28 Mayıs 2014 Çarşamba

Bülent ESİNOĞLU : Bir sonraki nesil için nostalji; Laiklik

Bu sefer dış mihraklar değil.
Evet, ülkemiz bir din ve mezhep savaşına itilmekte.
Bu hem iç savaş hem de komşularımızla savaş anlamı taşımakta.
Ve bunun yapan bizzat başbakan, onun hükümeti, onun üyesi olduğu parti ve onun yaşam imkanı bulduğu toplumsal mürteci zemin.

Kimse başkalarını suçmasın.
Kimse dış mihraklardan, karanlık güçlerden bahsetmesin.
Kimse ülkenin tam da kalkışa geçtiği sırada bozgunculuk yapanlardan,
yem borusu kesilenlerden bahsetmesin.
Hepsi de palavradı.

Alevi katliamına azmettiren bir başbakanımız vardır.
Aslında aynı başbakan polisi de halka ateş açmaya da azmettirmiştir.
Bir de tesbit etmek lazım.
Polis teşkilatı özellikle sünni şeriatçı dönüşüm taleplerine direnmesi muhtemel kişilere ateş açmak üzere yeniden yapılandırılmıştır.
Son yıllarda yaşanan toplumsal olaylarda yaşanan hunharlık, gaddarlık, merhametsizlik, hınçlılık bu yüzdendir.

Ve şunu da belirtmek lazım.
Bu başbakan cikletten çıkmadı.
Onu iktidar yapan bir toplumsal hareket vardır.
İşte bu toplumsal dönüşümde yaşanan gelişmelerden sorumludur.
Açıkçası AKP oy verenleri de sorumludur.
Bu kalabalık yarın bir sünni-alevi çatışması olduğunda çatışmaya hazır olanlardır.

Evet, açık açık belirtmek ve kabul etmek gerek.
Karşımızda iktidarın ardında duran kesimler içinde asla önemsiz sayılamayacak çoklukta bir kesim ülkede bir sünni şeriat rejiminin taraftarıdır.
Bunlar diğer dinler ve inanışların altına sığındığı laiklik ilkesine açıktan cephe almıştır.

Kimse şaşırmasın, şaşırmış gibi yapmasın.
Sünni şeriat rejimi talebi yeni değildir.
Yabancı güçlerin de desteğiyle on yıllardır yapılan çalışmalarla mesafe almıştır.
Binbir çeşit cemaatin büyük bölümü niyetlerini açık açık dillendirmiştir.
Ve sonunda bu cemaatler bir koalisyonla ülkeye hakim olma imkanı da bulmuştur.

Başbakan bu toplumsal dönüşümün tıpkı bir buz dağı gibi suyun üstünde görülen kesimidir.
AKP oy verenlerinin önemli bir bölümü onunla aynı fikirdedir.

Eğer gidişat bu güne kadar geldiği gibi giderse, başka islam ülkelerinde yaşanan kanlı iç savaşlar ülkemizde de yaşanacaktır.
İç çatışmalar artıkça ve devam ettikçe, ötekilerin, halkın önemli bir bölümünün ülkeden göçmesi, mülteci olması açıkçası ülkedeki varlığının son bulmasıyla sonuçlanacaktır..
Bu adeta kaçınılmaz bir kader gibidir.

Şimdi mesele sünni şeriat rejimini iyi birşey sananların, buna taraftar olanların ikna edilmesi konusudur.
Bu dönüşümü yaşamış diğer islam ülkelerinde yaşananlar ve halkın içine düştüğü durumları göstermek gerekecektir.
Halk tekrar tekrar düşünmeye sevk edilmelidir.
Komşusunun, hemşehrinin, vatandaşının ve kendisinin kanını dökmekle sonuçlanacak tercihlerin maliyeti herkese anlatılmalıdır.
Yaşadığımız her seçim ve referandum aslında bu türden bir tercihin göstergesidir.
Özellikle dindar kesimleri uyarmak gerek, verdikleri oylar sonunda böyle bir gidişatın gerekçelerini yaratacaktır.

Ben doğrusu üstüme düşeni yapıyorum.
Halkı islam, özellikle de politik islam denilen fikir kanserinden kurtarmak için aydınlatma görevimi yapıyorum.

Herkes gözünü açarak bakmalı.
İslam alemi yerine göre 1000-1500 yıldır huzur, refah yüzü görmemiştir.
Sürekli bir fakirleşme, çürüme, gerileme ve çöküş yaşanmıştır.
Binbir çeşit toplumda, yüzlerce yıl süren bir sürü toplumsal deneyim yaşanmıştır.
Asla başarı hikayesi değildir.
Bir ideoloji hatta bir din olarak zarar verdiği açıktır.
2014 yılı itibariyle doğrudan askeri işgal altında, ya da idari, askeri, ekonomik vesayet altında olmayan tek bir Müslüman toplum yoktur. (O.P.)
Herkes bunu çok iyi düşünmeli.

Özellikle de, ülkemizin sünni şeriat rejimi taraftarları bunları iyi bilmeli ve düşünmeli.


Oraj POYRAZ
L2fSIJNoA0xfSNxA


Bülent ESİNOĞLU : Bir sonraki nesil için nostalji; Laiklik

Erdoğan'ın Almanya konuşması, Türkiye'yi gelecekte bekleyen yeni çatışmaların habercisi niteliğindeydi.

Konuşmanın içinden iki hususu öne almak gerekiyor.

Birincisi; dinle tahkim edilmiş başkanlık/diktatörlük düzeninde kararlılık.

İkincisi ise; Batıya bağımlılık yeminleri…

Dinle tahkim edilmiş başkanlık ya da diktatörlük düzeninden başlayalım.

Diktatörlük, yani verdiği kararların sonuçlarından sorumsuz, ama kararları hep sorunlu olan bir yürütme düzeni…

Dinle tahkim edilmiş başkanlık nasıl bir şey dersek, bir kısmını zaten yaşadık, yaşıyoruz.

Dinle tahkim edilmiş başkanlık, adım adım yol aldığından, ısınan suda ölen kurbağa misali, farkındalığımız dumura uğradı.

Dinle tahkim edilmiş bir yönetim, mevcut yasalarımıza göre suçtur.
Anayasa'ya göre de suçtur.

Camilerin önemli bir kısmını, siyasal örgütlenme zemini olarak kullanıyorlar.

Camiden içeri laiklik giremiyor.

Örgüt için kullanılan camiden çıkanlar, bir dindar olarak değil de, dinle tahkim edilmiş bir siyaset militanı olarak, her yere girebiliyor.

Devletin içinde örgütlülüğünü sürdürüyor.
Devletin verdiği ya da dağıttığı yabancı sermaye ortaklığından yararlanıyor.
Böylece dinle tahkim edilenler, bir de mali olarak tahkim ediliyorlar.

Dinle tahkim edilmiş örgütlenmeyi, rant ile de tahkim edince, ortaya, hatırı sayılır bir güçlü örgüt çıkıyor.

Erdoğan'ın Almanya konuşmasını 12 televizyon verdi.

Yalova konuşmasını 11 televizyon canlı verdi.

Siyasal savaşların mekanı medyadır.
Ama tek yanlı medya değildir.

Ancak bu bir siyasal savaşta değil, halkla savaş şeklinde yürüyor.

Erdoğan, Almanya'daki konuşmasında, Ateist Alevileri ülkeyi karıştırmakla suçladı.

Ateist Aleviler diyerek, Alevileri İslamiyet dışı tutmaya çalışıyor.

Aslında, tüm Alevileri dindışı tanımlayarak, diğer Müslümanları Alevilik üzerine kışkırtmanın kaldırım taşını döşüyor.

Bir başka ifadeyle, Alevileri ve laikleri toptan karşısına almaktan çekindiği için giriş peşrevleri yapıyor.

Almanya konuşması, Sünni İslam'ın dışındakileri, İslam karşıtı konuma kayma konuşmasıydı.

Laiklikle olan örtülü kavganın, Ateist Alevi maskesi altında sürdürüldüğü bir konuşma…

Dinle tahkim edilmiş bir diktatörlüğe karşı mücadele edilecekse, bu mücadelenin bir stratejisi olmalıdır.

Stratejinin ana unsuru; kaybettiğimiz laikliğin yeniden kazanılması olmalıdır.

Erdoğan'ın konuşmasının ikinci önemli unsuru; Batıya olan bağımlılık teminatının yeniden tekrarlanmasıydı.

Dünyada yeni dengeler oluşurken, Batıya bağımlılık beyanları, Türkiye'nin her şartta Batıya teslim olacağının ifadesiydi.

"Siz bizi almasanız bile, biz AB'ye girmeye ve görevlerimizi yerine getirmeye devam edeceğiz" sözünün Batıya verildiği mekandı, Almanya.

Erdoğan Batıya(AB-D) diyor ki; Ben size her şartta bağlı olmaya devam edeceğim.
Ancak sizde benim, Türkiye'deki iktidarıma saygı duyun.
Ben Türkiye'de ister dinle tahkim edilmiş bir iktidar uygulaması yaparım, ister başkanlık sistemi uygularım.

Siz benim(RTE) yönetim tarzıma karışamazsınız.

Türkiye'nin dışında benden ne isterseniz yaparım, ama siz laiklik fala derseniz ben yokum demek istemektedir.

Erdoğan ile sömürgecilerin bütünleştikleri yer de burasıdır.

Ya dinle tahkim edilmiş bir zorba güçle mücadele edip, laikliğimizi yeniden kazanacağız.
Ya da diktatörlüğün kölesi olmaya razı olacağız ve laikliği bir nostalji olarak hatırlayacağız.

26.5.2014, bulentesinoglu@gmail.com

 

 


a45UyF587661-201307301451-undefined

  ^^^^^ - vvvvv

 

zaryop:jaro
Savasi sonlandirmazsak, o bizi sonlandiracak.

Herbert George Wells
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
Kurmus oldugum gruba uye olun
Moderasyonsuz, sansursuz ve ozgur bir gruptur:
Ozgur_Gundem-subscribe@yahoogroups.com
Ayrilmak isterseniz de :
Ozgur_Gundem-unsubscribe@yahoogroups.com
Grup Sayfamız :
http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz.
http://orajpoyraz.blogspot.com/


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder