Ve zaten son yüzyıl sürekli olarak yamyamlığın antremanlarını yapıyoruz.
Polinezya yerlilerinin tükenişini anlatan bir belgesel seyretmiştim.
Bizim için çok fazla ibret vardı.
Uzakdoğudan deniz yoluyla Pasifiğin bu ücra adalarına ulaşan yerliler, önce bol balık, yeşil ve bereketli adalar bulmuştu.
Zamanla kayık, sandal yapmak için adaların ağaçlarını kıyasıya kesmişler, giderek adalar kel, ağaçsız bir hal almıştı.
Artık adalardan uzaklaşabilecek boyutta büyük tekne yapmaya elverişli ağaç kalmadığında adalara hapsolmuşlardı.
En sonunda küçük sandalları dahi yapacak ağaç kalmadığında adada derin bir açlık baş göstermişti.
Adalarda yapılan tarım da beslenmeye yeterli olmamış, üstelik tarım alanı açmak için yapılanlar ağaçları daha da azaltmıştı.
Protein açığını gidermek için beslenen keçiler de tuzu biberi olmuştu.
Sonunda kalan birkaç kabile yamyamlıkla protein açığını giderme yolunu bulmuştu.
Geçmişin şanlı Moai heykellerini yapan atalarla bağları kopmuş, tekrar taş devri insanları halinde çok az sayıda insan kalmıştı.
Avrupalı göçmenler bunları bulduğunda sayıları çok azdı.
Arkeologlar ençok birkaç yüz kişiden oluşan birkaç kabilenin sığındığı kabilelerde sıyrılmış, ezilmiş insan kemiklerinden oluşan yığınlar bulmuştu.
Biz de öyle yaparız.
Önce düşman kabileleri öldürmek ve yemek için savaşırız.
Sonra da, bir gün yemek için çocuk yaparız.
Allah da bize yardımcı olur.
Hayırlı olsun, inşallah, hamdolsun!...
Oraj POYRAZ(cimcime@neomailbox.net / oraj.poyraz@openmail.cc / mehmet_yazici@runbox.com / oraj_poyraz@alpinaasia.com )
L2fSIJNoA0xfSNxA
"Denizlerde doğal yaşam 40 yılda yarı yarıya azaldı"
Ticari balıklarda yüzde 75 azalmaTimes: Okyanusları kurtarmak için geç değil
Independent'ta Dünya Doğal Yaşamı Koruma Fonu'nun (WWF) hazırladığı rapora göre son 40 yılda denizlerdeki doğal yaşamın yarı yarıya azaldığı belirtiliyor.
16 Eylül 2015
WWF'nin Yaşayan Mavi Gezegen adlı çalışmasında aralarında insanoğlunun gıda güvenliği için kritik önem taşıyan türlerin de bulunduğu deniz canlılarında feci bir azalma olduğu vurgulanıyor.
Deniz yaşamıyla ilgili yapılan en kapsamlı çalışmalardan biri olarak nitelendirilen araştırmaya göre mangrov ve deniz yosunları gibi doğal yaşam alanlarında önemli oranda azalma oldu.
Ticari balıklarda yüzde 75 azalma
Ticari açıdan değerli uskumru ve orkinos gibi türlerin nüfuslarıysa 1970'lerden bu yana yüzde 75 düştü.
Çalışmada dikkat çekilen bir diğer nokta da, ev sahipliği yaptığı çeşitliliği nedeniyle sıklıkla okyanusların yağmur ormanları diye nitelenen mercan kayalıklarındaki azalma. Atmosferdeki karbondioksit oranları arttıkça okyanuslardaki asitlilik oranının yükselmesi nedeniyle mercan kayalıkların yüzyılın ortalarına doğru tamamen yok olacağı vurgulanıyor.
WWF İngiltere'nin Deniz Yaşamı alanındaki Başdanışmanı Louise Heaps, "Aşırı avlanma, kıyılardaki yaşam alanlarının yok edilmesi ve küresel ısınmaya çözüm bulunmaması ekolojik ve ekonomik bir felaketin tohumlarını ekiyor" diyor.
Times: Okyanusları kurtarmak için geç değil
Times da WWF'nin araştırmasına başyazılarından birini ayırmış. Gazete "İnsanoğlu okyanusları yağmaladı, ama kurtarmak için geç değil" diyor.
Yazıda balık stoklarının yenilenmesi için okyanusların yüzde 30'unun korunması gerektiği konusunda bilim dünyasının bir uzlaşma içinde olduğu söyleniyor. 2010'da 194 ülkenin on yılı içinde yüzde 10'luk bir oranın korunması hedefini belirlediği hatırlatılıyor. Ancak uygulamada yüzde 3'lük bir alanın bir şekilde korunduğu, yüzde 1'lik bir alanda avlanmanın tamamen yasak olduğu söyleniyor. Yazı şöyle devam ediyor:
"Bu korunma bölgesini genişletmek tüm ülkelerin çıkarına. 3 milyar kişi balıkla besleniyor. Bir milyar kişi proteinin büyük çoğunluğunu balıktan alıyor. İnsan nüfusunun yüzde 12'si tamamen ya da kısmen geçimini balıktan sağlıyor. Ticari balıkçılığın dünya ekonomisine her yıl 2,5 trilyon dolar katkı yaptığı söyleniyor. Okyanusları muhafaza etmek bu büyük endüstriye tehdit değil, endüstriyi korumanın tek yolu. Akla uygun önlemler ticari balık türlerinin yarısının sürdürülebilir hale geldiği Kuzey Denizi'nde olduğu gibi bir rol oynayabilir. Bu önlemleri uygulayacak uydu teknolojileri bulunuyor ve yüzölçümün 30 katı büyüklüğündeki denizlerde hakimiyeti olan İngiltere korunma alanları yaratılmasında öncü olmalı. Kendimize hakim olmamız dünyanın en büyük ekosistemlerinden birini tahrip etmekten çok daha tercih edilir bir seçenek." (BBCTürkçe)
Uygarlık Tarihi egemen olur.
Görünürde hayatta kalmaktan başka hiçbir kaygısı olmayan, doğrudürüst bir kayık bile yapmaktan aciz ilkel bir toplum, bu devasa heykelleri nasıl dikmişti? Üstelik baktıkları yön itibarıyla bu heykeller ileri düzeyde bir astronomi bilgisini gerektiriyordu (20 Mart ve 22 Eylül'de, yani gece ile gündüzün tam eşit süreli olduğu günlerde güneşin battığı nokta).
Acaba bu toplum mu eskiden farklıydı, yoksa bu heykelleri buraya başka bir toplum mu dikmişti? Hayır, bu heykelleri dikenler uzaylılar falan değildi;
Hollandalı amiral Roggeveen'in 18. yüzyılda adada bulduğu sefil yaratıkların atalarıydı.
Peki ama, eski Mısırlılar veya Mayalar gibi dev heykeller dikebilecek kadar ileri gitmiş bir uygarlık, nasıl olmuş da sefaletin ve barbarlığın çukuruna düşmüştü?
11 Eylül 2015 9 Mustafa Çetiner Dr.m.cetiner@gmail.com
Paskalya Adası'nı yaklaşık 8. yüzyılda keşfeden denizci Polinezya yerlileri, karşılarında (volkanik pasifik adalarının çoğu gibi) ormanlarla kaplı yemyeşil bir ülke buldular.
Bu ormanlarda modern dünyanın en büyük palmiye türü (dev Şili palmiyesinin yakın bir akrabası) yetişiyordu.
Bu palmiyenin fıstığı yeniyor, özsuyundan şarap ve bal üretiliyor, yapraklarından da sepet, ev ve yelken yapılabiliyordu.
Paskalya yerlileri bu palmiyenin sağlam gövdesini derin denizlere açılabilecek büyük tekneler yapmak, ve tepelerdeki taş ocaklarında oyulan dev heykelleri dikilecekleri kıyılara taşımak için kullanmışlardı; heykelleri üzerlerinde yuvarlamak için, odundan tekerlek gibi..
Dev palmiyenin dışında Paskalya Adası ormanlarında sonradan soyu tükenen en az 5 ağaç türü daha vardı.
Bunlar da ev, kayık, zıpkın ve elbise yapımında kullanılabilecek değerli ağaçlardı.
Ayrıca Malaya elması diye bir tür vardı ki bu ağacın meyvaları yenebiliyordu.
Ağaçların haricinde adada kuşlar ve kertenkeleler yaşıyordu.
Fakat adaya yerleşen Polinezya yerlileri bunları çok kısa bir sürede avlayıp bitirdiler.
Beraberlerinde getirdikleri sıçanlar da kuşların yumurtalarını yiyerek bu katliama katıldılar.
Paskalya yerlileri için işler başta iyi gidiyordu:
Kendi yetiştirdikleri tavukların ve tarım ürünlerinin haricinde, adada meyva ve av hayvanı (çeşitli kuşlar) bulabiliyor, ağaçlardan yaptıkları yelkenlilerle sefere çıkıp balık avlayabiliyorlardı.
Avladıkları balıklara domuz balığı (bir tür yunus) gibi büyük türler de dahildi.
Üstelik geçinmek için yapmaları gereken zorunlu işler bütün zamanlarını da almıyordu; sosyal etkinlikler için geriye epeyce zaman kalıyordu.
Paskalya yerlileri astronomiyi araştırmak, mitolojik hikâyeler yaratmak ve dini seromoniler düzenlemek için bu boş zamanı iyi kullandılar.
Yarattıkları mitoloji onları dini sembolleri olan dev heykeller yapmaya yöneltti.
Bu heykeller, birer ortak değer olarak dinlerinin, dolayısıyla da toplumsal düzenlerinin temeli oldu.
Ada birkaç kabileye bölündü, ve her kabile daha büyük ve görkemli heykeller dikme konusunda ötekilerle rekabete girdi.
Bu rekabet (ve heykel fetişizmi) size bugün tuhaf gelebilir, ama aslında gelmemeli:
Bizim YEMYEŞİL BİR CENNETTİ için bugünkü ekonomik büyüme ve sanayileşme rekabeti ne ise, onlar için de heykel rekabeti tahminen öyle bir şeydi.
Neticede biz daha çok tesis, daha çok teknolojik aletedevat diyoruz, onlar da daha çok heykel diyorlardı, benzer saçmalık!
Bizim için ekonomik büyüme ne ise, onlar için de heykel sayısı o idi.
Biz sekiz metrelik duble yollar, siyah mersedesler ve devasa binalarla gururlanırken onlar da devasa heykellerle gururlanıyordu.
Paskalya yerlileri ev yapmak, ısınmak ve yemek pişirmek için ağaç kesiyorlardı.
Ama en çok ağaç heykel taşıma işine harcanıyordu.
Çünkü tepelerdeki taş ocaklarında oyulan heykeller, bir bütün olarak, ağaçtan kütükler üzerinde yuvarlanarak kıyıdaki yerlerine taşınıyordu.
Demek ki o dönemin Paskalya toplumu, heykel oyma ve taşıma işine bu kadar zaman ve kaynak ayırabiliyordu.
Bir de işçilerin organize edilmesini, yönetilmesini ve beslenmesini düşünün!
Böylece Paskalya yerlileri, kendilerini sürükleyen rekabet hisleriyle gittikçe daha büyük heykeller yaptılar, gittikçe de daha hızlı ağaç tükettiler.
Bu arada nüfusları da artmıştı.
16. yüzyıla gelindiğinde nüfus tepe noktası olan 15 bin düzeyini bulmuştu.
Sonra çöküş geldi; bu ekolojik, dolayısıyla ekonomik, dolayısıyla da sosyolojik bir çöküş oldu.
Bir Ödülün Düşündürdükleri.
Yarınlara Ne Bırakacağız? Bazen düşünüyorum, Bunca kan, gözyaşı ve kavga içinde önümüzdeki yıllara, çocuklarımıza ne bırakacağız? Ne diyeceğiz gelecek kuşaklara? Biz böyle birbirimizle kavga ettik, bilerek yalan yazdık, bize ne emir verdilerse yerine getirdik, sormadık, sorgulamadık, liyakati unuttuk, korktuk, birbirimize düşman olduk, adam kayırdık, bilimi, demokrasiyi unuttuk, uygarlık adına hiç bir şey yapmadık mı diyeceğiz? Bize sormayacaklar mı, bu kadar keşmekeş içinde hiç mi sanatçı, yazar, sporcu, bilim insanı yetiştirmediniz diye? Utanarak, "evet yetiştiremedik" veya "az yetiştirebildik" diyeceğiz.
Uluslararası arenaya sokabileceğimiz pek az değer olabildi diyeceğiz.
Tam da bunları düşünürken sevgili dostlarım Önder Ergönül ve Füsun Can'ın, Murat Akova ve Lawrence Madoff ile editörlüğünü yaptıkları "Emerging Infectious Disease" isimli kitaba verilen ödülü öğrendim.
Kitabı biliyordum, başta "Clinical Infectious Diseases" dergisi olmak üzere bir çok önemli dergide kitapla ilgili çok olumlu eleştiriler yayınlanmış, kitap infeksiyon hastalıkları kongrelerinin en çok satanları arasına girmiş ve Elsevier yayınevinin 2014 yılında yayınladığı en prestijli kitaplardan biri haline gelmişti.
Aldığım haber aslında bunlardan daha fazlasıydı.
İngilizlerin saygın tıp kurumu British Medical Association bu kitabı çoğu Harvard Press'in, Oxford'un bastığı bir çok bilim kitabı adayı arasında yılın en başarılı kitabı seçmişti.
Önder Londra'da bu ödülü geçtiğimiz günlerde İngiliz Tabipler Birliği Başkanı Prof. Dr. Sir Al Aynslay Green'in elinden aldı.
Aslında bu ekibin yaptıkları sadece bununla da sınırlı değil.
Dünyada saygın bir çok önemli bilim dergilerinde çok önemli makalelerinin sürekli yayınlandığını, çok iyi birer eğitimci olduklarını, daha şimdiden bir çok tıp öğrencisinin bu sayede bilimsel yayın sahibi olduğunu, hatta öğrencilerinin bu yıl Eczacıbaşı En İyi Tıp Öğrencileri ödülü aldıklarını da biliyorum.
Prof. Dr. Önder Ergönül'ün, CBT'nin bilimsel bilinirliği en yüksek bilim insanlarımız sıralamasında ilk 90 bilim insanı içinde olduğunu, o meşhuş "h indeksi" puanının 30 üzerinde olduğunu da hatırlatayım.
Vazgeçmemek çok önemli, sadece bu alanda değil, yaşamın tümünde.
Umutsuzluk tedavi edilmesi gereken bir hastalıktır, hem de her koşulda.
İnsanı insan yapan en büyük değer üretmek ve kalıcı olmayı başarmaktır.
İnsanı insan yapan insanlığı yukarıya taşıyacak olan ürünler yaratabilmektir.
Tarih sadece bu eserleri bırakanları kutsar ve onları yüceltir.
İkinci Dünya Savaşı'nın kan ve göz yaşları arasından insanlık mirasına Stephan Zweig, Albert Einstein, Bertold Brecht, Rosenberg gibiler eklendi sadece.
Yaşadığımız koşullar ne olursa olsun, birileri de bilim üretmeye çabalamalı, yeni besteler yapabilmeli her koşulda, yüzyıllar sonrasına kalacak büyük edebiyat eserleri vermeye çalışmalı.
Hatta bazen başını kuma gömüp, dış dünyayı unutup sadece yaptığın işe konsantre olmalı.
Nobel ödülü sahibi büyük fizyolog İvan Petroviç Pavlov'un, Sovyet Devriminin ateşli günlerinde işe yarım saat geciken asistanını "bitirmemiz gereken bir işimiz var, devrim deneyleri aksatma nedenimiz olamaz" diye azarladığı bilinir.
Düşünüyorum da, Pavlov ne kadar haklıymış, aksi halde fizyoloji bilimine on yıllar sonra hâlâ hatırlanan o büyük katkıları yapabilir miydi? Dışarıda ne olursa olsun, bizi kimse anlamasa ve kimse bizden hoşlanmasa bile işimizi yapmayı sürdürmeliyiz.
Suçlanmak pahasına, acı çekmek pahasına, hatta kavga pahasına...
Önder Ergönül'e, Füsun Can'a, Murat Akova'ya çok teşekkür ediyorum, onlara minnettarım.
Bizden sonraki kuşaklara bırakabileceğimiz az sayıda iyi hikâyeden birinin kahramanı oldukları için, bu ülkenin kan, göz yaşı, baskı ve terörden ibaret olmadığını dünyaya hatırlattıkları için.
İyi ki varlar, iyi ki üretmeye devam ediyorlar.
Önce ağaçlar tükendi;
ağaçlar tükenince bırakın heykeller dikmeyi, ev yapamaz, balığa çıkamaz hale geldiler.
Ayrıca ağaçların azalması, çok rüzgâr alan Paskalya'da erozyonun artmasına neden oldu, tarım zorlaştı ve verimi iyice düştü.
Heykel olmayınca din de kalmadı, sosyal düzen de..
Zamanla açlık korkusu ve barbarlık bütün hayata egemen oldu.
Özetle, adada yaşamak sonu gelmez bir işkenceye dönüştü.
Şöyle bir üstbakış özetleyecek olursak, nereden nereye:
•8. yüzyıl:
Ormanlarla kaplı bir bolluk adası
• 13. yüzyıl:
80 tonluk kutsal heykeller diken ileri bir uygarlık.
• 17. yüzyıl:
Çöküş Paskalya Adası trajedisi bugün dünyada olup bitenlerin küçük bir modelidir.
Bu modelde Paskalya Adası'nın yerine bütün dünyayı, yerlilerin yerine bütün insan nüfusunu, heykel dikme saplantısının yerine de ekonomik büyüme ve daha çok tüketme saplantısını koyun.
Çok kısa bir özet vermeye çalıştım.
Size mutlaka Çöküş'ü alıp bu hikâyenin tamamını okumanızı tavsiye ederim.
Çok boyutlu tarihsel analizin ne olduğunu bu kitabın yazarı Jared Diamond size gösterecektir.
Paskalya Adası hakkındaki diğer kaynakları da aşağıda bulabilirsiniz.
Paskalya Adası trajedisi bize toplumların bazen kısa vadeciliğin kısır döngüsüne kapılarak çökebileceğini gösteriyor.
Bir toplum neden öngörüsünü yitirip kendi bindiği dalları keser:
Yüksek nüfus, fakirlik, fırsatçılık, cehalet, ideolojik saplantılar..
Kaynaklar:
1 Çöküş, Jared Diamond (kitap, ingilizcesi Collapse) 2 Dünyanın Yeşil Tarihi, Clive Ponting (kitap) 3 Twitter'da bir söyleşi:
Paskalya Adası Trajedisi (facebook sayfası) 4 Horizon The Mystery Of Easter Island (video) 5 The Lessons of Easter Island (web sayfası) SONRA BÜYÜK ÇÖKÜŞ GELDİ
a45UyF587661-150917145924 Mehmet Yazici mehmet_yazici@runbox.com
2015/09/17 21:00 1 39 undefined undefined add_anadoluhareketi@googlegroups.com
Bilgiyle dirilen olmez.
Hz.Ali
BAKARA - 256: Dinde zorlama yoktur.
***
TEVBE - 5: Musrikleri, puta tapanlari buldugunuz yerde oldurun.
Hainlere Hiyanet
Antigonos, bir sehrin askerlerini kandirip kendi rakibi olan komutanlari Eumenes e ihanet ettiriyor; ama askerlerinin ihanetiyle adami oldurdukten sonra kendisi tanrisal adaletin uygulayicisi olmaya kalkiyor, hainleri sehrin valisine teslim edip hepsini diledigi bicimde temizlemesini emrediyor. Oylesine yaptiriyor ki dedigini, sayilari bir hayli cok olan bu askerlerin bir teki bile Makedonya ya donmuyor. Askerler kendisine ettikleri hizmetin buyuklugu olcusunde kotuluk etmis ve cezayi ha ketmis oluyorlardi. Efendisi Sulpicius un saklandigi yeri haber veren kole, Sylla nin vermis oldugu soz geregi serbest birakiliyor; ama devlet hikmeti geregi Tarpeion kayaligindan atiliyor. Bizim kral Clovis de, Cannacre in hizmetcilerine altin silahlar vadederek efendilerine ihanet ettiriyor. Sonra ucunu de astiriyor. Kimi yerde de hiyanet edenlerin boyunlarina ihanet karsiligi aldiklari keseyi takip asiyorlar. Kendi isteklerini yerine getirdikten sonra kamu istegini de yerine getirmis oluyorlar boylece. Fatih Sultan Mehmet, soyunun adeti uzere, taht kiskancligi yuzunden kardesini ortadan kaldirmak isteyince onun adamlarindan birini kullaniyor bu iste: Adam da fazla su yutturarak boguyor sehzadeyi. Is olup bitince Padisah bu cinayetin kefareti olarak katili olen kardesinin anasina (yalniz babadan kardestiler cunku) teslim ediyor o da padisahin gozu onunde katilin karnini yardiriyor, kendi elleriyle yuregini bulup sokerek sicak sicak kopeklere yediriyor. Kendileri hic de iyi olmayanlar, kotu bir eylemden cikar sagladiktan sonra, rahat yurekle, ise biraz iyilik dogruluk karistirmaktan hoslanirlar, bir karsilik oduyormus, vicdanlarini temizliyormus gibi. Kaldi ki, bu korkunc kotuluklere alet ettikleri kimseler kendilerini sucluyormus gibi gelir onlara. Olmelerini isterler ki bu yuz karasi islerin bilinci, tanikligi silinsin gitsin.
Michel de Montaigne : Denemeler
Grup eposta komutlari ve adresleri | : | |
Gruba mesaj gondermek icin | : | ozgur_gundem@yahoogroups.com |
Gruba uye olmak icin | : | ozgur_gundem-subscribe@yahoogroups.com |
Gruptan ayrilmak icin | : | ozgur_gundem-unsubscribe@yahoogroups.com |
Grup kurucusuna yazmak icin | : | ozgur_gundem-owner@yahoogroups.com |
Grup Sayfamiz | : | http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/ |
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz | : | http://orajpoyraz.blogspot.com/ |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder