20 Aralık 2015 Pazar

Gökçe FIRAT : Hakan Fidan'ın karanlık geçmişi

Gökçe FIRAT : Hakan Fidan'ın karanlık geçmişi

Resmi özgeçmişine göre 1968 Ankara doğumlu.

İlçesi belli değil.

Anne ve babasının adı belli değil.

Aslen nereliler belli değil.

Hangi ilkokul, orta okul, liseyi bitirdiği belli değil.

Üniversiteye gitmiyor veya gidemiyor o da belli değil.

Hatta sınava girip girmediği de belli değil.

1986 yılında Kara Kuvvetleri Muharebe Okulu'ndan mezun oluyor.

Yani subay değil astsubay olabiliyor ancak.

Ama Kara Kuvvetleri Muharebe Okulu'na ne şekilde girdiği de belli değil, orayı nasıl tamamladığı da belli değil.

Okul hayatının hiçbir alanına ilişkin bir başarı veya başarısızlık bilgisi elimizde yok.

Şimdiye kadar herhangi bir ilkokul, ortaokul, lise, askeriye okul arkadaşı ortaya çıkmadı.

Bilen yok, gören yok…

Astsubay olduktan sonra, tüm hayatı boyunca yükselebileceği en yükse rütbe de belirlenmiş oluyor: Ast subay.

Yani çavuşlukla başlayacağı kariyerinin son noktası başçavuşluk.

1986 sonrasında Kara Kuvvetleri Komutanlığı'nın Dil Okulu'nu tamamlıyor.

Kaç yılda bitirdiği, hangi dereceyle bitirdiği belli değil.

Hatta hangi dili öğrendiği de belli değil.

Aynı dönemde yine Kara Kuvvetleri Komutanlığı Otomatik Bilgi İşlem Merkezi'nde teknisyen oluyor.

Bu dönemde (1986-2001) arası herhangi bir dönemde -elbette o dönem de belli değil- 3 yıl NATO görevi için Almanya'da bulunuyor.

Ne tür bir görev için hangi meziyeti nedeniyle seçildiği belli değil.

NATO'ya onca subay varken bir astsubayı neden gönderdiğimiz ise ayrı bir muamma.

Bugüne kadar bu tür görevlere hiç astsubay gönderilmiş mi ayrı bir soru işareti.

Ne oluyorsa oluyor ve orada birden zekası açılıyor ve o 3 yıllık dönemde University of Maryland University College'da lisans eğitimi yapıyor.

Türkiye'de üniversiteye giremeyen birinin Almanya'da mesai yaparken Amerika'daki bir üniversitede, hem de 3 yılda lisans diploması almasını da elbette büyük bir takdir ve hayranlıkla kaydetmek gerek.

1999'da Türkiye'de Bilkent Üniversitesi'nde yüksek lisans tezini verdiğine göre, 1996'da Türkiye'de olduğunu ve yüksek lisans programına kaydolduğunu tahminen çıkarabiliriz.

Bu arada -ya da hangi arada bilmiyoruz- Hakan Fidan'ın evlendiğini ve 3 çocuğu olduğunu da öğreniyoruz.

Elbette eşi kimdir bilmiyoruz.

Çocuklarını tanımıyoruz.

Bugüne kadar eşini veya çocuklarından birini tanıyan biri de kamuoyuna yansımadı.

2001 yılında askeriyeden astsubay rütbesi ile emekli oluyor.

Ama daha emekli olmadan 1999'da veya 2000'de OYAK Yönetim Kurulu Üyeliği'ne seçiliyor.

Bir astsubay için görülmemiş bir uygulama ve başarı ile!

Sivil hayata geçinde Avustralya'nın Ankara Büyükelçiliği'nde danışmanlığa başlıyor.

Dikkat edin Türkiye'nin Avustralya elçiliğinde değil.

Avustralyalıların Fidan'ı nasıl keşfettiğini de, ne meziyeti dolayısıyla danışman atadıklarını da, biz kıt aklımızla bilemiyoruz tabi…

Bülent Arınç'ın Süpermen iddiasını doğrularcasına, 2001-2003 arasında aynı anda Viyana'daki Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (IAEA) ve Cenevre'deki BM Silahsızlanma Enstitüsü (UNIDIR) ile Londra merkezli Verification Research, Training and Information Center'da (VERTIC) akademik çalışmalarını sürdürüyor.

Bu akademik çalışmaların konusunu, yıllarını, süresini, sonucunu da elbette bilmiyoruz.

2003 yılında Abdullah Gül tarafından keşfediliyor ve TİKA Başkanlığı'na atanıyor.

Abdullah Gül'ün bu başçavuşu nerede, nasıl tanıdığı da elbette bilmiyoruz.

Bu arada 2006 yılında doktorasını da Bilkent'te tamamlıyor.

Hem okuyor, hem çalışıyor, hem ev geçindiriyor.

Tam bir Türk filmi gibi…

Sonra bu astsubay Başbakanlık Danışmanlığı'na atanıyor, yıl 2007.

Ve 2008 yılına Türkiye'yi Atom Enerjisi Kurumu'nda temsil ediyor.

Fizik okumamış, atom fiziğini elbette bilmiyor, uluslararası ilişkiler de okumamış ama bu uluslararası sır kurumda Türkiye'yi temsil edecek kadar kendisini geliştirmiş…

Takdir etmekten başka ne gelir elden…

2009 yılında MİT Müsteşar Yardımcısı oluyor, 2010'da ise Müsteşar oluyor.

MİT Müsteşarı olduğunda yaşı henüz 42…

Ama bu 42 yıl boyunca, arkasında tek bir iz bile bırakmadan, hayalet bir adam olarak bence MİT Müsteşarlığını hak ediyor.

Herhangi bir köklü devleti geçtik kabile devletinde bile olamayacak, bir başçavuşun, MİT Müsteşarı yapılması ise, sanırım gizli niyetlerle değil, Türkiye'nin Anadolu'nun bu keşfedilmemiş pırlanta çocuklarını yükseltme ve onlara şans tanıma geleneği ile açıklanmalı.

Tayyip Erdoğan da öyle değil mi?

Onun da tüm geçmişi karanlık değil mi?

Sır küpü nitelemesi son derece doğru.

Tayyip Erdoğan'ın da, Hakan Fidan'ın da, tüm geçmişleri tam bir sır…

Ve akıllı devletler de işte bu geçmişleri sır dolu, kapkaranlık insanları MİT'in başına, olmadı Başbakanlığa, hatta Cumhurbaşkanlığına taşırlar…

Dünyaya model olduk.

Sır modeli…

Gökçe Fırat




a45UyF587661-151220161836 Oraj Poyraz At Neomailbox cimcime@neomailbox.net
2015/12/20  17:20 2  65  undefined undefined egemen-turkiye@googlegroups.com

 

Buyuk adamlarin hatasi, gunes tutulmasina benzer, onlari herkes gorur.

Cu kong

Peygamber oldugunde, zirhi birkac kilo arpa karsiliginda bir Yahudi nin yaninda rehin duruyordu.

Buhari 34/14, 33, 88; Hanbel 1/300; 6/42, 160, 230

DOGA YASALARI UZERINE DUSUNCELER -6-

Hepimizin icinde yasadigi dunyada, bir yonu ile gerceklik gozlerimizin onundedir. Onu goruruz, hissederiz, dokunuruz, tadariz ve cesitli algi organlarimizla bazen keyfini cikarir, bazen verdigi acilara katlanmak zorunda kaliriz. Peki, organlarimizla hissettigimiz dunya gercek midir? Neden sadece kendimizi one cikarir ve gercekligi kendi algimiza gore tarif etmeye calisiriz? Bir yarasa, bir balina veya bir bakterinin gerceklik algisi bizimkinden daha dogru olamaz mi? Duyu organlarimizin otesine gecerek, gerceklik hakkinda farkli yontemlerle yorumlar getiremez miyiz?

Yuvarlak bir fanus icinde yasayan bir japon baliginin gerceklik goruntusu bizimkinden farklidir. Peki, biz gercekligin dogru ve bozulmamis resmine bakip bakmadigimiz nasil bilecegiz? Biz de gorusumuzu bozan dev bir akvaryumun icinde olabilir miyiz? Japon baliginin gerceklik algisi bizimkinden farklidir ama bizimkinin daha gercek oldugundan emin miyiz?

Japon baligi kendince gozlemlere yaparak akvaryumun disindaki nesnelerin devinimlerini yoneten bilimsel yasalari formule edebilir. Ornegin, bizim duz bir cizgide ozgurce devindigini gordugumuz nesne, bozunum nedeniyle balik tarafindan egik bir cizgide hareket ediyormus gibi gozlemlenebilir. Buna ragmen Japon baliginin bozulmus referans cercevesinde formule ettigi yasalar dogru olacaktir ve akvaryumun disindaki nesnelerin gelecekteki hareketlerini ongormesini olanakli kilacaktir. Onun yasalari, bizim cercevemiz icindeki yasalardan daha karma$ik olabilir, ama basitlik bir tercih meselesidir. Eger Japon baligi boyle bir kuram formule ederse, onun bakis acisini gercekligin resmi olarak kabul etmemiz gerekir.

Algilarimizin bize cok guvenilir gibi gorunmesine ragmen onlarin yetersizligi ve goreceligi acikca meydanda. Bu durum felsefede Platon un meshur magara benzetmesi ile ifade edilmistir:

Bazi insanlar karanlik bir magarada, dogduklari gunden beri magaranin kapisina arkalari donuk olarak oturmaya mahkumdurlar. Baslarini da arkaya ceviremeyen bu insanlar, magaranin kapisindan iceri giren isigin aydinlattigi karsi duvarda, kapinin onunden gecen baska insanlarin ve tasidiklari seylerin golgelerini izlemektedirler. Iclerinden biri kurtulur ve disari cikip golgelerin asil kaynagini gorur ve tekrar iceri girip gorduklerini anlatmaya baslar ama icerdekileri, duvarda gorduklerinin zahiri olduguna ve gercegin magaranin disinda cereyan etmekte olduguna inandirmasi imkansizdir.

Hadi magaradan cikalim ... ama nasil? Bir magaradan kurtulmak nisbeten kolay olabilir, ama surekli devinen, degisen bir evrendeki gerceklik maceramiz icin neye guvenebiliriz? Insanlar cesitli yontemlerle evrensel gercekligin resimlerini cekmeye calistilar. Batlamyus a gore evren kocaman bir kure gibiydi ve Dunya onu merkezinde duruyordu. Gerci, merkeze Gunes i koyan modeller de vardi ama Avrupa dusuncesinde, dinsel inanclarin da etkisiyle yuzyillarca Batlamyus ve Aristotales in gorusleri hakim oldu. Kopernik merkeze yeniden Gunes i getirdi ve onun fikirlerini Galileo gelistirdi. Dunya mi Gunes mi derken, ikisinin de merkezde olmadiginin anlasildigi gunumuze kadar geldik.

Bilimkurgu filmi Matrix de farkli bir gerceklik secenegi sunulur. Insan irki akilli bilgisayarlar tarafindan yaratilmis sanal bir gercekligin icinde oldugunu bilmeden yasarken, bilgisayarlar onlarin biyoelektrik enerjilerini (bu her ne demek ise?) emerler. Belki de bu cok zorlama bir senaryo degildir. Bir tur bilgisayar tarafindan yaratilmis bir pembe dizinin karakterlerinden biri olmadigimizi nasil bilecegiz? Eger bazi uzaylilar bizi bu tur bir sanal gerceklik icinde yasatsalar ve kendi icinde tutarli yasalar uygulasalardi, bizim sanal olanin otesinde bir baska gerceklik oldugunu anlamamizin hicbir yolu olamazdi. Uzaylilar distan bakarak neyin gercek, neyin sanal oldugunu bilebilirdi. Ancak sanal dunyanin icinde yasayan varliklar, tipki bizler gibi, kendi dunyalarini disardan goremiyorlarsa, gerceklik resimlerinden kuskulanmalari icin bir sebep yoktur. Bu, her birimizin bir baskasinin ruyasina ait birer hayal oldugunu soyleyen dusuncenin cagdas uyarlamasidir.

Belki de bu yuzden Buddha, her insanin gercekligi kendisinin deneyimlemesi gerektigini tavsiye etmistir. Toltek yerlileri gibi kulturlerde dunyasal varolusun bir ruya oldugu savunulur. Hatta bazilari bilgiye karsi cikar ve bilgi nin her tur supheden arinmis hakikat algilamasini bozdugunu iddia ederler. Bu durum sanki Matrix filminde, arkadaslarina ihanet eden adamin durumu gibidir. Adam, kendisinin bir sanal dunyada yasatildigini anlamistir. Ama sanal dunya gercek dunyadan daha guzel oldugundan, orda yasamayi tercih eder ve konusur: Bunca yildan sonra sunu anlamis bulunuyorum: cehalet mutluluktur!

Gercek ve sanal dunya tartismalari beni farkli bir sonuca goturuyor: Gorunenden veya kuramdan bagimsiz bir gerceklik kavrami yoktur.

Cok iddiali bir cumle gibi gorunmekte ama sanirim Dr Hawking sunu anlatmak istiyor. Ister gercek diyelim, ister sanal olarak kabul edelim; gordugumuz, algiladigimiz ve kuramlarini gelistirdigimiz seyler kendi gercekligimizin bir parcasidir. Devam edelim.
realizm

Gercek bir resim gibi gorunuyor, degil mi? Oysa bu hiper gerceklik denen sanat akimina uygun olarak, kursun kalem ile cizilen bir resim.

Biz, modele dayali gerceklik dedigimiz bir gorusu kabul edecegiz. Buna gore, bir fizik kurami -genellikle matematiksel dogasi olan- bir modeldir ve ayni zamanda modelin unsurlarini gozlemle bagdastiran bir kurallar dizisidir. Bu gorus bize cagdas bilimi yorumlayabilecegimiz bir cerceve saglar. Felsefeciler, Platon dan bu yana yillar boyunca gercekligin dogasi uzerine tartistilar. Kla$ik bilim, ozellikleri belirli gercek bir dis dunyanin varoldugu ve bu ozelliklerin gozlemleyenin algisindan bagimsiz oldugu inancina dayanir. Kla$ik bilime gore, belirli nesneler vardir; bunlar hiz ve kutle gibi, degerleri iyi tanimlanmis fiziksel ozelliklere sahiptir. Bu bakis acisina gore, kuramlarimiz bu nesneleri ve ozelliklerini aciklama girisimidir; olcumlerimiz ve algilarimiz da onlara karsilik gelir. Hem gozlemci hem de gozlenen, nesnel bir varligi olan bir dunyanin parcasidir ve onlarin arasindaki ayrim ozel bir onem tasimaz. Bir baska deyisle, park alanindaki bir yer icin kavga eden insanlar gordugunuzde, orda gercekten park yeri icin kavga eden insanlar var demektir. Bunu izleyen butun gozlemciler ayni niteliklerin olcumlerini yapacaktir ve kendilerini gozlemleyen olsun ya da olmasin, kavga eden insanlar bu niteliklere sahip olacaktir. Felsefede bu inanca gercekcilik denir.

Basit fakat onemli dusunceler bunlar. Oncelikle, dis dunyanin yorumlanmasina gorelilik kuramlarini ve kuantum fizigini katmadan, kla$ik fizigin olculeri icinde baktigimda, dis dunya nesnel bir gercekliktir. Birileri sinemanin onunde kavga ediyorsa, kavga ediyorlardir ve ben o anda olay gozlem ufkundayimdir. Uzerime dogru gelen bir kamyon goruyorsam kacmam gerekir. Bu kadar basit.

Daha genele uyarladigimda, insanlar Pluton cuce gezegeninin varligini kesfetmeden once de Pluton ordaydi ve en buyuk uydusu Charon ve digerleri ile birlikte devinimini surduruyordu. Insan turu ortaya cikmadan on milyonlarca yil once dinozorlar dunyamizda yasadilar ve izlerini biraktilar. Varolmak, av pesinde kosmak icin bizim onlari gozlemlememize muhtac degillerdi. Sanirim buraya kadar bir sorun yok. Fakat kuantum fizigine girince her sey degismeye basliyor.

Gercekcilik cekici bir bakis acisi olarak gorunse de, cagdas fizik hakkinda bildiklerimiz bu gorusu savunmamizi oldukca guclestiriyor.

Ornegin, doganin farkli bir tanimlamasini veren kuantum fiziginin ilkelerine gore, bir parcacigin nicelikleri bir gozlemci tarafindan olculunceye kadar ne belirli bir konumu vardir ne de belirli bir hizi. Bu nedenle yapilan olcumlerin kesin bir sonuc verecegini soylemek dogru degildir, cunku olculmus olan nicelik, sadece olcum anindaki degeri gosterir. Aslinda bazi durumlarda nesnelerin kendi baslarina bir varliklari dahi yoktur, yalnizca bir toplulugun parcasi olarak vardirlar. Ve eger holografik ilke dedigimiz kuram dogruysa, biz ve bizim dort boyutlu dunyamiz cok daha buyuk, bes boyutlu uzay-zamanin sinirinda bir golge olabilir. Bu durumda bizim evrendeki konumumuz fanus icindeki Japon baliginin konumu ile benzerdir.

Kati gercekcilere gore, gercekligi temsil eden bilimsel kuramlarin kaniti onlarin basarilarinda gizlidir.

Evet, bu saptamayi fizikci Richard Feynman da yapmistir. Bilimin en buyuk kaniti onun basarisidir. Gerceklik uzerine binlerce tartismaya girisebiliriz ama bilimsel kuramlarin dogru oldugu sirasinda atom bombasi ile, sirasinda rontgen cihazi ile ve sirasinda Mars yuzeyine gozlem araci indirilerek reel bir sekilde kanitlanmistir. Su an, miniklerin dunyasi ile, bizim uzay-zamanimizin ve makro kozmosun kuramlari kuramlari arasinda ciddi yorum farkliliklari olsa da, bu durum zamanla asilabilir ve gercekligin daha farkli bir tanimi yapilabilir.

Ancak farkli kuramlar ayni fenomeni bambaska kavramsal cerceveler kullanarak basariyla tanimlayabilir. Aslinda, basarili oldugu kanitlanmis pek cok kuram, yerlerini gercekligin tumuyle yeni kavramlarini temel alan ayni olcude basarili baska kuramlara birakmistir.

Yaygin olarak, gercekciligi kabul etmeyenlere gercekcilik karsiti denilmistir. Gercekcilik karsitlari deneysel bilgi ile kuramsal bilgi arasinda ayrim oldugunu varsayarlar. Tipik olarak gozlem ve deneyim anlamli oldugunu, ancak kuramlarin yararli araclardan baska bir sey olmadigini ve gozlemlenen fenomene dair derin bir hakikati temsil etmedigini savunurlar. Hatta gercekcilik karsitlari bilimin gozlemlenebilir seylerle sinirlanmasini istemislerdir.

Bunun bir adim otesi ise, tum seylerin aslinda sadece zihnimizde varoldugunu one surmekle sonuclanir ki, dogrusu, kendi adima ben asla boyle bir seyi kabul etmem. Yorumlari her ne kadar farkli olsa dahi dis dunyanin nesnel gercekligine inanirim ve onu kismen benimle iliskili, ama buyuk oranda bana hic muhtac olmayan bir iliskiler butunu olarak kabul ederim. Herhangi bir kaya parcasi benim zihnimin eseri olamaz. Ben onu bilsem de bilmesem de toplam gercekligin bir parcasidir ve benden bagimsiz olarak vardir. Kendimi bu ekole daha yakin buldugumu soyleyebilirim. Peki, bu gercek tartismalarinda farkli bir yaklasim sergilenemez mi? Seyler var midir yok mudur diye tartismak yerine, daha elastik bir goruse ulasamaz miyiz? Dr Hawking bir cozum yolu oneriyor.

Modele dayali gercekcilik dusuncenin gercekci ve gerceklik karsiti ekolleri arasindaki butun bu tartismalari devre disi birakabilir. Modele dayali gercekcilige gore, modelin gercek olup olmadigini sorgulamak anlamsizdir. Sadece gozlemle uyusup uyusmadigi onem tasir. Gozlemle uyusan iki modelimiz varsa; Japon baliginin gordugu goruntu ve bizim gordugumuz goruntu gibi, birinin digerinden daha gercek oldugu soylenemez. Incelenmekte olan duruma daha uygun olan hangisi ise o kullanilir. Ornegin, akvaryumun icindeki biri icin Japon baliginin gordugu resim kullanisli olabilir. Ama akvaryumun disindakiler icin yeryuzundeki bir akvaryumun cercevesi ile uzaktaki bir galakside olanlari tanimlamak cok $ikintili olurdu; ozellikle de Dunya Gunes in ve kendi ekseninin etrafinda donerken akvaryum da onunla devinecegi icin.

Bilim icin modeller yaptigimiz gibi, gundelik hayatlarimizda da modeller yapariz. Modele dayali gercekcilik sadece bilimsel modellere degil, hepimizin gundelik hayati anlayabilmek ve yorumlayabilmek icin yarattigi zihinsel bilinc ve bilincalti modellere de uygulanir. Gozlemciyi -bizi- duyusal sureclerimiz ile dusunme ve idrak bicimlerimiz tarafindan yaratilan dunya algimizdan ayri tutmanin hicbir yolu yoktur. Algimiz -ve dolayisiyla kuramlarimizin dayanagi olan gozlemlerimiz- dogrudan degildir. Daha ziyade, bir tur mercek tarafindan, insan beyninin yorumlayici yapisi tarafindan sekillendirilir.

Iste bunlar, kesinlikle katildigim dusunceler. Herhangi bir seye baktigimizda asla onun gercekligini goremeyiz, sadece duyu organlarimiz araciligi ile beynimizde olusan bir modeli goruruz. Hatta daha ileri giderek sunu savunacagim; belki -bizler de dahil olmak uzere- hicbir seyin algidan bagimsiz saf bir gercekligi yoktur. (Platon bunu duysa beni dovebilirdi.) Bu anlamda, dogada tum algilardan bagimsiz bir gerceklik aramak bosuna olabilir. Sadece algi organlarimiz ile olusturdugumuz model gercektir, demiyorum. Gercekligin tek ve degismez bir dogasi olmadigini, farkli yasam formlarinin algi seviyelerine gore algilanan goruntuleri oldugunu savunuyorum. Dr Hawkin, gorme uzerine sunlari yazmis:

Modele dayali gerceklik, bizim nesneleri algilayis bicimimizle uyumludur. Gorme surecinde beynimiz optik sinirlerden bir dizi sinyal alir. Bu sinyaller televizyonda gorduklerimize benzer goruntulerden olusmazlar. Optik sinirin retinaya baglandigi yerde kor bir nokta vardir ve gormenin gerceklestigi yer, retinanin merkezinde 1 derecelik bir gorus acisina ve kolunuzu uzatip baktiginizda basparmaginizin eni kadar bir genislige sahip, daracik bir alandir. Yani beyne gonderilen ham veriler , ortasinda bir delik bulunan bulanik bir resme benzer. Neyse ki beynimiz her iki gozden gelen girdileri birlestirir, cevrenin gorsel ozelliklerini ekleyerek olusturdugu varsayimla bosluklari doldurur. Dahasi, retinadan gelen iki boyutlu veriler dizisini okur ve bundan uc boyutlu bir uzay izlenimi yaratir. Bir baska deyisle beyin zihinsel bir resim veya model yaratir. Birisi bir sandalye goruyorum dediginde bu sadece, o kisinin sandalyenin yaydigi isigi zihinsel bir goruntu veya model olusturmak icin kullandigi anlamina gelir.

Yeterince acik. Asla gercek bir sandalye goruntusune sahip olamayiz ama bu bizim bir sandalye uretmemize engel olmaz. Cunku, sandalye yapimi icin kullanacagimiz civi, tahta, keser, cekic vs nesneler de ayni modelleme yolu ile olusturulduklarindan birbirlerine uyum saglarlar ve boylece yuzlerce sandalye uretebiliriz. Onlari uretebilmek icin dogalarinin tam olarak ne oldugunu bilmemize gerek yok. Eger buna gereksinimimiz olsaydi ne bir TV ne de bir araba uretebilirdik. Bir anlamda, bizler de baska seylerin modelleriyiz. Biz nasil bir leoparin zihnimizde modelini olustuyorsak, o da ayni sekilde kendi zihninde bizim bir modelimizi olusturur. Sansimiz varsa bize dokunmaz ve yoluna devam eder. Peki, seyler var olmak icin bizim algilamamiza muhtac midirlar? (Soruyu Newton fizigi baglaminda soruyorum.)

Modele dayali gercekciligin cozdugu veya en azindan savusturdugu bir baska sorun, varolusun anlamidir. Odadaki masanin ben disari ciktigimda ve onu goremedigimde hala orada olup olmadigini nasil bilebilirim? Odayi terk ettigimizde masanin kayboldugu ve geri dondugumuzde ayni konumda yeniden belirdigi bir model olusturulabilir. Ancak bu tuhaf bir model olacaktir. Biz odada yokken bir sey olsa, ornegin tavan cokse ne olur? Odadan ciktigimda masanin kayboldugunu soyleyen modeli temel alirsam, odaya geri dondugumde tavanin yikintisi altinda tekrar beliren masayi nasil aciklayabilirim? Masanin biz odadan ciktigimizda da yerinde kaldigi model daha yalindir ve gozlemlerimizle uyusur. Istenilebilecek olan da budur.

Soyle bir sorgulama yapmak da mumkun. Eger masa benim gozlemime gore varlik bulan bir seyse ve ben odadan ciktigimda, odaya bir baskasi girerse, masa bana gore yok olmak, ama giren kisiye gore var olmak zorundadir. Boylesine zorlamali yorumlara sapmaktansa, masanin ben orda yokken de sessizce bekledigine inanmak sanirim dogaya daha uygundur.

-devam edecek-

Levent ERTURK
LEVENTERTURK1961
https://leventerturk1961.wordpress.com/


Grup eposta komutlari ve adresleri :
Gruba mesaj gondermek icin : ozgur_gundem@yahoogroups.com
Gruba uye olmak icin : ozgur_gundem-subscribe@yahoogroups.com
Gruptan ayrilmak icin : ozgur_gundem-unsubscribe@yahoogroups.com
Grup kurucusuna yazmak icin : ozgur_gundem-owner@yahoogroups.com
Grup Sayfamiz : http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz : http://orajpoyraz.blogspot.com/







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder