10 Nisan 2016 Pazar

Taner Timu : Osmanlıca, “Kültürel Şizofreni” ya da Gerçeklerden Kaçmak..

 





. ·


Ersan Karaca, Turkish Forum'un fotoğrafını paylaştı.
35 dk. ·

Ersan Karaca, Musa Dede'nin fotoğrafını paylaştı.



·








·


Tutsakları taşıyan uçakların ağırlandığı ülkeler arasında
Türkiye'nin de adı geçiyor. ABD Senatosu'nun yayınladığı
işkence raporunda, CIA, ağır şekilde suçlanıyor.
http://www.yenicaggazetesi.com.tr/turkiye-cianin-iskence-us…


Hurafecilerin, bölücü yalanları
Şehit gelmiyor değil; aksine şehit veriyoruz ancak, AKP'nin bölücü, barış, demokrasi, kardeşlik yalanları olumsuz etkilenmesin d...
·

Taner Timu : Osmanlıca, "Kültürel Şizofreni" ya da Gerçeklerden Kaçmak..

Psikolog, psikanalist, hatta sosyologlar arasında eski ve sık rastlanan bir alışkanlıktır: bireysel özellik ve anomalileri kolayca toplumsal plana aktarırlar. Onlara göre toplumlar da insanlar gibi doğarlar, büyürler, yaşlanırlar. Ve bu arada zaman zaman da hastalanırlar. Yüzyıllarca önce İbn Haldun, Aristo'dan esinlenerek, toplumların bir "ömrü tabii"si olduğunu bile yazmıştı. Auguste Comte'un ünlü "üç hal kanunu" ise hem bireyler hem de toplumlar için geçerliydi.

Yakın çağlarda bu konuda en radikal tutum da galiba Freud'dan geldi. Viyanalı hekim, 1917'de verdiği bir konferansta, bilimleri bıçakla keser gibi ikiye ayırmıştı: Psikoloji ve doğa bilimleri. Sosyoloji denilen disiplin de, ona göre, "uygulamalı psikoloji"den başka bir şey değildi. Ve bu bakışla, Freud, Nazilerin iktidara yürüdüğü yıllarda yaşanan kültürel krizi "kolektif nevroz" ile açıklıyor, din ve katı ideolojiler ile kişisel nevrozlar arasındaki ritüel benzerliğine dikkati çekiyordu. Kısaca nevrotik ya da psikotik insanlar gibi, ruh hastalığına tutulmuş toplumlar da vardı.

Freud'cu değilim, ama son yıllarda yaşadıklarımız bu yöntemi benim için de cazip kılmaya başladı. Şu farkla ki bugünlerde Freud'dan çok İranlı bir yazarın gözlemini düşünüyorum. Eski notlarımı karıştırdım, Daryush Shayegan'ın bazı yorumlarını tekrar okudum ve şunu gördüm: Shayegan, şizofreniyi topluma yayarak "kültürel şizofreni"den söz ediyor ve bu rahatsızlığın İslam dünyasında çok yaygın olduğunu söylüyor. Ve bu yaklaşımla kendi ülkesinin son elli yılına eğilerek şu saptamayı yapıyor: "Göze batıcı farklılıklarına rağmen, iki adam (Şah ve Humeyni) aynı kaçınılmaz hatayı işlediler ve İran'a özgü iki özelliği, kendi tarzlarında canlandırdılar: Kültürel şizofreni ve büyüklük hülyası". Kısaca megaloman demagogların dürtüleriyle toplumsal plana aktarılan kolektif rahatsızlık..

Şizofreni, kişisel planda, giderek gerçeklerden kopma, hayali bir dünyaya sığınma ve kendi kendine konuşma gibi semptomlarla ortaya çıkar. Shayegan, biz bu semptomları yıllardır İran'da kültürel bir hastalık olarak yaşıyoruz, diyor. Ben de Türkiye'yi düşündüm ve kendi kendime şu soruyu sordum: Acaba son yıllarda Türkiye'ye egemen olan söylem de, sembolik planda, giderek şizofrenik işaretler mi veriyor? Bugünlerde koparılan Osmanlıca fırtınası bu işaretlerden biri sayılmaz mı? Aniden ortaya çıkan Osmanlıca aşkı, yoksa şizofreniye tutulmuş bir toplumsal kategorinin kendi özel dünyasında konuşmak istediği bir dil arayışı mı?

Osmanlı toplumu bir "seçkinler" yönetimiydi ve tüm güçler küçük bir azınlığın elinde toplanıyordu. "Havas", "Ayan ve Eşraf", "Ricâl ü Kibâr", "Mütehayyizin" (ileri gelenler), "Müteneffizân" (nüfuz sahipleri) vb gibi adlar altında oligarşik bir yapı "Avam"ı kendisinden ayırıyor ve sıkı bir baskı altında tutuyordu. Aslında Avam'dan Havas'a katılımlar da yok değildi; fakat bu yükselişler onur kırıcı bir "kulluk sistemi" ve "intisap" yoluyla, ancak sınırlı bir şekilde gerçekleşiyordu. İşte Osmanlıca dili de Havas'ın Avam'a, yani halka karşı kullandığı araçlardan biri ve belki de en güçlüsüydü. Aşılmaz bir barajdı. Çünkü Arapça, Farsça, Frenkçe sözcüklerin, "ıstılah"ların, "terkip"lerin, "galat"ların istilasına uğrayan Türkçe, halk için giderek tamamen anlaşılmaz, yabancı bir dil haline gelmişti. 19. yüzyılda, "Şark Meselesi" adı altında, ülke, büyük devletlerin nüfuz kavgalarına sahne olurken diplomatik dil olarak da Fransızca kullanılıyordu. Bu koşullarda, kendi gerçeklerinden kopmuş bir Osmanlı oligarşisi, varlığını sürdürebilmek için, Düvel-i Muazzama'nın nüfuz çatışmaları içinde yolunu bulmaya çalışıyor ve çelişik çıkarları "Islahat tedbirleri" ile bağdaştırmaya çalışıyordu. Dönemin ünlü tarihçisi Cevdet Paşa'nın deyimiyle, Mustafa Reşid Paşa, "Avrupa'nın muvazeneyi efkâr-ı politikiyyesini" daima göz önünde bulundururdu ve bu amaçla da, "(ıslahat vesikaları) müphem surette yazılarak Avrupalılara bir veçhile ve ehl-i İslâma diğer bir veçhile tefsir edilirlerdi". Artık bu çağda Osmanlıca kendini ve başkalarını aldatmaca aracı haline dönüşmüştü. Unutmayalım ki Osmanlı Devleti'nde ulusal hareketler çeşitli halkların kendi ulusal dillerini yaratma çabalarıyla başlarken, Osmanlı Devleti fiktif ve şizofrenik bir "Millet-i Hakime" yanılgısı içinde ve boş bir gurur ile akıntıya kürek çekti. Yapay bir dil, elbette ki yaratıcı bir kültür dili de olamazdı. Bu yüzden de bugün yakın tarihimizde en çok bu yapaylığa başkaldıran, Osmanlıca'nın altındaki halkçı öğeleri ön plana çıkarmaya çalışan hareketler ilgimizi çekiyor. Zaten o devri anlamamıza yardımcı olacak sayılı eserleri de bu hareketin öncüleri verdiler.

Verdiler de, doksan yıllık Cumhuriyet idaresinde bunların büyük kısmı zaten Latin alfabesiyle yayınlanmadı mı? Ve geriye sadece uzmanlık çalışması yapanları ilgilendirecek pırıltısız bir kısım kalmadı mı? O halde Latin harflerinin kabulünden 86 yıl sonra nereden çıktı bu Osmanlıca aşkı?

Aslında şurası açık. İktidara "Minareler süngü" diye yürüyen, fakat 17 Aralık'tan sonra minareye kılıf aramaya başlayan RTE ve AKP ricali, dinci siyasetin dozunu da giderek artırdı. Kimi dindarlar dinbaz oldu. Oysa sorunlar da her gün biraz daha ağırlaşıyor; ufuk gitgide kararıyor. İşsizlik artıyor; büyüme azalıyor; FED'den ve AB'den iyi işaretler gelmiyor. Dış basında da Tayyip Bey ile ilgili yorumlar, yerlerini daha çok karikatürlere bırakmaya başladılar. Üstelik hasımlarınız da acımasız; bir türlü susturamıyorsunuz. Yap kanun, boz kanun! Nafile. Reel dünya, kötü dünya!

Peki bu durumda ne yaparsınız? Öyle görünüyor ki mevcut Hanedan için yapılacak fazla bir şey kalmadı: Reel dünyadan kopar, gerçeklerden kaçar, geçmişe sığınırsınız. Ve kendinize kuşdilinin konuşulduğu irreel bir dünya yaratmaya çalışırsınız! Osmanlı Ayan ve Eşrafı da öyle yapmamışlar mıydı? Akıntıya kürek çekerek.. Sonuç alamayacaklarını bile bile..


a45UyF587661-160217155433 Oraj Poyraz At Neomailbox cimcime@neomailbox.net
2016/04/10  10:20 2  65  undefined undefined egemen-turkiye@googlegroups.com


Grup eposta komutlari ve adresleri :
Gruba mesaj gondermek icin : ozgur_gundem@yahoogroups.com
Gruba uye olmak icin : ozgur_gundem-subscribe@yahoogroups.com
Gruptan ayrilmak icin : ozgur_gundem-unsubscribe@yahoogroups.com
Grup kurucusuna yazmak icin : ozgur_gundem-owner@yahoogroups.com
Grup Sayfamiz : http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz : http://orajpoyraz.blogspot.com/







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder