Mustafa Balbay: 5 Ağustos Başlangıcı…
05 Ağustos 2013
Dünya tarihi bir bakıma özgürlükleri genişletme ve özgürlük bilincini yükseltme mücadelesidir.
Özgürlükleri genişletmekle bu alandaki bilinci yükseltmek aynı şey değildir.
Zira özgürlük aynı zamanda sorumluluktur.
Onu kullanma sorumluluğudur.
O yüzden de pek çok insan özgürlüğünü kullanmaz, kullanamaz.
"İnsan, haklarıyla insandır" sözünün altında yatan anlam da budur.
İnsan, sahip olduğu haklar kadar değil, bu hakları kullanabildiği kadar özgürdür.
Eğer bu hakların tümünden yoksunsa, bunlar için sürdürdüğü mücadele kadar özgürdür.
Çünkü bu haklar için verilen mücadele ona ulaşmak kadar önemlidir.
Hemen amaca ulaşmak da belirleyici değildir.
Öyle değerler vardır ki, uğruna verilen mücadelede bir dönem için kaybetmeye değer.
***
Girişte yaptığımız "özgürlük tarihi" vurgusu Türkiye'nin siyasi tarihi için de geçerlidir.
Kurtuluş Savaşı'nın ardından kurduğumuz bağımsız Cumhuriyetle birlikte özgür bir toplum olma yolunda önemli bir ivme kazandık.
Devrimlerin her biri bunun kilometre taşları oldu.
Eğitimden oy kullanmaya kadar birey olma bilincinin altyapısı oluştu.
1950'deki çok partili yaşama geçiş, siyasal alandaki özgürlükleri genişletirken bu yöndeki tartışmalara da zemin oldu.
1960'larla birlikte devletin bireylere karşı sorumluluğunun evrensel tarifini yapan "sosyal devlet" tanımı siyasal yaşamımıza girdi.
Sosyal demokrasi ile birlikte biçimlenen sosyal devlet kavramını başlangıçta yadırgayan, soğuk bakan hatta eleştiren sağ partiler de zamanla bunu benimsediler.
Vaatlerini bu kavram etrafında sloganlaştırdılar.
21.yüzyılın ikinci on yılında, 20.yüzyıla sığan üç önemli devrimin ardından, bunların devamı olan dördüncü devrimin tohumlanmakta, hatta yeşermekte olduğunu görüyoruz.
Yeşermekte olan özgürlük ve demokrasi devrimidir.
Gezi Direnişi bu ateşi yakmıştır.
Ateş bulunmuştur.
Zaman zaman alevleri azalsa da sönmez artık.
Gezi'nin bu işlevini fark eden iktidar o yüzden ürkmekte, ateşi bir an önce söndürmeye çalışmaktadır.
Bugünlerde bile hâlâ Gezi'ye ilişkin yazıların en çok tam ve yarı resmi iktidar gazetelerinde yer alması bu yüzdendir.
Gezi ruhu, Türkiye'nin 21.yüzyılıdır.
Gezi ruhu, 20.yüzyılın temize çekilmesi, geçen yüzyılda kalması gerekenlerin orada bırakılması, bu yüzyıla taşınması gerekenlerin elbirliğiyle getirilmesidir.
Gezi ruhu, Türkiye'nin farklılıklarını yelpaze yapıp ortak paydalarda buluşturma bilincidir.
Gezi ruhu, özgürlük bayrağıdır.
***
Önerim, dileğim, özlemim şu:
5 Ağustos özgürlük ve demokrasi devrimine giden yolda yeni bir başlangıç olsun.
5 Ağustos'tan itibaren Türkiye'nin büyük bir cezaevine dönüşmesine neden olan iktidardan sonra "nasıl bir yeniden yapılanma gerekir" sorusu tartışılsın.
5 Ağustos'tan itibaren artık iktidardan yakınma dönemi bitsin; nasıl bir iktidarla yürümek istiyoruz arayışına seçenek üretilsin.
5 Ağustos'tan itibaren özgürlük ve adalet özlemi bütün çabaların ortak paydası olsun.
İlk üç devrimi başaran ruh, dördüncü devrimi de mayalayacak güçtedir.
Önümüzdeki seçim süreçlerinde hedef bu mayayı tutturmak olmalıdır.
Bu satırları yazarken içim kıpır kıpır, ben de her nerede olursam olayım, hangi koşullarda olursam olayım, dördüncü devrimin bir ucundan tutabileceğimi hissetmenin heyecanı içindeyim.
Cumhuriyet
Ali Eralp: BUDAKLI ODUNLARLA ÖLDÜRDÜĞÜNÜZ ALİ'LER, RÜYALARINIZA GİRECEK…
04 Ağustos 2013
Gençlerden korkuyorsunuz.
Yaşlılardan korkuyorsunuz.
Kadınlardan, çocuklardan korkuyorsunuz.
Halktan korkuyorsunuz.
Herkesle kavgalısınız.
Size oy vermeyen herkes düşmanınız…
Gencecik kızları saçlarından tutup yerlerde sürüklüyorsunuz.
13 -14 yaşındaki çocukların başına gaz bombası atıyorsunuz.
Bazıları hastanede ölüm kalım savaşı veriyor şimdi…
Beş kişiyle, on kişiyle, on beş kişiyle, ana kuzularını ortanıza alıp, tekmelerle, demir çubuklarla, odunlarla, beysbol sopalarıyla öldüresiye dövüyorsunuz?
Bu nasıl bir kindir?
Bu nasıl bir nefrettir?
Yiğitlik midir bu?
İnsanlık mıdır bu?
Düşünceden korkuyorsunuz, eleştiriden korkuyorsunuz, gerçeklerden korkuyorsunuz.
Bilimden, akıldan korkuyorsunuz.
Tek doğru sizin doğrularınız çünkü.
Sizin doğrularınızın dokunulmazlığı var.
Onlar kutsal.
İlahi.
Tartışılmaz.
Tartışılamaz.
Tartışanı, doğru söyleyeni de dokuz köyden kovuyorsunuz.
Yarasalar gibi aydınlıktan korkuyorsunuz.
Size muhalefet edenleri şantajlarla, tertiplerle, CD'lerle susturmaya çalışıyorsunuz.
Hep korku, korkutma yöntemine başvuruyorsunuz.
Bir Oramiral "istifa dilekçesi" verdi diye, o komutanı 16 yaşındaki kızı ile savcılığa çağırıyorsunuz.
Orduya, subaylara yapılan tertipler, komplolar yetmedi, bir de trende Barolar Birliği Başkanına bir komplo düzenlediniz.
Hem de bu işi türbanlı, dini bütün bir kadına yaptırdınız.
Ama tertip açığa çıktı, rezil oldunuz.
Sizi eleştirecek köşe yazarı bırakmadınız şu memlekette.
Size muhalefet edenleri işinden, gücünden ettiniz.
Gazeteleri yandaşlara bağladınız, bağışladınız.
Ya da vergiyle, baskıyla emir erine dönüştürdünüz…
Tencere, tava çalanlardan korkuyorsunuz.
Her köşe başına bir "İhbar Kutusu" koyup, vatandaşlardan muhbirlik ve gammazlık yapmalarını istiyorsunuz.
Çıkarınız için, vatandaşı vatandaşa düşürmekten, birbirine düşman etmekten asla sakınmıyorsunuz.
Statlardan, statlardaki seyircilerden korkuyorsunuz.
Onların slogan atmalarını yasaklıyorsunuz.
Her köşe başında, her sokakta, her meydanda, nerede bir yüksek tepe bulsanız, çıkıp üstüne "Gezi direnişçileri"ni eleştiriyorsunuz.
Kötülüyorsunuz.
Atatürk Gençliğini yerden yere vuruyorsunuz.
TCK'nın 312.Maddesinin bu gençlere uygulanmasını, "Cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüsten", ömür boyu hapislerde sürünmesini istiyorsunuz.
Yani "yeni yeni darbeciler" yaratarak tüm Türkiye'yi korkutacağınızı, sindireceğinizi sanıyorsunuz.
Bir başka politikacınız ise "Silivri'yi işgal ettirmeyiz" diye haykırıyor.
Be, ilahi "Muhterem Hacı"…
Silivri'yi değil, Türkiye'yi işgal ettiler…
Görmüyor musun?
Duymuyor musun?
Tunceli dağlarında PKK paçavraları dalgalanıyor.
Güneydoğu'da PKK'lı eşkıyalar yol kesip, kimlik denetimi yapıyor, vergi topluyor.
Görmüyor musun, duymuyor musun?
Eli sopalı, eli odunlu, eli coplu, eli satırlı adamlarını neden oralara göndermiyorsun?
Neden onların kılına zarar gelmemesi için elinden gelen, gelmeyen her çeşit önlemi en yüksek seviyeden alıyorsun?
Dokunulmazlığı mı var onların?
Yoksa bir takım sözler mi verildi kapalı kapılar arkasında, imzalar mı atıldı?
Siz o kadar çok çamura battınız, o kadar çok kan akıttınız, o kadar çok can aldınız, o kadar çok suç işlediniz ki dünyanın tüm yasalarını, anayasalarını getirsek, yine de sizi cezalandırmak için yeterli gelmez…
Sabah akşam zemzem suyu ile yıkansanız, kirlerinizden arınamazsınız…
Aklınıza bile getirmek istemediğiniz, aklınıza geldikçe ruh sağlığınızın bozulmasına neden olan asıl gerçek şu:
Siz, yargılanmaktan korkuyorsunuz.
Bu yüzden yasamayı, yürütmeyi, yargıyı siyasallaştırıp, tek adamın eline teslim ettiniz.
Tüm kurumları tek adamın hizmetine sundunuz.
Siz, ölünceye dek iktidarda kalmayı düşünüyorsunuz.
Bunun için tüm Türkiye'yi ateşe atabilirsiniz…
Pire için yorgan yakabilirsiniz…
Ama yanılıyorsunuz.
Hem de çok kötü yanılıyorsunuz.
Bu dünya, "Devlet bize emir veremez, biz devlete emir veririz" diyen dünyanın en azılı faşisti, Hitler'e bile kalmadı…
Ölüm döşeğindeki darbeci Kenan Evren'in gözlerine baktınız mı hiç?
Korku tünemiş derinliklerine…
Suçluluk gözlerinden okunuyor.
Yaşını büyüterek astığı fidanların azabı yakıp kavuruyor yüreğini şimdi…
Gücünü, kudretini yitirmiş, boş gözlerle bakıyor çevresine…
Korku dolu bakışlarla…
Sizin de sonunuz azılı faşistlerin sonu gibi olacaktır…
Yurtseverleri temizliyorsunuz.
Sapıkları, katilleri, manyakları, PKK'lıyı baş tacı yapıp tanık olarak kullanıyorsunuz.
Tecavüzcüleri serbest bırakıp, yurtsever gençleri içeriye atıyorsunuz, öldürüyorsunuz.
Hastalıklı bir toplum yarattınız.
Fuhuş, kadın ticareti sizin zamanınızda iki kat, üç kat daha arttı.
Hırsızlar, katiller, ihbarcılar, gammazlılardan oluşan bir toplum yarattınız.
Bu sapıklar, hırsızlar, katiller ordusu bir gün sıranın kendilerine de geleceğinden korkarak, zamanla silahlarını sizlere çevireceklerdir.
Bunu da hiç aklınızdan çıkarmayın.
Bir yandan da öldürdüğünüz Abdullah Cömert'ler, Ethem Sarısülükler, Okkır'lar, Tatar'lar, Giray'lar, budaklı odunlarla canına kıydığınız Ali İsmail Korkmaz'lar, kâbusunuz olacak.
Geceleri gözünüze uyku girmeyecek…
Sabahlara dek uyuyamayacaksınız…
Zalım yastık diken olacak yüzünüze…
Size bir şey daha söyleyelim buradan.
Alanlarda, bulvarlarda, caddelerde direnenler, bayrak taşıyanlar, tazyikli sulara göğüslerini siper edenler sadece gençler değildir…
Onlardan da fazla, onlarla birlikte hareket eden yaşlı kadınlar, ihtiyar delikanlılar da var arkalarında…
Yani sel olup, Tsunami olup akacak olan HALK var arkalarında…
Asıl mücadele bundan sonra başlıyor.
Ne diyordu meydanlarda toplanan yiğitler:
BU, DAHA BAŞLANGIÇ, MÜCADELEYE DEVAM…
Mücadele devam edecek…
Kurtuluşa dek…
İLK KURŞUN
İzmir'de,Silivri engeline karşı eylem
04 Ağustos 2013
İzmir'den Ergenekon Davası'nın görüleceği Silivri Ceza İnfaz Kurumları Yerleşkesi 'ne gitmek isteyen CHP'lilerin bineceği otobüslerin polisler tarafından engellenmesi protesto edildi.
Saat 20.30 da Konak Meydanı Hasan Tahsin Heykeli önünde toplanan yaklaşık bin kişi çeşitli gerekçelerle otobüslerinin kalkışlarının engellendiğini belirtip eylem yaptı.
Tutukluların ismini hep bir ağızdan söyleyen grup yaptıkları basın açıklamasıyla da duruma tepkilerini dile getirdi.
Polis bölgede güvenlik önlemi alırken herhangi bir olumsuzluk yaşanmadı.
Ümit Zileli: Ülkemizi Geri Almak
11 Temmuz 2013
Bu yazıya Aylin Kotil'e yürekten desteğimi ve sevgilerimi göndererek başlamak istiyorum…
Okuyucular anımsayacaklar; geçen haftaki "Baraj" başlıklı yazımda, Özdemir İnce'ye atıfta bulunarak şöyle demiştim:
- Yüzde 10 seçim barajı kalkmadan herhangi bir seçime girmek halka ve demokrasiye ihanettir...
İşte Aylin Kotil, o yazımdan birkaç gün sonra, seçim barajının yüksekliğine dikkatleri çekmek ve düşürülmesini sağlamak üzere İstanbul'dan Ankara'ya doğru "uzun yürüyüşüne" başladı…
Günde 22-24 kilometre yürüyerek 20 gün içinde Ankara'ya ulaşacak, TBMM'ye gidecek ve dört partiye seçim barajlarıyla ilgili dilekçesini verecek…
Gerçekten alkışlanacak, destek verilecek bir eylem.
Şimdiden yankı bulmaya başladı üstelik.
- Ama yetmez...
***
Genç ve azimli bir kadının bu eylemi, evet ateşi yakar…
Ancak hem toplumda, hem siyaset arenasında, hem de medyada mutlaka karşılığını bulmasıyla başarı yolu açılabilir…
İnternette, sanal iletişim dünyasında Aylin Kotil'e destek çığ gibi büyüyor, bunun arkasının gelmesi için herkesin, her kesimin elinden geleni yapması gerekiyor…
- Ama yine yetmez...
Öncelikle, mücadelenin seçim barajının düşürülmesi değil tamamen kaldırılması üzerine inşa edilmesi gerektiğine inanıyorum…
12 Eylül darbesine dek seçim sisteminde baraj diye bir sorun yoktu.
Türk halkının artık 30 yıllık "istibdat" dönemini bitirmesi ve gerçekten özgür ve demokratik seçimlerde oy kullanması gerek…
- Ama bu da yetmez...
***
Demokratik, hilesiz, ahlaklı bir seçim için başka şartlar da gerekiyor…
1 – Yüksek Seçim Kurulu, anayasa ile kendisine verilmiş "seçmen kütüklerini oluşturma" yetkisini 2007 seçimleri öncesinde Nüfus Genel Müdürlüğü'ne devretmişti.
Saygın hukukçular bunun anayasaya aykırı olduğunu belgeleriyle ortaya koymalarına karşın bu şekilde iki genel seçim geçirdik.
Mezarlardaki ölülerin oy kullanmasından, bir evde yüzlerce seçmene ya da olan seçmenin yok sayılmasına dek binlerce iddia ortaya çıktı.
Bu hile iddialarını, YSK'nin bu temel yetkisini geri alması büyük ölçüde önleyebilir.
2 – Yine iki seçimdir kullanılan ABD patentli "bilgisayarlı oy sayım sistemi" sahtecilik iddialarını beraberinde getirdi.
ABD'de Başkan Bush'un ikinci kez seçilmesinde bu sistem kullanılmış ve büyük hileler yapıldığı iddiaları yüksek mahkemeye intikal etmişti.
Yunanistan'da da aynı sistem seçimlerin iptaline neden olmuştu…
Türkiye'de ise ısrarla kullanımı sürdürüldü.
Önümüzdeki seçimlerde klasik sayım sisteminin kullanılması topluma güven kazandıracaktır.
3 – Niçin vazgeçildiğine hâlâ anlam veremediğim "parmak boyası"na geri dönülmesi de seçimlerin güvenliği açısından şarttır.
Bu kullanım, aynı kişilerin birden çok oy kullandığı iddialarını büyük ölçüde önleyecektir…
Bu ülkenin aydınlık, yurtsever milyonları, kendilerinin, çocuklarının, vatanlarının geleceği için bu şartlardan yoksun bir seçime girmenin ihanet, aymazlık ve enayilik olduğunu en yüksek perdeden haykırmalıdır…
Ülkemizi ancak bu şekilde geri alabiliriz...
- İşte yetecek olan budur...
NOT: Sevgili okurlar, 16 senedir bu sütunda her hafta aralıksız sizlerle buluşuyoruz.
Bir süre yazmamaya karar verdim.
En yakın zamanda buluşmak üzere, sevgiler.
Cumhuriyet
Rifat Serdaroğlu: İŞSİZLİK / FAKİRLİK
03 Ağustos 2013
Hangi fitneci, hangi darbeci, hangi çapulcu, hangi ayyaş "Türkiye'de İşsizlik Var" derse, M.Ali'nin dediğinden olsun.
M.Ali Erbil değil, M.Ali Şahin'in dediğinden olsun!
AKP içinde, sekreterini koynuna alıp sonra da imam nikâhı kıyıp, adına satın aldığı apartman dairesinde oturtan, oturttuğu yerden her ay maaş veren gani gönüllü bakanlar bilirim ama M.
Ali kadar "İşsizlik" problemi için pratik ve sonuç alıcı çare üreteni de ilk defa görüyorum.
Kendisini kutlarım.
Hukukçu olan Şahin, Başbakan Yardımcılığı-Adalet Bakanlığı-TBMM Başkanlığı yaptı.
Yanında çalışanlara "Baba" gibi davranması, memleketi Karabük'e babasının elini öpmeye, oğlu ile beraber devletin helikopteri ile gitmesi ve Deniz Feneri olayının içyüzünün ortaya çıkması için ağııır fakat emiiiin adımlarla çalışması ile ünlüdür.
Bu devlet büyüğümüz dedi ki;
"Gezi Direnişi, AKP Hükümetini düşürmeyi amaçlamıştır.
Bu eylemler TCK' nın 312.
Maddesi kapsamında değerlendirilmeli ve eylemciler müebbet (ömür boyu) hapisle cezalandırılmalıdırlar."
M.Ali'deki zekâyı bilmeyenler hemen manşet attılar; "Yok devenin pabucu, asın bari" dediler.
Hâlbuki adamcağız işsizliği yok etmek için böyle söyledi.
Erdoğan, gezi eylemcileri için işsiz-güçsüz-çapulcular demişti ya, adam işsizleri toplayıp cezaevine kapatacak ve devletin şefkatli elleri bu işsizlere bakacak!
Sonuçta ne olacak?
İşsizlik düşecek akıllım, işsizlik.
Şimdi anladın mı?
Bu projeyi çekemeyen "Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi" derhal atağa geçerek, M.Ali'nin buluşunun pabucunu dama attı.
"Adama göre iş yaratma" felsefesinin en ileri örneğini veren üniversite,
Basın İlan Kurumu aracılığıyla verdiği ilanda, işe alınacak öğretim üyelerinde istenen şartları yazıyordu!
Başbakan'ın üniversitesi bir dalgınlık sonucu yani "Sehven!" , sınavla işe alacağı elemanların isimlerini de ilana yazıverdi!
Hadi canım olur mu böyle rezillik, demeyin.
Vallahi de, Billahi de, Tallahi de oldu!
İşsizliği önlemek için ne kadar ince çalıştıklarını gördünüz mü?
Siz, siz olun bir daha ak ve tertemiz hükümetimize laf etmeyin.
Yok efendim, yılbaşından 19 Temmuza kadar, vatandaşın kredi kartı borcu 40 Milyar daha artmış ve kredi kartında toplam vatandaş borcu 305 Milyar lira olmuş da, dış açık 50 Milyar Doları aşmış da, bir sürü lagara-lugara.
Başbakan sizlere kredi kartı almayın demedi mi?
Dedi.
Niye aldınız?
Ona mı sordunuz kartları alırken?
Erdoğan'ın çocuklarının kredi kartı borçları mı var?
Onlar gibi olsanız ya?
Kendinize gelin, siz sadece oy vermekle ve bir daha ki sandığı "Hacı Yolu" bekler gibi beklemek zorundasınız.
Sizin vatandaş olarak göreviniz ve işiniz budur.
Gerisi racona ters olur.
Oturun oturduğunuz yerde.
Alın makarnayı-kömürü, bakın dalganıza.
İşte o kadar!
Not; Tek parti döneminde, "Vali Paşa"lar vardı.
Adam hem vali, hem komutan, hem belediye başkanı idi.
Mutlu Vali Paşa, kendini öyle sanıp 5 Ağustos için Silivri'ye gitmeyi yasaklamış!
Vali Paşa, oldu olacak "sıkıyönetim" ilan et.
Nasılsa arkanı hukuksuzluğa dayamışsın, kullanıldığının farkında değil misin?
O saçları değirmen de mi ağarttın?
Sen yat-kalk dua et ki, verdiğin o emri sana yedirecek cesarette bir Genel Başkan yok, maalesef.
İçlerinde "Adam" gibi yürekli bir Genel Başkan olsaydı, yüz binlerce kişi ile Silivri'ye gelir ve sana verdiğin o emri geri aldırtırdı!
Neyse, bunlar iyi günleriniz.
Az kaldı, az…
Sağlık ve başarı dileklerimle 03 Ağustos 2013
İLK KURŞUN
Suay Karaman: LAİKLİK ÜZERİNE
04 Ağustos 2013
Yeni CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, 21 Eylül 2010 tarihinde Berlin'de gazetecilere yaptığı açıklamada; "ben bugün için laikliğin tehlikede olduğunu düşünmüyorum.
Eğer tehlikede dersek bunun altını doldurmak lazım, askıda kalır, gerekçelendiremem" demişti.
Oysa ülkemizde yıllardan beri laiklik tehlike altındaydı.
Özellikle on yıllık AKP döneminde yapılanların hepsi laikliğe aykırı eylemler olarak tarihte yerini almıştır.
Üstelik 30 Temmuz 2008 tarihinde Anayasa Mahkemesi tarafından AKP'nin "laiklik karşıtı söylem ve eylemlerin odağı olduğu" karara bağlanmıştır.
Laik ve demokratik cumhuriyetimizi, "laiklik karşıtı söylem ve eylemlerin odağı olduğu" tescillenen bir partinin yönetmesi ise, dünyada eşi benzeri görülmeyen bir tutarsızlıktır.
12 Eylül 2010 halk oylaması öncesinde yeni CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, "türban sorununu biz çözeriz" diyerek, türban sorununu içinden çıkılmaz bir duruma sokmuş ve siyasi iktidarın yapamadığını yapmıştır.
Anayasa Mahkemesi kararlarına göre siyasal İslam'ın simgesi olan türbanın yükseköğretimde yasak kararı devam etmektedir.
Anayasa'da tanımını bulan laiklik ilkesi, Anayasa Mahkemesi ve Danıştay kararlarında da vurgulandığı gibi, siyasal İslam'ın simgesi olan türbana geçit vermemektedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de türban yasağının, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin din ve inanç özgürlüğü ile eğitim alma hakkına ilişkin düzenlemelerine aykırı olmadığına karar vermiştir.
Demokrasi ilkesi yönünden başkalarının hak ve özgürlükleri ile kamu düzeninin korunması amacıyla getirilen bu yasağın meşru olduğunu karara bağlamıştır.
Ege Üniversitesi Fen Fakültesi öğretim üyesi Prof.Dr.Esat Rennan Pekünlü, türbanlı öğrencileri sınıfa almadığı gerekçesiyle açılan davada, İzmir 4.Asliye Ceza Mahkemesi'nin 13 Eylül 2012 tarihinde verdiği karar sonucunda iki yıl bir ay hapis cezasına çarptırılmıştır.
Halbuki öğrenciler derse girmiş, Pekünlü sadece türbanlı olarak derse girdikleri için tutanak düzenlemiş ve görüntüleyerek, dekanlığa göndermiştir.
Türbanlı öğrenciler, ifadelerinde derslere alınmadıklarını söylemişler ve mahkeme de türbanlı öğrencilerin eğitim hakkının engellendiği savıyla ceza vermiştir.
Prof.Dr.Rennan Pekünlü'ye "eğitim hakkını engellemek" gerekçesiyle verilen iki yıl bir ay hapis cezası Yargıtay tarafından onanmıştır.
Yargıtay'ın onama kararında da anayasa hükümleri, Anayasa Mahkemesi, Danıştay ve AİHM kararları yok sayılmıştır.
Yargı kararları, yürürlükteki hukuk kurallarına göre değil dönemin politik güç dengelerine göre verilirse, anayasanın ve hukuk devletinin anlamı bitmiştir.
Gelinen noktada hukuka aykırı şekilde derslere türbanlı olarak giren öğrenciler korunurken, hukuku uygulayan öğretim üyesi cezalandırılmıştır.
Prof.Dr.Rennan Pekünlü'ye verilen hapis cezasının onanması ile aslında laikliğe hapis cezası onanmıştır.
Bu ceza ile laiklik ilkesi bitirilmiştir ve bugün hala bu durum üzerine konuşamayanlar da, bunun baş sorumlularıdırlar.
Rennan Pekünlü ile ilgili olayların gelişiminde Zaman Gazetesi'nin katkısıyla Ege Üniversitesi Rektörü Prof.Dr.Candeğer Yılmaz'ın da büyük payı vardır.
Tekrar rektör olarak atanmak isteyen Ege Üniversitesi Rektörü, özünde laik cumhuriyeti savunan Rennan Pekünlü sorununu çözebilmek için verdiği talimatlardaki gerçek dışı beyanla anayasayı tahrif etmek, öğrencileri ve öğretim üyelerini suça teşvik etmek, kendi çıkarı için gerçekdışı içerikte resmi evrak düzenlemek ve yargıyı etkilemek amacıyla Cumhuriyet Savcısına gerçekdışı beyanda bulunmak gibi ağır cezalık suçları işlemeyi göze almıştır.
Yapılan hukuk tanımazlık sonucunda gerçek dışı beyanlarla Rennan Pekünlü'ye ceza verilirken, Ege Üniversitesi rektörü görevinin başındadır.
Rennan Pekünlü, YÖK'ün ve Ege Üniversitesi yönetiminin sözlü "kanunsuz emrini" dinlememiş, anayasal kuralları ve yüksek mahkeme kararlarını uygulayarak görevini yapmıştır.
Rennan Pekünlü'ye hapis cezası verilmesine neden olan bu süreçte, YÖK, Ege Üniversitesi Rektörlüğü, Danıştay, Mahkeme, Yargıtay ve türbanlı öğrenciler anayasayı ihlal suçu işlemişlerdir.
Bu olayın asıl suçluları, süreçteki tüm kişi ve kurumlardır.
Bu önemli olaya sessiz kalan herkes suçludur.
"Kaygılıyız" diye bildiri yayımlayan ve kendilerini aydın sınıfına koyanlardan ses çıkmamaktadır.
Laikliğin tehlikede olmadığını düşünen yeni CHP Genel Başkanı'nın sesi duyulmamaktadır.
Yasaları uygulayan Prof.Dr.Rennan Pekünlü'ye ceza verilmesi, demokratik ve laik cumhuriyeti savunanlar ile hukuk devletine bir tehdittir.
Ancak tüm tehdit, saldırı ve cezalar bizleri yıldıramaz; cumhuriyet değerleri ile Atatürk ilke ve devrimlerini savunmamıza engel olamaz.
Siyasi iktidar ve "ileri demokrasi" adını verdiği ileri faşizmi, örgütlü toplum tarafından yıkılacaktır.
Siyasi iktidarın tüm yasaklamaları, yurtseverlerin 5 Ağustos 2013 günü Silivri'ye gitmelerini engelleyemeyecektir..
İLK KURŞUN
Aytun Çıray: "Fişlenen hastaların bilgileri kimlere satılıyor?"
04 Ağustos 2013
CHP İzmir Milletvekili, Sağlık Komisyonu Üyesi Dr.Aytun Çıray soruyor: "Fişlenen hastaların bilgileri kimlere satılıyor?"
12 Aralık 2012'de yaptığım bir basın toplantısında, "Şu anda hastaların devletteki tüm kayıtları depolandı, özel muayenehane ve özel hastanelerden de toplanıyor.
Adres bilgileri, sağlık bilgileri, alkol, madde bağımlılığı ve aklınıza gelebilecek her türlü kişisel bilgiler alınıyor.
Bu, Anayasa'daki kişi hürriyetine, güvenliğine, özel hayatın korunmasına, uluslararası insan hakları kurallarına aykırıdır ve hastaların fişlenmesine yöneliktir.
Hastaların bilgileri hukuken kişisel bilgi kapsamındadır.
Bu uygulama 1985 Lizbon Bildirisi'ne de aykırıdır.
Özel bilgiler, kişinin rızası ve yargıç kararı olmadan kullanılamaz.
Bilgilerin emin ellerde olduğu kesinlikle söylenemez" demiştim.
"AKP'li bakanlar ve SGK Anayasa'yı ihlâl ediyorlar"
Maalesef haklılığım tahminimden çok daha vahim bir şekilde ortaya çıktı.
76 milyon vatandaşın sağlık bilgisini SGK'dan ihalesiz alan ortakları siyasiler ve yakınlarından oluşan Data Med şirketine ihalesiz, bir protokol ile verildiği iddia ediliyor.
Şirket ne yazık ki sağlık verilerini SGK'dan almaya başlamış ve ilaç şirketlerine satacak.
Bu durumda AKP'li bakanlar ve SGK Anayasa Mahkemesi'nin CHP'nin itirazı üzerine aldığı iptal kararının ruhuna da aykırı hareket ediyorlar.
Çünkü Anayasa Mahkemesi Sağlık Bakanlığı'nın görevlerine ilişkin Kanun Hükmündeki Kararname'deki (KHK) "hasta fişlemesi"ni maddesini iptal etti.
"Hasta sırlarının satılması haneye ve namusa tecavüzdür"
Vatandaşlarımızın sağlık ile ilgili sırlarının üç kuruş paraya elden ele gezmesi ve satılması ahlâksızlıktır.
İnsan haklarına aykırıdır.
İnsanın sağlığı ile ilgili sırları bazen en yakınlarından, eşinden, çocuğundan, anasından, babasından bile saklıdır.
Yapılan iş aynı zamanda haneye ve namusa tecavüzdür.
Ele geçirilen bilgiler şantaj aracı olarak kullanılabilir.
Bel ağrısı olan bir yakınım, bir vakıf hastanesi tarafından arandığına göre bu bilgiler yayılmaya başlanmış bile.
Sağlık Bakanı'nı bu rezilliğe derhal müdahale etmeye davet ediyorum.
Dr.Aytun ÇIRAY
CHP İzmir Milletvekili, Parti Meclisi Üyesi
a45UyF587661-201307301451-15
^^^^^ - vvvvv
zaryop:jaro
Gercek cesaret,yalniz ayip ve hatadan korkmaktir.Cenap sehabettin
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
| Kurmus oldugum gruba uye olun Moderasyonsuz, sansursuz ve ozgur bir gruptur: Ozgur_Gundem-subscribe@yahoogroups.com | Ayrilmak isterseniz de : Ozgur_Gundem-unsubscribe@yahoogroups.com | Grup Sayfamız : http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/ | Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz. http://orajpoyraz.blogspot. |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder