21 Mayıs 2013 Salı

15-BASINDAN....


Mustafa Mutlu: İki kişi ona 'Emrinizdeyim' dedi, Haberal'ın hayatı karardı!

21 Mayıs 2013

Başlıktan bir şey anlamadınız değil mi?
Haklısınız…

Ancak sizin anlamadığınız bu diyalog, dünyaca ünlü organ nakli uzmanı Prof.Dr.Mehmet Haberal'ın başını yaktı!

"Ne demeye çalışıyorsun?"diyorsanız, buyurun:

Geçen haftanın son gününü Silivri Cezaevi'nin içinde kurulan mahkeme salonunda geçirdim.
Ergenekon sanığı Prof.Dr.Mehmet Haberal'ın "son savunması" alındı.

"Sanık" bölümündeki beyaz saçlı, 69 yaşındaki "genç" adam, tutuklandığı 2 Kasım 2008 tarihine kadar tam bin 832 böbrek, 344 karaciğer nakli yapmıştı.

Yirmi beş ulusal ve uluslararası bilimsel kongre düzenlemişti.

Otuz beş ulusal ya da uluslararası tıp derneğine üyeydi.
Bin dört yüz yirmi sekiz adet Türkçe ve İngilizce bilimsel yayına imza atmıştı.
İkisi İngilizce altı kitap yazmıştı.
Yirmi altı ulusal ve uluslararası tıp ödülü kazanmıştı.

Başkan sordu:

"Mehmet Bey, savunmanızı yapmaya hazır mısınız?"

Sırtı salona dönüktü…

Ama biz onun "yaşadıklarına hâlâ inanamayan" ruh hâlini yansıtan yüzünü, salonun bir köşesine asılan dev ekrandan görebiliyorduk.
Kibar bir ses tonuyla anlatmaya başladı.
O konuştukça, "terör örgütü yöneticisi" olmakla suçlanan bu bilim insanının söylediklerine anlam vermekte zorlandık!
Dedi ki:

"Çapraz sorgum sırasında bana 185 soru sordunuz.
Ama bunların hiçbiri 'şiddet, cebir, terör ya da darbe' ile ilgili değildi.
Bana sorulan sorular sadece, 'O toplantıya katıldın mı?
Bunu tanıyor musun?
O sana neden şunu söyledi?' gibi sorulardı.

Bana yıllar önce, yani 19 Ekim 2003'te Jandarma Genel Komutanlığı'nda bazı rektörlerle yapılan bir toplantıya katılıp katılmadığım soruldu.
Kesinlikle katılmadığımı söyledim, bu kez savcılık makamı benden, o gün nerede, ne yaptığımı kanıtlamamı istedi…

Böyle bir şey mümkün mü?
Hani iddia makamı iddiasını kanıtlamakla yükümlüydü?"

Sonra derin bir nefes alıp devam etti:

Aklın bittiği yer!

"Savcılık, Başkent Üniversitesi ve ona bağlı kuruluşların şahsıma ait olduğunu benim kontrolümde örgütsel faaliyetlerde bulunduğunu iddia etti.
Savunmamda üniversitenin ve bağlı kuruluşların şahsıma ya da aileme ait olmadığını belgeleriyle kanıtladım.
Evet; o kurumları milletimize hizmet etmek için ben kurdum ama hiçbiri benim şahsi varlığım olmadı.

Yine savcılar, hayatımda hiç görmediğim Ercüment Ovalı, Hayri Bildik, Mehmet Perinçek, Aydın Gergin, Yusuf Beşirik, Yusuf Tunçer, Ufuk Mehmet Büyükçelebi, Ergun Poyraz, Erol Mütercimler ve İsmail Yıldız'la beni örgütsel ilişki içindeymişim gibi gösterdi.
Bu şahısları hiç tanımıyorum.
Yetmedi; Başkent Üniversitesi'nin merkezi santralinden yapılan ve yasadışı bir şekilde dinlenen bazı görüşmelerin hepsi bana mal edildi.

Meclis çatısı altında, saygın politikacı Kamran İnan tarafından kurulan Diyalog Grubu'nun, Başkent Üniversitesi'ne bağlı Patalya tesislerinde yaptığı toplantı 'örgüt toplantısı' gibi gösterildi ve benim düzenlediğim iddia edildi.
Oysa Fazilet Partisi'nden, ANAP'tan, DYP'den de çok sayıda politikacının katıldığını sonradan öğrendiğim bu toplantıya ben katılmadım.
O otelde yüzlerce benzer toplantı yapıldı.
Örneğin Adalet ve Kalkınma Partisi bile o otelde yapılan toplantılar sonucu kuruldu.
Bu durumda onlar neden benimle ilişkilendirilmiyor?
Bu, çifte standart değil mi?"

'Emrinizdeyim' suçu!

Sonra yüzünde acı bir tebessüm belirdi:

"Sayın savcılar, benim bu toplantıların 'gizli başkanı' olduğumu ileri sürüyor.
Neden?
Çünkü Dışişleri eski Bakanı Kamran İnan, nazik konuşma üslubu gereğince telefon görüşmesinde bana, 'Emirlerinizi bekliyorum' diye hitap etmiş!
Aynı şekilde Emekli Orgeneral Ahmet Hurşit Tolon nezaketinden şahsıma 'Emrinizdeyim' demiş…

Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül, 'Ben Başbakan olacağım ama sizler de benim başbakanım olacaksınız' diye bir cümle kurmuş…

Bedrettin Dalan'a kalbindeki iki tıkalı damar için ABD'de doktor ismi önermişim!
Bunların hepsi örgütsel irtibatmış ve ben de o örgütün yöneticisiymişim!"

Haberal bunları anlatırken salondaki herkesin aklına aynı soru geldi:

"Diyelim ki bu sözler Haberal'ın örgüt şefi olduğunu kanıtlıyor.
İyi de o zaman bu sözleri söyleyenler nasıl oluyor da dava kapsamı dışında tutuluyor?"

Şimdi anladınız mı, başlıktaki cümlenin nedenini?

Siz siz olun sakın kimsenin size "Emrinizdeyim" demesine fırsat vermeyin!
Yoksa bu ülkedeki bazı savcılar tarafından "Örgüt Şefi" olmakla suçlanmanız işten bile değil!

Haberal savunmasında, "silahlı terör örgütü yöneticisi" olmakla suçlanmasına neden olan diğer on bir "suçlama"yı da tek anlattı…

Hepsi en az bunlar kadar eften püften şeylerdi…

Peki;neden mi hâlâ cezaevinde?

Söylemesi zor ama bu sorunun yanıtını davaya bakan savcıların ve yargıçların bile bildiğini sanmıyorum!

GÜNÜN SORUSU

Soru, CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu'dan Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz'a:

"TSK üniformaları başta Özgür Suriye Ordusu olmak üzere diğer Suriyeli muhalif gruplara dağıtılmış mıdır?"

VATAN

-  -  -  -            ^^^^^ - vvvvv

Orhan Bursalı: 'Tepe'den Aşağı

21 Mayıs 2013

Yakın geleceği kestirme/görme konusunda ileri sürülen bu tür değerlendirmelerin bir riski var.
Beklentiler tam gerçekleşmeyebilir.
Yazar da bunu göze alır, almazsa, geleceğe bakamaz.
Nihayetinde burada yaptıklarımız, bir yol haritası tasarlamaktır.
Ama bunu yaparken her zaman belirli denklemler kurarsınız.
Bu eldeki verileri değerlendirerek, denklem içinde oyun oynarsınız…

Bugünkü oyunun adı, RTE'nin varabileceği tepe noktasından artık aşağı doğru bakmaya başladığıdır.
Artık bulunduğu yerden daha yukarıya çıkamaz gibi.
Süreci hızlandıracak çok olağanüstü olaylar olmazsa, RTE en çok bulunduğu yerde kalabilir.
Yukarıya çıkamaz, aşağı doğru yönelme olasılığı ise daha büyüktür…

RTE'nin son hareketlerinden yola çıkarak, denklemi kuralım mı?
Aslında daha önce varsaydıklarımıza güncelleme yapacağız.

1) RTE – Davutoğlu'nun Suriye politikası çöktü.
Buna "Obama Hizalaması" diyebiliriz!
Bu politikanın sürdürülebilir ve ülke yararına olmadığını iki yıldır bu köşede yazdık.
Hayat bizi doğruladı…

Suriye politikası, ülkeyi de kargaşalığa sürükledi.
Reyhanlı'da 52 cinayet hiç kuşkusuz RTE – Davutoğlu'nun, AKP hükümetinin sırtındadır.
Yakalarını ve paçalarını bundan sıyıramazlar, mutlaka bir (siyasi) bedel ödeyeceklerdir.
Muhalefetin bu konuyu paldır küldür değil, dantel gibi örmesi gerekir.

2) RTE, Beyaz Saray'a Numan Kurtulmuş'u götürdü..
Bu şu demek:
Başbakan adayım Kurtulmuş.
Ben Çankaya'ya çıkarsam, Başkan veya düz Cumhurbaşkanı olarak, Numan Bey'i Başbakan yapacağım.
Numan Bey yasal veya yasadışı, bana bağlı olarak hükümeti kuracak.
Çankaya'dan ülkeyi yöneteceğim…

Bu denklemde gördüğünüz gibi Gül yok.
Torun da bakamaz, çünkü yok…

Bakan da ol(a)maz, ancak Başbakan olabilir.
Ama RTE Numan denklemi ile Gül'ü siliyor.
Zaten sildiğini yazdık hep…

3) Bu denklem gerçekleşebilir mi?
Tabii, a) Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanması şart, b) sonra da genel seçimleri…

Ama zorlukları büyük:

a) AKP çelik çekirdekte adam mı kalmadı da Numan Bey'i tepeye çıkartıyor...
Bunu söyleyen çok sayıda AKP'li var!

b) Tüzükteki 3 dönem koşulu ile 70 milletvekili tasfiye oluyor, AKP'nin yönetici kadrosu dahil..
Bunlar tepkili…

Nasıl bir sus payı dağıtacak ki onlar da siyasi kariyerlerinin kaybına ses çıkarmasınlar?
İşe bakın ki, bu madde sadece RTE'nin siyasi kariyerini etkilemiyor!

c) Numan Bey emanet kişi rolünde Başbakanlık yaparsa, Çankaya-Hükümet yönetimi fazla yürümez.
Düz Cumhurbaşkanı olarak, RTE'nin en büyük handikapı, hükümeti yönetecek yasal bir pozisyonu olmamasıdır.
Aşağı yuvarlanış için yeterli bir neden…

d) Gül siyaseti bırak(a)maz.
AKP içinde Gül ile siyasete soyunacak çok kimse var.
Gül dışlanırsa, örgütlü siyaset yapar.
Kimse Gül'ü suçlayamaz.
Ya AKP parçalanır ya da RTE Çankaya'da yalnız kalır…

4) RTE-(Başkanlık) Anayasası?
Mutlaka yoklayacaktır.
Ama geçeceğinden yoğun şüpheleri var, bu nedenle alttan alıp olmasa da olur diyor.
İnançta büyük sarsılma…

Direttiği nokta, Partili Cumhurbaşkanı…

Yani AKP'nin başı olacak ve oradan yola çıkarak hükümeti kuracak…

Partili Cumhurbaşkanı da anayasa değişikliği gerektirir.
Yine Referandum'a!
Gül'e Parti Başkanlığını/Başbakanlığı bırakmazsa, AKP içinde bir bölünme kaçınılmaz olur.
Bunun referanduma etkisi de…

Dikkat edin, Gül ülke sorunları üzerine siyaset yapma yoğunluğunu giderek artırıyor…

5) Anayasa değişikliğinin Referandum'da reddedilme olasılığı güçlüdür.
Eğer reddedilirse, RTE'nin başaşağı gitmesi tescillenmiş demektir.
Bu süreç sonunda koltuklarını bile kaybedebilir.
Hele seçimlerde yüzde 40'lara doğru geri çekilme olursa…

6) RTE Cemaatin desteğine muhtaçtır.
"RTE Gülen'e giderse karizmayı çizdirir, bükemediği eli öpmüş olur, ama bir bakanını Gülen'e gönderir" dedim üç yazı önce.
Gülen'e daha önce de yollanan Bülent Arınç bu işi üstlendi…

Cemaatin yüzde 3-5 oy varsa, bu çok önemli RTE için.
Cemaatin saldırılarına ses çıkarmaz, Cemaat defterini dürmeye kalksa bile, kardeşim-mardeşim diye idare eder.
Yeter ki desteği sürsün bu 3 seçimde, sonrası Allah kerim…

Bürokrasiyi bilenler izlesin, Cemaate önemli bazı tavizler (koltuklar, örneğin MİT bölge başkanlığı vb) verecektir!
Ama geçici uzlaşmalar olsa bile, aralarındaki savaşı hiçbir şey durduramaz.

7) Cemaatin desteği bile Referandum'da RTE'nin çakılmasını önleyemeyebilir.
Ben referandumun reddi konusunda umutluyum.
Hem de çok…

8) Tabii, Apo ile anlaşması var.
Buna anayasal bir çerçeve çizmek zorunda.
Bunu nasıl yapacak?
Referandum bu açıdan da kıyasıya geçecek.
Burada Kürt meselesinden çok, RTE'nin diktatoryal pozisyonu ve özgürlükler birinci planda olacaktır.
Kürt Meselesi'nin de en büyük handikapıdır bu…

RTE'nin Başbakanlık'ta kalması, tüzük değişikliği, Gül'e yeniden Çankaya gibi olasılıklar da var..
ama şimdilik bu kadar…

Cumhuriyet

-  -  -  -            ^^^^^ - vvvvv

Özgen Acar: Beyaz Saray Seferi!

21 Mayıs 2013

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, geçen hafta Vaşington'da ABD Başkanı Barack Hussein Obama ile özel ve heyetlerle yaptığı görüşmelere giderken acaba ne aradı, sonrasında ne buldu?

Erdoğan'ın nasıl ağırlandığını, nasıl önemsendiğini vurgulayan yandaş basında bu sorumuzun yanıtlarını bulamadık.
Bu sorunun en güzel yanıtını pazar günkü karikatürü ile Musa Kart Cumhuriyet'in birinci sayfasında çok iyi özetlemişti.

Kuşkusuz bu tür devlet ziyaretlerinde taraflar arasında görüş birliğine varılan noktalar olabilir, geleceğe yönelik önemli adımlar atılabilir.

En önemli gelişme, son dört yılda ikili alışverişin yüzde 75'lik bir artış ile yılda 20 milyar dolara çıkmasıydı.

ABD'nin Türkiye satışı ise ikiye katlanmıştı.
İki ülkenin uçak sanayicileri 3.
5 milyar dolarlık helikopter yatırımını hedeflemişlerdi.
ABD'de okuyan Türk öğrencilerinin sayısı 12 bin ile öteki Avrupa ülkelerden gelenlerin önüne geçmişti.

ABD Yönetimi, Türkiye'nin Irak'ta merkezi hükümeti dışlayıp Kuzey'de özerk Kürt yönetimiyle petrol anlaşmaları yapmasından memnuniyetsizliğini;
İsrail ile görüşmelerin yeniden başlamasından duyulan memnuniyeti bildirdi.

Erdoğan, Suriye'de Beşşar Esad'ı alaşağı edecek "askeri hareket" konusunda düş kırıklığı yaşadı.
Esad'ın "kimyasal silah kullandığı" savı Beyaz Saray'da temkinli karşılandı.
Vaktiyle Irak'ta Saddam Hüseyin konusunda ne denli yanıldıklarının, dünyaya rezil olduklarının bilincindeydiler.

Obama-Erdoğan "Esad gitmeli…

Esad sonrasında iktidar değil, gelecek rejim önemli…" görüşünde birleştiler.
Obama, askeri müdahaleyi dışladı, "Suriye için sihirli reçete yok, uluslararası baskıyı artıralım…" dedi.

Çünkü;

1.Rus Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov, Amerikalı meslektaşı John Kerry ve sonrasında BM Genel Yazmanı Ban Ki-moon ile Suriye sorununun "2.Cenevre Görüşmeleri"nde ele alınmasında görüş birliğine varmışlardı.

2.Suriye'deki ABD, İngiliz, Fransız büyükelçileri "Suriyeli muhalifleri siyasal çözüme iknada" anlaşmışlardı.

3.Rusya, Suriye'ye "Yakhont" füzeleri ile radar sistemleri gönderdiğini açıkladı.
Batı'nın tepkisi karşısında Moskova, bu silah satışının eski bir anlaşmaya dayandığını bildirdi.
İstenseydi, silah gönderimi askıya alınabilirdi, ama Rusya buna yanaşmadı.

4.Kıbrıs-Suriye arasında Rus donanmasının savaş gemilerinde artış saptandı.
İkna için Moskova'ya giden İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu, eli boş dönmüştü.

Erdoğan, Rusya'ya, Körfez ülkelerine, Gazze ve Batı Şeria'ya gideceğini açıkladı.
Anlaşılan Obama'yı ikna edemeyince Rusya Devlet Başkanı Vlademir Putin'e söz geçirmeyi umuyordu.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Suriye konusunda "Rusya'nın tavrı takdire şayan" övgüsünden bir gün sonra Erdoğan, Vaşington'da Putin'e yüklendi.

Sonuçta Erdoğan "askeri müdahale" konusunda Obama'dan veto yemiş ve yalnız kalmıştı.

Basına Yansımalar!

Türkiye'ye gelen yabancı devlet konukları ile yapılan görüşmeler sonrasında da ortak basın toplantıları düzenlenir.
Bu toplantılarda, genç meslektaşlarımın, konuk ülke ile ilişkilere yönelik sorular yöneltmelerini beklerken, daha çok ev sahibi siyasacılara Türkiye'de o günün güncel sorunları ya da olaylar hakkında sormalarını genelde yadırgamışımdır!

Aynı duruma Başbakan Erdoğan ile ABD Başkanı Obama'nın ortak basın toplantısında da benzeri duruma tanık olunca rahatladım.
Amerikalı meslektaşlar Obama'ya soru üzerine soru yönelttiler.

ABD'nin CIA, FBI, Pentagon kadar güçlü örgütü Ulusal Vergi Dairesi'ndeki yolsuzluk Amerika'da gündemin başındaydı.
Bu olayı deşen sorular soruldu.

İkinci sorular Adalet Bakanlığı'nın, haber ajansı Associated Press'in (AP) 20 telefon hattı ile 5 gazetecinin telefonlarını dinlemesine yönelikti.
Sorular, Obama'yı Erdoğan'ın önünde güç duruma soktu.
Oysa Türkiye'de "telekulak" artık kurumsallaşmıştı.
Türk meslektaşlar her nedense aynı soruları Erdoğan'a sormadılar.

Basın toplantısının ertesi günü Amerikan basınına "şemsiye skandalı" başlıklı haberler yansıdı.
Nasıl olur da deniz piyadeleri yağmurda Erdoğan ile Obama'ya şemsiye tutarlardı.
Bu bir rezaletti…

Peki, Amerikan basınına Obama'nın Erdoğan ile görüşmesi hakkında ne mi yansıdı?
Herhalde okurların bu haberleri bulabilmeleri için büyüteçlere gereksinimleri olmuştur!

***

Geoergetovn, ABD'nin en önemli üniversitelerinin başında gelir.
Emine Erdoğan iki kızı ile bu üniversitede Türk İş Kadınları Derneği'nin "Barış Oluşturma ve Geliştirmede İşkadınlarının Rolü" toplantısına katıldı, bir konuşma yaptı.

Üniversitenin İran kökenli profesörü Fathali M.
Moğaddam, Emine Hanım'a kitabını hediye etti.
"The Psychology of Dictatorship (Diktatörlüğün Ruhbilimi)" adlı kitapta demokrasiden diktatörlüğe geçiş irdeleniyordu.

İranlı bilim insanı "Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla!"demiş olmalıydı!
Ne var ki bu kitap hediyesi gazetelerimize fotoğraflı yansıdığı halde Sabah gazetesinde tek satırlık da olsa yer bulamadı!

***

"Hürriyet Daily News (TDN)" gazetesine hayranım!
Türkiye'deki arkeoloji ve sanat tarihi bağlantılı ya da tarihsel, kültürel, dinsel mirasın korunması haberlerini bu gazetede okuyorum.

Cumartesi günü Nick Gamm'ın tarihsel görseller eşliğinde "Kandil Gecesi" yazısı, olayı sanatsal açıdan tüm yabancı okurlara tam 1.5 sayfa boyutunda anlatıyordu.

Arka sayfada Denizli'nin ünlü horozlarının geçmişini en azından 900 yıl öncesine götüren buluntu kabarmalar tanıtılıyordu.
Muğla Yatağan'daki Stratonikeia antik kentindeki kazılar ve çağdaş canlandırmalara ise görselleriyle birlikte yarım sayfadan fazla yer ayrılmıştı.

TDN'nin Denizli'de, Muğla'da muhabirleri yoktu, ama bu konuda en önemli kaynakları Anadolu ve Doğan Haber ajansları idi.

Aynı gün, TDN'nin yayıncısı Hürriyet'in ana gazetesini bir yana bırakacak olursak, Kelebek eki 18, Cumartesi eki 22 sayfaydı.
Bu haberlere tek satır dahi yer verilmemişti.
Anlaşılan Hürriyet bu haberleri Türk okuru için önemsemiyordu!

Cumhuriyet

-  -  -  -            ^^^^^ - vvvvv

Oktay Akbal:M ayıs'lar Bir Tarihtir


21 Mayıs 2013

11 Mayıs 1920 önemli bir tarihtir.

Mustafa Kemal ve arkadaşları vatanı kurtarmaya çalıştıkları için idama mahkûm edildiler…

Günümüzde de aydınlar, askerler, generaller mahkeme kararı ile müebbet hapse mahkûm ediliyorlar.
Adlarını sıralamak kolay değil, yüzlerce...

Ne yapmışlar da bunca ağır bir suçlamayla karşılaşmışlar?
Çağdaş uygarlığın gerektirdiği düşüncelerle yazmışlar, konuşmuşlar…

Zaman zaman ilkellikler ağır basar.
Bunları iyilik olsun diye mi, yoksa daha beter olsun diye mi yaparlar?
Ben, yıllar geçti bir türlü bu kişilerin özledikleri nedir, anlayamadım.

Ülkeyi gerilere doğru sürüklemek değilse nedir istedikleri!

İktidara kim gelmişse, son on yıldan sorumlu odur.
Oysa onlar tam tersini düşünürler.
Oturdukları koltuktan bir daha hiç kalkmayacaklarını sanırlar.
Bu yüzden de yönettikleri toplumlarda gerçek huzur, gerçek barış bir türlü yerleşemez.

Hep çalkantı, hep önce ben, hep ben kavgası…

Bütün bunları düşününce, 11 Mayıs 1920 tarihini hep anımsarım.

Bugün Cumhuriyetimizin doksanıncı kutlama törenini yaşıyor, yaşatıyoruz.
Ama 11 Mayıs'ta saltanat hükümetinin aldığı idam kararlarını da unutmamalıyız.
Boy boy insanlar meydanlarda asılırken, hakkında idam kararı alınmış bir askerin başlattığı savaşımı gün gün yaşayabilmeliyiz.

Geçen gün milletvekili Kamer Genç, AKP iktidarının kadın bakanına "Mustafa Kemal'in devrimi olmasaydı sen bugün bakan koltuğunda oturabilir miydin?"
dedi.
Aldığı yanıt ise çok ters...
Demek o hanım bakanlığa havadan gelmiş oturmuş...
Mustafa Kemal'lerin yepyeni yasalarını, girişimlerini unutmuş.

19 Mayıs bir öncüdür, bir habercidir.
Bunu anlayan kaç kişiydi o günlerde?
Ama bakıyorum şimdi de bazı şaşkınlar o günü küçümsemeye kalkıyorlar.
Gereği gibi anılmasını, kutlanmasını, tüm ülkede bir bayram havası, sıcaklığı yaşanmasını istemiyorlar.
Böyleleri varsın kendi dar kafalarının yürüyüşünde kendilerini harcasınlar.
Olan olmuştur, biten bitmiştir.
Mustafa Kemal'in 19 Mayıs'ı sıradağlar gibi capcanlı bir gerçek bayram…

Öncü bayram...

Cumhuriyet

-  -  -  -            ^^^^^ - vvvvv

Esfender Korkmaz: Altın yumurtlayan tavuğu kesiyoruz

20 Mayıs 2013

2012 yılında net turizm gelirimiz 25.7 milyar dolar oldu.
Eğer 2012 yılında turizm gelirimiz olmasaydı, 47.5 milyar dolar olarak gerçekleşen cari açığımız 73.2 milyar dolar olacaktı.

Turizm yatırımları olarak Türkiye, Avrupa ülkelerinin tamamından iyi durumdadır.
Bu durumu Türkiye, rahmetli Özal'a borçludur.
Özal'ın başbakanlığı döneminde, turizm mevzuatında hayli değişiklik yapıldı.
Yatırım yap rizm sektörü öncelikli sektör olarak ilan edildi ve desteklendi.

Özal'ın bu tutkusu, 1980 öncesi Türkiye'nin 50 cent'e muhtaç olması nedeniyledir.
Zira turizm geliri, kısa vadeli sermaye girişi gibi veya dış borçlanma gibi yeniden kaynak çıkışına yol açmayacak bir döviz kazanma yoludur.

Özal'lı yıllarda arsa tahsisine çok itirazlar oldu.
Ancak rahmetli Özal, turizm sektörünün
"altın yumurtlayan tavuk"
olduğunu çok iyi biliyordu.
Son yıllarda Avrupa ülkelerinde turizm geliri düşmeye başladı.
Turizm çeşitlenmesiyle birlikte doğa ve gelişmekte olan ülkeler ön plana çıkmaya başladı.
Ayrıca İstanbul da turizmde özellikle öne çıkmaya başlayan bir moda şehir olma yolundadır.

1980'li yıllardan sonra, turizme hızlı başlayan Türkiye, bütün avantajlarına rağmen, şimdi rakip ülkelere göre sona kalmaya başladı.
2012 yılında Türkiye'nin turizm gelirinin yalnızca yüzde 2.4 artmasına karşın, Hong Kong'da yüzde 14.4, Tayland'da yüzde 10.7 ve ABD'de yüzde 10.7 arttı.
Türkiye'nin turizmin peşini bırakmaması gerekir.
Buna rağmen turizme darbe vuracak nitelikte sorunlar ortaya çıkmaya başladı.

1) Uygulanmakta olan iktisat politikaları içinde turizm sektörünü en fazla etkileyen politika, kur politikası oldu.
TL'nin aşırı değer kazanması, turizm sektörünü zora soktu.
Rekabet gücümüzü düşürdü.
Halen TL, yüzde 20 değerlidir.
Türkiye bu nedenle turiste yüzde 20 daha pahalı geliyor.
Bu sıkıntıyı turizmciler, çekiyor.
Rekabet edebilmek için fiyatları zorunlu olarak düşürüyorlar.
Çok büyük yatırımlar etkinliğini kaybediyor.

2) 1980'li yıllardan başlayarak, turizm yatırımlarına, yap-işlet-devret modeliyle arsa tahsisi yapılmıştır.
Bu arsaların kirası son yıllarda yüzde 600 oranında artırılıyor.
Uygulamada yatırımın tamamı devlete kalacağına göre, devlete ait olan ve belirli bir süre ile irtifak hakkı tesis edilen arsayı, diğer özel arsalarla aynı rayiç değerde tutma, yatırımcının haksız rekabete maruz kalmasına yol açmıştır.
Yatırımcı hem sermaye maliyeti, hem de yüksek kira nedeniyle zor durumda kalmıştır.

3) Devletin beklenmedik bir şekilde kiraları artırması karşısında işletme, yaşamak için işçiden kesecektir…

Kaliteden kesecektir.
Hizmetten kesecektir.
Zaten turizm tesislerimiz yatırım açısından dünyada ön sırada, hizmet açısından son sırada görünüyor.
İşletmelerin maliyetleri düşürmek telaşı, sektörde hizmet kalitesini düşüren faktörlerin başında geliyor.
Hizmet kalitesinin düşmesi, turizm gelirinde olması gereken patlamayı önlüyor.
Sıcak paraya güvenip, sağlam döviz gelirini tırpanlıyoruz.

4) İmar uygulamaları turizm sektöründe yatırımları engelliyor.
Bazı alanlar, imar izni itibariyle özel çevre alanıdır.
Bazı alanlar turizm alanıdır…

İmarı, Şehircilik ve Çevre Bankalığı veriyor.
İşletme belgesini Ulaştırma Bakanlığı veriyor.
Turizm işletme belgesini Turizm Bakanlığı veriyor.
Ayrıca Ormandan, Milli Emlakten, Milli Savunmadan, Denizcilik Müsteşarlığından, müzelerden, il çevre müdürlüklerinden uygun görüş ve izin almak gerekiyor.

İmar uygulamasında mücavir alanlarda belediyeler…

Köylerde Şehircilik ve Çevre Bakanlığı yetkilidir.
Bir de elini taşın altına koymamış, yatırımcıyı soyguncu gibi gören bazı uzmanlar, işin tuzu biberi oluyor.

5) Turizmci şimdi yeni bir sorunla karşı karşıyadır.
Hükümetin içki konusunda yasaklayıcı tutumu.
.
Gelişmiş ülkelerin reklam ve pazarlama standartlarından çok daha ağır olan ve içki yasağı getiren uygulamalar, turizme vurulacak en büyük darbedir.
Hükümet yüzünü turizme dönmelidir ve tek döviz kaynağımızı korumalıdır.

Yeniçağ

-  -  -  -            ^^^^^ - vvvvv

Cüneyt Arcayürek: Bir de Arkasına Baktı ki…

21 Mayıs 2013

Amerika'nın, bize göre dünyanın bir ucunda karısı, iki kızı ve torunlarıyla Silikon Vadisi'ni ziyaret eden RTE'ye, partideki, Başbakanlık'taki dalkavukları, 19 ve 20 Mayıs günlerinin gazetelerini, sağ veya sol köşelerinden Türk bayrağıyla Atatürk resmi yayımlayan TV'leri naklettiler mi acaba?

Asabı bozulur, sinirleri yerinden oynar ya da şekeri yükselir diye pür dikkat RTE'yi birden rahatsız etmeyecek, her zamanki idare-i maslahatçı tutumlarıyla;
patronlarına, kutlama mesajında ulusal savaşı başlatmak üzere 19 Mayıs'ta Samsun'a çıkan Atatürk adını anımsamayarak -herhalde- ne kadar yerinde bir davranış sergilediniz içeriğinde bilgiler arz etmişlerdir

Oysa Atatürk'ü, her alandaki zaferlerini, devrimlerini, yarattığı Cumhuriyeti gözlerden, belleklerden ne kadar uzaklaştırmaya çalışırsa çalışsın, çabalasın RTE;
Türk halkı her zaman onu kalbinde sevgiyle saygıyla yaşattığını, onu ve eserlerini yaşatacağını 19 Mayıs günü bir kez daha kanıtladı!

***

RTE!
Atatürk, askeri zaferleri ve devrimleriyle yeni, çağdaş bir devlet kuran, tarihin ender kaydettiği insanlardan biri…

Ya seni tarih nasıl yazacak?
Şöyle:

Atatürk'ün kurduğu devletin gelip geçen başbakanlarından, karşıdevrimci biri!

19 Mayıs 2013 günü, Anıtkabir'i yüz binlerle ziyaret eden, sokaklara dökülen Türk halkı, yazılı görsel basından sana seslendi gerçeği:

Yedi düvelle savaşan, yenen, bağımsız bir devlet yaratan bir Atatürk'e bak;
bir de başka bir devletin uydusu konumundaki kendine!

***

Suriye sorununda iki yıldır kendisini yalnız bırakan Beyaz Saray'ın siyahi Başkanı Obama'yı;
Esad'ın halkını gazla zehirlediğine, havadan karadan füzelerle vurduğuna, bir hava köprüsü kurma, güvenlik bölgesi önerilerine, tek çarenin askeri müdahale olacağına inandırmak için yol çıktı…

Önerileri reddedilen, ABD koşutunda politika izlemeyi kabul eden bir başbakan olarak dönüşe geçti.

***

Başkan Obama'nın RTE'ye uyguladığı politika artık ABD'de de dillere düştü.

Dün Hürriyet'te okuduk.

İçimizde ancak birkaç köşe yazarının yazdığı gerçeği, Amerika'nın Uluslararası Kriz Grubu ilan ediverdi:

Başkan Obama'nın, RTE'yi Suriye bataklığına iterek;
"Biz sizin arkanızdayız"
diye sırtını sıvazlayarak uyuttuğunu…
bir başka gerçeği;
"Türkiye'nin yalnız bırakıldığını" açıkladı!

***

RTE ise şapkayı önüne koyarak Suriye politikalarını yeni baştan gözden geçirmeyi düşüneceğine…hâlâ "Yani ne yapacaktık?
Suriye'de Müslüman kardeşlerimiz öldürülürken tribünlerden seyirci mi olacaktık?"
diye duygu sömürüsü yapıyor.

Söz konusu ulusal yararlar olunca imam kaynaklı kafası, bu doğrultuda dış politika izlemek gereğine bir türlü ulaşamıyor.

RTE açıklasa da Arap sevdasını anlasak…

Örneğin, Ulusal Savaşımıza Müslüman-Arap ülkelerinin silah veya para yardımında bulunmayışının nedenlerini…

Kaddafi dışında hangi Müslüman-Arap devleti, Kıbrıs savaşımıza, daha sonra Rumlara karşı Kıbrıs Türklerinin haklarını savunan Türkiye'nin yanında yer aldı?
Hiçbiri!

Birinci Dünya Savaşı'nın sonuna dek Araplar, RTE'nin hayranı olduğu Osmanlı'yı, ama Türk askerini arkadan bıçakladı.

Dünyaya Müslümanlık satan Ortadoğu Araplarından, Müslüman Türkiye'ye, hayırlara vesile olan veya olacak hiçbir davranış izlenmedi.

Daha düne kadar haritalarda Hatay'ı Suriye toprakları içinde gösteren baba Esad'ın oğlu Esad'la sınırları birleştirmeye kadar varan derin muhabbet içindeki RTE;
Beyaz Saray'dan aldığı taşeronluk göreviyle bir ayda yıkacağını sandığı Esad'ı önce Esed'e çevirdi ve sonra…
nasılsa Amerika, kadim dostum diye avunduğu Obama arkamdan gelir diye harekete geçti ve…bir de döndü baktı ki, arkasından ne gelen var, ne gelecek olan!

***

RTE'nin şatafatlı karşılama programıyla uyutulduğu Amerika gezisiyle bağlantılı bir öykü bugünlerde dillerden düşmüyor.

Bilirsiniz ünlü öyküyü:

Yüzme bilmeyen, birden kendini denizde bulan;"Ulan beni kim itti?"diye bağıran adamın öyküsünü…

Cumhuriyet

-  -  -  -            ^^^^^ - vvvvv

Gaziantep'te Emniyet korumalı üs kuruldu!

20 Mayıs 2013

Suriyeli muhaliflere Gaziantep'teki Akınalan İşhanı'nın 2.katı "yönetim yeri" olarak tahsis edildi.
Gaziantep CHP Milletvekili Mehmet Şeker, 28 Aralık 2012'de Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin'in başkanlık ettiği bir toplantıda Suriyeli muhalifler için kentte bir irtibat bürosu açmalarına karar verildiğini hatırlatarak, "İşhandaki ÖSO irtibat bürosuna kimse giremiyor.
Büro devletin emniyet güçleri tarafından korunuyor"
dedi.
Ofis açma kararı, Gaziantep AKP Milletvekili ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Çalışma Bakanı Faruk Çelik, Sağlık eski Bakanı Recep Akdağ'ın da hazır bulunduğu bir toplantıda alınmıştı.
Toplantıda Gaziantep Valisi Erdal Ata, daire müdürleri ile sivil toplum kuruluşları temsilcileri de hazır bulunmuştu.
CHP Gaziantep Milletvekili Mehmet Şeker, tahsis edilen yerlerin ÖSO tarafından yönetim, karar ve faaliyet merkezi olarak açıldığını, bir çeşit "meclis" görevi gördüğünü belirtti.

-  -  -  -            ^^^^^ - vvvvv

Türker Ertürk: KAHROLSUN SEBEP OLANLAR

21 Mayıs 2013

19 Mayıs kutlamaları bin bir hile ve desise ile devlet aygıtını emperyalizmin desteği ile eline geçiren AKP iktidarına rağmen gerçekten çok görkemli geçti.
Hani bu bayramlar sadece protokolden ibaretti?
Olmadığını halk gösterdi, hem de kendisine karşı kimyasal silah kullanan hükümete karşı!

AKP gerçekten ülkemiz için şans.
Eğer olmasaydı Cumhuriyetimizin kazanımlarını ve sahip olduğumuz Milli değerlerin kıymetini bile yeterince anlayamayacaktık.
Geçmişte dünyanın çeşitli ülkelerinde Ulusal bayramlara katıldım, geçtiğimiz 19 Mayıs'taki ve daha önce 29 Ekim'deki gibi halkımız tarafından iliklerine kadar hissedilerek coşku ile kutlananına hiçbir yerde rastlamadım.

AKP'ye ne kadar teşekkür etsek az olur!

Sahip olduklarımızın ama bugüne kadar yeterince fark etmediğimiz ortak değerlerimizin ve kazanımlarımızın bir bir yok edilmesi süreci bu farkındalığın oluşmasında en büyük etken.
Bu nedenle AKP'ye ne kadar teşekkür etsek az olur!

Bugün size 11 Mayıs'ta Küçükköy'de yaşadıklarımı anlatmaya çalışacağım.
Eski adı Yeniçeri alan Küçükköy Ayvalık'a bağlı bir köy iken 1970'de belde olmuş.
Küçükköy, Kahramanlar ve İlkkurşun olmak üzere üç mahallesi var.
Halk arasında Sarımsaklı olarak bilinen bölge Kahramanlar ve İlkkurşun mahalleleri.

Karadağ'dan Yeniçeri köyüne

Küçükköy'ün aynı adı taşıyan merkez mahallesinin tamamı 1912'de bugün Karadağ Cumhuriyeti ( Montenegro ) olan bölgeden gelmiş Boşnak kökenli insanlarımızdan oluşuyor.
Esasında Ayvalık'ın neredeyse tamamı göçmen!
Osmanlı zamanında kısmi özerkliğe sahip olan Ayvalık'ın geçmişte ezici çoğunluğu Rum olan nüfusu şimdi Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesi gereğince Girit ve Midilli'den gelen Türklerden oluşuyor.

Ayvalık adeta cennetten bir köşe!
Bugün de göç almaya devam ediyor.
Bu sefer gelenler Anadolu'nun her köşesinden.
Bu seferki göçün nedeni ise ağırlıklı olarak ekonomik.

Ayvalık'ta 12 Mayıs'ta yapılan Milli Merkez Anayasa Forumu'na konuşmacı olarak katılmak üzere davet edilmiştim.
Halkın nabzını tutabilmek, daha fazla insanımız ile konuşabilmek ve iletişim kurabilmek için bölgeye bir gün önce gittim.
Bir tesadüf eseri aynı gün Küçükköy'de Kent Müzesi'nin açılış töreni olduğunu öğrendim ve katılım teklifini tereddüt etmeden kabul ettim.

Göç konulu panel yapıldı

Bölgenin demografik yapısı zorunlu göçlerle oluştuğundan Küçükköy Kent Müzesi'nin teması da, açılış töreni için yapılan etkinliklerin konusu da hiç kuşkusuz göç oluyor.
Önce Belediye Başkanı Mesut Ergin göçün ne demek olduğunu anlatmaya çalıştı arkasından göç konulu bir panel yapıldı.
Panelde göçten etkilenen iki ailenin üçüncü kuşak temsilcileri konuşturuldu.

Birincisi Stratis Balakhas adında bir Yunanlıydı.
Babası 6 yaşındayken dedesi ile birlikte Bergama'dan Midilli'ye göç etmiş, kendisi Atina Üniversitesi'nde okumuş, doktorasını Türkiye'den göç edenler üzerine yapmış ve 30 yıllık gazeteciydi.
Göçün zorluklarını ve yarattığı acıları anlattı.

Göçenlerin doğal davranış biçimleri

Balakhas göç olgusunu ve göçü yaşayanların doğal davranış biçimlerini;
" Birinci kuşak hayatta kalmaya, ikinci kuşak kök salmaya üçüncü kuşak ise masalları hatırlamaya, acıları ve yaşananları gelecek nesillere aktarma gayreti içinde olur " şeklinde özetledi.

Karadağ'dan Küçükköy'e 100 yıl önce göç edenlerde bunu macera olsun diye yapmamışlardı!
Küçükköylüler şimdi bu yaşadıkları zorlukları ve acıları gelecek nesillere aktarmanın endişesi içinde Kent Müzelerini oluşturuyorlardı.

Balakhas'ın tam simetriğiyim

Panelin ikinci konuşmacısı yazar Sadık Yemni'ydi.
O da katliama uğramamak için Girit'ten İzmir'e zorunlu göç etmiş bir Türk ailenin üçüncü kuşağıydı.

" Ben Balakhas'ın tam simetriğiyim, ailem her şeylerini Girit'e bırakarak göç etti " dedi.

Yemni ailesi bir felaketi, zorluğu ve acıyı daha İzmir'in Yunan işgali sırasında tekrar yaşamışlar.
Ailesi İzmir'in Yunan işgali sırasında yaşadıklarını asla anımsamak istemezmiş.

Panel sırasında ailesi Bergama'dan zorunlu olarak göç eden Stratis Balakhas babasının küçük yaşta Türkiye'den ayrıldığından Türkçe bilmediğini ama " Kahrolsun sebep olanlar " diyerek bir Türkçe sözü devamlı yaşamı boyunca tekrarladığını anlattı.
Babası Türkçe bilmediğine göre bu sözün asli sahibinin bu felaketi hücrelerine kadar yaşayan dedesine ait olsa gerek.

Suçluluğun kabulü ve günah çıkarması

Siz nasıl yorumlarsınız bilmiyorum ama bu sözün içeriğinde emperyalizm tarafından oynanan oyunlarda kullanılmışlığın, kişisel değil ama toplumsal suçluluğun kabulü ve günah çıkarması var.

100 yıl önce sahneye konan emperyal projeler nedeniyle bu topraklarda tehcir edilenler ve göç ettirilenler için büyük acılar çekilmişti.
Bilinmelidir ki bu acıların simetriği de vardı.
Balkanlar'dan ve Osmanlı Avrupası'ndan 5,5 milyon Türk ve Müslüman soykırıma tabi tutulmuş ve 5,5 milyon Türk ve Müslüman her şeyleri ellerinden alınarak Anadolu'ya sürülmüştü.

Bugün aynı oyunlar yine vizyondadır.
Yarın
" Kahrolsun sebep olanlar " dememek için bugün sorumluluk üslenmek insan olmanın birincil görevidir.

Saygılar sunarım.

İLK KURŞUN

-  -  -  -            ^^^^^ - vvvvv

Arslan Bulut: Tayyip Erdoğan'ın kanser tuzakları!

20 Mayıs 2013

Tayyip Erdoğan'ın her ABD gezisi öncesinde Türkiye'de bir terör saldırısı oluyor ve Türkler ölüyor..
Bu konuda kimsenin bir itirazı yok!

Yine Tayyip Erdoğan'ın her ABD gezisi öncesinde, Cargill firmasının yapay tatlandırıcı üretme kotası artırılıyor!
Yapay tatlandırıcılar Avrupa Birliği ülkelerinde yasak.
Çünkü bu tatlandırıcıların kanser ve şeker hastalığına yol açtığı kesin.
Yani yapay tatlandırıcılar da öldürücü!
Kısacası Tayyip Erdoğan'ın her ABD gezisi Türkler için kısa veya orta vadede ölüm demek!

***

MHP İstanbul milletvekili Atila Kaya, Tayyip Erdoğan'ın cevaplandırması talebiyle TBMM Başkanlığı'na bir soru önergesi verdi ve Bakanlar Kurulu'nun nişasta kökenli şekerler için belirlenen kotayı yüzde 38 oranında artırmasının sebebini şöyle sorguladı:

  • Bakanlar Kurulu tarafından yapılan bu kota artırımının, ABD ziyaretinizin öncesine denk gelmesi, Cargill firmasına, dolayısıyla ABD'ye yapılan bir jest anlamına mı gelmektedir?

  • Hükümetinizin şeker fabrikalarıyla ilgili özelleştirme çalışması bulunmakta mıdır?

  • Yapay tatlandırıcılarla ilgili Sağlık Bakanlığı'nın uyarıları ortadayken kullanımı artıracak kota artırımını nasıl açıklıyorsunuz?

  • Türkiye'de ne kadar nişasta kökenli şeker tüketilmektedir?
    Bu tüketimin ne kadarı ABD menşeli Cargill firması tarafından karşılanmaktadır?

  • Yapılan bu kota artırımları, zaten zor durumda olan şeker üreticisi çiftçinin durumunu daha da kötü hale getirmeyecek midir

  • Yapay tatlandırıcılarla ilgili kotayı devamlı artırırken, binlerce insanımızın geçim kaynağı olan şeker pancarı üretim kotasını neden düşürüyorsunuz?

***

ABD Başkanı George W.Bush, 2006 yılında Tayyip Erdoğan'a mektup göndererek Şeker Kanunu'nda yüzde 10 olan mısır şurubu (fruktoz) kotasının artırılmasını istemişti.
Erdoğan da hemen kotayı yüzde 15'e yükselten bir tasarı hazırlatarak ABD gezisi öncesinde Bakanlar Kurulu'nun imzasına açmıştı.

Mısır şurubunu, Bursa'daki Amerikan firması Cargill üretiyordu.
Ülker ile ortak tesisler de kurmuştu.

Cargill, Türkiye'nin, Orhangazi Tesisi'nin kurulu bulunduğu tarım arazisinin "Özel Endüstri Bölgesi" olması için başvuru yapmıştı.
Söz konusu arazi, Bakanlar Kurulu kararıyla 5 Temmuz 2005 tarihinde Özel Endüstri Bölgesi ilan edildi.
Kararın iptali için Bursa Barosu öncülüğünde Bursa Meslek Odaları tarafından Danıştay'da dava açıldı.
Danıştay'ın yürütmeyi durdurma kararına rağmen ABD siyasetinde etkili Cargill firmasının Bursa Orhangazi'de, birinci sınıf tarım arazisinde fabrika yapabilmesi için Toprak Kanunu'nda değişiklik yapıldı.
Bu tartışmalar sürerken, Danıştay saldırısı oldu.
.
Sonuçta Danıştay kadrosu da tamamen değiştirildi ve yeni başkan artık bu tür yasalara engel çıkarmayacaklarını açıkladı

Son olarak kota yüzde 38 oranında artırıldı.

Halbuki Tayyip Bey de bağırsaklarından rahatsızlanıp hastalığa yakalanmıştır ve tedavisi sürmektedir.
Acaba Emine Hanım'ın mutfağında yapay tatlandırıcı ile üretilmiş şeker kullanılmakta mıdır?
Bunu bilmiyorum ama Tayyip Bey, Türk halkına kanser tuzakları kurmaktadır!

***

Yapay tatlandırıcılar konusunda, Türk halkını 10 yıl süreyle uyardım…

İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi uzmanı Prof.Dr.
Kenan Demirkol da tıbbi uyarılar yapıyordu.
Demirkol, gofretten dondurmaya, bisküviden meşrubata kadar hemen her üründe nişasta bazlı şekerin kullanıldığını anlatıyor ve "Bu ürün, kemik erimesine, kansızlığa, gut hastalığına, karın tipi şişmanlığa, karaciğer yağlanmasına, kanserlere sebep oluyor.
Kanserlerde yüzde 40 artışa yol açıyor"
diyordu…

Yeniçağ

a45UyF587661-201305210903-15
^^^^^ - vvvvv


--
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
Dusman cimriyse sen comert ol, dusman sert ise sen yumusak ol.

Sun Tzu'dan Savas Sanati
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
Kurmus oldugum gruba uye olun
Moderasyonsuz, sansursuz ve ozgur bir gruptur:
Ozgur_Gundem-subscribe@yahoogroups.com
Ayrilmak isterseniz de :
Ozgur_Gundem-unsubscribe@yahoogroups.com

Grup Sayfamız :
http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz.
http://orajpoyraz.blogspot.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder