tarafından çıkarılmaya başlandı.
Mısır'da bulunan Jön Türklerle de teması olan Bedirhan'ın gazetesi, Babailerin yayınevinde hazırlanıyordu.
Kahire'den Kürt bölgelerine Suriye aracılığıyla ulaşan gazete gizlice dağıtılıyordu.
Müslüman değerlerine bağlılığı vurgulayan "Kürdistan" gazetesi, özellikle çeşitli bölgelerden Şam'a çalışmak amacıyla gelen "Kürt amele" arasında ilgi görüyor, "okuma yazması olmayan Kürt hamal grupları arasında sesli olarak okunuyordu."
Mikdad Bedirhan, Kahire'de "El-Ezher"de okuyan Süleymaniye ve Kerkük şehirlerinden gelen Kürt öğrencilerle de bağlantı kuruyordu.
Gazete okurları üzerinde baskı bulunduğu, dönemin okur mektuplarında yansıyor.
"Kürdistan" gazetesi, bir süre sonra Cenevre'ye taşındı.
Gazetenin başına, Miktad Bedirhan'ın kardeşi Abdurrahman Bedirhan geçti.
Maarif Nezareti'nde üst düzey bir görevde çalışan Abdurrahman Bedirhan, Avrupa'ya kaçar ve burada "Âdem-i Merkeziyet -Teşebbüs-ü Şahsi" grubu ile temas kurar.
Abdurrahman'ın yazıları, Prens Sabahattin'e bağlı "Osmanlı" gazetesi ile Ermeni yayın organı "Droşak"da yayınlanır.
Jön Türklerin komprador burjuvazinin bakış açısını savunan Sabahattin kanadı, "Osmanlı" gazetesini çıkarıyordu.
"Osmanlı" ve "Kürdistan" gazeteleri "sıkı bir işbirliği" içindedirler.
Abdurrahman Bedirhan aynı zamanda "Osmanlı" gazetesinin aktif bir çalışanıdır(24).
Abdurrahman Bedirhan "Teşebbüs-ü şahsi ve Âdemi Merkeziyet" çizgisini destekliyordu.
Monarşist görüşlerinden hiç bir zaman vazgeçmeyen ve Osmanlı hanedanından olmadığı halde Prens unvanını kullanan Sabahattin gibi o da 2. Abdülhamit'in yerine geçecek "haksever" bir Sultan'ın sorunları çözeceği görüşündeydi.
Kürt feodallerinin baskısını görmezden gelen Abdurrahman Bedirhan, sınıfsal açıdan sisteme bağlıydı.
Kürtler üzerindeki baskıyı tüm egemenlik ilişkilerinden, emperyalist kurumlardan feodal zincirlerden soyutlayarak "Türk bürokrat"ların davranışlarına bağlıyordu.
Yoksul-zengin Kürtler arasında hiç bir sınıfsal-sosyal ayrıma gitmeden "eğer birleşmezlerse" "bürokrat"ların baskısına uğrayacaklarını belirtiyordu.
Bu bağlamda "Kürdistan" vurgusunu ön plana çıkarıyordu.
Prens Sabahattin bu görüşler üzerinde oldukça etkiliydi.
"Osmanlı" gazetesinin etkisi altına gelişen ideolojik öz "Kürdistan" gazetesine damgasını vuruyordu.
Kürt-Ermeni ittifakına ilişkin vurgular "Kürdistan" sayfalarında yer alıyor ancak Ermeni hareketlerinin emperyalist güçler tarafından desteklenmesine ilişkin en ufak bir eleştirel tutum görülmüyordu.
"Kürdistan" gazetesi 1908'de İstanbul'a taşınıyor ve başına Süreyya Bedirhan geçiyordu.
(Sürecek)
--
''Yaşayan herşey bazı izler bırakır.
Biz onlardan bir ders çıkaracak kadar zeki isek, bu izlerin bir anlamı olur...''
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK
--
Cesuryorum
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder