Daha da çok borçlanalım.
Ülkenin, devletin, kurumların, kişilerin gelirlerinden daha fazla harcamasını sürdürelim.
Varlıklarımızın azalmasını, taahütlerimizin artmasını zenginleşme olarak kabul edelim.
Ülkenin, devletin, kurumların, kişilerin varlıklarını satarak gündelik yaşamlarını sürdürmelerini kalkınma olarak görelim.
Her anlamda bütün borçlanma araçlarını bolca kullanalım, artan taahütlerimizi gururla sergileyelim.
Satacak şeylerimiz kalmayınca, böbreklerimizi, kornealarımızı, dokularımızı satalım.
Ondan önce namusumuzu, sevdiklerimizi, evlatlarımızı satalım.
Yamyam olalım.
Karnımızı doyurmak için en az sevdiklerimizden başlayarak etrafımızdakilere göz dikelim.
Hayırlı olsun, inşallah, hamdolsun!...
Oraj POYRAZ(cimcime@neomailbox.net / oraj.poyraz@openmail.cc / mehmet_yazici@runbox.com / oraj_poyraz@alpinaasia.com )
L2fSIJNoA0xfSNxA
Türkiye G-20 liginden düşüyor
22 Ağustos 2015, Cumartesi
Doların 3 lirayı görmesiyle 2014 sonunda 800 milyar dolar olan Türkiye'nin gayri safi milli hasılası, 594 milyar dolara geriledi. AKP hükümeti 10 büyük ekonomi arasına girmeyi vaat ederken Türkiye bu gelişmeyle milli gelir sıralamasında 2 basamak gerileyerek 21. sıraya düştü.
Uzmanlar, bu sene Antalya'da yapılacak G-20 zirvesine Türkiye'nin son defa katılacağı öngörüsünde bulundu. Türkiye'nin gerilemesi ise Suudi Arabistan ve İsviçre'ye yarayacak. 746 milyar dolar geliriyle 20. sırada bulunan Suudiler 19. sıraya, 21. olan İsviçre 20. sıraya yükselecek.
Yılbaşında 2,34 olan dolar/TL kuru, geçtiğimiz gün 3 TL'yi görerek ocak ayından bu yana yüzde 28 artış gösterdi. Bu gelişmenin ardından 2014 sonunda 800 milyar dolar olan Türkiye'nin gayri safi milli hasılası, 594 milyar dolara geriledi. Dolar bu rakamlarda tutunursa Türkiye, milli gelir sıralamasında ciddi gerileme yaşayacak. 2014 verilerine göre 889 milyar dolarlık milli geliriyle 18. sırada bulunan Hollanda'nın ardından 800 milyar dolarlık geliriyle 19. sırada bulunan Türkiye, 3 TL'lik kura göre 594 milyar dolara düşen milli geliri nedeniyle 685 milyar dolarlık geliriyle 21. sırada bulunan İsviçre'nin sırasına gerileyecek. Türkiye'nin gerilemesi ise Suudi Arabistan ve İsviçre'ye yarayacak. 746 milyar dolar geliriyle 20. sırada bulunan Suudiler 19. sıraya, 21. sıradaki İsviçre ise 20. sıraya yükselecek.
Ortaya çıkan bu tablo, çeşitli tartışmalara yol açtı. Bunlardan en dikkat çekeni, 594 milyar dolarlık milli gelirle 19. sıradan 21. sıraya düşmesi öngörülen Türkiye'nin G-20 toplantılarına gelecek senelerde katılamama ihtimali. Dünyanın en büyük ekonomileri arasında yer alan 19 ülke ve Avrupa Birliği Komisyonu'ndan oluşan G-20'nin 2015 dönem başkanı Türkiye'nin 2016'dan itibaren gerçekleştirilecek toplantılara katılamayacağı söylentisi paniğe yol açtı. Ekonomist Dr. Sinan Erdil, attığı tweet'lerde bu konuya değindi. Dünya ekonomileri arasında AKP döneminde 17.likten 19.luğa düşen Türkiye'nin TL'nin sert değer kaybı sonrası sıralamada daha da düşebileceği ihtimalinin ortaya çıktığını belirten Erdil, "Kasımda Antalya'da yapılacak G-20 toplantısı bu gidişle Türkiye'nin katılacağı son toplantı olabilir!" yorumunda bulundu. Ekonomi Bakanlığı'nda görevli uzmanlar ise böyle bir şeyin ihtimaller arasında olmadığını belirterek, grubun ekonomik büyüklük sıralamasına göre oluşturulan bir grup olmadığını belirtti. Ekonomik verilerden ekonomik büyüklük sıralamasında geriye düşme gibi bir sonucun çıkıp çıkmadığına dair bilgileri olmadığını kaydeden bakanlık yetkilileri, bu öngörülerin doğru çıkması ve Türkiye'nin 21. sıraya gerilemesi halinde bile G-20'ye katılabileceğini aktardı.
Kurulmasına, 25 Eylül 1999 tarihinde Washington'da yapılan bir toplantıyla karar verilen 20 Maliye Bakanı ve Merkez Bankası Başkanı Grubu (G-20), sistem açısından önemli ülkeleri bünyesinde barındırıyor. G-20 içerisinde Türkiye'nin yanı sıra Avustralya, Brezilya, Kanada, Çin, Arjantin, Fransa, Almanya, Japonya, Meksika, Hindistan, Suudi Arabistan, Güney Afrika, Endonezya, İtalya, Rusya, Güney Kore, İngiltere, ABD ve Avrupa Birliği bulunuyor. G-20 ülkeleri, dünya ticaretindeki yeri itibarıyla küresel ekonomik ve finans sistemi açısından önemli bir yere sahip. Bu ülkeler, dünya ticaretinin yüzde 75'ini, dünya ekonomisinin ise yüzde 85'ini temsil ediyor. G-20'ye üye 19 ülke, milli geliri dünyada ilk 31 içerisinde yer alan ülkelerden oluşuyor. Norveç, İran, Tayvan, Venezuela ve İsviçre, ekonomik olarak bazı üyelerden daha fazla milli gelire sahip olmalarına rağmen G-20'de bulunmuyor. Birçok Avrupa Birliği ülkesi de, G-20'de bağımsız olarak değil sadece AB Komisyonu olarak temsil ediliyor.
a45UyF587661-150822102207 Oraj Poyraz <oraj.poyraz@openmail.cc>
2015/09/28 11:10 1 39 undefined undefined add_anadoluhareketi@googlegroups.com
Hatali insanlari yaratip, sonra onlari kendi hatalari yuzunden suclayan her seyi bilen ve her seye gucu yeten bir Tanri hikayesinin mantigini sorgulamamiz gerekir.
Gene Roddenberry
Peygamber ve hayati
Islam oncesi peygamberin dini
DUHA 7.sasirmis bulup da yol gostermedi mi?
MUMIN 66.(resulum)!De ki: bana rabbimden apacik deliller gelince, sizin Allah i birakip o taptiklariniza kulluk etmem bana yasaklandi ve bana alemlerin rabbine teslim olmam emredildi.
DOGA YASALARI UZERINE DUSUNCELER -5-
Bilimsel determinizm (yasalarin belirleyiciligi, zorlayiciligi) sadece bilimin degil felsefenin ve teolojinin de ilgisini ceken bir konudur. Cunku eger bu sav dogru ise, ahlak anlayisimiz ve ozgur irade gibi konularda ciddi anlamda sorgulamalar yapmamiz gerekecektir. Bilinc ve ozgur irade sorunu gercekten de anlasilmasi, yorumlanmasi en zor konulardan biridir. Insan, davranislarini kendi benliginin ve ozgur iradenin yonetiminde, bazi toplum, ahlak ve din yasalarina uyarak mi belirler, yoksa hic farkinda bile olmadigi doga mekanizmalarinin etkisinde mi yonlendirilir? Bizler bir seyleri tercih ettigimizi zannederken, gercekten de bilincli bir tercih mi yapmaktayiz? Dahasi, bilinc nedir? Bu konu gunumuzde pek cok bilimin ilgi alanina girmistir. Bilgi yonetimi, paralel zeka, genel noroloji, bilissel noroloji, noro-p$ikoloji, genel p$ikoloji ve bilincalti calismalari gibi. Ortada farkli kuramlar ve sorular bulunmaktadir. Ornegin, bilissel tayfin fizyolojisi veya fenomenal hislerin noral temelleri gibi.
Fizik biliminin, yakin uzayda (Newton fiziginin kullanildigi Dunyasal uzay-zaman algilaminda) gecerli olan yasalarina gore ise bilimsel determinizm bir gercektir. Evrende, gecmiste gerceklesmis, su anda gerceklesen ve gelecekte gerceklesecek olaylar bilimsel yasalarla belirlenmistir ve bu olaylarin gerceklesmeleri zorunludur. Bu, cok iddiali bir gorus gibi gorunse de sakin hafife almayin, bu sayede Ay ve Gunes tutulmalari, kuyruklu yildiz gecis zamanlari vb kesinlikle ongorulebilir. Fakat, tum evren soz konusu oldugunda, mesela isin icine atomlar girmeye basladiginda bilimsel determinizmden emin olunamaz veya farkli yorumlar getirmek gerekebilir. Konuyu fazla dagitmadan, kitaptan alinti ile devam ediyorum.
Bilimsel determinizmi ilk kez ve acik bir bicimde ortaya koyan ismin Laplace oldugu kabul edilir. Evrenin belirli bir zamandaki verili durumunda, ek$iksiz bir yasalar dizisi onun hem gelecegini, hem de gecmisini tam olarak belirleyebilir. Bu durum, mucize olasiligini veya Tanri nin oynayacagi etkin bir rolu dislar. Laplace nin formule ettigi bilimsel determinizm, doga yasalarinda bir istisna (ornegin mucize) olup olmadigi sorusuna bilim insaninin verdigi yanittir. Aslinda bu, butun cagdas bilim icin temel bir dayanak ve bu kitabin basindan sonuna kadar onemini koruyacak bir ilkedir. Bilimsel bir yasa, sadece dogaustu bir varligin mudahale etmemeye karar verdigi durumlarda gecerli olacaksa, o zaman bir yasa degildir. Bunu fark eden Napoleon, Laplace e Tanri nin bu resmin neresinde oldugunu sorar. Laplace nin yaniti Efendim, o varsayima ihtiyacim olmadi seklindedir.
Diferansiyel denklemler uzerine calismalari ile taninan matematikci ve gokbilimci Pierre Simon Laplace, (1749-1827) denebilir ki bilimsel determinizmi en uc noktaya tasimis ve bilimsel kuramlardan Tanri faktorunu tamamen cikarmistir. Imparatora anlattigi evren modelinde kendisine Tanri nin o modelde nerde oldugu soruldugunda meshur cevabini vermistir: Sire, je n avais pas besoin de cette hypothese-là. (Efendim, boyle bir hipoteze ihtiyacim olmadi!) Goruldugu gibi, Tanri fikri artik bir hipotez olmaya baslamistir; ustelik bazilarina gore, gereksiz bir hipotez. Ben, bilimsel determinizm konusunda Laplace in cok genellemeci davrandigini dusunmekteyim. Fakat, bilimsel kuramlara Tanri nin, herhangi bir dini inancin katilmamasi gerektigini kabul ederim. Hatta, kurami gelistiren kisi dindar bir insan olsa dahi. Dini inanclarin sonu gelmez. Bunlari bilimin disiplini ile harmanlamak acaba ne derece dogrudur? Somut bir ornek vermek isterim. Cesitli hastanelerde bashekim olarak da gorev yapan merhum Dr. Haluk Nurbaki kanser ve radyoloji alanindaki calismalari ile unlenmistir. Kendisinin mesleki kariyerine ve bilgisine elbette saygi duyarim. Fakat, bazilarini okudugum Insan Bilinmezi, Tek Nur, Sonsuz Nur gibi calismalarinda dini inanclari ile bilimi bence cok keyfi olarak karistirmis ve gereginden fazla iddiali konusmustur. Mesela bir kitabinda, bir insan olurken, tam olum aninda seytanin ona gorundugunu ve yuzundeki maskeyi cikararak insana attigi kazigi acikladigini yazmistir. Bunu neye dayanarak one surmektedir? Boyle bir fenomen gercekten gozlemlenmis midir? Farkli dinlerdekilerin durumu ne olacaktir? Seytan diye bir seyin varligi konusunda somut bulgulara rastlanmis midir? Eger boyle bir durum yoksa, neye dayanarak bunu bir gerceklik olarak okuyucusuna aktarmaktadir?
Bu iddiasini bir bilimsel makale haline getirip meslekdaslari arasinda yayinlayabilir mi? Veya bir uluslararasi bilimsel makale olarak yayinlayabilir mi?
Soylememe gerek yok ki, bu tarz kitaplar iyi para kazandirmaktadirlar. (Bilim kurguyu haric tutuyorum. Bilim kurgu edebiyatin/sinemanin bir dalidir ve belli gercekliklere dayanarak gelecege yonelik dusunceleri sanat cercevesi icinde aktarir.) Insanlar her zaman bilinmeyeni merak ederler ve bazi insanlar dogrudan bilimin kendisine muracat etmek yerine, bu tarz kitaplara ragbet etmektedirler. Aslinda, birer dusunce deneyi olarak hicbirine itirazim yok. Fakat, bilim ile dinsel inanclarin keyfi bir sekilde karistirildigi kitaplar piyasada cok iddiali basliklarla satilmaktadirlar. Bu kitap tum hayatinizi degistirecek! Evrenin sirlarini ogrenin! Gizli bilimlerin kapisi size acilacak! gibi. Hemen her tur inancla bilimin bulgulari harman edilebilmektedir. Soyle bir siralarsam: Antik Misirlilarin dinleri, Hindu inanclari ve karma felsefeleri, uzaylilardan mesaj aldiklarini iddia eden secilmis kisilerin evrensel duyurulari, Islam inanclari ve Kur ana dayali cikarimlar, tasavvuf ve vahdet-i vucut goruslerinin fizige uyarlanmasi, cagdas Hristiyanlarin Incil uzerine gorusleri, Hz Isa nin gercek kurtarici oldugu seklindeki inanislar, kayip kitalar ve bazi esrarengiz yildizlarla ilgili senaryolar (ornegin Immanuel Velikovsky nin Carpisan Dunyalar isimli kitabi gibi), Dunya daki hayati uzaylilarin baslattigini savunanlarin gorusleri (Tanrilarin Arabalari ve Alternatif Dunya Tarihi gibi), dogaustu olaylar ve parap$ikolojik fenomenler (telepati, telekinezi, poltergeist, pirokinezi, astral bedenler, ESP kuramlari, satanizm, cesitli hayalet oykuleri) ... ilk aklima gelenler.
Gercekten, bedenden bagimsiz bir ruhumuz var midir, yoksa bu, insanin olum gercegine karsi gelistirdigi bir hayal midir?
Elbette ki, bu kitaplarda yazili olanlar butunu ile sacma degildirler. Ayrica, zihnimizi esnek tutmak ve yeni fikirlere acik olmak son derece onemlidir. Fakat, temkinli olmakta, yazilan her seye hemen inanmamakta fayda vardir. Cogu insanin unuttugu nokta sudur ki, bir tez , hipotez veya kuram gelistirmek oylece kafadan sallamak demek degildir. Bunun hicbir degeri yoktur. Her insan sadece hayal gucunu kullanarak akla gelebilecek her tur senaryoyu gelistirebilir. Oysa bilimsel kuramlar, daha once var olan bir bilimsel gelisim tarihcesi ve disiplini uzerine kurulurlar. Ayrica, kurami one suren kisi, kuramini bilimsel yontemler ile desteklemek zorundadir. Albert Einstein, isigin davranisindan hareketle ozel ve genel gorelilik kuramlarini gelistirmistir ama kuramlari Newton fizigini dislamamaktadir. Sadece, onu daha uzun mesafelerin ve i$ik hizinin onem kazandigi uzay-zaman olceklerine uyacak sekilde revize etmistir. Konuyu kapatip, bilimsel determinizm hakkindaki alintilara devam ediyorum.
Insanlar evrende yasadiklari ve onun icindeki diger nesnelerle etkilesim icinde olduklarina gore, bilimsel determinizm insanlar icin de gecerlidir. Pek cok kisi bilimsel determinizmin fiziksel surecleri yonettigini kabul ederken, insan davranislarini bundan ayri tutar, cunku bizim ozgur irademiz olduguna inanirlar. Descartes, ozgur irade dusuncesini koruyabilmek icin insan zihninin fiziksel dunyadan farkli oldugunu ve onun yasalarina tabi olmadigini one surmustur. Onun bakis acisina gore, bir insan iki unsurdan olusur: Beden ve ruh. Beden siradan bir makineden baska bir sey degildir ama ruh bilimsel yasalarin hukmu disindadir. Descartes anotomi ve fizyoloji ile cok ilgilendi; beynin merkezinde bulunan ve epifiz bezi denen kucuk organi ruhun bulundugu yer olarak kabul etti. Onun inanisina gore epifiz bezi butun dusuncelerimizin olustugu yerdi ve ozgur irademizin kaynagiydi.
Insanlar ozgur iradeye sahip midir? Ozgur irademiz varsa, evrim agacinin neresinde ortaya cikmistir? Mavi-yesil alglerin veya bakterilerin ozgur iradeleri var midir, yoksa hareketleri otomatik olup bilimsel yasalar dahilinde midir? Yalnizca cok hucreli organizmalar mi ozgur iradeye sahip, yoksa yalnizca memeliler mi? Bir sempanzenin bir muzu hapir hupur yemesi veya bir kedinin kanepenizi tirmiklamasi durumunda, ozgur iradelerini kullandiklarini dusunebiliriz. Peki, yalnizca 959 hucreden olusan ve adi Caenorhabditis Elegans olan ipliksi solucan icin ne diyebiliriz? Bu ipliksi solucan bir seyler yedikten sonra, bu yedigim acaip lezzetli bir bakteriydi, buraya tekrar geleyim diye dusunmez; yine de yiyecek konusunda onun da belirli tercihleri vardir. Tum bunlar ozgur irade anlamina mi gelmektedir?
Boylece derin sulara acilmis bulunuyoruz. Dr Hawking in sordugu sorular son derece zordur ve bilim insanlari arasinda bu konularda ciddi gorus ayriliklarina rastlanmaktadir. Sorular bilimin, felsefenin ve teolojinin ortaklasa ilgi alanina girmektedir. Artik konular sadece felsefe ile ele alinamaz. Fizik, kimya, biyoloji, noroloji, p$ikoloji, sosyoloji, antropoloji ve bu bilimlerin alt alanlari devreye girmektedir. Kesinlikle abartmiyorum; cunku konular gercekten de bu kadar zorludur. Cok kisa deginmem gerekirse, insan davranislarinda sinir sisteminin ve beynin yeri arastirilmaktadir. Fakat, insanin sosyal bir varlik oldugunu da unutmamamiz gerekir. Insanlar sadece bedensel mekanizmalarla davranmamakta, kendi atalarindan ve kulturlerinden devraldiklari inanclar, adetler, yasam bicimlerine uygun olarak da hukumler vermektedirler. Protestan bir Hollandali ile Sunni Musluman bir Misirlinin fizyonomileri ortaktir. Birine kalp ameliyati yapilabiliyorsa, digerine de yapilabilir. Ama bu iki insanin inanclari, davranis bicimleri, olaylara verdikleri tepkiler taban tabana zit olabilir. Bu durumun tersi de gecerlidir. Ayni cografyada, ayni dinsel davranis bicimlerinin, ayni kulturun oldugu bir toplumda yasayan iki insan arasinda buyuk karakter farkliliklari olabilir. Birisi geleneksel ataerkil degerlere bagli, muhafazakar, dindar bir kisilik sergilerken; digeri escinsel, tanritanimaz veya reform yanlisi olabilir.
Devam ediyorum.
Yapmak istedigimiz seyi secebilecegimizi dusunuyor olsak da, molekuler biyolojiden anladigimiza gore biyolojik surecler fizik ve kimya yasalari tarafindan yonetiliyor ve bu yuzden gezegenlerin yorungeleri kadar belirlenmis surecler. Norolojik bilimlerde yapilan son arastirmalar, eylemlerimizin fizik yasalarina riayet eden beynimiz tarafindan belirlendigi gorusunu destekliyor; bu yasalardan bagimsiz bir unsur tarafindan degil.Ornegin, uyanik hastalara yapilan beyin ameliyatlarina iliskin bir arastirma, beynin bazi bolgeleri elektriksel olarak uyarildiginda hastada elini, kolunu, ayagini oynatma, dudaklarini kimildatma, ve konusma arzusu uyandirilabildigini ortaya cikardi. Eger davranislarimiz fiziksel yasalar tarafindan belirleniyorsa ozgur iradenin nasil is gorebildigini anlamak oldukca zor. Oyle gorunuyor ki biz yalnizca biyolojik makineleriz ve ozgur irade bir yanilsamadan ibaret.
Dr Hawking gibi bir insanin yazdiklarina itiraz getirmeye calismami ukalalik olarak kabul edebilirsiniz. Kesinlikle iddiali olmadan, yukarda yazdiklari konusundaki bazi cekincelerimi yazmak isterim. Burda, kilit kelime davranis kelimesi. Iyi ama hangi davranis? Insan davranislarinin bir bolumunun belli doga yasalarina bagli ve otomatik davranislar oldugu aslinda 17. yuzyildan bu yana bilinmekte. (Hatta cok daha onceden...) Sinir sistemine veya beyne yapilan elektriksel uyarilarin sadece insanlarda degil, mesela kurbagalarda da oto refleksler dogurdugu deneylerle goruldu.
Hatta, fizyolojik davranislarimizin buyuk bir bolumunun istem disi hareketler oldugu da cok iyi bilinmekte. Kalbin atisi, midenin sindirim sureci, bobreklerin calismasi ve daha pek cok yasamsal faaliyetlerimiz istem disidir. Ayrica vucudumuzda olusacak herhangi bir hastalik bizi tamamen yataga mahkum edebilir ve davranislarimizi kisitlayabilir. Alzheimer gibi hastaliklar dogrudan beynimizi etkileyebilir. Bu durumda, bedenden bagimsiz bir ruh inanci ile ilgili tartismalar dogmaktadir. Diger yandan, insan davranislari sadece bu tur hareketlerden ibaret degildir. Insanlar cok farkli kisilik ozellikleri sergilerler. Bazilari depresif, bazilari agresif, bazilari hayalci vb olabilir. Sanirim, yakin zamanlarda cok buyuk onem kazanmaya baslayan sanal zeka, noro-bilisim gibi calismalara goz atmakta fayda var. Zaten Dr Hawkin de bu durumun farkinda, bu yuzden sunlari da eklemis.
Insan davranisinin gercekte doga yasalari tarafindan belirlendigi dusuncesine teslim oldugumuzda, sonuclarin karma$ik bir yolla ve cok fazla degiskenle belirlenmesinin, onlari ongormeyi pratikte olanaksiz kildigi yargisina varmak da akla uygun olacaktir. Bu nedenle, bir ongorude bulunabilmek icin insan bedenindeki trilyonlarca molekulun herbirinin baslangic kosullarinin bilinmesi ve bir o kadar denklemin cozulmesi gerekirdi. Bu da birkac milyar yil alirdi ki karsimizdaki kisinin atacagi yumruktan kacmak icin epey gec kalabilirdik!
Aslinda insanlar ve hayvanlar, her an her saniye karma$ik denklemleri istem disi olarak cozerler. Meyve yarasalari dillerini bir saniye icinde onlarca defa saklatararak sonar dalgalari uretirler. Sonra kendilerine geri gelen dalgalar, bir dizi karma$ik karsilastirma ve navigasyon isleminden gecirilip yarasanin zihninde o an nerde olduguna dair bir algi olusur. Insanlar ise, gorme sureci icinde buna benzer islemleri yaparlar. Gozun olu bolgesi tarafindan karanlikta kalan noktaya ait bilgiler, bir tur tamamlama yontemi ile birlestirilir ve boylece butune dair bir goruntu algilariz. Hareket sureci icinde ise goz ile beyin arasinda karma$ik bir sinyalizasyon sureci devreye girer. Bilgisayar dilinde goreli adresleme (relative addressing) denen surece uygun bicimde, nesnelerin hareketleri biz onlarin bilincine varmadan once hesaplanir ve buna gore navigasyon olusturulur. Aslinda surecler burda ozetledigimden cok daha karma$iktir. Konuya ilgi duyanlar goz ve beyin iliskilerini inceleyen calismalara muracat edebilirler.
Insan davranisini ongormek icin fizik yasalarini kullanmak pratikte mumkun olmadigi icin etkin kuram dedigimiz bir yol gelistirdik. Fizikte bir etkin kuram, gozlemlenmis belirli bir fenomeni, altta yatan tum surecleri ayrintili olarak tanimlamadan modellemek icin yaratilmis bir cercevedir. Ornegin, bir insanin bedenindeki her atomla yeryuzundeki her atom arasindaki cekimsel etkilesimi yoneten denklemleri tam olarak cozmemiz mumkun degildir. Ancak tum pratik nedenlerden oturu, bir insanla yeryuzu arasindaki cekimsel gucu, insanin toplam kutlesi gibi birkac sayi ile tanimlayabiliriz. Ayni sekilde, karma$ik atom ve molekullerin hareketlerini yoneten denklemleri cozemiyoruz; ama adina kimya denen etkin bir bilim gelistirdik ve etkilesimlerin tum ayrintilarina aciklama getirmeden kimyasal tepkimelerde atomlarin ve molekullerin nasil hareket ettigini uygun bir sekilde ortaya koyabiliyoruz. insanlar soz konusu oldugunda, davranislarimizi belirleyen denklemleri cozemedigimiz icin, ozgur iradeyi etkin bir kuram olarak kullaniyoruz. Ekonomide ozgur irade dusuncesi, insanlarin olasi eylem rotalarini degerlendirip en iyisini sectikleri varsayimina dayanan etkin bir kuramdir. Bu etkin kuram davranis ongorusunde sadece kismen basarili, cunku hepimizin bildigi gibi, verilen kararlar genellikle akilci degil ya da secimlerin sonuclarina iliskin kusurlu cozumlemelere dayaniyorlar. Dunyanin boyle bir karmasa icinde olmasinin sebebi budur.
Bu noktada Dr.Hawking e ve L.Mlodinow a katiliyorum. Insan davranislarinin buyuk bir cogunlugu rasyonel degildir. Hatta, insanlar, kararlarini cogunlukla cinsel, duygusal, ekonomik, dinsel, kulturel, ideolojik pek cok faktorun etkisi ile alirlar ve daha sonra bu davranislari akla uydururlar; yani rasyonalize ederler . Fizik yasalari soz konusu oldugunda, trilyonlarca partikulun tek tek tum davranislari kestirilemese de butune yonelik akilci ve dogru tahminler gelistirmek mumkundur ve zaten bu yapilmaktadir. Kuantum teorisi bir parcacigin yonunu ve hizini tam olarak bilmenin neden mumkun olamadigini aciklar. Buna ragmen o parcaciklar fizikte, elektronikte kesin sonuclar verebilecek sekilde kullanilmaktadirlar. Ama insan davranislari tam olarak akilci temeller uzerine kurulmaz, dahasi akilci davranisin ne olmasi gerektigi konusunda insanlar arasinda gorus ayriliklari ortaya cikmaktadir. Gelenekci bir dindara gore, akilci bir davranis Tanri nin emrine uygun olarak yasamaktir. Boylece korkunc bir cezadan kurtulmak veya Tanri katinda yukselmek mumkundur. Diger yandan ateist dusunceli bir insan icin ise dinsel davranis tamamen bir zaman kaybi olabilir.
Gercekte, farkinda bile olmadigimiz yasalarin birbirleri ile karma$ik iliskisinden dogan bir sistem icinde yuvarlanan canlilar miyiz, yoksa, derinlerde bir yerde kendimize ait bir seyler bulabilmemiz mumkun mu?
Hawking in yasalar hakkinda ucuncu sorusu Sadece bir dizi olasi yasa mi vardir? seklindeydi. Bunu acmis:
Hem Aristotales hem de Platon, Descartes ve daha sonra Einstein gibileri doganin ilkelerinin ihtiyac nedeniyle varolduklarina inanmislardi; cunku sadece bu kurallarin mantiki bir anlami vardi. Doga yasalarinin kaynaginin mantigin icinde olduguna inanan Aristotales ve takipcileri, bu yasalarin doganin gercekte nasil isledigini cok dikkate almadan turetilebilecegini dusunuyorlardi. Bu dusunce ve yasalarin ne oldugu yerine nesnelerin neden yasalari izledigi konusuna odaklanmasi, Aristotales i cogunlukla nitel, $iklikla yanlis ve pek de kullanisli olmayan yasalara yoneltti ve bu yasalar bilimsel dusunceye asirlarca hukmetti. Epeyce sonra Galileo gibi insanlar Aristotales in otoritesine karsi cikma cesaretini gosterdiler ve saf aklin olmasi gerektigini soyledigi seyleri izlemek yerine, doganin gercekte nasil isledigini gozlemeye basladilar.
Cok dogru ve yerinde tesbitler bunlar. Aristotales yuzyillar boyunca Hristiyan, Yahudi ve Islam alimlerinin bir kismini derinden etkilemistir. Onun adina cilt cilt kitaplar yazilmis, sayisiz yorumlar yapilmistir. Bu uzun tarih sureci icinde, bence bir baska dusunurun hakki yenmistir: Demokritos. (Yak.M.O.460-370) Sokrates oncesinin doga filozofu olan Demokritos evrende tum yasalari tureten ustun bir akil aramak yerine, atom dusuncesini maddenin temeline getirmis ve hareket yasalarinin burdan dogdugunu savunmustur. Elbette, Demokritos un o zamanlar atomdan anladigi sey ile, cagdas bilimin atom anlayisi artik ayni degildir; ama yine de milattan once yasamis bir insanin bu ongoruleri takdire deger. Nesnelerin nasil degil de neden o sekilde hareket ettiklerine odaklanildiginda, ortaya bir suru soyut, anlasilmasi zor inanclarin cikmasi kacinilmazdir. Ayrica, dogadan butunu ile bagimsiz bir saf aklin olup olmadigi ise ayri bir tartisma konusudur.
Bu kitap, bilimsel determinizmi temel alir. Yasalarin nasil ortaya ciktigina ve onlardan baska yasa olup olmadigi konularina ayrintilariyla deginecegiz. Ancak oncelikle, doga yasalarinin neyi acikladigini gorecegiz. Cogu bilim insani yasalarin, kendisini gozlemleyenden bagimsiz olarak varolan dissal gercekligin matematik yansimalari olduklarini soyleyecektir. Bu konulari tartisirken tosladigimiz bir baska soru daha var: Nesnel bir gercekligin varolduguna inanmak icin gercekten bir nedenimiz var mi?
Evet, ontolojik felsefenin ve yakin zamanlarda bilinci inceleyen bilimin en zor konularindan birine geldik. Gerceklik nedir?
-devam edecek-
Levent ERTURK
LEVENTERTURK1961
https://leventerturk1961.wordpress.com/
Grup eposta komutlari ve adresleri | : | |
Gruba mesaj gondermek icin | : | ozgur_gundem@yahoogroups.com |
Gruba uye olmak icin | : | ozgur_gundem-subscribe@yahoogroups.com |
Gruptan ayrilmak icin | : | ozgur_gundem-unsubscribe@yahoogroups.com |
Grup kurucusuna yazmak icin | : | ozgur_gundem-owner@yahoogroups.com |
Grup Sayfamiz | : | http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/ |
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz | : | http://orajpoyraz.blogspot.com/ |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder