Gündeme yönelik uzman yetiştiren tek toplumuz herhalde. Sosyal ve pozitif bilimler pek gelişmese de, diplomasi ve siyaset biliminden pek anlamasak da gündem bu konularda uzman olmayı gerektiriyorsa hemen oluyoruz. Şu aralar herkes diplomasi, dış ilişkiler ve uluslar arası siyaset uzmanı.
Düşürülen Rus uçağından sonra Türk-Rus ilişkileri üzerine yorum yapan binlerce uzmanımız var. Sosyal medyadan tam bir think-tank kuruluşu gibi dünya politiğine yön veriyorlar. Yorumların özelliği birkaç tane okuyunca hemen sizin de yorumcu olabilmeniz. Siyasetin görünmez eli bir anda sizi de uzman yapıyor ve başlıyorsunuz yorum yapmaya. Siyaset ve diploması konusunda hiçbir eğitim almamışken, tek bir kitap bile okumamışken ve hatta Suriye'nin nüfusu ve yüzölçümü ne kadardır diye bilmezken yorum yapabilmek gerçekten kolay iş değil. Fakat birçokları bunu başarıyorlar. Eğer siz de başaramayanlardansanız, işte size bir kılavuz: Uzman olma vaktiniz geldi de geçiyor bile.
6 adımda nasıl Türk-Rus ilişkileri uzmanı olunur?
1- Dangalaklık Felsefesi
Öncelikle bu felsefi düşünce şeklini bilmeniz gerekir. 1960'larda ortaya çıkan "Airhead" felsefesini boş kafalılık ya da dangalaklık olarak çevirebiliriz. Daha sonra evrilerek "Yeni Çağ Felsefesi"ne dönüşen bu düşünce şekline göre bilginizin hiçbir tutarlı kaynağı olmasına gerek yoktur. Mesela dünya dışı varlıklara inanç bu düşünce şekline göre normaldir. Uzaydan gelen bu insanlar dünyada yemek yer, dolaşır, hatta beğendikleri kişileri götürüp nesillerini sürdürürler. Bu düşünceyi benimsemiş uzmanlarımıza göre dünyadaki tüm müşlümanlar kardeşken, kendisiyle aynı fikirde olmayan vatandaşlar yok edilmesi gereken şeytanlardır.
2- Bulanıklık felsefesi
Bu yorumcuları "az akıllı"dan "çok akıllı"ya, "az bilgili"den "çok bilgili"ye ya da "sönük fikirli"den "parlak fikirli"ye doğru hiyerarşik olarak sıralamak pek mümkün değildir, çünkü yorumların tamamı büyük bir kesinlikle ortaya konur. Her yorumcu Türk-Rus ilişkilerini şaşmaz bir doğrulukla öngördüğünü söylemektedir. Fıkrayı bilenler olacaktır. Müze bekçisine, "Bu dinozor kemikleri kaç yaşında?" diye sorar turistin biri. Bekçi, "üç milyon dört yıl altı ay," der. Turist, "Nasıl böyle tamı tamına bilebiliyorsunuz?" diye yeniden sorar. Bekçi şöyle yanıt verir: "Ben işe dört yıl altı ay önce başladığımda bu kemikler üç milyon yaşındaydı." Hani yorumcularımız diyor ya uçağı kendi hava sahamız içinde düşürdük haklıyız diye. Nereden biliyor acaba, hava sahamızı elleriyle mi ölçmüşler, üstelik haritalar bile bunu bu kesinlikle söyleyemezken.
3- Yanlış Bile Değil İlkesi
Yanlış bile değil ilkesine (not even wrong) göre, kişinin ileri sürdüğü fikir yanlışlanabilir olmadığından, yanlıştan daha yanlıştır. Ya da kaşifinin tabiriyle söylersek, doğru olmadığı gibi yanlış bile değildir. Bu seviyede açıklama yapmak için çok büyük uzman olmak gerekir. Hani uzmanlarımız diyor ya, Rusya bize ambargo koyarsa kendi kaybeder diye. İşte yorum bu kadar "salakça" olmalı; yanlış bile değil yani. İyi de kardeşim, Rusya amborgo koyunca kendisi kaybedecekse neden koysun öyleyse? Senin kadar anlamıyor mu diplomasiden.
4- Aşırı Kendine Güven Sendromu
Aşırı kendine güven (over confidence effect), bazı açıksözlü psikologlara göre kişinin kendi kiralık katili olması durumudur. Bir sınavda verdiği cevabın %99 oranında doğru olduğunu sananlardan sadece %40'ının cevabının doğru olması konunun matematiksel izahıdır. Hayat çoğu zaman bu netlikte izahatlar vermese de aşırı kendine güven sonu genellikle hüsranla biten bir hatadır. Bu tür insanlara göre her şey aslında çok basittir. Mesela yorumcularımız ne diyor, "Biz gaz kaçağını çakmak yakarak kontrol eden bir halkız, Rusya bizi korkutamaz." Vay aslanım, sana Henry Kissinger'ın bile vereceği diploması dersi olamaz, yürü be!
5- Reductio ad absurdum
Filozof Sartre, kafeteryadaki garsonları izler ve garson olmak, "garsonmuş gibi davranmaktır" sonucuna ulaşır. Yani garsonlar garson olmayı, garson taklidi yaparak öğrenirler. Bu durum, garson yaptığının sadece bir rol olduğunun farkında olduğu sürece bir sorun oluşturmaz; peki ya farkında değilse? Reductio ad absurdum, yani saçma olana indirgeme düşüncesi tam bu noktada başlar. Yani muhtemelen sosyal medyada yorum yapan kişi ya garson, ya sekreter, ya satış görevlisi ya da işsiz. Fakat ne olduğunun farkında olmadığı için dış ilişkiler uzmanlığına kendini kaptırmış durumda.
6- Zen
Uzmanlarımız farkında olmasalar da tam bir Zen üstadıdırlar. Zenle aydınlanmışlardır. "Bir kedinin arasında ne fark var?" ya da "Tek elin çırpılmasından hangi ses çıkar?" türünden tuhaf sorulara yanıt verir gibidirler. Yani aslında yanıt verdikleri sorular şunlar gibidir: "Rus dışişleri de benim kadar salak mı?.. Düşürülen uçak maket miydi?.. Daha ne kadar benimle alay edilmesine dayanırım?.. Açıklamalarımdan dolayı kendime güldürmem ayıp mı?.." Uzman kardeşim, sen anlatmaya devam et, çok bilgileniyoruz; bir yerleriyle sana gülenlere aldırma, onlar insan değil!
Francis Fukuyama, Tarihin Sonu ve Son İnsan adlı yapıtında milli gurur ile ilgili uluslar hala ortak bir lisan yaratamadılar diyordu. Dönüp halkımıza baktığımızda da bunu görür gibiyiz. Milli gururun içine girdiği her uluslararası olayda "aptallık" ortak lisanımız oluyor.
a45UyF587661-151130101555 Oraj Poyraz At Neomailbox cimcime@neomailbox.net
2015/11/30 11:00 1 39 undefined undefined add_anadoluhareketi@googlegroups.com
SARKI..
. . . . . .
Gelin oldugun gun gordum seni-
Alevli bir pembelik yuzune indiginde
Mutlulukla sarilmistin, oyleyken
Tumden aska kesilmisti dunya onunde.
Ve senin gozlerinde tutusan i$ik
(artik her ne idiyse)
Guzellik diye gorduguydu
Sizlayan gozlerimin yeryuzunde.
O pembelik, kizlik utanci belki-
Gecip gider oyleyse-
Ama hala harli bir ates, oyleyken
Tutusturdu, yazik, o adamin gogsunde.
O, gelin oldugun gun seni goren
Hani su derin pembelik yuzune coktugunde
Mutlulukla sarilmistin, oyleyken
Tumden aska kesilmisti dunya onunde.
Edgar Allan Poe
Ebu Hureyre ( Radiyallahu Anh ) soyle dedi : Rasulullah ( Sallallahu Aleyhi ve Sellem ) :
Cehennemde kafirin iki omuzu arasi , sur atli bir suvari yuruyusu ile uc gunluk mesafedir buyurdu.
( Muslim - Buhari )
Cehennemle ilgili hadis. Sahihmis bilenler denetlesin.
Turan Paker : GİRİT AÇILIMININ HİKAYESİ
1 Nisan 2013 ·
Açılımın birinci aşaması:
Genel af çıkarıldı.
Rumlar, Mihail Korakas liderliğinde ayaklandı.
Osmanlı ordusu tam isyanı bastıracakken devreye İngiltere ve Fransa girdi.
Teklifleri şuydu:
Girit Yunanlılara verilemezdi, ancak Osmanlı da Girit Açılımı yapmalıydı.
İlk şart, askeri harekat hemen durdurulmalıydı.
Silah bırakacak isyancılar için umumi af çıkarılmalıydı.
Tanıdık geliyor mu? Devam edelim:
Girit yoksuldu;
Ada halkı iki yıl vergiden muaf olmalıydı.
Padişahın atayacağı valinin biri Türk, diğeri Rum iki yardımcısı olmalıydı.
Ayrıca resmi yazışmalarda Türkçe zorunluluğu kaldırılmalıydı.
Osmanlı açılımı kabul etti.
Türkler rahatladı; köy ve mezralarına döndü.
Müslümanlar, Bu açılım ne kadar güzelmiş demeye başladı.
Açılımın ikinci aşaması:
Jandarma yeniden düzenlendi.
Osmanlı 1878'de Ruslara yenilince, Girit'te ayaklanma oldu.
Olan, köylerine dönen açılım kurbanı Türklere oldu;
Evleri, tarlaları yakıldı; canlarından oldular.
Osmanlı ordusu yine isyancıların peşine düştü.
Ve devreye yine Avrupalılar girdi.
Girite özel imtiyazlar tanındı;
Yani yeni bir sözleşme / açılım yapıldı.
25.10.1878'deki bu Halepa Sözleşmesi / Açılımı şöyle olacaktı:
Girit Valisi sadece Müslümanlardan seçilmeyecekti,
Hristiyan da olacaktı.
Vilayet genel meclisinde Rumlar (49/31) çoğunlukta olacaktı.
Hristiyan kaymakamlar Müslüman kaymakamlardan sayıca fazla olacaktı.
Vilayet Meclisi ve mahkeme dili Rumca olacak;
Ancak resmi zabıtlar ve dilekçeler Rumca ve Türkçe olabilecekti.
Ve en önemlisi asayişi sağlayan jandarma, yerli halktan seçilecekti.
Osmanlı bu açılıma da Evet dedi.
Yeter ki kardeş kanı dursun diyordu.
Diyeceksiniz ki Durdu mu? Hayır...
Açılımın üçüncü aşaması:
Avrupa'ya müdahale hakkı
En büyük isyan 1896'da oldu.
Girit yanıyordu.
İngiltere, Fransa, İtalya, Almanya, Rusya asayiş amacıyla
Savaş gemilerini Girit'e gönderdiler.
Ve Osmanlıya yine, yeni bir sözleşme / açılım dayattılar.
Girit valisi kesinlikle Hristiyan olacaktı.
Vali, adada karışıklık çıkması halinde Batıdan silah ve asker yardımı isteyebilecekti.
Hemen genel af ilan edilecekti.
Memurların üçte biri Hıristiyan olacaktı.
Avrupalı hukukçular adli bir ıslahat reformu hazırlayacaktı.
Osmanlı bu açılıma da boyun eğdi.
İstanbul'un Girit'te açılım yapmaktan başı dönmüştü.
Elleri silahlı Rumlar artık şehir merkezlerinde bile
Türkleri öldürmeye başladı.
Girit'te oluk oluk Türk kanı akıyordu.
Toplu katliamlar başladı.
Türk köyleri yakılıp yıkıldı;
Türkler adadan kaçış yolu arıyordu artık.
Hanya ve Resmoda altmış bin Müslüman sığınmacı kurtarılmayı bekliyordu.
Sonunda Osmanlı, 18.4.1897'de Yunanistan'a savaş açtı.
Beklendiği gibi bir ay gibi kısa sürede Yunan ordusunu perişan etti.
Türk ordusu Atina'ya girecekken,
Rus Çarı II.Nikolay'ın isteği ve İngiltere'nin baskısıyla II. Abdülhamit Türk ordusunu durdurdu.
Osmanlı, bırakın bir avuç toprağı,
Savaş tazminatı bile alamadı.
Aksine Girit'teki nüfuzunu kaybetti...
Açılımın dördüncü aşaması:
Otonom ilan edildi.
Diyeceksiniz ki, bu yenilgiden Girit'teki Rumlar korkup sinmişlerdir.
Ne gezer!
En acıklısı Girit'te yaşandı.
Türkler, Rumları kesecek iddiasıyla Avrupalılar adaya asker çıkardı.
Asayişi artık onların askeri sağlayacaktı!
Türk askerine gerek yoktu.
Osmanlı askeri gidince Rumlar bir daha ayaklanmazdı!
Gülmeyiniz, aynı gerekçeler günümüzde Kıbrıs için de söyleniyor...
Türk askeri 1898'de Girit'ten çekildi.
Ada otonom ilan edildi.
Avrupalılar, Rumların ve Türklerin can ve mal güvenliklerini garanti altına aldıktan sonra adadan ayrılacaklardı.
Girit'e böylece barış gelecekti.
Harika!
Girit valisini seçme hakkı, büyük devletlerin onaylaması şartıyla Osmanlı padişahına bırakıldı.
Sonunda Prens Otto Girit Valisi yapıldı.
Kısa bir süre sonra dört devlet adadan çekildi.
Ve sonuç:
1910 da Girit Meclisi Yunanistan'la birleşme kararı aldı.
Girit onca açılıma rağmen 1913'de
Osmanlının elinden kuş olup uçtu, gitti!
Birileri açılımla kendilerinin rahat bırakılacağını zannediyor.
Dünya haritasına bir bak Avrupalı (ve bugünün Amerikalısı) girdiği hangi topraktakileri rahat bırakmış!
Girdikleri her yerde iki şeyi derhal yok etmişlerdir:
Dil ve Din!
Tarih tekerrür değildir; tabi ders alanlara!