Benim zaman içerisinde guruplarda yayınlamış olduğum epostalardan bir demet bulacaksınız
27 Mayıs 2013 Pazartesi
15-Mustafa Mutlu: ‘Eşim asker, biz Anıtkabir’e gidemeyiz!’
Eskiden bunun şakası yapılırdı, göya espri olsun diye çeşitli mizansenler fıkra diye anlatılır, neşelenirdik. İnanılmaz. Asker eşleri Anıtkabire gitmekten korkar olmuş. Ben böyle işin içine ^#½!&%.........................
Oraj POYRAZ
Ay yıldıza küsmüş. İşte bizim halimiz. Bölünme böyle olur. Bölündük, tam da Bilge Han'ın dediği gibi.(O.P.)
Mustafa Mutlu: 'Eşim asker, biz Anıtkabir'e gidemeyiz!'27 Mayıs 2013
27 Mayıs 2013
Özel yetkili mahkemelerde görülen Balyoz, Ergenekon ve Askeri Casusluk gibi davalar, bugüne kadar ülkemiz yayıncılığına onlarca yeni yazar kazandırdı. Çünkü çok sayıda tutuklu-tutuksuz sanık, yaşadıklarını düşündükleri haksızlıkları ve cezaevi günlerini kitap yazarak kamuoyuyla paylaştı.
Ancak acıları çekenler sadece onlar değildi.
En az onlar kadar, eşleri, anneleri, babaları, çocukları ve kardeşleri de çile çekiyordu.
Yazma ve "çile"nin öteki yüzünü anlatma sırası artık onlara geldi.
'Çile'nin öteki yüzü!
Nefise Aslan, Balyoz Davası'nda 16 yıl hapse hüküm giyen Gazi Kurmay Albay Hasan Basri Aslan'ın eşi…
Kendi deyimiyle"diyar diyar gezmenin yanı sıra 'bir eşle bekâr yaşama'nın verdiği zorluklarla uğraşan"kadınlardan biri…
Hayatını anlattığı bu kitap, yaşanan haksızlıkların ve zorlukların,"sıradan bir vatandaş"ın hayat öyküsünü bile değme romanlara taş çıkartacak kadar ilginçleştirebileceğini kanıtlıyor.
İşte kitapta beni en çok etkileyen bölüm:
Madalya ikramı!
"29 Ekim günü apartman komşularımdan biri ile Ulus'taki eski Meclis'in önüne gitmek istedik. Yol kapalıydı. Barikat kurmuş olan polislere eşimin durumunu anlattım. Çok üzüldüler; ancak emir aldıklarını, bizi buradan sokamayacaklarını özür dileyerek söylediler. Biz de orada bulunan kalabalıkla birlikte heykelin önüne gitmeye karar verdik. Balyoz ekibinden ancak iki hanımla buluşabilmiştim ama daha sonra çıkan kargaşada onları da kaybettim. Bu arada yanıma gelen bir bey, elimdeki madalyanın ne olduğunu sordu.
'Benim eşim gazi, bu da Devlet Övünç Madalyası' dedim.
O ise bir şehit babası olduğunu, oğlunu yeni kaybettiğini belirtti. Bu madalyadan ona da vereceklerdi.
Bana eşimin nerede olduğunu sordu.
Ben de, 'Biliyorsunuz, kahramanlar hapiste' dedim. Adamcağız elimdeki madalyayı okşayarak ağlamaya başladı.
'Sakın ağlamayın. Ne mutlu size ki oğlunuz casus, darbeci, fuhuşçu damgası yemeden şanıyla, şerefiyle şehit olmuş. Onlara minnettarız' dedim ve elimdeki madalyayı şehit babasının yakasına iliştirdim:
'Ne olur bu madalyayı bugün siz taşıyın. En çok size yakışır…'
Çekinerek kabul etti ama çok mutlu oldu.
Şehit babası olmanın verdiği gururla kabaran göğsü, madalyayı takınca daha da kabarmıştı!
O sırada üzerimize sıkılan biber gazının etkisiyle çıkan kargaşada birbirimizi kaybettik. Ortalık bir anda karışmıştı ama kimse kaçmadı. Madalyanın emin ellerde olduğunu biliyordum, içim rahattı.
Bir süre sonra o şehit babasının elinde madalya ile beni aradığını gördüm.
'Aman kızım, al emanetini' dedi bana…
'Madalyam emin ellerde, bugün siz taşıyın' dedim yeniden…
'Yok kızım, seni bir daha bulamazsam çok üzülürüm' diyerek madalyayı tutuşturdu elime. Vedalaşıp ayrıldık.
O sırada ikinci parti biber gazını da afiyetle yedik. Eee, teröristtik ya!
O gün orada benimle birlikte biber gazını yiyen teröristler, şehit babası, şehit kardeşi ve gazi eşiydi…
Bizim gibi insanlardı.
'Sıra bana gelmez!'
Gençlik Parkı'na vardığımızda berbat durumdaydık. Bir bardak çay içip kendimize gelmeye çalıştık. Anıtkabir'e gitmek için yola düştük yeniden…
Karşıya geçerken, yan yana durduğumuz bir çifte dönerek, 'Siz de mi Anıtkabir'e?' diye sordum.
Kadın, 'Hayır, benim eşim asker, biz gidemeyiz' dedi.
Ne günlere kalmıştık Allah'ım!
Ne zamandan beri bir subayın Anıtkabir'e gitmesi suç sayılıyordu?
'Asıl sizin gitmeniz gerekir. Ben de tutuklu bir subay eşiyim ve gidiyorum' dedim.
Adam bana dönüp, 'Eşiniz ve diğerleri mutlaka kurallara aykırı davranmıştır' diye yanıt verdi.
'Öyle değil, sıra size gelince anlarsınız' dedim.
Sıranın hiçbir zaman kendisine gelmeyeceğini söyledi.
Ben de, 'Demek ki sizin garantiniz var…
Oysa tutukluların hiçbir garantisi yok, onlar sadece Mustafa Kemal'in askerleri' dedim ve yürüdüm.
Emindim ki bu adam devran dönünce de Mustafa Kemal'in askeri (!) olmaya kalkışacaktı…
Birden kendimi çok şanslı hissettim; böyle bir kocam olsa herhalde boşanırdım! Her şeye rağmen kaypak bir kocam olmadığı için şanslıydım. Gözümde küçülen bir erkek, bana eş olamazdı."
Bir de editör okusa!
Duru bir dille kaleme alınan, su gibi akan bu kitabın tek eksisi, bu türdeki bütün kitaplarda olduğu gibi, yazım yanlışlarının çok olması…
Keşke yayınevleri birazcık masrafı göze alıp, bu tür kitapları yayınlamadan önce usta bir editörün süzgecinden geçirtse…
Yine de; tutuklu asker ailelerinde yaşanan "çilenin öteki yüzü"nü daha iyi anlamanız için, kesinlikle bu kitabı okumanızı öneriyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder