İnsanlar utansalar yetecek.
Bize bakıyorum, bu kadar utanmaz, bu kadar arlanmaz bir millet görülmüş müdür acaba?
Ve daha da hayret ederek bunca utanmaz, arlanmaz arasından halk nasıl da en utanmaz, en arlanmaz olanı bulup da seçiyor.
Bu neye alamet?
Seçilen seçenin aynası mı?
Yoksa seçenin algı, yargı, duygu durum bozukluğu mu var?
Her iki hal de birbirinden fena.
İlk durumda ben böyle bir insan kalabalığının parçası olmak istemem.
Bu şerefsizce bir durum olur çünkü.
İkinci halde ise, bu insan kalabalığının mutlaka vesayet altına alınması lazım.
Tıpkı akıl hastaları, cezai ehliyeti olmayan kişiler gibi.
Dedim ya iki hal de birbirinden kötü.
Ört ki ölem.
Oraj POYRAZ ( 0raj.p0yraz@neomailbox.net / oraj.poyraz@openmail.cc / oraj_poyraz@alpinaasia.com )
L2fSIJNoA0xfSNxA
SİBEL ONBAŞIOĞLU : JAPON MÜHENDİS, ALPEREN'İN ÖLÜMÜ VE DEĞERLER EĞİTİMİ
Osmangazi Köprüsü yapılırken bir halatın kopması üzerine, 51 yaşındaki Japon mühendis Kishi Ryoichi 'Sorumlu benim' notu bırakarak intihar etmişti…
Görev ve sorumluluk bilincinin göstergesi olan bu olaya Japonlar "onur intiharı" diyorlar ve Japonya'da olağan bir olay: Görevini yapamayan, yanlış yapan ya da sorumluluğunu yerine getir(e)meyen bir insan onurlu ise ölmeli…
Japonların hepsi onurlu olmalı ki bugüne dek yanlış yapıp da intihar etmeyen olmamış; örneğin yakın zaman önce hakkında yolsuzluk iddiaları bulunan Tarım Bakanı intihar etmiş; bir yayınında bilimsel yanıltıcı bulgu belirlenen bir profesör intihar etmiş…
Kreşe giden 3 yaşındaki Alperen'in servis minibüsünde unutulması sonucu ölmesi üzerine bu olay aklıma geldi…
Bu olayın sorumluları da intihar edecekler mi?
Sorumlu denilince akla ilk sürücü, kreş sahibi ve öğretmenler geliyor ama minibüs kaçak çalıştığı ve hostesi olmadığı için denetleme yapması gerekenler de görevlerini yapmamışlar, dolayısıyla onlar da sorumlu. Eğitim kurumu olması nedeniyle Milli Eğitim Müdürlüğü; ruhsat ve trafik ile ilgili olduğu için Emniyet Müdürlüğü gibi…
Hepimiz çok iyi biliyoruz ki intihardan vaz geçtik, kimse sorumluluğu üzerine almayacak; yalan söyleyecekler, belgeler uyduracaklar, yalancı tanıklar/ sahtekar bilirkişiler bulacaklar, işi kitabına uydurup, en az sorumlu olan bir garibana, örneğin kreşin hademesine ufak bir ceza vererek olaydan sıyrılacaklar. Kimse vicdanında bir sorumluluk duymayacak, toplum da onları ayıplamayacak…
Gene biliyoruz ki iş kazalarına bağlı olarak ülkemizde her yıl binlerce yurttaş ölüyor ama kimse ceza almıyor; ölümsüz, hatta yaralanmalara neden olan kazaların sözü bile edilmiyor. Maden kazaları örneğinde gördüğümüz gibi, toplu katliam denilebilecek kazalarda bile kamuoyu baskısı nedeniyle birkaç sorumlu tutuklanıyor ama birkaç ay tutuklu kaldıktan sonra dışarı çıkıyorlar ve utanmadan toplum içinde yaşamaya devam ediyorlar…
Japonya'da yayınında yanıltıcı bulgu bulunan profesör intihar eder, bizde daha yüz kızartıcı olan intihal (aşırma) yapan profesör rektör yapılır…
Hakkında yolsuzluk iddiası çıkan bir bakan Japonya'da intihar eder, bizde başbakan olabilir…
Neden? Biz onursuz muyuz?
Birileri hemen "intihar etmek dinimizce günah" diyecek…
Dinimizde hırsızlık günah değil mi?
Kaldı ki biz intihar etsinler demiyoruz. İntihar etmesin ama, hiç değilse vicdani bir sorumluluk duysun; suçunu örtmek için yalan söylemesin, sahtekarlık yapmasın vs.
Hıristiyanlıkta intiharın günah olup olmadığını bilmiyorum ama Batı'da hata yapan intihar etmiyor ancak istifa ediyor ve suç oluşmuşsa yasalara göre cezalandırılıyor…
Çoğunluğu Ateist ya da Pagan olan Japonlar intihar ediyor, Hristiyan olan Batılılar istifa ediyor, Müslümanlar aldırmıyorsa mesele din ile mi ilgili?
Mesele din değil; mesele toplumun değer anlayışı. Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) okullara "Değerler Eğitimi" dersi konulacağını duyurdu. Çok doğru bir karar ama ders içeriği önemli…
AKP'nin eğitimde bugüne dek yaptığı düzenlemeler bakılarak, "Değerler Eğitimi" adı altında din dersleri verileceği düşünülüyor. Oysa binlerce yıllık deneyimler, öteki dünya korkusuna dayalı dinsel eğitim ile etik değerler kazandırılamadığını göstermektedir. Bu konuda güncel örnekler bile vardır. Örneğin, çok dindar bilinen kişilerin yalan söyledikleri, hırsızlık/ yolsuzluk/ adaletsizlik yaptıkları, kul hakkı yedikleri ve bunun gibi hem ahlaka aykırı hem de günah sayılan hareketler yapabildiklerini herkes biliyor. Dinimizi öğretsinler diye camiye gönderdiğimiz çocuklarımız, hocalar tarafından taciz ediliyor. Aynı şekilde kiliselerde de pedofili olayları sık görülüyor.
Bunun, dinlerde bulunan Tanrının bağışlayıcı niteliklerinden ileri geldiği düşünülüyor.
Hristiyanlıkta "günah çıkarma" var. Günah olduğunu bildiği halde etik değerlere aykırı hareket eden bir Hıristiyan, "itiraf ederek günahtan kurtulurum" diye düşünüyor.
İslam'da ruhban sınıfı, yani din adamı olmadığı için günah çıkarma söz konusu değil. Bununla birlikte Müslümanların, istemeden/ farkında olmadan işledikleri bir günah nedeniyle ömür boyu Cehennem korkusu içinde yaşamalarını önlemek için getirilmiş bazı kolaylıklar var. Örneğin, tövbe etmek. Ancak günümüzde isteyerek/ bilerek günah işleyenler de örneğin, hırsızlıktan kaynaklanmış servetin üzerinde oturuyor olsalar bile, tövbe ederek günahlarından arınacaklarını düşünüyorlar.
Tövbe yanında insanlar, özellikle Kadir Gecesi gibi kutsal gecelerde nafile namazı kılarak, türbe/ yatırlarda kurban kesip dağıtarak vs. günahlarından arınacaklarını sanıyorlar.
Aslında yok ama, İslam'da da ruhban sınıfı türedi. Ülkemizde Diyanet devletin en büyük kurumu oldu. "Din Adamı" yerine kullanılan din görevlilerinin sayısı öğretmen sayısından fazla. Ayrıca tarikat/ cemaat gibi Diyanet'e paralel dini örgütler ve bunların liderleri, Şeyhleri, Şıhları, hocaları vs. var. Daha da ilginci, televizyonların/ gazetelerin kadrolu din adamları var.
İnsanlar Şeyh/ Şıh/ Hoca geçinenlerin önünde diz çöküp ellerini- eteklerini öptüklerinde günahlarının bağışlanacağını düşünüyorlar. Devlet ileri gelenleri bunlara saygı da kusur etmeyince sıradan vatandaşların gözünde itibarları daha da artıyor. Bir süre önce Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları, Osmanlı'dan beri Şıhları ile ünlü Siirt'in bir köyüne gidip namaz kılarak Şıhlarla fotoğraf çektirmediler mi?..
Şeyhe/ şıha gidemeyen vatandaş, diğer din adamlarına işlediği günahları anlatıyor. Onlar da "Tövbe et, Allah'a sığın. İbadet et, hayır yap" gibi nasihatlerde bulunuyor ve "bunları yaptığı takdirde Allah'ın bağışlayacağını" bildiriyorlar. Bu nedenle olsa gerek, geçmişte çok günah işlemiş olanlar, tövbe ettikten sonra en fanatik dinci oluyorlar.
Sonuç olarak dini eğitimle insanlara etik değerler kazandırmak yani doğaya ve topluma karşı sorumluluğunun ve görevinin bilincine sahip, empati yapabilen, bencil değil bizcil/ sahip olmayı değil paylaşmayı yeğleyen, duyarlı, vicdanlı, ahlaklı insanlar yetiştirmek olası değil.
Türkiye Felsefe Kurumu yıllardır etik değerler ve eğitimi üzerinde çalışmalar yapıyor ve özel eğitimler veriyor. MEB, bu kurumla işbirliği yaparak eğitim programı hazırlarsa yukarıdaki niteliklere sahip nesiller yetiştirilir. Yoksa dini eğitimle ancak, Tayyip Erdoğan'ın deyimiyle "Hoca kılıklı şarlatanın peşine takılan müritler" yetiştirilir.
Aşağıda bu konu ile ilgili alıntı bir yazı var.
JAPON AHLAKI
Katolik Hıristiyanlar, Japonların Hıristiyan olmadıkları halde nasıl bu kadar ahlaklı olduklarını sorguluyorlar.
Ahlak anlayışı, kültürlere ve toplumlara göre farklılık gösteriyor.
Örneğin ülkemizde sokakta öpüşen bir çift gören bazı bireyler, ahlak elden gidiyor diye yaygara koparırken aynı anda sokağın bir başka köşesinde bir cinayete tanıklık etseler görmezden geliyorlar.
O yüzden bizimki gibi ülkelerde sevişmek, adam öldürmekten daha ayıp sayılıyor.
Japonya'da bir doğal afet olduğunda (üstelik bu afetlerin boyutları azımsanacak gibi değil) hiçbir Japon, marketleri, mağazaları yağmalamıyor. Boşalan evleri soymuyor. Stok yapmıyor. Markette 2 ürün kalmışsa ikisini de satın almıyor, diğerini bir başkası alsın diye bırakıyor.
Devletlerinin dağıttığı yardımları stoklayıp, ihtiyacı olanlara fahiş fiyatlarla satmıyorlar. Ölü soymuyorlar. Felakette ölen insanların cesetlerini naklen yayın araçları ile yayınlamıyorlar, gösterişli olsun diye devlet büyüklerinin katıldıkları cenaze törenleri düzenlemiyorlar. Sadelikle, samimiyetle ve en önemlisi saygı ile defnediyorlar ölülerini.
Katolik Hıristiyanlar, Japonların Hıristiyan olmadıkları halde nasıl bu kadar ahlaklı olduklarını sorguluyorlar. Japonların bir dini inançları ve din kitapları yok. Ahlakın din ile sağlanamadığına en önemli örnek işte bu. Birde aksi taraftan bakalım, 1.5 milyar İslam coğrafyasında toplumsal ahlakın boyutu nedir? Duyarlılık, paylaşımcılık, hassasiyet nerededir?
Terör neden en çok İslam coğrafyasında yaygındır?
Bunu sorguladığınızda ilk yapılacak eylem sizi "din düşmanı" olarak suçlamaktır. Ama nedense hiç kimse inandığı dinin ve hatta bütün dinlerin ilk öğretisinin ahlak-hoşgörü ve paylaşımcılık olması gerekirken, neden böyle olmadığını düşünmez.
Kendisini asla eleştirmez. "Ahlak konusunda en çok ahkâm kesenler, en ahlaksız olanlardır" kuramı da kendini böyle doğruluyor. Bu tür insanların ahlak anlayışları, diğerlerinin özel yaşamını irdelemekten ibarettir. Başkalarına namus bekçiliği yapan zatlar, dul kadınları en çok rahatsız eden tiplerdir.
Gelelim yeniden Japonların ahlak öğretisine;
Japon ahlakının temeli, günah ve günah anlayışından kaynaklanan korkuya değil, çevreden utanma duygusuna dayanır.
İşin birde bu boyutu var, dünyada atom bombası yemiş bir başka millet yok. Yaşadıkları savaş, açlık, yoksulluk, hastalık ve sakatlıklar onların ahlak anlayışına zarar verememiş. Bu üzerinde düşünülmesi gereken bir olgudur.
Japon devlet adamı, işini layıkıyla yapamadığında, yüz kızartıcı suçla itham edildiğinde, kendisi görevdeyken, birimine bağlı bir yerde bir işçi kaza eseri öldüğünde o adam acı içinde intihar ediyor. Çünkü utanıyor. Zaten ahlak "utanmayı" bilmektir.
Yazımı Bekir Coşkun'dan alıntılayarak tamamlamak istiyorum;
Japonların dini "Şintoizm"dir…
Peygamberleri yoktur…
Zaten cennetleri-cehennemleri de yok…
Japonların inanç ve ahlak anlayışı; bu dünyada, diğer insanların gözündeki imajı esas alır…
Yani korkuya değil, utanma duygusu temeline dayanır…
Utanma duygusundandır; o özveri, düzen, disiplin, saygı…
Senin utanma duygun yok usta…
SİBEL ONBAŞIOĞLU
(http://bildiklerimizbilmediklerimiz.blogspot.com.tr/2015/09/japon-ahlaki.html)
a45UyF587661-170827225622 Oraj Poyraz At 0raj.p0yraz 0raj.p0yraz@neomailbox.net
2017/08/28 09:24 2 65 alelma@yahoogroups.com
Matematik ne neden soz ettigimizi, ne de soyledigimiz seyin dogru olup olmadigini bilmedigimiz bir konudur.
Bertrand Russell
Ingiltere Osmanli Devleti nin yonetimine el koyarsa, saltanat ve hilafetin Ingilizler elinde bulundugunu goren Misir ve Hindistan Muslumanlarinin da Ingiltere yle dost olmanin geregine inanacaklari a$ikardir.
Ingiliz Muhipler Dernegi Baskani, Adliye Nezareti Mustesari ve yazar Sait Molla
Osmanli da Memur Memurlar yine parasizliktan yakiniyor. Osmanli da oyle her ay maas almak yok. Bir yilda memurlar 6 ay maas alir ya da almaz. Aldiklari maasi da kosa kosa sarraflara goturup kirdirirlarmis. Sarraflar yuz lira maasi 10 - 15 liraya kirar, memurun adeta kanini emerlermis. Memura maas vermemek sadece parasizliktan mi? Hayir... Padisah Abdulhamit esas nedeni anlatiyor: Memurlar mutekaitler (emekliler) terfih edilirlerse, karinlari doyarsa artik kendilerini dusunmezler siyasetle ugrasmaya baslarlar. Siyasetle ugrasmak da sarayla ugrasmak, benim saltanatimla ugrasmaktir. Acliktan olmuyorlar ya, varsinlar biraz zaruret ceksinler. Ben rahat nefes almaliyim (Eski Istanbul Hatiralari - Sadri Sema- S.18) Melih A$ik: Daha tehlikeli!
Grup eposta komutlari ve adresleri | : | |
Gruba mesaj gondermek icin | : | ozgur_gundem@yahoogroups.com |
Gruba uye olmak icin | : | ozgur_gundem-subscribe@yahoogroups.com |
Gruptan ayrilmak icin | : | ozgur_gundem-unsubscribe@yahoogroups.com |
Grup kurucusuna yazmak icin | : | ozgur_gundem-owner@yahoogroups.com |
Grup Sayfamiz | : | http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/ |
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz | : | http://orajpoyraz.blogspot.com/ |
BitCoin URL: 16496HKpgEEpx1d6t688HiXXdJP5jdA9xo |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder