- Ruhat Mengi. : Barzani İsrail için mi çalışıyor?
- Aşiret reisliğinden VIP'e!
- Selcan Taşçı : "Yaban"ı beklerken...
- Şahin Erkenez: BIZI BOSVER, JAPON HALKINA BAK!
- Afet Ilgaz : Diyarbakır'ı bir yıldız yapacaklarmış
- Zahide Ucar : 21.Yüz Yılın Köle Pazarı.
- Mehmet Türker : Tayyip'in Son Çaresi Barzani!..
- Ahmet Ünal : Tüy dikerek taçlandırmak
- Arslan Bulut : "Alo Barzani, Türkleri kandırman gerekiyor!"
- Selcan Taşçı : Yazıklar olsun!
- Oktay Akbal : Garip Düşler
- Utku Çakır özer : Seçimlerin kozu af
- Hikmet Çetinkaya.: Cemaat-AKP Savaşları
- Can Dündar : Güç Zehirlenmesine Bağlı İktidar Kaybı
- Güray Öz : Hocaefendinin Hacet Duası
- Orhan Bursalı : Sandıkta Zayıflarsa İşi Bitik
- Hasan Pulur : Fıkra ve fıkra gibi
- Mustafa Balbay : Yaşayan En Etkili Lider: Atatürk -
- Emre Kongar : Ahlakı Etekte Arayanlara Yanıt - 2: İktidar Aşkı
- Melih Aşık : Geleceğin reçetesi
- Cüneyt Arcayürek : Yalan Dönüşümler!
Ruhat Mengi. : Barzani İsrail için mi çalışıyor?
Türkiye'de artık öyle çelişkilere, öyle inanılmaz olaylara şahit olunuyor ki şaşırma duygusu bile yitirildi..
Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi Başkanı Mesut Barzani PKK'yı hep destekledi, Türkiye'yi kaç kez tehdit etti, bizim Hükümet'in üyeleri sırayla ona hakaretler yağdırdılar ve bugün aynı Barzani krallar gibi karşılanıyor, onun Türkiye'ye gelmesi Hükümet için bir başarıymış gibi sunuluyor.
"Barzani'nin tartışılmasını istemiyoruz" diyen yazarlar var.
Neden tartışılmayacakmış, çok özel, çok makbul biri midir?
Suriye'de PKK'nın uzantısı olan PYD'nin Kuzey Irak'taki gibi "özerk bir Kürt bölgesi" kuracağı ve bunu Barzani 'nin desteklediği biliniyor ki zaten PYD'yi Kuzey Irak'tan militan göndererek güçlendiren de kendisi..
PYD şimdi "özerklik ilanına" hazırlanıyormuş.
Sahnede oyunlar!
Bu arada "PKK ile PYD" arasında sürtüşme olduğu, Barzani ile PYD arasında güç çekişmesi olduğu gibi haberler çıkıyor, Barzani PYD'ye kızıyor "muş gibi" yapıyor vs.
vs..
Ama sonuçta hepsinin "çıkarları ve hedefleri ortak" olduğuna göre bu tür haberlere ancak saflar inanır.
Zamanı gelince bir bakıyorsunuz anlaşıvermişler..
Burada da Irak ve Suriye'deki özerk bölgeler birleşmiş, sıra gelmiş Türkiye ile İran'a..
ABD destekliyor, AB yıllardır Diyarbakır'a ayrı bir devlet gibi ziyaretler yapıyor, kime anlatacaksınız derdinizi?
ABD istiyor çünkü..
Gözden kaçırdığımız veya unuttuğumuz önemli bir nokta var.
ABD; Irak-Suriye-Türkiye ve İran topraklarında bir Kürt devleti kurulmasını aslında "İsrail'in güvenliği" açısından destekliyor, uzun yıllardır PKK'ya gizli gizli destek vermesinin, "Türkiye'ye istihbarat vereceğiz" derken onlara silah vermesinin, ikili oyununu sürdürmesinin nedeni de buydu.
Öte yanda Barzani 'nin ailesinde Yahudi Kürtler'in olduğu, aslında PKK'nın içinde de çok sayıda olduğu söyleniyor.
Peki eğer gerçekten Barzani "İsrail için ABD ile birlikte" plan yapıyorsa, Suriye'de özerklik ilan edecek olan PYD böylece "Türkiye'nin geleceği" için de "özerk bölge" tehlikesi yaratıyorsa, PYD'nin özerklik ilan etmesi de Barzani'nin isteği ise..
Bizim ona "şeref konuğu" itibarı vermemiz ne anlama geliyor dersiniz?
Bir hatırlatma daha..
Suriye'de PYD "Esad'ın yanında" savaşıyor, biz "Esad'ın karşısında" olan terör örgütlerine bile destek verdik..
Esad bu politikamız nedeniyle PYD'ye Kuzey illerini bırakıp çekildi ve böylece tüm Güney ve Güneydoğu sınırımız PKK-PYD oldu..
Yani bir yanda "Esad'la olanların" yanındayız, diğer yanda "karşısında olanların"..
Hepsini birleştirin, çıkan bulmacayı çözmeyi size bırakıyorum!
0000
Aşiret reisliğinden VIP'e!
İşte Barzani'nin Türkiye ziyareti şifreleri
Devlet'in uzun yıllar "bir aşiret reisi" olarak kabul ettiği Barzani'nin şimdi Diyarbakır'a gelmesi çözüm süreci, seçimler, Suriye gibi birçok başlıkta beklentiye neden oldu.
Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani, KYB lideri Celal Talabani ile birlikte uzun yıllar boyunca resmi devlet anlayışında "bir aşiret lideri" olarak kabul edildi ve muhatap kabul edilmedi.
İlk olarak 8.Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın çabalarıyla resmi, fakat alt düzeyde kabul edilmeye başlayan Barzani ve Talabani bu yolla geliştirilen ilişkiler sonunda 1990'lı yıllarda PKK'yla silahlı çatışmaya dahi girdi.
2.Körfez Savaşı'ndan sonra Kürt bölgesinin Irak'ın federal bir bileşeni olması ve Talabani'nin de Cumhurbaşkanı olmasından sonra üst düzeyde kabul görmeye başladı.
Barzani'nin hem Türkiye'yle hem PKK'yla ilişkileri gelgitli bir süreç izledi.
Başbakan Erdoğan da 2007'de "kabile reisi" ifadesini kullanarak Barzani'yle değil ama Irak cumhurbaşkanı olduğu için Talabani ile görüşebileceğini söylemişti.
Ancak Suriye başta olmak üzere bölgesel dengeleri etkileyen olaylar ve Türkiye'nın Irak'taki merkezi hükümetle ilişkilerindeki gerginlikler Barzani ve bölgesel yönetimle ilişkileri sıkılaştırdı.
İşte böyle bir dönemde gerçekleşen tarihi buluşmanın taraflar açısından anlamı şöyle:
1- Ziyaret nasıl planlandı?
Barzani'nin iki ay önce Ankara'ya mesaj göndererek bir toplu düğün daveti aldığını ve Diyarbakır'a gelmek istediğini bildirdiği ifade edildi.
Barzani'nin "hükümetten birilerinin gelmesi de iyi olur" mesajını değerlendiren hükümet, sürpriz bir şekilde bu öneriyi kabul ettiğini Erbil'e bildirdi.
2- BDP ziyarete neden tepki gösteriyor?
Muhalefet ve özellikle BDP ise bu etkinliğin "AKP'nin seçim dönemi kampanyasının bir parçası" olduğunu belirterek eleştiriyor.
BDP Diyarbakır İl Örgütü bu amaçla bugün etkinliği protesto için bir basın açıklaması bile yapacak.
BDP, Barzani'nin daha önce Nevruz kutlamalarına yapılan davetlere gelmemesine rağmen, hükümetin bir etkinliğine gelmesine ise bölgesel ittifak olarak Türk hükümetini seçtiği eleştirisini yöneltiyor.
3 -Ziyaretin çözüm süreci ile bir ilgisi var mı?
Hükümet çözüm sürecinde Kürtler arasında iki önemli figür olan Barzani ve Şivan Perwer'in Diyarbakır'da katılacağı bir etkinliğin simgesel mesajları olacağını ve bölge halkının sürece olan desteğini artıracağını düşünüyor.
Selahattin Demirtaş ise Başbakan'ın Diyarbakır'da vereceği mesajların çözüm sürecini ilerletecek tarzda olmasını temenni ettiklerini belirterek etkinliğin "sürece katkı" boyutunu esas alan görüşü ifade etmiş oldu.
Bu görüşe Diyarbakır Milletvekili Nursel Aydoğan da "Başbakan'dan tarihi mesajlar bekliyoruz" diyerek beklentiyi ifade etmiş oldu.
4- Leyla Zana'nın Barzani çıkışı ne anlam ifade ediyor?
Leyla Zana'nın Barzani'nin gelişini önemli bulduğuna ilişkin açıklaması BDP tabanında da bu etkinliğe sempati duyanların sayısının az olmadığının bir işareti.
Barzani ve Perwer gibi Kürtler arasında çok önemli iki ismin Diyarbakır'a resmi konuk olarak gelmesinin Kürtler açısından bir kazanım olduğunu düşünenlerin sayısı hiç de az değil.
5- Ziyaretin Rojava'daki gelişmelerle ilgisi var mı?
BDP'de, Barzani ile hükümetin yakınlaşmasının arkasında Suriye'deki Kürt bölgesinde (Rojava) PYD'nin geçici yönetim ilan etme hazırlığını engelleme amacı olduğu görüşü hakim.
Barzani'nin Diyarbakır ziyaretinden hemen önce PYD'yi Şam yönetimine destek olmakla suçlaması da bu kanıyı güçlendirmiş durumda.
Ziyaretin "Rojava" konusunda yeni işbirliklerinin önünü açacağı değerlendirmesine yol açıyor.
0000
Selcan Taşçı : "Yaban"ı beklerken...
"Güzel şeyler oluyor.." diyerek girdi Türkiye'ye Şivan Perver;
Yüreklere su serpti, "devletin zirvesi" yle, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile "ağız birliği" içindeydi!
Keza Başbakan Tayyip Erdoğan'ın misafiriydi!
Ve bir yanında, gözünün Türk topraklarında olduğunu hiçbir zaman gizlememiş olan, evlatlarımızın katillerinin, PKK'lı teröristlerin hamisi, "Büyük Kürdistan'ın AKP açısından -tercihen- banisi" Barzani!
Camlarından "Kürdistan'ın egemenlik sembolü(!)" sallanan araçlardan oluşan konvoy; "düğün alayı" gibi Diyarbakır'ı turluyor!
Ezeli rakibini ezerek yenmiş takımın taraftarı gibi zafer naraları atanlar; poşuya sarılı suratlar...
En üst düzeyde "koruma" tahsis edilmiş halkı kin ve isyana teşvik/tahrik edenlere, bölücülere, teröristlere, işgale heveslenenlere, isyan edenlere...
Hiçbir "rahatsızlık" emaresi, acı, sızı, sancı yok yüzlerinde, kızlı-erkekli ağızları kulaklarında olduğuna göre "meşe dalları" iyi gelmiş demek ki!
***
Bugünün geleceğini işaret eden bütün kötü zamanlarda, ben hep Porsuk çayı yakınlarındaki o virane köyü hatırladım; aç, açıkta ve yarı çıplak insanlarını Anadolu'nun...
Ne zaman umudumu keser gibi olsam, Yakup Kadri'nin romanına sarıldım; Yaban'a...
Kendime durmadan, ama hiç durmadan, soluksuz, "Kurtuluş Savaşı" nın da "düşmanın Türklere yardım edeceği söyleyen şeyhler"e ve "o şeyhlere inanan köylülere", "Mustafa Kemal'in ordusunda savaşıp Mustafa Kemal'e karşı saf tutan ve Türk değil İslam'ım diyenlere", işgal ve tecavüz evlerinin içine, karılarına, kızlarına uzanana kadar "bekleyenlere" o cehalete, o umarsızlığa rağmen kazanıldığını hatırlattım...
Tek kolunu savaş meydanında bırakmış ve yine de savaşmaya hazır Ahmet Celal'in "şuur" olarak zuhur edeceğine inandım; "o gün" geldiğinde.
***
O gün bugündür!
***
Ve sen -daha ne olmasını bekliyorsun- hâlâ şuuru, vicdanı, cesareti olmaya talip olmuyorsan milletin...
Bir adım öne çıkmıyorsan;
Sakın öfkeden yumruklarını sıkma boşuna...
Sana ızdırap veren şey, senin kendi eserindir!
0000
Şahin Erkenez: BIZI BOSVER, JAPON HALKINA BAK!
"Japonya'nın Niigata kentinde meydana gelen depremde Atatürk heykeli yan yattı.
Deprem ve kurtarma çalışmalarının paniğiyle heykel yatık vaziyette unutuldu.
Japon gazetecileri bu yüzden Japon hükümetinin tutumunu eleştirirken, Japon gazetelerinde yer alan fotoğraflı 'Atatürk heykeli unutuldu' haberlerinde halkın da 'Bu, Atatürk'e saygısızlık' tepkisine yer verildi.
Heykelin o halde bırakılması durumunda düşüp kırılabileceği endişesiyle kaidesinden kaldırılarak yan yatırıldı.
Atatürk Japonya'da çok sevilen, saygı duyulan bir liderdir ve kendisine 'en ufak' hakaret söz konusu olamaz"
Olur ya; deprem hali bu...
Ama Japon basını bunu bile mesele yapıp, hükümetinden hesap soruyor!...
Şimdi bizden bazı örnekler vereyim:
Diyerek Atatürk heykellerine yapılan saldırıları özetlemiş Mustafa Mutlu 2007 yılında.
Gerek görüp yayınlamadım sinirlerimiz daha fazla bozulmasın diye...
Şahin Erkenez
0000
Afet Ilgaz : Diyarbakır'ı bir yıldız yapacaklarmış
Yani Kuzey Irak'la Güneydoğu Türkiye'yi birleştireceklermiş.
Başbakan, bir de taçlandıracağız diyor.
Herhalde taçlandırma dedikleri de bu.
Bizi mi taçlandıracaklar, Barzani'yi mi orasını anlamadım işte.
Yoksa, Barzani'nin Mahmur kampından getirmeyi teklif ettiği 10 bin PKK'lı mı olacak başımızın tacı?
Yoksa, Bizzat Barzani mi, onun partisi mi olacak?
Bizim yönetimin ne yaptığını bir türlü anlayamıyorum.
PKK ile mi dost Barzani ile mi?
Suriye yönetimine nasıl özeniyorum bilseniz.
Kimseyle de savaşa kalkışmıyorlar.
Emirle hareket etmiyorlar.
Barışsa barış, kardeşlikse kardeşlik, savaşsa savaş...
Kahramanca dövüştüler ve muzaffer oldular.
Sağa sola kıvırtmaya hacet yok.
Bu zaten onurlu bir duruşsa, sağa sola kıvırtmak yakışıksız olur.
***
Aliyev'i ekranda bizimkilerin yanında görünce şaşırdım.
Hani Azerbaycan'la Ermeniler yüzünden papaz olmuşlardı.
Bir maçta polisler, Azerbaycan bayraklarını kapıp çöpe atmışlardı.
Aliyev de bağımsızlığa hakkını veriyor.
Emperyalizmle işbirliği yapmıyor.
Peki o İran'la yakınlaşma çabaları nedir.
Boyuna görüşme talep ediyorlarmış.
Rahmetli Kaddafi sağ olsaydı, Libya'ya da giderlerdi.
Yakında Suriye'ye de giderler.
Niçin biliyor musunuz, Beşşar Esad'ın zaferini kutlamak için.
***
Yani kısaca, bize taç olarak ne giydirecekler diye merak ediyorum.
Yoksa İbrahim Tatlıses, Şivan Perver, düet yapmasalar da başımızın tacı mı olacaklar...
Yoksa bizimkiler de petrol şeyhi olmak mı istiyorlar...
Taçlardan taç beğen al!
***
Atatürk Boğaz'daki işgal donanmasını gördüğü zaman "Geldikleri gibi giderler" demişti.
Bunlar gelemedikleri gibi gidecekler.
0000
Zahide Ucar : 21.Yüz Yılın Köle Pazarı.
Küresel elitin Türkiye satış bayii konumunda olan AKP siyaseti Türk Halkını köleleştirdi, farkında mısınız?
Nevval Kavcar'ın Ortadoğu Gazetesinde yayınlanan "Yabancı ortağı olmayan bir tek turşucular kaldı" başlıklı yazısı, Türk Milleti'ne ekonomiden el çektirildiğini gösteren acı bir tespittir.
Anlatılan ihanet buz dağının sadece bir yüzüdür.
İkinci yüzü ise;
Türk Milletinin bu yabancı şirketlere köle yapılmasıdır.
Bu nasıl mı yapıldı?
İşçiler sendikasızlaştırıldı.
İşçi ile işveren arasına taşeron yerleştirildi.
İş güvenliği olmayan, sendikası olmayan köle işçiler, yabancı şirketlere ucuz işgücü sağlayan köle işçiler durumuna getirildi.
Satılan KİT'ler, işletmeler ve bankalarda çalışanların durumu köle işçilerin durumundan hiç farklı değildir.
Bankada bir memursanız(yerli banka kalmadı sayılır), sizi performans zinciri ile boğarlar.
Her ay önünüze bir hedef konur"Bu ay şu kadar müşteri getir" denir.
Görev yaptığınız" il-ilçe-belde" için "artık doyuma ulaştı, yeni müşteri bulamıyoruz" deme gibi bir lüksünüz yoktur.
Hedefi yakalayacak müşteri bulamadıysanız, her ay sonunda yapılan toplantılarda aşağılanır, kırbacın yerine küçümseyen sözlerle dövülürsünüz.
Bayram, yeni yıl demeden çalışırsınız.
Fazla çalışma(mesai) ücretinizin üzerine yatarlar.
Ayrıca halkın iyi bildiği o eski maaşlar da artık verilmemektedir.
Çalışan köleye "İşine gelirse" deniyor.
Nasıl olsa iş bekleyen yüzlerce köle adayı var(!).
Emekli olan bir banka müdürü ile yaptığım konuşmada müdür;
"Bankalarda artık müşteriyi memnun etme odaklı hizmet anlayışı bitti.
Müşteri getir.
Posası çıkana kadar kullan, at.
Sonra yeni müşteri bul anlayışı geçerli hale geldi"
Anlayacağınız bankalar sadece yabancı şirketlere satılmadı.
Bankalara ucuz işgücü imkanı da sağlandı.
Banka sahibi köleleştirdiği personeliyle Türk Halkının iliği, kemiğine kadar sömürdü.
AKP siyaseti gerekli düzenlemeleri yapmayarak bankaların izlediği acımasız sömürüye örtülü destek sağladı.
Bankalar 2012 yılından durup dururken en karlı kuruluşlar olarak çıkmadı.
Bankalar Türk halkını sömüren acımasız bir TEFECİ kimliğine büründü.
Banka terörü…
Türk adıyla birlikte satılan Telekom satılmadan önce açılan Telekom Bayilerini adeta sağmal inek gibi kullanıyor.
Bayiler ile yapılan sözleşmenin bir nüshası "hukuk ihlali yapılarak" bayilere verilmemiştir.
Bayiliği alabilmek için itiraz edemeyen vatandaş bırakın kazanç sağlamayı,Telekom'un elinden canını nasıl kurtaracağını bilememektedir.
Telekom bayisini kapatan vatandaşlar ise bir yıl ve daha uzun süre teminat mektubunu Telekom'dan alamadığı gibi, teminat mektubu için bankaya cebinden ödeme yapmaya devam etmektedir.
Elinde sözleşme bulunmadığı için kanuni haklarını arayamamaktadır.
Telekom'un çalışanları da performans sistemi ile çalıştırılmakta, bir kişi üç kişilik iş yapmaya zorlanmaktadır.
AK tüccarlar şimdi de "Özel İstihdam Büroları", yani 21.Yüz yılın Özel Kölelik Bürolarını açma yasası ile kiralık işçi modelini Türkiye'ye getirmek istiyor.
Çünkü yabancı köle tüccarları öyle istiyor.
Yasa çıkarsa Nevval Kavcar'ın yazısında belirttiği yabancı şirketler Türk İşçisinin alın terini ucuza kiralayacaktır.
Güdümlü politikalarla İşsizler ordusunun oluştuğu ülkemizde işçi ekmek parası için para baronlarının gönüllü köleleri haline gelecektir.
İşçi ile işverenin arasına Özel İstihdam Büroları gireceğinden, iş arayan bireyin artık bir hükmü kalmayacaktır.
Kişinin nerede çalışacağına ve nasıl çalıştırılacağına Özel İstihdam Büroları karar verecektir.
İşçi çalıştığı iş yerinin ödediği ücreti değil, Özel İstihdam Bürosunun verdiği ücreti alacaktır.
Bu ahlaksız sistemle yaratılan aracı patronlar, işçinin alın terine ortak olacaktır.
Köle tüccarı patron emek vermediği kazançtan işveren olurken, sömürdüğü insan köle olacaktır.
"Özel İstihdam Bürosu" sektörü de diğer sektörlerde olduğu gibi yabancıların kontrolünde olacaktır.
Özel Güvenlik şirketlerinin neden kurulduğu, yabancıların bu sektörü niye ele geçirdiği artık sır olmaktan çıkıyor.
"Antalya'nın Manavgat ilçesinde Ahmetler köyünde yapımı planlanan HES projesine karşı 6 Kasım tarihinden bu yana kanyon girişinde nöbet tutan köylülere yine ateş açıldı.
Beyzbol sopalarıyla HES nöbeti tutan köylülere saldırdığı öne sürülen özel güvenlik elemanları kanyonu kurşun yağmuruna tuttu" Yusuf Yavuz(12.11.2013)
Türk Halkı uyanmazsa gelecekte her yer Ahmetler köyü, her Türk Vatandaşı Ahmetler köylüsü olacaktır.
Köle tüccarı işgalciler özel güvenlik şirketleri ile kurtarılmış alanlar kuracak, kendi ülkesinde esir olan Türk Halkı Somali halkının kaderini paylaşacaktır.
İşgal bin bir isim altında yapıldı.
İşgal güçleri esir aldığı(banka adıyla, şirket adıyla, HES adıyla, özelleşme dalaveresiyle) insanları hızla köleleştiriyor.
Bu ahlaksız, insanlık dışı uygulama her melanet gibi din kılıfı altında millete yedirilmeye çalışılıyor.
Kiralık işçinin özgüveni olmaz.
Gelecek endişesi ile yaşayan insanın ruh sağlığı bozulur.
Birey olmaktan çıkan, kendisi hakkında karar veremeyen bir insan; vatandaşlık, yani aidiyet duygusunu kaybeder.
Operasyon öyle çok yönlü yürütülüyor ki…
Limanlar satıldı.
Sular yabancı şirketlere 49 yıllığına kiralandı.
İngiltere Prensi Charles yıllar önce gelecekte çıkacak dünya savaşının su savaşları olacağını yazmıştı.
Ülkemizde su savaşı HES adıyla başlatıldı bile.
Madenler yabancıların.
Tarım alanları büyük oranda yabancılara satıldı.
Ülke kiliselerle donatıldı.
Yani Anadolu'ya biçilen don, içinde Türk ve Türk Müslümanlığı(Maturidi) olmayan bir dondur.
Müslüman diye Zangoçların(kilise çancısı) peşine takılmanın ağır bedelidir bu sonuç.
Bunların dedeleri de(Osmanlı-duraklama süreci) Türk Halkına sanattan, zanaattan ve ticaretten el çektirmişti.
Fetva'da hazırdı:
"Ticarete haram girdiği(!) için Müslümana ticaret yasaktır(!)"
Böylece sanat, zanaat, ticaret azınlıkların eline geçti.
Artık Müslüman Türk Halkı parasız ve cahildi.
Ermeni tehcirinden sonra zanaattan el çektirilen Türk Halkı nasıl at nallayacağını bile bilemedi.
Oysa dinin gerçeğinde;
"Rızkın onda dokuzu ticarettedir" der.
İşte bu yüzden devlet dinsiz olmalıdır.
Din bireyedir.
Devlet din devleti olursa, emrindeki din memurlarına istediği fetvayı verdirir.
Din diye küfür idareye hakim olur, farkında bile olmazsınız.
Tıpkı Türkiye resminde gördüğünüz gibi…
0000
Mehmet Türker : Tayyip'in Son Çaresi Barzani!..
Denize düştü, Barzani'ye sarıldı!
Bir de Şivan Perver ile İbrahim Tatlıses var!
Üçüne birden tutunup Doğu ve Güneydoğu'da oyları silip süpürecek, Kürtçü partiyi de çırak çıkartacak!
Tayyip Bey bu!
Onda seçim taktiği ve stratejisi bitmez!
"Barzani" idi, şimdi "Mesut Bey" oldu…
Giderek yakınlaşıyor…
Son aşamada Barzani, "Kardeşim Mesut" olacak!
Diyarbakır'da ağırlayıp Kandil ve İmralı'yı çatlatacak!
Ama başı yine belada!
Zira PKK'nın Suriye kolu PYD sınırımızda "özerklik" ilan etti!
* * *
Aslında Tayyip Bey'in değil, karga kılavuzlar yüzünden Türkiye'nin başı belada!
Tayyip'in Hariciye Nazırı Ahmet, "PYD bizi kandırdı" diyor!
Kanmasaydınız!
PYD'nin başını İstanbul'da ağırladılar kafaya aldıklarını sandılar, herif gitti özerklik ilan edip bizim komşumuz oldu!
Ahmet'e soralım: "Hani oldubittiye izin vermezdiniz?"
İşte, oldu ve bitti!
Kandil de mutlu, Apo da!
* * *
Tayyip'in ayakları yerden kesilmiş, uçuyor:
"Diyarbakır'da tarihi bir gün yaşanacak…
İstedik ki çözüme yönelik bir taçlandırma olsun.
İbrahim Tatlıses ve Şivan Perver gibi iki dostu bir araya getireceğiz…
Düet yapacaklar.
İbrahim Bey büyük bir felaketten sonra ilk defa sanatını icra edecek.
Mesut Bey ile Diyarbakır'da görüşmemiz olacak.
Etkinliklerde beraber olacağız"
İbrahim Tatlıses açıklama yaptı:
"Düet için eşitlik yok.
Durumum itibariyle şarkı söylemeyi düşünmüyorum"
Ama belli olmaz, Tayyip emir verir, söyletir!
* * *
Tayyip "çözülme" sürecini taçlandıracaklarını söylerken, Kürtçü parti vekili Hasip Kaplan, bu numarayı yemediklerini açıklıyor:
"Barzani, Uludere'de insanlar katledildikten sonra taziyeye gelmedi ama hükümetin düğününe gelecek.
Barzani'nin seçim öncesi gelmesi bölmeye dayalı gibi görünüyor"
Kürtçü partinin Başkanı Selahattin de Barzani'nin gelişinin seçimle için olduğunu belirtiyor!
Böylece çözülme sürecini namlunun ucuyla dayatanlar taçlandırma masalını yutmadıklarını Tayyip Bey'in yüzüne vuruyorlar!
* * *
"Çözülme süreci" başlangıcından beri bir oyundu!
Seçime yönelik bir oyun!
"Şehitler gelmesin, analar ağlamasın, biz de oyları götürelim"
Bu oyun da ayaklarına dolaştı!
Tayyip, Barzani'yi Diyarbakır'a getirtip ağırlayacak, TatlısesPerver düetiyle bölge halkının oylarını kapacak!
Buna kargalar bile güler!
* * *
Eskiden Silopi kaymakamı veya bir Albay, bir Binbaşı ile görüşebilen, Türkiye Cumhuriyeti Pasaportuyla Irak'tan çıkabilen aşiret lideri şimdi Türkiye Başbakanı tarafından ağırlanıyor, baş tacı yapılıyor!
Bu iktidar yüzünden düzeyin nerelere kadar indiğini, siyasetin insanlara neler yaptırabildiğini görüyor musunuz?
Denize düştüler, aşiret liderine sarıldılar!
0000
Ahmet Ünal : Tüy dikerek taçlandırmak
Cemil Çiçek'in "postal yalayıcısı" , Erdoğan'ın da "muhatap kabul etmem" sözlerinin mürekkebi henüz kurumadı.
Fakat Kuzey Irak yönetimi lideri Mesud Barzani T.C.Hükümetine, hem diplomatik ustalığını hem de artık ulusal siyasetimizin de önemli bir aktörü olduğunu kabul ettirdi!
Mesud Barzani yurdumuzda ilk kez "Kürdistan Federe Yönetiminin Başkanı" sıfatıyla ağırlanacak.
Başbakan Erdoğan, Barzani'nin Diyarbakır'a davet edilmesini, "çözüm sürecini taçlandırmak" şeklinde değerlendiriyor.
Erdoğan'ın artık 'sayın' ve 'bey' iltifatlarıyla bağrına bastığı Barzani de itibarının iadesine mukabil jest yaparak beraberinde Şivan Perver'i getiriyor.
Viranşehirli Şivan, Avrupa'da ve Kuzey Irak'ta konserler vermesine rağmen Türk Hükümetinin kendisini koruyabileceğine güvenmiyor, devlet ve BDP birlikte davet ederse gelebileceğini söylüyordu.
37 yıldır vatanına dönemeyen birisine sınır kapılarını açmak insanidir ve siyasi bir 'açılım'sayılabilir.
Fakat T.C.Başbakanı'nın, şimdilerde mevkidaşı konumuna yükselen Barzani'yi Diyarbakır'da ağırlaması akla zarar bir projedir.
Habur rezaletinden daha vahim sonuçlar doğurmaya namzet, gereksiz ve zararlı bir adımdır.
Bu durum Erdoğan'ın Almanya'da yaşayan Türklerle görüşmesine benzemez.
Kürtler, yürürlükteki bütün kanunlara ve tarihi geleneklere göre ülkemizin öz çocuğu ve vatandaşıdır.
Barzani, T.C.Başbakanı unvanını taşıyan Erdoğan yanında olmadan ülkemize gelip istediği yerde konser dinleyebilir.
Buna kimse resmen karışamaz ancak tamamen milli çerçevede yürütülmesi gereken çözüm sürecinin kralı statüsüne çıkartmak, bağımsız devlet mantığıyla bağdaşmayan bir hezimettir.
Diplomasiyi savaşın devamı sayan tezler vardır.
Dün savaştığınız düşmanla bugün barışabilirsiniz, normaldir.
Ancak bu uluslararası kabul görmüş etik sınırlar içinde olur.
Eğer hakaret ettiğiniz kişiye ertesi gün övgüler düzüyorsanız, kendinizinkiyle birlikte devletin de itibarınızı sıfırlarsınız.
Bu diplomatik manevra bahanesiyle açıklanamaz.
Aksine kişilik gel gitleri yaşadığınız algısı doğurur.
Ülkemizde hükümetler değişse de devletin toplum mühendisliği politikaları aynen devam ediyor.
Halkı birbirine düşürerek iktidarı ayakta tutma düşüncesi maalesef ortadan kalkmadı.
Yenilerin tek farkı güvenlik birimlerini aradan çekmesi.
Eskiden solun karşısında sağ örgütler, PKK'ya karşı Hizbullah desteklenirdi.
Şimdi Hizbullah amacından sapınca Barzani aşireti ön plana çıkarılıyor.
Önceki gün Ülkü Ocakları eski başkanlarından Alaattin Aldemir'in daveti üzerine yeni kurulan "Çözüm Süreci ve Diyalog" platformu toplantısına katıldım.
Ankara Ümitköy'deki Çırağan Et- Balık Lokantası'nın nezih ortamındaki programda hemen her kesimden katılımcıların ortak arzusu, giderek güçlenen bölünme algısına karşı sessiz kalınamayacağıydı.
Genel Koordinatörlüğünü Tarık Çelenk'in yaptığı platformda, Musa Serdar Çelebi, Şaban Gülbahar, Bekir Ağırdır, Sedat Yurttaş ve Cevat Öneş'in yanısıra çeşitli sivil toplum örgütlerinden temsilciler söz aldılar.
Platformda Türkiye genelinde yaklaşık 7 bin kişinin katıldığı bir anket ve saha çalışmasının sonuçları da tartışıldı.
Hükümete ve ana muhalefet partisi yetkililerine de yapılan sunumdan çıkan sonuçlar, benim "Kürtlerin ifade sorunu" dediğim Kürt meselesinde izlenen siyasetin ne kadar yanlış sonuçlar doğurduğunu gözler önüne seriyor.
Sonuçları henüz kamuoyuna açıklanmayan ankete göre, "özerklik talebi" geçen yıla göre yüzde 10 artarak Kürtlerin üçte ikisi oranına ulaştı.
Ayrılıkçı görüşler de yine yüzde 10 artarak Kürt nüfusun üçte biri oranında benimsenmeye başladı.
Hükümet çaresizliğin verdiği bir telaş içinde, çözüm sürecindeki kontrolünü yitiriyor.
Ayrıca toplum kesimlerini çatıştırmakla çözüm üretilemeyeceğini artık görmesi gerekiyor.
PKK'ya karşı şimdi de Barzani'yi başlarına taç yaparak bu hatalarına tüy diktiler.
0000
Arslan Bulut : "Alo Barzani, Türkleri kandırman gerekiyor!"
ABD, Tayyip Erdoğan ve Barzani'nin Diyarbakır'da yapacağı düete müdahil oldu"İbrahim Tatlıses ve Şivan Perver'i bilmem ama sizin ne söyleyeceğinize, ne yapacağınıza karışırım" dedi...
ABD Başkan Yardımcısı Joseph Biden, Tayyip Erdoğan'ın misafiri olarak Diyarbakır'a gelecek olan Mesud Barzani'yi telefonla aradı.
Resmi açıklamaya göre Biden, Barzani ile "Irak'ın güvenlik meseleleri ve terör ağlarını tecrit etmek için Erbil ile Bağdat arasında yakın koordinasyon ihtiyacı" üzerinde konuştu!
Açıklamada "Biden ve Barzani'nin, Irak'ın Türkiye de dahil olmak üzere komşularıyla ilişkiler inşa etmede sağladığı önemli ilerlemeleri de ele aldığı" bildirildi.
***
Bu konuşmayı yapan Biden'in kim olduğunu ve Türkiye hakkında ne düşündüğünü hatırlayalım.
25 yıl kadar önce Türkiye, Filistin lehine tavır alınca, ABD Senatosu Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Joseph Biden, "Türkiye'nin etrafını ateş çemberine çeviririz" diye tehdit etmişti.
1988 yılından bugüne kadar Türkiye'nin etrafında olup bitenlere bakalım.
Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Doğu, Türkiye'nin etrafında tam bir ateş çemberi haline gelmedi mi?
Irak'ın işgali, Suriye'nin iç savaşa sürüklenmesi strateji olarak kimin eseridir?
Biden, Irak'ın işgalinden sonra ülkenin etnik ve dini temele dayalı olarak üçe bölünmesini ve her bir bölümün gevşek bir federasyonla Bağdat'taki merkezi yönetime bağlanmasını önermesiyle öne çıkmıştı.
Aslında başlangıç olarak Irak'ın üçe bölünmesi bir İsrail tezidir.
***
Ahmet Davutoğlu ise planlamanın arkasında ABD'nin bulunduğu açıkça ortada iken Barzani'nin ziyaretinin bir "özgüven işareti" olduğunu söyledi.
Davutoğlu, "Başbakanımızın daveti de bu özgüvenin yansımasıdır.
Nasıl Başbakanımız Erbil'e gitmişse, ben nasıl Kerkük'e gitmişsem; oradan gelen kardeşlerimizi de etnik kökeni ne olursa olsun, bağrımıza basarız" dedi.
Davutoğlu, böylece kamuoyunda yükselen tepkileri frenlemeye çalışıyor..
ABD'nin Ankara Büyükelçisi Pearson, Türkiye'de iken "Erzurum'dan Bağdat'a kadar uzanan bölge tek bir ekonomik bölge haline gelsin!" demişti.
Ardından Barzani'nin internet sitesinde Pearson'ın sözleri yorumlanırken "Bu bölge tek bir siyasi bölge haline gelsin, Kuzey Kürdistan'daki işgalci Türk Ordusu buradan çekilsin!" denilmişti.
Yorumun yanında bir de Büyük Kürdistan haritası vardı!
Ahmet Davutoğlu da Irak ile 2009'un Ağustos ayında ortak Bakanlar Kurulu toplantısında bölgeyi "Mezopotamya Ekonomik Bölgesi" diye tanımlamış, "Bu bizim vizyonumuzdur" demişti.
Vizyon, Pearson'ın, Biden'in kısacası ABD'nin vizyonuydu.
Davutoğlu ise bu vizyonu milli bir proje gibi göstermeye çalışıyordu ama gerçekler ortadaydı.
Davutoğlu, PYD'nin Suriye'nin kuzeyinde özerk yönetim ilan etmesi konusunda da böyle bir yönetimin tek taraflı ilan edilemeyeceğini söyledi!
Oysa PYD, özerkliği Davutoğlu'nun politikaları sayesinde elde etmiştir.
Tabii bir de Ergenekon ve Balyoz davaları süreci var.
Bu sürecin "Kürt meselesinin çözümünün önündeki engelleri kaldırdığını" AKP'nin basındaki sözcüleri de itiraf etmişti.
Yani Türk subayları, bu proje hayata geçirilsin diye mahkum edildi...
***
Joseph Biden, Dış İlişkiler Komitesi Başkanı iken yurt dışına gönderilecek büyükelçileri sorgulardı.
21 Eylül 1994 günü, Ankara Büyükelçisi adayı Grossman'ı sorgularken "Sayın Grossman, Çiller hükümetinin karşı karşıya bulunduğu sorunlar, sizin Türkiye'yi kandırma, baskı kurma, ikna etme yeteneğinizi nasıl etkileyecektir?" demişti.
Biden'in Barzani'yi aramasının sebebi de "Erdoğan hükümetini kandırdık ama Türk halkını kandıramadık, bunu sen başarabilirsin" demek için olmasın!
0000
Selcan Taşçı : Yazıklar olsun!
Tıpkı Kemal Burkay gibi "açılım" zarfı içinde "en üst düzeyde" davet almasına rağmen Türkiye'ye gelmeye yanaşmayan şarkıcı, şimdi "toplu düğün töreninde sahne almak" üzere teşrif buyuruyor(!) ha!
Kargalar bile güler buna...
***
Hatırlar mısınız, bundan 1-1.5 yıl önce, günlerce haber olmuştu gazetelerde;
- Şivan Perver, Gani Rüzgar Şavata'nın filminde oynamak için Türkiye'ye geliyor!
2011 seçimlerinde Malatya'dan BDP'nin desteklediği "bağımsız!" aday olan Şavata'nın "Çar Çıra / Dört Çıra" adıyla çekeceği film güya iki Kürt genci arasındaki duygusal ilişkiyi anlatacaktı.
Sonra işin içine "Eşref Bitlis, derin devlet vs.." girdi.
En son, döndü dolaştı bir Türk askeri ile PKK'lı teröristin aşkına dayandırıldı.
Filmin adıyla, İran-Irak-Suriye ve Türkiye'den oluşan çekim mekanlarını üst üste koyunca "mesaj" ortada:
Dört parçalı Kürdistan!
( Hatta 1960'larda Türkiye'den toprak koparıp Kürdistan kuracaklarını ilan eden Molla Mustafa Barzani rolü için "akil" Kadir İnanır'a teklif götürülecekti.
Eh herhalde Molla Mustafa Barzani de filmdeki "kız babası" değildi!)
***
Nitekim dün, iktidara çok yakın, iktidara ait gazetelerden birinin yazarı "Şivan Perver Kürdistan'dır" diye yazdı!
Bu durumda Türkiye Cumhuriyeti'nin Başbakanı "Kürdistan"ı kendi elleriyle Diyarbakır'a getirmiş olmayacak mı?
Kendi elleriyle "Kürdistan"ı sahneye çıkarmış olmayacak mı?
"Kürdistan"ı bizzat takdim etmiş olmayacak mı?
NOT: Bu yazı burada bitmiyordu aslında.
Çok vurucu bir yere bağlayacaktım; asıl "düğün"ü, asıl gerdeği anlatacaktım.
Kafamdakiler dağılmasın diye hızlı hızlı yazarken, gözüm karşımda açık duran TBMM TV'ye takıldı.
Kürsüde Sırrı Sakık, elinde cep telefonu...
Ne yapıyor anlamak için televizyonun sesini açtım.
Şivan Perver'in Ahmet Kaya'nın mezarında seslendirdiği propaganda zırıltısını dinletiyor TBMM'ye!
O çalıyor Meclis dinliyor!
Bir TBMM Genel Kurul'undaki tabloya baktım, bir kendime...
Oturmuşum, hâlâ saf saf "Kürdistan Diyarbakır'da" diye kendimi parçalıyorum.
Eee kim mani olacak ABD'nin emri, eşbaşkanların kavliyle vatanımızı almaya gelenlere; vermeye yeltenenlere?
"Kürdistan", milletvekillerinin "pantolon"a vize vermekle övündükleri TBMM Genel Kurul Salonu'nda!
O söylüyor; vekillerimiz dinliyor!
Çok acıdım halime...
Yazacak hiçbir şey kalmamış aslında;
"Yazıklar olsun"dan başka!
Cemil Çiçek'e ambargo mu var?
Lafla peynir gemisi yürümüyor tabii ama- yine de belirtmeden geçemeyeceğim dünün en güzel konuşmasını TBMM Başkanı Cemil Çiçek yaptı.
Halkalı'da Kerbela şehitlerinin anıldığı törende konuşan Çiçek "Ölen 'Allahuekber' diyor öldüren 'Allahuekber'diyor.
Allah bunun neresinde?
Ama eline silahı başkası veriyor.." diyerek Orta Doğu'nun yüzyıllardır çözülemeyen(!) kanı denklemini üç cümlede özetledi.
Gün içinde, hemen bütün haber kanallarını dolaştım; her saat başı yayınlanan bültenlerinde, tören anında canlı yayında duyabildiğimiz bu sözleri tekrarlayana rastlamadım"Yoğun gündem" dolayısıyla "karambol"e mi geldi, yoksa "Allahuekber" diyerek adam öldürenlere para, silah, eğitim kampı desteği veren, "mezhepçi"liği yüzünden ödemek zorunda kaldığı ağır faturalar yedi düvele nam salmış baş medya patronu üzerine alınır korkusuyla sansürlendi mi?
Kimi kime şikayet edeceğiz
Adana Valisi'nin Özel Kalem Müdürü'nün bazı yerel medya patronlarının seks kasetlerini arşivlediği iddia edildi.
Velev ki doğru;
Milletvekillerinin, bakanların hem de en "baş"takine kadar, en mahrem görüntülerinin, konuşmalarının kayda alındığı, günü geldiğinde servis edildiği, hali hazırda hem genel hem de partilerin kendi iç dengeleri anlamında siyasi tablonun bu yolla tanzim edildiği, yapanın da yanına kâr kaldığı sistemde kimi kime şikayet edeceğiz ki!
Şii kenti...
İktidarın Irak ziyaretinde vermeye çalıştığı "mezhepçi politika izlemeyeceğiz" mesajını yere göğe sığdıramayanlar, geziye katılan yandaş yazarların "Bağdat Şii kenti olmuş" diye nasıl ağıt yaktıklarını okumamış olmalılar...
Mezhepçi olmasalar "Şii" iktidarının etkilerini niye böyle "şeytan görmüş" gibi aktarsınlar?
0000
Oktay Akbal : Garip Düşler
Yapraklar teker teker gidiyor.
Ben ilkyazı nasıl bekleyeceğim?
O coşkulu günleri nasıl anmayacağım?
Çocukluk, gençlik, ihtiyarlık.
Ben hangi dönemdeyim?
Zaman zaman yılların ötesine gidiyorum, sonra pişman olup dönüyorum.
Hiçbir şey yitirdiklerimi geri getirmiyor.
Gençlik bambaşka bir şeydir.
Süresi kısadır diyenler yanılırlar.
Belli bir zamana bağlı değildir o.
Sorun, kendini kendi gözünle tartmasını bilmektedir.
Bir süredir garip düşlerle iç içeyim.
Hastalık mı?
Öyle olsa doktorum gelir, çaresini bulur, beni kendimden kurtarır.
Niye başkalarını kötüleriz, ondan "Oğlum yaşam bitti, sen hangi şarkıyı söylüyorsun" derken.
Bir özlemdir yalan yanlış duyduğum.
O da ele geçmez bir şeydir.
Her ülkenin, her ulusun kendine özgü bir tarihi var.
Ders kitaplarından bunu öğrendik, her yaşam dönemi birbirine benzemez.
Gençsindir, futbola meraklısın, maçlara gitmek istersin, ama gücün yok evden dışarı çıkmaya.
Pencereler ne güne duruyor?
Açarsın iki kanadını birden, Ege'nin rüzgârı çarpar yüzüne sanki bir tokat atar gibi.
İşte güzel günler geri dönecek.
Elden gideni geri getirmek sanatında usta olmak kolay değil.
Hep yeniliriz, hep ağlamaklı kalırız.
Karamsarlık mı?
Arada takılır dostlar, "Niye bu kadar acılı şeyler yazıyorsun" derler.
Yanıt bulamam, sessizce haklısın derim.
Benden başka kimsenin şu gerçek yaşamını anlamadığını düşünürüm.
Bugün rahatsızdım.
Öğleden sonra TV'de bir film gördüm.
Dünyam bir anda değişti.
Şarlo'ydu, Charlie Chaplin'di karşımdaki.
Yerinde duramayan, hep koşan, hep bir şeyler arayan bir küçük adam.
Kaç kez gördüm, ama doymadım, "Şehrin Işıkları"na.
Öyle bir film ki, daha doğrusu öyle bir öykü.
Hep yaşanır, her gün o filmdeki küçük adam içimize girer, bize seslenir.
Anlarsan anla.
Yaşamda tek güç doğadır.
Kimilerinin tabiat, kimilerinin Allah dedikleri.
Aramak boştur Tanrı'yı, yani Allah'ı.
O uzakta değildir, içimizde, yanımızdadır.
Tıpkı Şarlo'nun düşleri gibi.
Evet bir düş öyküsüdür o "Şehrin Işıkları".
New York'ta bir serseriyi oynayan adam da işte o adamdır.
Kendisi beyazperdelerdeki resimlerdeki, masallardaki dostumuz.
Baktım birden akşam olmuş.
Şöyle biraz bahçeye, balkona çıksam mı?
Hava serin, ama beni etkileyeceğini sanmam.
Bir teselli, eskiden gençtin, dinçtin elinde kalemle yeni dünyalar yaratırdın.
Başardın mı?
Bunu hiç düşünme.
Bunca kitabın altında adın var.
Demek boş geçmemiş yaşantın...
0000
Utku Çakır özer : Seçimlerin kozu af
Erdoğan çözüm sürecinin 'son aşamasını' Diyarbakır'da açıkladı
Hükümetin, PKK'nin ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm olan lideri Abdullah Öcalan ile yaklaşık bir yıldır yürüttüğü müzakerelerin 'son aşamasının' ne olacağı merak konusuydu.
Birinci aşama olarak açıklanan 'sınır dışına çekilme', Ankara'yı tatmin etmezken ikinci aşama olan yasal reformlar da Kürt siyasi hareketinin beklentilerini karşılamayınca kriz çıkmıştı.
Sürecin başından bu yana son aşamanın 'genel af' olacağı ileri sürülüyor ama hiçbir hükümet yetkilisi bunu açıklamaya cesaret edemiyordu.
Erdoğan dün, Diyarbakır'da ilk kez açıkça "Dağdakiler inecek, cezaevleri boşalacak" diyerek son aşamayı açıkladı.
Seçime 'af' kozuyla girecek
Türkiye'de öteden beri 'af' konusu iktidarların siyasi kozunu oluşturmuştur.
Erdoğan da dünkü sözleriyle, daha ilk başta eylül ayında bitmesi öngörülen süreci yaklaşan yerel seçimler ve arkasından gelecek cumhurbaşkanlığı seçimlerine dayayacağını ve af konusunu da bu seçimlerin en önemli kozu olarak kullanacağını açıkça ortaya koymuş oldu.
AKP hükümeti aslında kendi eliyle yarattığı ve büyüttüğü bir beklentiyi çözme vaadiyle sandıkta umut arayacak.
Toplumda 'af' beklentisi, ilk kez Balyoz, Ergenekon ve KCK davalarında çok sayıda insanın önce tutuklu arkasından hükümlü konumda cezaevlerine doldurulmasıyla oluşturuldu.
Şimdi bu sorunun çözümü için Başbakan'ın iki dudağı arasından çıkacak bir zamanlamayı hep birlikte bekleyeceğiz.
Barzani'den açık çek
PKK'nin "çözüm süreci tıkandı, şiddete döneriz" tehditleri savurduğu, BDP'nin ise hükümeti sorumluluğunu yerine getirmemekle itham ettiği döneme denk gelen Barzani buluşması, AKP ve Erdoğan için tam bir can simidi oldu.
Barzani sadece Erdoğan ile yan yana görüntü vermekle kalmadı.
BDP'den gelen 'Kürtlerin taleplerini Erdoğan'a anlatmalı' telkinlerine de aldırmayarak konuşmasında çözüm sürecini ve Erdoğan'ı çok güçlü ifadelerle destekledi"Kimse savaştan hayır görmedi", "Barış yolu ne kadar uzun olursa olsun, ne kadar zaman alırsa alsın sonucuna ulaşacaktır" gibi sözleri Erdoğan'a ve çözüm sürecine 'açık çek' niteliğindeydi.
Aileye övgü dolu sözler
Barzani'nin sözlerinden memnuniyetini coşkulu alkışlarıyla gösteren Erdoğan, gördüğü desteği karşılıksız bırakmadı.
Bugüne kadar 'Kürdistan' kelimesini ağzına almayan ve 'Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi' demeyi tercih eden Başbakan, dün ilk kez 'Kuzey Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi' ifadesini kullandı.
Erdoğan, geçmişte ağır biçimde eleştirdiği Barzani'yi övmekle kalmadı, başta babası Molla Mustafa Barzani olmak üzere Barzani aşiretinin üyelerini 'doğruluk, dürüstlük ve sadakat' gibi olumlu ifadelerle andı.
Erdoğan ve Barzani'nin, Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Uygulama Camisi'nin açılışı kurdelesini birlikte kesmesi de ikisinin ortak paydasını göstermesi açısından dikkat çekici bir ayrıntıydı.
BDP'deki çatlak büyür mü?
Erdoğan ile Barzani'nin Diyarbakır randevusu, BDP'deki ciddi bir 'kırılmayı' da su yüzüne çıkardı.
Daha önce "Kürt sorununu Erdoğan çözer" diyen Leyla Zana, bu kez de 'Barzani'nin gelişine tepki duyan BDP'liler konusu'na katılmadı ve ilk olumlu tepkiyi veren isim oldu.
Havalimanında ve Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi'nde Erdoğan'ı karşılayan isimlerin başında gelen Zana, akşam saatlerindeki toplu nikâhta da Erdoğan ve Barzani ile birlikte şahitlik yaptı.
Zana'nın tutumuna karşılık BDP ve DTK yöneticilerinin büyük çoğunluğunun dün Diyarbakır'da olmaması dikkat çekti.
Erdoğan'ın BDP'li belediyeyi ziyaret ederek Zana, Sırrı Sakık, Ahmet Türk, Osman Baydemir gibi isimlerle bir araya geldiği saatlerde BDP'nin Diyarbakır İl Başkanlığı önünde protesto gösterisi düzenlenmesi, Barzani ziyareti ile beliren bu çatlağın daha da derinleşebileceğinin habercisi sayılabilir.
PYD'ye sert mesaj
BDP'nin Diyarbakır buluşmasına mesafeli tutumunun bir nedeni de Ankara ve Barzani'nin Kuzey Suriye'de kontrolü elinde tutan PYD'ye takındıkları sert tavırdı.
Erdoğan konuşmasında bu tavırdan geri adım atmadı.
PYD denetimindeki bölgeyi kastederek, "Kamışlı'nın, Rasulayn'ın derdi bizim derdimizdir.
Dökülen kan bizim kanımızdır" diye konuştu.
Kandil'e çifte baskı
Barzani'nin çözüm sürecine verdiği açık destek, Öcalan ve özelikle de örgütün Kandil kanadı üzerinde 'sürece devam' baskısı oluşturabilir.
Erdoğan'ın konuşması da örgüt üzerinde halk baskısını artırma amaçlı "Güneydoğu'da yeni bir tek parti anlayışına müsaade etmeyiz", "Diyarbakır halkı yeter desin" gibi mesajlarla doluydu.
Bakalım PKK kendisini hedef alan bu mesajlara nasıl tepki gösterecek?..
'Ahmet Kaya' zamanlaması
Diyarbakır meydanından yapılan konuşmalar 'sembolik' mesajlar da yüklüydü.
Otuz sekiz yıl aradan sonra Türkiye'ye gelen sanatçı Şivan Perwer, 12 Eylül sonrası Diyarbakır Cezaevi'nde yaşananlar üzerine bir şarkıyı seçmişti Tatlıses ile düeti için.
Perwer aynı şarkıyı 13 yıl önce Paris'te hayatını kaybeden Ahmet Kaya'nın mezarını başında da söylemişti.
Erdoğan da konuşmasında "Ah keşke bugün biri daha aramızda olsaydı" sözlerinden sonra Ahmet Kaya'nın bir şarkısının sözlerini okudu.
Erdoğan, "Vatana hasret, dosta hasret, kardeşe hasret şekilde tam 13 yıl önce bugün, bir 16 Kasım'da gurbette hayata veda etti" diyerek Diyarbakır buluşmasının zamanlamasına dikkat çekti
ZİYARET ESPRİSİ - Erdoğan'ın büyükşehir belediyesi ziyareti sırasında Baydemir, "Belediyeye dört yıldır gelmiyorsunuz.
Görev sürem biterken geliyorsunuz.
Daha önceleri gelseydiniz her ziyarette iki projeyi çıkarırdık, en az 10 projeyi bitirmiş olurduk" esprisini yaptı.
0000
Hikmet Çetinkaya.: Cemaat-AKP Savaşları
Kılıçlar çok önceden çekilmiş, MİT içinde yürütülen operasyonlarla doruk noktasına ulaşmıştı...
Araya bazı önemli kişiler girmişti...
AKP-cemaat kavgasının fazla büyümemesi için büyük çaba harcadılar.
İşin ucu ne zaman polis ve yargı ayağına uzadı, ardından dershanelerin kapatılması ya da özel okula dönüşmesi yeniden gündeme geldi, işte o zaman ok yaydan çıktı.
Cemaatin nasıl örgütlendiğini, nereden nereye geldiğini yakından izleyenlerdenim.
1975 yılında yazdığım "Nur Kampları"yla başladı...
Demek ki aradan 38 yıl geçmiş...
Tamı tamına 8 kitap yazmışım sürece ilişkin...
Gülen hareketi, 80'li yıllarda ivme kazanmış, 1982 anayasa oylamasıyla biçim değiştirmiştir.
Mehmet Kutlular'ın Yeni Asya kolundan kopan Gülen ve arkadaşları, Kenan Evren'in "Anayasayı desteklesinler" mesajına olumlu yanıt verince, eksen değişmiştir.
Turgut Özal'ın katkısı bunda büyük rol oynamıştır 12 Eylül darbesi sürecinde.
Aslında öykü uzundur...
Bugüne dek uzanan çizgi şimdilerde "hizmet zinciri" adını alsa bile, Gülen zamanında Turgut Özal, Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, kimi CHP'lilerle yakından ilişki kurmuştur.
Parti gözetmeksizin hem Tansu Çiller'le hem de Alparslan Türkeş'le ilişkilerini sürdürmüştür.
Bir kişi dışında: Necmettin Erbakan...
***
Sovyetler Birliği'nin çökmesi, Doğu ve Batı Almanya arasındaki Berlin duvarının yıkılması Gülen cemaatine yaradı
Üniversiteler, okullar...
Finans kurumu...
Bugün banka...
Rusya'dan Afrika'ya değin uzanan bir pazar, okullar...
28 Şubat sürecinde Orgeneral Çevik Bir'e tüm okullarının anahtarlarını vermek istemeleri...
Unutmadan ekleyeyim...
Recep Tayyip Erdoğan 1994 yerel seçimleri öncesi Gülen'i ziyaret edip elini öpmüştür.
Öykü uzundur aslında...
Gülencilerin polis ve yargı içindeki örgütlenmeleri 2002 seçimlerinden sonra yani AKP'nin iktidar olmasının ardından değil, 80'li yıllarda başlamış, 90'lı yıllarda da sürmüştür.
Yargıda en güçlü dönemi yaşıyorlar 2013 yılında...
Poliste kanatları kırıldı...
Milli Eğitim'de eski güçleri yok.
Güç ve pay savaşı bugün zirvede...
Gülencilerin kapalı kapılar ardında söyledikleri Erdoğan gibi bir lider için yenilir yutulur şey değil...
***
Eğer herkul.
org'a şöyle bir göz atarsanız kapışmayı, pay ve güç savaşının neden kaynaklandığını görebilirsiniz.
Elbet birincisi dershaneler...
Bunun dışında polis, yargı ve MİT de var...
İsrail'le olan ilişkiler...
Biraz daha geriye gidersek Erdoğan'ın Davos'taki "van münit" çıkışı, Mavi Marmara olayı, hani o İsrail komandolarının kanlı baskını, Suriye ve El Nusra...
Zincirin halkalarını çoğaltabilirim.
Fethullah Gülen'in şu sözleri aslında bu savaşın boyutunu gösteriyor:
"Firavun ile Harun aleyhinizde ise isabetli yolda yürüyorsun demektir.."
Güç ve pay savaşımı daha da şiddetlenerek sürecek.
El mi yaman bey mi o zaman göreceğiz!
Çünkü iki taraf birbirlerine "hodri meydan" dedi...
Dönüş olanaksız gibi!
Gülen, açık konuşuyor:
"Yüze gülenlerin, bu kadar kötülük yapabileceklerine inanmak istemiyoruz!"
Sonucu yerel seçimlerde göreceğiz...
Gülen hareketinin kimilerine göre yüzde 5, kimilerine göre ise yüzde 7 oyu var!
Var yok orası ayrı bir şey!
***
Bu oy oranı bir başka partiye yani CHP'ye gider mi gitmez mi onu da bilemem...
Adaya bağlı!
Şunu söyleyebilirim.
CHP içinde Gülen'le görüşenler var!
Adaylar bir açıklansın, şöyle ocak ya da şubat gelsin...
Şimdiden söylemek zor!
Şimdilik görünen bu kapışmanın süreceği...
Erdoğan boyun eğmez!
Bileğini kimseye büktürmez!
Sakın hiç kimse, AKP bölünür parçalanır, bize de pay düşer havasına girmesin.
Gelelim Diyarbakır'a...
Şov muhteşemdi...
Sahnede Erdoğan, Barzani, Şivan ve Tatlıses...
Barış, özgürlük, demokrasi...
Sen çok yaşa Erdoğan...
Erdoğan sahnede, sağında Şivan, solunda Tatlıses...
Belediye Başkanı Osman Baydemir ve BDP'liler nerede?
Yok!..
Bir taşla beş kuş!..
Seçim, Kandil, Cemaat, BDP ve PYD...
Haberiniz ola!..
0000
Can Dündar : Güç Zehirlenmesine Bağlı İktidar Kaybı
Altan Öymen, mesleğimizin duayenlerinden biri...
Aynı zamanda geçtiğimiz asrın şahidi...
Tanıklıklarını, birbirinden ilginç kitaplarda topluyor.
Fotoğraflar, gazeteler, karikatürlerle süslü bu anılar, işlediği dönemi, tarih kitaplarından çok daha sıcak ve gerçekçi bir dille anlatıyor.
30'ları, 40'ları, 50'lerin ilk yarısını, Öymen'in ilk 3 cildinden okuduk.
Merakla beklediğimiz 4.kitap nihayet geldi:
"...
Ve İhtilal" (Doğan Kitap, 2013), 1955-60 arasını, yani DP'nin çöküş devrini anlatıyor.
Ve okurken, "Tarih bu kadar mı tekerrür eder" dedirtiyor.
***
Altan ağabey, 750 sayfalık bu dev kitabı imzalayıp gönderirken her zamanki zarafetiyle bir iltifat notu düşmüş:
"Yakın tarihimizin anlaşılmasına yaptığın büyük katkılardan bir kısmının, bu kitabın da harcında yer aldığını görebilirsin (s: 466)"
Tahmin edebileceğiniz gibi kitabı o sayfadan okumaya başladım.
466.sayfada, Vehbi Koç'un arşivinden yararlanarak hazırladığım kitaptan ("Özel Arşivinden Belgeler ve Anılarıyla Vehbi Koç", Doğan Kitap, 2006) bir bölüm var.
O bölümde, dönemin hükümetinin, Koç'a, üyesi olduğu CHP'den ayrılıp DP'ye katılması için nasıl ağır baskı yaptığını anlatmıştım.
Vehbi Koç, bu baskıları günlükleriyle belgelemişti.
Günlüklere yansıyan iktidar sarhoşluğunu, kısaca hatırlatmak isterim:
***
Adnan Menderes, Vehbi Koç'u 23 Kasım 1958 günü kabul etti.
Vehbi Bey, 1956 yılında bizzat Menderes tarafından açılan Divan Oteli'ne ek kat çıkmak istiyordu.
Talep, dönemin İmar Bakanı Medeni Berk'e havale edilmişti.
Berk, bu talebe karşılık Koç'un CHP'den istifa edip DP'ye girmesini istiyordu.
"CHP'den istifa etmezseniz birtakım müşkülatları göze almanız icap eder" diyordu.
Koç, işte bu tehdit üzerine Başbakan'a çıkmıştı.
Menderes o görüşmede temkinli konuştu:
"DP'ye geçersen memnun olurum, geçmezsen sevgimden hiçbir şey eksilmez, merak etme" dedi.
Koç bunun rahatlığıyla 28 Ocak'ta yeniden İmar Bakanı'na gitti.
Medeni Berk daha da sertleşmişti:
"Devlet teşekküllerindeki arkadaşları DP'ye almaya karar verdik.
Beyefendi (Başbakan), 'Tüccarlardan da alalım' dedi ve sizinle görüşmemi söyledi"
Koç, Menderes'le görüşmesini aktarmaya kalkınca üslup daha da sertleşti:
"O zaman düşüncelerimiz başkaydı, bugün başkadır.
Eğer birçok tüccar DP'ye kaydedilir, siz girmezseniz, bankalardaki kredileriniz kesilebilir, kotalardan istifade etmeyebilirsiniz.
Birçok işinizde müşkülat (zorluk) çıkarılır, haberiniz olsun"
Koç'un CHP'den istifasıyla sonuçlanacak süreç, böyle başladı.
***
Altan Öymen'in anıları, bu yaşananları yorumsuz aktarıyor.
Ancak okurken insan, bir anı kitabı değil, günlük gazete okurmuş gibi oluyor.
Miyase İlknur'un yerinde tabiriyle, DP dönemindeki "iktidarın güç zehirlenmesi", doğrudan bugünü hatırlatıyor.
"Başbakan" ve "Koç" ilişkisi, yarım asır sonra aynı gerginliği yaşıyor.
Divan Oteli, yine hükümetle Koç arasında polemik konusu...
Gezi Direnişi sırasında, Divan'ın kapısının insani nedenlerle protestoculara açılması, hükümetin öfkesini çekiyor.
Erdoğan hükümeti de tıpkı Menderes hükümeti gibi, boyun eğen işadamlarını ranta boğup ihya ederken, boyun eğmeyenlerin şirketlerine denetçiler gönderip ihalelerini iptal ederek, medyada hedef gösterip, uluorta tehdit ederek, türlü çeşit "müşkülatlar çıkararak" yola getirmeye çalışıyor.
Bu gözü karalığın Türkiye'yi nereye götürdüğünü hepimiz biliyoruz.
Bir daha oralara gitmemek için dualar ediyoruz.
Doğru okunduğunda tarihin bir ibret kitabı olduğunu hatırlatmak istiyoruz.
Öymen'in anılarının okunmasını tavsiyeyle, ders olmasını ümit ediyoruz.
0000
Güray Öz : Hocaefendinin Hacet Duası
"Durun siz kardeşsiniz!" dedik ama kavga durmadı.
Tam tersine hızlanmışa benziyor.
Demek ki ortada seçim hesaplarını da, "kardeşlik hukukunu" da bir yana bırakmalarını gerektirecek bir şeyler var.
Bir taraf "ben bu dershaneleri kapatırım" derken, diğer taraf "Hacet" duasına oturmuş, destek arayışına girmiş deniliyor.
Tarafını pek belli etmeden, diplomatik imalarla Cemaat'e destek çıkanlar da var, şimdilik gönlü bir yana aksa da sütre gerisine yatanlar da.
Ben anlayamadım bu kavganın esbabı mucibesini ey kariler, siz anladınız mı?
***
İplerin kopmasının başlangıç noktası olarak PKK ile girişilen müzakerelere karşı çıkan Cemaat'in Oslo görüşmeleri ile birlikte harekete geçtiği, MİT Müsteşarı'na açılan soruşturmada parmağının bulunduğu, Başbakan'ın buna çok kızdığı, yasa çıkarıp müsteşarını korumaya alırken, "Beni de mi tutuklayacaksınız" dediği, Cemaat'in Doğu'da, Güneydoğu'da PKK ile arasının iyi olmadığı, "barış sürecine" giren hükümet kanadının, sürece de karşı çıkıp her gün makale döşenen Cemaat'e "öyleyse işte böyle" diyerek düğmeye bastığı ...
söylenmekte...
Bilmem ki doğru mudur?
***
Ben de en iyisi her zaman "munis" ve "ulvi" birtakım kelam ile zamanı geldiğinde duruma el koyduğu bilinen Hocaefendi'nin söylediklerine bakayım da, birinci elden fikir sahibi olayım dedim.
Biliyorum ki çok "hikmetler" vardır bu eski vaizin sözlerinde.
Girdim "Herkül Org" sitesine, vay ki vay, ateş püskürmekte Cemaat'in fukara önderi.
Neler demiyor ki!
Ama ben, en çok ilgimi çeken sırlarla dolu bir bölümü aktarayım da, siz de artık sırların içindeki sırra vâkıf olun.
Aktarıyorum: "60 ihtilalinden bu yana onu da gördük tokadını yedik, 70 darbesini gördük tekmesini yedik.
80 darbesini gördük onun da çiftesini yedik.
Hepsinden bir şey yedik.
Fakat tekme atan tokat atan çifte atanın şimdi hesapları görülüyor.
Biz yapmadık onu, kader hüküm verdi ve kaderin o mevzuda figürü olarak kullandığı insanlar, onları öyle yaptılar.
Ne var ki birileri onları planlıyor, yapıyor, 'Topuklarını birbirlerine vurdu.
Karşımızda dimdik durdu bu adamlar.
Bunlara bunu dedirttik' diyorlar bir taraftan, fakat bir taraftan da camia onu sanki bir kısım elemanlarına yaptırtıyormuş gibi onlara fısıldıyor.
Bir taşla iki kuşu vurma gibi bir nifak hareketi içinde bulunuyorlar"
***
Bu kadarı yeter zaten bize; özete gerek var mı değerli karilerim.
Ezcümle söylersek, şu sıralarda yargılananlar, hüküm giyenler konusunda, iddiaların aksine "biz yapmadık onu" demekte hazret.
Yani "polis soruşturmalarında, savcılarda, davaları gören mahkemelerde dahlimiz yoktur" diye kenara çekilmekte.
Kitap yazan Nedim'in, kitabını basamadan içeri alınan Ahmet'in, cemaati hedef alan, deşifre eden kitabı yüzünden hâlâ içeriden çıkamayan Hanefi Avcı'nın başlarına gelenler konusunda "vallahi de bizim günahımız yoktur" demekte"Ne Balyoz'la ne Ergenekon'la ilgimiz var" diye ağlamakta.
En çok ilgimi çeken yanı budur efendi hazretlerinin tiradında benim.
Gerisi şudur ki; dış politikada şaşmış rotayı düzeltmeye çabalar, "Tutturamadık, durumu iyi kavrayamadık.
Davutoğlu, bozduğun gibi düzelt" diyerek moda tabirle her şeyi "resetleyen" Başvekil, diklenen Cemaaat erbabına da "Hadi bakalım, el mi yaman bey mi yaman" diye rest çekmektedir.
Ben de Hizmet ya da Cemaat "elemanlarına" ya da Gülen Efendi müritlerine, "Kenara çekildiniz ya, şimdi bunlar hepsini üstünüze yıkarlar, vallahi iki cihanda kurtulamazsınız, cennet kapılarını da kapatır bunlar size" diyerek mizahın karasına gömülüyorum da billahi çok üzülüyorum!
0000
Orhan Bursalı : Sandıkta Zayıflarsa İşi Bitik
İktidarın her adımının nasıl allanıp pullanıp muazzam işler, büyük adımlar diye ülkeye sunulduğunu öğrendik...
Barzani ile buluşma da onlardan biri!
Hem de Diyarbakır'da...
Neden Diyarbakır diye sorarak yumağı çözmeye başlayalım:
Diyarbakır, Kürtlerin merkezi.
PKK, BDP için birinci derecede önemli büyük kentimiz.
BDP yönetiminde...
Diyeceksiniz ki, ne var bunda, Barzani'nin de "Kuzeyin Güneşi"ne gelmesi doğal değil mi...
Şüphesiz ki...
Ama önemli olan, sazlısözlü, şiirli türkülü Diyarbakır sahnesini Erdoğan'ın kurmuş olmasıdır.
Neyse lafı uzatmayalım: Erdoğan, özellikle son aylarda iyice çatışan iki Kürt liderliğin arasına giriyor.
Barzani'yi, PKK/BDP/İmralı'ya karşı çıkartıyor...
Şimdi filmi biraz geriye saralım.
***
Erdoğan ve iktidarı, son iki yıl içinde Barzani ile üç farklı dönem yaşadı.
Birinde, Irak merkezi hükümetini dışlayarak, Barzani'nin bölgesel yönetimi ile petrol, gaz anlaşmalarına soyundu.
Öyle ki, Ankara adeta Irak'ı parçalayacak!
Irak yönetimi ile kanlı bıçaklı oldu...
ABD bile bundan rahatsızlık duydu...
İkincisi, bu kez Barzani ile atışmalı dönemdi...
Bu dönemde İmralı'da Erdoğan ile Öcalan arasında, Suriye ve Irak Kürtlerini de kapsayan bir Türkiye - Kürdistan Federasyonu kurulması zımni anlaşması ortaya çıkmıştı.
Öcalan'ın Milliyet gazetesinde açıklanan kıyamet koparan görüşme tutanakları, bunu net gösteriyordu...
Bugün bu anlaşma, sürünen eşek olarak çekiştirilip duruyor.
Tabii, bu "federasyon" hem bir düş hem de çok sorunlu bir ölü projeydi!
İran'ın Kürt bölgesi?
Suriye?
Ya yıllardır Irak Kürdistanı'nda tutan Barzani ve Talabani'yi ne yapacaklardı?
Aslında bu "federasyon" düşü, Ortadoğu'da bugünkünden bir adım önceki fotoğraf üzerine kurulmuştu: Suriye'ye müdahale söz konusuydu, ABD esip gürlüyor, Fransa, İngiltere hazırlanıyor ve Ankara'daki savaş ağalarımız da avuçlarını ovuşturuyordu!
Suriye'deki Kürt parçası, federasyonun ayağı olacak gibi duruyordu!..
İran-ABD-İsrail ise neredeyse savaşın eşiğine geliyordu.
İran'ın atom bombası üretimini engellemenin başka yolu yok gibiydi...
Böyle bir savaş olursa, İran'daki Kürt parçası da özgürleşir ve "federasyon"un dördüncü parçası olurdu.
Zaten Ankara da bu dönemde İran'a karşı mesafeli ve Amerikan-İsrail pozisyonuna yakındı.
Barzani-Talabani de, bu Ortadoğu savaşı içinde bertaraf edilebilir miydi, nasıl edilirdi, "federasyon"a ortak mı edilirdi, büyük muamma olarak ortadaydı.
Ankara ile Barzani arasında diplomatik ilişkiler de küfürbazlı döneme girdi!
***
Ama bir ay içinde ortam ve ilişkiler değişti, ABD, Suriye savaşından yan çizdi, baktı ki El Kaideciler olayı götürecek...
Derken beklenmedik bir şey oldu, İran'ın o müthiş diplomatik açılışı geldi.
ABD-İran flörtü resmen başladı...
Aslında bu olan bitenler, Erdoğan-Öcalan arasındaki İmralı anlaşmasını da çöpe attı!
İki taraf da sözde varmış gibi davranıyor!
Önemli bir şey daha oldu: Suriye'de Kürt bölgesi!
Buna "Ankara-Suriye Kürtleri savaşı" da denebilir!
Kelle kesen El Kaide bağlantılı El Nusracıların, Suriye Kürtlerine karşı savaşının ardında Ankara epey vardı.
Güneydoğu'dan binlerce Kürt ve PKK, Suriye'de PYD'ye destek vermek için gitti.
Sonuç: Kürtler kazandı, üstelik özerk yönetimlerini ilan ettiler!
Unutmayın ki orası, BDP-PKK yönetiminin bir parçası!
Yani aslında PKK resmen bir özerk bölge (devlet) sahibi!
Suriye ile sınırımız 900 km...
Peki, Kürtlerle kaç kilometrelik yeni sınırımız oldu?!
***
Bu karmaşık gibi görünen sürecin önemli bir noktası daha var: Barzani-PKK/PYD çatışması!
Barzani, Suriye'de PKK bağlantılı bir özerk bölge kurulmasını hiç istemedi.
Burada sorun, Ortadoğu'dan boy pos atan "Kürdistan"ın patronu kimin olacağı konusudur.
***
İşte Kürt Meselesinin geldiği bu noktada (a- Barzani-PKK çatışması, b- Suriye'de istenmeyen Kürt bölgesi ve c- ölen İmralı anlaşması!), RTE iktidarı, Barzani'yi devreye sokuyor...
Hem de Diyarıbekir'de!
Hiç kuşkunuz olmasın: RTE önümüzdeki dönemde tek olayı düşünüyor: seçimler...
Çünkü o büyük iddiasını sürdürmesinin tek dayanağı, sandıktan güçlü çıkmaktır.
Başka her şey RTE'nin aleyhindedir.
Sandıkta zayıfladığı an, işi bitiktir!
Bütün hesabı, Kürt oyları üzerindedir!
Apo yerine Barzani verelim!
0000
Hasan Pulur : Fıkra ve fıkra gibi
Ne oldu, Erdoğan ile Barzani ne konuştular?
Herkes bu sorunun karşılığını arıyor.
Boşa gayret!
En iyi bilen(!) konuşmadıkça, işin aslını öğrenmek mümkün değil!
"Kim en iyi bilen?"
İki devlet adamını Diyarbakır'da buluşturan kimse, o!
Onun için fazla telaşa gerek yok!
Amerika, ne istemişse o olacak...
***
Ne derdik bir zamanlar:
"Düşünen kafalara zararlı fikirler üşüşür,
Büyüklerimiz her şeyi bizden iyi düşünür!"
Telaşa gerek yok.
Şimdi, şu kasvetli günde ruhunuzu daha da karartmaya gerek yok, birkaç fıkra ruhunuzu aydınlatır...
***
Karadenizlinin oğluna yazdığı eski bir mektup elimize geçti, hoşumuza gitti, sizin de hoşunuza gider mi?
"Uy sevgili uşağım, Allah'ın selamı üzerine olsun...
Mektubumu çok yavaş yazayrum, çünkim bilirum ki, okuman zayıftır, çabuk okuyamazsun...
Benden yana sual edersen, Allahuma pin şükür iyiyum.
Yeni bir iş buldum...
Emrimde 1500'e yakın adam var, hepsi de sessuz sedasuz, kendi hallerinde...
Ne iş pulduğumi soraysan söyleyecegum, patlama, mezarlık pekçisi oldum
Geçtiğimiz hafta puraya iki tefa yağmur yağdu...
Piri pazartesinden perşembeye öbüri de perşembeden pazara...
Bacın Emine, bir uşak doğuracak, daha erkek midir, kız mıdır pelli değil.
Haçan o yüzden sağa dayı mı oldin, teyze mi oldin söyleyemeyrum...
Sağa kötü bir havadisim var...
Emicen İdris havasızluktan boğuldu.
Öldi.
Pilirsin rahmetlinin dokuz uşağı var, daha fazla uşak olmasın diye bir ilaç almış, prezervatif midur, nedur, bakmış ki üstünde sıkıca kafana geçur diye yazulu, öyle etmiş.
Havasızluktan gitmiş...
Kötü havadisler piter mu?
Pahriyede askerlik yapan, on uşağı da kaybettuk...
Pindikleri denizaltı bozulmuş, motoru durmuş, inmuş aşağı, denizaltuyu itekleyup, motorunu çalıştırmak istemişler...
Temel emicen de tükkan açtu, o da otuza alduğunu yirmipeşe verir.
Sürümden kazanıyormuş, öyle dedu...
Bizim köye findukçuların Temel'i muhtar seçtuk, akıllı uşak da...
Geçen gün hepimizu zelzeleye karşı aşı etturdu.
Temel hem akkılidur, hem de dürüsttur...
Geçenlerde bir taksinin şoförü köye varmış, muhtarı arıyor, meğer yolda bir tavuk ezmiş sahibini soraymış...
Muhtar Temel, tavuğa bakmış, ha pu bizden değildur, pizum köyde yassı tavuk yoktir, demiş.
***
Senin küçüğün Ergin çok akıllı uşak çıktı...
Geçen gün tepeye varmış, elinde bir ip sallayıp duriy...
Anan, uy uşağum ne edeysun orada, dermiş.
O da hava turumuna bakayrum, demiş...
Çektim oni akşam karşıma, anlat bakayum şu hava turumu işinu dedum.
Anlattı.
Meğer ip sallanınca havanın rüzgarlı olduğuni, ip ıslanınca da yağmur yağdığını anlaymış"
***
Mektubun ikinci sayfası kayıp, bu kadarı yetmez mi?
Pısırık bir adam, eli maşalı karısına dert yanmış:
"Pis herifin biri dadandı, sabah sabah otobüste karşıma oturuyor, kötü kötü bakıp, kötü laflar ediyor"
"Merak etme, ben hallederim.."
Adam bir süre konuşmaktan vazgeçmiş, lakin iki gün sonra yine başlamış, bu defa şikayetçi kocaya, "Seni gidi dedikoducu gavat!" diyormuş.
Demek "gavat" sıfatı, siyasi mizahımızda da var!
***
"Churchill, akıl hastanesinde dolaşıyormuş.
Bir hastanın kendisine çok dikkatli baktığını görünce yanına yanaşmış:
- Hayrola beni tanımadın mı?
- Hayır tanımadım, kimsin sen?
Churchill gülmüş:
- Ben haşmetlu İngiliz İmparatorluğu'nun başbakanıyım.
Akıl hastası gülmüş:
- Ben de böyle başlamıştım, sonra buraya getirdiler"
***
Şimdi yazacağımız fıkra değil, ama fıkra gibi...
Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal'dan bir yazı geldi.
Üstelik "vergi"yle ilgili.
İlk bakışta ne sanırsınız?
Hayır, sandığınız gibi değil!
"Vergi borcunuz yoktur, ödemeleriniz için teşekkür ederim.." diyor.
Fıkra gibi değil mi?
0000
Mustafa Balbay : Yaşayan En Etkili Lider: Atatürk -
10 Kasım'da Anıtkabir'e ziyaretçi rekorunun kırılması şu saptamayı bir kez daha doğruladı:
Atatürk 21.yüzyılda, en az 20.yüzyıl kadar güncel.
Daha 12 gün önce 29 Ekim'de 438 bin 451 kişinin Anıtkabir'e çıkması, "bütün zamanların rekoru" olarak açıklanmıştı.
10 Kasım'da bunun iki katı da aşıldı, 1 milyon 89 bin 615 kişiyle 7 haneli rakamlara ulaşıldı.
Zaman zaman, dünyanın ya da tek tek ülkelerin en etkili kişileri sıralaması yapılır.
Listeye doğal olarak yaşayan kişiler alınır.
Hiç kuşku yok ki; Atatürk bugün Türkiye'nin en etkili kişisi.
***
Atatürk'ün hâlâ yaşayan bir lider olmasının pek çok nedeni var.
Bunlardan ikisini paylaşmak isterim.
Atatürk devrimleri kimilerinin iddia ettiği gibi Ankara'da kapalı kapılar ardında hazırlanıp bir gecede uygulamaya konmamıştır.
Sadece devrimler değil, hemen hemen bütün önemli kararlar öncesinde Anadolu gezisine çıkan Atatürk halkla doğrudan temas kurmuş, pek çok fotoğrafta görüldüğü gibi onları dikkatle dinlemiştir.
Günümüzde devlet yöneticilerinin bir kente gitmesi açılış, temel atma ya da benzer nedenlerle olur.
Atatürk'ün kimi Anadolu gezileri devrimleri başlatmak içindir.
Örneğin Latin harfleri temelli yeni alfabeyi anlatmak, tanıtmak için 23 Ağustos 1928'de bir haftadan fazla süren uzun bir geziye çıkmıştır.
Gezi güzergâhı şöyledir: Tekirdağ, Çanakkale, Gelibolu, Sinop, Samsun, Amasya, Tokat, Sivas, Kayseri, İstanbul.
29 Eylül'de Zeki Üngör tarafından bestelenen yeni Türk harfleri marşı gazetelerde yayımlanmıştır.
1 Ekim'de yeni harflerle basılan ilk dergi piyasaya çıkmıştır.
Uzun yıllar alır denilen yeni alfabeye geçiş Atatürk'ün Anadolu'yu da kapsayan bu birkaç aylık girişimleriyle 1 Kasım'da tamamlanmıştır.
Atatürk'ün özellikle genç kuşaklarca iyi özümsenmesini dilediğimiz bir başka özelliği, çok okumasıydı.
Resmi ziyarete gelen büyükelçilerden röportaj için gelen gazetecilere kadar pek çok kişi, Atatürk'ün çalışma ortamında mutlaka okumakta olduğu kitaptan söz ederler.
Çanakkale savaşlarının en şiddetli günlerinde Atatürk'ün karargâhına gelen gazeteci Ruşen Eşref Ünaydın, o ortamda bile dikkatini ilk önce üç kitabın çektiğini söyler.
23 Nisan 1920'de Meclis açılmadan önce açılan bir bölümü vardı; kütüphanesi.
Atatürk, Yunus Nadi, Ziya Gökalp ve Veled Çelebi'den bu bölümü kurup zenginleştirmelerini istedi.
Atatürk'ün halen kayıt altında bulunan, okuduğu saptanmış kitap sayısı 3997'dir.
Altı çizilmiş, yanlarına notlar düşülmüş bu kitapların 1745'i Çankaya Köşkü'nde, 215'i Anıtkabir'de, 102'si İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi'nde, 3'ü Samsun Gazi İl Halk Kütüphanesi'nde bulunuyor.
Atatürk'ün Sofya Ataşeliği sırasında da çok kitap okuduğu biliniyor.
Ancak bunlara ulaşılamadı.
Aydınlanma çağına damgasını vuran söz şuydu:
Timeo Hominem Unius Libri.
Türkçesi şöyle:
Tek Kitaplı İnsandan Sakınınız.
Atatürk, bunun da bilincine varmış bir aydınlanma önderiydi.
***
İşte Atatürk bütün bu yönleriyle birlikte yaşıyor, Anıtkabir her önemli günde dolup taşıyor.
Atatürk'ün 21.yüzyılın da lideri olduğu milyonlarca kişi tarafından bir kez daha ilan edildi.
Şimdi sıra Atatürk sevgisini Türkiye enerjisine çevirmekte.
Bu sevgiyi bilinçle donatıp Türkiye'yi her şeyiyle Atatürk'e yakışır bir düzeye getirmekte.
0000
Emre Kongar : Ahlakı Etekte Arayanlara Yanıt - 2: İktidar Aşkı
Dünden devam:
Şimdi de, hem aşkı hem de şiiri katleden bir "İktidar aşkı" şiiri!
***
Bir uykuyu koltukla beraber uyuyanlar,
Ömrün bütün ikbalini iktidarda duyanlar,
Bir hazzı tükenmez gece sanmakla zamanı,
Görmezler ufuklarda, şafak söktüğü anı...
Gördükleri ru'ya ezeli bahçedir iktidara;
Her mevsimi bir yaz ve esen rüzgârı başka.
Bülbülden o eğlencede feryad işitilmez;
Gül solmayı, mehtab, azalıp bitmeyi bilmez...
Gök kubbesi her lahza, bütün gözlerde gezer...
Zenginler o cennette fakirleri ezer;
Sevdaları hülyalı havuzlarda serinler,
Sonsuz gibi, bir fıskiye ahengini dinler.
Bir ruh, o derin bahçede bir defa yaşarsa
Boynunda iktidarın kolları varsa,
Dalmışsa uykuya koltuğun rayihasiyle,
İktidardaki efsunu duyar her nefesiyle.
Yıldızları, boydan boya doğmuş gibi, varlık
Bir mucize halinde o gözlerdedir artık.
Kanmaz, en uzun döneme, yönettikçe susuzdur
Zira, susatan zevk, o iktidardaki hırsdır.
İnsan ne yaratmışsa yaratmıştır o hırsdan...
Bir sır gibidir az çok zalim olduğumuzdan.
Onlar ki bu güller tutuşan bahçededirler.
Bir gün nereden hangi tesadüfle gelirler?
İktidar, onları sevk ettiği günlerde, kaderden
Rüzgâr gibi bir sevk alır, Atlantik ötesinden.
Geldikleri yol, ömrün ışıktan yoludur o!
Âlemde bir akşam ne semavi koşudur o!
Dört atlı o gerdune, gelirken doludizgin,
İktidarı görürler daha engin,
Simaları her lahza parıldar bu zaferle;
Gök, her tarafından, donanır meş'alerle!
Bir uykuyu iktidarla beraber uyuyanlar,
Varlıkta bütün zevki o cennette duyanlar
Dünyayı unutmuş bulunurken o sularda,
-Zalim saat ihmal edilen vakti çalar da-
Bir an uyanırlarsa leziz uykulardan,
Baştan başa, her yer kesilir kapkara, zindan...
Bir faciadır böyle bir âlemde uyanmak...
Günden güne, hicranla bunalmış gibi, yanmak...
Ey tali!
Ölümden ne beterdir bu karanlık!
Ey iktidar!
O gönüller sana maloldular artık!
Ey koltuk!
O âşıkları efsununa ramet!
Ey tatlı ve ulvi iktidar!
Yıllarca devam et!
***
Not: Doğan Koloğlu sadece bir spor yazarı değil, bir mütefekkirdi; anısı önünde saygıyla eğiliyorum!
0000
Melih Aşık : Geleceğin reçetesi
Gazeteci arkadaşımız Osman Ulagay, yeni kitabı "Türkiye Eskisi Gibi Olmayacak"ta mevcut durumun analizini yapıyor, yeni hedefleri tartışıyor...
Özetlersek:
- Şu anda en kalıcı görünen eğilim, Batı'nın iyi yaşam modelinin küreselleşmesidir.
- Batı'yı model alan yeni küresel orta sınıf hızla genişliyor.
- Şu andaki ana akım bu ve buna uyum sağlamak önemli.
- Bu tabii ki ideal çözüm değil ama insanlık tarihi bizi bu noktaya getirdi.
- Dolayısıyla biz de bu gerçeği kabul etmek zorundayız.
- Mustafa Kemal bu gerçeği 90 yıl önce gördü.
- Türkiye şimdi bu gerçeği inkar ederek bir yere varmak istiyor.
- Bu bizi çıkmaza götürür, ama ne yazık ki Başbakan Erdoğan bu yola girdi.
- Erdoğan'a ( RTE ) yakıştırılan "her şeye kadir tek adam" efsanesi Gezi Parkı'nda yıkıldı.
- RTE, Gezi olaylarını anlayamadı ve yönetemedi, akıl hocaları da bir işe yaramadı.
- Dünya, Erdoğan'ın gerçek yüzünü gördü, komplo teorileriyle dalga geçti.
- Türkiye'yi 21'inci yüzyılda öne çıkan ülke haline getirme hedefi gerçekçi bir hedefti.
- Ancak hedef büyütüp İslam dünyasının liderliğine heves edince iş değişti.
- Batı'yı küçümseyen ve dışlayan tutumu Erdoğan'ı çıkmaza sürükledi.
- Gezi direnişi öncesinde "AKP 10 yıl daha iktidarda kalır" görüşü çok yaygındı.
- Gezi olayları bu inancı sarstı, ama Erdoğan ve AKP hâlâ çok güçlü.
- Çünkü ona alternatif olabilecek bir lider ya da parti yok ortada.
- Halka umut verecek, uzun soluklu, gerçekçi hedefleri olan bir muhalefet hareketi gerekli...
- Yeni hedefler çevresinde olabildiğince geniş bir koalisyonu oluşturmak gerekiyor.
Mahzun Ayasofya!
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç:
- Mahzun Ayasofya'ya bakıyoruz güleceği günlerin yakın olmasını diliyoruz, diyerek Ayasofya'nın camiye dönüştürülmesi kampanyasına omuz verdi.
Ayasofya 1950'den bu yana fırsatçı politikacının siyaset malzemesidir.
Atatürk döneminin gazetecisi Falih Rıfkı Atay, 1960 sonrası yazdığı bir yazıda Ayasofya'nın cami yapılma girişimlerine şu yanıtı veriyor:
- Ayasofya doğrudan doğruya Atatürk'ün emri üzerine müzeye çevrilmiştir.
- Müzeye çevrilişin Türkiye - Yunanistan ilişkileri ile hiçbir ilgisi yoktur.
Atatürk, Batı Medeniyeti arasına katılan Türkiye Türklüğünün eski din ayrışıklığı geleneklerini geride bıraktığını göstermek ve asırlarca kapalı duran eşsiz sanat eserlerini devamlı olarak ziyaretçilere açık bulundurmak için Türk şerefini ve itibarını artırıcı bu büyük kararı vermiştir.
- Fatih Ayasofya'yı cami yaptığı zaman İstanbul'da vakit namazı kılacak kubbe altı yoktu.
Bugün İstanbul, İslam aleminin en çok ve büyük camileri olan şehridir...
- Kapkara taassup Atatürk'ten öç almak için bu işi ortaya atmıştır.
Mimar Doğan Hasol yıllar önce yazdığı bir yazıda bakın ne diyor:
"Bizanslı iki mimarın gerçekleştirdiği bu kilisede ibadet etmek gerçek Müslümanlara hangi yüce duyguları verecektir?
Bir üstünlük duygusuysa, gurursa, hangi başarıya dayanan bir gurur, hangi yücelik duygusu?
Atalarımızın yaptığı, her biri bir başyapıt olan, dünya mimarlık tarihindeki yerlerini çoktan, haklı olarak almış camilerimiz var.
Bunlar sanatta kendimizi dünyaya tanıttığımız tek dalın, mimarimizin en görkemli ürünleri.
Kendi gerçek camilerimiz varken,sayıları ibadete yeterliyken, bir kiliseyi yeniden camiye çevirmenin çağdaş, mantıksal dayanağı ne olabilir?"
Ayasofya'nın müze oluşu, dinsel saygı ve hoşgörünün, dünya mirasına saygının sembolüdür.
Ortaçağ anlayışı bizi ileri değil geri götürür...
CEVAT
Ünlü fıkradır...
Erzurumlu Cevat Amca bir ziyaret için Adana'ya gitmiştir.
Otogarda indiğinde susadığını fark eder...
Büfeye giderek "Bana bir Coca Cola" der.
Genç büfeci Cola'yı verirken:
"Amca o Coca Cola olarak yazılır Koka Kola diye okunur" der...
Cevat Amca sinirlenir:
- Ne yani benim adım Erzurum'da Cevat, Adana'ya gelince Gavat, öyle mi?
Erdoğan,
tiyatro sanatçısı Gonca Vuslateri'ye yazdığı mesajlar nedeniyle
dava açmış.
Değerli sanatçı Vuslateri "Onları Cumhuriyet dönemi Türk büyükleri
için yazdım" dese
iktidar tarafından demokrasi kahramanı ilan edilirdi...
Akif Kökçe
THY
Emekli Amiral Türker Ertürk, THY ile yaptığı ABD gezisini anlatırken şunları kaydediyor:
"THY yöneticileri, asker kökenli Türk pilotlarını çeşitli mazeretlerle işten atıyor, yerlerine ağırlıklı olarak Yunan pilotları alıyor.
Başka bir seyahatimde dikkatimi çekmişti; her iki pilotu yabancı olan uçakta pilotlar Türkçe anons yapamıyorlardı!
Havacılıkta pilotlar ilk anonsunu bayrağını taşıdığı ülkenin diliyle, ikinci anonsu İngilizce yapmak zorundadır.
Ama THY'nin bazı uçuşlarında Türkçe anons yapacak pilotu yoktur.
Dünyanın hiçbir ülkesinin milli havayolunda böyle bir kepazeliğe ve onursuzluğa rastlayamazsınız"
MÜZE
CHP İzmir Milletvekili Musa Çam bir önerge verdi.
Diyor ki:
"Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı İzmir Atatürk Müzesi restorasyon çalışmaları gerekçesiyle iki yıldır kapalıdır.
Ancak anlaşılmaktadır ki uzun süredir devam ettiği belirtilen çalışmalara aslında hiç başlanmamıştır. "
Kültür ve Turizm Bakanı'na soruyorum:
- 2013 yılında tamamlanması öngörülmüş ve kamuoyuna bu şekilde bilgi verilmiş olan İzmir Atatürk Müzesi'nde, çalışmaların henüz başlamamasının nedeni nedir?
- Müze neden iki yıl önceden kapatılmıştır?
- Proje aşamasının bu kadar uzun sürmesinin sebebi nedir?
- Müzenin açılması için bir son tarih var mıdır?
0000
Cüneyt Arcayürek : Yalan Dönüşümler!
Bir süredir gazetelerin kimilerinde tam sayfa gördüğünüz konu; ne yoksulluk, ne sosyal yaşama müdahaleye yeni hazırlıklar, ne de demokratik laik rejimden din devletine sapmaları içeren sorunlarımızın biriyle ilgilidir.
Sayfalar, hükümetin kapatmaya karar verdiği dershanelerle ilgili haberlere, yorumlara ayrılmış.
Ne var ki dershaneler gençlerin eğitimine ne ölçüde katkı sağlıyor: Yararlı mı değil mi sorularına yanıt aranmıyor.
AKP hükümetlerinde eğitim bir türlü rayına oturtulamadı.
Gelen gideni arattı; her Milli Eğitim bakanı, kafasına göre yeni bir eğitim sistemi getirdi, uyguladı...
Okullarda genç insanların üniversiteye girecek kıvamda eğitilmediği ve bu nedenle üniversite sınavlarına dershanelerde hazırlanmak zorunda kaldıkları belli başlı bir sorun.
Üzerinde durulmuyor.
Medya rant kavgasının içyüzünü sergileme telaşı içinde.
Nihayet özel dershanelerin sağladığı gelirden Gülen cemaatinin nemalandığı gündeme düştü ve…
hükümetle cemaat arasında rant savaşı başladı.
Tabii hükümet, kapatma kararına şiddet ve hatta hiddetle karşı çıkan Gülen cemaatini karşısına almış görünmek istemiyor.
***
Gülen'e her daim saygılar, sevgiler gönderen Başbakan RTE şu ara susuyor.
O konuşmuyor ama eksikliğini giderecek sözcüler var.
Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, karara, dershaneleri özel okullara dönüştürme projesi adını takıverdi.
Tabii Bozdağ'ın cemaatin bile yalanlamadığı rant gerçeğinden haberi yok!..
Ya, her soruna maydanoz parti sözcüsü Hüseyin Çelik; "yapılmış net bir düzenleme olmadığı için şu anda yorum yapmak istemediğini" beyan buyurdu.
Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı'ya gelince...
Telaşa, kavgaya neden yok; cemaatle oturup konuşur, bir hal çaresi buluruz demeye getirdiği yumuşatıcı bir üslupla konuşuyor.
Bakan, böyle bir açıklama yaptıysa cemaatin dershanelerle ilgili rant kaybını kabul ediyor ve hükümetin bu kaybı telafi etmeye hazır olduğunu cemaate duyurmuş olmuyor mu?
Fethullah Gülen de isim vermiyor ama kimi kastettiğinin adını artık dağdaki çobanın bile şıp diye söyleyebileceği kişiden, elbette RTE'den adını söylemeden, "firavun" diye söz ediyor: "Aleyhinizde ise isabetli bir yolda yürüyorsunuz demektir" diye cemaate hükümete direnmelerini salık veriyor.
"Her yer Taksim/ Her yer direniş" ile baş edemeyen hükümetin karşısına, üstelik iki seçim arifesinde şimdi bir yenisi, "direnen cemaat" çıkıyor!
***
Ama AKP bu.
Oy bazında Gülen ve cemaatinin etkisini hissettiği gün, bir de bakarsınız çıkmış ekranlara; "Biz cemaatle dava kardeşiyiz.
Aramızdaki sorunları kapalı kapılar arkasında bir araya gelir, çözümleriz" ve...
.."biz de cemaatteniz" diyebilir.
Gülen cemaatinin dershanelerden kaybını telafi edecek bir formül bulabilir.
Rant kavgasının üstünü böylesi bir kapakla örtebilir.
***
Evet, AKP bu.
İcraatlarının bazıları da değil, pek çoğu toplumda eylemsel eleştirilere dönüşüyor.
Eleştirilerin yer ettiğinin farkına vardı mı; sanki eleştirilerin kaynağında hükümet yokmuş gibi, o konuya benzer, hatta o eleştirilerin tıpa tıp aynısı uygulamalar başlatıyor.
Hükümetin himayesinde ODTÜ'de binlerce ağaç katledildi.
RTE, "Yol yapmak uygarlığa ulaşmaktır", dedi.
Binlerce ağacın katline fetva verdi, nutuklar söyledi ve ODTÜ'deki ağaç katliamı eleştirilerinin yayıldığını görünce...
...Orman Bakanlığı'na bir emir çaktı"Üniversitelerimizi ağaçlandırıyoruz" diye alelacele hazırlanan bir projeyi geçen gün yaşama geçirdi.
***
İlk olarak saptadığı alan; tabii, tapulu topraklarında ağaçları katledilen ODTÜ'ye karşı Gölbaşı'nda Gazi Üniversitesi kampusu!
Katledildikleri sıradaki boya ancak 20-25 yılda gelen ağaçlara karşı, ancak 20-25 yılda aynı boya gelmesi olası yarım metre boyunda fidanlarla yeşile düşmanlığını örtmeye çalıştı.
Siyasal bir ayıbı örtmek için eylem yapıldığı o denli aşikârdı ki; Gazi Üniversitesi'nden tedarik edilen AKP'li gençler RTE'nin konuşacağı salonda, "ODTÜ'ye aldırma / AKP'li gençlik burada/.
Partililer burada/ Çapulcular nerede" diye durmadan bağırarak RTE'yi ve ağaç katliamını örtme projesini desteklediler.
Başbakan da bu kışkırtıcı eylemlerden aldığı hızla muhaliflerini ağzı bozuk diye suçladığını unutuverdi.
Çevre konusunda AKP ile kimsenin aşık atamayacağını ifade ederken birden:
"Çevreciyiz beee!" diye sesini yükseltiverdi.
***
Lider bu işte: Ele veriyor talkını kendi yutuyor salkımı!..
Kanıt mı?
: Yandaşlara elli santim fidan.
Fidan diye diktiği boyu kadar çama can suyu döküveren fotoğraflar!
a45UyF587661-201307301451-10
Uzulmek, yarinin sikintisindan bir sey eksiltmez, sadece bu gunun gucunu tuketir.
A.J.CRONIN
| Kurmus oldugum gruba uye olun Moderasyonsuz, sansursuz ve ozgur bir gruptur: Ozgur_Gundem-subscribe@yahoogroups.com | Ayrilmak isterseniz de : Ozgur_Gundem-unsubscribe@yahoogroups.com | Grup Sayfamız : http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/ | Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz. http://orajpoyraz.blogspot.com/ |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder