Version: GnuPG v1.4.12 (MingW32)
mQENBFJVPgkBCADHCogZOaa0sSeGm/heZDg3BJJVqMIbuH8wKLwzj13yjNiUzUzd
F7Qs2rXmHVlnmlNYhRK6+TxpwGJd+h+kLGvaAynkqpimiSeQXJgEQ65jfnzxpfeH
Nt2zlge74/PZEIabfjJsh88JOJo+y17yQQe/StUf1b4ImrUv3029KWyvJ6xWIzKj
dYcFCgO2+rsZkuiGSURHlZrUBB4irBY+wwj2N7ppuTSyG3beGG1Ono5LjT3acJci
WJM8EFbxHwii5WV6f1SiWbR459qUMqH4H2fMgr+5LPfFzY1mN8ozg8divy7AVEZM
SAh+mRRw2vtwWPXKLEUWUmaJjS40KY0dmztBABEBAAG0KVQuQy4gT3JhaiBQT1lS
QVogPGNpbWNpbWVAbmVvbWFpbGJveC5uZXQ+iQE+BBMBAgAoBQJSVT4JAhsjBQkJ
ZgGABgsJCAcDAgYVCAIJCgsEFgIDAQIeAQIXgAAKCRDa/SIDPzu9IaWUCACiWPRb
GfyAEqVLN2wHoJH2sHjGl7gwMMPJP03PkemDM4Gh4ooVinzTN12qMAvXwUErk/zj
VGfqQPRwRV41Tg7eDVGuNcc2g4knlA+/4zec9i7y2f7+n/r0CLEEt/u2alYfbllj
q6BREpvwNEwndb4jXqI0d7cQ1NeaXR+VzuAX6dUpunbHI10SGglg+GaGa7pSlfdY
vPqI3k3eBO+EsuJ8dDqa844iEsqUQwGDT9oRSpUnDyjTuOeUbHo7W+AuqyZWE3vu
r2HEMI3+tow7AdO77HB6sAJfGcoDPt0qPkVvDRcetD/bsQwM8FNF3WyZqFCkhgY7
mLnVFHl+np5B8VMTuQENBFJVPgkBCAD2s6wu7zhBmGTvUJ+ekvUmVrAxSFhonrJl
YehdGt4fYdZUrOLQl1JhynbvR6rRA/58SGXqsfoecWskCZrGETBaJi8UAbaWJ34d
AGe4Is1auV5iKZJ9qx6lLOiF11KXQCnZnu4mJWDQ5LpU7vHFsoRsyW5JjWbOwGTO
RjmIyjb5O9aZFloa2vJOVE3rgiG/ONeeTFRsy8VY5MmEvYERye3cGyG+KQicVI3E
tu6NnMaS+s/sKWKsM6W7SoPKj+AViMKAe2qkh9H23oOwQ5Oj2cfZd2NqjAA/B6t4
gTMhJ82u0yuJ20eMgAECezifCw7CqPXROAGHjVk12lFhR7/FfSjHABEBAAGJASUE
GAECAA8FAlJVPgkCGwwFCQlmAYAACgkQ2v0iAz87vSG0Rwf+LiWOr6RPOpyxx9le
9U7ZyX3V1e0OutJfyPwLWuo4PYV26udAvis+92r6jdTP/PonQvzVOVKsZ8syWip6
Q76axkosJQnWV6+UOZu/+K2K7DnIO8k0xzOCEeZXn9oXGTsQvurt/qeD4qLIMH20
510G7rC38W4CHdwshGLI+mbj7A0341E82e+b6UMJTn0PxcUfypSrjTxSLOJqSeyi
L3ZlRm4mYZvtgxGjtzh2+SqV30N8SEDJtGu8mwJnZlrbsI97UZrCDh4SS3rxFQu3
DeaXhqzgoC5wehqhSHBv5Ad7EAt4mLpaI+A9ggp6qykaluY/0k4mSFlunJDPi3Z2
ROjy5Q==
=sqcm
-----END PGP PUBLIC KEY BLOCK-----
Sayın Olgun,
Doğrusu ben sizin söylediklerinizden neye itiraz ettiğimi hatırlamıyorum.
Ancak, aşağıda söylediklerinizin aklıma getirdikleri üzerine konuşmak isterim.
İnsanın köpeğe benzer halleri vardı.
İnsanın kertenkeleye benzer halleri de vardır.
İnsanın solucana benzer halleri de vardır.
İnsanın bakteriye benzer halleri de vardır.
Aslında insan evrimsel süreç boyunca hangi duraklara uğradıysa o safhaya ait izler, belirtiler, benzerlikler taşır.
Biz bu izleri embriyolojide, genetikte, anatomide, nörolojide, biyokimyada, davranış kalıplarında, psikiyatride ve hemen her alanda görürüz.
Tıpkı bir soğanın katmanları gibidir.
En içte en derinde en eski olan, en dışta en yeni olanı görürüz.
İşin güzeli ve tuhafı üst üste birikmiş olan bütün bu evrimsel miras hala daha işe yarayan katmanlar oluşturur.
Daha önce yazmıştım.
Evrimsel açıdan ve embriyolojik gelişim açısında olup bitenler birbirine paraleldir.
Anne karnında sırayla neler oluyorsa, evrimsel süreçte olanların benzeridir.
Insan anne karnında önce bir hücre kümesi olur.
Sonra üstü ve altı olan yassı bir varlık olur.
Deniz anası gibi.
Sonra başı ve kıçı oluşur.
Yassı solucan olur.
Sonra kendi üstüne katlanır ve bir tüp şeklini alır.
Tüp solucan olur.
Üst üste katlanmış olan tübün içinden endoderm, ortasından mezoderm, dışından da ektoderm organları ve dokuları oluşur.
Sonra bu tüp şeklindeki embriyonun bir tarafı baş bir tarafı kıç olur.
Sonra baş tarafında nörolojik bir kümelenme olur.
Burada evrimsel sırasına göre pons, bulbus, beyincik, orta beyin ve üst beyin oluşur.
Tüp şeklini almış embriyonun uzuvları belirir.
Uzuvları olan ilkel balık atalarımız gibi.
Nörolojik olarak en ilkel canlılarda bile bir nöral faaliyet vardır.
Mesela deniz anasında falan, batan bir cisim karşısında çekilme gibi reaksiyonlar gerekir.
Biz buna refleks diyoruz.
Bunlar için gereken zeka omurga boyunca yeteri kadar vardır.
Bunun için daha yüksek bir organizasyona gerek yoktur.
İnsanda bu mirası diz refleksiyle görürüz.
Refleksler hala daha hayat kurtarır.
Göz kapama refleksi.
Işık refleksi.
Üro kolik refleks, gastro kolik refleks ve daha niceleri.
Bazıları işe çok işe yaramaz, bazılar hala daha önemlidir.
İlkel canlılarda bu tüp şeklindeki canlının başı kıçı yoktur.
Ortadan kesseniz, eşit özellikte iki canlı elde edersiniz.
Örneğin solucan.
Ve refleksler nöral tüp boyunca her yerde olduğundan kestiğinizde kaybolmaz.
Bu yüzden omurga kesisi olan insanlarda refleksler için gereken nöral devreler hala daha çalışır, üstelik onu baskılayan üst merkezlerden kurtulunca daha da kuvvetli çalışır.
Biz refleks muayenesiyle buna bakarız.
1nci Kafa Çifti- nervus olfactorius: sadece koku alır, yani sadece sensor. 2nci Kafa Çifti- nervus opticus: optik sinir, sadece görmeyi sağlar, sadece sensor. 3nci Kafa Çifti- nervus oculomotorius: göz kaslarını inerve ediyor. parasempatik etkiyle sfinkter pupilla ile pupili daraltıyor. sadece motor. 4nci Kafa Çifti- nervus trochlearis: gözde sadece superior oblik kasını hareket ettiriyor. sadece motor. 5nci Kafa Çifti- nervus trigeminus: motor olarak çiğneme kaslarını inerve eder, sensor olarak da yüzün hissini alır. hem motor hem sensor 6nci Kafa Çifti- nervus abducens: motor olarak sadece rektus lateralis kasını inerve eder. 7nci Kafa Çifti- nervus facialis: motor olarak mimik kaslarını inerve ediyor. sensorü dilin ön 2/3lük tat duyusu. parasempatiği, lacrimal, submandibular sublingual bezlerden tükrük salınmasını sağlıyor. 8nci Kafa Çifti- nervus octavius (statoacusticus): duymayı ve dengeyi sağlıyor, saf sensor. 9nci Kafa Çifti- nervus glossopharingeus: motoru sadece stylopharyngeus kasını inerve ediyor. parasempatik etkiyle parotisten tükrük salgılıyor. 10nci Kafa Çifti- nervus vagus: motorla farinks ve larinks kaslarını inerve ediyor, parasempatik etkiyle organlarda yavaşlama yapıyor ya da gis te hızlanma gibi. 11nci Kafa Çifti- nervus accessorius: trapezius ve sternocleidomastoidi inerve ediyor. sadece motor. 12nci Kafa Çifti- nervus hypoglossus: sadece dil kaslarını inerve ediyor |
Solunum merkezi omuriliğin en üstünde ponsta bulunur.
Merkezi bir işlev olduğundan solunum merkezi tahrip olunca solunum bozulur, duraklar, otonomisini kaybeder.
Merkezi akıl devreleri içinde ilk ayrışan nöral devre solunumla ilgilidir.
Daha ilerisinde bu canlının ayakları vardır.
Bu ayaklar üzerinde durması bir denge sistemi gerektirir.
Sürüngenler işte bu aşamayı temsil eder.
İşin buraya kadar olan bölümünü beyincik halleder.
Ve beyincik insanda da aynı işi yapar.
Sürüngenlerle birlikte ve daha sonrasında ilkel bir akla ihtiyaç vardır.
Üremek için, doymak için, canlı kalmak için, yaşamak için.
Bütün bunlar limbik sistemde yer bulur.
Burası orta beyindedir.
Yani orta beyin sürüngen zekasının merkezidir.
Limbik sistem insanda da önemlidir.
Ve limbik sistem insanda da aynı amaçlarla varlık bulur.
Biz buna duygular diyoruz.
Bu duygulardan en önemlisi yaşama dürtüsüdür.
Çünkü insan evrimsel zincirin en tepesinde yerini alana kadar bütün ataları yaşamayı tercih etmiş olanlardan evrilmiştir.
En temel dürtüdür.
Biz buna libidinal enerji diyoruz.
Yaşam enerjisi, yaşama iradesi yani.
Bu duygu ve dürtü hala daha insana yaşama enerjisi veren temel dürtüdür.
Bu dürtü olmasaydı modern insanın idrak ve muhakemesi kolayca ölmeyi tercih edebilirdi.
Çünkü akıl tek başına yaşam için ihtiyaç duyduğumuz gerekçeleri üretmez.
Bir de uçan, koşan, atlayan canlılar vardır.
Bunlar fiziki olarak öngörmek ihtiyacı içindedir.
Bu daha çok işlem gücü gerektirir.
Bu planlama demektir.
Bu yönelme demektir.
Bu etrafından dolaşmak demektir.
Bu serebral korteks gerektirir.
Görüntüleri eşleştirme, sesleri eşleştirme, kokuları eşeştirme.
Ve en sonunda zirvede olayları eşleştirme.
Işte bu vakitten sonra idrak ve muhakeme başlar.
İnsan Determinizmi fark etmiştir.
Yani neden sonuç ilişkilerini.
Bir şey olur, sonra başka bir şey olur.
Ve insan bu iki şeyi bir biriyle eşleştirir.
Bu eşleştirmeler bazen tutarlıdır.
Bazen tutarsızdır.
Bazen olan iki olay arasında kurulan ilişki gerçektir, bazen değil.
İşte buraya geldikten sonrası bir eşik oluşturur.
İnsan zekasına geliyoruz.
Artık insan maymundan farklıdır.
İnsan beyninde algılarına göre tam olarak temsili bir dünya oluşturur.
Algılarındaki dünya gerçek dünyayla tam olarak uyumlu olmayabilir.
Veriler yetersiz olabilir.
Ancak, insan zekası artık kendini çevreleyen evrenin büyük bölümünü tasnif edebilmektedir.
Tasnif edemediklerinin yerin ne yapar?
İşte zurnanın zırt dediği yer burası.
İşte burada insanın yazılımı ve donanımı uydurmaya başlar.
Yerine koyar, temsil eder, var sayar.
Açıkçası bilemediğinin yerine uydurur.
İnsan adını koyamadığı, tasnif edemediği şeyler yerine temsili bir şey koyar.
Bilgisayar programcıları bunu bilir.
VOID diye bir değişken vardır.
C++ dilinde pointer tipi değişkenlerden tanımsız olanıdır bu.
Işte tanrı, bilinç, ruh, cin, peri, ve bunun gibi bütün soyutlamalar bu sınıftandır.
C++ programlama dilindeki void pointer değişken tipi yani.
Void değişkenler hafızada bir yeri gösterir.
Ancak diğer bütün değişkenlerden farklı olarak bu değişkenin tipi belli değildir.
Diğer değişkenler int, yani tam sayı, char yani karakter, dizi tipi ve bunun gibi belirli tiplerdir.
Ancak, VOİD tipi değişken niteliği belirsiz bir veriyi işaret eden evrensel bir değişkendir.
Bilgisayar programcıları böyle bir değişkene neden ihtiyaç duyduysa insan zihni de niteliği, niceliği belirsiz olan bilinmeyenler için kendi belirsizlik değişkenin yaratmıştır.
Bütün soyutlamalar böyledir.
Ruh, bilinç, tanrı, melek, cin ve bunun gibi.
Peki bilgisayar programcıları neden belirsizlik ifade eden bir değişkene ihtiyaç duymuştur.
Ve neden insan zihninde benzeri şekilde belirsizlik ifade eden soyutlamalar vardır.
Bu tamamen idrak ve muhakemenin bilinç seviyesine ulaşmasıyla ilgili bir ihtiyaçtır.
Cengiz Han kanunlarından bana ilginç gelen:
|
Görünen o ki, maymunların tanrıları, melek, şeytan, cennet ve cehennem anlayışları yoktur.
Şempanzeler ölümü bilirler, ancak bunu gerçek üstü bir alemle bağlantılandıramazlar.
İnsanlar tarafından özellikle öğretilirse bilir ve depresyon alametleri gösterirler.
Kısacası şempanzelerin dini yoktur diyebiliriz.
İnsanı diğer bütün hayvanlar ve maymunsulardan ayıran en önemli fark idrak ve muhakemesinin doğadaki neden sonuç ilişkilerini fark etmiş olmasıdır.
Bu fark çocukluk çağından itibaren aşama aşama gelişir ve erişkinlikte zirveye ulaşır.
5 yaş altı çocuklara tanrıyı anlatmak çok zordur.
Örneklerle anlatmak gerekirse, insan bir ışık patlaması olduktan sonra gök gürültüsü duyunca hemen fark eder.
İkisi arasında bir ilişki vardır.
Topraktan buğu çıkmaya başladığında ardında kış uykusuna yatan hayvanlar çıkar ve insan bunu da hemen fark eder.
Canlıların çok uzun süre harekesiz kaldığında bozulduğunu ve çürüdüğünü fark eder.
Mevsimlerin döngüsü olduğunu fark eder.
Ölümü fark eder.
Bütün bu algılar ve bilgileri birbirine bağlar.
Her şeyin bir nedeni vardır, her nedenin bir sonucu vardır.
Bu büyük oranda insana has bir özelliktir.
Bu yeteneği geliştikçe yaşam şansı artar.
Biz zekanın gelişmesi olarak bunu anlarız.
İnsan bunca olgu ve algıyı bir birine bir neden sonuç ilişkisi halinde bağlarken bazen nedeni, bazen sonucu, bazen de ilişkinin özelliğini anlayamaz.
Bazen yanlış bağlantılar kurar.
Bazen olguların ve olayların özelliklerini anlayamaz.
İşte bu noktada soyutlamalar devreye girer.
Rüzgar, yağmur, dolu, kar, soğuk ve fırtınayı anlayamadığında anlayamadığı her bir algı ve olgu için bir tanrı üretir.
Rüzgar tanrısın, yağmur, kar tanrısı.
Mevsimlerin tanrısı.
Güneş, ay tanrıları.
Yıldızlar.
Tarımın, denizlerin tanrıları.
Korktuğu, anlayamadığı ve baş edemediği her bir hayvan için de tanrıları vardır.
Boğa tanrısı, timsah tanrısı, fil tanrısı.
Kısacası tanrılar, cinler, periler, elfler, melekler tarih öncesi insanın bilemediği, bir şeylere bağlayamadığı her bir algı ve olgu için ürettiği soyutlamalardan ibarettir.
İnsanın bilgisi arttıkça eski tanrılar bilinen doğa olayları haline dönüşür.
Eskinin öfkeli timsah tanrısı artık sadece bir hayvandır.
Eskini güneş tanrısı bir yıldızdır.
Ama hala daha soyutlamalar vardır.
Modern insanın hala daha bilemediği şeyler için.
Bilinç, ruh mesela.
Bilincin tam olarak ne olduğunu anlatmak ve anlamak çok zordur.
Ruh algısı da öyledir.
Ruh algısı neden var, bu algının fiziki evrendeki temelleri nedir?
Hala daha tanımlar eksik ve çarpıktır.
Bir de kozmos var.
Kozmosu bilmiyoruz.
Bu nedenle tanrının varlığı için gereken en önemli sebeptir kozmos.
Kozmosu anladıkça tanrıya duyulan ihtiyaç daha da azalacaktır.
Ama yine de bir tanrı ihtiyacı geride kalacaktır.
Yaşamın anlamı, kişisel varlığımızın değerini belirlemek için hala daha tanrıya ihtiyacımız var
Aynı zamanda insan tıpkı memeli ataları gibi sosyaldir.
Maymunlar bakarak, görerek, göstererek öğrenir.
İnsan ise konuşarak sorar, konuşarak öğrenir.
Bazıları çok bilir, bazıları az bilir.
Çok bilenler itibarlıdır.
Çünkü çok bilenlerin etrafında öbeklenir, yanından uzaklaşmazsınız.
Onlar size kestirmeden öğretir, onların yanındayken bilginin gücünü, kolaylığını yaşarsınız.
Bilge kişilerdir onlar.
Onlar şamandır, rahiptir, imamdır.
Ama artık onlar bilim adamıdır.
Özetlersek zeka tıpkı bir elektrik anahtarına benzeyen refleks arklarla başlamıştır.
Hareket ihtiyacı geliştikçe onunla uyumlu nöral devreler oluşmuştur.
Solucan gibi sürünmek için, kertenkele gibi ayaklar üzerinde sürünmek için, ayaklara basarak gövdeyi dengede tutmak, yürüme ve koşma gibi tekrarlayıcı hareketler, harekete yön vermek, planlamak, hesaplamak gibi işler için birbirinin üstüne binen nöral devreler.
İnsanın yazılımı ve donanımı beraberce ve birbirine sıkı sıkıya bağlı şekilde evrilmiştir.
Ve biz evrimsel atalarımıza ait nöral devreleri bedenimizde hala taşıyor ve farında olmadan hala daha kullanıyoruz.
Hala daha solucanlara benzer atalarımdan miras koruyucu refekslerimiz var.
Hala daha yürürken sürüngen atalarımızın, koşarken, atlarken memeli atalarımızın nöral devrelerini kullanıyoruz.
Hala daha gündelik yaşamda duygulanımlar gösterirken sürüngen atalarımızın zekasını kullanıyoruz.
Öfkeleniyor, saldırganlaşıyoruz, cinsel azgınlık gösteriyor cinsel yönelimler içine giriyoruz, korkuyor kaçıyoruz.
Sürüler halinde yaşayan memeli atalarımızın sosyal zekasını hala daha kullanıyoruz.
Hala daha toplumsal eşitlik, adalet, sürüye sadakat, cinsel hakimiyet, alfa lider, harem gibi sürü halinde yaşayan memeli atalarımızdan miras sosyal zekayı kullanıyoruz.
Bilenler bilir.
Osmanlı'nın bile uymaya çalıştığı kurallar.
Hunlarda ve Moğollarda kut, güç ve üleş kuralları vardır.
Bunlar bize sürü halinde yaşayan memeli atalarımızdan mirastır.
Arkaiktir, güç hukukuna dayalıdır, cinsel hakimiyet üzerinedir.
Ve hala daha popüler kültüre etkisi vardır.
Cengiz Han kanunları tıpkı bir aslan sürüsünde alfa lider erkek aslanın ve hakimiyeti altında bulunan haremin, yavruların, kendine sürü bulamamış diğer erkek aslanların hukukuna benzer.
Aslanlar sosyal yaşamda kendiliklerinden uydukları protokol kurallarını bilmezler, ama insanlar bilir.
Biz buna sosyal zeka, sosyal kurallar, protokol, hukuk diyoruz.
Gündelik yaşamda beynimizin ürettiği her işte, kültürde, ahlakta, duyguda, idrak ve muhakemede farkında olmadan evrimsel atalarımızın her birisi farklı tipte ve gelişmişlik seviyesinde olan zekalarını kullanıyoruz.
Her gün biraz solucan, biraz kertenkele, biraz inek, biraz maymuna benzer işlerimizin olması hep bu yüzdendir.
Oraj POYRAZ(cimcime@neomailbox.net / oraj.poyraz@openmail.cc) L2fSIJNoA0xfSNxA
Sayın Poyraz;
Sizin varsanılarım/veya uydurduğumu sandığınız öğelerin neler-olabileceğini düşündüm.Ve bu şekilde düşünmenizin haklı gerekçeleri-olabileceğini ve aklınıza takılabilecek öğeler hakkında tatmin edicibir açıklamanın tarafımdan yapılmasının gereğini düşündüm.Bir hekim,bir bilim insanı olarak buna hakkınız var.Yüksek dereceli memelilerde görülen psikoz(delirium)a ilişkinaçıklamalarım Veteriner Hekim Şeref Aksoy'un deneyimlerine-dayanmaktadır.Şeref Aksoy ile ilkokula birlikte gittik.Orta ve Liseyide birlikte bitirdik.Şeref A.Ü.Veterinerlik Fak. devam etti.Ben o zamanlarA.Ü.Siyasal Bilgiler Fak. e devam ettim.SBF ikinci sınıfta iken okulubıraktım ve Kimya Mühendisliği mesleğini seçerek A.D.M.M.A ya devam ettim.Bu okuldan mezun oldum.Gelelim Şeref Aksoy'un hayvanlarda(köpekte görüleni bizzat bende tanık oldum.)görülen delirium vakalarına.Şeref Aksoy'un bana aktardığı,köylülerin kendisine getirdiğivakalara ilişkindir.Dana eğer kuyruğunu yakalamak için biteviye kendi etrafındadönüyor ise bu deliriumun işaretidir ve hayvan asla et tutmaz,beslenmez.Bu nedenlekesilmesi en doğrusudur.Delirium vakasını köpekte bizzat deneyimledim.Bu defaVeteriner Hekim farklıydı.Olayı Kırklareli'nde bir parkta gördüğüm bir olaydır.Köpeğin bir sahibi yoktu.Veteriner Hekime götürdüm.Veteriner Hekim hayvanıgördükten sonra,enjeksiyon olarak verilen psikozların tedavisinde kullanılanbir ilaç ile(ilacın ticari adını şu an anımsamıyorum)ağızdan damla olarak verilenB gurubu vitamin almam için eczaneye gönderdi.Enjeksiyon olarak kullandığı ilacınbir aylık depo ilaç olduğunu açıkladı.Köpek enjeksiyon sonrası sakinleşti ve kuyruğunuyakalama eyleminden vazgeçti ve uykuya daldı.Köpeklerden itibaren yüksek dereceli memelilerde görülen duygudurumlardankıskançlık,fesatlık,sevinme,üzüntü,merhamet konuları da kafa karıştırıcıolmuştur.Bu duygudurum konularını da Veteriner Hekimlerden dinledim.Bazılarını beslediğim köpeğimin evin kedisi hastalandığında(gençlik hastalığına-yakalandı.Gençlik hastalığı bir enfeksiyon hastalığıymış.Tedavi eden VeterinerHekim böyle söyledi.)ona olan davranışlarını örnek göstermek isterim.Köpeğimkedinin hastalanacağını ilk hisseden hayvan.Hastalık başladığında fark etmedim.Köpek iki gün öncesinden farketti ve onu beslemek için elinden geleni yaptı.Hastalığı farkettiğimizde,köpeğimin yardım etmem için sızlandığına tanığım.Veteriner Hekime cümbür cemaat gittik.Tedavi için antibiyotik enjeksiyonyapıldı.Köpeğimdeki sevinci görmeliydiniz.Kedimiz daha sonra iyileşti.Hayvan davranışlarıyla ilgili merhum Aziz Nesin'in "Hayvan Deyip Geçme"adlı hayvan öykülerini anlatan kitabını okumanızı da öneriririm.Bu deneyimlerim dışında diğer yazdıklarım."Şempanze ve İnsan-I"deyazılanlar,künyelerini verdiğim popüler bilim kitaplarıyla,akademik kitaplardanedindiğim bilgilere dayanmaktadır.Saygı,selam.Tamer OLGUN
__._,_.___
Reply via web post • Reply to sender • Reply to group • Start a New Topic • Messages in this topic (1) Guruptan ayrilmak icin, icin asagidaki adrese bos bir eposta gonderin:
Ozgur_Gundem-unsubscribe@yahoogroups.com
.
__,_._,___
Nulla dies sine linea
Birseyler yazmadan gecen gun gun degildir. (Emile Zola mottosu)
Latin Atasozu
Resulullah sav buyurdular ki:
Dunyada ipegi, ahirette nasibi olmayanlar giyer.
Buhari, Libas, 25; Muslim, Libas 6, 2068
Nesai, Zinet 91,8, 201
EINSTEIN IN KOZMIK DINSEL DUYGUSU
Tum bu dinsel- tiplerde ortak olan Tanri kavrami insanmerkezci karakteridir.
(...) Ama tum bunlarda bulunan dinsel deneyime dair bir ucuncu asama vardir, saf haliyle cok seyrek olmakla birlikte: ona kozmik dinsel duygu adini verecegim.
Bu duyguyu, hic yasamamis birine, ozellikle buna karsilik gelecek Tanri ya iliskin hic insanmerkezci olmayan bir kavrama sahip olmayan birine izah etmek cok zordur.
Kozmik dinsel duyguyu insanlar birbirlerine nasil iletebilirler, hele ki Tanri ya iliskin bir tanim vermiyorsa, bir teoloji ogretisi vermiyorsa?
Bence, sanat ve bilimin en onemli islevi, onu almaya acik olanlar icin, bu duyguyu diriltmek ve canli tutmaktir.
Bu sekilde din ile bilimin iliskisine dair, bilindik olandan cok farkli bir kavrama ulasiyoruz.
Bir kisi konuyu tarihsel olarak ele alsa, bilim ve dinin uzlasmas karsitliklar olarak gormeye baslar.
(...) Ben iddia ediyorum ki kozmik dinsel duygu bilimsel arastirma icin en guclu ve muhtesem gududur.
(...) Bir insana boyle bir gucu kozmik dinsel duygu verebilir.
Bir cagdasim soylemisti, haksiz olmayarak, bizim materyalistik cagimizda ciddi bilimsel arastirmacilar tek en derin dinsel insanlardir.
How can cosmic religious feeling be communicated from one person to another, if it can give rise to no definite notion of a God and no theology?
In my view, it is the most important function of art and science to awaken this feeling and keep it alive in those who are receptive to it.
We thus arrive at a conception of the relation of science to religion very different from the usual one.
When one views the matter historically, one is inclined to look upon science and religion as irreconcilable antagonists.
(...)I maintain that the cosmic religious feeling is the strongest and noblest motive for scientific research.
(...)It is cosmic religious feeling that gives a man such strength.
A contemporary has said, not unjustly, that in this materialistic age of ours the serious scientific workers are the only profoundly religious people.
New York Times Magazine on November 9, 1930 pp 1-4.It has been reprinted in Ideas and Opinions, Crown Publishers, Inc.1954, pp 36 - 40.It also appears in Einstein s book The World as I See It, Philosophical Library, New York, 1949, pp.24 - 28.)
Grup eposta komutlari ve adresleri | : | |
Gruba mesaj gondermek icin | : | ozgur_gundem@yahoogroups.com |
Gruba uye olmak icin | : | ozgur_gundem-subscribe@yahoogroups.com |
Gruptan ayrilmak icin | : | ozgur_gundem-unsubscribe@yahoogroups.com |
Grup kurucusuna yazmak icin | : | ozgur_gundem-owner@yahoogroups.com |
Grup Sayfamiz | : | http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/ |
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz | : | http://orajpoyraz.blogspot.com/ |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder