17 Temmuz 2013 Çarşamba

15-Prof.Dr.M.Kerem Doksat: İSTİHBARATÇI OLMAK veya CHURCHILL SENDROMU


Prof.Dr.M.Kerem Doksat: İSTİHBARATÇI OLMAK veya CHURCHILL SENDROMU

16 Temmuz 2013

Önce, dün altına imza attığım bir manifesto tarzı belgeden kısaca bahsetmek istiyorum.
Daha önce İlber Hoca da dâhil, bir grup aydının aynı tarzdaki bir bildirgesini de imzalamıştım.
Bu seferki ise tamamen Türkiye'deki hemen hepsi ABD'de eğitim görmüş kaliteli solcuların bir metniydi ve her türlü zorbalığa, teröre, faşizan uygulamaya muhalefet söz konusuydu.

Teferruatta anlaştık ama bir tek "anadilde eğitim hakkı" kısmına şerh koydum; "anadilde de" diye ekledim.

İstesek de istemesek de bir lehçeyi, Kırmanççayı fiilen Kürtçe hâline getirdiler ve bunu konuşan insan sayısı artıyor.

Bu bir biât veya konformizm değil, gerçekçilik meselesi.
Kürtçüler Türkleri "ötekileştirdikçe", eğer biz de aynı şeyi yaparsak, çok daha fazla kan dökülür.

***

Bakın, bu sabaha karşı gene yüzden fazla kişiyi gözaltına almışlar.
Kurunun yanında YAŞ da yanmasın dileğiyle yazmaya devam ediyorum.

Bu işlere vesile olanlar kimlerdir?

İstihbaratçılar.

Hangi ülkenin hangi örgütü olduğunun önemi yok, hepsi aynı formasyondan geçiyor çünkü…

Ve hepsinin de görevleri tehlike dolu, ortaklaşa kod adları "Mission Impossible".
Sürekli olarak ölümle burun buruna yaşamak, öldürmek ve her türlü insanlık dışı eylemi gözünü kırpmadan yapabilmek için mutlaka beyaz veya gri yakalı sosyopat olmak şarttır.

NCIS ve bütün benzeri dizilerdeki karakterlerin hepsinin de "psikopat" olduğu dizinin bölümlerinden birinde konu edilmişti zaten.

En tanınmışları hayali kahraman James Bond'dur.
"Majestelerinin hizmetinde" görevden göreve koşar.
Yatmadığı güzel kadın yoktur ama "Mr.M.'nin" iki dudağı arasındadır kaderi.
O da aynen Churchill'dir.
Bu arada, bu büyük devlet adamının, tescilli Türk düşmanının defalarca şiddetli depresyon geçirdiğini, purosunun altında gizlenmiş pipetten sürekli olarak viski veya benzeri bir millî içki götürdüğünü elbette biliyorsunuzdur.
Buna rağmen yaşadığı uzun ömürden dolayı Chuchill Sendromu diye bir tablo tanımlanmıştır.
Tipik örnekleri arasında Süleyman Demirel ve Rahmetli Rauf Denktaş sayılabilir.
Rauf Bey ne içkiye düşkündü, ne çapkındı ama ne zaman ki ihanete uğradı, son anına kadar etrafına sevgi ve güven saçarak ve Kıbrıslılara Türklüklerini hatırlatarak ölümsüzlüğe kavuştu.
Eminim ki Süleyman Bey de (Allah geçinden versin) öyle uğurlanacaktır; sevdi ve sevildi çünkü.
O da tek eşli yaşadı ve hep güler yüzlü idi.
Rauf Bey'den farklı olarak, içti mi çok iyi içerdi.
Şimdilerde içecek halinin kaldığını sanmıyorum çünkü sevgili karısını Alzheimer hastalığından kaybetti.
Dün de öğrendim ki tanıdığım en büyük ve asil beyinlerden biri aynı hastalığa tutulmuş: Prof.Dr.Beyazıt Çırakoğlu.
MIT'de öğretim üyesiyken sırf vatanı, milleti için döndü ve TÜBİTAK'ta, Marmara Üniversitesi'nde az bir maaşla deli gibi çalıştı.

AKP'nin ilk icraatlarından biri de kendisini kapının önüne koymak oldu.
Kahroldu, iki çocukla ortada kaldı ve o kahırla da Alzheimer olmuş.
Karısıyla telefonla konuşurken gözlerime yaşlar doldu.

***

İstihbaratçıların Tipik Özellikleri Şöyle Sayılabilir:

1.İşbaşında iken, nüfuzluyken ve güçlüyken etraflarında çok insan vardır ama aslında tek bir sevenleri yoktur; varsa bile bir süre sonra soğur.

2.Sağlıklı bağlanmalar geliştiremezler ve hep "mış gibi" davranmak zorunda kalırlar; bu da onları öfkeli kılar.
En sağlıklı psişe dahi bu kadar yükü taşıyamaz çünkü.
Sürekli olarak şizo-paranoid bir tavır içerisindedirler.

3.Öfkeleri ya içe atılır ya da dışa vurulur, apse boşalmadan duramaz (Hipokrat'ın esas kurallarından birisidir bu).

4.Kendi kökenlerine göre insanları sınıflar ve öfkelerini onlara yöneltirler.

5.Bunu yapamazlarsa da ya kendilerini müzmin intihara ya da irrasyonel, büyüsel düşünce tarzına kayarlar.

6.Bir şekilde yollarını ayıranlar (emeklilik vs.) ise genellikle depresif veya ümitsiz olurlar.

ADB Başkanlarının danışmanları, bütün ABD Türkiye Büyükelçileri bu gruptandır.

Şimdiki Büyükelçi'ye bakın, adamcağız hem şirin görünmek hem de Ermenistan'a selâm çakmak için Ağrı Dağı'na tırmanmış ama ne tırmanış, çevresinde Garbın çelik zırhı, azıcık da yürümüş.
Her tarafı ayrı oynuyor.

Böyle bir Üniversite Bölüm Başkanı vardı, emekli olduktan sonra öyle bir yapayalnız kaldı ki, anlatmayayım daha iyi.

Cenazesinde cinler bile şişeden çıkmamıştı.
En mutaassıp gözüküp dik âlâsından da içerdi.

Dördüncü şıkka bir örnek vereyim, bu kişi halen üniversite profesörü ve tam gün olarak çalışıyor (çünkü muayenehane açsa zaten aç kalır, inanılmaz derecede bilgi fukarasıdır.
Siyasete atılmak için de aportta beklemektedir.
İnsanları şöyle sınıflar:

-Zenci olanlar (karabudun kastediliyor),

-Beyaz olanlar (akbudun kastediliyor),

-Önemli olanlar

-Önemsiz olanlar,

-Değerli olanlar,

-Değersiz olanlar…

Kendisi köy kökenli olduğu için bütün "beyazlardan" nefret ederdi, "zenci" gibi de esmerdi üstelik.
Hatta beyaz ve güzel bir sarışın asistan kıza MİT'çi olmayı teklif edip de reddedilince, yapmadığı fenalık kalmamıştı; çamur attı, iftira etti ama tutmadı.
Çünkü kız o kadar beyazdı ki, pislik üzerinden akıp gitti.

Beraber çalıştığı beyazlara "bak, bak, bizden sevdiğimiz adama zarar gelmez" derdi ikide bir ve bu arada sürekli olarak etrafı "scan" ederdi.
Huzursuz ve tedirgindi, yürürken bile seksek oynar gibi manzara sergilerdi çünkü 360 derece iki taraflı bukalemun gözleri hep faaldi.
Psikoendokrinoloji, organlar, dengeli beslenme ve sağlıklı zayıflama, psikiyatride laboratuvar teknikleri, immünite ve depresyon, biyolojik psikiyatri, psikolojik ve sosyolojik açıdan şiddet ve toplum kitapları müellifi gibi görünür ama bunların hepsini ona buna yazdırıp, hiç yüzü kızarmadan kendi imzasıyla neşrettirirdi.

Ağır derecede homofobikti.

O kadar yalnızdı ki, arabalı vapurda dahi memleketlilerini," hemşehrilerini" arar, onlarla baba baba konuşurdu.
Câmiye girip sakal uzatarak alkolden kurtulma konusunda filân kitap yazdı, önsözüne de "mukaddime" dendi.

Zaman içerisinde önemsiz ve değersiz dediği ve aşağıladığı, imamlıktan gelme profesör kürsü başkanı oldu, çalıştığı klinik tamamen kifayetsiz muhterislerle doldu.
Artık orada ne huzur kaldı ne de güven.
Herkes herkesin koltuğunu kolluyor, arkasına da bakıyor ve onun gibi yürür hale geldiler.

Zaman geldi geçti, işinin bittiğini düşündüğü için selâmı kestiği birtakım "beyazlara" yeniden hulus çaktı.

Herkese "ben sizin yanınızdayım" der ama ulaşılmazdır çünkü durmadan bir yerlere gider.
Köyünün beyaz, önemli ve değerli adamıdır ama başka yerde kasketini çıkarmadan dolaşamaz.
Nemelâzım der anlayacağınız…

Artık hiç kimse sevmiyor onu.
İtibarı ise nakıs!

En başta bahsettiğim Üniversite Bölüm Başkanı'ndan daha acınacak durumda.

***

Bakın, CNN-Türk'te Ender Saraç diyetisyen başlığıyla tanıtılıp psikofarmakoloji dersi veriyor.
Aslında İzmirli bir beyaz ve aile hekimliği uzmanı ama zikir kitapları, mucizevi kurtuluş vaat eden kitaplarıyla çok iyi tanınır.
Programlarına çıkacak adam bulamadığı için epey fiyat kırdı ama hâlâ epey rating kaybı var.
Kendisinin pazarladığı bitkisel ürünleri herhalde unutmuş; nasıl metroseksüel olunur diye ahkâm da keser.
Hâlbuki bu terimi ilk defa bir yabancı dergiden okuyup Türkiye'ye ithâl eden çocukluk arkadaşım Banu Zorlutuna'dır.
Bu satırları yazarken telefonla iznini de aldım.

Banu o kadar mütevazıdır ki, yazdığı Susma ve Konuşma Hakkı kitabı Pollyanna İclâl de çok beğenip söyle bahsetmiş: Banu Zorlutuna'nın Susma ve Konuşmama Hakkı isimli şiir-deneme kitabı işte o arka kapakta kendini ele veren kitaplardan.
Yazının başındaki alıntılar Banu Zorlutuna'nın kitabın sayfalarını çevirmeye sürüklediği satırları…

Ben ne yazık ki kitabı sözünü ettiğim yağmurlu bir cumartesi sonrası sessiz ve sıcak bir kitabevinde göremedim.
Ne yazık ki diyorum çünkü hem öyle bir öğle sonrasını çok özlüyorum hem de bir kitapla kitapçıda tanışmanın hazzını biliyorum.
Kasada nikâh kıyıp, el ele eve gitmenin bir an önce baş başa kalma arzusu ile tüm hazırlıkları bitirme telaşının tadı nicedir bir özlem oldu…

Kitap bir sarı zarftan çıktı…

O zarftan çıkarken genç bir kadının bütün bir ömrünü destelediği kareleri de düşürdü kucağıma…

Kelimeler herkesi bir noktada eşit kılar kâğıt üstünde.
Yalnızlık herkesindir örneğin.
Aşk herkesin…

Sıcak ve soğuk herkesindir, bir tercih içinde nefes almak zorunda kalmak herkesin.
Kelimeler herkesi eşit kılar bir noktada, kâğıt üstünde…

Amma…

Aynı kelimeler bazılarına ayrıcalık yapar.
Yan yana nasıl düşüyorlarsa, bir başka anlatırlar "aynılıkları"

Demem o ki "Ah bende de yok muydu bu duygunun aynısı diyecekken" Banu Zorlutuna'ya ait ayrıcalıkla tanışacaksınız…

Susmak bazen büyük bir ceza…

Susmak bazen derin bir yara…

Susmak bazen…

Hani, İclâl, hakikaten susmak bazen en büyük fazilettir, haklısın.

Şimdi çalışma vaktidir, gölgeler yok oldu da…

Yassıada'yı turizme açacaklarmış.

Gene Diyarbakır'da el bombası patlamış ve polis araştırıyormuş!

Polis araştırıyor.

En iyisi ben gitmek,

Ceyn ve Tarzan olmak…

İLK KURŞUN

a45UyF587661-201307170933-15
^^^^^ - vvvvv


--

zaryop:jaro

As verirsen doyur.

Hz.Ali
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
Kurmus oldugum gruba uye olun
Moderasyonsuz, sansursuz ve ozgur bir gruptur:
Ozgur_Gundem-subscribe@yahoogroups.com
Ayrilmak isterseniz de :
Ozgur_Gundem-unsubscribe@yahoogroups.com

Grup Sayfamız :
http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz.
http://orajpoyraz.blogspot.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder