16 Şubat 2025 Pazar

11 Şubat 2011, Bir tutuklamadan çok fazlası… (E) Alb. V. Murat TULGA



11 Şubat 2011, Bir tutuklamadan çok fazlası… (E) Alb. V. Murat TULGA

Bugün 11 Şubat. Belki bu tarih çoğunuz için pek bir anlam taşımıyor fakat aslında ülkemizde hainlerin neler yapabileceğini anlatması açısından önemli bir gün. Okuyacağınız bu yazıdan amaç; "Asrın İhaneti Balyoz Davası" kapsamında 11 Şubat 2011 tarihinde, tam on yıl önce yapılan toplu tutuklamalar ve sonuçları hakkında fikir paylaşımında bulunmak ve beyin fırtınası yapmaktır. Bu olay içinde birçok öğe barındıran çok kapsamlı bir senaryodur. Bu senaryo içerisinde zoraki yer almak durumunda kaldım. Lice dağlarında terörist kovalarken bir gün aniden "Balyoz Davası" diye adlandırılan asrın iftirası ve bir hukuk garabetinin içerisine dâhil edildim. Sonuçta 32 ay Askeri Cezaevlerinde yaşanan zoraki bir mahpusluğum oldu. Hainler tarafından 16 yıl ceza aldığım suratıma okundu. Üzerinden onlarca yıl geçti, beraat ettim sonunda. Fakat o günden beri merak ederim, nasıl oldu böyle bir aymazlık diye? Türk Devleti böyle bir şeye nasıl müsaade etti, anlaşılır gibi değil. Bu konunun ülkemiz için bir beka sorunu olduğunu değerlendiriyorum. Bu yüzden onlarca sene geçse de unutmayacak, unutturmayacağız.

Türkiye bu senaryoyu yaşadı. Senaryonun birçok karakteri hala yaşıyorlar. Baştan peşin olarak hatırlatıyorum. Acı olan senaryonun hala mutlu sonla sonuçlanmadığıdır. Çünkü senaryo bitmiyor. Bitirilmek istenmiyor belki de. Çünkü bitmesi, hainlerin ortaya çıkartılması için ortak bir birliktelik, ortak bir mücadele gerekiyor. Bunun da olması şimdilik mümkün görünmüyor. Bugün çözemezsek muhakkak bir gün birileri çözecektir. Evlatlarımıza da sonlandırmak, ortaya çıkartmak en büyük vasiyetimizdir. Hal böyle olunca sonunun size bırakıldığı filmler vardır ya, yoruma açık, işte böyle belirsizliklerle sonuçlanan bir senaryo üzerine konuşacağız...

Hadi başlayalım. Rahmetli Turhan Selçuk'un tabiri ile 32 Kısım Tekmili birden "Asrın İhaneti Balyoz Davası…"

ASRIN İHANETİ BALYOZ DAVASININ TEMELLERİ NASIL ATILDI? DAVA ÖNCESİ ORTAMIN ŞEKİLLENDİRİLMESİ NASIL GERÇEKLEŞTİ?

AKP'nin 2002 seçimleri sonrası tek başına iktidara gelmesi yeni bir şeylerin habercisi gibiydi. AKP ve RTE, "İleri Demokrasi" diyor, başka bir şey demiyordu. İleri demokrasinin önünde en büyük engel TSK ve bu kapsamda "Askeri Vesayet" görülüyordu. TSK'nin kontrol altına alınması AKP iktidarının en öncelikli görevlerinden biriydi.

ABD, AB ve batılı ülkeler de bu konudan çok muzdaripti. Bu ülke ve organizasyonlarla ilişkilerde ve sorunlara dayatılan çözümlere karşı, asker direniyor, muhalif görüş bildiriyordu. Asker çok oluyor, haliyle Türkiye'nin en büyük sorunu asker-sivil ilişkileri görülüyordu. Bu tespitleri içeren yabancı kaynaklı rapor üzerine rapor yayınlanıyordu. Bu konuda Avrupa Birliği'nin 2010 öncesi ve sonrası Türkiye Raporlarına ve ABD kaynaklı yayınlanan raporlara bakmak yeterli olur sanırım[1].

Bunun yanında bir rapora da, ben dikkat çekeceğim. Bu rapor; Hollanda merkezli Avrupa Güvenlik Araştırmaları Merkezi-(Centre For European Security Studies -CESS) raporuydu[2]. Bu rapor Hollanda Dışişlerinin mali katkısı ve teşvikiyle hazırlanmıştı. Raporda, Türkiye'den istenenler çok net olarak açıklanıyor ve özetle şunlar yer alıyordu:

· TSK'nin siyasi gücü azaltılmalıdır.

· Sivil makamlar ulusal güvenlik stratejisinin hazırlanmasında ve uygulanmasında denetleyici rol oynamalıdır. Savunma harcamalarında Meclis denetimi tam olarak sağlanmalıdır.

· Genelkurmay Başkanı, Savunma Bakanı'na bağlanmalıdır.

· Generaller, Anayasanın koruyucusu değil, hizmetkârı olmalıdır.

· Generaller hükümeti, Siyasi İslam ve Kürt Ayrımcılığı konusunda gerekli biçimde hareket etmediğine veya edemediğine inandıklarında uyarmakta, hükümete ve bakanlara baskı yapmaktadırlar. Bu önlenmelidir.

· TSK, tartışmasız biçimde hükümete bağlı olmalı, Genelkurmay Başkanı sadece kendi alanında demeç vermelidir.

· Yüksek Düzeyli Subaylar, sadece MSB'nin izniyle açıklamalar yapabilmelidir.

· Askerler, Kıbrıs, Ermeni ilişkileri, Laiklik, Kürt Meselesi, PKK ile mücadele ve Kuzey Irak gibi konular da olur olmaz açıklama yapmamalıdır.

· Asker sayısı azaltılmalıdır.

·

ABANT TOPLANTILARI VE SENARYO ŞEKİLLENİYOR…

Bunlar raporda yazıyordu da peki nasıl uygulamaya geçirilecekti. Kolay bir şey değildi, Türkiye'de yılların TSK- Sivil ilişkilerini değiştirmek. TSK'nin yola getirilmesi ve komuta kademesini yapılandırma süreci nasıl aşılacaktı? Bu konuda beyin fırtınası yapanlar çoktu. Siyasi iktidarın Fetullah Gülen ile ilişkilerinin iyi olduğu günlerdi. Birbirlerine ne isteseler veriyor, parsel parsel paylaşıyor ve Türkçe Olimpiyatlarında FETÖ'ye dön çağrısı yapılıyor, hatıra paraları basılıyordu. Kutlu Doğum Haftaları da pek bir meşhurdu. Çok güzel gidiyordu, aralar çok iyiydi. Konuyu çözme işine FETÖ soyundu. FETÖ, siyaset, TSK, emniyet, hukuk, ekonomi ve bürokrasi içerisinde kayda değer bir yapılanmaya sahip olmuştu. Yıllardır ilmik ilmik bu yapılanmayı örüyorlardı. Başarılı da olmuşlardı. Bu yapılanma gün geçtikçe de güçleniyordu. Çözerlerdi de konunun Anayasal ve bürokratik engelleri vardı. Bu da işin siyaseten ve hukuken halledilmesi demekti. Siyasi iktidar için işin bu yanı kolaydı. Siyasi çoğunluk vardı. Bu iş halledilecekti.

FETÖ işe başladı. İşin fikirsel bazda pişirilmesi lazımdı. Abant toplantıları bu iş için biçilmez kaftandı. Türkiye'de yeni anayasa dayatmalarından, sözde demokrasi arayışlarına kadar Amerikan dayatmalarının ders haline getirildiği yer, Abant Toplantılarıydı. Bu kapsamda, Abant'ta bir beyin fırtınası yapıldı… İşte o toplantıların gediklilerinden Alper Görmüş, "Askeri vesayet nasıl kırılır?" sorusunun bu toplantılarda nasıl tartışıldığını Taraf Gazetesinde şöyle açıkladı[3];

"Toplantının 'radikal demokrat' atmosferi hepimizi etkiledi, hepimiz biraz uçtuk. Aramızdan biri; belki de askeri vesayeti ortadan kaldırmanın yegâne yolunun, başarısız kalmış bir askeri darbe girişiminin ardından eski ve yeni darbecilerin derdest edilip yargılanmaları olduğunu savundu. Bunun gibi bir sürü fikir, temenni, öneri birbiriyle çarpıştı… Şimdi düşünüyorum da, o toplantıda kim bilir ne notlar tutmuştuk… Yine düşünüyorum, o gün 'Eski Türkiye'nin refleksi bir kez daha canlansaydı ve birileri o 'meş'ûm' toplantıyı basıp not defterlerimizi ele geçirseydi… Bilahare o defterleri Hürriyet gazetesine sızdırsaydı… Hürriyet, 'demokrat geçinen' profesör ve gazetecilerin gerçekte Türk Silahlı Kuvvetleri'ne karşı komplo kuran, kin ve nefret kusan hainler olduğunu yazsaydı… Oktay Ekşi, bir 'alçakları tanıyalım' yazısı patlatsaydı…"

Çözüm uçuk da olsa kafalarda yerini aldı…[4]

Zaman gazetesi Abant Toplantılarına çok ilgiliydi.

TEST SÜRÜŞLERİ VE GELEN BAŞARI…

Abant Toplantılarının ilkinin 1998 yılında yapıldığı ve bu tarihten sonra her yıl tekrar edildiği düşünüldüğünde, olayların ve senaryonun çok önceden yazılmaya başladığı anlaşılıyor. Alper Görmüş'ün, 04 Kasım 2011'de, Taraf Gazetesindeki bu yazısı ile açığa çıkana kadar TSK'nın bilgisi olmadan, neler düşünüldüğü ve hazırlandığı ortaya çıkıyor.

Asrın İhaneti Balyoz Davasını daha da anlaşılır hale getirmek için biraz geriye doğru filmi sarmak gerekiyor. İlk bağlamda, 2007 yılında Ergenekon Davası süreci başladığında, önce emekli subay ve astsubaylar ile soruşturma süreci başlamış, TSK'nın sessiz kalması üzerine kuvvet ve/veya ordu komutanlığı yapmış olan emekli Orgeneraller, General/Amiraller ile muvazzaf Teğmenler (Teğmen Mehmet Ali Çelebi gibi) çuvalın içine atılmaya başlanmış ve testlere devam edilmiştir. Sonrasında hedef kitle içerisinde yavaş yavaş muvazzaf diğer rütbeli askerlere yer verilmiş, sessizliğin devam ettiği görülünce vites büyütülmüştür.

Gazeteciler Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu'nun kaleme aldığı "Sızıntı" kitabında, WikiLeaks'ten sızan ABD kriptolarına göre, 'Türk polisi' tarafından, 21 Kasım 2008 tarihinde, Ankara'da bulunan ABD Büyükelçiliği'nde (O dönemin ABD Büyükelçisi James Jeffry'di) ABD'li yetkililere Ergenekon operasyonu hakkında bir sunum yapılmıştır. Bu sunum ile ortakların sayısı üçe çıktı, iktidar, cemaat ve ABD/CIA ortaklığı oluştu.

Ergenekon Davası görülmeye başladığında yeni bir aşamaya geçilmişti. İlk olarak 2009 yılının Nisan ayında Poyrazköy Davasının temelini teşkil eden kazılar ve SAT Komandolarının tutuklanması gündeme geldi. Arkasından o yılın YAŞ öncesinde terfi durumunda olan kurmay albayların durumu ve TSK'nın buna karşı tutumu kontrol altına alınmalıydı. Haziran 2009 ayına gelindiğinde bu defa Deniz Kuvvetlerinden Kurmay Albaylar ifadeye çağrıldı ancak adli kontrol kararı ile yurtdışına çıkışları yasaklanarak serbest bırakıldı.

TSK'nın sessizliğinin devam etmesi hem iktidara hem cemaate hem de üçüncü taraf durumunda olan ABD/CIA'ye güç verdi, bu deneyim, üçlüye artık önlerinde engel olarak gördüklerini temizlemek için hukukun nasıl kullanılacağını öğretti. 2009 yılında taşeron cemaat aracı hızlanmış, öncelikleri denizciler olmak üzere muvazzaf teğmen, albay derken sıra amirallere/generallere gelmişti. Hukuksuzluğa dur diyen yoktu. Poyrazköy, Amirallere Suikast, Kafes Eylem Planı, ÇYDD gibi isimli kumpas davalarda hemen her gün subaylar ve general/amiraller ifade vermeye çağrılıyor, tutuklanıyor, serbest bırakılıyor, tekrar tutuklanıyor ama TSK komuta kademesi sessiz sedasız olanları izliyordu. Tüm yapılan testler başarı ile sonuçlanınca sıra, TSK'nın en kalabalık ve karar süreçlerinde en etkin kuvveti olan Kara Kuvvetlerine, daha sonra diğer kuvvetleri Hava ve Jandarmaya gelmişti. İşte bu evrede Balyoz Davasının devreye sokulması ve TSK'nın komple çökertilmesi aşamasına geçildi.

Ne denmişti, "Bize başarısız bir darbe girişimi lazım. Sonrası bizde…"

BİR ASKERİ SEMİNERDEN FAZLASI…

Biraz araştırıldı. 5–7 Mart 2003 tarihinde 1'nci Ordu'da yapılan bir Plan Semineri vardı. Seminerler bir senaryo kapsamında askerlerin durum muhakemeleri yaptıkları ve düşman ülkelere karşı var olan planları geliştirdikleri bir ortamdır. Bu seminer içeriği ile bir değişikti, ilginç konular öne çıkmıştı. Diğer seminerlerden farklı olarak bu seminer senaryosu içerisinde ülke içerisinde irticai kalkışma hareketleri vardı, Kuzey Irak'ta bir Kürt Devletinin kurulması vardı, Kıbrıs'ta ve Ege'de Yunanistan'ın oldubittileri (Yunanistan'ın sözde bir 12 mil ilanı vardır, AB Yunanistan yanında yer alır gibi…) vardı da vardı. Esas önemli olan ülke içerisinde iç karışıklıklar ve dış tehditler karşısında Sıkıyönetime giden bir süreç işleniyordu. Seminerin bir darbe ile yakından uzaktan ilgisi yoktu ama sıkıyönetim tartışmaları işin içinde olunca bu seminerden bir darbe girişimi rahatlıkla yaratılırdı. Seminerin ses kayıtları da vardı. Bu ses kayıtlarında Org. Çetin Doğan'ın sorularına, ast komutanlar bazen biraz da coşarak üst perdeden cevaplar veriyorlardı (Abant Toplantılarında coşulduğu gibi!!!). Seminer 2003'te olmuştu, şimdi 2010'du. Üzerinden çok da zaman geçmişti, seminere katılanlar bile doğru dürüst semineri hatırlamıyorlardı. Üst komutanların ve subayların birçoğu emekli olmuşlardı. Artık çok da hatırlanmayan bir seminer üzerinden sanki darbe planlaması yapılmış gibi sansasyonel bilgilerin paylaşılması kamuoyunda bir etki yaratırdı… Üzerinden çok seneler geçtiği için 1'inci Ordu'da da bu ses kayıtları, seminer ile ilgili bilgiler çoktan unutulmuş ve arşivin tozlu raflarına girmişti. Pek de işe yaramayan, unutulmuş bu kayıtlar karargâh dışına çıkartılabilirse düğmeye basılırdı. Ne dedik, FETÖ artık kuvvetliydi, adamları vardı her yerde. Bir mürit paketledi, dışarı çıkardı belgeleri, kayıtları[5]. Bir de tetikçi gazete ve gazeteci bulundu[6]. Medyada da artık FETÖ kuvvetli hala gelmişti. Samanyolu TV, Taraf ve Zaman Gazetesi iyi iş görüyordu. Ortam şekillendiriliyor, oyuna başlanıyordu. FETÖ görevini yapıyordu, ama siyasi iktidarın da yapacakları vardı.

HUKUKİ ZEMİN HAZIRLANIYOR.

"Askeri Vesayet" bir şekilde ortadan kaldırılacaktı ama bürokrasi ve devlet yönetimi ile ilgili bazı uygulamaların değiştirilmesine, kanunların çıkartılmasına, organizasyon değişikliklerine ihtiyaç vardı. Parlamento da çoğunluk vardı. Değişiklikler süratle Meclise getiriliyor, Yeni Türkiye kuruluyordu. Herkes şaşkındı, TSK, hukuk, muhalefet, medya neler döndüğünün bilincinde değildi. Bilincinde olanların da sesi kısılmıştı zaten. Hele bir konuşşşşş…

Değişikliklerin bir kısmı Meclis'te halledildi. Bir kısmı da Anayasa değişikliği ile referanduma sunuldu. Referandum ile getirilenler doğru dürüst tartışılamadı, zaten tartışma yapılacak medya da kalmamıştı. Halkın oyuna sunuldu, halk neye oy verdiğini bilmeden referanduma gitti. Referandum ile bir dizi değişiklik kabul edildi. Yine de bu "Yeni Türkiye" için değişiklikler kronolojisini tekrar hatırlatalım… Önemli değişiklikler ve düzenlemeler yapıldı.

· 26 Haziran 2009 günü gece baskını ile AKP, TBMM'de CMK/250 son maddeye değişiklik yapan (Asker kişilerin sivil mahkemelerde yargılanması) yasayı meclisten geçirdi ve tasarı yasalaştı.

· Bu yasaya yönelik olarak CHP, Anayasa Mahkemesi'nde iptal davası açtı.

· 21 Ocak 2010 günü Taraf gazetesinde sahte Balyoz belgeleri ve ses kayıtları yayınlandı, savcılar soruşturma başlattı. Dosya için Mehmet Berk, Bilal Bayraktar ve Ali Haydar adlı savcılar görevlendirildi. Tam düğmeye basılmıştı ki talihsizlik bu ya aynı gün Anayasa Mahkemesi CHP'nin iptal davası hakkında karar verdi, bu yasayı iptal etti. Yasa iptal olduğu için açılan soruşturmanın düşmesi, askeri mahkemelere devri gerekir değil mi? Böyle olmadı, buna rağmen sivil savcılar Balyoz soruşturmasını durdurmadılar!!! Siyasi iktidar da kulağının üstüne yattı.[7] Bu süreç "Bağırsak Temizliği" olarak isimlendirildi[8]. Bu hukuksuzluk böyle 12 Eylül 2010 referandumuna kadar devam etti. Referandum ile minareye güzelce kılıf uyduruldu.

· Özel yetkili savcılar, yaklaşık bir aylık incelemeden sonra 22 Şubat 2010 günü aralarında emekli ve muvazzaf general ve subayların da bulunduğu 49 askeri gözaltına aldı. Gözaltılar bazı askerlerin tutuklanması ile sonuçlandı. Sonra tutuklamalara yapılan itirazlar, tahliyeler ve savcılık itirazı üzerine tekrar tutuklamalar, tahliyeler… Rutin hale gelen hukuksuzluk süreci… Bu arada yandaş medya konuyu kamuoyu gündemine sokuyor, sahte belgeler ve ses kayıtları yazılı ve görsel medya da sayfa sayfa yer alıyordu. Daha ortada sonlanmış bir soruşturma yoktu. Olsun yargısız infaza başlanılmıştı.

· FETÖ'cü savcılar tarafından iddianame hazırlandı. 19 Temmuz 2010'da İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi İstanbul Özel Yetkili Cumhuriyet Savcıları Mehmet Ergül, Murat Yönder, Süleyman Pehlivan ve Ali Haydar'ın hazırladığı iddianameyi kabul ederek tamamı asker 196 kişi hakkında dava açtı.

· Davaya bakacak olan İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi, 23 Temmuz 2010'da, Yüksek Askeri Şura'nın başlamasına tam bir hafta kala 102 sanık için kuvvetli suç şüphesi bulunduğu gerekçesiyle yakalama kararı çıkardı. Yakalama kararı çıkarılan muvazzaflar arasında YAŞ'da dosyaları görüşülecek olanlar ciddi bir yekûn oluşturuyordu. Hakkında yakalama kararı çıkarılan sanıklar karara 11'inci Ağır Ceza Mahkemesinde itiraz ettiler. Cumhuriyet Savcısı, 10. Ağır Ceza Mahkemesinin verdiği yakalama kararına, yasalar çerçevesinde itiraz etme hakkının bulunmadığı ancak tutuklama durumunda itiraz edilebileceğini savundu ve itirazların reddi yönünde mütalaada bulundu. Fakat 11'inci Ağır Ceza Mahkemesi, 101 şüphelinin itirazlarını oy çokluğu ile kabul etti. Bu arada Yüksek Askeri Şura (YAŞ) bu yakalama kararının gölgesinde yapıldı. Haklarında yakalama kararı olan terfileri görüşülecek muvazzafların birçoğunun dosyası YAŞ'da görüşülmedi. Amaç hâsıl olmuştu.

· Asker kişilerin sivil mahkemelerde yargılanmasına ilişkin yasa, 21 Ocak 2010 tarihinde Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmişti. Bu arada bu hüküm göz ardı edilerek sivil mahkemelerce asker şahıslar tutuklanmaya devam ediyordu. Yapılan büyük bir hukuksuzluktu. Mızrak çuvala sığmıyordu. AKP tarafından 12 Eylül Anayasa Değişiklik Referandum taslağına bu yasa tekrar ilave edildi ve 12 Eylül 2010 günü referandumdan, meşhur "YETMEZ AMA EVET" çıktı.

· 12 Eylül 2010 referandumu için FETÖ lideri Gülen "Mezardakileri bile kaldırarak o referandumda "evet oyu kullandırmak lazım. " dedi. Paslaşma ve dayanışma çok güzel sürdürülüyor, oyun devam ediyordu.

· Bu referandumla HSYK, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay yapıları da değiştirildi.

· Mahkeme sözde Balyoz davasının ilk duruşma tarihini de 16 Aralık 2010 olarak belirledi. Duruşmalar, Beşiktaş Adliyesi'nin fiziki koşullarının yetersiz olması nedeniyle Silivri Ceza İnfaz Kurumları Yerleşkesi'ndeki duruşma salonunda gerçekleşecekti. Böylece uzakta, ulaşım imkânının zor olduğu bir yerde gözden ırak duruşmaların yapılmasının önü açılmış oluyordu. Cezaevi içerisinde oluşturulan devesa bir mahkeme salonu muazzam bir mesaj veriyordu. "Artık bizimsiniz."

· HSYK, Balyoz Davasının başlamasından 48 saat önce davayı görecek 10'uncu Ağır Ceza Mahkemesi Başkanını değiştirdi. Zira değiştirilen Mahkeme Başkanı çoğu tutuklama kararına şerh koyuyor, yola taş döşüyordu. (Yeni atanan Başkan, Hâkim müsveddesi Ömer Diken olmuştu, 15 Temmuz sonrası FETÖ'den hüküm giydi…)

· Anayasa Referandumu sonrası HSYK için yapılan seçimlerde iktidar yanlısı FETÖ'cü liste firesiz HSYK'ya seçildi.

· "Haberal Davası" diye bilinen tazminat davasında hâkimlere tazminat ödettirilmesine karar verildi, bu da nereden çıkmıştı şimdi? Derhal iktidar tedbirini aldı, bu tür tazminatların devlet tarafından ödenmesi yönünde yasa çıkarttı. Verilen mesaj netti: Mahkemelerin ve kararlarının arkasındayız. (Sonra tekrar bu yasa değiştirildi…)

· ÖYM'lerin kararlarına bakmak üzere Yargıtay'da yeni bir Daire kuruldu. Bu daireye nokta atamalar yapıldı. (Kumpas Davaları onaylayan Yargıtay'ın bu Dairesinin bazı üyeleri 15 Temmuz sonrası hüküm giydiler…)

· Kararları siyasi iktidarca tasvip edilmeyen ÖYM hâkim ve savcıları yapılan atama ve baskılar sonucu görevlerinden uzaklaştırıldı veya ağır ceza mahkemelerinden etkisiz mahkemelere atandı (Çocuk, Ticaret Mahkemeleri gibi).

· Anayasa Mahkemesi'ne yeni üyeler atandı.

· Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)'ne gidişin önünü kesmek için Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru Yasası çıkartıldı.(24 Eylül 2012)

· AİHM nezdindeki ülke hâkim kadrosuna İktidar Partisi yanlısı yazılar yazmakta ve Abant Toplantılarına katılmakta olan bir akademisyenin eşi atandı.

· …

Bu kronolojiyi unutmayalım. Önümüze koyalım. Biraz hızlı gittik. Fakat ortam şekillendirilmiş, oyunun devamı için gerekli yatırımlar yapılmıştı.

SAHTE BELGELER NASIL OLUŞTURULUYOR?

En son seminer bilgi ve kayıtlarının dışarıya çıkartılmasına gelmiştik? Şimdi sahte bir darbe planı hazırlanacaktı ya, bu nasıl yapıldı bunu irdeleyelim? Kimler yaptı, kimler işin içerisindeydi?

Elde ne vardı? Bir seminer vardı? Bu seminere ait ses kayıtları, seminerde birliklerin sunumları vardı. Bu sunumlar için bazı yazılı hazırlıklar, resmi yazışmalar vardı. Yeter mi darbe planı için? Yetmez, o halde bu seminer bazı sahteliklerle inandırıcı hale gelmeli, getirilmeli. O halde yeni, sahte bir şeyler üretmek, bu gerçek hazırlıklara sahte bir şeyler eklemek lazım. "Cami Bombalamak, Kendi uçağını düşürmek" gibi hayali, sahte eklemeler de yapılırsa alın size bomba gibi bir senaryo. Ne heyecanlı değil mi? Görevimiz Tehlike dizisi gibi. Başlayalım… Aşağıda anlatılanlar ve isimler tamamıyla açık kaynaktan alınmıştır. Ne derece doğrudur, değildir, adli soruşturma ile incelenmesi gerekir.

Taraf paçavrası, "Cami bombalamak, kendi uçağını düşürmek." Yalanın sonu yok.

Adı Orhan Aykut'tu. "Matkap" adı verilen 2008 yılında yapılan bir operasyon kapsamında tutuklandı, hakkında dava açıldı. Tutuklandı. Tekirdağ ve Metris Cezaevi'nde yattı. Bu dava sonucunda ceza da aldı. Tahliye edildi. Daha sonra cezası Yargıtay'ca bozuldu. Şimdi de aramızdadır.

Kendisini eski bir ülkücü olarak tanıtan Orhan Aykut, tutuklu iken 13 Aralık 2010'da Tekirdağ Cumhuriyet Savcılığı'na başvurarak Ergenekon ve Balyoz davaları ile ilgili bir suç duyurusunda bulundu. Sıkı durun, sahte belgeler nasıl üretildi, önemli açıklamalarda ve iddialarda bulundu.

Aykut, Balyoz Davası dosyalarının bir bavul içinde, Amerikalı bir senatör ve ordudan ayrılma bir binbaşı tarafından 22. Dönem AKP Diyarbakır Milletvekili İhsan Arslan[9]'ın ofisine getirildiğini ileri sürdü. Aykut belgelerin burada sıraya dizildiğini, bazılarına eklemeler yapıldığını, bazılarının üzerinde oynandığını da suç duyurusunda iddia etti. İlave olarak Ergenekon Davası'na ilişkinde iddialarda bulundu. İddiaların detayları şu şekildeydi[10];

Orhan Aykut'un iddiaları

1- Ergenekon silahları olarak bilinen ve gömülü olarak bulunan silahları kimin gömdüğünü biliyorum.

2- Aynı kişiler henüz bulunmamış silah ve mühimmat da gömdüler, bunların yerini biliyorum.

3- Diyarbakır Milletvekili İhsan Arslan askeri rütbeli kişiler hakkında bilgiler topluyor, Ankara'daki 22 katlı binasının 5'inci katında bu belgeler üzerinde ilaveler yaptırıyor ve bazı sahte belgeler oluşturuyor.

4- Eski Van Savcısı Ferhat Sarıkaya, İhsan Arslan'a sahte belge hazırlama ve bilgi toplama işinde yardım ediyor.

5- Amerikalı bir senatör ve ordudan ayrılma uzun saçlı bir subay Balyoz Davasına neden olan belgeleri bir çuval içinde getirerek İstanbul 4. Levent'teki bir otelde benim de bulunduğum sırada İhsan Arslan'a teslim etti.

6- Çuval içindeki belgeleri İhsan Arslan bizzat kendi aracı ile Ankara'ya götürdü, söz konusu 22 katlı binanın 5'inci katında bu belgelere eklemeler yapıldı, ayrıca sahte belgeler oluşturuldu.

7- Zir Vadisi'nde bulunan silahları Ankara Emniyeti İstihbaratındaki polisler gömdü. Bu silahlar hükümete bir başkaldırı olması hâlinde kullanılacaktı.

8- İhsan Arslan, Tuncay Güney'e Mevlüt Çınar adına sahte pasaport hazırladı. Güney bu pasaportla Türkiye 'ye giriş yaptı. Kendisine 300 bin dolar para verilerek Ergenekon hakkında açıklamalar yapması dikte ettirildi. Güney'in ifadesi yine Ankara'daki Arslan'ın ofisinde kayda alındı."

Nasıl iddialar? Film gibi değil mi? Kimler yok ki. Milletvekili, Savcı, Emniyet Müdürü, ABD'li bir senatör… Bir insan durup dururken bu iddialarda neden bulunur? Bir de iddialar hayatın akışına çok uyuyorsa..? Yine iddialarında yer verdiği adları neden hedef alır? Ne amaçlamaktadır? Birçok soru var? Ama ilginç değil mi? Hal böyle olunca bu iddialar hakkında asrın iftirasına uğrayan Balyoz Sanıklarının, avukatlarının ve bazı muhalefet milletvekillerin de aralarında bulunduğu değişik kişilerce defalarca suç duyurusunda bulunuldu[11]. Kovuşturmaya Yer olmadığı kararları ile sonuçlandı. Bazı gazetelerde konu haber yapıldı, Aykut'un kendisiyle röportajlar yapıldı. Hatta bu konuda kitaplar da yazıldı[12].

Örneğin, Caner Taşpınar'ın kaleme aldığı "Damat — Fethullahçıların AKP'li Kayınpederleri[13]" adlı kitapta Orhan Aykut ismi ve iddiaları detaylı olarak yer aldı[14].

Kitapta, Orhan Aykut'un FETÖ'cü Emniyet görevlisi Ramazan Akyürek'in Yardımcı İstihbarat Elemanı olduğu, Aykut'a her türlü silahı taşıyabilir kimliği verildiği, bu kimlikle ayrıca İstihbarat Daire Başkanlığı yazan her yere girip çıkabildiği, kendisinin ayrıca Kırmızı Pasaportu olduğu da detayları ile yer almaktadır. Aykut iddialarını bu kişilerle yaptığı telefon konuşmaları ile desteklemektedir. Ayrıca birebir bu kişilerle görüşmelerini, buluşmalarını yer, zaman vererek anlatmaktadır. Fakat Savcılığın, Orhan Aykut'un Akyürek'le olan telefon konuşmalarıyla ilgili 'devlet sırrı' olduğu kanaatine varıp bunları dosyaya koydurmadığı da kitap da yer alan iddialardan birisidir.

CHP eski Milletvekili Umut Oran, dönemin Adalet Bakanı'na bir yazılı soru önergesi verdi. Ancak soruşturmaya yer olmadığı kararları ve cevapsız bırakılan sorular, iddialar…

Sadece biri…Yurt haberi, 25 Ekim 2012.

İddialar, AKP eski Milletvekili İhsan Aslan üzerineydi. Bu zat yukarıda dip notta detayı verdiğim şekilde Orhan Aykut'u yalanlamıştır. Dava da açmıştır. Fakat yıllar sonra kendisiyle BBCTürk tarafından yapılan bir röportaj ve burada söyledikleri sır perdesini yine aralamıştır.

Şöyle demektedir:

"… Kesinlikle biz Türkiye'yi yönetmeye taliptik. Bütün insanları adalet üzerinden yönetmeye taliptik. Alevi, Roman, Kürt kardeşlerimizin, Müslüman dindar vatandaşlarımızın sorunlarını çözmeye niyet etmiş ve bunun için adım atmış bir kadroyduk[15].

İlk aşamada askeri vesayet vardı, adım atamıyorduk. Ne zaman ki ciddi bir mücadeleyle askeri vesayeti ortadan kaldırdık, orada yılana sarıldık. İşbirliği yaptık.

Tahmin etmediğimizden fazla onlar işin içine girdi. Hatta onlar lokomotif oldu, biz arkada icraatta bulunduk. Sonra FETÖ'nün vesayeti gündeme gelmeye başladı. Biz bunu fark ettiğimizde irkildik. Ondan sonra da tabii kıyamet koptu. O güne kadar hukuk içinde kalmaya azami dikkat gösteriyorken 15 Temmuz'dan sonra doğrusu panikledik ve olayın vahameti karşısında ancak yargıyı kullanarak başarılı olabileceğimiz kanaatine vardık.

Onların yargıyı kullanırken kullandığı bütün taktikleri, araçları, biz kullanmaya başladık, can havliyle…

Her konuya müdahaleleri söz konusuydu. Ne zaman ki onların bazı taleplerine hayır demeye başladık, onlar sertleşmeye başladılar. Kabullenemediler. Bazı olaylar oluyordu ama somut olarak dershanelerin kapatılması asıl kopuşu getirdi.

Eğitim sistemini reforme etme adına ve vesayetini geriletme adına müdahale ettiğimizde çok sert tepki verdiler. Ben o dönemde bazı arabuluculuklarda bulundum ama çözülemedi ve gittikçe kavga büyüdü…"

Burada kısa bölümü yer alan röportaj sonrası kendisi hakkında AKP tarafından disiplin soruşturması açıldı[16]. Uyarı cezası ile soruşturma kapatıldı. Konuya noktayı koyuyoruz. Sonuç bölümünde bu konu ile ilgili görüşlerimizi ileteceğiz.

Şimdi konumuza asrın ihanetine, Balyoz Davasına dönelim. Dava pişirilmiş, tetikçiler tayin edilmiş, davanın alt yapısı ve hukuki şartları da hazırlanmıştı.

11 ŞUBAT 2011 ÖNCESİ… DAVA İLE İLGİLİ KUVVETLİ KUMPAS ŞÜPHESİ ORTAYA ÇIKIYOR…

Asrın İhaneti Balyoz Davası Silivri'de görülmeye devam ediyordu. Devam ediyordu da aslında çoktan çökmüştü. 19 Aralık 2010'da başlayan duruşmalar öncesinde davanın en önemli sanıklarından E. Org. Çetin Doğan'ın kızı ve damadı tarafından yazılan bir kitap davayı ve iddianameyi çoktan çökertmişti[17]. Kitap da çok net olarak savcılıkça iddia edilen suçlamalar, yer, zaman ve isimlerle çürütülüyor, bu iddianamenin sahte deliller üzerine kurulduğu açıkça kamuoyu ile paylaşılıyordu. Kitap hakkında dava öncesi bazı TV kanalları Pınar Doğan ve Dani Rodrik ile röportaj yaptılar. Duruşma öncesi açıklamaları çok ses getirdi. Dava iddialarına karşı daha dava başlamadan derin şüpheler oluşmaya başladı.

Mahkeme davanın görülmesine karar vermişti. Fakat başlamadan her haliyle çökmüştü. Duruşma öncesinde sahtelikler ayyuka çıkmıştı. Normal bir hukuk düzeninde bir mahkemenin dava açılmadan bu iddianameyi ret etmesi gerekirdi. Fakat mahkeme davayı sürdürmekte ısrarlıydı. Çünkü görevlendirilmiş FETÖ tetikçileriydiler, özenle seçilmişlerdi ve görevlerini yapmalıydılar. Savcı Savaş Kırbaş, Hüseyin Kaplan Hâkimler Ömer Diken, Ali Efendi Peksak, Murat Üründü ve Aytekin Özanlı… Özel görevlendirilmiş, seçilmiş tetikçiler…

İşler ve iddianame yayınlanan kitap, sanık ve avukatlarının sahtelikleri ortaya çıkartan açıklamalarıyla, sarpa sarmıştı. Medyadan ve sosyal medyadan sahteliklerle ilgili haberler çıkar olmuştu. Dava sanıkların lehine dönmüştü. Yeni bir şeyler gerekiyordu. Yine FETÖ'nün kirli eli devreye girdi. Zaten girmedikleri delik de kalmamıştı. Sansasyonel bir şeyler gerekiyordu. Dava da denizciler ağırlıklıydı. O halde denizcilerin mabedi Donanma K.lığı seçildi.

TSK içindeki bir dizi askeri casusluk ve şantaj iddiaları ile ilgili yürütülen soruşturma kapsamında, Gölcük Donanma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğü'ne özel yetkili savcı Fikret Seçen başkanlığında 06 Aralık 2010 tarihinde gönderilen bir ihbar e-postasına istinaden yapılan baskında İstihbarat Kısım Amirliği odasının döşemesi altında 10 çuval ele geçirildi. Seçen, ilk defa girdiği Donanma Karargâhı'nda hiç yabancılık çekmeden eliyle koymuş gibi istediklerini buldu. Hatta konuya ve ihbarda sözü edilen odanın döşemelerine o kadar hâkimdi ki, odanın tabanındaki döşemeleri kaldırabilmek için gereken vantuzlu aleti bile yanında getirmişti. Bu çuvallarda 43 klasörün sözde "Balyoz Harekât Planı" ile ilgili olduğu anlaşılması üzerine ilgili klasörler, Balyoz darbe planı davasını yürütmekte olan İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderildi. Mahkeme rahat bir nefes aldı. Yandaş medya her gün zuladan çıkan ve tutanakları tutulan kâğıt parçalarını haber yapar olmuştu. Mahkeme artık adımları atmalıydı. Türk hukuk tarihinin en kara günlerinden birine yaklaşılmaktaydı.

Yalan haberler ile kamuoyu yanıltılıyor…

11 ŞUBAT 2011, "ASRIN İFTİRASI BALYOZ DAVASI" DURUŞMASI…

11 Şubat 2011. Cuma günüydü. O gün bir tuhaflık olduğu ortadaydı. Zaten Mahkeme Heyeti[18] duruşmaların başından beri hukuksuzlukların mahkemesi olmuştu. Fakat fütursuzca buna devam ediyorlardı. [19]

Sözde Cumhuriyet Savcısı ve adaleti sözde dağıtan hakimler!!!

Mahkeme, duruşmanın açılışında Gölcük'te ortaya çıkan çuvallarla ilgili kendilerine gönderilen müzekkereyi okudular. Davaya müdahillik talepleri de vardı. İlginç şeyler oluyordu. Sonra mahkeme heyeti, fısır fısır aralarında bir şeyler konuştular. Bu gelişmeler ile ilgili tüm avukatların ve sanıkların bir diyeceği olup olmadığını sordular. Önce avukatlar görüş ve mütalaalarını bildirdiler. Daha sonra sanıklar sırayla tek tek beyanlarını verdiler. Avukatlar ve sanıklar hazırlıklıydı. Burada belge diye çıkan paçavralarda birçok sahtelik olduğu, akla, mantığa sığmayan tutarsızlıkların bulunduğu örneklerle mahkemeye sunuldu. Buradan çıkanların yeni bir durum oluşturmayacağı, çıkanların süratle bilirkişi incelemesinden geçirilerek tutarsızlık ve sahteliklerin açığa kavuşturulması talep edildi. Ve özellikle bunların buraya nasıl girdiğinin de araştırılması istendi. Sanıkların davaya müdahil olmak isteyen kişi veya STK'lara (Bu kişilerden biri de günümüzde milletvekili olarak AKP Grup Başkanvekilliği yapan o dönem Avukat olarak Hukukçular Derneği Başkanlığı yapmakta olan Cahit ÖZKAN[20]'dı) karşı beyanlarının alınması aslında mahkemenin bir yoklama oyunuydu. Daha sonra olacaklar için mahkeme salonunda hangi sanıkların hazır olduğunun bir sağlaması gibiydi. Mahkeme Başkanı tek tek sanıkları kaldırırken " Kendisi burada veya yok" gibi ifadelerle mevcudiyeti teyit ediyor, mahkeme üyelerinden birinin liste üzerinden bu durumu kayıt altına aldığı gözden kaçmıyordu.

O gün diğer duruşma günlerinden daha çok kolluk kuvveti mahkeme salonundaydı. Bu dikkat çekiyordu. Sanki bir şeyler hazırlanıyordu da tedbir alınıyor gibiydi. Jandarmaların bir hareketliliği vardı. Bu da dikkat çekiciydi.

Mahkeme Heyeti de her zaman olduklarından daha bir suratsız ve stresli görünüyorlardı. Sık sık aralarında ağızlarını elleriyle kapatarak konuşuyorlar, mahkeme salonunu süzerek kontrol altında tutmaya çalışıyorlardı.

Daha sonra Mahkeme Başkanı, Savcı Savaş KIRBAŞ'a döndü ve mütalaasını sordu. Savcı da hazırlıklıydı, yeni deliller kapsamında 196 sanıktan 163'ünün tutuklanmasına deyiverdi. Bu beyanla ortalık bir anda karıştı. Avukatlar bağırmaya başladılar… Mahkeme Heyeti tarihi açıklamayı yapıverdi. "Kararımızı almak üzere içeri giriyoruz. Savcı mütalaası önemlidir, kimse duruşma salonunu terk etmesin. Salondan ayrılmasın, kolluk kuvvetlerince de gerekli tedbirler alınsın." Uzunca bir süre karar beklendi. Mahkeme salonunda mübaşir olarak bulunan Aydın Bey, heyetin gayet mutlu olduğunu Savcı ve Mahkeme heyetinin duruşma salonu arkasında elleri ile birbirlerine çak yaptığını ve çay, kahve içtiklerini haber veriyordu. Çaylar içiliyordu fakat karar bir türlü açıklanmıyordu. Dizilerin, yarışma programlarının başlanılması bekleniyordu tahminen.

Mahkeme Heyeti, kararı açıklamak üzere yerlerin alınmasını istedi. Ve…

"… Gölcük'teki Donanma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğü'nde ele geçirilen belgeleri dava dosyasına ekleyen mahkeme, 11 Şubat 2011 tarihinde "dosyadaki delil durumu, dosyada kuvvetli suç şüphesini gösteren olguların bulunması, delillerin tam olarak toplanılmamış olması, sanıkların konumları itibarıyla delillere etki yapma ihtimalinin olması, tanıkların henüz dinlenilmemiş oluşu, atılı suçun CMK'nın 100. maddesinde belirtilen katalog suçlardan olması, belirtilen bu sebeplerle adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı" gerekçeleriyle 134 sanığın tutuklanmasına, 29 sanık hakkında da yakalama kararı çıkarılmasına…" karar verdi.

Mahkeme Heyetinin karar sonrası, salonu koşarak terk etmesi ve sanıkların Harbiye Marşını topluca söylemeleri de bu tarihi güne ayrı bir not olarak düşüldü. Mahkeme salonunda sanıkların etrafı jandarmalar tarafından çevrildi. Oldukça hatırı sayılır bir jandarma karar öncesi salonda konuşlandırılmıştı zaten. Devletin şerefli askerleri için mahpus günlerinin ilk adımı atıldı.

Oyun büyük oynanıyordu. Hemen görsel basın son dakika olarak alt yazı geçmeye başladı. Tutukluluk istenen askerlerden eski Hava, Deniz Kuvvetleri Komutanları ve Orgeneraller, amiraller vardı. Muvazzaf general, amiraller ve alt rütbelere doğru giden bir yıldızlar kümesi vardı. Aslında TSK'nın bir yarısı teslim alınıyor, Abant hayali gerçek oluyordu. Bu tutuklamalar ile BALYOZ-2 ve BALYOZ -3 Davalarının da dosyaları oluşturuldu ve tutuklamalar 325 kişiyi buldu… Balyoz-2 ve 3 Dava dosyaları ile tutuklananların birçoğu seminere katılmamışlardı. Aslında artık bunun bir anlamı da kalmamıştı. Seminer bahane edilerek karacısıyla, denizcisiyle, havacısıyla, jandarmasıyla, TSK bitiriliyordu.

SONUÇ, BU BİR TUTUKLAMADAN FAZLASIYDI. NEDEN Mİ?

O akşam belki 163 asker tutuklandı fakat ülkenin tüm kurumları ile bir imtihandan geçildi. İrdeleyelim.

1. "Askeri Vesayeti Yıkalım." diye çıkılan yol demokratik yollarla ve demokratik bir uzlaşı ile değil, kirli, hain ve kumpas adı verilen askere kurulan tuzakla sonuçlandı. Siyaset kirli oyuna alet oldu. Bu tutuklama ile Abant Toplantısında ortaya çıkan düşünce, aksiyona geçirildi. Bu aşamaya nereye varacağı düşünülmeden hukuki alt yapı hazırlandı ve kirli oyuna göz yumuldu. FETÖ'nün siyaset ve tüm kurumlar içerisinde bütünüyle güçlenmesine olanak sağlandı. Tetikçiler seçildi, roller dağıtıldı, herkes rolüne soyundu… Görevler icra edildi. 15 Temmuz'a giden yolun siyasi fakat hukuki olmayan taşları döşendi. Bağırsak temizliği siyasileri kirletti.

2. Türk Silahlı Kuvvetleri bu kumpastan en zararlı çıkan kurum oldu. 15 Temmuz Hain Darbe girişiminin yolu açıldı. TSK, Kendisine kurulan tuzağı anlayamadı. Tedbirlerini zamanında yeterince alamadı. Oyun dışında kaldı. TSK'daki silah arkadaşlığı kavramı zarar gördü. Tutuklananların komutanları, mahkemelere tanık olarak gelmekten imtina ettiler. Kasaptaki ete soğan doğramadılar. Bu dayanışma dışı tutum, silah arkadaşlığını ağır bir darbeye uğrattı. Burada en önemli konu, bu davalarda hayatını kaybeden arkadaşlarımızın durumudur. Bu arkadaşların arkasından TSK muazzam bir vefasızlık örneği gösterdi. Bu arkadaşlar sanki yok sayıldı. Ailelerinin tazminat talepleri komik gerekçelerle reddedildi. Bu arkadaşların anmalarına TSK'nin resmi katılımı olmadı. Bir çelenk bile göndermediler. Bu davalara kurban verdiğimiz arkadaşlarımızın isimleri ilelebet yaşasın diye Belediye Parklarına verildi, TSK bu arkadaşlarımızın ismini değişik tekliflerimize rağmen gemilere dahi vermediler. Eleştiri de bulunan arkadaşlarımızın cezaları, Orduevlerine giriş yasakları oldu. Sanık yakınlarından davalar devam ederken yargılamaların sonucunu göremeden vefat edenler oldu. Oğullarının, damatlarının suçsuz olduklarını göremeden vefat eden yakınlar. Bu vebal böylece ortada kaldı. Her halde hala elleri bu kumpası kuranların üstündedir diye değerlendiriyorum. TSK'nin hiyerarşik düzeni ve kurumları yok edildi. Yapılan tutuklamalar sonucunda Yüksek Askeri Şura'da terfi etmesine kesin gözüyle bakılan askerler tasfiye edildiler. Terfi etmesi mümkün olmayan askerler terfi ettiler. Terfi edenlerin büyük kısmının FETÖ'cü kadrolar olduğu 15 Temmuz'da ortaya çıktı. 15 Temmuz'un yolu açıldı.

3. TSK, kurumsal tepkisini gösteremedi. Bu tepkisizlik güdüme girmiş bir TSK oluşturdu. Tepkisizlik öyle bir çaresizliği beraberinde getirdi ki 26'ncı Genelkurmay Başkanı terör üyeliğinden tutuklandı, itirafçı bir PKK'lı terörist hakkında tanık olarak dinlendi ve hatta o Genelkurmay Başkanı ceza aldı. TSK gıkını çıkaramadı ve hala da çıkaramıyor. Genelkurmay Başkanı Org. Işık Koşaner ve diğer Kuvvet Komutanları bu tutuklamalar ve sonrasında devam eden olaylara tepki olarak istifa ettiler. İstifalarını açıklayan duyuruları televizyon kanallarında alt yazı olarak geçti. Siyasi iktidar bunu demokrasinin bir zaferi olarak duyurdu. İstifa istenilen sonuca ulaşmadı. Nafile girişim olarak kaldı. TBMM 15 Temmuz darbe girişimini araştırmak amacıyla kurulan Meclis Araştırma Komisyonunda konuşan Koşaner, neden istifa ettiğini şu sözlerle anlattı:

"… TSK'dan büyük bir kitle hapisteydi. Savcı ve hâkimler bir şey yapmıyordu. Rastgele toplu tutuklamalar vardı ve bunlarla TSK'ya mesaj veriliyordu. Mesaj, aşağılamak ve kendi kadrolarına yer açmaktı. Biz askeriz, biz emir verdiğimiz zaman o asker ölüme gider. Biz de personelin hakkını ölümüne savunduk. Yüksek Askeri Şura'da bu askerlerin hepsini bana attıracaklardı, bu mümkün değildi. Yaptığım zaman ben de bu suça ortak olurdum…"

-Akıllarda bu rezil manşet kaldı!!!

Sayın Koşaner belki suça ortak olmadı, tespitleri doğruydu, yaptığı onurlu bir davranıştı fakat kurumsal olarak planlanmadan yapılan bireysel istifa, sonuca ulaşmadı. Bir direniş, adalet ateşi çaktırmadı. Safları sıklaştırmadı. Çözüm de olmadı. Söndü gitti. Siyasi iktidar tarafından kullanıldı. Merdivenleri üçer beşer koşarak çıkan diğer komutanlar boş koltukları doldurdular ve sonrasında tamamıyla siyasi iktidar güdümüne giren ve 15 Temmuz Hain Darbe girişimini yapanları terfi ettiren bir komuta yapısı ve TSK ortaya çıktı.

4. Hukuk bu kumpaslardan yara alarak çıkan en önemli kurumlardan biri oldu. Hukukun kötü maksatlı ve siyasi olarak kullanılmasının acılarına ve sonuçlarına tanık olduk. Hala da olmaya devam ediyoruz. Hukukun çivisi çıktı. Oysa mahkemelerimizde, "Adalet Mülkün Temeldir." yazıyordu. Bu davalar sonucunda hukuka güven sıfırlandı, temel falan kalmadı. Öyle hukuksuzluklar yaşandı ki evrensel hukuk kurallarından uzaklaşıldı. Hukuk darbe dönemlerinin hukukunu aratır oldu. Adalet, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde, Birleşmiş Milletler Keyfi Tutuklama Komisyonlarında aranır hale geldi. Sözde pansuman tedbir olarak adalet reformları yapıldı. Hala bugün yeni bir adalet reformundan bahsediliyor.

5. Aydınlar sınıfta kaldı. Uğur Mumcu şöyle diyor: "Bir kişiye yapılan haksızlık. Bütün topluma ve insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur. Susmayı yaşam biçimi haline getirirseniz, ülkedeki adaletsizlikler sizin suskunluğunuzdan, eylemsizliğinizden güç alır. Gözlerin varsa göreceksin. Kulakların varsa duyacaksın. Ellerin varsa uzatacaksın." Aydınların çoğu bu tutuklamaları, adaletsizlikleri görmedi, duymadı, el uzatmadı. Olağan bir durum gibi görüldü, tepkisizlik aydınlar için yaşam biçimi haline geldi. "Yetmez ama Evetçiler…" kendilerini kandırdılar. Çanak tuttular. Böyle olunca da adaletsizlikler güç aldı. Bu tepkisizlik hala devam ediyor ne yazık ki.

6. Basın sınıfta kaldı. Kumpasın saç ayaklarından birisini FETÖ basını ve yandaş gazetecileri teşkil etti. Bu basın hedef gösterdi, sahte delil üretti, bunları yayınladı, tetikçilerin yaptıklarına destek oldu ve görsel kaynak sağladı. Peki diğer ulusal basınımız bu etik olmayan basına karşı nasıl durdu? Nasıl mücadele gösterdi? Bir elin parmağını geçmeyen gazete, internet haber kaynağı direndi, onlar yalnız bırakılarak diğer kumpas davaların hedefi haline getirildiler.

Tutukluluk sonrası da yalan haberlere devam edildi. Tutuklu subayları Hasdal'dan süreci yönlendirmekle suçluyorlar…

Fenerbahçe Orduevi önünde 'Balyoz' protestosu (yenisafak.com) Basın açıklamasını yapan tanıdık. Günümüzde milletvekili olarak AKP Grup Başkanvekilliği yapan o dönem Hukukçular Derneği Başkanı avukat, Cahit ÖZKAN'dır.

7. Dava belki bitti. Hesap görüldü mü? Hayır. Hala birçok soru işareti ortada çözülmeden duruyor. Dava sonuçlandı. Dava da öne sürülen sahte belgelerin ve kumpasın tüm izlerini yeni yargılamalarda ortaya saçıldı. TSK'lerinin güzide evlatlarına ve dolayısıyla TSK hedef alınmıştı. Olay büyüktü. TSK zayıflatılarak devletin bekası hedef alınmıştı. Peki, kim hedef almıştı? Bu sahtelikleri kim hazırladı? Kimler ile iş birliği yaptı? Bir üst akıl var mıydı? Bunlar çözülemedi. Bu sözde davanın hâkim ve savcıları 15 Temmuz hain darbe girişimi sonrası FETÖ üyeliğinden ceza aldı. Ancak o davalarda asrın ihaneti Balyoz davası mağdurlarının müdahilliği kabul edilmedi. Bu mağdurların Nisan 2012'de HSYK'ya yaptıkları şikâyetler reddedildi. Daha sonra 2015 yılında yeni oluşturulan HSYK müfettiş görevlendirdi ve şikâyetlerin devam edip etmediğini sordu. Devam ettirdiğimiz şikâyetler karşın o hâkim ve savcılara ancak 2020 yılında dava açılabildi ve halen ağır aksak yürüyor! Nedense mağdurlara adalet hep uzak kalıyor!

Bitmedi, daha ayıbı bunca sahteliğe rağmen yeniden yargılama sonucu beraatlara Savcılık yine bazı sanıklar açısından itiraz etti. Böyle rezil bir dava hala Yargıtay'da açık olarak duruyor. Devlet bu rezilliği sonlandıramadı. Kumpasa uğrayan sanıklardan bir özür dilenmedi. Tazminat davaları hala sürüyor. Tazminatlara kimi yüksek, kimi az, armudun çöpü, üzümün sapı diye Hazine Avukatları itiraz ediyor. Devletin bir özür dilemesi gerekir, değil mi? Hayır. Böyle bir şey yapılmadı.

Bu dava sırasında arkadaşlarımız şehit oldular, sanıkların yakınları vefat ettiler. Bu vebal duruyor. Sanki bu dönem yaşanmadı gibi devletimiz, TSK, suskunluğunu koruyor.

8. En büyük kazanan emperyalist güçler oldular. TSK'ni zayıflattılar, Türk demokrasisini menfaatleri doğrultusunda yönlendirme fırsatı buldular. Korku kültürü hâkim kılındı. Artık hayır diyecek ne asker ne aydın kaldı. Yeni bir demokrasi anlayışı ülkeye yerleşti. Asker kendi derdi ile uğraşıyordu. Fakat kervan yolda düzülüyordu. Türkiye'nin birçok kırmızıçizgisi tartışmaya açıldı. Kıbrıs'ta referandumda Rumlar "hayır" demeseler az daha "Yes be, annem" olacaktı. Ermenistan ile yapılan antlaşmalar Ermenistan Parlamentosundan döndü. Güneydoğu sorunu ile ilgili "Çözüm Süreci" felaketi için ne söylenebilir bilmiyorum? Habur rezaletini hatırlamak bile istemiyorum. Türkiye'nin Cumhurbaşkanlığı Sistemine geçişi her şeyin üstüne tuz biber ekti.

Asrın İftirası Balyoz Davasının özeti bu karikatürdür.

Bu kadar önemli tespit ve değerlendirmelerden sonra keşke bir ders alınmış ve sorumlular ortaya çıkartılmış olsaydı. Fakat öyle değil, hala çözümlenmemiş, cevap bekleyen sorular var?

YANIT BEKLEYEN SORULAR…

11 Şubat'ta yaşanan bu önemli olayın 10'uncu yılında şu soruları tekrar sorarak cevap arıyorum:

1. Sahte Balyoz belgeleri, CD'ler nasıl ve kimler tarafından oluşturuldu? Orhan Aykut ve İhsan Aslan'ın gerçekten bir rolleri var mıdır? Bu zatların bir rolü yoksa kimin vardır? Bu konuyla ilgili nasıl bir araştırma yapılmıştır veya yapılmaktadır?

2. Sahte Balyoz bavulu Taraf gazetesine nasıl getirilmiştir? Kim getirmiştir? 1'inci Ordu Komutanlığından ses kayıtlarını ve belgeleri kim dışarı çıkartmıştır? 15 Temmuz'un kritik darbecisi Tanju Poshor bu yönüyle araştırılmış mıdır? Bu konuyla ilgili nasıl bir araştırma yapılmıştır veya yapılmaktadır?

3. Gölcük Donanma Komutanlığı'nın göbeğine sahte belgeleri içeren üzerinde oynanmış, eklemeler yapılmış hard diskleri ve diğer sahte belgeleri kim/kimler yerleştirmiştir? Nasıl yerleştirilmiştir? FETÖ'cü savcılar nasıl haberdar edilmişlerdir? Bu konuyla ilgili nasıl bir araştırma yapılmıştır veya yapılmaktadır?

9. FETÖ'cü Mahkeme Başkanı Ömer Diken ve diğer mahkeme üyeleri nasıl ve kimler tarafından Mahkeme Heyetine seçildi? Mahkeme Heyeti bu yönüyle araştırıldı mı? Bununla ilgili bir soruşturma yapıldı mı?

10. Pasif görevlere atanan diğer mahkeme başkanları ve üyeleri nasıl ve kimler tarafından görevden alındı? Bu duruma kimler ön ayak oldu?

11. Bunca sahteliğe rağmen mahkemenin kararlarını onayan Yargıtay üyeleri ile mahkeme heyeti arasındaki ilişki araştırılmış mıdır? Bu üyelerin bu daireye atanmasına kimler ön ayak olmuşlardır?

12. TÜBİTAK nasıl ele geçirildi? Bilim ve tekniğe aykırı olarak Bilirkişi raporu hazırlayan Bilirkişilere ne oldu? Bu raporlardan birisini hazırlayan FETÖ'cü Kr.Plt.Kur. Bnb. Ahmet Erdoğan nerededir? Bu bilirkişi raporu nasıl, hangi şartlarda hazırlanmıştır? Rapor için bir yönlendirme yapılmış mıdır? Yurt dışına kaçan bu FETÖ'cüler takip edilmekte midir? Hukuksuz arama yapan, sahte delil yerleştiren, sahte tutanak ve Balyoz Dosyası için belge düzenleyen emniyet güçleri hakkında ne yapıldı?

13. Taraf ve Zaman gazeteleri, Hâkim, savcı, polis, bilirkişi, Samanyolu TV irtibatı, ortaklığı ve işbirliği araştırıldı mı? Bu konuda bir iz sürüldü mü?

14. Davalar süresince şehit olan arkadaşlarımızın hesabını kime soralım?

15. Tüm bu hukuksuzluklara çanak tutan Anayasa ve kanun değişiklikleri kimler tarafından hazırlandı ve kimler buna ön ayak oldular?

16. Tüm bunları kotaran, koordine eden bir üst akıl var mıdır, bu araştırıldı mı?

17. Tüm bunları titizlikle araştıracak Ankara'da savcılar var mıdır? Kendine kumpas kurulan TSK ve MSB'lığı bu konuda ne yapmaktadır? Bu konu üzerinde bir soruşturma talepleri olacak mıdır yoksa bu konunun unutulmasına müsaade edecekler midir?

Son verirken böyle rezil bir davada şehit verdiğimiz, davanın sonunu göremeden aramızdan ayrılan komutan, silah arkadaşı ve yakınlarına rahmet ve sabırlar diliyor, bu süreçte az da olsa bizlerin yanında duran ülkemin koca yürekli gazetecilerine, vatanseverlerine, birlikte mücadele verdiğimiz avukatlarımıza saygılarımı sunuyorum. Bu davanın sonuna kadar takipçisi olacağımızı bir kez daha hatırlatıyorum.

[1] Örneğin: Avrupa Birliği 2010 Yılı Türkiye İlerleme Raporunda; Asker-Sivil ilişkilerine yoğun bir ilgi gösterilmekte, ciddi yer verilmekte ve şu ibareler yer almaktadır;

"…Silahlı Kuvvetlerin sorumluluk alanları dışındaki siyasi konulara resmi veya gayri resmi şekilde etkide bulundukları durumlarda azalma görülmüştür. Bununla birlikte, Genelkurmay Başkanı devam eden davalar ve soruşturmalar hakkında zaman zaman yorumlarda bulunmuştur. Bu tür demeçler hakkında vatandaşlar ve sivil toplum kuruluşları (STK) tarafından suç duyurusunda bulunulmuştur. Bununla birlikte adli takibat yapılmamıştır. Ordunun, bazı medya kuruluşlarına yönelik seçici akreditasyon uygulaması sürmüştür. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin görevlerini tanımlayan ve askerlere siyasete müdahil olacak şekilde geniş bir hareket alanı sağlayan bir madde içeren Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu'nda değişiklik yapılmamıştır. Milli Güvenlik Kurulu Kanunu ise, yoruma bağlı olarak neredeyse tüm politika alanlarını kapsayacak şekilde geniş bir "güvenlik" kavramı içermektedir. Savunma bütçesinin TBMM tarafından denetimi ve Sayıştay'ın Silahlı Kuvvetlerin sahip olduğu mallar üzerindeki denetimi konularında ilerleme kaydedilmemiştir. Sayıştay Kanun Tasarısı, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu tarafından Mayıs ayında kabul edilmiş olup, Genel Kurul tarafından onaylanmayı beklemektedir. Sonuç olarak, güvenlik güçlerinin sivil denetimi konusunda ilerleme sağlanmıştır. Askeri mahkemelerin yargı yetkisi sınırlandırılmış, YAŞ kararlarına karşı temyiz yolu açılmış ve yüksek rütbeli subayların sivil mahkemelerde yargılanabilmeleri konusunda düzenlemeler yapılmıştır. Ancak, Silahlı Kuvvetlerin kıdemli mensupları, özellikle yargı ile ilgili konularda olmak üzere, sorumluluk alanlarının dışında bir dizi açıklama yapmışlardır. TBMM'nin bütçe dışı askeri fonlar üzerindeki denetimi konusunda ilerleme kaydedilmemiştir…"

[2] Cumhuriyet Gazetesi, Güncel, Cüneyt Arcayürek, 11 Ağustos 2011

[3] Taraf Gazetesi, Alper Görmüş, 04 Kasım 2011

[4] Bu tarzda başka bir komplo teorisi için, Mahir Kaynak'ın 23 Ocak 2010'da Star Gazetesinde yayınlanan "Balyoz Planı" başlıklı yazısı da ilginç… MİT'ci Mahir Kaynak, bu davanın müneccimliğini makalesinde detaylarıyla yapıyordu. https://www.star.com.tr/yazar//yazar/mahir-kaynak/balyoz-plani-haber-239852.htm-yazi-517815/ Fakat internet taramasında link olmasına rağmen makaleye erişemiyorsunuz. Bu da ilginç değil mi? Siz de deneyin. Sorun yok, https://www.yenicaggazetesi.com.tr/uzmanindan-darbe-teorisi-30388h.htm linkinden konuya ulaşabilirsiniz.

[5] 15 Temmuz Hain Darbe girişiminin etkili isimlerinden, Kosova'da görevli iken izin alıp darbeye katılmak için Kosova'dan Türkiye'ye gelip TRT'yi basan, Eski Cumhurbaşkanlarından Abdullah Gül'ün yaverliğini ve Cumhurbaşkanı RTE'nin Muhafız Alay Komutanlığını da yapmış olan TSK'den atılma FETÖ'cü Kur. Alb. Tanju Poshor'un bu dönemde, 1'inci Ordu K.lığında görev yaptığını ve seminerin planlanmasında, hazırlanmasında ve icrasında en önemli görevlerde bulunduğunu hatırlatmakta yarar görüyorum. Hal böyleyken kendisi sözde Balyoz Davasının baş sanıklarından biri olması gerekirken dava da sanık yerine tanık yapılmıştır. Dava sürecinde bu duruma bir anlam verememiştik ama 15 Temmuz Darbe girişimi taşları yerine oturttu.

[6] Sözde Balyoz belgelerini bavul ile teslim alan Taraf Gazetesi muhabiri Mehmet Baransu'nun yargılaması devam ediyor… Ast Mahkemeden ceza aldı, cezanın onanması için Yargıtay süreci devam ediyor.

[7] Bu konu yıllar sonra (E) Org. İlker Başbuğ tarafından bir TV programında dile getirildi. Başbuğ, FETÖ'nün siyasi ayağını arayanların bu yasa tasarısını kimlerin Meclise getirdiklerinin peşine düşmeleri gerektiğini kibarca hatırlattı. Ne mi oldu? AKP ayağa kalktı, Başbuğ hakkında dönemin siyasileri tarafından suç duyurusunda bulunuldu. Başbuğ ifadeye çağrıldı. İfadesi alındı…

[8] Lütfen seyrediniz; https://www.youtube.com/watch?v=irG7Hy2Jp_E, Bülent Arınç yanıtlıyor, ÜlkeTV, Sıradışı Programı…

[9] https://www.ensonhaber.com/gundem/ihsan-arslandan-orhan-aykuta-cevap-deli-sacmasi-2013-01-26 AKP eski milletvekili İhsan Arslan, bu iddiaları yalanlamaktadır. Bir basın açıklamasıyla şöyle demiştir; "Matkap operasyonundan tutuklandığı, "derin devlet" rolü oynayarak insanları dolandırdığı, suç örgütü liderliği, mahkeme kayıtlarına da geçmiş bir kişi olan Orhan Aykut'un mesnetsiz iddialarını, yalan, iftira ve hezeyanlarını, haber kisvesi altında yayımlamanın, gazeteciliğin en temel ilkeleriyle de medya etiğiyle de bağdaştırılamayacağı apaçık ortadadır. Ancak Aydınlık adlı yayın organının, adet olduğu üzere bazı muğlâk ve karanlık emeller uğruna, malum şahsın geçtiğimiz günlerdeki hezeyanlarını şahsımı hedef alan bir iftira ve karalama kampanyasına dönüştürmeye kalkışması karşısında, yasal yollardan hakkımı aramaktan başka çarem kalmamış durumdadır. Bu çerçevede İstanbul Nöbetçi Asliye Hukuk Mahkemesi'ne bugün verdiğim bir dilekçeyle, tüm iddiaları tekzip ettiğimi; Orhan Aykut'a, Aydınlık Gazetesi'ne ve Anadolum Gazetecilik Basım Yayın San. Ve Tic. A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Sabuncu'ya karşı tazminat davası açtığımı kamuoyuyla paylaşmak istiyorum. Balyoz davasıyla ilgili olarak otellerde belge teslim almamdan Ergenekon davasına konu olan silahları yer altına benim gömdürmeme, İmralı'da Öcalan'la görüşmemden karanlık ilişkiler içinde olmama kadar uzanan heyezanlar dizisinin, Aykut tarafından kurgulanan hayal ürünü iddiaların, elbette ki doğru ve hakikatle hiçbir alakası bulunmamaktadır[9]."

[10] https://odatv4.com/ergenekon-ve-balyozda-sahte-belgeleri-akp-milletvekili-olusturuyor--2011121200.html

[11] Bu dipnotta konuya ilişkin bazı Savcılık ve gazete haber ve makaleleri belirtiyorum. Bu konuda yazılanlar ve açılan dosyalar bununla sınırlı değil…

TC Ankara Cumhuriyet Savcılığının 25 Aralık 2012, Karar No: 2012/75684, Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair Kararı

TC Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcılığı, 21 Aralık 2010, Karar No: 2010/874, Yetkisizlik Kararı

Yurt Gazetesi, 25 Ekim 2012, "Bu ifadeyi kimse görmüyor mu?" başlıklı haber…

Vatan Gazetesi, Can Ataklı, Orhan Aykut'un İddiaları konulu haber

Aydınlık Gazetesi, 17 Ocak 2013, "Kumpasçılara dava kapıda…" başlıklı haber

Vatan Gazetesi, 09 Nisan 2012, Mustafa Mutlu, Bu kitaptaki İddialar neden yok sayılıyor? konulu makale…

[12] https://odatv4.com/tuncay-ozkana-silahli-saldirinin-altindan-hangi-akpli-kayinpeder-cikti-17012012.html

[13] "Damat — Fethullahçıların AKP'li Kayınpederleri", Caner Taşpınar, 24 Ocak 2020, Kırmızı Kedi Yayınevi

[14] Caner Taşpınar ile kitabını görüştüm. Kendisi kitapla ilgili Ceza Mahkemesinde dava açıldığını, kitaptan çok rahatsızlık duyulduğunu , kitap ile ilgili olarak hakkında 30 yıla yakın ceza istendiğini, ilk duruşmanın Şubat 2021'de yapılacağını söyledi.

[15] https://www.bbc.com/turkce/54969559

[16] https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/akpde-eski-milletvekili-mehmet-ihsan-arslana-uyari-cezasi-cikti-1797652

[17] Balyoz, Bir Darbe Kurgusunun Belgeleri ve Gerçekler, Pınar Doğan, Dani Rodrik, Destek Yayınevi, Aralık 2010…

[18] Bu duruşmanın Savcı ve hâkimleri FETÖ ile iltisaklı çıkarak değişik cezalar aldılar. Bazı mahkemeleri de hala devam ediyor. Duruşmalar boyunca biz sanıklar tarafından kendilerine defalarca bir gün tüm bu yaptıkları nedeniyle bu sanık sıralarında oturacakları, çocuklarının yüzlerine bakamayacakları kendilerine haykırıldı. Bu sebeple hakkımızda dava da açtılar. Ama gelin görün ki bu hainlikleri yanlarına kalmadı.

[19] Bu fotoğraflar Odatv'den alınmıştır. Bir ibret fotoğrafıdır.

[20] Bu arada, Avukat Cahit Özkan'ın Hukukçular Derneği adına, Avukat Necip Kibar'ın da Rıdvan Kaya ve Hamza Türkmen adına davaya müdahil olmak için talepte bulunduğu bildirildi. Abdurrahman Dilipak'ın avukatı Salih Döğücü müdahillik talebinde bulunacaklarını söyledi. (Kısayol: 'Balyoz'da ilk beraat | NTV).

���9n�����

--

Written by V. Murat Tulga

Veli Murat TULGA, Emekli bir kurmay subaydır. Galeati Yayınevi'nin sahibidir.


https://medium.com/@vmurattulga/11-%C5%9Fubat-2011-bir-tutuklamadan-%C3%A7ok-fazlas%C4%B1-e-alb-v-murat-tulga-201479e6babc?fbclid=IwY2xjawIfE65leHRuA2FlbQIxMQABHZLPeHfppibfKmVBRD6bnu3TdDiFKsgpiCTjhkReMPk4bOYbZt8soBr1Qg_aem_JpoXzuIpIwEgt45lQ35TiA

--

- - - - - - - - - - - - - - - -

MACERA ..
. . . . . .
Kucuktum,kucucuktum,
Oltayi attim denize;
Ususuverdi baliklar,
Denizi gordum.
Bir ucurtma yaptim,telli duvakli;
Kuyrugu ebemkusagi renginde;
Bir saliverdim gokyuzune;
Gokyuzunu gordum.
Buyudum issiz kaldim,ac kaldim;
Para kazanmak gerekti;
Girdim insanlarin icine,
Insanlari gordum.
Ne yardan gecerim, ne serden;
Ne denizlerden, ne gokyuzunden ama…
Birakmiyor son gordugum,
Birakmiyor gecim derdi.
Oymus,diyorum,zavalli sairin
Gorup gorecegi.

~Orhan Veli KANIK~

- - - - - - - - - - - - - - - -

Vi Veri Veniversum Vivus Vici
Gercegin gucu evreni fethettirir.

~Latin Atasozu~

- - - - - - - - - - - - - - - -

Insanlara akillari derecesinde soz soylenmelidir

~Seyh Sadi~

- - - - - - - - - - - - - - - -

Bir erkegin bu dunya da sahip olabilecegi en degerli Sey, bir kadinin kalbidir.

~Josiah G.Holland~

- - - - - - - - - - - - - - - -

Yeryüzü balığın sırtındadır.
Cennete girecekler ilk olarak bu balığın ciğerinden yiyecektir.

~Buhari 3/51~

- - - - - - - - - - - - - - - -

İyimserliğinizi gerçekleştirin.

~Yazarı Bilinmiyor~

- - - - - - - - - - - - - - - -

Kotulukleri iyilikle sav; gorgusuzce muamelelere aldiris etme! Herkes davranislariyla karakterini aksettirir. Sen musamaha yolunu sec ve tore-bilmezlere karsi alicenap ol.

~Anonim Nasihat~

- - - - - - - - - - - - - - - -

Sahsiniza fenalik eden bir dusmani affediniz.

~Hz.Ali~

- - - - - - - - - - - - - - - -

YERLİ ARABADAN GÜMRÜK VERGİSİ ALINMAYACAK…

https://www.youtube.com/watch?v=VNGfoWwPi64

- - - - - - - - - - - - - - - -

Yenilgi, Eğitimden Başka Bir Şey Değildir.

~WENDELL PHİLİPS~

- - - - - - -







- - - - - - -

Stefan_Zweig-Bilinmeyen_Bir_Kadinin_Mektubu.epub
Nazim_Hikmet-Mapusluk_Zor_Zanaat.pdf
Charles_Baudelaire-_Paris_Sikintisi.pdf
Jean_Tardieu-YALNIZ_ONLAR_BILIR.doc
Basinc_ve_Ruzgarlar.pdf
20:17 12.613.045 Memet_Zencirkiran-Dunden_Bugune_Turkiyenin_Toplumsal_Yapisi.pdf
ISAAC_ASIMOV-SAFAGIN_ROBOTLARi.epub
Bilinmeyen-Mustafa-armagan-ufuklarin-sulta.epub
Cemal_Yildirim-100_Soruda_Evrim_Kurami_ve_Bagnazlik.epub
Dan_Brown-Kayip_Sembol.pdf
Aydin_Turk-Ateizmi_Anlamak.epub
yeniceri.epub
RUS_DEVRIMI_VE_REEL_SOSYALIZM.pdf
Kara_Kule_Cilt3_Corak_Topraklar-Stephen_King.epub
P_D_James-Kadinlara_Gore_Degil.epub
There_Are_No_Snakes_In_Ireland-Frederick_Forsyth.epub
Ayurveda_Kadim_Hint_Tedavi_Sanati-Scott_Gerson.pdf
ELS_22.pdf
Uzayda_Kaybolanlar-Robert_A._Heinlein.mobi
David_Eddings-Ellenium_3_Safir_Gul.epub
Delikanli.EPUB
Dokuz_Kehanet-James_Redfield.epub
Desmond_Morris-Ciplak_Maymun.pdf
Borclu_Olduklarimiz-Aziz_Nesin.epub
Orhan_Veli-Tum_Siirleri.pdf
Fazil_OZAY-Sinizm.docx
Roland_Topor-Masanin_Altinda.pdf
Charles_Dickens_Charles_Dickens-Buyuk_Umutlar.pdf
Bertolt_Brecht-Kafkas_Tebesir_Dairesi.pdf
Steven-Chapra-Numerical-Methods-Solutions-Manual.pdf

- - - - - - -

"> "> "> "> "> "> "> ">
- - - - - - -

OrajKalip

- - - - - - - - - - - - -
a45UyF587661
- - - - - - - - - - - - -

Grup eposta komutlari ve adresleri :
Gruba mesaj gondermek icin : ozgur-gundem@googlegroups.com
Gruba uye olmak icin : ozgur-gundem+subscribe@googlegroups.com
Grup kurucusuna yazmak icin : 0raj.p0yraz@neomailbox.net  /  oraj.poyraz@openmail.cc
Grup Sayfamiz : https://groups.google.com/g/ozgur-gundem/
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz : http://orajpoyraz.blogspot.com/
Özgürlük adam, henüz yeni kurdum.

Siyasi iktidarın sürekli yasakladığı, polisiye önlemler ile gizlemeye çalıştığı şeyleri burada biriktireceğim.

Videolar, resimler, makaleler falan.
:
http://insulaelibertatis.com/
Eposta adresleri
(Derdiniz varsa buradan ulaşın.)
:
0raj.p0yraz@neomailbox.net
oraj.poyraz@openmail.cc
HvLWPtIjJR8X@protonmail.com
0PjukdvspdUh@mail2tor.com
Tor ağı üzerindeki web siteleri
Darkweb diye bilinir, TorBrowser kullancaksınız.
:
http://45m2jpfwn6ydfrqyhw5jbqszyip45pvi6m2cyo3722wyhur6yuitgbyd.onion/
http://kbq4ghhydumvhgvwkccbad5g7ae2yho6a4llxuy2z4oa6dox6gjtngad.onion/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder