19 Kasım 2013 Salı

10-Sizin için yazdılar -2


Mustafa Mutlu: Nika İsyanı'ndan Haziran Direnişi'ne!

18 Kasım 2013

Coşkun Faik Kavala, henüz 27 yaşında genç bir yazar.
Marmara Üniversitesi Fransızca Kamu Yönetimi Bilimi mezunu…
İngilizce, Fransızca, Rusça, Çince ve İspanyolca biliyor.
Profesyonel turist rehberliği yapıyor.

Gezi Parkı Derinişi sırasında işi gereği sabah Ayasofya'da, akşam ise Taksim'de dolaşırken Ayasofya'nın harcındaki halk isyanıyla Gezi Direnişi'ni bir araya getirmiş…

Çünkü Ayasofya'nın inşasına 532 yılındaki Nika İsyanı'ndan sadece 45 gün sonra başlanmış.
Yazar bu konuda şunları söylüyor:

"Nika İsyanı bir halk eylemiydi.
Haziran Direnişi de…
Bu benzerlik dikkatimi çekti: Roma İmparatorluğu, köleliğe dayanan toplumsal düzenden feodal çağa geçiyordu.
Hıristiyanlık devlet dini olarak kabul edilmişti.
Jüstinyen, bu yeni dine dayanan bir imparatorluk kurmaya, yıkılmaya yüz tutan köleliği diriltmeye ve farklı inanç gruplarını siyasi baskıyla ezmeye başlıyordu.
Din kurumunun gitgide halk üzerinde bir baskı aracına dönüştüğü böyle bir dönemde, teokratik diktatörlüğe karşı biriken kin patladı.
Buna Nika İsyanı deniliyor.
Günümüzle benzerliği, on beş yüzyıl sonrasında, dini motifleri kullanan, çalışan halk kitlelerini sosyal güvenliksiz köleleştirmeye ve yapay etnik-mezhepsel-kültürel nifaklarla ayrıştırmaya dayanan bir program üzerinde yükselen baskı rejiminin kurulmasıdır.
Uluslar üstü ortamlarda hazırlanan bu program gereğince yasama, yürütme ve yargı, elbette basınla silahlı kuvvetler, tek bir gücün eline geçince 'Jüstinyenizm' açığa çıktı.
Sonuçta, 532′deki Hipodrom, 2013′te Taksim oldu!
Etki tepkiyi doğurdu.
Aradan yüzlerce yıl geçmesine karşın aynı coğrafyada tarihin tekerrür etmesi anlamlıdır.
Tıpkı 532′de olduğu gibi 2013′te de asıl direniş, insanlar arasındaki eşitsizliğe dayanan sisteme karşı olmuştur"

***

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Başbakan'la yaşadığı sorunları unutturmak için olsa gerek, geçen hafta yeni bir "polemik" konusu ortaya attı:

"Ayasofya bir an önce cami olmalı!"

Bu sözler Ayasofya'yı yine dinci kesimin gündeminin ilk sıralarına oturtmaya yetti.

Ben de bu yüzden bu ilginç kitabı iki günde okuyup çok şey öğrendim.

Dünü öğrenerek yarını kurmaya çalışan herkese öneririm.

İsyan ve Devlet

Türü: Deneme

Yazan: Coşkun Faik Kavala

Yayıncı: Doğu Kütüphanesi

Baskı tarihi: 2013, Ekim

Sayfa sayısı: 224

Fiyatı: Bu kitabı ne yazık ki kitapevlerinde ve internette kitap satışı yapan sitelerde bulmanız çok zor.
O yüzden isteyebileceğiniz telefon numarasını yazıyorum: 0212-520 27 19

Kişisel not: Yazarı tanımıyorum.
Bu, ikinci kitabı…
İlk kitabı Mum Arayan Ülke, 2006′da yayımlandı.

Ödünüz kopuyor cehenneme gitmekten…
Oysa hiç ekmedi yüreğine bu tohumu aklı başında olan!

Başlıktaki bu dizeleri Ömer Hayyam'ın bir rubaisinden aldım.
Hayyam için öte dünya bir bilinmezdir ama bu dünyayı cennet ya da cehennem yapmak, insanın elindedir.

Ve ne yazık ki biz yine "öteki dünyaya yatırım" için, Allah'ın bize verdiği bu dünyayı cennete çevirme fırsatını reddedenlerin tüm köşe başlarını tuttuğu bir dönemden geçmekteyiz.

Bakın bu dünyadaki "cennet"i nasıl tanımlıyor Ömer Hayyam:

"Doyacak kadar aşın varsa

Başını sokacak bir de damın

İnsanoğluna kulluk etmiyorsan

Başkasının sırtından değilse geçimin

Tamam, zaten cennettesin!"

***

Ekrem Ataer, kendisine Türk müziğine adamış değerli bir sanatçı…

Bugüne kadar yüzlerce beste yaptı, sekiz albüm çıkardı, bir de Hacı Bektaş Oratoryosu besteledi.

Senfonik folk ve folk pop türlerinde eserler üretti.

Bu kitap, Ömer Hayyam'ın rubailerinin hangi koşullarda yazıldığını da bize anlatıyor.

Su içer gibi okuyacağınız bir kitap ama kesinlikle çok seveceğiniz bir müzik albümü…

Ömer Hayyam'ın en güzel rubailerini dinleme fırsatını kaçırmamanızı öneririm.

EKREM ATAER'İN BESTELERİYLE ÖMER HAYYAM

Yazıları toplayan ve şarkıları besteleyen: Ekrem Ataer

Yayıncı: Kaynak Yayınları

Baskı tarihi: 2013, Ekim

Sayfa sayısı: 183

Fiyatı: 25 lira

Kişisel not: Aydınlık'ta kültür sanat yazıları yazan Ekrem Ataer'le aynı çatı altındayız ama henüz tanışma şansım olmadı.

AYDINLIK

0000

Ferhan Şensoy: Teşekkürler kıbleye bakan bakan!

18 Kasım 2013

Kültür bakanı, Asaf Çiğiltepe'yi tanıyor mu acaba?
Tanışıyorlar mı, anlamında sormuyorum soruyu, ismini duymuş mu?

Asaf Çiğiltepe, Fransa'da tiyatro eğitimi görmüş, 1960′ların başında ülkeye dönüp İstanbul Şehir Tiyatrosu'nda çalışmaya başlamış, Darülbedayi ekolünden gelenlerce pek benimsenmemiş, orada düşündüğü tiyatroyu yapamayacağını anlamış, kendisine inanan bir grup tiyatrocuyla Ankara'ya göçüp, başkentin ilk özel tiyatrosu olan Ankara Sanat Tiyatrosu'nu kurmuştur, 50 yıl önce.

O zamanlar özel tiyatrolara devlet yardımı yoktu!

AST tiyatromuza yepyeni bir soluk getirdi.
AST'ı ilk kez, ortaokul öğrencisiyken, yaz turnesinde Ünye'de Konak Sineması'nda izledim.
Büyülendim.
Oyun bittikten sonra kalakaldım oturduğum koltukta, sahnedeki dekora bakar oldum.
Biraz sonra, oyun kostümlerini çıkarıp kendi giysilerini giymiş oyuncular, birer birer sahneye gelerek, dekoru sökmeye koyuldular, sökülen parçaları kamyona taşıma işine giriştiler.
Bu iş için ayrıca teknisyenler yoktu.
Şaşırıp kaldım.
Hayran kaldığım Erkân Yücel'le tanışma arzumu bastıramayarak yanına gittim, hayranlık belirtici sözler kem küm ettim.
Taşıdığı dekor parçasını bir kenara bıraktı, elini omzuma koyarak benimle sohbet etti.
0 günden sonra AST'ın müdavim izleyicisi oldum.
Birbirinden güzel oyunlar izledim.
AST benim için bir okul oldu.

AST politik, muhalif bir tiyatroydu.
Asaf Çiğiltepe'den sonra da bu çizgisini hep korudu.

Genco Erkal'ı biliyordur herhalde Kültür bakanı, ismen yani.
İzlediğini sanmam.

44 yıl önce Genco Erkal tarafından kurulan Dostlar Tiyatrosu'nu ilk kez lisede öğrenciyken, okulda tiyatro yapmaya başlamışken izledim, şu an oynadığım Ses Tiyatrosu'nda.

0 zamanlar özel tiyatrolara devlet yardımı yoktu!

Dostlar Tiyatrosu, müdavimi olduğum ikinci tiyatro oldu.
Politik ve muhaliftir Dostlar Tiyatrosu ve bu çizgisini hep korumuştur.

Ortaoyuncular, 33 yıl önce politik ve muhalif bir tiyatro olarak kuruldu.
0 zamanlar özel tiyatrolara devlet yardımı yoktu!

Şahları da Vururlar oyununu 5 yıl kapalı gişe oynadık.

Bu yılki devlet desteğinden muaf tutulduk, muhalifler olarak.

AST, Dostlar Tiyatrosu, Ortaoyuncular, Müjdat Gezen ve Levent Kırca Tiyatroları devletin "devede kulak tüyü" yardımıyla değil, vefakar izleyicisiyle varoldu ve varolacaklar.

Ve fakat söz konusu yardım, iktidarın beğendiği tiyatrolar yardımı değil, yasal devlet yardımı.
Hükümet kendisine muhalif olanın yardımını kesmek hakkına sahip değildir.

Hukuksal yollara başvuracağız elbette.
kültür bakanının "Bize muhalif olan tiyatrolara niye yardım edelim?" talihsiz açıklaması da, hukuksal mücadelemizde bizim için en güzel kanıt olacaktır.

Hukukun giderek dingildeştiği günlerde, böyle bir mahkeme, nasıl biterse bitsin, (belki A.İ.H.M'de biter!) bu hukuksal serüvenden, ya bir oyun ya da bir kitap çıkarırım.
Teşekkürler kıbleye bakan bakan!

Cumhuriyet gazetesindeki "Tiyatroyu susturmanın yolları" başlıklı yazısını, "Tiyatro susacak mıdır?" diye bitirmiş Ayşegül Yüksel.

Susar mıyız!
Tiyatro şakırdayacak, muhalif bülbül olarak.
Muhalifiz, muhalif kalacağız.

AYDINLIK

0000

Prof.Dr.Cihan Dura:DİYARBAKIR'DA ASLINDA NE OLDU?

18 Kasım 2013

Artık şehit cenazeleri gelmiyor, fakat ne karşılığında?

Dün (16 Kasım 2013) Diyarbakır'da Erdoğan-Barzani buluşmasında olup bitenler bu sorunun yanıtını çok veciz bir şekilde vermiyor mu?

Bir süredir faturalar birer birer önümüze konmuyor mu, Diyarbakır'da da kabarık bir fatura daha konmadı mı önümüze?
Bakın, nelerin müjdesini vermiş orada BOP'un eşbaşkanı: Büyük Ortadoğu Projesi'nde Diyarbakır'ı yıldız yapma stratejini sürdürüyoruz.
Suriye'nin kuzeyi, Diyarbakır ve Erbil birbirine bağlıdır.
PKK için genel af çıkaracağız.
Barzani, Irak Kürdistan Başkanı!

Aslında bütün bu olup bitenler bir zincirin halkaları, bir senaryonun parçalarıdır, Amerikan patentli bir senaryonun.

Her şey halkımızın şu cümleyi söyleyeceği şartları oluşturmak içindi: Yaşasın, artık şehit cenazeleri gelmiyor, analar ağlamıyor!

Oysa biz "yaşasın, artık şehit cenazeleri gelmiyor, analar ağlamıyor" diyerek kendimizi avuturken, Amerika ve işbirlikçileri malı alıp götürüyor.

**

Peki, nedir bu senaryo?
Bundan önce, 26.8.2013 tarihli bir makalemde açıklamıştım.
Aşağıda, bir kez daha yurttaşlarımın dikkatine sunmakta büyük fayda görüyorum.

**

AKP hükümetinin PKK açılımı devam ediyor, yakında bir paket daha açıklayacaklar.
Halkın tepkisine karşı kullandıkları"artık şehit cenazeleri gelmiyor","Analar ağlamasın, gözyaşı dinsin!" formülleri hayli etkili oldu.
İşleri gerçekten çok kolaylaştı; eğer ellerinde böylesine etkili bir bahane olmasaydı, PKK ile, onun başı olan şahısla masaya hiç oturabilirler miydi?

BOP'un sahibinin, Büyük Plan'ın hazırlayıcısı Amerikan hükümetinin her şeyi iyi planlamış olduğu açıkça görülüyor, kolay mı, dünya çapında tecrübeleri var.
AKP hükümetinin elinde mutlaka böyle bir gerekçe bulunması gerekiyordu.
Yoksa, plan yürümezdi.
Evet, bu sözde barışa halkı ikna etmek için, AKP'nin eline insanların kolay kolay itiraz edemeyeceği bir bahane tutuşturulması gerekiyordu: Barış gelsin!
Şehit cenazeleri son bulsun, Gözyaşları dinsin, analar ağlamasın!

1999'da Bosna'da da böyle olmadı mı, 12 Eylül 1980 darbesinden önce yine Türkiye'de aynı gerekçenin olgunlaşması beklenmedi mi?
Olaylara müdahalelerden önce, her iki yerde kan gövdeyi götürmedi mi?
Amerikan güçleri Bosna'da müdahale için, Türkiye'de askerî darbe için izin verirken, duruma el koyanların elinde yine aynı "akan kanı durdurma", "barış getirme" bahaneleri yok muydu?
PKK çetelerine neden yıllarca dokundurtmadı Amerika?
Çünkü ilerde AKP iktidarının kullanacağı gerekçenin olgunlaşması gerekiyordu.
Çünkü, birinin deyişi ile, "kadayıfın altının kızarması" gerekiyordu.

Ancak dünyada her şeyin bir karşılığı vardır, her şeyin bir maliyeti, her şeyin bir bedeli vardır.
Örneğin, bir terör örgütünü muhatap alan, her dediğini yerine getiren bir hükümetin kredisi kalır mı?
Böyle bir süreçte bağımsızlık ve egemenlik temelleri tahrip edilen o devlet ayakta kalabilir mi?
PKK'nın, Türkiye Cumhuriyeti düşmanı teröristlerin taleplerini yerine getirmek, devletimizin bekasına yöneltilmiş korkunç bir tehdit değil midir?

'***'

Nitekim "Güneydoğu Anadolu'dan Hiç Şehit Gelmiyor" başlıklı makalesinde (Yeniçağ, 24.8.2013) Prof.
Dr.Ümit Özdağ; "şehit cenazeleri gelmiyor ama karşılığında neler oluyor, neler kaybediyoruz" diyerek, bakınız neler yazıyor:

PKK ile müzakerelerin başlamasından bu yana Başbakan dahil Hükümet yetkililerinin sürekli vurguladıkları husus; "Güneydoğu Anadolu'dan hiç şehit gelmiyor" argümanıdır.
Bu doğrudur.

-Eğer polisi ve askeri karakol ve kışlalarından çıkarmazsanız,

-yasaların uygulanmasını askıya alırsanız,

-yasaları ihlal edenlere karşı adım atması gereken asker ve polisi "barış sürecini ihlal etmek isteyen provokatör" durumuna sokarsanız,

-PKK'nın saldırısına uğrayan jandarma helikopterleri "kaçma manevrası" yaparsa,

-uyuşturucu kaçakçılarının el konulan bilgisayarlarını "geri almak için" PKK/BDP'liler jandarmayı muhasara edebiliyorsa,

Elbette kan akmaz, şehit gelmez.

Şehit gelmez, ancak devlet ayağa düşer.

(Kaldı ki PKK lılar son iki ayda dört korucuyu şehit etmişlerdir)

'***'

Ben de diyorum ki, herhangi bir olguyu değerlendirirken, tek boyutlu yaklaşmamak lazım.
Bir eylemin faydalarını ileri sürerken, zararlarını da hesaba katmak lazım.
O zaman "açılım" konusunu da şöyle ortaya koymak gerekmez mi: Evet, şehit cenazeleri gelmiyor, analar ağlamıyor ama ne karşılığında?
Sayın Ümit Özdağ'ın da örneklerle belirttiği gibi, korkunç bedeller karşılığında!
Benim gördüklerim şunlar:

-PKK affının yarattığı sosyal ve psikolojik travmalar,

-Devletimizin bağımsızlığına indirilen darbe,

-İç savaş ve bölünme olasılığı

-Milli irade ve egemenliğin tahribi

Ben bu konuyu daha önce 7.4.2013 tarihli bir yazımda tartışmıştım.
O yazımı da bir kez daha halkımın dikkatine sunmayı gerekli buluyorum.

'***'

ANALAR AĞLAMASIN, TAMAM DA…

Şu yaşadığımız dünya son derecede karmaşık, tezatlarla dolu…
Toplum hayatı da öyle: Savaş var, barış var; neşe, ıstırap, gülme, gözyaşı var.
Ve hepsi, insanlar için.
Tıpkı karanlık ve aydınlık gibi…
Biri varsa, öbürü de var.
Tarih boyunca ve bugün, her yerde insanoğlu hep bunları yaşamıştır, yaşıyor.
Gönül ister ki yalnızca barış olsun, sevinç olsun, gülme olsun…
Ne var ki böyle bir toplum bir idealdir, ütopyadır.
Hep istiyoruz onu, ancak ulaşamıyoruz, çünkü istemeyenler de var, engeller var.

Şimdi, şöyle diyeyim: Bir an için varsayalım ki, Türkiye başka bir ülkenin işgaline uğradı, 1919'daki Yunan işgali gibi…
Kentlerimize, köylerimize girmeye, cinayetler işlemeye başladılar.
Ne yapacağız?"Aman, analar ağlamasın" diyerek teslim bayrağını mı çekeceğiz?"Ey düşman, ne istersen vermeye hazırız, yeter ki sen bu zulümden vazgeç" mi diyeceğiz?
İçerden de gelebilir saldırı, bir ayaklanma, terör şeklinde de karşımıza çıkabilir.
Yine, bugün, hükümetin ve adamlarının yaptığı gibi boynumuzu büküp, saldırgana "ne istersen vermeye hazırız, yeter ki bu işten vazgeç" mi diyeceğiz?

Hz.Muhammet İslam'ı tebliğ göreviyle işe başlarken, "çok kan akacak, analar ağlayacak" diyerek misyonundan affını mı istedi?
Selahattin Eyyubi dalga dalga gelen vahşi Haçlı saldırıları karşısında "çok gözyaşı dökülecek" deyip İslam'ı savunmaktan vaz mı geçti?
Fatih Sultan Mehmet "iyi de, analar gözyaşı dökecek" diyerek, İstanbul surlarının önünden yüz geri mi etti?
Osmanlı; fetret döneminde, Celâli isyanlarında ne yaptı?
Ya Mustafa Kemal Paşa?
Anadolu, vatanımız, haydut İngiltere'nin teşviki ile Yunan işgaline uğrayınca, iç isyanlar çıkınca, İstanbul hükümetini haklı bulup "en iyisi Anadolu'ya 'heyeti nasıha'lar gönderelim, İngilizin, Damat Ferit'in dediği olsun, Yunan varsın gelsin; yeter ki, analar ağlamasın" mı dedi?

Evet değerli okur, Hükümet dahil, onun başı ve sözcüleri, hemen bütün medya dahil, hemen herkesin ağzında aynı bahane: Analar ağlamasın, gözyaşı dinsin!

'***'

Yahu, hayat bu kadar basit mi?
Gelin, bu sözde gerekçeye daha yakından bakalım.
Neye dayanıyor, somut temeli nedir?
AKP iktidara geldikten sonra, on yıldır, hemen her gün verdiğimiz şehitlere, şehit sayısına dayanıyor.
Oğullarının arkasından seller gibi gözyaşı döken anaların çektiği acılara dayanıyor.
İşte 2000'den beri her yıl verdiğimiz şehit sayıları:

YIL ŞEHİT

2006 111

2000 29

2007 146

2001 20

2008 171

2002 10

2009 80

2003 31

2010 106

2004 75

2011 162

2005 105

2012 E 123

AKP iktidara gelmeden önce (2000-2002) şehit sayımız çok düşük ve giderek azalıyor.
AKP hükümeti ile birlikte (2003) kayıplar artmaya başlıyor, 2008 yılında zirveye ulaşıyor: 171 şehit…
2009'da çarpıcı bir kırılma var.
PKK ile gizli görüşmelerin başladığı veya yoğunlaştığı tarih olabilir.
Ancak şehit sayısı yine de yüksek olmakta devam ediyor, 2012'ye (Ekim) kadar böyle…
Ve 2013'ün ilk ayları…
Hemen hemen sıfır…
Çünkü artık hedefe ulaşılmış, PKK ile masaya oturulmuştur.

Şimdi, burada biraz duralım ve bir varsayım daha yapalım.
Diyelim ki geçen on yıl boyunca PKK karşısında hiçbir şehit vermedik ya da pek az verdik.
Bu durumda ne olacaktı?

-Analar yavrularını kaybetmemiş, gözyaşlarına boğulmamış olacaktı.

-Başka?…
Asıl önemlisi: AKP Hükümeti de, onun başı da, medyası ve "akil adamlar"ı da ağızlarına pelesenk ettikleri o ünlü gerekçeden yoksun kalacaklardı: Analar ağlamasın, gözyaşı dinsin!
Elde böyle etkili bir bahane olmayınca da –Derin Merkez'in emrine uyarak- PKK ile, onun başı ile masaya oturma yoluna gidilemeyecekti.

'***'

BOP'un sahibi, Büyük Plan'ın hazırlayıcısı her şeyi düşünmüş!
Hükümetin elinde böyle bir gerekçe olmayınca, planın yürümeyeceğini görmüş.

Ve bunu da başardı.
Nasıl?
Önce PKK'yı kurdurup kanatları altına aldılar, AKP iktidar olunca, üzerine adamakıllı gidilmesini önlediler.
PKK'nın canlı, gündemde kalmasını, hep güçlü görünmesini sağladılar.
En gerekli ve sonuç getirici önlemleri aldırmayarak, PKK'nın önünü açık tuttular, cinayetlerini olabildiğince artırmasına yardımcı oldular.
Her yıl, neredeyse her gün şehit haberleri kapladı bütün Türkiye'yi…
Halk şartlandırıldı, yönlendirildi bu yoldan.
Ne yazık ki projeye içerden de, bilerek veya bilmeyerek destek verildi.
Eğer PKK yılanının başı zamanında ezilseydi, bu kadar şehit verilir miydi?

Planı kısaca hatırlatayım: Araç "yeni Osmanlıcılık", amaç Türkiye'yi büyütüyormuş gibi yapıp küçültmek, parçalamak…
Sözde Kürt devletçiği ile federasyon…
Bunun için ne lazım?
Hükümeti PKK ile masaya oturtmak…
Sözde barışı sağlarmış gibi yapıp büyük ödünü kapmak, Amerikan küresel şirketlerinin iradesini yerine getirmek…
PKK için sorun değil bu, o hedefine ulaşmış sayıyor kendini.
Ancak Türkiye Cumhuriyeti hükümeti için utanılacak, yüz karası bir durum.

Peki, bu sözde barışa halk nasıl ikna edilecek?
AKP'nin eline insanların kolay kolay itiraz edemeyeceği bir bahane vererek: Gözyaşları dinsin, analar ağlamasın!
Barış gelsin!

Ancak ben itiraz etmek zorundayım.
Çünkü:

-Bir eylemde yalnız kazançlar değil, kayıplar da hesaba katılır.
Akıllı olmak bunu gerektirir.

-Diyelim ki "barış" sağlandı, başka analar ağlamayacak artık.
Askerlerimizi baskınlar yaparak, pusular kurarak katleden hainler, "barışçı"ların sayesinde inlerinden çıkıp ellerini kollarını sallayarak dünya nimetlerine koşacaklar.
Peki, yirmi yaşın baharında toprağa düşen gençlerimizin hakkı ne olacak, kanlarının hesabını kim verecek?
Onların mübarek analarının hakları ne olacak?
Sizin bu yaptığınız nedir?
Dünyanın belki de en utanılacak bir işi değil midir?

'***'

Bir olay sadece birey boyutuyla değil, toplumsal boyutuyla da değerlendirilmelidir.
Aksi halde, çok yanlış kararlar alınır.
Böyle düşünürsek, hükümetin girişimlerinden Türkiye'nin, milletimizin çok şeyler kaybedeceğini dehşetle görürüz.
Nelerdir bunlar, aşağıda sıralıyorum.

1) PKK'ya af, buna şiddetle karşı olan milyonlarca birey üzerinde psikolojik travmalara yol açacaktır.

2) Sağduyulu hemen herkes farkındadır ki işin içinde Amerika vardır, daha doğrusu onun küresel şirketlerinin patronları vardır.
Hükümette olanlar bunların projelerini, bu dış güçlerin taleplerini yerine getirmektedir.
Bu, Türkiye Cumhuriyeti devletinin bağımsızlığına ağır bir darbedir.

3) Varılacak bir anlaşmanın garantisi yoktur.
Silahı bıraksalar bile, ilerde yeniden eşkiyalığa başlamayacaklarını kim garanti edebilir?
Sonra, elde ettikleri ile yetinecekler mi, bugünkü kazanımlarını, yarınki hedefleri için bir aşama olarak görmedikleri ne malum?
Sayın Sadi Somuncuoğlu'nun (Yeniçağ, 6.4.2013) dikkatimizi çektiği gibi: farz edelim ki "Yeni" Anayasa Meclis'ten geçti ve çok ortaklı etnik/ırk devleti kuruldu"Barış" geldi, PKK saldırıları durdu, "kan akmıyor".
Yine de huzura kavuştuk diyebilir miyiz?
Hayır diyemeyiz!…
Çünkü bir bütün olan millet bölünüp egemenlik paylaşılınca, kısa zamanda iç çatışma başlayabilir.
İşte bu, "etnik fitne" tuzağıdır.
Tarih bunun dramatik örnekleriyle doludur.
İşte dağılıp yok olan Yugoslavya, işte bölünmüş olan, iç çatışma tuzağındaki Irak, işte Libya, İşte Suriye…

4) Görüşüm odur ki mevcut iktidar halkın iradesini temsil etmekten tamamen uzaklaşmıştır.
Çünkü bir oligarşiye, hatta tek adam iktidarına dönüşmüştür.
Millî egemenlik dışında bir gücün hizmetinde iş yapmaktadır.
Hükümetin, PKK ile görüşerek oluşturmak istediği çözüme milletimizin yarısından fazlası karşıdır.
Buna rağmen, girişimlerde ısrar Milli İradeye hesaba katmamaktır, hatta onu inkârdır.
Karşı olanlar yarıdan az da olsa yine Millî İrade tahribatı vardır.
Çünkü böylesine önemli kararlar halkın çok büyük bir kısmının onayını gerektirir.

5) Bağımsızlık ve egemenlik temelleri tahrip edilen bir devlet ayakta kalabilir mi?
Öyleyse PKK'nın, bu Türkiye düşmanı teröristlerin taleplerini yerine getirmek, devletimizin bekasına yöneltilmiş korkunç bir tehdittir.

Devletimiz, ulus-devletimiz, Türkiye Cumhuriyeti Devleti elden giderse, yalnız şehitlerinki ile kalmayacak, bütün bir milletin anası ağlayacaktır.

KAYNAK: http://cihandura.com/emperyalizm-yazilari/203-analar-alamasin-tamam-da.html

0000

Güneş Erkul: Terörist bölücü PERVERler, korkun bileniyor vatanperverler!

17 Kasım 2013

Ağlıyor milletin anasını ağlatanlar, yakındır biz ağlatacağız onları hesap gününde ve hainler ağladıkça bozkırları yeşerecek vatanımın,bu ihanet yanlarına kalmayacak, merhamet göstermeyeceğiz, çünkü haine merhamet vatana ihanettir.

Büyük israil devleti planını Sevr paçavrası gibi tarihin çöplüğüne atacağız hesabını soracağız: "cebren ve hile ile iktidar oldunuz da sahibi mi sandınız kendinizi bu vatanın, kime sordunuz da benim topraklarımı "kürdistan" kılıfı altında İsrail'e veriyorsunuz" diye,

16 Kasım 2013 Penguenci tüm kanallarda duyulan tatlıses değil vatanı bölmekle görevli o acı ses "kürdistan" diyor utanmadan,ekranlarda terörist bölücü PERVERler, korkun bileniyor vatanperverler!
Hainden de ihanete susandan da hesabı sorulacak, emin olun!

İLK KURŞUN

0000

PKK'ya sıcak karavana skandalı

18 Kasım 2013

Şırnak Belediyesine ait araç PKK kamplarına sıcak kumanya taşırken uçuruma düştü.
İki belediye çalışanı ile PKK'lı klavuz öldü.
Olay medyaya bakın nasıl yansıdı?

Gazeteport'tan İhsan Demir'in haberine göre, Şırnak Belediyesine ait araç, belediye yemekhanesinden PKK'ya sıcak karavana götürürken uçurumdan yuvarlandı.
İki belediye çalışanı ile kılavuzluk için araçta bulunan iki PKK'lı toplam dört kişi öldü.
Ölen PKK'lıların cesetlerini PKK'lılar aldı.
İki belediye çalışanının cesetleri de jandarma tarafından kaza yerinden alınıp skandalın üzeri örtüldü.

Şırnak'ta meydana gelen ve basına 'Şırnak belediyesine ait araç uçuruma düştü iki belediye personeli öldü' şeklinde yansıyan olayla ilgili skandal yaratacak iddialar ortaya atıldı.

İddialara göre 4 Kasım tarihinde Şırnak belediyesi personelleri Ömer Kayaş ve Abdulkerim Güngen, Şırnak Belediyesine ait araca yükledikleri sıcak karavanayı PKK'nın kampına doğru yola çıktı.
Gazeteport'un elde ettiği bilgilere göre; Şırnak'ın Toptepe (Avkamasiya) köyü yakınlarında kendilerine klavuzluk yapacak 2 PKK'lıyı da araca alan belediye çalışanları PKK'nın kampına doğru yola devam etti.
Ancak kullandıkları araç Serdehl mezrası yakınlarında yoldan çıkarak 200 metrelik uçurumdan aşağıya kullanılmayan bir maden ocağının önüne düştü.

Araçta bulunan dört kişi hayatını kaybederken, sıcak karavana da etrafa saçıldı.
Kumanyanın gecikmesi üzerine çevrede araştırma yapan PKK'lılar kendilerine kumanya getiren aracın uçuruma düştüğünü, iki belediye çalışanı ve iki arkadaşlarının öldüğünü belirledi.
Olay yerinde hayatını kaybeden iki arkadaşını alan PKK'lılar Şırnak Belediyesi ile irtibata geçerek kazayı haber verdi.

Olay yerine gelen jandarma araç içinde sıkışmış börek tepsileri, araca ve çevreye dökülmüş sıcak yemek kazanları ile Ömer Kayaş ve Abdulkedim Güngen'in araçtan uçuruma savrulmuş cesetlerini AFAD yardımı ile uçurumdan alarak Şırnak Devlet Hastanesine getirdi.

Olay medyaya 'iki belediye personeli belediyeye ait araçla uçuruma düştü' şeklinde yer aldı.

Ancak olay yerindeki araçta PKK'nın Cudi kampına götürülmek üzere bulunan Şırnak Belediyesine ait araç ve sıcak karavana konusunda bugüne kadar herhangi bir işlem yapılmadı.

İddialara göre PKK'nın Cudi kamplarına belediyeden hemen hemen her gün sıcak karavana taşınıyor.
Özellikle etli yemek ve bazı günler yarım tona yaklaşan muz ve meyve gönderilmesine dikkat ediliyor.

0000

Haritamız değişiyor

18 Kasım 2013

'Tek devlet, tek millet' diyorlar ama göz göre göre bölüyorlar

Saygı ÖZTÜRK / SÖZCÜ

Açılım sürecinde sıra Türkiye haritasına geldi.
AKP'li vekillerin verdiği teklif kabul edilirse, bazı il ve ilçelerin isimleri Kürtçe olacak ve Kürtçe haritalar hazırlanacak

AKP'nin İmralı'daki bebek katiliyle başlattığı süreçte son perde Türkiye haritasına dayandı.
İktidarın
'demokratikleşme paketi' özel okullarda Kürtçe anadilde eğitimi serbest bıraktı, 'W,X,Q' harflerine uygulanan yasağın kalmasının ardından sıra Kürtçe haritalara geldi.

Bağımsız Kürdistan talepleri

İl ve ilçelerde eskiden kullanılan Kürtçe isimlerinin il ve ilçelerine tekrar verilmesi için milletvekilleri de yasa teklifleri hazırlamaya başladı.
Kürtçe isimler konusunda BDP'li milletvekillerinden çok öncülüğü AKP milletvekillerinin yapması da dikkat çekti.
AKP, isimlerin Kürtçe ile değiştirilmesi yönünde gelen teklifleri İçişleri Bakanlığı'na gönderiyor.
Bakanlıktan bu tekiflerden uygun olanların yer alacağı bir torba tasarı gelmesi bekleniyor.

W, X, Q'lu yer adları

BDP'li milletvekilleri başta Diyarbakır olmak üzere Doğu ve Güneydoğu'daki bir çok il ve ilçenin adının Kürtçe olarak değiştirilmesi için teklif verdi.
TBMM Başkanlığı'nın içeriğindeki Kürtçe isimler ve
'W,X,Q' harfleriyle birlikte işleme koyduğu yasa değişikliği tekliflerine göre

değiştirilmesi istenen iller için önerilen isimler şöyle:

Diyarbakır: Amed, Van: Wan, Bitlis: Bedlis, Hakkari: Colemêrg, Bingöl: Cewlihg, Erzurum: Erzerom, Sur: Dikran Amed, Bağlar: Rezan, Yenişehir: Bajare Nuh, Silvan: Miya Farqin, Kulp: Pasur, Dicle: Piran, Adilcevaz: Elcewaz, Güroymak: Norşin, Tatvan:Tetwan, Ahlat: Xelat, Tekman: Tatos, Hınıs: Xınus, Çat: Oxlê

0000

Levent Kırca: Deli deli tepeli kulakları küpeli

18 Kasım 2013

Bak şimdi, başımıza gelenlere bak!…

THY uçağında Ezan ve Kur-an yayını yapılıyormuş.
Her gün yeni bir şey hatta birkaç şey duyuyoruz.
Kendi kendimize, "Bu kadarı da olmaz artık" diyoruz.

Diyoruz ve susup, oturuyoruz.

Bu yazdığımı yanlış değerlendirip de ezana ve kur-an'a karşıyım zannetmeyin.
Amaç farklı.
Köşe yazarları, tabi belli gazetelerde, gelmekte olan felaketi bangır bangır bağırıyor.
Bunlardan biri de benim.
Hemen hemen aynı şeyleri yazmaktan biz de sıkıldık, okuyan da…
Ne var ki, yalnızca yazmak çözüm olmuyor.
Her şeyden geçtim.
Biz sanatçılar, evet sadece biz sanatçılar bile birlik olup aynı doğrultuda hareket edebilsek, bunu bir başarabilsek en büyük muhalefet oluruz ve ortalığın dumanını attırırız.

Şimdilik sadece bir hayal.

İstanbul…
İstanbul…

Döndüm geldim gene İstanbul'un sisli, puslu, bol trafikli hiçbir şeyin yürümediği, düzensizliğin düzen olduğu ortamına.
Köyde, hiç değilse uzaktım sorunlardan.
Burada başını nereye çevirsen, kafana bir problem düşüyor.

Şimdi de kız, erkek ayırımı…
Yurtlardan kovulan gençlerimiz, sokaklarda kalmışlar.
Hükümet "Uçkura" kadar indirmiş seviyesini.

Ey Türk Gençliği' nin haline bak!
Tayyip, bütün bunları çatlatırcasına yapıyor.
Sonra dönüp Türkiye geneline "Çapulcu" diyor.

Ses çıkarmadığımız sürece ne oluyoruz?

Çapulculuğu kabul etmiş oluyoruz.

Aslında bu yapılanlar, gençliği yıpratmak ve Gezi Olayları' nın intikamını almak.
Bütün çabalar gençliği bezdirmek için.

"Diren Gençlik" mi diyelim?

Hadi hayırlısı mı diyelim?

Olmaz bu kadar mı diyelim yoksa?

Allah büyüktür mü?

Ha ne diyelim?

Dayak cennetten çıkmadır

Dini bütün hükümetimiz, her şeyi cennet- cehennem üzerinden değerlendirdiğine göre, dayağı da cennetlik olduğu için önemsiyor herhal.

Duruma bak şimdi…

Seninki çağırıyor bakanlarını"Gelin" diyor" Size bir şey söyleyeceğim" Aslında bakanlar biliyorlar işledikleri suçu.
Daha doğrusu yaptıklarının kendilerine göre değil, ama Tayyip'e göre suç olduğunu biliyorlar.
Usta aralayıp kapıyı alıyor bakanları, sonra usulcacık kapatıyor kapıyı, sürüyor arkasını…
Bakanlar anlıyorlar durumu, suratları düşüyor.
Usta telefonu kaldırıp, "Kimseyi bağlama" diyor"Çalışıyor dersin" Yavaşça ayağa kalkıyor.
Bakanlardan daha uzun ve heybetli.
Penceredeki gün ışığı da arkasından vurduğu için, heybeti daha artıyor.
Yere ve bakanların üzerine düşen gölgesi uzayıp gidiyor.
Bakanlar boyunlarını içine çekmiş, tokadın ne taraftan geleceğini hesaplıyor.
Durum Dr.Jekyll Mr.Hyde.
Ne bileyim.
Frankenstein filmi filan gibi…

Kodin, Quasimodo, Leni…
artık her neyse, bütün korku kahramanları geçiyor gözlerimin önünden…

Birkaç güvercin, odanın demir parmaklıklarına konuyor.
Hah işte, kuşlar da geldi..
Hoş geldin Hitchcock…
Bir otelci Antonio Perkins, bir de konağın penceresinden sallanarak bakan annesi yok ortada.
Bakanlardan biri, olsa da bitse bir an önce diye dua okuyor.
Diğeri şimdi şu anda bir savaş çıksa…
Suriye üstümüze yürüse, Rusya başımıza düşse…
Bir telefon gelse…
Ama nafile…

Ustanın uzun kolları havalanıyor, duvarları gölge biçiminde yalayarak bakanların suratlarında şaklamaya başlıyor.
Tokadın şiddetinden diz çökenler yuvarlanıp takla atanlar, ustanın karşısında tekrar dikiliyorlar.
Tokadı yiyen yatıp kalkıyor anlayacağınız.
Bazısı da yalandan tokada tokada atılıyor.
Ustanın vurduğu yerde gül biter hesabı.
Tokadı yiyince de iyi gelmiş de ferahlamış gibi yapanda var.
İçinden, "Ulan, sen başbakan olmayacaktın.
Ben seni şuracıkta ayağımın altında iki su çitilemez miydim?"
diye düşüneneler de var.

Ne olursa olsun bakanlık koltuğunu kaptırmamak lazım.
Uzatı uzatı veriyor yanağını başbakanının tokatlarına.
Başbakan bakanlarını halı döver gibi dövüp, bir güzel silkeliyor.
Çalan telefona bakan bir yetkili; "Sizi bağlayamam efendim.
Şu anda çok yoğunlar.
Ülke için çalışıyorlar.
Memleketi yönetiyorlar.
(Yetkili konuşurken fonda, tokat şaklamaları devam etmekte.)

Hüseyin Avni Coş

Bir anda meşhur oldu.
Tıpkı imamın karısı gibi.

Bayram merasiminde, Atatürk lehine tezahürat yapan yurttaşlara Vali Hüseyin Avni bir coştu ve " Gavat, gavatlar" diye bağırdı.
Halk bozuldu" Sen, kime gavat diyon bakayım?" dedi.
Avni tekrarladı; "Hepiniz gavatsınız" dedi.
Meşhur olur olmaz da tepkiler üzerine "Gavat" dediğini inkar edip, "Kavas" dedim" dedi.

Halkımız Hüseyin Avni'nin ağzından yeni bir küfürle tanışıyordu.
Sözcükler açıldı, internetlere girildi" Gavat" ve "Kavas" kelimeleri araştırıldı.
İki saat içinde, internete 600 bin kişi girip bu soruyu sorarak, rekor kırmış.

Efendim; Sn.Vali'miz Avni Coş'un sarfettiği 'Gavat', şu anlama geliyor.
İlk bakışta pezevenk, yani kadın satan, kadını kötü yolda çalıştıran anlamına geliyorsa da değil.
Gavat, kendi karısını satan, onun or…
puluğuna göz yuman anlamında kullanılmış.
Avni inkar ediyor"Kavas" dedim diyor.
Kavas da, konsoloslukta çalışan işçiye deniyor.
O gün mobesenin çektiği filmi gösteriyorlar valiye.
Vali, "Evet" diyor"Söylemişim, farkında olmadan söylemişim.
Vatandaşıma karını satıyorsun, karına oros…
luk yaptırıyorsun, demişim"

Tayyip de valisine sahip çıkıyor, "Yedirtmem valimi size" diyor.
Al valin senin olsun.
Sanki yedik valini.
Bunun eti bile yenmez kardeşim.
İnsanın içini bulandırır.

Şimdi vali, evinden çıkamıyor.
Vatandaşa sarf edebilmek için, daha ağır "galiz" küfürler üzerinde çalışıyormuş.

Devlet yardımı

Bir gelenek halini almıştır devletin her yıl özel tiyatrolara yaptığı parasal yardım.
Ne var ki, bu yıl başta benim tiyatrom olmak üzere, "Gezi Olayları"nı desteklediğimiz gerekçesiyle bu yardım yapılmadı.
Gezi Olayları bahane idi.
Atatürkçülere ve Cumhuriyetçilere yok.
Hadi yardım alanların günahını almayayım.
Muhalif oyun yapanların oyunları yok.
Muhalefet yok, muhalif yok.
Atatürk yok, Cumhuriyet yok.

Mesela yardım alanların arasında 6.sırada Poyrazoğlu Tiyatro'su var.
Oynadığı oyun "Babam Dokuz Doğurdu".
Oyunu bilen bilir.
Birincisi oyun 9.baskı.
İkincisi ebem eşti, tavuk s.
çtı.
Biz gezi olaylarını oynayacağımız, ismi "KARAR" olan bir oyunla başvurduk.
Oyunlarımıza gelen, ne yaptığımızı bilir.
Gezi olaylarını, enine boyuna ele alıp işleyeceğiz.

Sizce bakanlığın bu yardımı yapmaması, bu oyunu oynamamıza engel olabilir mi?

Bu parayı almamak benim için bir onurdur.
Alın paranızı, sokun kasanıza.

Mesela ben olsam, Ferhan Şensoy'un, Genco Erkal'ın yardım almadığı bir zamanda yardım alsam, aldığım parayı iade ederdim.
Bu davranışla, onurumuza onur kattılar.
Yardım verilmeyen duayen tiyatrocuların ismini alt alta okusanız, bizim mi yoksa Kültür Bakanlığı'nın mı yardıma ihtiyacı olduğu konusunda şüpheye düşerdiniz.

Tayyip TC'yi kaldırdı afişimden, ben de Kültür Bakanlığı'nı kaldırıyorum.
Hatta kaldırmıyorum, bilakis şöyle yazıyorum:

"Kültür Bakanlığının Her Hangi Bir Katkısı Yoktur, Bundan Sonra da Olmayacaktır"

AYDINLIK

0000

"Milletini söyle"

18 Kasım 2013

Ülke gündeminin hızla değişmesi, 10 Kasım törenleri, kız erkek öğrenci yurtları ve özel hayata saldırı konusu, Adana Valisi'nin yarattığı "Gavat (pezevenk) skandalı" gibi olaylar, Meclis Başkanlığına verilen önemli bir soru önergesini geri plana itti.
CHP İzmir Milletvekili Aytun Çıray, Başbakan Erdoğan'ın ın cevaplandırması istemiyle verdiği soru önergesinde Başbakan'a "Siz hangi milletin mensubusunuz?" diye sordu"Başbakan'ın Türk Milleti"nin adını açıkça reddetmiş olmasına isyan ediyorum" diyen Aytun Çıray'ın önergesi (özetle) şöyle; "Başbakan olarak 12 yıldır sürekli "Türk, Kürt, Laz, Çerkez…

." diyerek etnik toplulukları sıralamanızın ciddi bir bölünme tehlikesini ortaya çıkarmaya başladığını görmüyor musunuz?
Bölücülük konusunda etnik milliyetçi ve irredenist (Kendi memleketinin kaybettiği toprakları geri isteyen) gruplarla farkınız nedir?

Eğer iddia ettiğiniz gibi Türk Milleti kavramını değil de tek başına millet kelimesi herkesi kapsıyorsa, dünyada adı sadece ''millet'' olan bir topluluk var mıdır?
Türk Milleti yerine
''Millet milleti" vela "bu mellet" nitelemenizi ''Türk Milleti'nin varlığını inkar etmek ve onu aşağılamak için mi yapıyorsunuz?
Kendinizi hangi milletin mensubu olarak addediyorsunuz?
Siz,, ilkokuldan bu yana hiç tarih okudunuz mu?"
Başbakan'ın bu sorulara verecek bir cevabı var mı, bilmiyoruz!

TOKMAK-SÖZCÜ


a45UyF587661-201307301451-10

  ^^^^^ - vvvvv

 

zaryop:jaro
Bos zaman yoktur bosa gecen zaman vardir.

Tagore
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
Kurmus oldugum gruba uye olun
Moderasyonsuz, sansursuz ve ozgur bir gruptur:
Ozgur_Gundem-subscribe@yahoogroups.com
Ayrilmak isterseniz de :
Ozgur_Gundem-unsubscribe@yahoogroups.com
Grup Sayfamız :
http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz.
http://orajpoyraz.blogspot.com/


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder