6 Haziran 2019 Perşembe

Son günlerde öne çıkan bazı yorumlar... 2019-06-05 1


================================

RIFAT SERDAROĞLU: İSTANBUL SEÇİMİ NEDİR?

23 Haziran 2019 İmamoğlu tarafından kazanılmış seçimin tekrarlanacağı gündür.

İstanbul Belediyesi 25 senedir AKP ve türevlerinin geçim kapısıdır!

İstanbul Belediyesi Cumhuriyet düşmanı vakıf-derneklerin beslendiği yerdir!

İstanbul Belediyesi Lâik Cumhuriyet ve Hukuk Devletine karşıt olan Siyasi İslamcıların ve bunların yayın organlarının sebeplendikleri ocak haline getirilmiştir!

İstanbul Belediyesi vatansever ve demokrat insanlarından topladıkları parayla Türkiye'nin birliğine kazma vurulduğu yerdir.

İstanbul Belediyesi 25 yıldır Türk Milletinin gözü önünde Atatürk Cumhuriyetini yıkmak için bir fitne ve fesat merkezi haline gelmiştir…

Bu nedenlerden ötürü 23 Haziran'daki seçimde 31 Mart'taki farkı en az on misli arttırarak tekrar kazanmak zorundayız.

Sadece bu nedenlerden mi İstanbul seçimini kazanmalıyız?

Elbette ki çok daha derin ve önemli nedenler var.

31 Mart'ta YSK'nın yedi üyesi eliyle yapılan demokrasi ve hukuk ayıbı asla unutulmayacaktır.

T. C Devleti bu ayıpla hür dünyada yer tutamaz.

İlk fırsatta 31 Mart seçimlerinde ve 24 Haziran 2018 seçimlerinde yapılan hukuksuzluklar ortaya çıkarılmalı ve sorumlular cezalandırılmalıdır. Önümüzdeki dönemde Türk Milletinin iradesini çalan oy hırsızlarından hesap sorulacaktır.

Bizler Çoban Ateşi Hareketi gönüllüleri olarak tarafımızı açıkça belli ve ilan ettik.

Bir kez daha söyleyelim ki;

Bizler 23 Haziran seçimlerinde de Sayın Ekrem İmamoğlu'nu destekleyeceğiz.

İmamoğlu'na ve ekibine güveniyoruz. Onun Atatürk'e Lâik Cumhuriyet'e Sosyal Hukuk Devletine bağlılığına ayrımcılık yapmadan tüm İstanbullulara hizmet edeceğine fakir fukaranın dostu olacağına çağdaşlığa özgürlüklere sahip çıkacağına gençlere el uzatacağına inanıyoruz.

Aklı başında olan bu cennet vatanda namusuyla çalışıp özgürce yaşamak isteyen seccade şeytanlarına yem olmadan inancını Allah rızası için yaşamak isteyen çağdaş ve hür dünyada yerini alan her İstanbulluya önerimiz şudur;

Masanızın üstüne İmamoğlu'nun resmini koyun. Yanına da Binali'nin resmini koyun.

Dakikalarca iki resme de bakın ve kendinize sorun;

Hangisi size güven veriyor hangisi İstanbul'u yönetmeye daha çok yakışıyor?

Sonra ikisinin de dedelerinden babalarına- babalarından kendilerine kalan mallarını araştırın. Hangisinin namusuyla-dürüstçe kazandığını devlete ne kadar vergi verdiğini araştırın.

Kimin devleti soyduğunu hırsızlığı meslek haline getirdiğini düşünün!

Ve kendinize sorun; Özellikle AKP Adayına oy verenler!

İstanbulluların oylarıyla Belediye Başkanı seçilen Kadir Topbaş nerede?

Kim İstanbulluların iradesini tek sözle yerle bir edip kirli mendil gibi attı ve

Kadir Topbaş'ı görevden aldı?

Olmaz ya Binali kazanırsa onu görevden almayacağının bir garantisi var mı?

Değerli İstanbullular;

23 Haziran ahlakın vicdanın şerefin kul hakkı yiyenlere karşı seçimidir.

23 Haziran Atatürk Türkiye'si ile Arap milliyetçilerinin seçimidir.

23 Haziran özgürlüğe aşık olanlarla biat kültürüne tapanların seçimi olacaktır.

Sözün özü;

23 Haziran seçimleri aydınlıkla karanlığın seçimidir…

Değerli Okurlar;

Osmanlı İmparatorluğu 624 sene sürdü. 624 senede tam 36 Padişah geldi.

36 Padişahtan 23 tanesinin görev süresi 17 yıldan az oldu.

Başka bir deyişle Erdoğan 23 Osmanlı Padişahından daha fazla yönetimde kaldı! Yetmedi mi ey fani!

İktidar kişiyi yıpratır. Eğitiminiz ve yeteneğiniz sınırlı ise güç kişiyi esir alır.

Eğer kişi yeter-tamam demesini bilmezse güç onu kibre boğar ve rezil eder.

Bakın ozan Okan ne demiş;

Geldik gidiyoruz/ Gelip kalan yok.

Toprağa düşünce de/ Dalıp çıkan yok.

Kendini o kadar da/ Çok önemli zannetme.

Nice öylesi vardı ki/ Bugün hatırlayan yok…

================================

EMİN ÇÖLAŞAN: YAPMA BİNALİ BEY DİN KARDEŞİYİZ!

Sevgili okurlarım bu Binali Bey gerçekten de muhteşem bir adam! Böylesi değil Türkiye'de dünyada bile az bulunur.

İstanbul seçimlerine AKP'nin adayı olarak girdi nasihat aldı. Neyse ki arkasında kapı gibi bir YSK vardı! Yandaş Seçim Kurulu… Allem ettiler kallem ettiler seçimi iptal ettiler.

Öyle ya koskoca Binali Bey bu… Ülkede Bakanlık Başbakanlık ve Meclis Başkanlığı yapmış bir adam. Sonra kaderin cilvesiyle İstanbul İBB'ye soyunmuş yenilgiye uğramış.

Oylar çalındı ya!

Koskoca AKP iktidarı bunu hazmeder miydi?

Etmezdi… Mutlaka bir çaresi bulunacaktı… Ve buldular:

Seçim iptal edildi.

★★★

Bizim Binali Bey geçmişte elde ettiği makamlar nedeniyle araziye çıkmaz masa başında otururdu. O bir yerlere hep (seçilerek değil) atanarak gelmişti.

Şimdi İstanbul'da seçim turlarını zorlanarak sürdürüyor…

Aday olduğuna bin pişman…

Yorgun isteksiz heyecansız.

Kendi kendine sorup duruyor "Ulan kim ittirdi arkamdan beni suya… Adaylık zor işmiş kardeşim mahvoldum" diye söyleniyor.

Oy devşirecek ya akşamları iftar sofralarına gidiyor. Onu yere çökerek ya da bağdaş kurdurup yer sofralarına oturtuyorlar. Kameralar karşısında yapılan şov bitince yerinden kalkamıyor başkaları yardıma gelip kollarından tutuyor ve kalkmasını sağlıyor!

★★★

Bizim Binali Bey ortalıkta dolanırken ahaliye öylesine vaatlerde bulunuyor ki ister istemez "Helal sana bu yollar" diye haykırıyoruz. En son vaatleri dün yandaş medyada yayınlandı.

Kazandığı takdirde neler yapacak neler! İşte bazıları!

Su faturalarında yüzde 46 doğalgazda yüzde 10 indirim… Açma kapama ücretlerini kaldıracak… Her engelliye belediye kamplarında ücretsiz tatil yaptıracak… Toplu taşıma öğretmenlere ücretsiz olacak…

Her yıl 100 bin İstanbul'luya iş bulacak… İstanbul'un trafik akışı için akıllı kavşaklar tüneller yapılacak… Evlerin çatısına güneş enerjisi panelleri kurulacak ve daha neler neler…

★★★

Hele bunlar arasında biri var ki gerçekten muhteşem!

Yeni evlenen her çifte İBB bütçesinden 8 bin lira verecek düğün yardımı yapacak! Düğünler belediye tesislerinde ücretsiz olacak.

Diyelim ki uyanık vatandaş evlendi parayı cebine koydu bir ay sonra boşandı!

Ya da evlenme desteği alabilmek için nüfus kaydını İstanbul'a taşıdı ve orada evlenip parayı cukkaladı.

O zaman ne olacak!

★★★

Yaa kardeşim bu koskoca devlet ve hükümet adamının (!) yanında ona yol gösterecek gerçekçi olmasını sağlayacak parti yetkilileri ve danışmanları falan yok mu?

Hiçbirinin aklına şunu söyleyip kendisini uyarmak acaba gelmiyor mu:

"Başkanım palavranın bu kadarı biraz fazla kaçıyor. Ahali bu kadarını yutmaz. Ufak at da civcivler de yesin…"

Yani bizim stanbul'a gönül vermiş İstanbul aşığı (!)" beyefendi yokuş aşağı inerken freni boşalmış bir kamyon gibi bodoslama gidiyor attıkça atıyor. Üstelik ağzından çıkanı kulağı duymuyor.

Ve Binali Bey'in İzmir macerası

Sevgili okurlarım bu arkadaşın tek macerası İstanbul yenilgisi değil. Bilmeyenler için anımsatayım kendisinin bir de İzmir macerası olmuştu.

Mart 2014'te yapılan yerel seçimlerde partisi onu İzmir Büyükşehir'de Aziz Kocaoğlu'na karşı aday göstermişti.

Hani şimdi "Ben İstanbul'a gönül veren bir İstanbul aşığıyım" gibi lâflar ediyor ya beş yıl önce aynı sözleri İzmir için söylüyordu…

"Benim gönlüm hep İzmir'de olmuştur!"

Ancak o lafları da tutmadı İzmir'de yenilgiye uğrayıp Ankara'ya dönmek zorunda kaldı.

★★★

Şimdi elimde 24 şubat 2014 tarihli Milliyet gazetesi var. Manşeti şöyle:

"Binali Yıldırım'dan İzmir için 1.414 proje.

Seçildiği takdirde İzmir'e 65 milyar liralık yatırım yapacağını 175 bin kişiye iş imkânı sağlayacağını açıkladı. " (Maşallah!)

Kaya otelde yapılan proje toplantısında "Hayat İzmir" teması kullanılmış. Bol kepçe projelerin açıklandığı toplantıya ilişkin haber şöyle devam ediyor:

"Ekonomide 261 ulaşımda 196 ekolojik 179 kentsel 142 sağlıkta 75 kültür sanatta 210 sosyal konularda 220 engelsizde 96 teknolojide 35 proje yer aldı. Yıldırım şöyle dedi:

'Her projeye bir dakika ayırsam 23 saat sürüyor. Bu kadar zamanınız olmadığını biliyorum. '

Yıldırım birçok kanalda canlı yayınlanan konuşmasında İzmir için 9 ayrı başlıkta eylem planları hazırladıklarını belirtti 'Ne yazık ki İzmir geleceğinden ümitli değil' dedi ve şöyle devam etti:

Ben zoru seven insanım. Benim için zor hemen yapılır. İmkânsız biraz zaman alır. İzmir'de 175 bin kişiye iş sağlayacağız…"

★★★

İşte size Binali Bey'in iki seçimdeki kuru sıkı atışları!

İzmir'i Aziz Kocaoğlu karşısında bırakıp gitmek zorunda kaldı şimdi tutarsız vaatlerini beş yıl aradan sonra İstanbul halkına tekrar sunmaya kalkışıyor.

İzmir gibi İstanbul'u da bırakıp gitmek üzere iken imdadına bu kez YSK yetişti.

23 Haziran akşamı Ankara'ya dönmek zorunda kalacak.

Bundan sonraki 2024 yerel seçimlerinde belki Ankara'dan aday olabilir…

Bekleriz!

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/emin-colasan/yapma-binali-bey-din-kardesiyiz-5018996/

================================

MEHMET FARAÇ: 23 HAZİRAN NİÇİN YAŞAMSAL?. .

Ülkenin ve dünya kamuoyunun gündemine oturdu ama Türkiye açısından tek mesele "S-400"lerin alınıp alınmaması değil...

Asıl sorun S-400'ün düğmesine basılmadan Türkiye'nin sosyo- politik ve ekonomik açıdan nasıl da sarsıldığı meselesidir...

Baksanıza ABD'nin S-400 ile ilgili hafiften bir gevşeme çabası son üç günde dolar ve altını tepetaklak etti kurlar bir düştü bir yükseldi millet ne yapacağını şaşırdı... Yani ekonomik belirsizliği daha da uzaklara ateşledi S-400 tartışmaları!. .

Olayın askeri "gerekli"lik boyutu Türkiye için önemli olabilir ama S-400'lerden "tısss" sesi gelmesi bile ekonomiyi bu kadar sarsarken AKP ve yandaş medyanın pohpohlamasına karşın ekonomide aslında neler oluyor?. . "S-400 tartışılırken neler gizleniyor?. . " İşte asıl mesele bu...

Bu konuda fazla yorum yapmaya gerek yok; mutfaklardaki yangın ithalat ve ihracattaki çöküş çarşı-pazar ekonomisinin darmadağın olması ve tüm bunların yanı sıra gelecek belirsizliğinin altın borsa ve dövizi sarsması Türkiye'nin sosyo ekonomik fotoğrafını çekmeye gelecekle ilgili işaretler vermeye yetiyor...

Siz bakmayın yandaşlarla AKP'lilerin bol keseden atmasına ortalığı güllük gülistan göstermesine hatta pembe tablolar çizmesine...

Yalan ve algı ikileminde çapraz ateşe tutulan insan zihni kendi yaşadığı asıl gerçeklerin buhranında yeterince travma yaşıyor...

İşte tam bu sırada imdada yetişen muhalif gazetelerin manşetleri ise ülkenin yılardır topyekun yaşadığı son dönemde de kangrenleşen ekonomik travmaların gizlenen boyutlarını deşifre etmeye yetiyor...

HALKI EZEN VAHİM GİDİŞAT!. .

Medyanın muhalif kesimi olmazsa Türkiye'yi süt liman gösterecek olan utanmaz ikiyüzlülerin milleti kandırma furyası hiç hız kesmeyecek...

Oysa bağımsız medyanın ne kadar yaşamsal olduğunu gösteren haberler geçim sıkıntısı işsizlik ve sosyal bunalımların sinsi üçgeninde ekonominin nasıl tepetaklak olduğunu göstermeye yetiyor...

İşte yılın ilk çeyreğinde Türk ekonomisi yüzde 2.6 daralmış kamu harcamaları 7.2 artmış ama yatırımlar ve hane halkı harcamaları yerlebir olmuş...

Çünkü hane halkı harcamaları neredeyse yüzde 5 sanayi sektörü 4.3 inşaat sektörü 10.9 hizmet sektörü ise yüzde 4 daralmış...

Velhasıl ülke olarak dolar bazında -milli gelir dağılımında- yüzde 17.6 oranında yoksullaşmış Türkiye...

İşte tam burada "israf- tasarruf" ikileminde vahim bir çelişkiye bir kez daha dikkat çekmek gerekiyor... Çünkü bu gaflet-dalalet ve hatta ihanet poltikaları milletin ekmeğini yaşamını geleceğini vuruyor sinsice...

Halkımız harcamalarını 4.7 oranında kısarken sürekli "tasarruf" teraneleriyle milleti uyutan devletin harcamaları nasıl olmuş da 7.2 oranında artmış acaba?. . Bu ne ikiyüzlü kahredici bir çelişkidir ey devlet ey iktidar?. .

Unutmayalım ki; AKP'nin ülkeyi sürüklediği uçurumun kıyısınde yoğunlaşan sarsıntılar bunlardan da ibaret değil...

2018 yılında 72.6 milyar lira olan bütçe açığı da 2019'un sadece ilk 4 ayında 54.5 milyar lira olmuş... Nasıl oluşmuş bu açık neleri sarsacak neleri yıkacak milleti daha hangi karanlıklara sürükleyecek acaba?. . Vah ki ne vah...

İSTANBUL SEÇİMİ KURTULUŞ OLACAK...

Türkiye'de ne yazık ki sayıları 10'u bile bulmayan muhalif gazetelerin dünkü manşetlerinde işte bu rezalet ekonomik tablonun vahametini gösteren veriler vardı...

Sarsıcı krizin büyüyeceğine dikkat çeken gazeteler üreticiden markete gelen bazı gıda maddelerinin fiyatlarının da 4'e katlandığına dikkat çekmişlerdi... Yani halk giderek daha fazla aç kalacak...

Dahası da var çünkü giderek derinleşen ekonomik krizin sonuçlarının yıkıcı olacağına ilişkin işaretler ürkütüyor...

İYİ Parti ve CHP yöneticileri bu konuda kaygı verici saptamalar yaşamsal uyarılar yapmaya devam ediyor...

Örneğin İYİ Parti yöneticisi Durmuş Yılmaz "kemerleri bağlayın tünelin ucunda ışık yok bir süre düşük büyümeye hazır olun" derken CHP yöneticileri borç ve faiz ödemelerine çalışan sanayicilerin yeni yatırım yapamadığını tarımda verimliliğin düşmesiyle birlikte istihdamda yaşanan sorunun ekonomik sıkıntıları daha da öne çıkaracağına dikkat çektiler...

Sosyo ekonomik buhranların antidepresan kullanımını dehşet verici boyutlara ulaştırmasında ekonomideki belirsizliğin ve gelecek kaygısının payı olduğuna ilişkin bir saptama da var;

Genel Sağlık İş Sendikası'nın araştırmasına göre ekonomik darboğaz nedeniyle sağlık hizmetlerinde aksamalar yaşanıyor iktidar bu darboğazı aşmak için vatandaşın üzerindeki yükü artırmaya hazırlanıyor...

Evet; Türkiye son aylarda ikinci kez seçim kıskacı ve S-400 tartışmalarıyla memleketin içine sürüklendiği kaostan uzaklaştırılmaya çalışılırken yandaş medya ve iktidar cenahının manzarayı tozpembe gösterme çabaları teraneden ileri gitmiyor...

Ülkede yaşanan sıkıntılar ve bunlarla ilgili AKP karşıtı gazetelere yansıyan manşetler Türkiye'yi önümüzdeki aylardan itibaren çok daha ciddi bir ekonomik darboğazın beklediğini bir kez daha kanıtlıyor...

Bu durum şu gerçeğe de dikkat çekiyor; AKP hızla tükeniyor alınan önlemler dikiş tutmuyor suni teneffüs ekonomiyi ayakta tutamıyor ve Türkiye lastiği patlamış kamyon gibi hızla uçuruma gidiyor!. .

Peki çözüm ne?. . Bu yıkıcı kamyon nasıl durdurulacak?. .

Sorunun yanıtı bellidir; AKP İstanbul seçimini kaybederse iktidar koltuğunun dayanağı kırılacak ve Türkiye ihtimaldir ki memleketi refaha kavuşturacak bir hükümete daha da yaklaşacak... Ha gayret...

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/23-haziran-nicin-yasamsal-52139yy.htm

================================

TUNCAY MOLLAVEİSOĞLU: İHALELER ONLARA AHİRET YOKSULLARA!

23 Haziran'a doğru Ekrem İmamoğlu'nun fabrika ayarlarını bozmaya yönelik provokasyonlar arttı.

İmamoğlu'na TV ekranlarında "tuzak" kuranlar çuvalladı.

Şimdi sokakta çeşitli provokasyon örnekleri ile sabrı sınanıyor...

**

Kendisine açıkça iftira atan o beslemeyi hatırlayın. İmamoğlu'nun ikna etmeye çalıştığı ve sonunda yanağını okşadığı kişinin belediyede bankamatik olduğu ortaya çıktı. Daha önce de "CHP'li başkan ile çalışamayız" diye feryat eden kadının kocasının da belediyeye uğramadan maaş aldığı anlaşılmıştı.

Cuma günü İmamoğlu'nun çelik gibi sinirlerine camii çıkışında bir saldırı daha yapıldı. Provokatör İBB'nin seçilmiş başkanını PKK'lı olmakla suçladı!

Ancak ne oldu? "Bakın burası çok önemli!" Cami cemaati besleme saldırganı etkisiz hale getirip uzaklaştırdı.

AKP'nin camilere hakim olma üstünlüğünün kırılma anıydı o görüntüler...

Camileri partilerinin arka bahçesi gibi gören Diyanet üzerinden imamların vaazlarına kadar müdahale eden AKP cami avlusunda yalnız bırakıldı.

Çünkü "artık yetti" diyor vatandaş...

31 Mart seçimlerinde tüm hukuksuz müdahalelere rağmen yine de oy üstünlüğünü koruyan İmamoğlu'nun hak edilmiş başkanlığının elinden alındığının herkes farkında...

Camiye gidip ibadet edenlerin önemli bölümü ahiret inancını içinde taşıyan insanlardır. Yani hesap gününe inanırlar.

"Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır" diyen bir dine inananların İmamoğlu'na yapılanlar karşısında susması beklenemez.

Cami çıkışında cemaatin provokatöre gösterdiği tepki bu sürecin bir aynasıdır.

**

Başından beri söylüyoruz mesele İstanbul'un partiler kurduran seçimler kazandıran olağanüstü rantı...

Siz hiç "bir lokma - bir hırka" yaşayan tarikat-cemaat lideri gördünüz mü?

Binali Yıldırım'ın ziyaret ettiği bu yapılanmalar İBB'nin yeniden kazanılması için neden seferber oluyorlar dersiniz?

Takipçilerine kuru ekmeği reva gören müritlerinin zavallı çocuklarına dünyayı zindan eden tarikat ağaları iş kendilerine gelince saltanat hayatı sürdürüyorlar...

**

"AKP'ye oy verip cenneti garantileyin" diyen din simsarları bu partide siyaset yapıyor. Vatandaşa "ahireti düşünün cenneti düşünün" diyenler neden ihale peşinde koşuyorlar dersiniz?

Ekrem İmamoğlu işte bu din simsarlarının elindeki "oyuncağı" da aldı...

Takke düştü kel göründü... Yıllarca din tüccarlarının kontrol ettiği mahalleye samimi Müslüman nasıl olunurmuş gösterdi.

Nietzsche diyor ki; "Zenginler fakirlere Tanrı'dan başka bir şey bırakmadılar"

AKP'nin yaptığı da bu... Yönetimi elinde bulunduran bir avuç azınlık ihaleleri kendilerine akıtırken ahireti yoksullara reva görüyor!. .

YENİÇAĞ'DAN ZOR AYRILIK...

AKP'nin iktidar olduğu günden bu yana "merkez medyanın" dışında gazetecilik ve televizyon haberciliği yapıyorum.

Neden mi? Çünkü AKP'li bazı isimlerin yolsuzluk ekonomisi ile ilişkisini İBB döneminden beri yazan gazetecilerden biriyim.

Çok çok zorlu bir mesleki süreç ve yaşam kavgası... Özgürce yazıp konuşabilmek için; kimi zaman bağımsız medya organları yarattım kimi zaman direnen basın kuruluşlarında görev yaptım.

Türk Basınında anlı şanlı gruplar tek tek teslim olurken çok az sayıda medya patronu ve gazeteci habercilik ahlakının duvarlarını paramparça eden dev dalgaya direnebildi...

YENİÇAĞ Gazetesi Türkiye'nin az sayıdaki özgürlük kalelerinden biri... Demokrasi ve hukuk tarihi açısından memleketin en karanlık günlerinde aydınlatma fişeği gibi yol gösteriyor. Bugüne kadar gururla ve özenle yazdım...

Ancak yeni ve medyamız için önemli bir görev için Yeniçağ'a veda etmek zorundayım.

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/ihaleler-onlara-ahiret-yoksullara-52140yy.htm

================================

CAN ATAKLI: YANDAŞ YANDAŞI İFŞA EDİNCE KAVGA ÇIKTI

Medyanın yüzde 95'i iktidarın daha doğrusu sarayın kontrolünde.

Bir iki gazete ve iki üç televizyon dışındaki medya kuruluşlarında iktidar aleyhine olabilecek hiçbir şeyin yayınlanması mümkün değil.

Bu medyada çalışanların bir bölümü gerçek görüşleri ne olursa olsun bunu kamuoyu önünde dile getirme hakkına sahip değil.

Çünkü buna kalkışan anında kapının önüne konuluyor.

Durum böyle olunca gerçek fikrini asla ortaya koyamayan ama bu medyada özellikle de kamuoyu önünde görünen herkesin "yandaş yalaka tetikçi" sıfatını hak etmesi kaçınılmaz.

Doğal olarak bu medyada çalışan herkes bunu biliyor.

Bir kısmı ise aslında rahatsız.

Gerçek fikrini asla söyleyemediği halde saray tarafından cezalandırılmayanlar bazı tavır ve davranışlarının arkasına sığınarak "ben tarafsızım gerektiğinde fikrimi söylerim kimseden korkmam" türü çıkışlar yapıyorlar.

Aynı sayfada iktidara bir iyi bir kötü gönderme yaparak kendilerini kurtardıklarını sanıyorlar.

Oysa gerçek bu değil ve bunu herkes biliyor.

Kimse kendine bahane aramasın.

Bu medyada çalışan herkes yandaştır.

Değilse çıksın açıklasın başına geleceği peşinen kabullensin ve "ekmek parası"ucuzluğunun arkasına sığınmasın.

Bu konuda yaşanan son medya kavgası çok ibretlik.

Yandaşların en önde gidenlerinden parmak salladığı hemen herkesi işinden attıran saray adına medya raconu kesen Cem Küçük kendini "çok farklı konumda" gören ve herkesin de böyle düşündüğünü sanan Ahmet Hakan'ı bir kalemde harcayıverdi.

Cem Küçük "Bizden" dediği Ahmet Hakan'ın aldığı görevi yerine getiremediğini ve Ekrem İmamoğlu hanesine puan yazdırdığını söyledi.

CNN'deki programın kanal yönetimi tarafından Ekrem İmamoğlu'na zarar vermesi için planlandığını belirten Cem Küçük buna karşı Ahmet Hakan'ın amatörce davranmasınedeniyle ters teptiğini anlattı.

Bu tür hataların AKP'ye seçim kaybettireceğini itiraf eden Cem Küçük mamoğlu cephesinde çözülme olmaması halinde seçimi kazanmamız mümkün değil" diye yazdı.

Ahmet Hakan ise kendine biçilen rolün ifşa edilmesine müthiş tepki gösterdi.

"Ben" dedi "Sizin taraftan değilim. "

"Şaklaban" sıfatını kullandığı Cem Küçük'ün tetikçilik yaptığını herkese hakaret ettiğini operasyon çektiğini ileri süren Ahmet Hakan kendi köşesinde yazdığı yazı ile "Aşağılık tetikçiye sesleniyorum ben hayatımın hiçbir döneminde senin gibi Fetö'cülük yapmadım ben senin aşağılık medyandan değilim" cevabını verdi.

Bu yandaşların "tatlı kapışması" sayesinde biz de gerçekleri öğreniyoruz bu işin iyi tarafı tabii.

Ama Ahmet Hakan için sanıyorum artık tehlike çanları çalıyor olabilir. Yandaş medyanın ikinci büyük gemisinde kaptanlık yaptığı halde "Ben sizin aşağılık medyanızdan değilim"diyerek bizzat saraya gönderme yaptığının herhalde farkındadır.

Elbette patronları Ahmet Hakan'ı hemen kapı önüne koymaz muhtemelen 23 Haziran'ı ve sonucunu bekler.

Erdoğan medyasına en ağır hakaretleri savuran Ahmet Hakan'ın da herhalde 23 Haziran'a kadar gözüne uyku girmeyecektir.

KOMİK

Yandaşlar arasında "Laz fıkrası" gibi kavga

Söz Ahmet Hakan'a geldi.

Bu yandaş yazar televizyoncu son günlerde hayli olay oldu.

Cem Küçük'ün gerçeği ifşa etmesinden hemen önce Ahmet Hakan diğer yandaş kanal Habertürk'teki Didem Yılmaz'la kapışmıştı.

Ahmet Hakan Didem Yılmaz'ın Binali Yıldırım'ı ısrarla İmamoğlu ile kendi programına davet etmesini eleştirerek "Al sen yap bacım" başlıklı bir yazı yazmıştı.

Hakan Didem Arslan için şu ifadeleri kullanmıştı; "Binali Yıldırım ile Ekrem İmamoğlu'nun yapacakları tartışmanın kendi programında gerçekleşmesi için resmen ve alenen ayılıyor bayılıyor ölüyor bitiyor. Öyle delice istiyor ki bunu… Ekrem Bey'e ayrı yalvarıyor Binali Bey'e ayrı yalvarıyor. Bununla da yetinmiyor. Böyle bir tartışmayı yönetme ihtimali olan kişilere de fırsatını bulunca bel altı bel üstü falan dinlemeden… Sallıyor babam sallıyor"

Didem Yılmaz da Twitter hesabından isim vermeden Ahmet Hakan'a göndermede bulunarak "Programıma iki değerli adayı davet etmek işimin gereği. Bu yayını çok istiyorum… BİR SAKINCASI MI VAR?" diye sorduktan sonra Ahmet Hakan'a patronu üzerinden şöyle vurmuştu; "Bel altı vurmam çirkeflik yapmam. Bir örnek verim; tatildeki kanal patronunun ayağına kadar gidip bir sunucuyu kovdurmaya çalışsaydım bu sadece ekmekle oynamak değil çirkeflik olurdu. Ben böyle bir kötülük yapmam. "

Sonuca gelelim;

Ekrem İmamoğlu'nun davetine rağmen Binali Yıldırım henüz saraydan izin alamadığı için karşılıklı programa katılamıyor.

Yani iki yandaş televizyoncuyu kapıştırmasına rağmen aslında ortada bir program yok.

Böyle bir program gerçekleşse bile bunun CNN veya Habertürk'te olması kesin değil.

Buna rağmen iki televizyoncu kanlı bıçaklı hale gelmiş durumda.

Bu bana bir Laz fıkrasını hatırlattı.

12 Laz balıkçı tekne ile balık avı için açılmışlar.

Saatler sonra kıyıya yanaştığında bir de ne görsünler teknenin içi kan deryası 11 balıkçının cesedi oraya buraya savrulmuş sadece bir kişi adeta can çekişerek soluyor.

Hemen sormuşlar "Ne oldu böyle?" diye. Yaralı Laz hırıldayarak "Bekledik bekledik tek balık bile takılmadı ağlara. Sıkıntıdan sohbet ederken Temel ağlara define takılmasını diledi sonra defineyi paylaşamadık böyle oldu" demiş.

Kıyıdakiler "Peki define nerede ne oldu ona?" diye sorunca kendinden geçmek üzere olan balıkçının ağzından "Yahu mesela demiştik" sözleri dökülmüş.

Bu yandaşların kavgası da buna benzemiyor mu?

ŞAKA GİBİ

CeHape zihniyeti İstanbul'da "Trabzonlu aday" taktiği yapmış

Adamı bakan olunca akıllı uslu sanıyorsunuz.

Ama öyle değil işte.

Ulaştırma ve Altyapı bakanı yapılan Cahit Turhan Ekrem İmamoğlu'nun İstanbul adayı yapılmasına "dahiyane" bir gerekçe bulmuş.

Turhan'a göre İmamoğlu'nun Trabzonlu olması tamamen bir taktikmiş.

Bakın ne diyor Ulaştırma ve Altyapı Bakanı; "Ekrem İmamoğlu'nun aday gösterilmesi bir taktiktir. Bunları yapanlar ve buna sebep olanlar da yargı karşısına çıkacaktır. Trabzonlular üzerinden bu oyun biliyorsunuz oynanıyor Trabzonluların İstanbul'daki sayısı fazladır. Bu nedenle rakibimizi de bir Trabzonlu olarak karşımıza çıkardılar bunlar bir taktik. Bu ülkede işbirlikçilerin hedeflerini oyunlarını gerçekleştirmek isteyenlere hemşerimiz de olsa buna aldanmayacağız kardeşimiz de olsa aldanmayacağız. "

Bakanın sözleri aynen böyle.

Allahaşkına bir tane aklı başında kişi bu sözlerin ne anlama geldiğini anlatabilir mi?

Hepsini anladık; İstanbul'da Trabzonlu çok ve CHP bu nedenle bir Trabzonluyu aday gösterdi.

Peki bunun nesi suç ki bir hesabı mutlaka sorulacak?

CeHaPe zinhniyeti AKP'nin kimyasını iyice bozdu anlaşılan.

ÇOK GÜLDÜM

İki pazar fıkrası

Bu hafta Yıldırım Tuna'dan gelen iki fıkrayı sunuyorum;

Avukattan Bağış

Kilise yönetimi kasabanın en başarılı ve zengin avukatının şimdiye kadar kiliselerine hiç bağışta bulunmadığını fark etmiş ve adamı ziyarete gitmişler.

"Araştırmalarımız gösteriyor ki yıllık geliriniz en az 800 bin dolar ama bunca yıl kilisemize tek bir kuruş bile bağışlamamışsınız. . !"

Avukat bir müddet düşündükten sonra arkasına yaslanıp unları da araştırdınız mı?"demiş "Annemin yıllarca süren bir hastalıktan sonra ölmek üzere olduğunu ve hastane faturalarının onun gelirinin kat ve kat aştığını?"

Rahipler aşırmışlar tabii eyy. . Hayır. . " diye kekelemişler.

"Veya ağabeyimin kör ve tekerlekli sandalyeye mahkum olduğunu ve gelirinin hiç olmadığını?. . "

Kilise heyeti mahcup ve üzgün bir şekilde birbirine bakışmış.

"Kız kardeşimin kocasının trafik kazasında öldüğünü. "

Avukatın ses tonu sertleşmeye başlamış "Ve arkasında beş kuruşu olmayan 3 çocuk bıraktığını" derken.

"Hayır. . Hayır. . Bilmiyorduk. . "

Avukat hırsla ayağa kalkıp bağırmış; yleyse bunlara yani kendi aileme bile bir gram hayrı dokunmayan 5 kuruş bile vermeyip kayıtsız kalan ben size neden kalkıp da bağışta bulunayım ki? Ha?. . "

Partide

Delikanlı partide gözüne kestirdiği kıza yakınlaşabilmek için dansa kaldırmış heyecandan titreyen bacakları ile geriye büktüğü belinin etrafında ha bire dönüp sağa sola anlamsızca yalpalarken ok özür dilerim daha önce hiç bu kadar kötü dans etmemiştim!" demiş utanarak.

"Hadi ya?" diye cevap vermiş kız şaşırarak "Daha önce dans ettiniz demek?"

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/can-atakli/yandas-yandasi-ifsa-edince-kavga-cikti-5019423/

================================

BEKİR COŞKUN: ETİK BOYU…

Cumhurbaşkanı'nın TÜSİAD'ın ekonomik yorumlarına kızıp "Herkes kendi işine baksın" demesinin üzerinden çok geçmeden Binali Yıldırım tarikat şıhlarına gitti…

Çünkü şıhların işi devlet yönetmek…

Sağlık Bakanlığı birisinde Sanayi Bakanlığı birisinde Tarım Bakanlığı birisinde…

Fotoğraflarına bakınca Binali Bey sanki uçacakmış gibi geliyor…

Bakanlık Başbakanlık TBMM Başkanlığı yapmış bir devlet adamının tarikat dergahına gidip şıhların arasında oturması onda uçacak hiçbir değer bırakmamış olsa bile her paçasından bir şıh tutsa bakarsınız Binali havada…

Tarikatlar toplantı yaparak üniversitelerde mezuniyet balosu düzenlenmesinin yasaklanmasını istediler aynı zamanda…

Ve o sırada bizler bir yargıcın bayan avukatın eteğini kısa bulmasını kınıyorduk…

Başbakanlık TBMM Başkanlığı yapmış şimdi de İstanbul'u yönetmek isteyen iktidarın iki numaralı adamı şıhları dergahlarında ziyaret ettiği günde…

Etek boyu değil mesele etik boyudur…

Etik değerleri devlet adamlığına kısa geliyor…

İstanbullular…

Şu resme bir daha bakmanızı istedim…

Güzelim İstanbul'u bunlara teslim edecek misiniz?. .

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/bekir-coskun/etik-boyu-5018709/

================================

ARSLAN TEKİN: GÜNAHA GİRİYORSUNUZ!

Devleti kendileri yönetiyorlar seçim sandıkları kendilerinden soruluyor ama "Oyları çaldılar!" diye manipüle yapabiliyorlar.

Halkın kahir ekseriyeti destek verdiği hâlde terörü bitirmede bir arpa boyu yol alamıyorlar.

Planlama eksikliği çok açık. Peş peşe şehitlerimiz geliyor. Defalarca Kuzey Irak'ta kampları bombaladık. Defalarca u kadar terörist öldürüldü. " sözünü duyduk. Saf dışı edilen teröristler beni zerre kadar ilgilendirmiyor. Bir şehidimizin bedeli öldürülen teröristlerin azlığı veya çokluğu ile ölçülebilir mi?!

Ülke içinde hiçbir şey düzelmiyor hiçbir şey mecrasında akmıyor; her şey aksıyor.

Din istismarında sınır tanınmıyor.

Herkese hitap etmesi herkesi kucaklayıcı konuşması gereken Zat hem de cami önünde ve hem de -Diyanet İşleri Başkanı'nı sözlerini tasdik ettirmek için olacak- yanına alarak istemediklerine akıl almaz ithamlarda bulunuyor; "hırsız" diyor. (DİB Başkanı anında istifasını vermeliydi! Kur'ân bunu gerektirir ilim bunu gerektirir. )

Halkımıza ağır gelen bir konuşmayı Zat-ı Muhterem İstanbul'da bir cami açılışı töreninde yapabiliyor.

(Bu cami için "külliye" demişlerdi. "Saray" diyenlere bozuluyorlar illâ külliye diyeceksiniz buyuruyorlar. Burada ilmî izahını yapmıştık. Saray saraydır. Başka adlandırması mümkün değildir; bahsettiği cami saydığı fonksiyonları itibarıyla "külliye" diye vasıflandırmak mümkündür. )

O "hırsızlar" ithamı yok mu? Bütün sevaplarını da alıp götürüyor:

"Bir ay sonra ülkemizde de sandık var. Her hâlde bu sandığın hakkını vereceğiz. İnşallah hırsızlara bu işi bırakmayacağız. Kendi kültürlerinde şu gördüğünüz anlayışın olmadığı kişilere bunu bırakmayacağız. Gece gündüz çalışarak bu işin hakkını verelim. Ülkemizde demokrasi zaferiyle bu işi noktalayalım. "

Biz "hırsızlar" ithamına dikkat kesildik. Burada farklı bir şey de söylüyor: "Kendi kültürlerinde şu gördüğünüz anlayışın olmadığı kişilere bunu bırakmayacağız. "

"Kendi kültürlerinde" dedikleri İstanbul'da tekrarlanan seçimlerde Ekrem İmamoğlu'nun seçilmesini isteyenleri kastediyor. Olmayan ne? "Külliye" anlayışı...

Zat-ı Muhterem madem öyle tasnif etti "külliye zihniyeti" dedi meselâ biz de kategorik olarak "külliye zihniyeti" içinden gelmeyiz; kastettiği CHP ve türevleri ise -ki öyle- biz CHP ve türevlerinin dışındayız ama haksızlığın da yolsuzluğun da çalıp çırpmanın da halkının inançlarını istismar etmenin de şiddetle karşısındayız.

Yönetimlerindeki Sayıştay'ın raporları hususiyetle belediyelerde bu kadar yolsuzluğu ortaya çıkarmak mecburiyetinde kaldıysa görmezden gelineneler gizlenenler kim bilir ne kadardır?

Kadir gecesinde Esenler'de yine dinî bir törende halkı kucaklaması gerekirken yine sandık hırsızlığından bahsederek "Oylar biliyorsunuz çalındı. Oylar çalındığı için de maalesef böyle bir seçime şu anda ihtiyaç duyuldu. " diyor.

Kim çaldı nasıl çaldı? Kendilerinin dizayn ettiği YSK'nın gerekçeli kararında bile "hırsızlık çalma" gibi ifadeler geçmediği hâlde dinî alanlarda bu sözlerin sarf edilmesi dinimizin nelere nasıl alet edildiğinin en bariz örneği olarak karşımıza çıkıyor.

Daha yeni... Bir AKP'li belediye başkan yardımcısı camide kendilerine oy verilmezse dinin elden gideceğini söyleyebiliyor!

Sadece "Günaha giriyorsunuz. " diyeceğim.

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/gunaha-giriyorsunuz-52142yy.htm

================================

MURAT MURATOĞLU: ÇÜNKÜ ÇALDILAR!

Önceden yalan söylemenin de bir adabı vardı. İnsanlar direkt "salak" yerine konulmazdı. En azından bir iki veri gösterir bir şeyler anlatılır inandırmaya çalışırlardı. Şimdi kayış tamamen koptu.

Binali Yıldırım "İSPARK'ın zarar etmesi benim de kafama yatmıyor. Gelince anlayacağız!" dedi. İstanbul seçimi için rahatça "Çünkü çaldılar!" diyen Binali Yıldırım İSPARK için "Çünkü çaldılar" diyemedi! Şirketin nasıl olup da para kazanamadığına hiç değinmedi!

★★★

Davada bilirkişi yolsuzluk olduğunu söylüyor. Ülkenin en büyük şehrini yönetmeye talip bir adaydan ciddiyet beklersiniz değil mi? Boşuna beklemeyin. "Ne versek yiyorlar" mantığı hâkim… Herkes her şeyi biliyor. Niyeyse herkes her şeyi anlamamış gibi saf kılığına giriyor.

Herkeste büyükannesi ile kurdu ayıramayan kırmızı başlıklı salak kız edası! İSPARK'ın paralarını niye harcadın? Sana daha iyi hizmet verebilmek için! Bu Mercedes'i neyle aldın? Belediyeden aldığım maaşımı biriktirdim!

★★★

İşin daha vahimi bu cümleleri kumadan önce İSPARK için "Varsın zarar etsin" de dedi! O kadar da geniş söylüyor ki şahsen "Ben kimi dinliyorum?" diye şüphelendim. Bu ne gamsızlık arkadaş!

Ülkede insanlar nasıl alışmışsa yolsuzluğu "ülkenin yönetim biçimi" sanıyor. Kimse yolsuzluğu ciddiye almıyor!

Hele "Gelince anlayacağız" demez mi? Sanki 25 yıldır İstanbul'u Alman Hristiyan Demokratlar yönettiği için gelince anlayacak!

İyi de ğrenci kartını 40 liraya indirdik" "Suya yüzde 40 indirim yaptık"açıklamalarını nasıl yapabiliyor daha gelmediği halde? Masal gibi adam! Bir varmış bir yokmuş… İşine gelirse varmış gelmezse gelince bakacakmış!

Önceki belediye başkanlarından Kadir Topbaş'ı ziyaret ettiğinde neden sormadı? Seçilmeden atanan Mevlüt Uysal'a sorsaydı. Gerçi kendisi şimdi yüksek ekonomi birikimiyle bir bankanın yönetim kurulu üyesi…

Hadi onlar da gelince anlamadılar diyelim. Yahu bu ülkede Binali Yıldırım'ın deyimiylezehir gibi sandık başkanları var. İnsanların tiplerine bakıp kime oy vereceklerini şıp diye anlıyorlar. Ona göre oy pusulası dağıtıyorlar. Koskoca seçimi iptal ettiriyorlar. Onlara soralım anlatsınlar!

★★★

2 yıldır Sayıştay İSPARK'tan içeri giremiyor. Denetim yapamıyor. Deli Dumrul gibi para toplayan kurum 2018 yılında "351 bilyon 214 bin lira" ciroya sadece "1 milyon 77 bin lira" kâr etti. Kimse de bu durumu açıklama gereği hissetmedi!

İstanbul'daki neredeyse tüm sokaklar kurum tarafından otopark olarak işletiliyor. Yetmiyor İstanbul'daki tüm taksi minibüs duraklarından da gelir elde ediyor. İşlettiği katlı otoparklarda yer bulan kendini şanslı sayıyor. Marinaları var para basıyor. Kıyılarda bağlanan tekne ve yatlardan bile para kesiyor.

★★★

Açık teklifimdir… İSPARK'ı bana devretsinler şu anki yıllık kazançlarının kemiksiz 25 katını öneriyorum. Kabul edilirse 2 yıl sonra da siz sevgili okuyucularımı kazandığım para ile yaptıracağım sarayıma davet ediyorum.

O kadar parayı nereye koyacağımı şaşıracağım için muhtemelen sizi kapıda karşılayamayacağım. Muhtemelen yatımda ejder meyveli serinletici içeceğim ile boğazda bir yerlerde turluyor olacağım. Kusura bakmayın!

4 milyar ağaç kafasına yattı

Binali Yıldırım bir zamanlar başbakanlık yaptı. Dünya Ormancılık Günü konuşması vardı. Çıktı "16 yılda 4 milyar 39 milyon fidanı toprakla buluşturduk. İnanmayan gitsin saysın" dedi… Nasıl da şakacıydı maşallah… Eğer çim tohumunu da ağaçtan sayıyorlarsa eyvallah… Dikkat ederseniz küsurat da verdi ki inandırıcı olsun!

Sahi nereye diktiler 4 milyar ağacı? Ama bildiğimiz ağaç ise fiziksel geometrik ve matematiksel olarak pek mümkün görünmüyor. Maydanoz da değil ki bu… Bir insanın milyara kadar sayması iyimser bir hesapla 32 yıl sürer… Sayamayacağımıza göre hesaplayalım… Yılda 266 milyon 666 bin ağaç dikmiş olmaları gerekiyor. Yani bu ülkede her gün 730 bin 593 ağaç toprakla mı buluşuyor. Gece gündüz demeden saatte 30 bin 441 ağaç mı dikiliyor. Hayatın olağan akışına aykırı…

★★★

Yok eğer "4 milyar ağaç ve fidan faturası kesildi biz de onları ödedik" demesi daha inandırıcı… Bir fidanı ortalama 30 liradan hesaplarsak belli ki 120 milyar lira fidan alımı için para ödedik. Yine birilerini zengin ettik. Bakın daha işçilik ve dikim maliyetine hiç girmedik!

İstanbul Havalimanı kafasına yattı mı?

Binali Yıldırım'ın birkaç ay sonra İstanbul Havalimanı'na da muhalif olmasını bekliyorum. "Milyonlarca ağacı kesip uçakların doğru dürüst inemediği bu havalimanının İstanbul'un en rüzgarlı bölgesine yapılmasına izin verilmesi kafama yatmıyor. Gelince onu araştıracağım" demesi an meselesi…

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/murat-muratoglu/cunku-caldilar-5027025/

================================

SİNAN MEYDAN: FARKINDA MISINIZ? SEVRUYGULUYORSUNUZ!

Sevr Antlaşması 152-155 arası maddelere göre; 50 bin kişilik bir askeri birlik dışındaki tüm ordu terhis ediliyordu. 168. maddeye göre tüm askeri okullar kapatılıyordu. "Askere Alma" başlığını taşıyan 165. maddeye göre "zorunlu askerlik" kaldırılıyor ve askerlik süresi 12 aya indiriliyordu

Yeni askerlik kanununa göre bedelli askerlik süreklilik kazanacak; parası olanlar 30 bin TL vererek askerlik yapmayacak parası olmayanlar ise sadece 6 ay askerlik yapacak. Bu kanun kabul edildiğinde askerlik yapmakta olanlardan 6 aylık askerliğini tamamlamışolanlar üç ay içinde terhis edilecek. Böylece mevcut ordunun dörtte üçü terhis edilmiş olacak. Bugün dört bir yandan kuşatılmış Türkiye bir anda neredeyse "ordusuz" kalacak. İşte o zaman ciddi bir "beka" sorunumuz olacak!

Peki neler oluyor?

Türkiye'nin "ordusuzlaştırılması" ne anlama geliyor?

Cevap "seçmeli ders" yapılan tarihte gizli!

YENİ ASKERLİK KANUNUYLA ESKİYE DÖNÜŞ

Başkanlık sistemiyle (anayasa+meclis+saray düzeniyle) fiilen cumhuriyetten meşrutiyete dönen Türkiye bu yeni askerlik kanunuyla meşrutiyetin de gerisine Tanzimat'a dönüyor. Anlayacağınız nerede biteceği belli olmayan geri dönüş tüm hızıyla sürüyor.

Şöyle ki Osmanlı'da 1846'da "Bedel-i Şahsi" uygulamasına geçildi. Buna göre "kura" çıkıp 5 yıllık zorunlu askerlik yapmak istemeyenler bedel parası ödeyerek kendilerinin yerine bir başkasını askere gönderebilecekti. 1865'te "Bedel-i Şahsi" kaldırılıp "Bedel-i Nakdi"ye geçildi. Böylece zorunlu askerlik yapmak istemeyen Osmanlı zenginleri "bedel akçesi" ödeyerek askerlikten kurtuldu. Osmanlı'da askerlik fakir Anadolu delikanlılarının Türk çocuklarının işi haline geldi.

İkinci Meşrutiyet'ten sonra 1909'da çıkarılan askere alma kanunuyla askerlikten muaf olan İstanbul halkının ve Müslüman olmayanların da askerlik yapması zorunlu hale getirildi. Mart 1914'te çıkarılan askerlik kanununa göre ise 18 yaşını dolduran her erkek askerlik yapacaktı.

Cumhuriyet döneminde 1927'de 1111 Sayılı Askerlik Kanunu çıkarıldı. Bu kanuna göre askerlik "bir vatan görevi" kabul edildi. Bu kanun sadece -askerlik süreleri değiştirilerek- bugüne kadar geldi. Bu yeni askerlik kanunu ise sadece askerlik süresini değil cumhuriyetin askerlik sistemini tamamen değiştiriyor.

Bu yeni askerlik kanunu bir geriye dönüştür. Öyle ki Osmanlı'nın 1846 Askerlik Kanunnamesi'ne göre padişahın özel ferman çıkararak "askerlikten muaftır" dediği kişiler askerlik yapmıyordu. Yeni askerlik kanununun 45. maddesinde de aynen şöyle denilmektedir: "Cumhurbaşkanınca gerekli görülen sahalarda özel olarak görevlendirilen gönüllüler Cumhurbaşkanınca belirlenen şartlara uydukları takdirde askerlik hizmetinden muaf tutulur. "

Yani 1846'da "padişaha" verilen yetkinin bir benzeri 173 yıl sonra 2019'da "cumhurbaşkanına" veriliyor.

ÖNCE ORDUYU BİTİRMEK İSTEDİLER

1. Dünya Savaşı'nda yenilen Osmanlı'ya 30 Ekim 1918'de imzalatılan Mondros Ateşkes Antlaşması aslında orduyu bitirme planıydı. Antlaşmaya göre Osmanlı ordusu dağıtılacaktı. Düzeni sağlamak için sınırlı sayıdaki geçici birlikler dışındaki tüm ordu silahlarıyla birlikte İtilaf devletlerine teslim olacaktı.

Padişah Vahdettin Mondros'tan hemen sonra 5 Kasım 1918'de "İngilizleri memnun etme politikası gereği" ordunun onda dokuzunun terhis edilerek erlerin memleketlerine gönderilmesine ilişkin kararnameyi hiç itiraz etmeden imzaladı. (Tarih Vesikaları Dergisi 3387 Harp Tarihi Vesikaları Dergisi S.29 Belge 745. )

Mondros'tan sonra İngilizler büyük bir hızla Türk ordularını dağıtıp ordu komutanlarını tutuklayıp silah ve cephaneye el koymaya başladılar.

O günlerde Konya'da Kolordu Komutanı Fahrettin Altay Paşa anılarında şöyle diyor: "Konya'ya bir İngiliz subayı gelip demiryolunun denetimini eline aldı bütün cephane ve silah depolarının kapısına kilit taktırdı. Silahların mekanizmalarını toplayıp bir sandığın içine doldurttu. Ve üzerine işgalin mührünü bastı. "

YERLİ İŞBİRLİKÇİLERİN ORDU DÜŞMANLIĞI

Padişah Vahdettin'in vazgeçemediği Sadrazam Damat Ferit İstanbul'daki İngiliz Yüksek Komiser Vekili Amiral Webb'e aralarında Ahmet İzzet Mustafa Kemal Kazım Karabekir ve Ali Fuat paşaların da bulunduğu gizli bir liste vererek "siyasi düşmanlarım" diye nitelediği bu kişilerin tutuklanarak Malta'ya sürgün edilmelerini istedi.

İngilizler Medine Müdafii Fahrettin Paşa'yı Irak Cephesi komutanlarından Ali İhsan Paşa'yı ve Kafkas Cephesi komutanlarından Yakup Şevki Paşa'yı tutuklayıp Malta'ya sürdü. Kafkasya'da başarılı işler yapan Nuri Paşa'yı Albay Mürsel Bey'i ve Albay Rıfat Bey'i hapsettiler. Kut Zaferi'nin kahraman komutanı Halil Paşa'yı da tutukladılar.

Osmanlı Genelkurmayı'nda tilaf devletlerine güçlük çıkaracak" ne kadar gözü pek general varsa hepsi görevden alınıp tutuklandı.

Damat Ferit "Kuvayı Milliye'nin hakkından ben gelirim" diyen emekli Süleyman Şefik Paşa'yı Harbiye Nazırı yaptı. 14 Ağustos 1919'da Harbiye Nazırı olan Süleyman Şefik Paşa Vahdettin'in Kuvayı Milliye'yi ezmek için kurduğu Kuvayı İnzibatiye'nin başına geçmekle kalmadı Türk ordusunun kalburüstü birçok komutanını da görevden aldı.

Vahdettin'in Şeyhülislamı Mustafa Sabri ordunun tasfiye edildiği o günlerde üstelik İzmir'in işgalinden 15 gün sonra "Ordunun görevi oruç tutmaktır!" diye bir açıklama yaptı. 
Şeyhülislamın bu açıklamasından üç ay sonra 27 Ağustos 1919'da Alemdar Gazetesi'nde çıkan bir yazıda "Ordunun beş vakit namazda padişaha duadan gayrı bir şey bilmemesi lazımdır!" deniliyordu. İstanbul Müftüsü Dürrizade de 11 Nisan 1920'de yayınladığı fetvada "Millici paşaların öldürülmelerinin dinen caiz olduğunu" bildiriyordu.

Yerli işbirlikçilerin ordu düşmanlığı İngilizleri aratmıyordu.

Ordusuz Türkiye projesi: SEVR

Saray hükümetinin görevlendirdiği Osmanlı heyeti 10 Ağustos 1920'de Paris'te Sevr'i imzaladı. Atatürk'ün önderliğinde Milli Mücadele kazanıldı. Emperyalist paylaşım planı Sevr tarihin çöplüğüne atıldı. Lozan imzalandı. Ancak emperyalizmin Sevr hayali hiç bitmedi.

433 maddelik "idam fermanı" Sevr Anadolu'nun ortasına sıkıştırılmış ve iyice küçültülmüş Türkiye'nin aynı zamanda "ordusuz bir Türkiye" olmasını amaçlıyordu.

İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon Sevr Antlaşması öncesinde 20 Mart 1920'de "Türklere askerliği yasaklayacaklarını" söylüyordu: "Türkler için askerlik mesleği tümüyle kapanmıştır. Kuşkusuz Türkler askerlik yapmak isterlerse başka bir yere gidebilirler. Fransız lejyonu onları kabul edecektir. Ancak İngiltere buna bile karşıdır. Çünkü Türkler öteki düşmanlarımızdan farklıdır başka bir yerde bile askerlik yapmaları iyi değildir. Türkiye'ye dönüp yeni bir askeri dönem başlatabilirler. " (Doğan Avcıoğlu Milli Kurtuluş Tarihi C.1 İstanbul 1998 s. 106. )

Gerçekten de Sevr'in 152'den 208'e kadar tam 56 maddesi "Ordusuz Türkiye" projesine yönelikti.

Sevr'in 152-155 arası maddeleri Türk ordusunu dağıtırken silahlı güç olarak yalnızca üç küçük yapı bırakıyordu. Bunlar: 1. Padişahın güvenliğini sağlayacak 700 kişilik özel koruma birliği (hassa alayı) 2. İçeride düzen ve güvenliği sağlayacak 35 bin kişilik jandarma birlikleri 3. Jandarma birliklerini destekleyecek 15 bin kişiyi aşmayacak özel birlikler. Toplam 50 bin kişi civarındaki bu askeri birlik dışında kalan tüm ordu 6 ay içinde terhis edilecekti.

Sevr'in 168. maddesi; tüm askeri okulları kapatıyordu. Sadece izin verilen birlikler için 1 subay okulu ve her yersel bölgede 1'er küçük astsubay okulunun açılmasına izin veriyordu.

Sevr'in "Askere Alma" başlığını taşıyan 165. maddesi zorunlu askerliği kaldırıyor barış döneminde 36 ay olan askerlik süresini 12 aya indiriyordu.

Sevr Türkiye'nin kara deniz ve hava gücünü tamamen yok ediyor hava sahasını yabancılara açıyordu: 184. madde "Türkiye'de yapılmakta olan -denizaltılar da dâhil- bütün gemiler yok edilecektir" diyor; 188. madde Deniz Kuvvetleri'ne alınacak subay ve erlerin sayı ve niteliğine Müttefiklerarası Deniz Kuvvetleri Denetleme Komisyonu'nun karar vereceğini söylüyor; 191.madde "Türkiye'nin askeri kuvvetlerinde hiçbir kara deniz hava kuvveti bulunmayacaktır" diyor; 192. madde "işbu antlaşma yürürlüğe girişinden başlayarak iki ay içinde Türk kara ve deniz kuvvetlerinde kadrolu olan bütün havacı personel terhis edilecektir" diyor; 193. madde "Müttefik devletlerin uçakları Türkiye'nin tümünde; havadan transit geçiş ve iniş özgürlüğüne sahip olacaktır" diyordu.

Sevr'in 207. maddesi Türkiye'nin herhangi bir yabancı ülkeden askeri destek veya askeri eğitim almasını yasaklıyordu. Ayrıca Müttefik Devletlerin de kendi ordularına hiçbir Osmanlı uyruğunu almayacakları belirtiliyordu. Böylece Lord Curzon'un istediği gibi Türklere askerlik yasaklanmak isteniyordu.

Atatürk'ün önderliğinde Milli Mücadele kazanılıp Lozan imzalanmasaydı işte Sevr'in bu maddeleriyle "Ordusuz Türkiye" projesi hayata geçirilecekti.

SEVR'E UYGUN ADIMLAR

Benim gördüğüm şu: Önce NATO sonra FETÖ eliyle TSK zayıflatıldı. Son 15 yılda Sevr'in askeri maddeleri tek tek hayata geçirildi geçiriliyor.

Önce 2007'den itibaren TSK'ya yönelik Ergenekon Balyoz ve Askeri Casusluk gibi FETÖ kumpasları başladı. TSK sanık PKK tanık yapıldı. Bu süreçte ordunun "Kozmik Oda"sına bile girildi. Özellikle "MİLGEM" gibi projelerle güçlenen Deniz Kuvvetleri bitirilmek istendi?

15 Temmuz sonrası OHAL kararlarıyla Jandarma İçişleri Bakanlığı'na kuvvet komutanlıkları Milli Savunma Bakanlığı'na bağlandı. Sivillerin Jandarma Genel Komutanı olabilmesine olanak sağlandı. Genelkurmay Başkanı sivil dönemlerde ordu komutanıolmaktan çıkarıldı. Böylece Sevr'in 152. maddesinde istenildiği gibi ordunun adeta bir polis gücüne dönüştürülme yolu açıldı.

15 Temmuz sonrasında OHAL kararlarıyla 1800'lerde kurulan askeri liseler Kara Harp Okulu Deniz Harp Okulu ve Harp Akademisi kapatıldı. Böylece Sevr'in 168. maddesinde istenildiği şekilde askeri okullar kapatılmış oldu. Sevr'in 168. maddesinde askeri okullar kapatıldıktan sonra 1 subay ve her yersel bölgede 1'er astsubay okulu açılması istenmişti. Bilindiği gibi! 15 Temmuz sonrasında Milli Savunma Üniversitesi açıldı.

Son olarak da yeni askerlik kanunuyla Atatürk'ün 1111 Sayılı Askerlik Kanunu değiştirilerek askerlik parası olan için bedelli parası olmayan için 6 aya indirildi. Böylece Sevr'in "Askere Alma" başlığını taşıyan 165. maddesinin istediği biçimde "zorunlu askerliğin kaldırılması" yolunda önemli bir adım atıldı.

Şimdi soruyorum; Türkiye üstelik dört bir yandan kuşatılmışken neden anayasadaki ifadesiyle "hak ve ödev" olan askerlik "hak ve ödev" olmaktan çıkarılmak isteniyor? Neden ordunun büyük bir bölümü terhis ediliyor? Askeri okullar niye kapatıldı?

İktidar son yıllarda yapılan askeri düzenlemelerle Sevr'e uygun adımlar atıldığını görmüyor mu?

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/sinan-meydan/farkinda-misiniz-sevri-uyguluyorsunuz-5026780/

================================

RIFAT SERDAROĞLU: YOLUNDAN SAPANLAR

Partiler "Din" Genel Başkanlar da "Halife" değildir.

Topluma verdikleri sözlerden döndükleri yollarından saptıkları anda terk edilmelidirler. Çünkü bugünkü parti yapılanmasında Genel Başkanların tartışılmaz üstünlükleri vardır ama parti içi demokrasinin ise kırıntısı yoktur! Bunlarla parti içinde kalıp mücadele etmek olanaksızdır.

Esasında partiler devlet organları ile millet arasında hizmet eğitim eşitlik adalet ve özgürlükler konusunda görev yapan köprü gibi olmalıdır.

Partiler demokratik rejimin standardının yükselmesi için kullanılan birer araçtır.

AKP'nin dediği gibi "Demokrasi bir araç" değildir. Standartları yüksek-katılımcı-çoğulcu- paylaşımcı- özgürlükçü- çağdaş demokrasi hedefine ulaşmada

partiler basit birer araçtır.

Yolundan sapan ilk parti AKP (Adalet ve Kalkınma Partisi);

2001 yılında AKP yetkililerinin Türk Milletine söylediklerinin tamamı arşivlerde mevcuttur.

Topluma kendilerini "Muhafazakar Demokrat" olarak tanıttılar!

17 yıl boyunca tek parti hükümetleri olarak ülkeyi yönettiler.

Geldiğimiz noktada öncelikle kendi adlarına ihanet ettiler.

Bugün ülkede Adalet'in kırıntısı kaldı mı? Ya Kalkınmanın? İkisi de kalmadı. Sadece bir aileye hizmet eden "Parti" kaldı. Her tarafı karaya bulanmış AK Parti!

(3 Y) ile mücadele edeceğiz (Yolsuzluk-Yoksulluk-Yasaklar) demişlerdi hatırladınız mı?

Yolsuzluğun-soygunun kitabını yeniden yazdılar! Devletimizi siyasetçilerimiz kanalıyla dolandıran sahtekarları Amerika yargıladı bizi dünyaya rezil ettiler.

Pay almadıkları hiçbir devlet ihalesi olmadı! Paramızı taşa-toprağa-betona- geri dönüşü olmayan yatırımlara harcadılar!

Yoksulluğu yok ettik kişi başı gelir seviyesini 10 bin dolara çıkardık dediler.

2002'de kişi başı GSMH 'da 3 bin 492 dolarla dünyada 65'inci sıradaydık.

2018'de kişi başı GSMH 'da 9 bin 735 dolarla dünyada 81'inci sıraya geriledik.

Eğer mevcut ekonomi yönetimi yanlışta ısrar eder ve kriz finans sektörüne atlarsa bu yeri de mumla arar hale geliriz. Cumhuriyet tarihi boyunca yapılan dış borcun üç katını 16 senede yaptılar.

İnsanlarımızı boğazlarına kadar borçlandırdılar.

Yasaklar günün her dakikasında daha ağırlaştı! Darbe dönemlerinde bile bu kadar baskıcı bir yönetim görmedik. Türkiye bol miktarda cezaevi yapmakla övünen ve buralara aydınlarını tıkan bir ilkel yönetim gördü.

Neredeyse "Herkes bir gün ölümü tadacaktır" ayetinde olduğu gibi

"Türkiye'de AKP yönetimde olduğu sürece herkes cezaevini görecektir" sözü geçerlilik kazanacak…

Yolundan sapan ikinci parti MHP (Milliyetçi Hareket Partisi)

Bu parti öyle bir yolundan çıktı ki tarifi bile çok zor bir hale geldi!

Genel Başkanı korumak için "Devlet Hazinesini Soydular" "Bunlar Türk düşmanı Kandil uşağıdır" "Hırsızlar" dedikleri ile beraber oldular.

Hem dediklerini unuttular hem de kendilerine en ağır hakaretleri yapanların kucağına koştular. Ne ilkeleri kaldı ne de dokuz ışıkları! Düpedüz ampul oldular.

Bunlar mı Türk Milliyetçisi? Türk Milliyetçileri ne zamandır Arap Milliyetçileri ile birlikte oldular?

Türk Devleti-Türk Milleti-Türk Vatanı-Türk Bayrağı demekten utananlarla birlikte olanlara bölünmemize neden olanlara destek verenlere Ülkücü

denir mi?

Ege'de Vatan topraklarını koruyamayanlarla "Büyük Kürdistan Devleti" denilen şer yuvasının iki parçasının Barzani ve PYD-PKK eliyle kurulmasına destek verenlerle birlikte olanlar rahmetli Türkeş'in mezarına hangi yüzle gidebiliyorlar?

Değerli Okurlar;

Amacım kimseyi üzmek değildir. Aksine Türk Milletinin geleceğini kendi çıkarlarının arkasına atanların gerçek yüzlerini sizlere bir kez daha hatırlatmaktır.

23 Haziran'daki seçimlerde oyunuzu lütfen çok ama çok dikkatli kullanın.

Oylarınızı Hollanda-Malta-MAN Adası-Gemi Filosu zenginleri haramzadelere değil helal kazancın ve dürüstlüğün temsilcisi Ekrem İmamoğlu'na veriniz.

Biz öyle yapacağız. Yapacağız ki en büyük gücün Türk Milleti olduğunu tüm dünya görsün…

Not;

Yarın Çoban Ateşi Hareketi Gönüllülerin hazırladıkları taslağın önemli bölümlerini "Nasıl Bir Siyasi" başlığı altında sizlerle paylaşacağız.

================================

ZEYNEP GÜRCANLI: YEŞİL PASAPORT UĞRUNA…

AKP hükümeti uzun zamandır "yaptım-yapıyorum" dediği "Yargı Reformu Stratejisi"ni açıkladı.

Buna en çok sevinen de Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu oldu.

Feyzioğlu'nun Erdoğan paketin ayrıntılarını açıklarken büyük coşkuyla alkışladığı bölüm ise avukatlara yeşil pasaport verileceği "müjdesi" idi.

Peki bu gerçekten bir "müjde" mi?

Avukatlar için ilk bakışta "müjde" gibi gelebilir. Ama geriye kalan -üst düzey devlet memuru olmayan- Türk vatandaşları için "alarm zili" anlamını taşıyor.

Çünkü avukatlara "yeşil pasaport" müjdesinin verildiği reform paketi tüm Türk vatandaşlarına vizesiz Avrupa seyahati sağlayacak temel kriter olan yasadaki terör tanımının değişmesi konusunda herhangi bir unsur içermiyor.

Türkiye ile AB arasındaki "vizesiz Avrupa" müzakerelerinde üzerinden çalışılan 72 kriterden sona kalan 6 tanesinden biri -ve en önemlisi- "terör tanımının değişmesi. "

İfade özgürlüğü mümkün mü?

Üstelik "terör tanınıma" ilişkin hiçbir vaatte bulunulmaması paketin "ifade özgürlüğünün korunmasıyla" ilgili bölümlerini de gölgeler nitelikte…

Halen hapiste bulunan ya da yargılanan gazetecilerin çok büyük çoğunluğu "basın yasası"yerine "terör yasasıyla" yargılanıyorlar.

Kanunun terör tanımındaki muğlaklığını kullanan hakim ve savcılar beğenmedikleri manşetleri köşe yazılarını iddianame yapıp "terör örgütüne destek vermek" suçlamasıyla yargılıyorlar kalan tek tük muhalif gazeteleri ve gazetecileri. SÖZCÜ davası bunun en iyi örneği.

Yargı reform paketiyle aynı hafta gazeteci Kadri Gürsel'in -üstelik Anayasa Mahkemesi'nin hakkında hak ihaline uğradığına ilişkin kararı da ortada dururken- kendi ayağıyla gidip teslim olduğu ceza infaz kurumunun kapısında kelepçlenmesi tutuklanıp saatler sonra denetimli serbestlikle salıverilmesi AKP zihniyetinin reform paketine nasıl yansıyacağını da somut olarak gösterdi.

Feyzioğlu'nun sevincini gölgeleyecek bir başka konu ise son dönemde AKP hükümetinin adeta önüne gelen yeşil pasaport vermesi üzerine Avrupa ülkelerinde Türkiye'den gelen yeşil pasaportlulara yönelik konulan "ek önlemler. "

Mesela Almanya turistik amaçla bu ülkeye giden dönüş bileti olmayan geçerli bir seyahat sigortası göstermeyen yeşil pasaportlu Türk vatandaşlarını geri çevirmeye başladı bile. Bu uygulamanın yayıngınlaşması da an meselesi. Yani avukatlara yeşil pasaportun gerçekte pek bir kolaylık getirmemesi de mümkün.

Reform paketinde yer alan "coşkuyla" karşılanan "savcı ve hakimlere coğrafi teminat"konusunda da soru işaretleri çok.

Reform paketinin açıklanmasının ertesi günü çıkan Hakimler ve Savcılar kararnamesi AKP'nin bu teminatı "nasıl yorumladığını" da ortaya koydu. AKP'lilerin son dönemde "beğenmedikleri" kararları alan hakim ve savcıların tümü bu yeni kararname ile -sürüldü demeyelim- "yer değişikliğine" uğradı. Kulislerde "acaba bu coğrafi teminat sadece hükümetin pek beğendiği yargı kararlarını alanlar için gelecekte bir güvence olarak mı düşünüldü?" soruları sorulmaya başlandı.

Pakette atanmış Adalet Bakanı'nın Hakimler ve Savcılar Kurulu'ndan çıkarılacağına ilişkin herhangi bir ifade yer almaması da ayrıca "coğrafi güvenceye" gölge düşürür nitelikte.

Erişim yasakları ne olacak?

Cumhurbaşkanı Erdoğan reform paketini açıklarken internet yasaklarına da değindi ve "Bir internet sitesinin tamamına değil engellenmesine karar verilen kısmına erişimin sınırlanmasına imkan verecek bir düzenleme yapılacak" dedi.

Ancak sınırlamayı yapacak "makam" konusuna hiç girmedi.

2007'de çıkarılan yasa ile internet erişim yasaklarında yargı devre dışı bırakılıp karar Bilgi Teknolojileri İletişim Başkanlığı'na tanınmıştı.

BTK bu yetkiyi de sonuna kadar kullandı.

Mesela gazetelerin kağıt baskısındaki pek çok haber ya da köşe yazısı hakkında hiçbir adli soruşturma ya da mahkeme kararı olmaksızın BTK kararıyla gazetenin internet sitesinde "erişime kapatıldı. " Üstelik bu konuda ne gazeteye ne de yazıda/haberde imzası olan kişiye hiçbir bildirimde bulunulmadı. BTK'nın uyguladığı bu yasak için "hangi kritere baktığı/gerekçesi" gibi konular hep cevapsız kaldı.

Kısacası TBB Başkanı'nı pek sevindiren reform paketi Türk vatandaşları açısından bakıldığında ancak tek bir deyişle özetlenebilir;

"Dağ fare doğurdu…"

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/zeynep-gurcanli/yesil-pasaport-ugruna-5027347/

================================

SERVET AVCI: "BUNLAR BİR ŞEYLER YAPAR"

İstanbul'da Ekrem İmamoğlu'nun önceki seçimi kazandığına dair kanaat çok güçlü… Tabii tekrarlanacak seçimi kazanacağına dair kanaat de…

Fakat kimi seçmende rakiplerini kastederek "Bunlar bir şeyler yapar" endişesini fazlaca gözlemlemek de mümkün… Seçmende böyle bir endişenin olması açık bir 'demokrasi ayıbı' aslında… 'Daha iyi propaganda yapar seçmeni ikna eder sandığa sahip çıkar vs. ' şeklinde bir şey değil kastettikleri…

Demokrasi ve hukuk dışı ayak oyunlarından endişe ediyorlar… Olur veya olmaz ama böyle bir endişenin varlığı bile çok kötü… Bu endişenin kökleşmesi kazanılacak veya kaybedilecek seçimlerden çok daha önemli ve çok daha hayati…

***

Haksız penaltıyı bilerek dışarı atan futbolcular hem kendi itibarlarını hem de takımın itibarını kurtarırlar… İçlerinde zerre kadar adalet duygusu yaşatanlar siyasetin o boğucu tarafgirliğinden çıkarak çok daha ahlakî olan bu yola sapabilirlerdi…

Binali Yıldırım'a da düşen buydu… Açıkça kaybettiği ve 'haksız penaltı' niteliğindeki tekrarı reddederek tarihe geçebilirdi… Meclis Başkanlığı ve Başbakanlık yapmış birisine yakışan şimdi olduğu gibi 'isteksiz düşük profilli olsa da olur olmasa da' türünden bir kampanya yürütmek yerine rakibin hakkını vererek çekilmekti… Böylece tarihe geçmekti…

Belli ki yapamadı… Geçmişten gelen iç içe geçmiş hukuk reddetmeyi mümkün kılmayacak ilişki geçmişi İstanbul kaybedildiğinde aslında sanılandan çok daha fazla kaybedilecek şey olduğu gerçeği daha etik olanı engelledi…

***

'Beraber yürüdükleri bu yolda' şimdi hep birden kaybetmeye doğru yürüyorlar… Çünkü geçmişte kendilerine can suyu veren 'mağdur' ve 'mazlum' makamında değiller artık… Kendileri şimdi 'hazımsız mağrur' makamında otururken terk ettikleri 'mağdur' makamında Ekrem İmamoğlu oturuyor… Doğaldır ki bunun siyaseten bir bedeli olacak!. .

Belediye seçimlerini 'asfalt kanalizasyon çöp park bahçe kaldırım trafik' gibi konulardan sıyırıp 'beka Fetö Pkk terörizm' gibi alanlara taşıyıp rakibi bu alanlarda boğma stratejisi de sonuç vermedi…

Ankara da böyle bir propagandayla alınmak istenmişti… Büyükşehir'i kaybederlerse belediyenin Kandil'den yönetileceğini listelerin hazır olduğunu çalışanların işten çıkarılıp yerlerine teröristlerin yerleştirileceğini su saatlerine okumak üzere evlere teröristlerin geleceğini anlatıp durmuşlardı…

Bu yalan çabuk çöktü… Belediyenin alnına Türkiye Cumhuriyeti geldi… Kadro tercihini ise burada tekrarlamaya bile gerek yok…

Söyleyecek başkaca şeyi kalmamış olanların bu üçüncü sınıf yalanlarının Ankara'da çökmüş olması şüphesiz İstanbul'a da yansıyor ve yansımaya devam edecek…

***

Ankara'da muhalif kampanyasının sürükleyici unsuru 'Hak yerini bulacak' sloganı olmuştu… Bu slogan 2014'te yaşanan açık gaspı özetliyor ve seçmenin şuuraltında yaşayan bu 'haksızlığa uğramışlık' duygusuna hitap ediyordu… Nitekim elde edilen başarıda bunun büyük payı oldu…

Şimdi İstanbul benzer süreçten geçiyor… Haksızlığa uğramışlık duygusu taptaze… Kısmen de olsa Binali Yıldırım'a oy vermiş olanlarda bile bu gerçek rahatlıkla gözlemlenebiliyor… Ankara'daki 25 yıllık hegemonyayı değiştiren bu vicdanın İstanbul'da da kendisini gösterme ihtimali çok ama çok yüksek…

Bu 'yükselen vicdan' ile 'Bunlar bir şeyler yapar' endişesi arasındaki haksız rekabetin 'yükselen vicdan' lehine sonuçlanacağına "Bunların bir planı olmasaydı seçimleri tekrar ettirmezlerdi" şeklindeki teslimiyetçi yaklaşımın 'gerçek' karşısında mağlup olacağına inanıyorum…

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/bunlar-bir-seyler-yapar-52151yy.htm

================================

TOKMAK: SUÇ VAR CEZA YOK!

Bir ülkede şiddet hâkimse…

Parti liderlerine vahşice saldırılıyorsa…

Gazeteciler sokak ortasında dövülüyorsa…

Türkiye Büyük Millet Meclisi ne yapar?

"Bu ülkede neler oluyor olayların arkasında kimler var? Şunu bir araştırıp açığa çıkartalım!" demez mi?

Yaşanan çirkin olaylar muhalefet tarafından Meclis'e getirildi. Fakat…

AKP ve MHP'lilerin oylarıyla reddedildi!

İktidar partisi ile küçük ortağı saldırıların araştırılmasını istemiyor! Neden?

Şiddetten yana mı çıkıyorlar?

Ucunun birilerine dokunacağından mı korkuyorlar?

Araştırma sonunda gerçeklerin ortaya çıkmasından mı endişe ediyorlar? Nedir?

Suç var ceza yok! Saldırı var araştırma yok!

Muktedirlerin vicdanları nasıl rahat ediyor?

Ülkede şiddete göz yumulursa o şiddet günün birinde kendileri dahil herkesi yakabilir!

AKP ve MHP nasıl böyle çağ dışı bir anlayış içinde anlamak mümkün değil!

Ettin bir hayır tut bacağından ayır!

Ne demişti AKP'li önemli bir devlet büyüğü?

"Herkesi doyurduk oya dönüşmedi! Herkesin midesini doyurduk ama neticede durum böyle! Karnını doyuruyoruz her türlü ihtiyacını karşılıyoruz yine de oy vermiyorlar?"

Lâf mı şimdi bunlar? Milletin karnını doyurmak ülkeyi yönetenlerin vazifesidir. Ayrıca yapılacak yardımların gizli kalması insanların onurlarıyla oynanmaması esastır.

Yalnız iyilik yapmak yetmez iyiliği zarafetle yapmak gerekir.

Günümüzdeki yöneticilerde ise bu zarafet maalesef yok…

"Ettikleri bir hayır tut bacağından ayır!"

★★★

15'inci Yüzyıl'da yaşayan Fatih Sultan Mehmet'te 21'inci Yüzyıl'da yaşayan yöneticilerimizde olmayan bir zarafet ve incelik vardı.

Fatih Allah'a inancı büyük olduğu için iyiliği gizli yapar kimseyi minnet altında bırakmak istemez doyurduğu kişilerde küçüklük duygusu uyandırmamaya çalışırdı.

Gazeteci arkadaşım Ertuğrul Akçaylı:

"Fatih'in vasiyetnamesi Ataşehir'de onun adını taşıyan hastanenin önünde kitabe haline getirilmiş. Fotoğrafını çektim. İlahiyatçı Prof. Dr. Mustafa Öz'ün yardımıyla vasiyetnameyi bugünkü Türkçe'ye çevirdim. Yolluyorum" dedi.

Osmanlı İmparatorluğu'nun 7'nci padişahı Fatih Sultan Mehmet'in bugünkü yöneticilere ders olacak vasiyetnamesi şöyle:

Fatih Sultan Mehmet'in vasiyetnamesi!

"Ben ki İstanbul fatihi aciz kul Fatih Sultan Mehmet…

Bizzat alın terimle kazandığım akçelerimle satın aldığım İstanbul'un Taşlık mevkiindeki sınırları bilinen 136 adet dükkânı aşağıdaki şartlarla vakfediyorum.

Şöyle ki: Bu gayrı menkullerimden elde edilecek gelirlerle İstanbul'un her sokağına ikişer kişi tayin ettim. Bunlar ellerindeki bir kap içinde kireç tozu ve kömür tozu ile günün belirli saatlerinde sokakları gezsinler. Bu sokaklara tükürenlerin tükürükleri üzerine bunları döksünler. Bu kişilere 20'şer akçe ücret verilsin.

Ayrıca 10 cerrah 10 tabip ve 3 yara sarıcı tayin ettim.

Bunlar ayın belirli günlerinde İstanbul'a çıkıp istisnasız her kapıyı çalıp o evde hasta olup olmadığını sorsunlar. Eğer hasta varsa ve orada tedavisi mümkün ise tıbbi müdahalede bulunsunlar. Değilse kendilerinden hiçbir karşılık beklemeden hastanelere kaldırıp orada tedavi etsinler.

Allah korusun herhangi bir gıda sıkıntısı da olabilir. Böyle bir durumda bırakmış olduğum 100 silah ehline verilsin. Bunlar vahşi hayvanların yumurtada veya yavrulamış olmadıkları sırada Balkanlara çıkıp avlansınlar ve hastalarımızı katiyen gıdasız bırakmasınlar. Ayrıca külliyemde yaptırdığım imarathanede şehitlerin yakınları ve İstanbul fakirleri yemek yesinler.

Bizatihi kendileri gelemeyenlerin yemekleri güneşin loş karanlığında ve kimseler görmeden kapalı kaplar içinde evlerine gönderilsin!"

★★★

540 yıl önce Fatih Sultan Mehmet böyle diyordu. Günümüzün iktidarı ise "Karınlarını doyuruyoruz yine de bize oy vermiyorlar!" diyor.

İşte anlayış farkı!

"Ettin bir hayır tut bacağından ayır!"

TEBESSÜM

Adamı neden öldürmüş?

Hâkim cinayet suçundan mahkemeye çıkartılıp karşısına getirilen adama sorar:

"Sen bir cinayet işlemişsin öyle mi?"

Adam soğukkanlı cevap verir:

"Evet hâkim bey cinayet işledim! Mecbur kaldım buna!"

Hâkim "Yaa mecbur kaldın demek?" der ve tekrar sorar:

"Peki öyleyse söyle bakalım o zavallı adamı neden öldürdün?"

"Asgari ücretliydi hâkim bey zaten ölecekti!"

GÜNÜN SÖZÜ

Kim ettiği bir iyiliği o kişinin başına kakarsa onu geri almış demektir!

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/rahmi-turan/suc-var-ceza-yok-5026654/

================================

ARSLAN BULUT: "ERDOĞAN'IN ARKASINDA SAF TUTAN GENERALLER" VE ORDUYU TERHİS YASASI!

Akit gazetesi haber müdürü Murat Alan Akit TV'de yayınlanan "Ters Kutuplar" adlı programda "O hizaya gelmeyen apoletli generalleriniz... Hepsi Erdoğan'ın arkasında saf tutuyor. Oynaya oynaya eşşek gibi saf tutacaklar. Bu ülkede demokrasi varsa bunu AK Parti iktidarı oturttu" diye konuştu.

Aradan epey zaman geçti. Muhataplardan bir cevap gelmedi!

Şimdiki Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar Genelkurmay Başkanı iken Kara Kuvvetleri Komutanı Salih Zeki Çolak ile birlikte Gaziantep'te yaralı askerleri ziyaret sırasında Atatürk ve Afet İnan ile ilgili hayali kurgular yapmış olan Akit yazarı Mehtap Yılmaz'ı da hastanede ziyaret etmişti! Akar ayrıca Ankara'da Atatürk dönemini Firavunların dönemleri ile bir tutan Nuri Pakdil'i MİT Başkanı Hakan Fidan ile birlikte ziyaret etmişti.

Şimdi de Hulusi Akar Murat Alan'ı ziyaret ederse şaşırmam!

***

15 Temmuz 2016'daki FETÖ darbe girişimi sonrası başlayan Türk subayını aşağılama kampanyası seyirci kalınırsa ordu tamamen bitirilene kadar devam eder! Çünkü proje budur!

Atatürk ne diyordu subaylara:

"Millet bağımsızlığının muhafazasından ibaret olan hayati gayesinin teminini ordudan ordunun ruhunu teşkil eden subaylardan bekler. İşte subayların yüce olan vazifesi budur.

Allah göstermesin milletin bağımsızlığı ihlal edilirse bunun vebali subaylara ait olacaktır.

Subaylar izah ettiğim yüce mukaddes ve bütün açılardan üzerlerine düşen vazife itibarıyla bütün mevcudiyetleriyle ve bütün dikkat ve felsefeleriyle giriştiğimiz bağımsızlık mücadelesinde birinci derecede faal ve fedakâr olmak mecburiyetindedir.

Şahsi ve hususi durum itibarıyla da subaylar fedakârlar sınıflarının en önünde olmak mecburiyetindedir. Çünkü düşmanlarımız herkesten önce onları öldürür. Onları aşağılarlar ve hor görürler.

Hayatında bir an bile olsa subaylık yapmış subaylık izzetinefsini şerefini duymuş ölümü küçümsemiş bir insan hayatta iken düşmanın tasarladığı ve reva gördüğü bu muamelelere katlanamaz. Onun yaşamak için bir çaresi vardır; şerefini korumak!

Halbuki düşmanlarımızın da kastettiği o şerefi ayaklar altına almaktır.

Dolayısıyla subaylar için 'ya istiklal ya ölüm' vardır. Fakat arkadaşlar ölmeyeceğiz bağımsızlığımızı muhafaza ederek yaşayacağız ve milletimizi daima bağımsız görmekle bahtiyar olacağız!"

***

Esasen son zamanlardaki ordu düşmanlığı Batı'nın "Türk tarihinin hakkından gelmek" projesiyle birlikte sürdürülüyor.

Tarih derslerinin seçmeli hale getirilmesinin arka planında bu sebep vardır. ABD'nin Türkiye Büyükelçisi 15 Kasım 2002'de ülkesine gönderdiği mesajda "Türkiye'de ordu bürokrasi ve yargıda bir derin devlet var. Derin devletin merkezinde de ordu bulunmakta. Derin devlet yani ordu ABD'nin desteklediği reformun önündeki en büyük engeldir" deniliyordu.

İşte 15 Temmuz sonrası o engeller kaldırıldı askeri liseler kapatıldı daha önce FETÖ'ye teslim edilmiş harp okulları siyasi denetim altında alındı. Yine de Türk askerinden korkuyorlar. Sevr'de olduğu gibi ordunun büyük kısmını terhis etmek üzere yasa tasarısı hazırlandı. Tasarıyı da Hulusi Akar savunuyor!

***

Tarihçiliğin temiz yüzü Sinan Meydan "Sevr'in 152'inci maddesinde istendiği gibi ordunun polis gücüne dönüştürülmesi yolu açıldı. Son yıllarda yapılan askeri düzenlemelerle iktidar Sevr'e uygun adımlar atıldığının farkında mıdır?" diye soruyor.

İktidar elbette farkındadır! Sorun şu ki milletin bir kısmı hâlâ farkında değil...

Türkiye'nin şu andaki ihtiyacı bütün kurumlarını öncelikle eğitimi yargıyı orduyu istihbaratı ve polisi Atatürk ayarlarına döndürmeyi hedefleyen ve üzerinde iç veya dış herhangi bir kontrol bulunmayan siyasi bir güç oluşturmaktır.

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/erdoganin-arkasinda-saf-tutan-generaller-ve-orduyu-te-52160yy.htm

================================

SABAHATTİN ÖNKİBAR: 23 HAZİRAN'DAN SONRA BUNLAR OLACAK

1) Tayyip Erdoğan'ın adayı; 23 Haziran'da yapılacak olan İstanbul seçimini ikinci kere kaybederse partisi düşüşe geçip büyük kopmalar yaşayacak ve iktidar muhtemelen TBMM'de çoğunluğunu yitirecek… Keza İstanbul'da alınacak seçim sonucu ile Tayyip Erdoğan karizması yara alacak ve Erdoğan isminin bürokrasideki etkisi kırılacak.

2) İstanbul'da alınacak ikinci bir mağlubiyet erken seçimi Türkiye'nin gündemine sokacak ve Türkiye bir türlü normalleşemeyecek.

3) Ekonomideki mevcut çöküş tablosu resesyondan konsolidasyon veya moratoryuma doğru yelken açınca iktidar mecburen IMF'nin kapısını çalacak ve bu şekilde siyaseten kendini bir kere daha inkar edecek.

4) İktidar IMF ile anlaşabilmek yani ekonomik destek karşılığında Washington'a S-400 ve Suriye konularında taviz vermeye mecbur kalacak. Zira malum IMF'ye kaynak sağlayan ana ülke ABD.

5) IMF'nin dayatacağı kemer sıkma programı ise zaten işsizlikle sefaletin göbeğinde olan Türk toplumunu cinnet noktasına taşıyacak ve ülke sosyal bağlamda sarsılmaya başlayacak.

6) İktidar yeni süreçle beraber Suriye politikasında ABD gemisine binildiğini saklamayıp alenileştirecek.

7) Bunun sonucu olarak APO ve PKK ile ikinci bir açılım dönemine kapı aralanacak.

8) Bu şekilde Kuzey Irak'taki Barzanistan'dan sonra Büyük Kürdistan'ın ikinci ayağı olarak Fırat'ın doğusunda PKK-İSTAN'ın kuruluşu Türkiye'nin rızası ve onayıyla fiiliyattan resmiyete taşınacak.

9) Ve tam o günlerde MHP ile Bahçeli iktidar tarafından çöp tenekesine atılacak.

10) Bütün bu gelişmeler ve İdlip'deki siyasal İslamcılar konusu Ankara-Moskova ilişkilerini yeniden soğutmaya başlayacak.

11) Rusya Türkiye'de üstlendiği nükleer santral anlaşmasını askıya alacak.

12) Ankara Doğu Akdeniz'de doğal gaz ve petrol aramayı sonlandıracak.

13) Türkiye Kıbrıs'ta güya çözüme katkı adına Türk Ordusunun geri çekilmesi müzakerelerine katılacak.

"BAŞA MI DÖNÜYORUZ..."

Evet...

Çok mu ürkütücü senaryolar bunlar...

Başkent'teki bu kulis ve analizleri iddia kabilinde sunduktan sonra "Ne o yoksa başa mı dönüyoruz" dediğinizi işitir gibiyim.

Başa ya da ortaya dönersek şaşırmayın. Zira bugün Türkiye'yi yönetenlerin temel önceliği iktidarlarının devamıdır.

https://odatv.com/23-haziranda-bunlar-olacak-03061934.html

================================

SELCAN TAŞÇI HAMŞİOĞLU: BIRAKIN BAYRAM BAYRAMLIĞINI YAPSIN

Bugün 23 Nisan olsaydı 29 Ekim olsaydı 19 Mayıs olsaydı 30 Ağustos olsaydı ve önümüzde "milliyetçilerin oylarının pırlanta kıymetinde" olduğu bir seçim bulunmasaydı; artık hepimiz adımız gibi biliyoruz ki siyasi irade kendini "askerimiz terörle mücadele halindeyken şehit haberleri gelirken ekonomik kriz pardon güncelleme had safhadayken sathı yas hali egemenken provokasyon ihtimali kol gezerken bayram gelmiş neyimize modu"na alır ve bu milli bayramı aleladeleştirmek için elinden geleni ardına koymazdı.

Ama siz bunlara takılmayın;

"Biz" ve "onlar" kutuplaştırmasının faturasını değerlerimize çıkarmayın.

"Onlar"ın sahiplenmediği milli günlere dört kolla sarılırken sırf "onlar" sahipleniyor diye dini günlerden uzaklaşmayın. Her birimizi ayrı bir yere savuran hayat hengamesinde kaçırdıklarımızı yakalama imkanını birkaç günlüğüne de olsa "büyük bir aile" gibi yaşama şansını yabana atmayın hakkıyla kullanın. Birbirinize sarılamadığınız kadar sarılın kucaklayamadığınız kadar kucaklayın sarın sarmalayın.

Tek kendi evinizdekileri değil tek uzaklardaki yakınlarınızı değil üstelik;

Onlara bu hissi yaşatabilecek bir anneden bir babadan mahrum çocuklar evlattan torundan mahrum yaşlılar; elinizin uzanabileceği yüreğinizin dokunabileceği kim varsa bugünlerde onları da alın aranıza…

"Bayramlık kıyafet"in "baklava"nın "kolonya ile çikolata"nın "mendil"in "bayram harçlığı"nın "bayram sofrası"nın üstüne toprak atanlardan "çocukluğumuz" dediğiniz o masumiyeti samimiyeti kendi çocuklarınızdan esirgeyenlerden olmayın… Onlara "Yaşasın okul yok"tan çok daha büyük sevinçler yaşatabilir yaş aldıkça özlem duyacakları bir "çocukluğumuz" hatıratı kazandırabilirsiniz ; unutmayın.

İzin verin bayram bayramlığını yapsın; içinizi arındırsın.

Bayramınızı kutlarım.

"ÖNCÜ ERKEKLER"

Bugünü ve önümüzdeki günleri "bayram" olarak yaşayacak zamanını aile ziyaretleriyle eş dost akrabayla hasret gidermekle kavuşmakla buluşmakla barışmakla geçirecek olanlar aynen devam…

Ama geçtiğimiz Cuma mesai bitiminden başlayarak önümüzdeki pazartesiye kadar uzayan günleri "tatil" varsayanlara bugünden başlayarak her gün bir kitap önerim olacak.

Deniz kenarında havuz başında güneşin altında ormanın ortasında hamakta teknede salıncakta verandada balkonda şekerleme yaptığınız koltukta cam kenarında yatakta otobüste uçakta bir köy evinin avlusunda erik ağacının altında lafın kısası zaman ve mekandan bağımsız olarak her an her yerde okuyabilirsiniz sonuçta.

İlk kitap bugünlerin büyükleri gibi olmasınlar bu kirliliği çağlarında tekerrür ettirmesinler diye çocuklara;

İlham Veren Cumhuriyet Kahramanları / Öncü Erkekler

Afet İnan'dan Sabiha Gökçen'e Adalet Cimcoz'dan Süreyya Ağaoğlu'na Cumhuriyet'in "alanlarında ilk olan" kadınlarından sonra bu defa Atatürk etkisinde yetişen Cumhuriyet erkeklerini kaleme almış Özlem Özdemir.

Babasının öğretmen maaşıyla güç bela aldığı piyanoyla çıktığı yolda Atatürk'ün isteğiyle "ilk Türk operası"nı besteleyen Ahmed Adnan Saygun'dan Atatürk'e yazdığı şiiri vermek üzere üç ay boyunca Ankara'ya yürüyen Aşık Veysel'e annesinin "yabancı dil" konusundaki baskılarına daha 9 yaşındayken "Ben yabancı dil öğrenmeyeceğim. Çünkü öyle çalışacağız ki onlar bizden öğrenecek. Keşifleri biz yapacağız" diye cevap veren matematikçi Cahit Arf'tan Atatürk'e "Efendiler! Hepiniz milletvekili olabilirsiniz bakan olabilirsiniz hatta reisicumhur olabilirsiniz fakat sanatkâr olamazsınız. Hayatlarını büyük bir sanata vakfeden bu çocukları sevelim" sözünü söyleten tiyatro devi Muhsin Ertuğrul'a dahi Türk Oktay Sinanoğlu'ndan Kurtuluş Savaşı'nın ilk ve son uçuşunu yapan "ilk Türk uçağını yapan pilot"umuz Vecihi Hürkuş'a kimler yok ki kitapta…

Sevgili çocuklar

Resmiyle müziğiyle edebiyatı tiyatrosu mimarisi matematiği kimyası tıbbıyla aklınıza gelebilecek hemen her alanda hem bu ülkeyi hem de kendilerini "yoktan var eden" bir gelenek oluşturan ekol olan bu 25 "adam"dan çok daha şanslı olduğunuzu onlar başardıysa sizin başarmamanız için hiçbir gerekçe bulunmadığını aklınızdan çıkarmadan Özlem Ablanıza kulak verin derim ben:

"Gelecek sizsiniz ama geleceği yaratacak olan da sizsiniz! Size aksini söyleyenler olursa onlara kulak asmayın kendinize inanın ve çok okuyun. "

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/birakin-bayram-bayramligini-yapsin-52159yy.htm

================================

SAYGI ÖZTÜRK İRAN SINIRINDA TEHLİKELİ GELİŞME

Bu yılın ilk 5 ayında 54 askerimiz 9 polisimiz olmak üzere 63 güvenlik görevlisi şehitedildi. Kuzey Irak'ta Suriye'de şehit veriyoruz ama 6 şehidimizi Iğdır'da vermemizin üzerinde pek durulmadı. Bazı kararları verirken yeterince irdelenmediği muhtemel sonuçlarının ne olduğunun görülemediği anlaşılıyor.

Iğdır'ın İran sınırında 2016 yılının Şubat ayında sınır boylarının mayından temizlenmesine başlandı. Temizleme çalışmalarının sonuna gelindi. Mayın temizlendi yerine yüksek duvarlar yapıldı. Temizlenen alanlarda sözde tarım yapılacaktı tarım da yapılmıyor. Şimdi teröristler İran tarafında merdivenle duvara çıkıyor ve sınır boyunda devriye görevi yapan askerlerimize ateş ediyor. Mayınlar temizlendi sınıra duvar çekildi ama duvarın ötesinde bulunan teröristler duvarı kendilerine siper ediyor askerimiz İran topraklarına ateş edemiyor. Dahası sınır boyu mayınsız olduğu için buralardan Türkiye'ye geçiş yapıyor.

İNSAN KAÇAKÇILIĞI DA OLUYOR

Iğdır ilimiz İran Nahçıvan ve Ermenistan'a komşudur. Sınır kapısının adı Dilucu'dur. Bunun nedeni de toprağımızın dil gibi üç ülke sınırı içinde uzanması olarak anlatılır. Iğdır duyarlı bir ilimizdir. 15 Eylül 2015'de sınır kapısında nöbet değişimine giden polisler saldırıya uğradı ve 15 polisimiz şehit edildi.

Dilucu sınır kapısına yaklaşık 500 metre uzaklıkta Şehit Bülent Aydın Karakolu var. Gökay ve Kurtömer karakolları bölgesinden kaçak geçişler oluyor. Mültecilerin çoğalması ve terör olaylarının artmasının İran'daki gelişmelerle bağlantılı olduğu belirtiliyor. İran ne zaman ekonomik sıkıntıya düşse sınır bölgeleri kontrolden çıkıyor herkes geçim derdi ile uğraşıyor. Bundan dolayı İran'a uygulanan ambargo ile birlikte başlayan ekonomik kriz nedeniyle İran Devleti sınırlarını güvenliğini ikinci plana atmış ekonomik sıkıntıları çözme arayışına girmiş. Sınırımızda terörün artmasında bu durumun etkili olduğu belirtiliyor.

Iğdır tarafında olan İran köyleri Kürt kökenlilerden oluşuyor. PKK'nın İran kanadı olan PJAK ve PKK bu köylerde etkili. Örgütün saldırılarına PJAK üyeleri ve kaçakçılar da destek oluyor. PKK Iğdır sınır bölgesinden uyuşturucu ve insan kaçakçılığını organize ediyor. Devletimizin aldığı sınır güvenliği önlemleri kaçakçıların işini zorlaştırdı. Şimdi de sınıra yapılar duvarı kendilerine siper eden teröristler saldırıp kaçıyor. Özellikle geçiş güzergâhları olan bölgede devriye gezen askerlere saldırıyorlar.

ERMENİSTAN DESTEKLİ

Teröristler bu bölgeden karayoluna çıktıkları için Ermenistan'a da geçebiliyorlar. Eylemlerin artmasında Ermenistan İstihbaratının da rolünün bulunduğu kaydediliyor. Nahçıvan ve Iğdır'da gözü olan Ermeniler her türlü oyunu ve provokasyonu yapıyor.

İran ile Meghri-Norduz kapısını kullanan Ermeni militanlar sınır köyüne gelip PKK-PJAK ile iş birliği yapıyor. İran sınırından açılan ateşle yüzlerce TIR'ın geçtiği gümrük kapısında Azerbaycan plakalı tankerin vurulması bu saldırılarda Ermenilerin desteği olarak yorumlanıyor. Nitekim PKK militanları ve Suriye'den gelen Ermenilerin Ermeni işgali altında bulunan Azerbaycan toprağı Laçin'e yerleştiği kamplarının bulunduğu da bölgede biliniyor.

Türkiye'ye gelmek isteyen sığınmacıların merkezi konumunda İran'dan bu akını durdurmak kolay değil. İran üzerinden kaynaklanan terör saldırılarına karşı Türkiye ortak operasyon öneriyor. Sınırımıza yakın köylerde kamp kuran PKK-PJAK ve Ermeni militanlarının azgınlığı da kaçak geçişler de artıyor. PKK militanlarının mültecilerin içlerine karışarak Türkiye'ye giriş yaptıkları Aras nehrini geçerek Ermenistan'a geçtikleri yönünde Devletin elinde bilgiler var.

Geçen hafta içinde 3 askerimizin sözünü ettiğimiz bölgede şehit edilmesi de terör örgütünün bölgedeki hedeflerini ortaya koyuyor.

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/saygi-ozturk/iran-sinirinda-tehlikeli-gelisme-5036454/

================================

CAN ATAKLI: BAYRAM BAYRAM AKLA ZİYAN SORULAR

Ramazan bitti.

Bugün bayram herkese kutlu olsun.

Bu bayramın dostluk sevgi barış ve demokrasi hukuk insan haklarını geri getirmesini diliyorum.

Çok bilinen Bektaşi fıkrasıdır;

Baba erenler imama sormuş "Ramazanı pek seversin değil mi?"

İmam tereddütsüz "Sevmez miyiz?" demiş.

Bektaşi devam etmiş; "Oruç tutmak sizin için çok önemli değil mi?"

İmam "O nasıl soru?" diye biraz ciddileşmiş.

Baba erenler devam etmiş; "Ramazan gelsin diye de çok dua edersiniz öyle değil mi?"

İmam bu kez biraz öfkelenerek "Ne diyorsun yahu böyle haddini bil artık" demiş.

"Sakin ol imam hazretleri" demiş Bektaşi "Madem bu kadar çok seviyorsunuz gelsin diye dualar ediyorsunuz ne diye bitince bayram yapıyorsunuz?" diye eklemiş.

Öyle ya da böyle bugün bayram.

Kimse ağzımızın tadını bozamaz.

Ramazan boyunca 'pop hocaların' halktan gelen dini sorulara verdikleri cevaplarıdinledik ekranlardan ve gazete sütunlarından okuduk.

Bu pop hocalar bence çok yararlı toplum için.

Çünkü milyonlarca insan günlük hayatında yaptıklarına "dini bir onay" arıyor.

Bu hocalar ne yaparsa yapsın bu insanların içini rahatlatmaya çalışıyorlar.

Bir tür dinci 'Güzin Abla' rolünü üstlenmişler.

Akla hayale gelmeyecek sorulara cevap verdiler çoğu kez.

Ama bana göre soruların şahı şuydu; "Eğer cennete gidersem karım da cennetlikse o da yanımda olacak mı?"

Tabii "Mars'taki suyla abdest almak caiz mi?" veya "Ojeli tırnakla abdest alınır mı?" soruları da müthişti.

Her yıl olduğu gibi "Ciklet çiğnemek orucu bozar mı?" sorusu yine soruldu.

Doktorlarımız da eski ramazanlardaki havadaydı bu yıl.

Tam 11 ay "Aman uzun süre aç kalmayın sık ve az yiyin en sağlıklısı budur" diye kafamızın etini yiyen doktorlarımız her zamanki gibi ramazanda "İşte sağlıklı yaşamanın formülü oruç tut" dediler.

Madem ramazan bitti bayrama ulaştık pop hocalarımıza ben de sorular sormak isterim.

Acaba bunlara cevap verirler mi veya kitaba uygun bir şeyler bulurlar mı bilemem.

Örneğin "Devlet parasıyla verilen iftar sevap kazandırır mı?" diye sorsam.

Öyle ya başta Cumhurbaşkanı olmak üzere devletin bütçesinden yani bizim paramızdan her gece yüzlerce hatta binlerce kişiye iftar verdiler.

Bunun sevabı yazılıyor mu yazılıyorsa kime?

"Kaçak su ile alınan abdest ile namaz kılınır mı?" Bu sorunun cevabını merak etmez misiniz?

Televizyonda dinlediğim hocalardan biri belli ki canı çok yanmış "Sahte isimle sosyal medyada paylaşılan yalan hakaret ve iftiraları Allah görür mü? Hacı sen buna cevap ver bakalım?" diyordu.

"Soruları satın alıp girdiği sınavı kazanan ve iş bulan kişinin maaşı helal olur mu?" Alın size 100 puanlık bir soru.

Yine örneğin "Eline de kumanya tutuşturularak insanların camiye gelmesini ve toplu namaz kılmasını sağlamak caiz midir?"

Hep merak ederim; "Biri için dua okuduktan sonra para almak caiz midir bu para helal sayılır mı?"

Şunu da çok merak ediyorum; "Kara para aklayanın yaptığı ibadetler yerini bulur mu?"

Buradan devam edelim "Yolsuzlukla elde edilen servet helal olur mu?"

Daha ne sorular vardır kim bilir başınızı ağrıtmayayım.

Dileyen kendisi yeni sorular eklesin artık.

Tekrar iyi bayramlar.

HOŞUMA GİDEN ŞEYLER

Kim yazmış bulamadım ama güzel yazmış

Sosyal medya üzerinden kim bilir kaç tane geldi bu mesajdan.

Belli ki herkes çok beğenmiş.

Tabii beğenmiş dediklerim biraz benim yaşlarda olanlar.

Çünkü 55 ve üstü olanları hayli yücelten bir değerlendirme.

Ama inanın yanlış değil.

Buyurun bayram niyetine siz de okuyun haksız mıyım?

Bir genç babasına sordu:

Siz daha önce nasıl yaşadınız?

Teknolojiye erişim yok.

Uçak yok.

İnternet yok.

Bilgisayar yok.

Gösteri yok.

Televizyon yok.

Klima yok.

Araba yok.

Cep telefonu yok"

Baba cevap verdi;

Sizin nesil bugün nasıl yaşıyor?

Şefkat yok.

Onur yok.

Saygı yok.

Karakter yok.

Utanç yok.

Alçakgönüllülük yok.

Okuma yok.

Sonra devam etmiş;

Biz 1940-1980 arasında doğan insanlar Tanrı'nın sevgili kullarıyız…

Hayatımız gerçek bir kanıttır;

Oynarken ve bisiklete binerken asla kask takmadık.

Okuldan sonra akşama kadar sokakta oynardık. Hiç televizyon izlemezdik.

İnternet arkadaşlarıyla değil gerçek arkadaşlarla oynardık. .

Susadığımız zaman şişelenmiş su değil musluk suyu içerdik.

Aynı bardağı dört arkadaşla paylaştığımız halde hastalanmazdık.

Her gün çok pilav yediğimiz halde hiçbir zaman kilo almadık.

Çıplak ayakla dolaşırdık ama ayaklarımıza bir şey olmazdı. .

Annemiz ve babamız bizi sağlıklı tutmak için hiçbir zaman ek gıda takviyeleri vitaminler vermezlerdi.

Kendi oyuncaklarımızı kendimiz yaratır ve onlarla oynardık.

Ailemiz zengin değildi. Bize mal mülk değil sevgi verdiler.

Cep telefonlarımız DVD'lerimiz oyun istasyonumuz XBox'ımız video oyunlarımız kişisel bilgisayarlarımız internet sohbetimiz olmadı ama bizim gerçek arkadaşlarımız vardı.

Arkadaşımızın evini davet olmadan istediğimizde ziyaret eder ve onlarla birlikte eğlenerek yemek yerdik.

Senin dünyandan çok farklı olarak bütün akrabalarla iç içe yaşar aramızda sıkı bağlar olurdu.

Çektiğimiz fotoğraflar siyah beyazdı ama renkli anılarla dolu idi.

Biz kendine has anlayışlı bir nesiliz çünkü biz ebeveynlerinin söylediğini dinleyen son nesiliz.

Ayrıca çocuklarını dinleyen ve dikkate alan ilk nesiliz.

Ve sizler yaşındayken asla var olmayan bir teknolojiyi nasıl kullanacağınız konusunda size yardımcı olabilecek kadar zeki olan da biziz!

SINIRLI sayıda üretildik.

Bu yüzden;

bizden keyif alın

bizden öğrenin

hazine biziz

dünyadan yok olmadan önce…

Her şeyi ve herkesi sevin.

BUNU YAZMAK GEREK

Bunu da yazarım ve bir kenara çekilirim

Pazar günü medyadaki yandaşların birbirini nasıl ele verdiğini bizzat kendi yazılarından yararlanarak yazmıştım.

Yandaş isimlerin en önde gelenlerinden Cem Küçük Hürriyet'te yazan CNN'de program yapan Ahmet Hakan için "Kendisine Ekrem İmamoğlu'na zarar vermesi için program yaptırıldığını ancak Ahmet Hakan'ın bunu beceremediğini ve AKP'ye zarar verdiğini" yazmıştı.

Ahmet Hakan bu yazı üzerine "Ben sizin aşağılık medyanızdan değilim" dedikten sonra Cem Küçük'ü FETÖ'cü olmakla suçlamıştı.

Cem Küçük dünkü yazısında Ahmet Hakan'a cevap verdi.

Yenilir yutulur bir cevap değil.

Ben bu cevabı da yayınladıktan sonra müsaadenizle çekilmek istiyorum.

Çünkü bundan sonrası hem akla ziyan olur hem de sağlığa aykırı.

Çünkü Cem Küçük bu yazıyla bir gerçeği olabilecek en ağır sözlerle dile getiriyor.

Ahmet Hakan'a "Evet sen bizden değilsin" demiş Cem Küçük dünkü yazısında.

Ama şöyle devam ediyor;

"Ben sana bizim taraftansın demedim. Bizim taraftan değilsin ama sen bizim tarafın köpeğisin. Eskiden Aydın Doğan'ın köpeğiydin şimdi ise bizim köpeğimizsin. Sahibin değişiyor ama her devir sen bir köpeksin. Biz 'Yat' desek yatıyorsun 'Kalk' desek kalkıyorsun. 'Havla' dediğimizde işte Ekrem İmamoğlu'na yaptırdığımız gibi havlıyorsun. Fakat bu toplumda bir küçük zerre itibarın kalmadığı için de İmamoğlu'nun ekmeğine yağ sürerek yine bizim tarafa zarar veriyorsun. "

Durum bu.

Artık araya girilmez değil mi?

KOMİK

"Derin manalı" 11 güzel cümle

Açıkçası bu cümlelerin de ilk yazarını bilmiyorum.

Ama sosyal medyada görünce hoşuma gitti.

Bayram sabahı tebessüm ettirir diyerek sizlere de sunmak istedim;

1- Eğer uzaylılar gerçekten varsa buradan seslenmek isterim. Yeriniz varsa yatıya gelelim. Dünya çekilmiyor artık!

2- Bir kadın söyleyecek çok şeyi olduğu halde susuyorsa o kadın değildir. Travesti falandır. Kadının sustuğu nerede görülmüş!

3- Mezarlık girişinde "Biz de gezerdik siz gibi siz de geleceksiniz biz gibi" yazıyor. Adam ölmüş hâlâ laf sokuyor.

4- Kebapçıya "Abi urfa ile adana arasında ne fark var?" diye sordum. "300 kilometre" dedi. Sustum lahmacun söyledim yiyorum.

5- Ben sineği öldürmemek için camı açıyorum. O gidip arkadaşlarını getiriyor şerefsiz.

6- Mantara bile kültür veren Rabbim sana vermediyse vardır bir bildiği!

7- Doğru insanı bulduğunuzda beni de çağırın ne olur. Neye benziyormuş şu bir bakıyım. Meraktan çatlayacağım valla!

8- "Erkeklerin hepsi odun" diyen kızlar sabah o kadar makyajı ormana gitmek için mi yapıyorsunuz?

9- Doktora gittim "Ağrı nerede?" dedi. Doğu Anadolu Bölgesi'nde" dedim. Oksijen tüpüyle kovaladı beni. Salak mıdır nedir?

10- Bir erkeğin en lezzetli yeri başının etidir. Milyonlarca kadın yanılıyor olamaz…

11- Uzaydan astronot kağıda şunu yazmış. "Burada Tanrı falan görmüyorum!" Aşağıdan efsane bir yorum gelmiş. "Oksijen tüpün bittiğinde göreceksin!"

ÇOK GÜLDÜM

İki bayram fıkrası

Bayramın ilk günü Yıldırım Tuna'dan iki fıkra geldi. Bir de yukarıdaki yazıda okuduğunuz Bektaşi fıkrası var. Eder üç.

Buyurun birlikte okuyalım;

Bayramlardan isimler

Üç arkadaş ağacın altında sohbet ediyorlar "Benim oğlum Ramazan Bayramı'nda doğdu adını Ramazan koydum" demiş birincisi. .

"Benim oğlum 30 Ağustos Zafer Bayramı'nda doğdu adını 'Zafer' koydum" demiş ikincisi. .

"Hadi yahu tesadüfe bak hep bayramlardan esinlenmişiz. . " demiş üçüncüsü sonra oğluna dönüp seslenmiş "Kabotajjj. . Yavrum şu kahveden üç çay kapıp gelir misin?"

Buruk bir bayram fıkrası

Ramazan Bayramı'ndan bir gün önce yaşlı adam "işleri çok yoğun olduğu" gerekçesiyle kendilerini görmeye pek gelmeyen oğlunu telefonla aramış "Gününü rezil etmek istemezdim oğlum…" demiş "Ama annenle boşanıyoruz… 45 yıllık ıstırap yetti artık. . !"

Oğlu "Ne? Baba? Neden bahsediyorsunuz siz?" diye telefonda bağırmaya başlamış.

"Birbirimizi görmeye tahammül edemiyoruz… Her dakika didişmekten bıktık… Lütfen kız kardeşini de ara ve durumu sen bildir. Bir de onu aramak istemiyorum"diyerek kapatmış telefonu yaşlı adam.

Oğlan hemen kız kardeşini "Kahretsin annemle babam boşanıyorlar" diye aramış. "Merak etme ağabey. Ben ilgilenirim" demiş kız kardeş telaşla ve hemen babasını aramış.

"Boşanmıyorsunuz" demiş "Ben oraya gelene kadar da hiç bir şey yapmıyorsunuz. Şimdi ağabeyimi arıyorum ikimiz de yarın sizdeyiz" ve telefonu kapatmış.

Yaşlı adam da telefonu kapatmış dönmüş karısına "Tamam" demiş "Çocukların ikisi de Ramazan Bayramı'nda yanımızda olacaklar. Kurban Bayramı için seninle ne numara buluruz artık bilemiyorum!"

AÇIKLAMA

SEVGİLİ OKURLAR; bayramın ikinci ve üçüncü günü bu köşe de bayram tatili yapıyor. Cuma günü zaten yazı günüm değil. 8 Haziran Cumartesi günü sizlerle birlikte olacağım.

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/can-atakli/bayram-bayram-akla-ziyan-sorular-5036944/

================================

MURAT MURATOĞLU: ENFLASYON İNŞALLAH MAŞALLAHA KALDI!

Yüzde 18.71 gelen mayıs ayı enflasyon rakamları halkımızın bayramını kutladı. Hazine ve Maliye Bakanı "Enflasyonda düşüş trendi sürüyor. İnşallah yıl sonunda hedeflediğimizrakamları tutturacağız" deyip bayram coşkusunu bir kat daha artırdı!

Belli ki işimiz inşallah maşallaha kaldı. Bu enflasyonu millete başarı olarak anlatmak ve yedirebilmek ayrı bir meziyet olsa gerek…

★★★

Sahi fiyat artışlarını kime şikayet edecektik? Zabıtayı mı arayacaktık? Zam yapan devletse ne yapacaktık?

Peki dersen ki kim inanıyor? Kimsenin inanmadığı rakamların açıklanması için devlet vergilerimizle birilerine maaş ödüyor. Madem parasını veriyoruz açıklasınlar tabii…

★★★

Bu enflasyonun düşmüş hali… Nasıl düşük çıkıyor peki? Çok basit veri toplama yöntemideğişti! İstatistik Kurumu bu yılbaşından itibaren ciro bazlı örneklem yöntemine geçti. Bu ne demek? "Arkadaşım seni kaç enflasyon kurtarır?" diye sorup onu söylemek!

Arkadaşım derken Berat Albayrak enflasyonu açıklayan kurumun başına arkadaşınıgetirmişti. Daha samimilerse Berat'çığım da diyebilir tabii ki!

★★★

Şöyle anlatayım… İstanbul Ticaret Odası da hesaplıyor bu enflasyonu… Onun gıda enflasyonu mayısta yüzde 1.39 artıyor. Devletin İstatistik Kurumu hesaplıyor aynı gıda fiyatları onda yüzde 1.18 düşmüş çıkıyor. Artık nereden alışveriş yapıyorsa neden bizden gizliyor?

Tüm süt ürünleri bir ayda yüzde 20 zamlanmış. Oysa yıllık enflasyon artışı yüzde 18.71'dekalmış! Hiçbir şey olmasa bile kesinlikle bir şeyler olmuş. YSK karar alsa şu enflasyon bir daha mı hesaplasa?

★★★

Zira bu zamlardan İktidar hariç herkes sorumlu! Bilmiyorlar mı arz-talep kanununu? Üretim az ise fiyat artar. Üretim artarsa fiyat düşer. Anlaması çok da zor değil!

Üretim artıyor mu? Hayır! Fiyatlar nasıl artmıyor? Şöyle ki; ülke küçülüyor tüketim düşüyor. Millet alışveriş yapacak parayı bulamıyor. Yapılan üretim fazla bile geliyor.

★★★

Tabii yine de ufak tefek pürüzler yok değil bu denklemde. Bu açıklanan tüketicinin senin benim çarşı pazar fiyatlarıyla hesaplanan enflasyon. Bir de bunun değişik modeli var. Üreticinin enflasyonu.

Üretici fiyatlarında açıklanan artış ne kadar? Yüzde 28.71 açıklandı. Arada yüzde 10 fark var. Bu duruma göre üretici zararına satış yapıyor. Sevabına satıyor. Hobi olarak üretiyor zevk için kredi alıyor.

★★★

Merkez Bankası'nın bu yıl için açıkladığı hedef neydi? Yüzde 5… Neremle gülsem bilemedim şimdi! Açıklanan enflasyon gerçeğinin törpülenmiş hali… Durmuyor yılanoğlu…

Seçimden hemen sonra elektriğe zam gelecek. Bunun anlaşması çoktan yapıldı. Elektriğe zam demek yaşama zam demek… Son parayı pulu da harcayan İktidarın mantığı bari seçim bitene kadar idare etsek… Sonrasında her canlı enflasyonu hissedecek!

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/murat-muratoglu/enflasyon-insallah-masallaha-kaldi-5036496/

================================

SELCAN TAŞÇI HAMŞİOĞLU: 23 HAZİRAN PROVASI

İYİ Partili adayın kazanması üzerine AK Parti'nin itirazıyla yenilenen Kırıkkale/Keskin seçimlerini yerinde izleyen avukatlardan dinledim:

- AK Partili sandık görevlileri açıktan oy kullandırdılar.

- TRT kamerasını sandığın bulunduğu yere soktular.

- Sandığa seçmenle birlikte girmeye çalıştılar.

- Seçmen kağıtlarını dağıtan muhtarlardan biri AK Parti militanı gibi oy kullanmaya gelenleri "ampule bas ampule bas" diye yönlendirdi.

- AK Partili sandık görevlisi pusulayı işaret ederek verdi diye yumruklu kavga çıktı; AK Partili görevli masaları yumrukladı sandık kurulu başkanına küfür etti ve fiziki saldırıda bulundu. Dışarıda bekleyen AK Partili grup da gelip saldırıya katıldı. Polis uzun süre müdahale etmedi gecikti.

- AK Partili yönetici ve görevliler usulsüz oy kullandırma işlemlerine göz yummayan sandık başkanlarına sık sık "Sen PKK'lısın sen FETÖ'cüsün seni gebertirim burada yaşatmam" diye iftira hakaret ve tehditlerde bulundu.

- AK Parti il başkanı ve AK Parti'nin belediye başkan adayı oy kullanılan salondaki herkesi dışarıya çıkarmaya kalkıştı.

- AK Parti İl Başkanı sandık kurulu başkanlarına talimatlar vermeye kalkıştı.

Seçimi izleyenlerin anlattığına göre eğer seçim hakimi gelip de "Devleti ayaklar altına aldıramazsınız. Tutanak tutacaksınız. " iradesi ortaya koymasa ağır baskı altındaki sandık kurulu başkanları tutanak da tutmayacaktı.

Ayrıca aktarıldığına göre bunca olaya rağmen polis gözaltı yapmadı.

Sadece 24 sandığın bulunduğu Keskin'de Hakim Savcı ve Vali Yardımcısı'nın herhangi bir partinin elamanı gibi davranmama iradesine rağmen bütün bunları yapanlar düşünün İstanbul'da il-ilçe başkanı gibi çalışan bürokratların da desteğiyle neler yapmazlar! Neler yapacaklar!

KAZANIRKEN BİLE KAYBEDİYORLAR

Ve milli vicdan sahnede…

Yenilenen seçimlerin en net sonucu Millet İttifakı'nın yükselişine karşın Cumhur İttifakı'nın hezimete sürüklendiği… O kadar ki kazanırken bile kaybediyorlar.

Misal 31 Mart'ta ayrı adaylarla girdikleri seçimde AK Parti ve MHP oylarının toplamı yüzde 65'i bulurken 2 Haziran'da yenilenen seçimde iki partinin oylarının toplamı yüzde 59'da kaldı. Buna karşılık Millet İttifakı oy oranını yüzde 34 küsurlardan yüzde 41'e yükseltmeyi başardı.

Yusufeli'de 31 Mart'ta yüzde 43 alan Millet İttifakı destekli CHP adayı 2 Haziran'da oy oranını yüzde 46'nın üzerine çıkardı.

Aynı şekilde Honaz'da da Millet İttifakı'nın CHP'li adayının oy oranı yüzde 49'lardan yüzde 60'lara çıktı.

"MESELE"MİZ

Tatilcilere bugünkü kitap tavsiyesi; Mesele.

Ötüken Yayınevi Dündar Taşer'in 1969-1972 yıllarında Devlet gazetesinde aynı başlıkla yayınlanan yazılarından oluşan kitabı yeniden bastı. Okuyanda güneş çarpmasına benzer bir etki yarattığı için günün anlam ve önemine en uygunu bu diye düşündüm.

Hele bir okuyun da;

"Kendi memesini emen inek gibi" kendini tüketmemek üreterek büyümek büyütmek üzere yola çıkıp da nasıl memleketin ineğini birkaç metrekare çayıra çimene memleketi de bir çift inek memesine bir kilo yerli ete bir bardak "köy sütü"ne muhtaç hale getirenlerle "aynı yolda yürümeye başladınız" bir düşünün bakalım.

"Türk'e zarar vermeyene müsamaha Türk'e fayda verene himaye" felsefesiyle bir araya gelip de nasıl "Türk"ü vatanın taşından toprağından silenlerin arasına karıştınız bir sorun kendinize sorgulayın bakalım.

"Kader köprüsünden beraber geçmiş şeref ve nikbeti birlikte tatmış kimseler" olarak nasıl "aranızdaki bağları evvela gevşetip sonra da koparmak isteyenler"in "tek düşmanı Türklük tek usulü yalan tek gayesi menfaat" olanların oyununa geldiniz şöyle en feveranlısından "tek zaafınız olan saflığınız"a yanın bakalım.

"Millet mefhumunun ne olduğuyla değil de gafil bir hırsla meselenin iktidar ekseriyettir ekseriyet sayıdır sayı parmaktır parmak parmak oynatmakla sağlanır" kısmıyla ilgili olanları eleştire eleştire nasıl onların "ekseriyet" sağlamak üzere ihtiyaç duyduğu "kullanıp atmalık parmaklar" haline dönüştünüz; aynaya bakın da görün bakalım.

Neticede "bayram"; gün yeni kırgınlıklar küskünlükler yaratmak değil var olanları telafi günü uzatmayacağım.

Şevket Bülent Yahnici'nin kitabı takdimindeki "Akıl mantık izan tutulması yaşadığımız şu günlerde umarım ki Mesele bir nebze de olsa bazı şeyleri yeniden düşünmemize ve muhasebe yapmamıza vesile olur" dileğini paylaşarak noktalayacağım.

"Mesele Taşer'den yadigârdır Taşer'in mirasıdır. "

Tekraren okunmalı; "nereden nereye"yle yüzleşmekten kaçınılmamalıdır.

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/23-haziran-provasi-52168yy.htm

================================

HÜSNÜ MAHALLİ: KIBRIS KİMİNDİR?

Portekiz kökenli Nassi Ailesi; İngiltere Hollanda ve Venedik'ten sonra 1553'de yerleşmek üzere İstanbul'a gelmişti.

Yasef Nassi'nin 100 altın lira karşılığında Sultan Süleyman'dan Filistin'de Tabariye Gölü kenarında bir kasabayı satın aldığı ve orada bir okul yaptırdığı anlatılır. Yahudiler için buranın yeterli olmadığını düşünen Nassi Kıbrıs'ı almak için 1569 yılından itibaren Osmanlı'daki bütün gücünü kullanır. Bazı kaynaklarda Sultan Selim'in de Nassi'ye 'Eğer Kıbrıs'ı alırsak seni de oranın kralı yapacağım' dediği yazılır.

Sonunda Kıbrıs alınır ama Nassi kral olamaz çünkü Sokollu Mehmet Paşa buna karşı çıkar ve Yahudilerin adaya yerleşmesini önler.

Yahudilerin ve örgütlü olarak Siyonistlerin Kıbrıs ilgi ve sevdasıyla ilgili çok şey yazıldı ama biz bugünlere gelelim.

Kıbrıs aradaki denizi saymazsak İsrail'in Arap halkı olmayan tek komşu devletidir. Üç tarafı düşman Arap halklarıyla çevrili olan İsrail'in önünde bir çıkış ve belki de gelecekte 'kurtuluş kapısı' olarak duran tek nokta Kıbrıs adasıdır. İsrail'in güvenliği açısından doğusundaki Mezopotamya yani Kürt bölgesi ile batı yakasındaki Kıbrıs adası büyük önem taşımaktadır. Bu bölgelerin kontrol altında tutulması İsrail için yaşamsal bir değeri vardır.

Bu nedenle 1948'de kurulduğu günden bu yana İsrail Kıbrıs'a yoğun ilgi göstermekte ve çözümün önlenmesi için özel çaba harcamaktadır.

Birleşik bir Kıbrıs ya da Türkiye'ye veya Yunanistan'a bağlanmış bir Kıbrıs kesinlikle İsrail'in işine gelmez.

Gelelim bugünlere…

Doğalgazın keşfedilmesiyle Güney Kıbrıs ve dolaysıyla Yunanistan'la sık sık bir araya gelen İsrail bu alanda her iki ülkeyle çok stratejik anlaşmalara imza atıyor. Bununla yetinmeyen İsrail her iki ülkeyle ama özellikle Güney Kıbrıs'la askeri iş birliği yapıyor. Geçen hafta Güney Kıbrıs'ta İsrail'in seçkin birlikleriyle Kıbrıs Rum ordusunun ortak tatbikatı vardı. Tatbikatın senaryosuna göre iki ülkenin birlikleri olası bir saldırıya karşı ortak savaşacak.

Senaryoya göre ortak düşman Lübnan.

Son bir yılda dördüncüsü yapılan bu tatbikatla İsrail ordusu Güney Kıbrıs'ın dağlık bölgelerinde ve Türklerin bırakıp göç ettiği köylerde tatbikat yapıyor. İsrail askerleri buralarda tüneller hendekler ve sokak çatışmalarına karşı eğitilmektedir.

Bugün için düşman Lübnan'daki Hizbullah olabilir ama yarın bu düşman neden Türkiye olmasın?

İki İngiliz üssünün yanı sıra Fransa'nın da Larnaka yakınlarında deniz üssü inşa ettiği ve İsrail'in her iki üsten yararlanacağı düşünülürse İsrail'in keyfine diyecek yok.

Yok çünkü İsrail KKTC'yi ihmal etmiyor.

İsrail adanın en sağ ucunda yani Lübnan'a en yakın noktasında bir tane yat limanı inşa edip işletmektedir. Liman Mersin'e 80 kilometre uzaklıkta.

Teknolojinin ne denli geliştiği hatırlanırsa İsraillilerin buralarda ne numaralar çevirebileceğini kestirmek zor olmazsa gerek. İsraillilerin ayrıca KKTC'de çok geniş araziler satın aldıkları tatil siteleri inşa ettikleri Türkiyeli Yahudilerin KKTC'li vatandaşlarla ortaklıklar kurdukları ve adayla ilgili en az 600 yıllık anılarını canlandırmak istedikleri bilinmektedir.

Demek istediğim Kıbrıs'taki risk Rumlar ya da Yunanistan değil İsrail'dir.

Çünkü İsrail'in arkasında ABD İngiltere ve Fransa var ve hepsinin gözü Doğu Akdeniz bölgesindeki trilyonlarca metreküp doğalgazda.

Kıbrıs İsrail Filistin (Gazze) Lübnan Mısır ve Suriye gaz ve petrolü.

Herkes bu bölge için çok sayıda savaş senaryosu yazıyor.

Hizbullah 'İsrail; Lübnan'a ait sahalardan gaz çalmaya devam ederse gaz çıkarma platformlarını füzelerle batırmaya hazırız' dedi.

İsrail; Esad'a destek verdiği için Hizbullah'a yönelik savaş planları yapıyor.

ABD ve Körfez ülkelerinin İran'a yönelik saldırı planlarının hedefinde yine Hizbullah var.

Hizbullah; İsrail'in korkulu rüyasıdır.

Hizbullah orada durduğu sürece İsrail sürekli plan yapmak zorundadır.

Bu planlarının en önemlisi de Kıbrıs'tır.

İsraillilerin Karpaz'daki marinalarının adı: Gate Marina.

Yani Kapı.

Adamlar Kıbrıs'ı 600 yıl öncesinden Filistin ve Nil'den Fırat'a uzanacak toprakların kapısı olarak görmüştü şimdi de öyle.

S-400 gürültüsü bundandır!

. .

Her şeyin çok güzel olacağı mutlu bayramlar diliyorum.

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/husnu-mahalli/kibris-kimindir-5046072/

================================

ÇİĞDEM TOKER: BAYRAM ADALETTİR

Bugün Ramazan Bayramı'nın ikinci günü. Bayramı bol bir coğrafyada yaşıyoruz ama Türkiye uzun zamandır bayramın ancak sağlanacak hakiki adaletle hissedileceği bir ülkeye dönüştü.

Bu satırları yazarken; aralarında arkadaşlarım meslektaşlarım avukatlar bilim insanlarının da yer aldığı cezaevinde tutuldukları hücrelerde okumakta olan tutuklu ve hükümlü bütün yurttaşların bayramını içtenlikle kutluyorum.

Yüksek güvenlikli cezaevi duvarları arasında doğayı kuşları göremeden daracık beton zeminde emekleyemeden oyuncağa erişiminde engeller bulunan tutuklu veya hükümlü annelerinin yanında büyümek zorunda bırakılan bebek ve çocukların sağlıklı büyüyebilecekleri koşulların sağlanmasını diliyorum.

★★★

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın açıkladığı 3 numaralı Yargı Reformu Strateji Belgesi'nin dili ve içeriği Türkiye'yi 17 yıldır başka bir iktidar yönetiyormuş izlenimi bırakıyor. Bununla birlikte belgede epey muğlak bir ifadeyle kaleme alınsa da kişilerin özgürlük alanlarıyla doğrudan ilgili taahhütleri görünür kılmak gerekiyor. Bunlar:

Başta terörle mücadele mevzuatı başta olmak üzere ifade özgürlüğünü etkileyen mevzuat bu süreçte ele alınacaktır.

Bölge adliye mahkemelerince istinaf incelemesi sonucunda verilen kararların kesinlik sınırının ifade başta olmak üzere ifade özgürlüğünü ilgilendiren maddeler açısından yeniden belirlenmesi öngörülmektedir.

Alıntıladığım ilk taahhüdün nasıl hayata geçirileceği belirsiz. Çok sayıda gazeteci "terör örgütüne üye olmamakla birlikte bilerek ve isteyerek yardım" suçlamasıyla yargılanıyor. Sözcü davası 14 Haziran'da görülecek. Cumhuriyet davasında ağır hapis cezaları verildi.

İkincisi ise karmaşık. Ceza Muhakemeleri Kanunu'na (CMK) göre hapis cezası 5 yılın altındaysa istinafta 5 yılın üzerindeyse Yargıtay'da kesinleşiyor. Yeni taahhüt bu ikiliği kaldırmayı hedefliyor.

"FARKLI GÖZLE YARGILAMA"

Adalet Bakanı Abdülhamit Gül Habertürk TV'de Türkiye'nin Nabzı program moderatörü Didem Arslan Yılmaz'ın ısrarlı sorularına altı çizilmesi ve sıkça hatırlatılması gereken yanıtlar verdi. Gül aynı dosyada istinaf ile Yargıtay aşamalarında farklı kararların çıkmasının yargıya güveni zedelediğini açıkça söylüyor.

İfade özgürlüğünü "daha baskın bir şekilde" özgürlük lehine yorumlayacak bir irade ortaya koyduklarını belirtiyor; "Bu hususta eğitimler… Daha farklı bir gözle yargılama yapılmasına ilişkin usul hükümlerine ilişkin düzenleme taahhüt ediyoruz" diyor.

Bakan'ın yaygın yakınmalara konu yargılamalara örtük ve dolaylı da olsa bir eleştiri gelmesi kayda değer. Hakimlerin ifade özgürlüğü konusunda farklı bir gözle yargılama yapma gereğine işaret ediyor.

"O ZAMAN GİRENLERİN GÜNAHI NE?"

Arslan'ın eski Cumhuriyet mensuplarının cezalarının istinafta kesinleşmesi dolayısıyla yeniden cezaevine girmesine dair sorusuna Gül'ün yanıtı:

"Aynı dosyada bir kısım istinafta bir kısım Yargıtay'da kesinleşiyor. Diyelim ki Yargıtay bozdu 'Suç yok' dedi. İstinafta olan kişiler cezaevine girdi. 2 yıl sürdü Yargıtay aşaması. Yargıtay dedi ki 'Suç yok'. O zaman o girenlerin günahı ne? Burada bizim düşüncemiz; aynı dosyada Yargıtay'a gittiyse 'bekletici mesele' olsun. Yargıtay bu şekilde onarsa o zaman infaz olsun diye düzenleme ihtiyacı olduğunu vurguladık. "

Gül "Elbette adalet onu gerektirir" diyerek ilk pakette bu konunun yasal düzenlemeyle gelmesini umduğunu söylüyor.

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/cigdem-toker/bayram-adalettir-5045799/

================================

ARSLAN BULUT: GENERALLERE HAKARET VE ŞAHİNBEY'DEKİ REZALET!

Bir okurumuz generallere hakaret konusunda "O kişi aslında tüm siyasal İslâmcıların bilinçaltını dışa vurmuş. Oy için 'yüce ordumuz' derler öbür taraftan Sevr için fedailik yaparlar. " diye yorum yaptı.

"Sevr için fedailik"ten kastı Türkiye'nin etrafındaki tehdit büyürken ordu mevcudunu 200 bine çekmek sonucunu verecek yeni askerlik yasası olsa gerek! Ordunun 50 bin kişilik bir polis gücüne dönüştürülmesi Sevr'in maddelerinden biridir.

Abdullah isimli okurumuzu teyit eden bir olay da Gaziantep'in Şahinbey ilçesinde yaşandı. İyinacar Camii imamı bayram namazında nönü'de Sakarya'da şöyle zafer kazandık böyle zafer kazandık. Hepsi yalan. Keşke o savaşı kaybetseydik sonra kazanıp Osmanlı'yı yeniden kurardık" dedi. Gaziantep valiliği imam hakkında soruşturma başlatıldığını açıkladı.

Daha önce de onları yetiştiren Kadir Mısıroğlu Kurtuluş Savaşı için "Keşke Yunan kazansaydı" demişti.

***

Olay işgale karşı direnişten dolayı "Gazi" unvanı verilen bir şehrimizde ve o direnişin önderlerinden Şahin Bey'in adını taşıyan bir ilçemizde cereyan ediyor.

O Şahin Bey ki birçok cephede görev yaptıktan sonra kendi memleketi olan Antep'i kurtarmak için hayatını ortaya koyan bir Türk subayıdır.

Asıl adı Mehmed Said olan Şahin Bey 1899'de Yemen'e er olarak gitmiş Yemen cephesinde gösterdiği kahramanlık üzerine başçavuş olmuş 1911'de Trablusgarb harbine gönüllü olarak katılmış Balkan savaşlarında Çatalca cephesinde savaşmıştır.

Galiçya cephesinde de savaşan Mehmed Said 1917'de Sina Cephesine de gönüllü gitti ve teğmen oldu. Sina cephesinde esir düştü. Serbest bırakıldıktan sonra 13 Aralık 1919'da İstanbul'a geldi ve vazife istedi. Harbiye Nezareti tarafından Urfa'nın Birecik ilçesi Askerlik Şubesi Başkanlığı'na tayin edilen Şahin Bey memleketi Antep'in işgal edilmesi üzerine Kuvayı Milliye'den görev istedi. Kendisine Kilis-Antep yolunu kontrol altında tutmak görevi verildi.

Şahin Bey ve çetesi bu yolda 3 Şubat'ta ve 18 Şubat 1920'de tam donanımlı Fransız birliklerini mağlup etti. Mart ayının son haftası Fransızların sekiz bin kişilik kuvvetine karşı 100 cengaveriyle birlikte savaş veren Şahin Bey 28 Mart'ta bütün askerleri şehit olup mermisi de bitince yumrukla karşı koymaya çalışmış ve düşman kurşunlarıyla şehit olmuştur. Şahin Bey'in cesedi de süngülerle delik deşik edilmiştir.

***

Şimdi böyle bir kahraman yetiştiren memlekette imam olacak bir kişi çıkıp "keşke o savaşı kaybetseydik" diyebiliyorsa bunun sebebi okurumuzun da belirttiği o siyasal İslamcılık denilen ideolojidir. Bu ideolojinin İslam ile hiçbir ilgisi yoktur. Asıl karakteri Türk'e düşmanlıktır.

Mehmet Sungurlu adlı okurumuz da "Ortada Türk ordusunu yok etme girişimi varsa buna tepki vermesi gereken ilk kesim ordunun kendisidir. Geniş kitlelerin bunun farkında olması mümkün değildir. Farkında olanlar da örgütlü olmadığından ancak etkisi sınırlı bireysel tepki verebilir. " diyor.

Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ise "Bu konuda Milli Savunma Bakanlığı Türk Silahlı Kuvvetleri olarak yapılması gereken neyse hukuk çerçevesinde yapmaya devam edeceğiz. Gece gündüz dağ tepe demeden terörle mücadele faaliyetlerini takip eden planlayan komuta eden generallerimizle ilgili ileri geri konuşmak kimsenin haddi değil. Bunlar hadlerini bilecek öğrenecekler. Yargı önünde hesabını verecekler" dedi.

Elbette yargı yoluna da gidilmelidir ama bu tür tavırların asıl sebebini sorgulamak bu cüreti nereden bulduklarını görmek gerekiyor. Tabii görmesi gerekenlerin başında generaller geliyor. Yoksa bu ihanetin önü alınamaz.

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/generallere-hakaret-ve-sahinbeydeki-rezalet-52163yy.htm

================================

EMİN ÇÖLAŞAN: İŞTE GERÇEK MÜSLÜMAN KAHRAMAN FAHRETTİN PAŞA

Sevgili okurlarım bugün geçmişten yakın tarihimizden çok çarpıcı bir olayı sizlere bir kez daha ramazan bayramı vesilesiyle anlatmak istiyorum.

Bunların herkes tarafından bilinmesi ve asla unutulmaması gerekir.

Yıl 1918. Birinci Dünya Savaşı'nı kaybetmek üzereyiz. Suriye Irak Filistin ve Arabistan cephelerindeki ordularımız İngilizler karşısında çökmek üzere. İngilizler Arapları çil çil altınlarla satın almış.

Araplar Türk ordusunu Mehmetçiği dindaşlarını arkadan ve kalleşçe vuruyor.

30 Ekim 1918. Bütün cephelerde on binlerce şehit veren Osmanlı yenildi Mondros teslim anlaşması imzalandı. Anlaşma uyarınca silah bırakıyoruz ordularımız teslim oluyor.

★★★

Peygamberimizin Ravza-i Mutahhara adıyla bilinen mezarı kutsal Medine kentinde.

Komutanlığını Fahrettin Paşa'nın yaptığı Medine garnizonu aylardan beri Araplar ve onlara destek veren İngilizler tarafından korkunç bir kuşatma altında. Açlık susuzluk silahsızlık her şey felaket.

Çaresiz kalan Fahrettin Paşa ordusuna emir yayınlıyor:

"Evlatlarım çekirgeleri tavada pişirip yiyin. Ben yiyorum çok güzel oluyor. "

★★★

Fahrettin Paşa Arap ihanetini ve olacakları önceden görüyor Medine'nin elden çıkacağını anlıyor…

Ve Peygamberimizin mezarına Osmanlı padişahları tarafından uzun yıllar boyunca armağan edilen bütün değerli eşyaları o görkemli hazineyi son trenlerden birine bir muhafız kıtası eşliğinde yükleyip İstanbul'a gönderiyor. İşte bazıları:

Hazreti Osman'ın ceylan derisine el yazmalı Kuran'ı üzerinde pırlanta ve incilerle Peygamberimizin adı yazılı levhalar pırlantalı incili ve amberli tespihler Kevkebi Dürri adlı 4 parça büyük elmas her biri 50 kiloluk altın şamdanlar ve daha niceleri.

Medine demiryolunun son durağı. Demiryolu cephelerdeki ordumuzun tek can damarı. Araplar bu hatta sürekli sabotaj düzenleyip asker yiyecek ve cephane sevkini engelliyor. İngiliz altınları doğrusu çok işe yarıyor!

Neyse ki bu hazine başkent İstanbul'a kazasız belasız ulaşıyor.

★★★

30 Ekim 1918. Mondros anlaşması imzalanıyor Osmanlı devleti teslim oluyor.

Fakat gelin görün ki Fahrettin Paşa Medine'de teslim olmayı reddediyor.

Evet devlet teslim olmuş ama Medine komutanı teslim olmayı kabul etmiyor. Aylar boyu Medine'de Arapngiliz kuşatmasına direniyor.

Haçlı-Müslüman iş birliği Türk ordusuna karşı sürüp gidiyor.

★★★

Çaresiz kalan ve İngilizlere mahcup düşen Vahdettin isimli hain padişah Adliye Nazırı (Adalet Bakanı) Haydar Molla'yı bir İngiliz zırhlısıyla Cidde'ye oradan Medine'ye gönderip direnen Fahrettin Paşa'nın teslim olmasını istiyor. Paşa yine reddediyor.

Verdiği yanıt hep aynı:

"Ben Peygamberimizin mezarını bunlara bırakmam. Al bayrak burada dalgalanacak. "

Haydar Molla İstanbul'a eli boş dönüyor!

★★★

Dünya askerlik tarihinde böyle bir olay yaşanmadı.

30 Ekim 1918 Mondros teslim anlaşmasıyla her şey bitmiş devlet teslim olmuş FahrettinPaşa ise Medine'de direniyor. İngilizler ve iş birlikçi Araplar Medine'yi bir türlü ele geçiremiyor.

Ocak 1919. Sonunda olan olur. Bir sabah erken saatlerde Paşa Peygamberimizin mezarında namaz kılarken teslimden başka çıkar yol kalmadığını savunan bazı subaylar onun üzerine atılır ve yaka paça yakalar.

Fahrettin Paşa tabancasıyla kılıcını Peygamberimizin mezarına bırakır ve garnizonla birlikte kuşatmacılara esir olur.

★★★

Fahrettin Paşa bir süre Mısır'daki esir kamplarında kalır. Sonra bütün yurtseverler gibi o da İngilizler tarafından Malta Adası'na sürgün edilir. Esirliği boyunca çizmelerini ve üniformasını bir gün olsun üzerinden çıkarmaz.

2.5 yıl sonra Malta'dan serbest kalınca 1921 yılında İtalya-Almanya-Rusya-Batum-Kars yoluyla yurda girer vatan toprağını öper ve Kazım Karabekir Paşa ordusundan bazı birliklerle Batı cephesine geçiş yapar.

Ankara'da Mustafa Kemal Paşa Fahrettin Paşa için "Daha sağlığında adını tarihe altın harflerle yazdırmış kumandanımızdır" der.

"Çöl kaplanı" ve "Medine kahramanı" olarak bilinen düşmanlarının bile hayranlıkla söz ettiği Fahrettin Paşa 1922 yılında Mustafa Kemal Paşa tarafından Afganistan'a Kâbil Büyükelçisi olarak atanır. Afganistan o yıllarda da bizim için çok önemli çünkü Türkiye'deki yeni rejimi tanıyan birkaç ülkeden biri.

★★★

Fahrettin Paşa sonraki yıllarda "Türkkan" soyadını alıyor. Hakkında yazılmış iki nefis kitap var. İkisinin de adı "Medine Müdafaası".

Birinin yazarı Paşa'nın personel subayı Naci Kaşif Kıcıman öteki ise Medine'de Kızılay (o günkü adıyla Hilal-i Ahmer) görevlisi (istihbaratçı olduğunu tahmin ettiğim) Feridun Kandemir. Her ikisi de Medine'de Paşa ile birlikte görev yapmışlar.

Bunlar artık piyasada olmayan ancak mutlaka yeniden basılıp okunması ve okutulması gereken kitaplar…

★★★

Aradan yıllar geçiyor Feridun Kandemir bir gün Fahrettin Paşa'ya İstanbul'da sokakta rastlıyor ve kendisinden anılarını yazmasını istiyor. Yanıtını kitabından aynen aktarıyorum:

"Evladım herkes vatana karşı borçlu olduğu vazifeyi yapar ve orada iş biter. "

Fahrettin Türkkan 1948 yılında vefat etti. Ebedi uykusunu İstanbul'da Rumelihisarı Mezarlığı'nda uyuyor.

★★★

Fahrettin Paşa olayı dünyada eşi ve benzeri olmayan bir ibret belgesidir. İngilizlerle para uğruna iş birliği yapan dindaşlarımızın ihanetine uğrayan devlet teslim olduğu halde Peygamberimizin mezarını onlara kaptırmamak için üç ay daha kelle koltukta aç susuz direnen gerçek bir Türk ve Müslüman'ın öyküsüdür.

Ben bu kahramanlara büyük saygı duyuyorum. Bugün onlar sayesinde özgürüz. Allah hepsine rahmet eylesin nur içinde yatsınlar.

Gerçek dindar gerçek Müslüman işte onlardı. Onlar aynı zamanda yurtseverdi. Bir Fahrettin Paşa ve benzerlerine bakın bir de son yıllarda türeyen Müslümanlık tüccarlığı yapan bir eli yağda bir eli balda ülkemizi peşkeş çeken din bezirgânı sahtekârlara ve onların ağa babası olan utanmaz arlanmaz hırsız siyasetçilere bakın!. .

Acaba Müslüman olan kim!

★★★

Emin Çölaşan'ın notu: Yarınki yazımda Fahrettin Paşa'nın Araplarla İngilizlerin eline düşmesin diye o koşullar altında Medine'den kaçırıp İstanbul'a gönderdiği görkemli hazinenin tam listesini bir kez daha açıklayacağım. Herhalde şaşıracaksınız!

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/emin-colasan/iste-gercek-musluman-kahraman-fahrettin-pasa-2-5045596/

================================

TOKMAK/RAHMİ TURAN: HİÇ Mİ UTANMADILAR?

İnanılmaz bir olay!

Yüksek Seçim Kurulu kendi gerekçesini kendisi çürüttü!

Kurul İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nca soruşturmaları devam eden İlçe Seçim Kurulu Müdürleri'nin yenilenecek seçimde de görevlerine devam etmelerine karar verdi!

YSK İstanbul seçimini neden iptal etmişti?

Sandık kurullarının oluşumundaki usulsüzlük sebebiyle değil mi?

Şimdi bu usulsüzlüğü yaptığı iddia edilen kişileri yeniden görevlendirmek neden?

23 Haziran seçiminde aynı kurulların görevlendirilmesi akıllara ziyan bir karardır.

Daha da önemlisi YSK'nın İstanbul seçimini uydurma bir sebeple iptal ederek suç işlediğinin kanıtıdır!

Sormak lâzım: "Ortada usulsüzlük yoksa seçimi neden iptal ettiniz beyler? Hiç utanmadınız mı? Vicdanınız hiç sızlamadı mı?"

İmamoğlu'nun kazandığı seçimin iptal gerekçesinin ne kadar uydurma olduğu bir kez daha anlaşılmış oldu.

Böyle bir YSK ile düzgün dürüst bir seçim yapmak mümkün olabilir mi?

Eski Türkiye'yi arar hale geledik!

"Nerede o eski bayramlar?" diyerek hep eski yıllardaki güzel bayram günlerinin özlemini çekeriz.

Şimdi o eski bayram günleri ile birlikte "Eski Türkiye"yi arar hale geldik.

Önceki yıllarda ulus olarak belki bu kadar imkânlarımız yoktu ama şimdikinden çok daha mutluyduk.

O zamanlar insanlık vardı… Yardımlaşma dayanışma vardı… Siyasi düşüncelerimiz ayrı bile olsa birlik ve beraberlik vardı…

Ya şimdi? Bunların hiçbiri yok!

Nasıl bu hale geldik? Bizleri nasıl birbirimizden kopardılar? Bu ciddi bir araştırma konusudur. .

★★★

Günümüz Türkiye'sinde büyük bir ahlâk bunalımı var!

İftira hakaret yalan tehdit gözdağı saldırı ne ararsanız bulursunuz!

Sahtekârlık ahlâksızlık yağma kadınlara ve küçük yaştaki çocuklara tecavüz soygun vurgun…

Tüm bunların ülkeyi yönetenleri rahatsız etmemesi şaşırtıcıdır! Üstelik yangına körükle gider gibi kin ve nefret söylemlerine devam etmeleri de ayrı bir üzüntü kaynağıdır.

Sanki düşman kamplara bölünmüş gibiyiz. İnsanlar öfkeleri burunlarında birbirlerine nefretle bakan topluluklar haline dönüşmüşler sanki!

Karşıt fikirlere muhalefete hiç tahammül yok!

Arsızlık tutarsızlık gaflet dalalet açgözlülük bencillik densizlik hâkim olmuş topluma… Neden?

"Balık baştan kokar" derler ya… Devam eden politik gerilim ve siyasette kullanılan zehirli dil insanlarımızın ruh sağlığını bozdu!

★★★

Bir süredir Bodrum'dayım…

Eski Türkiye gibi eski Bodrum'u da arar hale geldik!

Ülkemizin her yanı gibi o güzelim Bodrum da hızla bozulmaya başlamış…

Özellikle Gündoğan bölgesindeki vatandaşların Bodrum'un taze Belediye Başkanı Ahmet Aras'tan şikâyetleri var. Bunları yazmayı sonraya bırakıyorum.

Bodrum'da yaşayan gazeteci dostum Can Pulak'ın "Eski Türkiye" özlemini anlatan yazısının ilginç bir bölümünü aşağıda sizlerle paylaşmak istiyorum.

"Bu yönetim anlayışı yaramadı bize!"

"Eski Türkiye'yi çok arıyoruz.

Belki gökdelenlerimiz alt-üst geçitlerimiz dünyanın en büyük havaalanlarımız üç şeritli yollarımız yoktu ama huzura ve güvene böylesine ve bu derece hasret değildik.

Geceleri rahat uyuyor gündüzleri korkusuz uyanıyorduk!

Sıkıntılarımız ciddi sorunlarımız da vardı ama gelecekten böylesine endişeli değildik.

İmkânlarımız bu kadar bol değildi fakat daha borçsuz daha huzurlu daha güven içindeydik.

Çok güçlü bir ordumuz ve siyasetçilerimiz vardı.

Özetle bu yeni Türkiye bu yeni yönetim anlayışı yaramadı bize…

Onun için "Eski Türkiye"yi arıyor ve özlüyoruz. (Can Pulak)

TEBESSÜM

"Adalet istiyoruz!"

İnternette bir karikatür gördüm… Ülkemizdeki adaleti hicvediyor.

"Bilgince" imzalı bu karikatürde kürsüde ayağa kalkmış bir hâkim var.

Karşısında duran fikir ve düşünce suçlusu sanıklar "Adalet istiyoruz" diye bağırıyor.

Ceplerini dışarı çıkaran hâkim:

"Vallahi yok!" diyor ve ekliyor:

"Olsa vermez miyim yaa? Olsa bütün dükkân sizin valla!"

GÜNÜN SÖZÜ

Eğer yaptığınız eylemler inandıklarınızdan farklıysa asla mutlu olamazsınız!

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/rahmi-turan/hic-mi-utanmadilar-5045232/

================================

RIFAT SERDAROĞLU: ACINACAK İNSANLAR

Türk toplumu çok farklı sosyokültürel seviyelerdeki insanlardan oluşur ve bizler bu vatanda birlikte yaşarız.

Zengini-fakiri işçisi-köylüsü okumuşu-okumaması akıllısı-delisi!

Bunlar Türk Milletinin birbirine hem çok benzeyen hem de birbirinden çok farklı doğruları farklı inanışları farklı dünya görüşleri farklı alışkanlıkları olan insanlarıdır.

Tabii ki hoşgörü farklı fikirlere saygı duymak demokrasinin ve beraberce yaşamanın ilk koşuludur.

Fakat bazı insanları anlamakta gerçekten çok zorlanıyorum.

Eminim ki bu tiplerin kişilikleri sevgisiz- ilgisiz- dayak yemek-aşağılanmak ile geçen çocukluk yıllarının eseridir.

Düşünebiliyor musunuz?

Bir çocuk babasından çok korkuyor ve babası eve geldiğinde korkudan ayakkabısını öperek karşılıyorsa ufak bir yaramazlık ettiğinde babası onu evin damında asmaya kalkıyorsa o çocuk ileride elbette ki toplumla uyum sağlayamayan saldırgan biri olur çıkar.

Dünya tarihini incelediğinizde diktatörlerin tamamının çocukluklarının acı ve eziyet içinde geçtiğini görürsünüz. Bunlar ellerine güç geçirdiklerinde insanlık tarihinin en büyük işkencecileri olurlar…

T. C Devletinin bir Diyanet İşleri Başkanı var.

Bu kişi bizlerin vergileriyle oluşan bütçeden maaş alan 7-8 Bakanlık bütçesi kadar bütçeyi kullanan ve Anayasamızın emirlerine göre hareket etmesi gereken biridir.

Anayasamızın emirlerine sadece kendisinin uyması yetmez!

Üstlendiği görev gereği emrindeki kadroların da şartsız-şurtsuz Anayasa emirlerine uymaları gerekir.

Bir kurumdaki "Anayasa İhlallerinden" başta o kurumun yetkilisi sorumludur.

Hatırlarsanız Fesli Deli Kadir diye biri vardı;

"Ne kendi etti rahat ne millete verdi huzur defolup gitti cihandan dayansın ehli kubur" deyişine tam uyan bir zavallı idi. Öldü gitti. Akıllardan hiç çıkmayacak sözü; "Kurtuluş Savaşını keşke Yunan kazansaydı" sözüdür.

Defalarca da Büyük Atatürk'e hakaret etmiş idi.

Diyanet İşler Başkanı denen kişi bu meczubu evinde ziyaret etti!

En son Gaziantepahinbey İlçesi İyinacar Camii İmamı da Fesli Deli Kadir gibi konuştu!

"Keşke Kurtuluş Savaşını Yunan kazansaydı o zaman hilafet geri gelirdi" diyerek sap yedi saman çıkardı!

T. C Devletinden maaş alan bir memuru Bayram namazı vaazında ülkemizin Kurtuluş Savaşına Cumhuriyetimizin kurucularına uymak zorunda olduğumuz Anayasamıza binlerce insanın gözü önünde hakaret ediyor ve o toplumdan tek ses çıkmıyor!

Bir kişi bile "Ey Hoca O kadar meraklıysan işte Yunanistan oraya git. Hilafete meraklıysan aha Suudi Arabistan git orada yaşa. Burası Atatürk Türkiye'si burada böyle konuşamazsın" diyemedi!

Kurtuluş Savaşı kahramanlarından Şahinbey'in adını alan ilçenin çocukları bu kadar mı duyarsız oldular? O Şahinbey ki 8 bin kişilik toplu-ağır makineli sahibi Fransız ordusuna 25 kadar yiğitle çarpışıp şehit olan kahraman!

Değerli Okurlar;

İşte toplumlar böyle böyle bozulur çöker gider!

İnandığı fikri söylemekten ve savunmaktan korkan zavallılar kadar tehlikelisi yoktur.

Doğrusu şu değil midir?

Madem ki Kurtuluş Savaşını Yunan kazansaydı diyen adamla aynı düşünüyorsunuz çıkın Türk Milletine bunu söyleyin. Hem Yunanı Türk'e tercih eden adamı yücelteceksiniz hem de sıkışınca Gazi Mustafa Kemal Atatürk kurucumuzdur diyeceksiniz ve huzurunda sap gibi duracaksınız!

Yazık çok yazık!

Sayın İstanbullular; 23 Haziran'daki seçim Atatürk düşmanı acınacak insanlarla Türkiye'yi ortak vatan kabul eden ve herkesi kucaklamaya hazır olan vatanseverlerin arasındaki seçimdir. Herkes sandığa gidecek oyunu kullanacak ve gidemeyenleri sandığa götürecek…

Benim her yazımı satır satır inceleyen Sayın Cumhuriyet Savcıları;

Bu açık beyanlar sonucu oluşan Anayasa İhlal suçunu görebiliyor musunuz?

Yoksa bir gözünüz Anayasa'da diğeri Saray da mı? Tahmin etmiştim…

Not;

Çoban Ateşi Hareketi programında "Diyanet İşleri ve TRT Kuruluşları" Anayasal Kurum" olmaktan çıkarılacaktır. Böylelikle bu kurumlar anayasal zırhtan arındırılacak ve Türk Milletinin kurumları haline getirileceklerdir…

- - - - - - - - - - - - -
a45UyF587661
- - - - - - - - - - - - -
Cumhuriyet fikir serbestligi taraftaridir.
Samimi ve mesru olmak sartiyla her fikre saygi duyariz.

Gazi Mustafa Kemal ATATURK

- - - - - - - - - - - - -
JEAN MESLIER : SAGDUYU TANRISIZLIGIN ILMIHALI

159. BIR ALLAH'I VARSAYMAK, AHLAKA GEREKLI DEGILDIR

Nefesleri tukeninceye kadar, bize tekrarlamakta israr ederler; "Bir Allah olmaksizin ahlaki yukumluluk de olmaz. Insanlara ve hatta dogrudan dogruya hukumdarlara kendilerini yukumlu kilacak olcude kudretli bir yasa yapici gereklidir" derler. Gerci ahlaki gorevle ahlaki yukumluluk bir yasa gerektirir; ancak bu yasa, olaylar arasinda sonsuz ve zorunlu iliskilerden dogar, bu iliskinin ise bir Allah'in varligiyla hicbir ilgisi yoktur. Insanlarin yaratilislarinin kurallari, bilebildikleri, kendilerince bilinebilir olan tabulardan ortaya cikar; hakkinda hicbir fikirleri bulunmayan ilahi yaratilistan degil. Bu kurallar bizi yukumlu kilar, zorunlu kilar. Yani bu kurallara uymamiza ya da bu kurallardan ayrilmamiza gore, kendimizi saygiya deger ya da asagilayici, sevgiye deger ya da igrenc, odule yakisir ya da cezaya hak kazanmis, mutlu ya da mutsuz kilariz. Kendi kendisine zararli olmayi bile insana yasaklayan yasa, bu dunyaya ne tarz ve sekilde gelmis olursa olsun ve gelecek dunyada sansi ne olabilirse olsun; guncel yaratilisi geregi huzur ve refah istemek, dert ve sikintidan sakinmak, hazzi sevmek, acidan korkmak zorunda olan duygulu bir varligin yaratilisi uzerine kurulmustur.

Insani baskalarina kotuluk yapmamak ve onlara iyilik yapmak zorunda birakan yasa; toplum halinde yasayan ve yaratilislari geregi kendilerine hicbir iyilik yapmayani asagilamak ve mutluluklarina engel olanlardan tiksinmek zorunda olan duygulu varliklarin uzerine kuruludur.

Bir Allah gerek olsun, gerekse olmasin; bu Allah gerek konusmus gerekse konusmamis olsun; kendilerine ozgu dogalari oldukca, yani duygulu yaratiklar oldukca, insanlarin gorevleri ayni kalir. Bu durumda, her asiriligin kendilerini acik bir sekilde yikmaya egilimli oldugunu, nefsin korunmasi icin taskinliklardan, zulumlerden sakinmak gerektigini, baskalari tarafindan sevilmek icin onlara iyilik etmek gerektigini ve kotuluk etmenin, intikam ve kin kiskirtan en guvenilir arac oldugunu anlamalari icin, insanlarin, gormedikleri, bilmedikleri, tanimadiklari bir Allah'a, yururlukte olmayan bir yasa yapicisina, gizli yonleri olan, akil erdirilmeyen bir dine, asilsiz korkulara ne ihtiyaclari vardir?

"Kanundan once gunah yoktur". Bu ozdeyis kadar yanlis bir sey yoktur. Kendisine haz olani, aci cektirici olandan ayirmasi icin, insanin neyse o olmasi, yani duygulu bir varlik olmasi yeterlidir, Bir adamin kendisine yararli ya da zararli olani bilmesinin mumkun olmasi icin, oteki adamin da kendisi gibi duygulu bir varlik oldugunu bilmesi yeterlidir. Baska bir insanda, kendisine uygun olmayan duygulari kiskirtmaktan korkmasi gerektigini bilmesi icin, insanin hemcinsine muhtac olmasi yeterlidir, Bu sekilde, hem kendisi hem baskalari icin yapmasi gereken seyi kesfetmesi icin, duygulanan ve dusunen bir varligin, duygulanmaktan ve dusunmekten baska hicbir seye ihtiyaci yoktur. Ben duygulaniyorum, bir baskasi da benim gibi duygulaniyor: Butun ahlakin esasi iste budur.

- - - - - - - - - - - - -
Dort ayak iyi, iki ayak kotu!

George OrwellHayvan Ciftligi

- - - - - - - - - - - - -
Muazzam bir ahlaki gelisim gostermis olan kisi dua etmeyi birakir.

KANT,IMMANUEL (1724-1804) Alman filozof.
Ateistin Kutsal Kitabi - Aforizmalar - Derleyen Joan Konner

- - - - - - - - - - - - -
Grup eposta komutlari ve adresleri :
Gruba mesaj gondermek icin : ozgur_gundem@yahoogroups.com
Gruba uye olmak icin : ozgur_gundem-subscribe@yahoogroups.com
Gruptan ayrilmak icin : ozgur_gundem-unsubscribe@yahoogroups.com
Grup kurucusuna yazmak icin : ozgur_gundem-owner@yahoogroups.com
Grup Sayfamiz : http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz : http://orajpoyraz.blogspot.com/

 





-------------------------------------------------
This free account was provided by VFEmail.net - report spam to abuse@vfemail.net
 
ONLY AT VFEmail! - Use our Metadata Mitigator™ to keep your email out of the NSA's hands!
$24.95 ONETIME Lifetime accounts with Privacy Features!
No Bandwidth Quotas!   15GB disk space!
Commercial and Bulk Mail Options!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder