| Bir not olarak belirteyim. Ben en az beş yıldır Müslüman değilim. Bana göre en doğru, en halis, en basit, en temiz, en estetik inanış Deizmdir. Ancak, akrabalarım, milletim, komşularım, vatandaşlarım, arkadaşlarım, eski dindaşlarım ve soydaşlarımın içinde bulunduğu acıklı durum nedeniyle üzülmemem, düşünmemem mümkün değildir. 2013 yılı itibariyle doğrudan askeri işgal altında, ya da idari, askeri, ekonomik vesayet altında olmayan tek bir Müslüman toplum yoktur. (O.P.) Bu cümle ağır bir fikri yenilginin en açık ifadesidir. Öncelikle her Müslüman, her Türk bu tesbiti bir kez daha kendi adına yapmalıdır. Ben bu tesbiti yaptım ve çözümü önce dinde reform olarak gördüm, sonra onu da yeterli bulmadım, toptan dinden çıkmakta buldum. Diğer Müslümanları dinden çıkarmak, herkesi Deist yapmak gibi bir kaygım yoktur. Çünkü Deizm, Ateizm, Agnostizm, Panteizm ya da bunlar gibi çeşitli fikirler aklı yoran, ruhu hırpalayan zorlu fikri yollardır. İnsanların büyük bölümünün buna gücü, enerjisi, merakı yoktur. Aslında insanların büyük bölümü için gerçeğin hiçbir öneminin olmadığını, hatta pembe yalanların haklarında daha hayırlı olduğunu da düşünmekteyim. Gerçeğe ihtiyaç duyanlar ise zaten günümüzde yeterli kaynaklara ve imkanlara sahiptir. Salt gerçek ihtiyacının oluşması, başlıbaşına büyük bir entellektüel aşamadır(O.P.). Onlar kendi klavuzlarını ve kaynaklarını zaten kendi kendine bulabilmeye kudreti olan insanlardır. Bu nedenle toplumun büyük bölümü için adeta bir hap gibi işlenmiş, hazırlanmış, konfeksiyon, basit, tutarlı, geçerli bir inanç sisteminin yeterli olduğunu düşünürüm. İslam aleminin dinden çıkmadan çağdaş kalabilmesinin ya da çağdaş Müslüman olabilmesinin yollarını aramak yaşamsaldır. İslam hakkında laf söz söylememin tek sebebi budur. Müslümanların dinden çıkmadan çağdaş kalabilmesi, ya da çağdaş Müslümanların olabilmesini arzulamaktayım. Oraj POYRAZ |
Bizden mucit çıkmaz mı?
Çıkmazsa neden çıkmaz?
Belde-i İslâm 'virânelerin', Batı yani Hristiyan Dünyası 'kâşânelerin' ülkesi midir?
Öyleyse nedendir?
Bütün bu sorular neden ortaya atılıyor?
Fitne midir, gereksiz midir, geçersiz midir?
Ben söyleyeyim.
Müslüman halklar ilk olarak Endülüsün kaybıyla bir şok yaşadı.http://tr.wikipedia.org/wiki/End%C3%BCl%C3%BCs
Ardından kuzey Afrikada sürekli olarak bir gerileme bir çekilme hali yaşandı.
Bütün İslam alemi Osmanlının zaferlerine bel bağlar hale gelmişti.
Öyleki Osmanlı'nın her zaferi bütün İslam aleminde coşku yaratmış, diğer bütün Müslüman hükümdarlar muzaffer Osmanlı padişahlarını tebrik etmekte birbiriyle yarışmıştır.
Viyana Yenilgisinden sonra üst üste yaşanan bir çok yenilgi ve hezimet Osmanlıya bağlanan ümitleri de boşa çıkarmıştı.
Artık İslam aleminde kafirlere karşı galebe gelebilen millet, devlet kalmamıştı.
O zaman sorular yoğunlaşmaya başladı.
Ne oluyordu, ne eksikti, ne fazlaydı, neden İslam ülkeleri kafirlere karşı muzaffer olamıyordu, neden kafirlere her geçen gün daha müreffer olurken, Müslüman halkların yaşamları günden güne daha ilkel, daha fakir, daha ezik oluyordu.
Hintli, Arap, Osmanlı alimleri bu konuda çok kafa yordular.
Çok da cevap buldular.
Cevaplar genelde iki çeşittir.
Önemli bir bölümü Müslümanların yeteri kadar, ya da düzgün Müslüman olmadıkları için bu hallerin yaşadığını tesbit etti, ve ona göre daha doğru, daha yeterli Müslüman olmanın reçeteleri ortaya kondu. Halen İslam aleminde hakim görüş budur.
Genelde yoruma daha az yer bırakan, daha katı sünnet anlayışıyla bu fikir kendini bulmuştur.
Özellikle Vahabilik bu fikrin ana temsilcisidir.
Günümüz Türkiye'sinde gördüğümüz çeşitli imamlar, cemaatler ve öğretiler az çok bu etki altındadır.
Bu anlayışa göre Hz. Muhammed kadınlar, köleler, işçiler, hukuk, savaş ve bunun gibi konularda ne dediyse, ne yaptıysa aynını yapmak gerekir.
Bunu net sonucu çocuk anneler, çağdaş olmayan miras ve hukuk anlayışı, cihatçı, totaliter, faşizan politik İslam anlayışıdır.
Şunu da belirteyim günümüzde medya önünde olan popüler cemaatlerin imamlarının ettikleri sözler uydurma, kafadan atma değildir.
Hepsi de sistematik bir sünni anlayışın, bilimsel ürünleridir.
Bu sözlerde sünni bakışla, büyük çelişkiler, hatalar bulmak mümkün değildir.
Bunları sünnilik bakışından eleştirmek mümkün değildir.
Ve bu bakışla düşülen yanlışlar içinden çıkılması mümkün olmayan tuzaklar haline gelmektedir.
Durduğunuz yer, bakış açınız yanlış olunca elbette gördükleriniz de yanlış olmaktadır(O.P.).
Diğer bir bölümü ise özellikle sünni yorumun çağdaş olaylar ve yaşantıları anlamada ve yorumlamada yetersiz kaldığını tesbit etmişlerdir.
Genel geçer anlayışa göre İslamın kaynakları arasında en başta Kur'an, sonra sünnet, sonra da akıl gelir.
Kur'an konusunda geneli etkileyen bir ihtilaf yoktur.
Sünni İslam anlayışına göre İslamı en iyi bilen insan peygamberdir.
O nasıl bir İslam yaşantısı içindeyse, ne dediyse, ne yaptıysa onu örnek almak gerekir.
Burada temel sorun şudur.
Peygamberin her hali, her hareketi, her sözünü ilahi mi saymak gerekir, yoksa bazı söz ve hareketlerini gündelik yaşamın icabı, insan olmanın doğal hallerinden mi saymak gerekir.
Sünnetin sınırı ne olmalıdır?
Bu sorunun cevabına göre akla ne kadar yer açılacağı belirlenmiş olacaktır.
Bu noktadan itibaren çözümler İslamın temel kaynağı olarak sünneti tamamen dışlayan bir anlayıştan, peygamberin bazı hallerini insani bazılarını ilahi sayan anlayışa kadar farklı ölçekte sünnet ve akıl dengesi oluşturan anlayışlar ortaya çıkmıştır.
Şiillik ise bambaşka bir olgudur.
Temelleri itibariyle özellikle Farisilerin kendi varlıklarını daha özgün şekilde ifade etmeleri amacıyla, İslamın ilk elli yılında yaşana politik olaylarda bir taraf olma durumuna dayanmaktadır.
Mezhebin doğası, peygamberin sünnetiyle çok da fazla ilgili değildir.
Daha çok Farisi/Mecusi kültürünün kendine özgü bir İslam yaratma gayretiyle ortaya çıkmıştır.
Burada Farisi/Mecusi kültür İslam dünyasında zaten var olan bir nifaktan istifade etmiştir.
Ancak burada da aynı şekilde, arkaik söylenceler, katı yorumlar günümüz dünyasını açıklamakta yetersiz kalmaktadır.
Alevilik ise Türklerin tıpkı Farisilerin yaptığı gibi kendine özgü, kendi şamanist kültürünü İslam değerleriyle harmanlama gayretini bir ürünüdür.
Günümüzde Alevilik İslam alemi içinde bir ayrıntı konumundadır.
Çünkü Türkiye Türklerinin önemli bir bölümü Sünnidir.
Diğer Türkler ise Şiidir.
Aslında İslam aleminin şii anlayışı da, sünni anlayışı da genel olarak çağdaş dünyayı açıklamakta, sürdürülebilir toplumlar yaratmada yetersiz kalmıştır.
Son üçyüz yılda bir çok İslam alimi bunu görmüştür.
Ancak, bu alimlerin büyük bölümü ana akım Sünni/Şii kaynaklar tarafından küfre sapmakla suçlanarak marjinalize edilmiştir.
Küfre sapma iddiaları her türlü fikri tartışmanın önünü almaktadır.
Bu nedenle İslam alemi içinde bulunduğu durumu idrak dahi edemez haldedir.
İslam aleminin içinde olduğu fikri çıkmaz önümüzdeki yüzyılda insanlığın en önemli konusu olacaktır.
Sorunun çözümüne göre Müslümanlar çağdaş, muktedir toplumlar halinde ayakta kalacak,
Ya da işgaller, müdahaleler, sömürüler nedeniyle sürekli fakirleşen, siyasi çalkantılar, iç savaşlar nedeniyle sürekli kanayan toplumlar halinde kalacaktır.
Uzayan işgaller ve müdahaleler sonucunda Müslümanlar sonunda işgalcilerinin kültürü içinde kayboluk gidecektir.
Batı kültürü içinde assimile olan Müslümanlara bir örnek olarak Fitnebaz Cemaati gösterebilirim.
Hepsi de çok iyi ingilizce bilir, Amerikalı gibi düşünür, kokuları biraz Evangelist, biraz da Püriten Hristiyanlar gibidir.
Hemen hepsinin az çok yurtdışı teması vardır.
İlginçtir, kafirlerle ilintili olmayı, Sabetaycı, Yahudi damataları bir suçlama olarak yöneltirler, ancak içlerinde bir çoğunun da damadı, ya da gelini gayri müslimdir.
Günümüz oligarşisiyle, emperyalistleriyle iyi anlaşırlar.
Yüksek tahsillidirler, ancak ilahi eğitime de önem verirler.
İnovasyon yetenekleri yoktur, ancak çok iyi kullanıcıdırlar.
Tıpkı Masonlar ya da diğer batıni Hristiyan kiliseler gibi, çalışkan ve örgütlüdürler.
Muhtemelen birkaç on yıl sonra hepsi de Türkçeyi unutmuş, Evangelist ya da Püriten Hristiyan cemaat üyesi, iyi Amerikan vatandaşları olacaktır.
Fransız sömürgesi olan kuzey Afrika ülkelerinde de benzeri bir assimilasyon süreci yaşanmaktadır.
Gerçek çözüm nedir, onu ben kendim için buldum, Deizm.
Diğer Müslümanlar için ise sünnete olabildiğince az yer veren, akla geniş alan bırakan İslami anlaşıylardır.
Oraj POYRAZ
Adnan İSLAMOĞULLARI - Yüz yıllık aşağılık kompleksi: "Bizden mucit çıkmaz..."
"Bu ülke yaşanmaz diyenler, bu ülkeyi yaşanmaz hâle getirenlerdir" derdi Cemil Meriç, 'kıtaları ipek bir kumaş gibi kesen ihtiyar dev' in mâzisinden utanan trajedisini anlatırken.
Mâzisinden utanmaktan, mâzisini unutmaya tenzil eden Türk aydını için Batı, terakkînin yani gelişmenin, medeniyetin, bilimin, özgürlüğün beşiğiydi.
19.Yüzyıl'da Avrupa'ya giden aydınlar ve bürokratlar için Paris bir belde-i nûrdu.
Paris'in gazyağı lâmbalarıyla aydınlatılan loş caddelerine hayret dolu gözlerle bakarak ilmin ve fennin vardığı bu neticeyle gözleri kamaşan bu aydınlar ve bürokratlar için modernleşmenin, aydınlanmanın, terakkînin, yani Devlet-i Âliye'yi kurtarmanın tek yolu Paris'ten geçiyordu.
Bu aydınlardan birine göre "Paris'i görmeyen insan bile olamazdı".
Doğu, yani belde-i İslâm 'virânelerin', Batı yani Hristiyan Dünyası 'kâşânelerin' ülkesiydi.
Doğu 'azgelişmişliğin', Batı ise 'medeniyetin' topraklarıydı.
Medeniyeti caddeleri aydınlatan gaz lâmbalarının solgun ışıklarında gören bu kafa için kuş evlerinin, evlerin kapılarına birisi hâne halkı için, diğeri ise misâfirler için konulan ve farklı sesler çıkaran çifte tokmakların, asâbi hastalıkların su sesi ile tedâvî edildiği şifâhânelerin, garib gûraba için tekkelerde bir örtünün altında saklanan ve muhtaçların istemek mecbûriyetinde kalmaksızın ihtiyâcı kadar alabildikleri sadakaların, 'komşusu açken tok yatan bizden değildir' mirâsının bir anlamı kalmamıştı...
Medeniyet demek adâlet demek değildi artık, medeniyet demek makine demekti, kalkınma demekti, zenginlik demekti.
Mehmet Âkif'in ayakları bizim topraklarımıza, bizim medeniyetimize, bizim kültürümüze basan, kalpleri bizim mâzimizle çarpan, zihinleri bizim binlerce yıllık kültürel birikimimiz ve kültürel zenginliğimizle faal olan münevverlerimizin çabaları yeniden bir inşâ ve hamle için kifâyet etmedi.
Geriye "Batı'nın irfânına ve fennine tâlip" olan ve "Asrın idrâkine İslâm'ı söyletmek" gibi bir motto kaldı, modern Türkiye'nin câhil İslamcılarının ağzında sakız olup çiğnendi yıllardır.
Ve onların içinden birisi on yıl evvel, siyâsî iktidârının ilk günlerinde kendisine bir televizyon programında sorulan "Medeniyet nedir sizce?"
sorusuna, Ziya Gökalp'in, "Harâbisin, harâbâtî değilsin / Gözün mâzidedir, âti değilsin" beyitiyle mâziye bağlılığını eleştirdiği Yahya Kemâl'in "Ne harâbiyim ne harâbâti / kökü mâzide olan âtiyim" beyitiyle cevap verdiği polemiğin yalnızca "Kökü mâzide olan âtiyim" kısmıyla cevap vermişti.
Ağzından düşürmediği medeniyet kavramına dâir bütün birikimi bundan ibâretti ve öylece de kaldı.
Asrın idrâkine İslâm'ı söyletmenin yolu İslâmcılar için son on yılda TOKİ'lerden ve duble yollardan geçiyordu.
Zihinlerinde izlerini takip edecekleri bir İslâm Medeniyeti yolu yoktu.
Onlara 1136-1206 yılları arasında yaşayan El Cezerî'yi hatırlatmak, El Cezerî'nin sekiz yüz yıl evvel enerji kaynakları yönetim mekanizmaları ve geri besleme sistemlerinin tümünün su, buhar gücü ve havanın itiş gücü ile yapılmış tasarımlarının el yazmalarının çok uzaklarda değil, şehreminliğini yaptıkları ve "Cânım İstanbulum" diye şiirler okuduğu İstanbul üniversitelerinin kütüphânelerinde olduğundan bahsetmek hakikaten lüks kaçacak.
Musâ b.Şâkir'in Muhammed, Ahmed ve el-Hasan isimli üç oğlunun, su akışını iki farklı kaynaktan veya rezervuardan sağlayan ve iki nakil hattının her birisinden belirli fâsılalarla dönüşümlü olarak sıcak veya soğuk su akacak, diğer nakil hattından aynı fâsılalarda fakat aksi sırayla akacak şekilde hazırlamaya ve düzenlemeye yarayan bir icâdın 9.
Yüzyıl'ın ikinci yarısında tasarlandığını anlatmak, yine aynı yıllarda 'çeneli ekskavatör'ün de tasarlandığından söz açmak ve ilgili çizimleri göstermek, bunlara benzer yüzlerce örnek vermek ise hakikaten abesle iştigal olacaktı.
Çünkü, hükümetinin Bakanı Erdoğan Bayraktar hüküm vermişti:
"Biz Müslüman ülkeyiz, konumumuz itibariyle mucitler çıkaramayız, gençlerimizi ara eleman olarak yetiştirmeliyiz" .
İslâm medeniyetinin günümüze düşen 'İslâmcı çocukları'nın siyâsetlerini 'ara siyâsetçiler' yapıyordu, hükümeti 'ara bürokratlar' yönetiyordu, Orta Doğu'yu 'ara Hâriciyeci' tanzim ediyordu, medeniyetlerini de 'ara entelektüelleri' kuracaktı.
a45UyF587661-201307301451-15
^^^^^ - vvvvv
zaryop:jaro
Buyuk adamlarin hatalari gunes tutulmasina benzer, onlari herkes gorur.Cucong
| Kurmus oldugum gruba uye olun Moderasyonsuz, sansursuz ve ozgur bir gruptur: Ozgur_Gundem-subscribe@yahoogroups.com | Ayrilmak isterseniz de : Ozgur_Gundem-unsubscribe@yahoogroups.com | Grup Sayfamız : http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/ | Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz. http://orajpoyraz.blogspot. |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder