3 Ocak 2017 Salı

Ümit Kıvanç : Mecburiyetten konuşuyoruz.

Raina saldırısı öyle böyle değil, ciddi etkileri olacak bir saldırı.
Azmettiricileri kimlerse kesinlikle çok başarılı oldular.
Toplumu kristal bir kadeh gibi bin parçaya bölmeye yeterli oldu.
Ardından dalga dalga yaşananlar, ve yaşanacak olanlar yan hasarı daha da artıracak.

Sosyal medyada nefret söylemleri öylece ortada dururken ve yasa koruyucular mürteci tebliğcileri korurken, laiklik çağrısı yapanları provakatökr diye uzun süreli göz altılarda hırpalarken birlik çağrıları, beraberlik çağrıları kesinlikle anlamsız ve değersizdir.

Devlet adamlarının, Diyanet İşleri Başkanının, önemli cemaat önderlerinin toplumun diğer kesimlerini hedef gösteren hoyrat, kaba ve nefret dolu sözleri öylece ortada dururken, ve hatta Raina'da akan kan temizlenmemişken, barut kokuları dağılmamışken kim nereyi patlatırsa patlatsın şeklinde konuşmaları birlik ve beraberlik çağrılarını kesinlikle anlamsız kılmıştır.

Evet, herkes ayağını denk alacak, ama ayağını denk alacak olanlar, kendilerine çeki düzen verecek olanlar mağdur olanlar, katledilenler değildir.
Aklı başında olan herkes o birlik ve beraberlik çağrılarını, sağ duyu çağrılarını mürtecilere, cemaat önderlerine, nefret söylemi olanlara yapacak.

Ülke Cezayirleşmekle Pakistanlaşmanın tam da sınırındadır.
Çok kötü, ama düşünebileceğinizin de ötesinde büyük kötülüklerin arifesindedir.
Bunları engellemek benim gibi öngörü sahiplerini provakatörlükle suçlamak, marjinalize etmek değildir.

Yapılacak şey Raina Katliamını alkışlayanları, onaylayanları, azmettirenleri, ve bu iklimi yaratan bütün sivil toplum önderlerini hizaya getirmektir.

Oraj POYRAZ ( 0raj.p0yraz@neomailbox.net / oraj.poyraz@openmail.cc / oraj_poyraz@alpinaasia.com )
           L2fSIJNoA0xfSNxA     


Ümit Kıvanç : Mecburiyetten konuşuyoruz.

Reina katliamı hakkında kamuya açık yerde alenen söyleyebileceğim fazla söz yok. Söyleyeceklerimin yararı yok. Aylardır, cihatçı besleyip sonra da satmanın çok ağır bedelleri olacağını, Suriye'de olan biteni izlemeye çalışan birçok insan, haykırıp duruyoruz. Görülüyor ki haykırmak anlamsız. Ortamın nasıl hazırlandığını ortamı hazırlayanlara anlatmak imkânsız. Mercedes'li Diyanet İşleri Başkanının kabahatini yüzüne vurmak imkânsız.

03 Oca 2017 (Son güncelleme 11:28)

2017'ye, bize yaraşır şekilde girdik. Son derece profesyonel bir saldırgan, tek başına geldi, Türkiye'nin en namlı eğlence mekânına daldı, altı şarjör değiştirerek, 180 kadar mermi ve kimilerine göre iki elbombası atarak 39 kişiyi öldürdü, 65 (?? tam bilmiyoruz) kişiyi yaraladı, bir güzel kıyafet değiştirdi, elini kolunu sallayarak çıktı gitti.

Bize yaraşan kısım bu değil. Zira burada katil matil, işini profesyonelce yapan bir adam var.

Bize yaraşan, öncelikle, yerdeki ölülerin üzerine kusma faslı. Kin kusma, nefret kusma, yılbaşı öncesinde kusulamayanı boca etme. Çünkü eksik kalmıştı. "Oh olsun!" deme, nanik yapma, bilek yalayıp nah işareti şaklatma. Barbaros Şansal'ın KKTC'den sınırdışı edilmesi, havalimanında, tabiî ki polis denetimindeki apronda, hazır bekleyen saldırgan güruh tarafından polislerin elindeyken linç edilmesi, bu boca etme işini durdurmaya çalışan yetkililerin hem samimiyet derecesini hem de neye ne kadar kâdir olduğunu gösterdi.

Biz iyi insanlardan meydana gelen bir toplum değiliz. Toplum da değiliz gerçi. Ama dışımızdakileri esirgemek için bir tarif altına toplanmamızda yarar var; bu yüzden kendimizden bahsederken toplum diyoruz.

ROBOSKİ MİYDİ ULUDERE MİYDİ, NEYDİ..?

Reina katliamı hakkında kamuya açık yerde alenen söyleyebileceğim fazla söz yok. Söyleyeceklerimin yararı yok. Aylardır, cihatçı besleyip sonra da satmanın çok ağır bedelleri olacağını, Suriye'de olan biteni izlemeye çalışan birçok insan, haykırıp duruyoruz. Görülüyor ki haykırmak anlamsız. Ortamın nasıl hazırlandığını ortamı hazırlayanlara anlatmak imkânsız. Mercedes'li Diyanet İşleri Başkanının kabahatini yüzüne vurmak imkânsız.

Suskun suskun duracağıma, o halde, birkaç yıl geriye gideyim. Şenlik ışıkları, havaî fişekler, oradan buradan eğlenceleri bildiren muhabirlerin her cümlesinde iki-üç defa geçen "coşku" kelimeleri arasında, belediyelerin donattığı meydanlarda DJ masaları, durmadan renk değiştiren sahne spotları, sokaklarda dans eden ahali… güzeldi. Öbür yanda, bu seneki kadar olmasa da, yine yılbaşını diline dolamış faşistoid zevat, bu temsil ehliyetini nereden aldığını izah etmeksizin Allah adına etrafa tehdit savurmakla meşgûldü: yılbaşı kutlanıyordu, günahtı, feciydi, şuydu buydu. Köylüleri bombalamak, değildi. Dönüp de Türkiye'nin güneydoğusundaki iki ücra köyde sessizce iç çekenleri görebilen yoktu. Oysa taze mezarlar yamaçlara sıralanmıştı. Acı çığlık çığlığaydı. Zulmün patırtısı dağları sarsıyordu. Otuz dört insan (yarısından çoğu 18 yaşından küçüktü), toprağın altından hâlâ hayret dolu bakışlarla "Neden?" diye haykırıyordu. Duyan yoktu.

Roboski katliamından iki gün sonra, "Türkiye", ya bangır bangır yılbaşı kutladı ya da yılbaşı kutlayanlara bas bas bağırdı. İnsafsızlıkta bir taraf, vicdansızlıkta öbür taraf kazandı, ırkçılık ikisinden de puan aldı o gürültüde.

Belki de bu yüzden duyulmadı Roboski'de savaş uçaklarının bombalarıyla paramparça edilen insanların, geride bıraktıklarının, merhametin, haysiyetin, şayet hâlâ varsa ve olumlu bir anlam taşıyabiliyorsa insanlığın feryadı.

Çok katliam görmüş ülkede, katliamların en "kabul edilebilir"lerindendi. Kürtler öldürülmüştü. Üstelik kaçakçıydılar. Üstelik köylüydüler. Üstelik kararlı Kürt'tüler. Üstelik dindardılar. Kim sahip çıkacaktı Roboski kurbanlarına?

"ÖLDÜRSÜNLER SİZİ, BİZE NE" KAİDESİ

Hep beraber sahip çıkabilirdik. Bugün başka bir ülkede yaşıyor olurduk. Tabiî ki yapılmadı. Niye? Çünkü biz yaşadığı ülkeyi batıracağını bile fark etmeksizin türlü şuursuzluklar yapabilen insanlarız. İlaveten ırkçıyız. İlaveten, cehaletimiz, kendimiz dahil her şeyden korkmamıza yol açıyor. İlaveten, birbirimizden korkmamız cehaletten değil; hayat tecrübesinden. İlaveten, yöneticilerimiz zulüm ve baskıdan başka yönetme aracı tanımıyorlar.

Roboski katliamı ertesinin hazin çizgisi umursamazlık, aldırışsızlık, düşüncesizlik, vicdansızlık, en hafifinden merhametsizlikti. "Öldürsünler sizi, bize ne?" idi.

Sonra Diyarbakır bombası, Suruç ve Ankara katliamları geldi, şerefsizlikte kademe atladık. "Oh olsun!" kültürü karakterimizin bütün çatlaklarından fışkırdı. Her yeri sardı. Ölenlerin ardından "ölsün gebersin!" diyen Osmanlı armalı sosyal medya hesapları, üzerinde devletin üniforması, elinde devletin silahıyla duvarlara hakaretler, aşağılayıcı sloganlar yazan "Esedullah" timleriyle elele verdi. Zalimliğe övgü, en üst düzey siyasetçilerin nikâhını şenlendirdiği, adı sanı belli şahsın satır "emojili" tweet'leriyle çoktan başlamıştı zaten.

O ÇIĞ NE KADAR DA BÜYÜDÜ! BAK SEN!

Reina katliamından sonra ortaya dökülenler de korkunç. Manzarası iğrenç, kokusu felaket, mânâsı facia. Öylesine korkunç ki, insanları kışkırtanlar bile ürktü, sükûnet çağrıları yapmaya başladı. Heyhat! Söylediği laf yüzünden sınırdışı edilip gözaltına alınan, yani devletin elinde olan bir adam, havalimanı gibi pek özel bir yerde toplanmış bekleyen linç güruhuna teslim edildi.

Devlet yetkilileri sanki yuvarladıkları çığın boyutu karşısında azıcık afallamış gibi. Bulundukları korunaklı yerlerden yamaç iyi görünmüyor olmalı. Kendinden saymadığı herkesi imha etmeye niyetli, bunu gözünü kırpmadan yapacak kadar şuursuz ve insafsız kalabalıklar toplaşıyor memlekette. Bunları açık açık ifade edenlere dokunulmuyor. Rusya Büyükelçisi'ni vuran polisin kaç kankası silahıyla üniformasıyla görevde, bilmiyoruz. Havalimanında linç operasyonunu kimler ayarladı?

Potansiyel katillerin eline linç edilecek kurban veriyorsunuz.

Bir sorum daha olacaktı: Yarın o apronda kim kendini patlatacak, yabancıları tarayacak?

BASİT BİR SORU

Böyle bir toplum neden birarada yaşasın ki?

Görünenin mâkûl sonucu, devletin "asıl unsur" saydığı millet-i hakime kesiminin her kimi kendinden saymıyorsa ortadan kaldırmasıdır. Belki bu olmasın diye hepimizi içeri atıp emniyete alırlar. İnsancıl çözüm olur.

Bazıları çeşitli gazetelerin manşetlerinde, köşelerinde böyle işlerin propagandasını yapıyor. Bunlar günün gözde şahsiyetleri. İtibar görüyorlar, büyük paralar alıyorlar, yetkililerin yanında dolaşıyorlar. Kendilerine sorsanız icraatlarının muhtevasını başka laflarla anlatacaklardır şüphesiz; oysa sadece kötülüğü yaymak ve derinleştirmek, yaptıkları.

Hal buyken muktedirler, "birlik ve beraberlik" istiyor. Kimden? Söyledi ya da yazdı diye hapse attıkları, hayatlarından parça koparttıkları, sevdiklerinden ayrı düşürdükleri, evlerine elkoydukları, işsiz bıraktıkları suçsuz insanlardan değildir herhalde.

Mercedesli Diyanet İşleri, yılbaşı vesilesiyle "karşı tarafı" sindirme operasyonuna ustaca katıldıktan sonra, Reina katliamı üzerine, "ibadet yeri ile eğlence arasında fark yok, katliam katliamdır" açıklaması yaptı. Çeşitli yetkililer, "kahrolsun yılbaşı" kampanyalarının cinayet ve katliamları özendirici tesirini ve bunları meşrulaştıracak zemin işlevi gördüğünü gözlerden saklamak için, durumu toparlamaya çabalar göründüler. Üstüne Barbaros Şansal'ın linç edilmesi geldi. Aferin.

Bazı düzenbazlar, "İslâm Devleti" örgütünün eylemine Türkiye'deki "kahrolsun yılbaşı" kampanyalarının yolaçmadığını söyleyerek bir nevi aklama seferberliği yürütüyorlar. Doğrudur. Zaten kısa süre sonra o örgüt bu kampanyaları yapanları da öldürmeye başlayacak. Türkiye'yi yönetenlerden "mürted" (dinden dönme), Türk askerlerinden "Haçlı iti" falan diye bahsediyorlar. Yazıp söylediklerini, kendi başımız derde girmesin diye aktaramıyoruz. Onlara dost kuvvet muamelesi yapmış devlet yetkilileri halktan bu durumu gizliyor.

Evet, onlar ne yapacaksa yapacak, Mercedesli başkanın fetvasına bakmayacak. Sorun şu ki, bu katiller Türkiye'de birilerini öldürdükleri zaman başka birilerinin sempatisine, desteğine mazhar olacaklarını biliyorlar. Bundan eminler. Bu hisse kapılmalarına yolaçan, ortalıkta olan bitendir. Ve gerçektir.

Belki soruyu tekrarlamalıyım: "İD gelsin sizi öldürsün, oh oh!" diyen birileriyle, öldürülmesini istedikleri birileri nasıl birarada yaşayacak?

LÜ YUHALANACAK MI, ONA SAHİP Mİ ÇIKILACAK, BİLDİRİLİYOR

"İslâm Devleti" örgütünün Türkiye'de hükümete muhalif insanları öldürüp resmen üstlenmediği bilumum katliamlardan sonra muktedirler millet-i hakimeye belirgin işaret çaktı. Hangi katliama ne muamele yapılacağına dair bir "resmî görüş" ve çoğunluk tavrı oluşturuldu.

Katliamdan hemen sonra kim çıkıp konuşuyor, kim ortalıkta gözükmüyor, kınayanların en "rütbelisi" kim, nasıl kınanıyor, ne deniyor… bunların artık bir "protokolü" var. Meselâ paramparça cesetlerin arasında şoka girmiş, perişan haldeki insanların, her şeye rağmen yardım etmek, birilerini kurtarmak için çırpınanların üzerine polisin biber gazı attığı Ankara katliamından hemen sonra, devlet yetkilileri millet-i hakimeye, "ölenler bizim ölülerimiz değildir" mesajını güzelce verebilmişlerdi. Suruç'ta da böyle yapmışlardı. Ölenler için yapılan saygı duruşları ıslıklandı, "yüzde doksan dokuz virgül dokuzu Müslüman" olan ülkede. Mütevazı anma panoları parçalandı.

Reina katliamından sonra yetkililerden, liderlerden kim ortaya çıktı, kim çıkmadı, çıkan ne zaman çıktı, ne dedi, küfüre hakarete, saldırganlığa ne ölçüde tahammül gösterildi, hiçbiri tesadüfî değil. Bu dili gayet iyi tanıyoruz artık.

Yalnız bu defa, içeride olan biten de dış politikada izlediğimiz sahnelere benziyor: her adımda çamura daha fazla batılıyor, mütemadiyen yalan söyleniyor… ve aslında hiçbir olaya hakim olunamıyor. Devlet zoru elde olduğu için, gık diyeni içeri atmaya, beş gün avukat yasağına, 30 gün gözaltına, tutuklayıp iddianamesiz bekletmeye vs. dayalı sindirme yöntemleriyle, hakikati dile getirmek isteyene kalkıştığı işin imkânsız olduğu anlatılıyor.

Hakikat isteyen kimsenin de bulunmadığı düşünülürse, mantıklı bir faaliyet.

DİYALOG İMKANSIZ HALE GELDİ

Sırf hükümet baskısından değil, anlatmak, açıklamak, konuşmak ve tartışmanın imkânsızlığı. Tayyip Erdoğan liderliğindeki AKP, siyasî parti liderlerinin, o partilerin sempatizanlarının, farklı görüşteki gazetecilerin, yazar-çizerlerin, herkesin birbiriyle konuşma imkânını bilerek ortadan kaldırdı.

Konuşacak birşeyleri yoktur.

Ha, "AKP'nin karşısındakiler konuşmaya çok mu niyetli ve istekliydi?" diye sorarsanız, "En azından böyle bir kısmı vardı," cevabını verebiliriz. Ayrıca devlet zoru AKP'nin elinde. Diyalogu, seçimi, olduğu kadarıyla hukuku, kurumları yok ettiler. Yerine, yirmi küsur bin polisin görev yaptığı İstanbul'da en kalburüstü eğlence mekânının kapısına yirmi yaşındaki bir polisi tek başına koydular.

Reina'ya dalan o katilin son derece profesyonel, askerî eğitimli olduğunu biz bile ilk görüntülerle birlikte anladık. İstihbarat böyle adamları kapsamıyorsa ne için yürütülen bir faaliyettir? Kahvede laiklik propagandası yapan kadını yakalayıp içeri atmak için mi? Yanlış adamın fotoğrafının dağıtılması, eminim katili yanıltmak ve ilk rastladığı büfeden iki yerine üç kaşarlı tost söyleyip dikkat çekmesine yolaçmak içindi. El-Bab harekâtından filan sözetmeyelim dahi.

Sanırım biz birilerini çok şeye hâkim sanarak fena yanılıyoruz. Cehalet ve çuvallamanın böylesini akla sığdıramadığımızdan, komplo ihtimallerine yöneliveriyoruz.

CÜPPELİ HAKLI

Şimdi de satranç gibi bir oyuna saldıran, Cüppeli namlı şahıs haklıdır. Satranç oynarsanız mazallah düşünmeniz tehlikesi var. Düşünürseniz, "İslâm Devleti" örgütünün yanısıra, İdlib'te bombalanmaya ve kıstırılmaya başlanacak El-Kaide silahlı güçlerinin de yakın zamanda Türkiye'ye karşı cihat ilan edeceğini görebilirsiniz. Hani Rus uçağını düşürmüştük, gerekirse tekrar düşürürdük, ne oldu, diye soranlar çıkabilir. Ayrıca, linç güruhu apronda nasıl toplandı, devletin resmî haber ajansının uçak saatini bildirmesiyle bu bilgiyi birleştirip mazallah sonuçlar çıkarmaya kalkanlar olabilir.

Okurun yazara, "Ne anlatıyorsun sen şimdi burada?" sorusunu sormaya hakkı var. Özür dilerim, bu soruya cevap veremiyorum. Sözle, fikirle, ikna çabasıyla herhangi bir barışçıl hedefe ulaşılabilir ortam kaldı mı, şüpheliyim. En berbatı şu: sevmedikleri herkesi tutuklayarak ederek ulaşacakları yer bu ülkede kimsenin hayrına değil, ama nüfusun hatırı sayılır bölümünün tek düşüncesi ötekileri ortadan kaldırmak. Tutuklayarak veya linç ederek. Akıl fikir, farklı yaklaşım, sanat kültür, muhalif basın, hele eleştiri falan lazım değil. Belediye şairleri neyimize yetmiyor?

Türk İslâmcısı için iyi haber şu: Halen ellerindeki devlet gücü ve kışkırttıkları ırkçı-milliyetçi seferberlikle, sahiden hepimizi yok edebilirler.

Bir de kötü haber var: "İslâm Devleti" örgütü ve El-Kaide sadece Türk İslâmcısının sevmediği, arkasından "oh olsun" çekeceği insanları öldürmekle yetinmeyecek. Pazar yerlerinde parçalanacak insanların ailelerine dağıtılacak Neden Şehit Olmalıyım? broşürleri belki şimdiden hazırdır.

Yalanın, linçin, adaletsizliğin günah sayılmadığı bir siyasî din icat ettiler. Ve akıl almaz bir beceriksizlikle ülkenin sonunu hazırlıyorlar.

 
a45UyF587661-170103151440 Oraj Poyraz At Alpinaasia oraj_poyraz@alpinaasia.com
2017/01/03  16:16 2  65  alelma@yahoogroups.com


 



--

Hayat seri hareket, karar ve kararlilik gerektirir. Teredutte kalanlar geride kalir. hayatin ustune gitmezseniz, hayat sizin ustunuze gelir.
Yoda - Yildiz Savaslari

Baskinlar
1021 - Abdullah Ibnu avn anlatiyor: nafi ye yazarak savastan once (musrikleri Islam a) davet etme hususunda sordum.
Su cevabi verdi: bu Islam in basinda idi.
Resulullah (Aleyhissalatu Vesselamesselam) beni mustalik e ani baskin yapti.
Adamlari gafildi, hayvanlari su kenarinda sulanmakta idi.
Savasabilecekleri oldurdu, kadin ve cocuklarini da esir etti.
O gun cuveyriye (Radiy Allahu anha) validemizi esir almisti.
Bunu bana Abdullah Ibnu Omer (Radiy Allahu anhuma) rivayet etti.
Abdullah bu orduya asker olarak katilmisti
Buhari, itk 13; muslim, cihad 1, (1730); ebu davud, cihad 100, (2633).

Yilmaz Odabasi : Marilyn ve Rabia


Marilyn Monroe, olumunun uzerinden gecen yarim yuzyila ragmen hala bir efsane.

Gayri mesru olarak dunyaya gelen ve annesini timarhanede yitiren Marilyn nin, mutsuz bir cocukluk gecirdigi ve bakimevlerinde istenmeyen bir esya gibi gorulme duygusuyla yasadikca didistigi bilinir.

Rabia yi ise, Diyarbakir da bir asiret reisi olan Haci Huseyin in kizi olmasina ragmen, aile cevresi disinda kimseler tanimaz.

Rabia, Marilyn e kiyasla, ailesiyle birlikte mutlu bir cocukluk gecirmis, bes kardesin en guzeli ve en kucugu olarak bir dedigi iki edilmemistir.

Bu iki kadinin Hollywood kokenlisi, genclik yillarindan itibaren unun doruguna cikmis, bas dondurucu bir populerlik ve servet edinmis, diledigi erkekle birlikte olup firtinali asklar yasamistir.

Rabia ise, ergenlik donemine geldiginde taliplerinden Sefer e, o yillarin torelerine uygun bicimde -baslikla- gelin edilmistir.

Marilyn, uc kez evlenip onlarca erkekle flort ederken, Rabia ise esi Sefer e varligini armagan edip, o gunden itibaren yazgisina itaatle boyun egmistir.

Daha sonra Rabia nin kocasi Sefer, bir omrun yoksullukla gecmeyecegine karar verip, birkac yil icinde Almanya dan zengin bir adam olarak donecegine Rabia yi ikna etmis ve Almanya da otomotiv sektorunde isci olarak calismaya basladiginda, Rabia ise kaynanasi ve iki cocuguyla aci dolu gunleri, yillari saymaya koyulmustur.

Marilyn, genis salonlarda onlarca erkegin iltifatlariyla suh kahkahalar atarken, Rabia ise sirret bir kaynananin bekciliginde her gun aglamayi yazgi bilmistir.

Rabia, evinin perdelerini acamaz, dis kapisinin onunu bile -bir baska erkege bakmasin diye- supuremez olmustur. Kaynanasi ve kayinlari, Rabia, Sefer i namusuyla (!) beklesin diye onu birkac gunde bir tokatlamayi da huy edinmislerdir.

Butun gazeteler Marilyn in bir narsisist oldugunu yazarken, Rabia nin ise hic secmeden, hic istemeden Diyarbakir in varoslarinda bir mazosist olabildigini kimseler bilmemistir...

Uc yil sonra Almanya dan donecegine soz vererek giden sefer, her yil sadece on bes ila yirmi gun tatile gelebilmis ve Rabia nin butun sitemlerine ragmen iki daire ve bir ekmek firini parasi biriktirmeden Diyarbakir a donemeyecegini, soyleyerek ona sadece sabir dilemistir...

Marilyn, firtinali yasamindan dolayi p$ikolojik tedavi gormeye baslarken, Rabia ise bir kaynana ve iki cocugu ile dort duvar arasinda silik ve dingin, bunaltici yillar gecirmekten giderek p$ikolojik bir vaka haline gelmistir.

Onu tedavi eden de olmamis, aradan upuzun on yil gecmis ve Sefer, iki daire, bir de ekmek firini parasi biriktirip nihayet- Almanya dan donmustur.

Kaynanasi ve kayinbiraderleri gorevlerini yapip (!) tam on yil boyunca Rabia nin yanina bir erkek sinegi bile yaklastirmayarak, onun bedenini Sefer adina bir yetkiyle korumuslardir. Bedenini korumuslardir ama, Rabia nin ruhsal durumu yillarca yasadigi intihar boguntulariyla artik paramparcadir...

Marilyn, cevresinde sohreti ve parasi icin dolasan yuzlerce insandan hangisinin gercek dost, hangisinin sevgili oldugunu kalabaligin kusatmasinda anlayamadigi icin tedavi gorurken, Rabia ise on yil suren upuzun bir yalnizlikta sadece Sefer in adini sayiklamaktan bir sizofrendir artik...

Marilyn, Saint Exupery, Dostoyevski, Miller okurken ve Miller le flort ederken, ilkokul cikisli Rabia ise Sefer i bekledigi gunlerdeki yalnizlikta cocuklarinin hikaye kitaplarini okumus, radyo programlari, haberlerden vb yerlerden Napolyon un, Gorbacov un kim olduklarini ogrenmistir.

Diyarbakir a yillar sonra donen Sefer, artik Rabia yi taniyamamaktadir; cunku Rabia, her sabah Napolyon Bonapart in selamini Gorbacov a ulastirmak uzere evden cikmakta ve Sefer in Almanya dan getirdigi fotr sapkayi giyip, dudaklarinin kiyisina bir sigara ilistirip dussel olarak kurguladigi ordulara kendince komutlar vermektedir.

Belki de kendini hep arzuladigi bir ozgurlugun kollarina boyle birakmaktadir; artik suursuzdur...
Rabia yi bir sure gozleyen Sefer, anasina, artik Rabia nin kendisine kadinlik yapamaya cagini, bu yuzden yeni bir evlilik icin genc ve guzel bir kadin bulmasini soyler. Baslik parasi fazlasiyla odenir ve kirk bes yasindaki Sefer e on yedi yaslarinda bir kiz bulunur civar koylerden; incecik, gencecik bir kiz.


Rabia, artik otuz yedi yasina gelmis ve yillarca evde oturmaktan hayli kilo almis bir delidir (!) Sefer, kucuk bir oda tutar Rabia ve cocuklarina; kendisi de genc esiyle yeni aldigi daireye cekilir. Rabia yi baglamak da bir cozum getirmez ve kaldigi evin duvarlari disinda ne varsa her seyi paramparca ederek disari, sokaklara kacar durur...

Rabia, artik Diyarbakir in muhtelif semtlerinde kah Napolyon un askerlerine komutlar verirken, kah yollarda, kaldirimlarda oturup bir basina aglarken gorulmektedir. Artik kocasi Sefer in hicbir isine yaramayan Rabia nin onuru ve delirmis yalnizligi ne kaynanasinin ne kayinbiraderlerin umurunda degildir...

Rabia, bir aksam Diyarbakir in Dagkapi semtinde SSK hastanesi bitisigindeki askeri karargah civarinda yururken, nasilsa kirmizi sapkali kizin buyukanne kiligina giren kurt tarafindan yenmek uzere oldugunu dusler. Kirmizi sapkali kizin kulubesi ise, askeri karargahin icindeki karanlik alandadir.
Rabia, arkasinda yuruduklerine inandigi Napolyon un askerlerine komut verir ve kirmizi sapkali kizi kurtarmak uzere tel orgulerle cevrili yasak alana girer...

Nobetci askere, karargaha parolasiz girmeye kalkan olursa ona vurmasi emredilmistir. Asker uyarir, bagirir, ama kirmizi sapkali kizi kurtarmaya giden Rabia, o an hicbir sey duymaz...


Nobetci askerin once bir, ardindan ik kursun Rabia nin bedenine isabet eder. Rabia, vurulup yere duserken bile hala Napolyon un askerlerine komutlar vermektedir.

Namlusundan dumanlar cikan nobetci er, onun mirildandiklarindan hicbir sey anlamaz.Askerin onun hakkinda bildigi tek sey dur ihtarina uymadigidir...
Nobetci er, siyasal gerilimin alabildigine boyutlandigi o gunlerde olaganustu hal bolgesi kapsamindaki Diyarbakir daki kisla nobetinde, aklinca kendisine verilen emre itaat etmistir(!)

Rabia, sonraki gun sahipsizler mezarligina gomulur ve o yil bazi insan haklari dernek ve kurumlarinin yilliklarinin Guneydogu daki yargisiz infaz lar listesinde adi gecer. Oysa ki olumu degil, asil Rabia nin yasami bir yargisiz infazdir...

Bu iki efsane kadin, benim kalbimde yillar yili ev sahibi gibi oturup kalmislardir ve daha kalmaktalardir. Cunku Marilyn, biricik platonik askim, Rabia ise oz teyzemdi benim...

Sevgili Marilyn, Cemal Sureya nin dedigi gibi, simdi cennette Nietzsche nin metresi olmalidir ; anamin kara gozlu bacisi Rabia ise, belki cennette bile hala Sefer i sayiklamaktadir...

Yilmaz Odabasi - Sevginin Herkesten $ikayeti Var adli kitabindan


Grup eposta komutlari ve adresleri :
Gruba mesaj gondermek icin : ozgur_gundem@yahoogroups.com
Gruba uye olmak icin : ozgur_gundem-subscribe@yahoogroups.com
Gruptan ayrilmak icin : ozgur_gundem-unsubscribe@yahoogroups.com
Grup kurucusuna yazmak icin : ozgur_gundem-owner@yahoogroups.com
Grup Sayfamiz : http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz : http://orajpoyraz.blogspot.com/










BitCoin URL: 16496HKpgEEpx1d6t688HiXXdJP5jdA9xo






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder