15 Temmuz 2024 Pazartesi

‘HARP OKULLARINI KAPATMAK HULUSİ AKAR’IN PROJESİYDİ, 15 TEMMUZ’U BEKLEDİ’


HARP OKULLARINI KAPATMAK HULUSİ AKAR'IN PROJESİYDİ, 15 TEMMUZ'U BEKLEDİ'

'TSK'da grup bağını kıracak Milli Savunma Üniversitesi fikri, Harp Okullarını inkıtaa uğratmak üzere atılmış bilinçli ve stratejik bir adımdı. Türkiye'nin rejimi açısından da hayatiydi. İlk çalışmalar Hulusi Akar döneminde 2015 gibi çok daha erken ve şaşırtıcı bir tarihte başladı, zamanı beklendi.'

KRONOS 11 Temmuz 2024 GÜNDEM

Eski asker ve akadesmiyen Hakan Şahin, 15 Temmuz darbe girişiminden 2 hafta sonra çıkarılan KHK ile harp okulları ve harp kademilerinin kapatılarak Milli Savunma Üniversitesi'nin kurulmasının yeni rejim açısından hayati bir karar olduğıunu amacın TSK'daki gelenekleri yok etmek olduğunu yazdı.

Şahin, TSK mensupları arasında grup bağını fiziksel ve tarihsel olarak kıracak bu adım 15 Temmuz'dan hemen sonra 31 Temmuz 2016 gibi çok erken bir tarihte atılsa bile hazırlıklarının Hulusi Akar'ın Genelkurmay Başkanlığı döneminde 2015'te başlatıldığını kaydetti.

Şahin 'Zira Hulusi Akar'ın Genelkurmay Başkanlığı döneminde Proje Yönetim Daire Başkanlığında yürütülen Milli Savunma Üniversitesinin kurulmasına ilişkin ilk çalışmalar 2015 gibi çok daha erken ve şaşırtıcı bir tarihte başlamıştı ve adeta zamanını bekler gibiydi.' ifadelerini kullandı.

Hakan Şahin Serbestiyet'te yayınlanan yazısında şu görüşlere yer verdi:

Türkiye'nin en feci hercümerçlerinden birinin yaşandığı 15 Temmuz'dan sadece iki hafta sonraydı. Onlarca general ve amiral kelepçelenmiş, akıl almaz yerler akıl almaz biçimde bombalanmış, kum yüklü belediye kamyonları askerî kışlaların önlerinden henüz ayrılmamış, genelkurmay karargâh binasının parçalanmış kapıları henüz onarılmamıştı. Duvarlarda mermi izlerini duruyor, tutuklamalar, sorgulamalar, el koymalar devam ediyor, kimin kim olduğuna ilişkin belirsizlik sürüyor, Hulusi Akar'ı Akıncı'dan Çankaya Köşküne indiren helikopterde yanında oturan Genelkurmay Proje Yönetim Daire Başkanı Tümgeneral Mehmet Dişli, bu inişten birkaç saat sonra tutuklanıyordu.

İşte böyle bir hercümercin tam ortasında, 15 Temmuz'dan sadece iki hafta sonra, 31 Temmuz 2016'da bir Kanun Hükmünde Kararname (KHK) yayımlandı: 669 sayılı KHK.

Bu KHK ile yeni bir üniversite kuruldu: Milli Savunma Üniversitesi.

Onca hengâme sürerken yayımlanan bu KHK, Harp Okullarını, Harp Akademilerini ve Astsubay Meslek Yüksekokullarını, yani tüm askerî okulları, bağlı bulundukları Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanlarının ve Genelkurmay Başkanının elinden koparıyor ve bu Üniversiteye bağlıyordu.

Sivil rektörü korgeneral eşiti yetkilere sahip olacak ve Cumhurbaşkanı tarafından seçilecekti. Harp Okullarının her birinin başına da sivil birer dekan atanacak ve bu dekan Harp Okulu Komutanı ile eşit statüde ve tümgeneral yetkilerinde olacaktı. KHK'da, üniversitede görev yapacak öğretim elemanlarının özlük hakları dahi düşünülmüştü. Evet, tüm bunlar o hengâme içinde tasarlanabilmişti.

Kışlalara mesaiye giden subay ve astsubayların belediye kamyonlarının şoförlerinin süzücü bakışlarının arasından geçerek nizamiyelerden girmek zorunda olduğu, genelkurmay karargâh binasındaki parçalanmış onlarca kapının onarılmasına sıranın gelmediği o hengame içinde Milli Savunma Üniversitesi diye bir üniversite kurmanın kimin aklına, nasıl gelmiş olabildiğine çok az kişi hayret etti.

Kararı kim vermiş, metni kim kaleme almış, organizasyonla ilgili detayları kim, ne zaman, nasıl, nerede planlamıştı?

Sonraki yıllar boyunca da az sayıda kişi böyle bir üniversitenin varlığından haberdar oldu.

Haberdar olan az sayıda kişinin çoğu da buranın Milli Savunma Bakanlığı için güvenlik uzmanı filan yetiştiren bir okul olduğu izlenimine sahip oldu.

Buranın Kara, Hava ve Deniz Harp Okullarının ve Kara, Hava ve Deniz Harp Akademisi'nin iplerini eline alan bir kurum olduğunu; Kara Harp Okulu Komutanının amirinin Kara Kuvvetleri Komutanı değil MSÜ'nün sivil rektörü olduğunu, yahut, Hava Kuvvetleri Komutanının kendisine pilot subay yetiştiren Hava Harp Okulu üzerinde hiçbir şekilde kontrol yetkisinin kalmadığını ise çok çok daha az sayıda kişi bildi.

Rektörü Prof. Dr. Erhan Afyoncu Türkiye-Avusturya milli maçından sonra o malum X paylaşımını yapmasaydı, çoğumuz Milli Savunma Üniversitesi'ni unutmuş olmaya devam edecektik.

"Bu hengame içinde bunu düşünmenin sırası mıydı?" şeklindeki sorum belki de gerçeği bilerek örten yanıltıcı bir sorudur.

Asker hatıratlarına dayanan doktora tezim için Gazi Ahmet Muhtar Paşa'dan 2000'lerin asteğmenlerine kadar uzun bir tarihsel döneme ait sayısı 150'yi aşan asker hatıratlarını okuyup bitirdiğimde kafamda bir duman, bir bulut, bir fikir olarak bir şey belirmişti:

Hatıratlarında birbirleri hakkın­daki hesaplaşmalara, atışmalara ve görece karşıt konumlanmalara rağmen, mesela, İsmet İnönü ile Ali İhsan Sabis'i, Alparslan Türkeş ile Dündar Seyhan'ı yahut Kenan Evren ile Nevzat Bölügiray'ı ortaklaştıran, onları benzeştiren bir şey vardı.

Bu, toplum ve si­yasete dair tavırlarını da belirleyen, aynı habitus'tan geldiklerini kolayca duyuran bir "benzer ses"ti.

BU HABİTUS, BU BENZER SES NEREDE OLUŞUYORDU?

Söz konusu habitus, diğer yandan da bugünün bir subayının, çağdaşı olan bir Fransız subayındansa mesela Enver Paşa ile daha kolay iletişim kurmasına elverecek nitelikteydi sanki. Sanki Kazım Karabekir bugün çıkıp gelse ve leb dese, 2000'lerin herhangi bir subayı leblebi dediğini anlayacak, sanki Rauf Orbay askerî öğrenci olarak 2000'lere çıkıp gelse Kara Harp Okulunun bir yatakhanesinde şimdinin Harbiyeli arkadaşlarıyla kolaylıkla şakalaşabilecek, yahut içtimaya geç kalan Cebesoy 2000'li Harbiyeli arkadaşları tarafından hemencecik "idare edilebilecek" gibiydi.

Bu bakımdan, var olduğunu iddia ettiğim şey basitçe "askerî bir dil" değil, "kendine özgü bir askerî dil"di.

BU KENDİNE ÖZGÜ ASKERî DİL NEREDE OLUŞUYORDU?

150 yıla yayılan bir zaman diliminde askerlerin süreklilik gösteren benzer niteliklerine daha yakından baktığımızda, bunların aynı zamanda, onların topluma ve siyasete dair tavırlarının içine yerleştirildiği formlar, kalıplar olduklarını görüyorduk. Çoğu, farkında olsun veya olmasın, belki de kaçınılmaz olarak, bu formlar içinde hareket ediyorlar, düşüncelerini o formun içinden yürütüyorlardı.

Bu dil, bu formlar, bu habitus nerede oluşuyor ve nasıl bu denli az değişerek ve ana bir izleği koruyarak yüz yıl öncesinden bugüne gelebiliyordu?

Askeri liselerin ve Harp Okullarının bu bahisteki belirleyiciliği çok açıktı.

Anlaşılan, küçük arkadaşlık öbekleri, mikro karşı koyma biçimleri, minik dedikodular, küçük yaramazlıklar, buradan türeyen afacan ve yoğun bir "suç ortaklığı", koğuş sohbetleri, tren yolculukları, yahut, Harp Okulu mutfağında pişen ve nesilden nesile aktarılan bir yemek türü, hiç sevilmeyen bir kereviz veya çok sevilen bir samsa tatlısı, "yemeyen bana versin"ler, "hala çıkıyor mu o kereviz/samsa tatlısı?"lar, Temmuz'un kavurucu sıcağında İzmir/Menteş'in dik Armutalan sırtlarına çıkarken birlikte taşınan bir MG3 makinalı tüfeğinin ağırlığına akşam çadırda edilen sinkaflar, sanılanın aksine, yönetmeliklerden, tüzüklerden, kanunlardan, resmî törenlerden çok daha "yapıştırıcıydı". Hannah Arendt'in ferasetle yakaladığı gibi: "Askeriyede sivil alandaki dostluk biçimlerinden çok daha yoğun biçimde hissedilen ve çok daha güçlü olduğunu kanıtlayan bir tür grup bağı bulu"yorduk.

Harp Okullarının Türkiye siyasetine etki eden habituslarında, bu dostluk biçimlerinin ve grup bağlarının rolü büyüktü. Bunlar, kendilerini tüzüklerin, emirlerin, yönetmeliklerin soğuk nefesine karşı mesafelendirmeyi de başarabilen, gerektiğinde onlara rağmen de hareket edebilen şeylere benziyordu. "Gereklilik" halinin belirlenmesinde ise yine o habitus etkili oluyordu.

Bana kalırsa, bu grup bağını fiziksel ve tarihsel olarak kıracak biçimde araya serpiştirilmiş sivil ("yabancı") yöneticileri ile Milli Savunma Üniversitesi fikri, Harp Okullarının bu uzun tarihsel hikayesini inkıtaa uğratmak üzere atılmış bilinçli ve stratejik bir adımdı.

Siviller samsa tatlısını da, Armutalan sırtlarının terini de bilmiyordu; içtimada bulunmayan bir arkadaşlarını idare etme riskini üstlenmek için anlamlı bir neden bulmaları da güçtü.

GRUP BAĞI KOPARTILMIŞTI.

Bu, sadece ordunun iç yönetimi açısından değil, kolaylıkla anlaşılabilecek dolaylı sonuçları itibarıyla Türkiye'nin rejimi açısından da hayatiydi.

Bu adımın yaşamsal önemini en iyi bilen, 31 Temmuz 2016 gibi çok erken bir tarihte o hercümercin ortasında Milli Savunma Üniversitesinin kurulmasını sağlayan mekanizmaydı diyeceğim, ama bu eksik bir önerme olacak.

Zira Hulusi Akar'ın Genelkurmay Başkanlığı döneminde Proje Yönetim Daire Başkanlığında yürütülen Milli Savunma Üniversitesinin kurulmasına ilişkin ilk çalışmalar 2015 gibi çok daha erken ve şaşırtıcı bir tarihte başlamıştı ve adeta zamanını bekler gibiydi.

https://kronos37.news/harp-okullarini-kapatmak-hulusi-akarin-projesiydi-15-temmuzu-bekledi/


--

- - - - - - - - - - - - - - - -

HABER
. . . . . .
Aksamla bak yine gul rengi buhurdan
Bin bir hulyaya acik penceremin caminda.
Sukut orup bu sicak sonbahar aksaminda
Bir alem dogdu yine giden gunun ardindan.Sardi o her aksamki sessizlik yokuslari,
Bir alem dogdu yine giden gunle beraber;
Geldi medar ellerinden bekledigim haber
Basciviltiya canevimin kuslari.Gordum giden gunun ardindan sulara dalan
Gozlerin yeni bir dunyaya acildigini,
Bir ustuva alemine yaklasildigini,
Bu aksam kuslarinin ufuktan koptugu an.Kuruldu bir alem hergunku dunyamdan uzak,
Kayboldugum dusunceye ve kendime yakin.
Kuslar.. dizi dizi kuslar.. kuslar akin akin..
Ruyam benden bu aksam ve ben ruyamdan uzak...

~Orhan Veli KANIK~

- - - - - - - - - - - - - - - -

Anneler Günü Stadyumlarda Kutlanmalı

24 Temmuz 2013

Bugün Anneler Günü. Ama içimde bir burukluk var. Böyle özel bir günün ayrı ayrı evlerde değil stadyumlarda hep beraber coşkuyla kutlanması gerekirdi. Çünkü biz millet olarak özel gün ve resmi bayramlarda 101 pare top atışı yapılmadan, geçit resmi olmadan, üniformalar giyilmeden kutlama olmayacağına inanıyoruz. İsterdim ki anneler de üniformalarını giyip uygun adım yürüsün, biz de tribünden onları alkışlayalım, gözlerimiz dolsun, sonra ne bileyim Türk yıldızları uçak gösterisi falan yapsın. Bunlar hoş şeyler sonuçta. Kuzey Kore'de özel günler ve resmi bayramlarda yapılan gösterileri görünce hangimiz duygulanmıyoruz\? Oradaki milli birlik ve bütünlüğe hangimiz imrenmiyor\?

Ben isterdim ki anneler stadyumlarda çeşitli koreografiler yapsın, kule oluştursun… Tamam, belki kule yapmaları o kadar kolay olmayabilir. Sonuçta anne dediğimiz insanlar genellikle kilolu olur. Ama bu tamamen onların sorunu. Eğer o perde takma işini yıllarca bize yaptırtmak yerine kendileri yapsalardı bugün çok daha atletik olabilirlerdi. Üzgünüm.

EN GÜZEL HEDİYE ÜÇLÜ PRİZDİR

Birileri coşkuyla Anneler Günü'nü kutlarken öte yanda sessizce ağlayanlar var. Kim onlar\? Bu güne özel kampanya yapması mümkün olmayan demir-çelik, hırdavat ve tıraş bıçağı gibi sektörler. Evet, bu sektörler Anneler Günü'nde derin bir sessizliğe gömülür. Diğer bütün sektörlerin reklamları yaldır yaldır dönerken bu sektörler bir köşede usulca ağlamaktadır. Çünkü Anneler Günü ile ürünlerini bağdaştırmaları mümkün değildir. İnfrared ısıtıcı markaları bile bir şekilde ürünlerini bugüne bağlayıp "Anneler Günü'nde verilecek en güzel hediye infrareddir. Anne sıcaklığı gibi…" diyebilirken bu bahsettiğim sektörlerdeki firmalarda mayıs ayının ikinci pazar günü depresyon, halsizlik, umursamazlık ve gözleri sabit bir noktaya dikerek donuk donuk bakmalar görülür.

Ama son yıllarda bu alakasız sektörler "Ya biz de Anneler Günü'nden faydalanalım, ne olur ki sanki\?" deyip işin cılkını çıkardı. "Annenize en güzel hediye üçlü kablodur, priz kapağıdır" noktasına geldik. Lütfen yapmayın bunu. Bir çimento firmasının Anneler Günü'nde kampanya yapmasının ihtimali yok. İsterseniz deneyebiliriz:

"Annenize verilecek en güzel hediye çimentodur. Aileyi adeta bir çimento harcı gibi birleştiren o değil midir\?.." Olmadı. Zorlama olduğu çok bariz.

"Bugüne özel, annesiyle gelen her müşterimize dört torba çimentoya bir torba bedava… Onlar en iyi çimentoyu hak etmiyor mu sizce…" Bu da başarısız çünkü hiçbir inşaat işçisi çimento alışverişine annesiyle gitmez.

Gördüğünüz gibi ne kadar çaba sarf etsek de olmuyor. Şimdi sakin olun ve elinizdeki o reklam bütçesini yavaşça başka bir güne bırakın. Çiçek ve çikolata firmaları dışında kimse bugünle ilgili reklam yapmasın.

ANNELERİ RAHAT BIRAKIN

Bu reklamlar anneleri de değiştiriyor. Sevgili firmalar, anneleri neden gaza getiriyorsunuz\? Eskiden elini öpüp gününü kutlayınca sevinçten uçan annem şimdi bana infrared ısıtıcı isteyen gözlerle bakıyor. Tamam siz reklam icabı "Annenize en güzel hediye infrared ısıtıcıdır" diyorsunuz fakat bizimki inanıyor buna. Gerçekten de en güzel hediyenin infrared ısıtıcı olduğunu düşünüyor. İnsaf edin, siz bile üretici firma olmanıza rağmen buna inanmıyorsunuzdur.

Geçen Anneler Günü'nde "Annecim sana en güzel hediye bugün burada yanında olmam değil midir\?" dedim, "Kendine biraz fazla anlam yüklüyorsun bence" diye cevap verdi. N'olur yapmayın, lütfen annelerimizi gaza getirmeyin.

Son sözüm annelere. Sevgili anneler, başımızın tacısınız fakat o terlik ne\? 2012 yılındayız hala terlik fırlatıyorsunuz. Misafirin yanında gizli gizli çimdik atmalar falan… Bu mudur yani\? Yapmayın..

http://beyinsizadam.net/
lukasaluka@gmail.com

- - - - - - - - - - - - - - - -

YEMİN ETTİM

Allah huzurunda yemin ettim
Ondan başkasını sevmeyeceğim
Onsuz dünyanın ne anlamı varki
Ondan başkasını sevmeyeceğim

Bana onu sakın sevme dediler
Karşılık olarak dünya 'yı verseler
Dar ağacı konup idam etseler
Ondan başkasını sevmeyeceğim

Kalbim derki o beni sevmese bile
Aşkıma karşılık vermese bile
Gönlüm muradıma er mese bile
Ondan başkasını sevmeyeceğim


- - - - - - - - - - - - - - - -

En acinacak insan makami buyudukce kuculen insandir.

~Huseyin Ece~

- - - - - - - - - - - - - - - -

SÜRÜ BAĞIŞIKLIĞI//www.youtube.com/watch?v=heb2Gq7Ob0Q">https://www.youtube.com/watch?v=heb2Gq7Ob0Q


- - - - - - - - - - - - - - - -

Kendini sevmek bir hamilelik göstergesidir.

~Friedrich Wilhelm Nietzsche
(d. 15 Ekim 1844 - ö. 25 Ağustos 1900)
Ahlâk ve değerler sisteminin kuruluşuna yönelik bir temel çerçevesinde
çağının kültür, din ve felsefe görüşlerini eleştiren nihilist Alman düşünür, filolog~


- - - - - - - - - - - - - - - -

Sevgi icin kollarini kapali tutma,
sonra kendinden baska tutacak sey bulamazsin.

~Anonim Nasihat~

- - - - - - - - - - - - - - - -

Cahil bir toplum,
Özgür bırakılıp kendine seçim hakkı verilse dahi
Hiç bir zaman özgür bir seçim yapamaz
Sadece seçim yaptığını zanneder
Cahil toplumla seçim yapmak,
Okuma yazma bilmeyen adama
Hangi kitabı okuyacağını sormak kadar ahmaklıktır

~Friedrich Wilhelm Nietzsche~

- - - - - - - - - - - - - - - -

BIR UMUT
. . . . . .
Yorgunsun,uzaklardan gelmissin;
Yitirmissin neyin varsa birer birer.
Bir saglik,bir sevinc,bir umut...
Onlar da neredeyse gitti gider.
Dost bildigin insanlarin yuzleri
Aynalar gibi kapkara.
Suyu mu cekilmis bulutlarin\?
Donmussun kuruyan irmaklara.
Taslara dusen saat gibi,
Ne arti, ne eksi.
Bir saglik,bir sevinc,bir umut
Hikaye hepsi.

~Cahit Sitki TARANCI~
OrajKalip

- - - - - - - - - - - - -
a45UyF587661
- - - - - - - - - - - - -

Grup eposta komutlari ve adresleri :
Gruba mesaj gondermek icin : ozgur-gundem@googlegroups.com
Gruba uye olmak icin : ozgur-gundem+subscribe@googlegroups.com
Grup kurucusuna yazmak icin : 0raj.p0yraz@neomailbox.net  /  oraj.poyraz@openmail.cc
Grup Sayfamiz : https://groups.google.com/g/ozgur-gundem/
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz : http://orajpoyraz.blogspot.com/
Özgürlük adam, henüz yeni kurdum.

Siyasi iktidarın sürekli yasakladığı, polisiye önlemler ile gizlemeye çalıştığı şeyleri burada biriktireceğim.

Videolar, resimler, makaleler falan.
:
http://insulaelibertatis.com/
Eposta adresleri
(Derdiniz varsa buradan ulaşın.)
:
0raj.p0yraz@neomailbox.net
oraj.poyraz@openmail.cc
HvLWPtIjJR8X@protonmail.com
0PjukdvspdUh@mail2tor.com
Tor ağı üzerindeki web siteleri
Darkweb diye bilinir, TorBrowser kullancaksınız.
:
http://45m2jpfwn6ydfrqyhw5jbqszyip45pvi6m2cyo3722wyhur6yuitgbyd.onion/
http://kbq4ghhydumvhgvwkccbad5g7ae2yho6a4llxuy2z4oa6dox6gjtngad.onion/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder