Hikaye değil, metropollerde klimalı otel lobilerinden kazanılmış yalan tecrübeler değil.
Gerçeğin ta kendisidir.
O cami bombalayacaktı, kendi uçağını düşürecekti, sağa sola darbe yapmak için patlayıcı silah gömmüştü diye iftira adılan özel harekatçılara, komandolara, ömrü o bölgede geçmiş diğer insanlara sorun.
Bakalım farklı bir şeyler duyacak mısınız?
Hadi diyelim ki, Erdal Sarızeybek politize oldu, bölgede yaşadıklarından kafayı yedi.
Peki ya diğerleri neler anlatacak hiç merak etmiyor musunuz?
Bu memlekette herkes mi darbeci, herkes mi savaştan rant sağlıyor, bütün subaylar mı barış istemiyor, analar ağlasın istiyor?
Peki ama neden, ömrünü oralarda tüketmiş insanlar hep aynı şeyleri söylüyor?
Du bakali nolacak? diye siz bekleye durun bakalım...
Aziz Nesin'in bu meşhur hikayesi tam da bu duruma uyuyor?
Arzu ederseniz, yazının en sonundadır.
AYAKLANMA İÇİN TÜRKÜ DE HAZIRLAMIŞ ALÇAKLAR, ADI , ÇARÇELLA, UYANIN
23 Aralık 2010 11:52 PerşembeAyaklanma için türkü de hazırlamış alçaklar, adı; Çarçella!
| A |
lın yazısı terk etmiyor bizi hiç, dün de öyleydi, bugün de aynı.
Nerden çıktı bu isyan, iç savaş, kalkışma, ayaklanma gibi laflar diyeceksiniz ve soracaksınız, neden, neden şimdi, diye, haklısınız.
Sabırla dinlerseniz, anlatayım…
Şemdinli'de bize pusu kurdu bu hainler, hem de ağır bir pusu.
Düştük, evet, pusuya düştük, düşmeyip de ne yapacaktık; askerimize yardıma gidiyorduk, gitmeliydik, yardıma giden tek vardı, çıktık yola, bile bile.
Pusuya da düştük, elbet bile bile.
Sadece pusu olsa ise, bir de mayın, öyle ya hainlik kolay değil, işi sağlama almak istemişler, pusuya ilave bir de mayın döşemişler.
Mayına da bastık, basmayıp da ne yapacaktık, kaç yol var ki karakola giden, tek.
Bir askerimizi ağır yaralandı, kalan beş kişi sağlam, kurtulduk, hem mayından hem de pusudan.
Sonrası çatışma, çatışma, çatışma, yedi-sekiz saat süren çatışma.
Hainleri pişman ettik kahpeliklerine, kaçabilen hainler zor kurtardı canını, ama biz, biz altı kişi, biri ağır yaralı, ayaktaydık, sağ ve de salim.
O yaralı askerimiz de sonradan iyileşti, iyi şimdi.
Bu olayı unutmadık biz.
Biliyorduk ki bu çatışmadan sağ çıkmak bizler için, mucizeydi sağ salim geri dönmek, ama döndük.
Alın yazımız dedik, buna inandık, öldürmeyen Allah öldürmüyordu.
Yer Şemdinli, yıl 1992, 30 Ağustos.
Sonra geçti yıllar, emekli olduk, baktık ki askerimize ağır hakaret ediyorlar, korkaklıkla, hainlikle suçluyorlar, dayanamadık, yazdık.
Yazar değiliz ama yazdık; Şemdinli'de Sınırı Aşmak.
Okudunuz ve bir yazar yaptınız bizden, sağolun.
Askerimize saldırılar dinmedi hiç, bizim de yazdıklarımız bitmedi hiç.
Beş yıl sonunda gerçeği anlatan yedi kitap oldu, buna da alın yazısı dedik biz ve inandık.
Son yazdığımız Kurt Kapanı, hem akademik hem güncel, hem de ilkokuldan alın en yaşlımıza, eğitici ve öğretici bir ders kitabı nerdeyse.
Öyle ya bu saatten sonra aşk romanları yazacak değildik ya.
Belki de son demiştik, son kitabımız bu, nasıl olsa her şeyi anlattık, gerçekler kor ateş olmuş, görmemek için kör olmak lazımmış, dünya alem duydu bizi, diyerek son noktayı koyduk.
Ama yaşananlar unutulmuyor, şehitler unutulmuyor, o 80 ve 90'lı yıllarda çektiklerimiz, hepimizin çektikleri unutulmuyor, şehidimizin acısını yüreğimizden düşüremedik, geçse de yıllar.
Geçse de onca yıl, dinmedi şehit haberleri, dedim yazayım, bir de şehitlerimizi yazayım.
Özel olsun dedim bu kitap, yalnız şehitler ve anıları, anılarımız.
Ekim 2010 itibariyle başladım yazmaya, öyle yazmak değil, sanki anıları gerçeğe dönüştürürcesine gün boyu yazmaya başladım.
Gece yatıyorum şehitler, sabah kalkıyorum , şehitler ve arada geçen zamanda yazıyorum, hep yazıyorum.
Düşünüz halimizi…
Çarçella ya da Çarçele bir dağ.
Konur ve Bembo vadisine hakim.
Oradan çıkan teröristler Beyyurdu gediğini tutuyor, o gediği geçmek için akla karayı seçiyoruz.
Çok çatışmaya girdik, çok gezdik, tanıyoruz Eşek Kapısı'nı, Gevaruk'u, Bembo'yu, dedik oradan başlayalım anlatmaya, yeni kitabımızı size hazırlarken.
Bu arada ülkemizde olaylar durmuyor ve ön plana çıkan ya Şemdinli ya Yüksekova, ya Hakkari.
Bu Çarçella da tam üçünün ortasında.
Çarçella'yı yazarken, dedim bir araştırayım, güzel bir resmi internette var mı diye.
Bir baktım ki, internet Çarçella dolu; Rotinda Çarçella.
Şaşırdım, afalladım, ürperdim, nedir bu deyip daha da araştırdım.
Bir baktım ki ne göreyim; bir isyan türküsü bu yer, Çarçella.
O, yıllar önce gezdiğimiz, dolaştığımız, çatışmalara girdiğimiz yerler, bir isyan türküsüne konu olmuş, hayret.
Türkü isyan türküsü olunca, hemen isyanları yeniden araştırmaya başladım, ta Osmanlı'dan.
Bir baktım, ilk isyan, Şey Ubeydullah ve Şemdinli'den, Bağlar köyünden, Seyyid Taha'nın oğlu.
Seyyid Taha, Iraklı şeyh Halidi Bağdadi'nin halifesi.
Nakşibendi tarikatını Anadolu'ya yayan kişiler.
Biraz daha derine daldım, bir baktım; Kürt Teali Cemiyetini kurup, Kurtuluş savaşımızda Koçgiri isyanını başlatan Seyyid Abdulkadir, Ubeydullah'ın oğlu, o da Şemdinli'den, o da Nakşibendi halifesi.
Derinlik büyük, hala dalmaya devam ediyoruz ve yazıyoruz sizler için.
Tam bu sırada PKK'nın partisi BDP başkaldırıdan bahsediyor, Hasip Kaplan diye biri, bize göre sözde vekil.
Ardında iki dil, özerklik, bayrak, ardından Barzani, Kürt devleti, Birleşik Kürdistan lafları, ardından Abdulkadir Aksu'nun demeçleri, Barzani'ye verdiği destek ve nihayetinde MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nin sözleri; ayaklanma hazırlığı var…
Beynimizde bir şimşek ve yıldırım dün gece çaktı, ağır çaktı ve uyandırdı bizi.
Bu ayaklanma hazırlığı, başkaldırı hazırlığı, bir de buna Çarçella türküsü eklenince, olayın ciddiyetini hem size hem de devletin sorumlu makamlarına duyurabilmek için, şimdi de bu isyan çığırtkanlığını size anlatayım istedim, zaten yazmıştım ay önce, yazı hazırdı, bir bu satırları ekledik öncesine ve hemen size gönderdim; bakın alçaklara ve alçaklıklara( Bu yazı, Ekim ayında tarafımdan yazılmaya başlanmıştır);
"Onca dağ varken ülkemizde neden Çarçella, Cudi değil, Gabar değil, Munzur değil? Dışarıdan batlığınızda, bir şarkı ya da bir türkü gibi geliyor Çarçella ama değil.
Mesele şarkıların, türkülerin, halayların çok ama çok ötesinde.
Bu derinliği görebilmek için, yine Cem Ersver'e başvurmamız gerecek ve ona soracağız, neden, diye.
Hayatta olsaydı eğer, inanınız bize şunları anlatacaktı;
"Apo vampiri Şemdinli Üçgeni'ne özel bir önem veriyordu ve PKK'nın "Her şey bir parça özgür vatan toprağı için" sloganındaki özgür vatanın Şemdinli olacağını söylüyordu.
Şemdinli, Çukurca ve Uludere güneyindeki Irak toprakları ile bağlantıyı kuran ve gerilla faaliyetlerinin yoğunlaştığı bir alandı.
Şemdinli'nin tercih edilmesinin nedenleri şunlardır; Şemdinli, Çukurca ve Uludere'den daha fazla sınır hattına sahiptir.
Van ve Hakkâri'ye açılmaktadır.
Sadece Irak değil, İran üzerinden de yönelmek mümkündür.
Van ve Hakkâri üzerinden yönelmek, ablukaya almak ve tecrit etmek planlanmıştır.
Coğrafyası gerilla savaşına çok müsaittir#.
Manevra alanı çok geniştir.
Geri cephe imkânları her bölgeden daha fazladır.
Düşürüldükten sonra savunma yönünden, Apo'nun ceviz kadar beynine göre kolaylıklar mevcuttur.
PKK faaliyetleri açısından; Hakkâri, Çukurca, Uludere, Şırnak, Gürpınar, Özalp, Çatak, Şemdinli'den daha ileri düzeydedir.
Buralarda yapılacak yoğun bir çalışma ve gerilla faaliyeti ile Şemdinli tecrit edilmiş olacaktır…"
İlk cevabı, bu sözleri ile Ersever veriyor; eğer ki bir parça özgür vatan olacaksa, burası Şemdinli olmalıdır.
Çarçella nerede? Şemdinli'de.
Demek ki, Çarçella bir direniş noktası gibi görülüyor, bu açık.
Ama sadece bu değil, dahası var.
Dahasını da Ersever'e soracağız, çünkü boşa yaşamadı o, bir ömür verdiği teröre karşı mücadelede, onun tecrübeleri bizlere ışık tutacaktır;
"1991 yılı faaliyetleri Apo'ya bazı yeni girişimler için müthiş cesaret verdi.
Kafasında iki konu vardı; birincisi Botan-Behdinan Savaş Hükümeti, ikincisi de Kürdistan Ulusal Meclisi seçimi ve oluşturulmasıydı…
1992 başlarında Türkiye-Irak sınırının Türkiye tarafındaki sınır karakollarına saldırıp ortadan kaldırılması, planın ilk adımıydı#.
Böylece 330 kilometrelik sınır boyunca dizilen sınır karakolları kaldırılacak ve Türkiye tarafında bir kurtarılmış bölge yaratılacaktı.
Diğer yandan Irak tarafı zaten PKK'nın denetimindeydi ve sahadaki onlarca kampta binlerce militan, sabahtan akşama kadar silahlı eğitim görüyordu.
Bu gücün elinde onlarca çeşitli çapta havan topu, uçaksavar, binlerce roketatar ve on binlerce piyade tüfeği mevcuttu.
Apo, bu silahlı gücü, sınır karakolları kaldırıldıktan sonra, sınırın her iki tarafına konuşlandırmayı ve bu sahada Botan-Behdinan Savaş Hükümeti kurmayı amaçlıyordu…"
Düşünceleri, düşünceler öldürüyor insanı, duydukça, okudukça yeniden yeniden, alıp götürüyor insanı karanlıklara, daha karanlık düşüncelere…
Burada anlatılan Şemdinli'ye 1992 Temmuz'unda atanmıştık.
İmralı'da yatan hainin böylesi planından bizim haberimiz yoktu, başkalarının belki olabilir ama bizim yoktu.
Temmuz 92 itibariyle PKK'nın, Ersver'in Botan ve Behdinan olarak tanımladığı bölgede yani Şemdinli ve sınır boylarındaki durumu şuydu; Şemdinli'nin hemen güneyindeki Hakurk ana kamp.
Bu kampın hemen doğusunda Zagros çadır kampı ve İran sınır boyunca Jerma ve Kelereş kampları.
Hakurk batısı ve Şemdinli'nin Irak sınırı boylarında sırasıyla Basyan, Avaşin ve Zap kampları.
Alınız, bu kamp yerlerini Şemdinli haritası üzerinde işaretleyiniz.
Göreceğiniz tablo tüylerinizi diken diken edecektir, çünkü bu tablo içindeki Şemdinli, PKK tarafından üç cephede kuşatılmış duruma düşmüştür.
Bu kamplardaki toplam terörist sayısı beş bin civarındadır.
Şemdinli jandarma taburunun mevcudunun iki binlerde olduğunu düşündüğünüzde, durumun ciddiyeti ve Ersever'in bize ne anlatmaya çalıştığı apaçık ortaya çıkacaktır.
Silahlı bu beş kişi, on, on beş kişilik guruplara ayrılarak Şemdinli'nin Irak ve İran hudutlarını sarmıştır.
Hedef seçilen bölgede, bu küçük guruplar bir ayara kolayca gelmekte, 250- 300 kişilik bir güç oluşturup istediği karakola saldırabilmekteydi.
Bir karakol mevcudunun da 100 civarında olduğunu düşündüğünde, yazdığımız bir kitabın adını neden "İhaneti Gördüm" diye koyduğumuz da anlaşılmış olacaktır.
Ersever'in anlattığı gibi, bizim de size açıklamaya çalıştığımız gibi, bu silahlı eşkıyalar geldi ve saldırdı, bütün karakollara saldırdı.
Sonuçta çok şehit verdik ama bunu da pahalıya ödettik o hainlere, bu konuda hepimizin içi rahat olsun, dediklerimiz doğrudur.
Pahalıya ödettik ama burada, yıllardır ama yıllardır kendi kendimize sorduğumuz ama bir türlü yetkili makamlardan cevabını alamadığımız soru şudur;
· PKK'nın bu planı bilinmiyor muydu?
· PKK'nın Şemdinli'yi kuşatmaya aldığı bilinmiyor muydu?
· PKK'nın Barzani bölgesinde konuşlanıp Şemdinli'yi çepeçevre saracak şekilde kamplar kurmuş olduğu bilinmiyor muydu?
· Bu kamplardaki teröristlerin ortaya çıkıp Şemdinli'deki bütün karakollara saldırıda bulunacağı bilinmiyor muydu?
· PKK'nın o dönemde, güvelik güçlerinin elinde bulunan silahlardan çok daha üstün silah ve cephaneye sahip olduğu bilinmiyor muydu?
Yaşadığım sürece bu soruların cevabını bulmak için çalışacağım.
Onca kitap yazdık, onca açıklamalarda bulunduk, bugüne kadar daha bir yetkili ortaya çıkıp da, bizim ileri sürdüğümüz konularda bir açıklama yapmadı, yapamadı.
Susmak, bizim yaşadıklarımızın yaşanmamış olduğunu kanıtlamaz, biz yaşadık bunları ve unutmadık ve de unutturmayacağız.
Şimdi düşünüyorum da, tüm gerçeklerden habersiz bir binbaşıyı, iki bine yakın vatan evladıyla Şemdinli'ye göndermek demek; ölüm demekmiş! Demek ki bizi ölüme göndermişler ama neden? Eğer ki yetkililer, "biz bunları bilmiyorduk" diyorlarsa, biz de o zaman "o makamlarda ne işiniz vardı sizin" diyeceğiz.
Nasıl geldiniz o makamlara diye soracağız.
"Biliyorduk ama müdahale edemedik, bölgede ABD vardı" derlerse, "TBMM'den ABD'li Çekiç Güç'ün gelmesi için tezkere çıkaran siz değil miydiniz" diye soracağız.
"Üstelik bu tezkereyi haklın iradesi adına, bizim adımıza çıkardınız, halkımızın iradesi bu mu, evlatlarını bile bile ölüme göndermek mi", diye soracağız.
Bu kadarını bilmiyorduk, derlerse, bize yeterli ve kesin istihbarat gelmedi, derlerse, biz de o zaman, "bu Milli İstihbarat Teşkilatı ne iş yapıyor", diye soracağız.
Yoksa bunlar "milli " değil mi diye soracağız, bundan kurtuluşları yok! Yok çünkü 74 vatan evladı, bunların gafleti, dalaleti ve belki de ihaneti yüzünden şehit düştü Şemdinli'de, nasıl unutacağız bunu ve nasıl yaşayacağız bununla… Ama bugün, dünü tartışma zamanı değil, yarına bakma zamanı, çünkü sözümüz konusu olan vatan…
İşte bu Çarçella, neden Çarçella olmuş, şarkılar yazılmış, bir cevabı da bu; Botan-Behdinan Savaşa Hükümeti kurma meselesi.
Neden Botan ve Behdinan diye soracak olursanız, bunun cevabı kolay; Botan; Şırnak, Hakkari ve Van arasında kalan bölgedir.
Behdinan ise Barzani bölgesinde kalan Şırnak,Şemdinli hattının güneyindeki bölgedir.
Bu iki bölge birbirini tamamlar.
PKK'nın 92 tertiplenmesine bakacak olursanız, kamplarının yerine bakacak olursanız, Behdinan denilen bölgenin tamamını kapsamaktadır yani Behdinan eldedir.
ABD'li Çekiç Güç de oradadır ve PKK'yı himaye altına almıştır.
,
Behdinan bölgesindeki en önemli PKK kampı Hakurk'tur ama Türkiye topraklarında değildir.
Türkiye toprağı olup Hakurk'tan PKK güçlerini barındıracak, toplayacak, savunulacak, eyleme çıkılacak en uygun yer Çarçella'dır.
Şemdinli'nin en hakim noktasıdır.
Etrafında yerleşim birimi yoktur, gizlenmesi kolaydır.
Çarçella'dan Çukurca, Yüksekova ve Hakkari'ye açılmak, oradaki terörist faaliyetleri yönetmek ve yönlendirmek çok kolaydır.
İşte Çarçella, bu yüzden Çarçella'dır ama neden şimdi adına türkü yakılmış da, o tarihlerde bu türkü yazılmamıştır.
Çünkü PKK'nın o tarihlerde şarkılarla türkülerle uğraşacak zamanı yoktur.
ABD'nin Irak'a müdahalesi ve kısmen işgali PKK'ya tarihi bir fırsat vermiştir.
Çünkü ABD'nin küresel Kürdistan projesini gerçekleştirmesini düşündüğü güç, PKK'dır.
Irak'ta Saddam'ın etkinliği kırılmış, Barzani peşmergeleri ve PKK güç kazanmış, geriye Türkiye'de bir halk ayaklanmasına iş kalmıştır.
Eğer ki PKK, ABD'nin desteğiyle bu ayaklanmayı başarabilmiş olsaydı, inanınız 2003 Irak savaşı olmayacaktı.
Çünkü ABD, hemen Saddam'ı devirecek, Barzani ve Talabani'yi Irak'ta, PKK'yı da Doğu Anadolu'da iş başına getirecekti, ama bu plan tutmadı Halkımızın sağduyusu bir isyana izin vermedi, PKK ne kadar zorladıysa da halkımız, bir ayaklanmaya kalkışmadı.
İşte bu nedenle PKK'nın işi başından aşkın olduğu için Çarçella için bir türkü yazmaya fırsat bulamadı, belki de o tarihlerde gerek de yoktu.
Ama ya şimdi?
Ama ya şimdi sorunu da, gelin Cem Ersever'e soralım, bakın ne cevap veriyor;
"PKK'nın halka yönelik, o tarihte yaptığı propaganda şuydu; yakında PKK, Kürdistan Ulusal Meclisi'ni seçecektir.
Bu meclis de kurtarılmış bölgede(Botan, Behdinan) kendi içinde bir savaş hükümeti oluşturacaktır.
Fakat bu meclis üyeleri, halk adına mücadelesiyle örnek olmuş delegeler tarafından seçilecektir#.
Meclis adaylığına, delege seçilenler başvurabilecektir.
Delegeleri ise, halk adına ama halka beraber PKK seçecektir.
PKK bu konuda adil davranacak ve Kürdistan'a en fazla hizmet edenleri delege yapacaktır.
Önümüzdeki günlerde, delege olabilmeniz, dolayısıyla meclis üyeliğine adaylığınızı koyabilmeniz ve meclis üyesi seçildiğiniz takdirde hükümete girip bakan olabilmeniz( kanaatimizce bu bakanlıklar; sığınaklar bakanı, jaji-sirik istifleme bakanı, Şutık bakanı, katliamlar bakanı, sosyalist ahlak yetiştirme bakanı, uyuşturucu bakanı, kaçakçılık bakanı vs.
şeklindedir.) için, size tarihi bir fırsat doğmuştur, şeklinde propaganda yapıyorlardı…"
Ersever şöyle devam ediyor; "Apo, bu planla ilgili ajitasyon yaparken, 'Emperyalistlerin çizdiği sınırı savaşla parçalayacağız ve yine emperyalistlerin birbirinden ayırdığı Kürt halkını savaş alanında birleştireceğiz' diyordu".
Alın şimdi, Apo'nun bu sözlerini 2010'a taşıyın ve Barzani'ye kulak verin, tüm gazetelerde çıkan haber şöyle;
"Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani ve yeni kabineyi kurmakla görevli olan Başbakan Nuri El Maliki'nin de katıldığı kongre nedeniyle Erbil'de olağanüstü güvenlik önlemleri alındı.
1500 delege ile aralarında diplomat, siyasetçi ve basın mensuplarının da bulunduğu yaklaşık 2 bin 500 kişi Erbil'e giderken, kentin çeşitli yerlerinde oluşturulan kontrol noktalarında ayrıntılı aramalar yapıldı.
Kongrede peşmerge reisi Mesud Barzani bir konuşma yaptı.
Barzani, "Sorunlu bölgeler özellikle de Kerkük tüm halkların yaşam kenti olacak.
Kerkük Kürdistanındır, bunu tartışmaya dahi açmıyoruz.
Sorunlu bölgelerin bizim tarafa geçmesi, orada yaşayanlar için olumlu olur" diye konuştu.
Birleşik Kürdistan oluşturmak istediklerini söyleyen Barzani bu konuda şunları kaydetti: "Kürtler tek parça ve bölünemezler.
Kürtler parça parça olamazlar artık.
Kürtler tek vücuttur ve dil ekseninde bölünemezler.
Çok farklı lehçeler olsa bile, Kürtçe tek dildir."
Burada bir konuşma yapan AKP Genel Başkan Yardımcısı Aksu da, "Irak Kürt bölgesi ile önceliklerimiz örtüşmektedir.
Ekonomilerimiz birbirini tamamlamaktadır.
Erbil Başkonsolosluğumuz, bu yılın mart ayında açılmıştır.
Başkan Barzani'nin liderliğindeki Irak Kürt bölgesel yönetiminin ülkemizle olan ilişkilerini derinleştirme, çeşitlendirme ve geliştirmeye katkısını önemsiyoruz.
Diğer taraftan bölgemizde artık radikal ideolojiler ve terör yöntemlerinin miadı dolmuştur.
Türkiye Iraklı Kürt kardeşleriyle dayanışma içinde olmaya devam edecektir" dedi…"
Biz tekrar dönelim geriye ve şu Apo'nun planına bir bakalım, sonrasında ne olmuş..
92'de yapılmış olan bu plan yürümedi.
Savaş hükümeti kurulamadı ayni Apo, bir halk ayaklanmasını başaramadı.
ABD ve işbirlikçileri baktı ki bu Apo'da iş yok, onca desteğe rağmen bir ayaklanma bile yapamıyor, aldılar onu bize teslim edip bir "İmralı fenomeni" yarattılar, işi sağlama almak için.
Ardından Erdoğan siyaseti geldi, başladı "Kürt sorunu bizim sorunumuzdur, biz çözeceğiz" demeye.
Derken demokrasi ve insan hakları söylemleri araya girdi ve Apo'ya zamanında öğretilenler, bir bir yapılmaya başlandı.
Artık Apo gitmiş yerine İmralı gelmişti ve yattığı yerden örgütü idare ediyordu, daha doğrusu etmesine olanak veriliyordu.
Habur olayı ile teröristler halk kahramanı gibi karşılatıldı ve teröristler, halkın temsilcisi durumuna getirildi.
KCK adıyla, Apo'nun 92'de yapamadığını, İmralı 2010'da yaptı, planlanan halk meclislerini kurdu.
Seçimlerini de açıktan açıktan yaptı.
Geriye hükümet olmak kaldı.
İşte Çarçella'nın da önemi burada yatmaktadır.
Eğer ki Erdoğan siyaseti, 2011'de de iktidara gelirse, anayasa değiştirilecek ve "ülkenin birliği, bütünlüğü" gibi sözler rafa kaldırılacak.
Anayasa'dan derhal "Türk" kimliği, adı, sanı, Türk ile ilgili ne varsa çıkarılıp toplum kimliksizleştirilecek ve Türk tarihi hafızalardan silinecek.
Doğu'da İmralı yönetime getirilecek ama ne fayda, Anadolu'nun insan ve kaynak yönetimi yabancıların yani Bizanslıların eline geçecek.
Halk adım adım Hıristiyanlaştırılacak ve diyecekleri bize "bakın, Türkiye AB'ye giriyor ya da girdi".
Bu ihanet senaryosunun kansız şekli, Erdoğan deyimiyle "hazmetire hazmettire" uygulanacak şekli.
Diyelim ki Türk milleti, nasıl bir ihanete çekildiği gördü, uyandı ve karşı koydu, iktidarı değiştirdi.
Bu durumda Çarçella devreye girecek, İmralı, 92'de yapamadığı halk isyanını, bu kez " demokrasi, insan hakları, kültürel kimlik" gibi söylemlerle gündem taşıyıp halk isyanına yönelecektir.
92'deki bir parça özgür vatan sloganı, yine Şemdinli iin atılmaya başlanacak ve olası bir isyan Yüksekova, Şemdinli ve Hakkari bölgesinden başlatılmaya çalışılacaktır.
Böylesi bir halk hareketinde direniş noktası ise Çarçella olacaktır.
O yüzden türküler yakılıyor, ağırlar dökülüyor, Rotinda Çarçella adı dillerden dile dolaşıyor, yüzlerce internet siteleri kuruluyor.
Tüm bunların anlamı, bilmeyenler için söyleyelim; devlete karşı bir isyan hazırlığıdır.
Direniş noktası ise Çarçella'dır.
Orada tutunamayacakları açıktır, Türk ordusu karşısında bir avuç dağlı Çarçella da olsa saklandığı, tek tek bulunur ve yok edilir ama iş işten geçmiş olur.
Çarçella'da başlatılacak direniş dalga dalga Anadolu'ya yayılacaktır.
Halkımız istese de istemese de, akıntıya sürüklenip gidecektir.
Çarçella'ya çıkanların hepsi ölecek, ölsün, kaydı mı var sanki ama aynı zamanda halk hareketi de başlatılmış olacaktır.
Boşuna Habur'dan getirdiler teröristleri, boşuna mı gezdirmediler terörist elbisesiyle halk arasında, boşuna mı davul zurnayla karşılamadılar, hepsi planlı ve programlı.
İşler umdukları gibi gitmezse eğer, bir başka bahara deyip çekilecekleri yer de şimdiden bellidir; Hakurk, Barzani bölgesindeki Hakurk, Şemdinli güneyindeki, Zagros dağlarının eteğindeki Hakurk.
Belki büyük laflar söylediklerimiz, belki boyumuzdan da büyük, yazdıklarımız doğru da olmayabilir, elbet büyüklerimiz bizden iyi bilir ve düşünür ama bu anlattıklarımız göz ardı edilmemelidir çünkü devlet yönetimi ciddi iştir, boşlamaya gelmez…
Bize göre ihanet senaryosu budur.
Tek başımıza bir şey olmadığımızı biz biliyoruz ama bu Çarçella peşinden koşanlara da bir çift sözümüz var; Burası Anadolu, biz Türklerin, ben Türk'ün diyenlerin, Ne mutu ki Türk'ün diyenlerin son Anadolu'sudur.
Bundan başka bizim için Anadolu yoktur.
Birinci Dünya Harbi'nde zaten iki Anadolu kaybettik, şimdi ise elimizde kalan son Anadolu'dur bu.
Böylesi bir Anadolu'da, bu Anadolu'nun böylesi sahipleri karşısında ortaya çıkıp "Çarçella" diye türkü çağırmak, ateşle oynamaktır.
Ama Anadolu'da bu ateş, Çarçella diye dans edenlerin dağlarda yaktığı çoban ateşine benzemez.
Bu ateş, eline alıp oynayanı yakar, kül eder, yok eder.
Tarihten örnek istiyorsanız, bakın Tepedelenli Ali'ye, bakın Kürt Sait Bey'e, ne oldu, tepelendi gittiler.
Yok, o kadar geriye gitmeyin, daha yakın örnek verin, diyorsanız, bakın Çanakkale'ye, bakın Dumlupınar'a, bakın Sakarya'ya, bakın büyük taarruza.
Burası Anadolu, son yurdumuz, hepimiz aklımızı başımıza alalım ve ateşle oynamayalım, sonrasındaki pişmanlık hiçbirimizin işine yaramayacaktır… "
Şimdi diyeceksiniz laf zamanı geçti.
Doğrudur.
Meydanlar örgütlü toplum için vardır, sendikalar, sivil toplum örgütleri, dernekler, üniversiteler, odalar, borsalar, barolar...
Anladığımız o ki, bizim ülkemizde meydan çok ama bu saydıklarımdan meydanda olan yok, meydana çıkan yok.
Olsun, horoz biziz.
Duvarda asılı horoz resminin altına "bu horozdur" DİYE YAZMANIN DA BİR ANLAMI YOK…Baktık ki sorumlu makamlar meydan da yok, biz her zaman hazırız, iş bize düştüğünde, ilk önce biz varız…
Erdal Sarızeybek
Ömür yeterse, bu kitabı bitireceğim ve Mart ya da Nisan ayında sizlere sunacağım.
22 Aralık 2010
AZİZ NESİN
Boğaziçi'nin Karadeniz Boğazına yakın Anadolu yakasında,deniz kıyısı üstünde bir çayevi...
O çay evinin hemen bütün müşterileri,hep o semtin insanları olduklarından ve oraya sık sık geldiklerinden birbirlerini tanırlar.
Çoğu da emeklidir.
Emekli olunca konuşmaları doğal olarak geçim sıkıntısı,pahalılık,sürekli zamlar vb konular üstüne oluyor.
O sabah da yine her zamanki gibi önce ev dertlerinden başlayıp ülkenin sorunlarından konuşmaya geçtiler.
Hükümet enflasyonu yüzde otuzda tutacağına söz vermişti,oysa yüzde sekseni buldu.
Yüzde seksen ,ha?Peki ne olacak? Almanya ya, Fransa'ya,İsveç'e işçi gönderdik,yine yetmedi; ta Arabistan'lara,Avustralyalara işçi gönderdik,yine yetmedi.
Şimdi de Sovyetler Birliğine işçi gönderilecekmiş.
Gitmeye istekli işçiler öyle yığılmışlar ki ,sıra kapmak için birbirlerini ezmişler.
Allah Allah!...
Yahu, komünist Rusya ya bile işçi gönderecekler ha?Paranın komünisti,faşisti,dini imanı olur mu arkadaş,para paradır,gelsin de nereden gelirse gelsin.
Ben komünistin parasını alıp cami yaptırdıktan kuran kursu açtıktan sonra bir günahı yok ki...
Üstelik sevabı bile var.
Peki bunun sonu nereye varacak birader?Allah sonumuzu hayır eylesin!
Efendim,memleketin bütün gelirleri,aldığımız dış borçların yıllık faizini ödemeye bile yetmiyormuş.
Deme yahu...
Amerika dan aldığımız borçlarla,salt eski borçların faizini bile zor ödüyormuşuz.
Allah Allah...
Bu gidişin sonu nereye varır dostum?
Ayemef diye uluslararası bir kuruluş var ya hani...
Evet, işte o uluslar arası para fonu mu ne...
Uluslararası demek, ne demek?
Amerika demek...
İşte bizim kendi memleketimizde nereye ne yapacağımıza,neyi nasıl yapacağımıza, neyin nasıl yapılacağına,fabrikamıza,yolumuza,her şeyimize,her şeyimize o karar verirmiş...
Yok yahu...
Bak bunu bilmiyordum...
Peki böyle giderse ne olur...
Her gün, her akşam hep bu konular konuşulur....
Her konuşmada aynı sözlerle şaşarlar!Yok yahu!....
Allah Allah!....
Çayevindeki emekliler birbirlerine hep yanıtsız kalacak aynı soruyu sorarlar:
-Peki,ne olacak böyle?Bekleyelim görelim.
Bakalım,ne olacak?
-Bunun sonu nereye varır böyle? Hep merak ediyoruz.
Dur bakalım, ne olacak?
O sabah yine hiç bıkıp usanmadan aynı konular konuşuldu ve çayevindeki herkes birbirine 'Dur bakalım,ne olacak?'dedi.
Gün görmüş, dönem geçirmiş,eski Tophane Askeri Sanayi Mektebi'nden yetmişe, yetmişini çok aşkın bir eski işçi emeklisi,
-Dur bakalım, ne olacak deyip duruyorsunuz da, bana bir akrabamızın başına gelenleri anımsattınız..
dedi.
Başlar ona yöneldi.
Akrabasının başına geleni merakla sordular.
Bu ilgiyi bekleyen işçi emeklisi de olayı şöyle anlattı.
Hani hükümetimiz darda kalıp dünya cenneti Boğaziçi'nin en güzel tepelerini, korularını, yerlerini, petrol zengini Araplara satıyordu ya....
İşte o sıra bir Arap zengini çıktı ortaya, Şeyh mi Prens mi, yoksa hepsi birden mi, öyle bir şey.
Adı Ebul-Fatık El-Mışki.
Boğaziçi'nin seyrine doyum olmaz tepelerden birini satın almış.
Oraya artık köşk mü, konak mı, saray mı, işte öyle bir şey yaptıracak.
Derken bu Ebul Fatık, bir Türk kızıyla evlenme sevdasına düşmüş.
Hangi Türk kızı olduğu belli değil, yeter ki Türk kızı olsun....
Elbet Arap ölçülerinde güzel de olacak.
Ebul-Fatık için satın alacağı tepeyi arayıp bulan komisyoncular, bu kez de ona kız aramaya başlamışlar.
Ebul-Fatık ın aradığı kızda aradığı koşullar var: Genç olacak, kız oğlan kız eline erkek eli değmemiş olacak ve gayette saf olacak.
Bu zamanda İstanbul da böyle kız bulmak kolay mı? Ebul-Fatık da zaman da para da çok, ille de aradığını bulacak.
Aracılar, ısmarlanan kızı araya dursunlar, Ebul-Fatık da bir yandan çat pat Türkçe öğreniyor ki, evleneceği kızla 'yat, kalk, uzan, dön' falan filan gibi kendisine gerekli olan bir kaç söz konuşabilsin.
Ebul-Fatık a çok kız göstermişler.
Arap hinoğluhin, öyle her kızı da beğenmiyor.
Süt beyaz tenli, lahmacun bedenli, kalçaları enli bir lokum olacak.
Sonunda bulunan kızlardan birini çok beğenmiş.
İşte biz Ebul-Fatık'ı bu ilişkiyle tanıdık.
Çünkü, Ebul-Fatık ın ayılıp bayılarak beğendiği kız, bizim hanımın uzak bir akrabasının kızı....
Kız tam da Ebul-Fatık ın istediği gibi, on yedi yaşında,kuran kursunda yetişmiş, akça pakça, yandan çarklı kalçalar....
Saflığına gelince, aptaldan bir parmak yukarıda saf....
Ebul Fatık ı da bir görseniz, korkudan dudağınız uçuklar.
Kızın babasından yaşlı.
İnsan kılığındaki bu çirkinlik anıtını gören biri öyle şaşmış ki, iki elini gökyüzüne kaldırıp 'Hey kurban olduğum allah, sen nelere kadir değilsin..
'diye şaşkınlığını belirtmiş Üstelik memleketinde üçmü, beş mi - kesin sayısı saptanamadı-karısı olduğundan bu kızı hükümet nikahıyla değil, imam nikahıyla alacak.
Her neyse efendim, bu Ebul-Fatık, kızla evlendi.
Saf kız, çok yoksul bir ailenin çocuğu olduğundan, evlenip de o lükse, o görkeme kavuşunca çok mutlu oldu.
Kocasının adı Ebul,Fatık el-Mışkı çok uzun olduğundan, kızın ailesi ana kısaca Fıtık amca diyor.
Hem de Fatık Bey deyince, Arabın adı azbuçuk Türkçeleşmiş oluyor.
Kızın kendinden altı yaş küçük bir oğlan kardeşi var, kızın tersine cin mi cin.
O, Fatık Amca diyemediğinden Fıtık Amca demeye başladı.
Fıtık Amca aşağı, Fıtık Amca yukarı....
Biz de hanımla iki kez evlerine gittik.
Boğazın tepesindeki o köşk yapılana dek, Nişantaşı'nda lüks daire satın almış, daireyi de kızın üstüne yapmış.
Biz Fıtık Amca'yı orada tanıdık.
Gel zaman git zaman....
Bundan sonra olanları bana hanım anlattı.
O da ,Fıtık amcanın genç karısından duymuş.
Çünkü kadın olup biteni her önüne gelene anlatıyormuş.
Fıtık Amcanın güzel ve küçük karısı sokakta hep çarşafla geziyor.
Fıtık Amca çok kıskanç olduğundan, gencecik karısının kadın akrabalarıyla bile sık görüşmesini istemiyor.
İyi ama, Fıtık Amcanın evde olmadığı zamanlar kızın canı sıkılıyor.
Kıskanç Amca, bir yandan da karısını eve hapseden koca izlenimi vermek istemiyor çevresine.
Karısına güvenen bir koca görünümünde....
İşte bu yüzden, kendisinin evde bulunmayacağı iki gün karısına alışveriş için, çok uzaklara gitmemek koşuluyla, sokağa çıkabileceğini söylüyor.
Genç kadın buna çok seviniyor, ama sokakta ne yapsın tek başına? Sinemaya gidip gidemeyeceğini soruyor.
Fıtık Amca uzun uzun düşünüyor.
Karar vermek kolay değil.
Gitme dese, karısına baskı yapmış olacak.
Git demeye de içi elvermiyor.
Birlikte gitmeleri hiç uygun değil.
Sonun da şöyle diyor:
-Avet....
Müsade var....
Velakin avvalden ben görecek,bilahara sen....
Fıtık Amca, o dolaylardaki sinamalarda oynanan bütün flimleri seyredip 'Hazreti Ömer in Adaleti'adlı yerli flimi görebileceğini söylüyor.
Necmiye....
Genç kadının adı.
Gidiyor sinemaya....
Fıtık Amcanın içi pırpır....
Ertesi akşam eve dönüyor.
Oh,şükür Necmiye evde.
-Necmiyaa?
-Efendim.
-Ne yaptın ben yokken?
Necmiye yanayakıla anlatmaya girişiyor!
-Ah,sorma....
Nasıl sormasın,meraktan çatlıyor.
-Neoldu Necmiya?
-Öyle bir şey geldi ki başıma,şaştım şaştım kaldım.
-Ne geldi başına?
Necmiya saf saf anlatıyor!
-Senin söylediğin sinemaya gitmek üzere çarşaflandım.
-Şok güzel.
-Çıktım sokağa
-Avet?
-Yolda giderken bir herif sokuldu yanıma?
-Bir harif?
-Evet....
Ben gidiyorum,o da yanımda gidiyor.
Ben gidiyorum o da gidiyor.
Dur bakalım,ne olacak,niye merak ettim.
Fıtık Amca çok bozulur ama,karısına belli etmemeye çalışarak o da şaşmış görünür!
-Allah allah..
Banda şok merak ettim.
Dur bakalım n'olecak?
-Ben gidiyorum,o gidiyor....
Böööyle yanımda.
Dibimden ayrılmıyor.
Dur bakalım n'olacak diyorum içimden....
-Fasuphanellah....
Dur bakalım n'alecak?
-Bileti alıyorum o senin dediğin sinemaya girdim,adam da girmez mi?
Bu kez Fıtık Amca atik davranıp karısından önce sordu:
-Ve minelgaraip....
Dur bakalı n'olecak?Sonra?
-Sonra ben oturdum.
O da yanımdaki boş koltuğa oturmaz mı?
-Hayret!Du bakalı n'olecak?
-Işıklar söndü,flim başladı.
-Eeee anlat Necmiyaa?
-O herif elini bacağıma atmaz mı?
-Ne diyorsun,velacaip....
-Çarşafımın eteğinin altından elini sokmaz mı?Aaa!Şaştım kaldım....
-Ne yapacak?
-Bilmem bende onu merak ediyorum ya....
Dur bakalım,n'olacak diye bekliyorum.
-Vallahi ban da merak ettim yahu....
Dur bakalım,n'olecak diye bekliyorum.
-Sonra o herif oramı buramı karıştırmaya başladı.
Doğrusu çok merak ettim.
Sen olsan merak etmez misin?
Fıtık Amcanın gözlerinden ateşler saçılıyor ama,karısı o denli saf ki,kızsa ,hiç yakışık almayacağı için o da karısına uyup soruyor!-Nacmiya,du bakalı n'olecak?
-Sonra 'Hareti Ömer in Adaleti' BİTİ.
Lambalar yandı.
Ben kalktım,o da kalkmaz mı?
-Sonra-harih da?
-Evet
-Velacaip ve minelgarip....
Du balalı n'olecak?
-Çıktım sinemadan,o da çıktı.
Ben yürüyorum,o da yanımda yürüyor.
-Aman Necmiya,vallahi şok merak ettim.
Du bakalı n'olecak?
-Ben de merak ediyorum.
Ben köşeyi saptım.
-Harif da saptı mı?
-Saptı.
-Anlat şabuk Nacmiya,şok meraklı.
-Bizim aapartmanın kapısından girdim,herif de girdi.
Dur bakalım,n'olecak diye merak içindeyim.
Fıtık Amca ter içinde....
-Sonra?
-Bizim kata çıktım,herif de çıktı.
-Vay harif vay!....
-Çantamdan anahtarı çıkarıp bizim dairenin kapısını açtım,girdim içeri,o da girmez mi?
-Harif da yallah içeeri?
-Evet
-Du bakalı n'olecak....
Aman anlat şabuk Nacmiya....
-Eve gelince yatak odasına girip elbet soyundum.
O da soyunmaz mı?
-Ne diyorsun Nacmiyaa....
Du bakalı n'olecak?
-Soyununca yatağa girdim.
Olur şey değil,o da benimle yatağa girmez mi?
Fıtık Amca kızgın demirle dağlanmış gibi haykırır:
-Ayvaaaaah!Du bakalı n'olecak?
-Ben de yatakta ne olacak diye merak ediyorum.
-Aman Nacmiyaa,vallahi meraktan şatlayacak ban....
Söyle şabuk,ne oldu Nacmiya?
-Hiiç canım....
Bir şey değilmiş,ben de boşu boşuna merak etmişim.
-Boncuk boncuk ter döküyordu Fıtık Amca.
-Yok yahu....
Peki,ne oldu Nacmiyaa?Ne yaptı?
-Aynen senin her gece yaptığını....
Beyninden vurulmuşa dönen Fıtık Amca ne yapsın şimdi?Karısı o denli saf ki, başına kötü bir şeyin geldiğinden bile haberi yok ki....
Döğse olmaz.
Kovsa olmaz.
Erkekliğe toz kondurmamak ,yiğitliğe krem sürdürmemek için Fıtık Amca şöyle der:
-Amaaaaan Nacmiya,ban da muhim bişey zannediyordum.
Du bakalı n'olecak diye boşuna merak etmişim.
Velakin hiç möhim değil.
Olayı anlatan yaşlı işçi emekçisi,
-İşte böyle arkadaşlar,diye sözü bağladı,bütün bu olup biteni kadın saf saf her önüne gelene anlatıyormuş.
Bizim hanımda kendisinden duymuş.
Titreyen elindeki kahve fincanını masaya koyan bir memur emeklisi,-Yahi,hiç anlayamadım,dedi,sen şimdi bu olayı ne diye anlattın?
Kel mana?
İşçi emeklisi,
-Hergün burada laflayıp laflayıp da sonunda 'Dur bakalım,n'olacak?'diye merak edip soruyorsunuz ya,işte sizi meraktan kurtarmak için ne olacağını anlattım.
Çayevindekilerden bir kahkaha koptuu.
İşçi emeklisi ekledi:
-Velakin hiç mühim değil.
-- -~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~ DALGIN ÖLÜ Dün güzel bir kadın geçti Kabrimin yakınından Doya doya seyrettim Gün hazinesi bacaklarını Gecemi altüst eden Söylesem inanmazsınız Kalkıp verecek oldum Düşürünce mendilini Öldüğümü unutmuşum Cahit Sıtkı TARANCI
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder