***
Bizim demokrasimizde ise yasama ile yürütme iç içedir...
Yürütme; yani hükümet, yasama organının yani Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin içinden çıkar ve daha sonra sahip olduğu çoğunluk sayesinde, o organı yönetir ve yönlendirir...
İktidar partisinin iki dudağının arasından çıkan her söz, yasama organı tarafından yasa haline getirilir.
Hatta bazen, (bizde de iki ay önce yapıldığı gibi) yasama organı, yasa yapma yetkisini "Kanun Hükmünde Kararname" çıkarma yetkisi vererek, hükümete devreder...
Kısacası, bizim demokrasimizde (!) yasamayla yürütme kuvvetleri ayrı değil, iç içedir...
***
Gelelim yargı ile yasama ve yürütme organlarının ilişkisine:
12 Eylül 2010'da yapılan anayasa değişikliği ile yargının da tamamen hükümetin, yani yürütmenin kontrolüne girdiği öne sürülüyor.
Yüksek yargı organlarının daire sayıları artırıldı, açılan yeni kadrolara "iktidar yandaşı oldukları" iddia edilen ve ne yazık ki o iddiaları yalanlamaya bile gerek duymayan bazı yargıçlar seçildi...
Sonra da bu yargıçların sağladığı oy çoğunluğuyla, önce Yargıtay'ın, sonra Danıştay'ın başına, Başbakan Yardımcısı'nın "yakın arkadaşları"getirildi...
Başka bir demokraside yeri göğü birbirine karıştıracak bu yakınlık, bizde çok doğal bir şeymiş gibi sunuldu...
Hatta yeni Yargıtay Başkanı için "Benim güzel arkadaşım" diyen Başbakan Yardımcısı, Danıştay Başkanlığı'na yine bir okul arkadaşının seçilmesinden sonra, "Kurban olduğum Allah, verdikçe veriyor" diye sevinç çığlıkları attı.
***
Ben; yeni Yargıtay Başkanı'nın da yeni Sayıştay Başkanı'nın da o görevlere, Başbakan Yardımcısı'na, dolayısıyla iktidara yakın oldukları için seçildikleri ihtimalini aklıma getirmek bile istemiyorum.
Elbette yıllardır o kurumlarda emek veren bu değerli yargıçlar, yeni görevlerini bileklerinin hakkı ile elde etmişlerdir...
Ama...
Başbakan Yardımcısı'nın abartılı sevinç gösterisi, onların hak ederek geldikleri bu görevlere, ne yazık ki talihsiz bir şekilde başlamalarına neden oldu.
Bırakın iktidarın "ileri demokrasi" mavralarını, sıradan demokrasilerde bile sistemin sürdürülebilir olması için, kuvvetler ayrılığı ilkesine özen gösterilmesi gerekir...
Şimdi oluşan tablo ise; "kuvvetlerin iç içeliği"nden ibaret...
Ve bu tablo, demokrasinin değil, otoriter bir devlet yapısının teminatıdır...
Günün Sorusu
"İleri demokrasi"yi savunmak adına mevcut sistemi kayıtsız şartsız destekleyen liboş arkadaşlara soruyorum: Bülent Arınç'ın sevinç çığlıklarını duyduktan sonra, neler hissettiniz?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder