12 Temmuz 2013 Cuma

15-Türk Tabipler Birliği, Ahmet Takan, Mustafa Mutlu, Cüneyt Arcayürek, Türker Ertürk, Erdal Sarızeybek, Fatma Sibel Yüksek, Emre Kongar, Öztin Akgüç, Mümtaz Soysal, Ümit Özdağ sizin için yazdılar...


Türk Tabipler Birliği APO için gerekirse uluslar arası girişimde bulunacağını açıkladı

11 Temmuz 2013

TTB Genel Sekreteri Beyazıt İlhan'ın PKK ile yakın ilişkisi olan Fırat Haber Ajansına (ANF) APO'nun sağlık durumuyla ile ilgili yaptığı açıklama oldukça dikkat çekici.
Bu açıklamaya ilişkin PKK'nın yayın organı Özgür Gündem gazetesinde yer alan "TTB İmralı için yanıt bekliyor" haberi şöyle:

"PKK lideri Abdullah Öcalan'ın bağımsız doktor heyeti talep etmesi üzerine başvuru yapan TTB, Adalet Bakanlığı'ndan yanıt bekliyor.
TTB Genel Sekreteri Bayazıt İlhan, Bakanlığın mutlaka olumlu yanıt vermesi gerektiğine işaret ederek, bunun hem yasal hak olduğunu, hem de kamuoyundaki kaygıların böylece önüne geçilebileceğini kaydetti.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, kardeşi Mehmet Öcalan ile geçtiğimiz günlerde yaptığı görüşmede sağlık sorunlarına dikkat çekerek, İmralı'ya bağımsız bir doktor heyeti istemişti.
Öcalan, kardeşine şunları kaydetmişti: "Gözüm, ağzım, burnum ve boğazımda biber sürülmüşçesine yanmalar var.
Ağzımda küçük kabarcıklar oluşmuş.
Gözlerim sürekli yaşarıyor.
Bağımsız bir doktor heyetinin gelip tahlillerimi yapması lazım.
Sorunların neden kaynaklandığını tespit etmesi lazım."

'Bağımsız heyetin yerinde denetim yapma hakkı var'

ANF'ye açıklama yapan, Türk Tabipleri Birliği (TTB) Genel Sekreteri, Dr.Bayazıt İlhan, pazartesi günü Adalet Bakanlığı'na, İmralı'ya bir bağımsız heyetin gitmesi için resmi başvuruda bulunduklarını hatırlatarak, "İmralı'ya dahiliye, kulak burun boğaz, göz gibi alanlardan bağımsız uzman hekimler heyetinin gitmesi ve yerinde değerlendirme yapması lazım.
Bunun için başvuruda bulunduk ve henüz Adalet Bakanlığı'ndan bir yanıt gelmedi.
Bu bağımsız heyetin sağlık durumuna ilişkin rapor hazırlaması gerekiyor"
diye konuştu.

"Bu tip konulardaki şikayetler önemsiz bulunamaz.
Üstü örtülemez.
Kendisinin her türlü sağlık şikayetini ve bu yöndeki talebini dikkate alarak gidermek lazım"
dedi.

TTB Genel Sekreteri, Dr. İlhan olumsuz yanıt almaları halinde insan hakları örgütleriyle birlikte konuyu irdeleyerek uluslar arası ortamlarda, insan hakları nezdinde tartışmaya açacaklarını bildirdi.

Ali Barış KURT / ANKARA /ANF Güncellenme : 11.07.2013 11:18

http://www.ozgur-gundem.com/?haberID=77738&haberBaslik=TTB,%20%C4%B0mral%C4%B1%20i%C3%A7in%20yan%C4%B1t%20bekliyor&action=haber_detay&module=nuce

**

TTB yöneticilerinin APO'nun sağlığı ile böylesine yakından ilgilenmelerinin arka planında neler var?
Narkoterör örgütü PKK elebaşısı bebek katili APO'nun sağlık gerekçeleri ileri sürülerek serbest bırakılmasına ilişkin girişimler BOP çerçevesinde dayatılan "Özgür Kürdistan" tezgahında yeni ve somut bir aşama.
Yerli ve yabancı kaynaklar bu operasyonla ilgili ipuçlarıyla dolu.
APO'nun sağlığı sorunun (!) TTB tarafından uluslar arası alana çekileceğinin açıklanması ise bu konuda üstlendikleri küresel rolü aydınlatacak nitelikte.

TTB Merkez Konseyinin üstlendiği rolü yandaşı Diyarbakır (Amed olarak ifade ediliyor), Batman, Mardin, Van-Hakkari, Siirt, Ağrı, Şırnak, Bitlis, Muş ve Adıyaman Tabip Odaları da üstleniyor.
Bu odalar adına bugün yapılan basın toplantısında söylenenler de TTB MK açıklamalarıyla aynı.
Kaynak yine PKK'nın haber ajansı olan ANF.

"Tabip odaları sürecin (açılım) sağlığı Öcalan'ın sağlığına bağlıdır.

Tabibler Birliği'nin İmralı Adası'na gitmek için yaptığı başvuru ardından açıklama yapan Kürdistan'daki Tabib Odaları, "sürecin sağlığı Öcalan'ın sağlığına bağlıdır" dedi ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ı ziyaret için İmralı'ya gitmeye hazır olduklarını duyurdu.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın, sağlık sorunları için İmralı'ya bağımsız bir doktor heyeti talep etmesinin ardından Türk Tabipler Birliği (TTB), Öcalan'ın sağlık kontrollerini yapmak üzere İmralı Adası'na gitmek için Adalet Bakanlığı'na başvuruda bulunmuştu.
Kürdistan'da bulunan 10 tabip odası da Öcalan'ın sağlık durumuna dikkat çekmek ve Öcalan'ın sağlık kontrollerinin bir an önce yapılması için Diyarbakır Tabip Odası'nda basın toplantısı düzenledi.
Amed, Batman, Mardin, Van-Hakkari, Siirt, Ağrı, Şırnak, Bitlis, Muş ve Adıyaman Tabip Odaları adına yapılan toplantıda konuşan Diyarbakır Tabip Odası Başkanı Kemal Karadaş, Kürt sorununda ciddi aşamalar kaydedildiğine dikkat çekerek, yaşanan savaş ortamında ödenen ağır bedeller karşısında, Türkiye halklarının soruna yönelik demokratik çözüm iradesi ortaya koyduğunu belirtti."
11 07 2013 Fırat Haber Ajansı (ANF)

http://www.firatnews.com/news/guncel/tabib-odalari-surecin-sagligi-ocalan-in-sagligina-baglidir.htm

İlk Kurşun gazetesinde 10 Temmuz 2013 tarihli "Türk Tabipleri Birliği APO için devrede" başlıklı yazımda değindiğim gibi TTB yöneticilerinin kendilerine bağlı odalara ve hekimlere göstermediği ancak Özgür Gündem, Fırat Haber Ajansı gibi PKK yayın organlarında büyük bir coşkuyla manşetlere taşınan APO'nun serbest kalması operasyonunda üstlendiği rol nedeniyle duyarlı tüm tabip odalarının olağanüstü bir genel kurulda hesaplaşmak için somut adım atması gerekmektedir.

Şimdi bu odalar için görev zamanıdır.

Dr.Ali Rıza Üçer

Tıp Kurumu Genel Sekreteri

—–

Türk Tabipler Birliği APO için devrede

İlk Kurşun Gazetesi

Ali Rıza Üçer – Haberler

10 Temmuz 2013

http://www.ilk-kursun.com/haber/151542

-           -           -           -           ^^^^^ - vvvvv

Ahmet Takan: Muhafazalı silah depoları...

11 Temmuz 2013

Bırakın operasyonları, sıcak müdahaleyi...
Türk Silahlı Kuvvetleri ve emniyet güçleri Güneydoğu'da alan kontrolü ve alan hakimiyetinden de çekilince ortaya çıkan fotoğrafı net bir şekilde görüyorsunuz.

Devletin bıraktığı alan hakimiyeti tam olarak terör örgütü PKK'nın eline geçti.

İstihbarat raporlarına yansıyanlara göre; terör örgütü bölgede arazi araçları ile 35-40'ar kişilik gruplarla geziyor.
Her gün köylüleri topluyor propaganda yapıyor.
Haraç alıyor, adam kaçırıyor, gasp işkence vs..vs..

Asker ne yapıyor?

Kışlasından dışarı çıkarılmıyor..

Jandarmanın her yıl rutin olarak yaptığı Hint keneviri operasyonları Hükümet tarafından kamuoyuna "büyük uyuşturucu operasyonu" diye sunuluyor.
Terör örgütü ve sivil uzantıları AKP ile danışıklı dövüşlü bunun üzerinden yalandan yaygara koparıyorlar.
"Çözüm süreci" nde yalandan yaratılan Hükümet PKK gerilimleri ve ardından itelenen mutabakatlar ve bahar havası.
Girin sanal aleme ve bakın...
Her yıl Haziran ayının sonu, Temmuz başı Hint kenevirinin hasat mevsimi olduğu için yüzlerce operasyon haberleri görürsünüz.
Hint keneviri PKK'nın uyuşturucu trafiğinde devede kulak olur.
Nedense, PKK'nın uyuşturucu ve insan kaçakçılığı trafiğine yol veren mekanizmalar bu memlekette yıllardır hiç sorgulanmaz.
Ufak tefek operasyonlar devasa edilir..

Hain süreçte millete bir de Hint keneviri ile uyuşturucu dayadılar...

Van depreminin ardından ortaya çıkan PKK'nın büyük silah yığınakları ile ilgili yazımın ardından istihbarat birimlerindeki bir haber kaynağımla görüştüm.
Direkt olarak bana, "Depremde Van cezaevinden kaçan 300 kişiye ne oldu?
Bunların çoğu uyuşturucu kaçakçılığından büyük cezalar almıştı.
Bunlar nereye gitti?
Kaçı yakalandı?
Niye bunları yazamıyorsun?"
diye sordu.

Bir de, sözde çekilen PKK'nın "silahlı mı, silahsız mı çekilecek" tartışmalarının nasıl unutturulduğunu hatırlattı.
İstihbarattaki haber kaynağım, gazeteciye gerekli tüm iğnelemeleri yaptıktan sonra, "TSK alan kontrolü ve hakimiyetini bıraktıktan sonra, terör örgütü bir çok yerde silahlarını depoladı ve gömdü.
Artık buralara da dokunulamıyor.
Çünkü alan hakimiyetini kaybettik"
dedi.

Şimdi soruyorum;

Terör örgütünün bu silah depoları nerede?

Hainler(çekildiyse) barınak ve inlerine neden dokunulmuyor?

Terör örgütünün yağmalama, adam kaçırma, gasp gibi suçlarına karşı ne yapılıyor?

Yoksa bunlar faili meçhul dosyalarının arasına mı katılıyor...

Mebusa silah yasağı

TBMM İçtüzük;

"Silah taşıma yasağı

Madde 165- Türkiye Büyük Millet Meclisi bina, bahçe, arsa ve eklerine silahla girmek yasaktır.
Muhafız taburu ile emniyet kuvvetlerindeki görevlilerle Başkanın istemi üzerine çağırılan silahlı kuvvetler ve güvenlik kuvvetleri mensupları hakkında bu hüküm uygulanmaz.
Bu hükme aykırı hareket edenler Başkanlıkça derhal dışarı çıkartılır."

Dönem başında TBMM Başkanlığı tarafından milletvekilleri için hazırlanan rehberden;

"TBMM İçtüzüğünün 165.maddesi ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkındaki Kanunun ek 1.maddesi, TBMM bina, bahçe, arsa ve eklentilerine silahla girilmesini yasaklamaktadır.
Belirtilen mevzuat gereğince, milletvekilleri ve ziyaretçilerin TBMM'ye silahla girmesi yasaktır.
Gerek milletvekili yanında gerekse bizzat TBMM'yi ziyaret eden kişilerin, silahla TBMM'ye girdikleri tespit edildiği takdirde tutanak tanzim edilip haklarında hukuki işlem yapılarak silah ruhsatları yeniden alınamayacak şekilde iptal edilmektedir."

Bunları neden mi hatırlattım...

AKP Şırnak Milletvekili Mehmet Ali Dindar'ın yüzünün yarılması ile sonuçlanan Genel Kuruldaki tekme tokatlı kavganın ardından bazı AKP milletvekilleri rövanş için muhalefet kulisini basmıştı.
Allahtan, bazı sağduyulu milletvekilleri araya girince kavganın daha da büyümesinin önüne geçilmişti.

Bugünlerde CHP'li bir milletvekilinin ağzından duyduklarıma göre bazı AKP'li mebuslar Genel Kurul'a silahları ile giriyormuş.
CHP'li milletvekili Genel Kurul çalışmaları sırasında bazı AKP'lilerin ceket ve gömleklerini düzeltirken beldeki silahlara şahit olmuş ve bundan dolayı da tedirgin olduklarını ifade ediyor.

İçtüzük maddesine rağmen milletvekillerinin bir bölümünün Meclis yerleşkelerine silahla girdiği ve bundan dolayı "hiçbir şey yapamamaktan" emniyet güçlerinin de muzdarip olduğu herkesin bildiği gerçek.
Ama geçmişteki tek tük hadiselerin dışında milletvekilleri Genel Kurul Salonuna gelirken silahlarının yanlarına almazdı.
CHP'de ağzından çıkan sözleri en hassas terazide tartan bir milletvekilinden duyduklarımı aktardım.

Benden haberdar etmesi...

Yeniçağ

-           -           -           -           ^^^^^ - vvvvv

Mustafa Mutlu: Ali'yi arkadaşları öldürmüş…Polisi zora sokmak için!

12 Temmuz 2013

Ali İsmail Korkmaz, 19 yaşındaydı.

İngilizce öğretmeni olacaktı; cinayet kurbanı oldu!

Eskişehir'de tekmeli, yumruklu, sopalı, coplu saldırıya uğradı.

Beyin ameliyatından sonra dört gün ilaçla uyutuldu.

Temmuz başında ise solunum cihazından çıkarıldı ve kendi kendine nefes almaya başladı.
Ailesi için son bir ayın en iyi haberiydi bu…

Ancak bilinci bir türlü yerine gelmedi.

Tam 38 gün direndi.
Önceki gün direnmekten vazgeçti…

Dün de memleketi Hatay'da toprak oldu!

Gizli tanığa ret!

Ali İsmail Korkmaz, 19 yaşındaydı.

Saldırıya uğramasından tam bir ay üç gün sonra, yani 5 Temmuz'da kimliğinin açıklanmasını istemeyen bir kişi Eskişehir Cumhuriyet Savcısı'nın yanına gitti.

"Olay sabaha karşı meydana geldi.
Önce bir kişi elinde sopayla adını bilmediğim ve tanımadığım bir kişiyi darp etti.
Darp edilen genç kaçmaya çalıştı ama sivil giyimli beş kişi daha olay yerine geldi.
Sopayla, tekmeyle, tokatla ve copla dövüyorlardı"
dedi…

Ve bu bilgileri verdikten sonra saldırganları teşhis edebileceğini ancak kendi can güvenliği için bunu sadece gizli tanık sıfatıyla yapabileceğini söyledi.

Savcı bu talebi reddetti ve adamcağızı geri gönderdi.

Ah Vali Bey, ah!

Ali İsmail Korkmaz, 19 yaşındaydı.
Ölüm haberi Eskişehir'e ve memleketi Hatay'a ulaşınca on binler, katillerinin bulunması için sokağa çıktı.

Bu acılı kalabalığa anlayış ve saygı göstermesi gereken polis, yine biber gazına, basınçlı suya ve plastik mermiye sığındı.

Bu arada Eskişehir Valisi Güngör Azim Tuna da "penguenci" CNN Türk'e çıkarak, Ali İsmail Korkmaz'ın kendi arkadaşları tarafından öldürüldüğünü ima etti!

"Onlar yaptı, polisin üzerine yıkmaya çalışıyorlar" dedi.

Ancak Ali İsmail'i öldürdüklerini iddia ettiği "arkadaşlarının" neden yakalanmadığını bir türlü açıklayamadı!

Mağdurların amacı!

Ali İsmail Korkmaz, 19 yaşındaydı.

Valiye göre arkadaşları öldürdü; tek amaçları, polisi zora sokmaktı!

Ethem Sarısülük, 26 yaşındaydı; hâkime göre polisin havaya sıktığı kurşunun önüne vücudunu koydu.

Taksim Meydanı'ndaki kız, palalı adama gidip kendini dövdürttü…

Bir başka adam aynı palalı adamdan, kulağını kesmesini rica etti…

Başlarından yaralanıp komaya giren, gözlerini kaybeden onlarca kişi gaz fişeğine kafa attı!

Hepsinin tek amacı vardı: Polisi zora sokmak!

Okmeydanı'nda vurulan 16 yaşındaki Berkin Elvan da sırf polisi zora sokmak için haftalardır komadan çıkmamakta inat etmiyor mu zaten?

Aydınlanma şehidi!

Ali İsmail Korkmaz, 19 yaşındaydı.

Korkmadı…

İngilizce öğretmeni olacaktı, aydınlanma öğretmeni oldu…

Bir tek Eskişehir Valisi'ni aydınlatamadı!

Bir Ali daha!

Ali İsmail, 38 gün yoğun bakımda kaldıktan sonra öldü…

Tarlabaşı'nda geçen pazartesi akşamı başından biber gazı kapsülü ile yaralanan, 16 yaşındaki liseli Mustafa Ali Tombul ise yoğun bakımda direnmeye devam ediyor.

Babası Mehmet Tombul, "Ben vergi veriyorum bu devlete…

Kendimi paralı katil tutmuş gibi hissediyorum.
Çünkü maaşını ödediğim polis, benim oğlumu vurdu"
diyor.

Polis arkadaş…

Bu isyanın nedeni sensin!

Vurduğun çocuklar senin kardeşin…

Kanunsuz emirlere uyma artık!

Bugüne kadar çok can aldın, binlerce masumu hastanelik ettin, artık yeter…

Bizim için söylenen bir laf vardır ya, "Gerekiyorsa kır kalemini ama asla satma" diye…

Gerekiyorsa sen de kır o silahı…

Ama asla masuma doğrultma!

GÜNÜN SORUSU

AKP'li vekilin tabiriyle pala "demokratik" olunca, Ankara'da da bir "palalı demokrat" dehşet saçtı…

Soru Halk TV editörlerinden:

Bu durumda Gezi direnişçileri de "palalı demokratik haklarını" kullanmaya kalkarsa, ne olacak?

Mısır darbesine dava!

Türkiye'deki darbeler hakkında açtığı soruşturmalar Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nı kesmemiş olacak ki şimdi de Mısır'daki darbe için soruşturma başlattı.

Mazlum-Der'in önceki gün verdiği suç duyurusu dilekçe üzerine Mısır Genelkurmay Başkanı Abdel Fatah Said Al-Sisi başta olmak üzere 12 kişi hakkında soruşturma açıldı.

İyi de daha üç hafta önce Başbakan ve bakanlar, Gezi Direnişi için yorumda bulunan diğer ülkelerin siyasetçilerine, hukukçularına ve basınına "Size ne?
Bu bizim iç meselemiz"
dememiş miydi?

O zaman bu dava da neyin nesi?

Bu durumda; diğer ülkeler de "iktidar darbesi" diyerek, Gezi Direnişi nedeniyle Türk Hükümeti'ni yargılamaya kalkarsa ne yapacağız?

VATAN

-           -           -           -           ^^^^^ - vvvvv

Cüneyt Arcayürek: Eski Çamlar…

12 Temmuz 2013

Ben inanmadım…

Ortadoğu politikası giderek dökülüyor derlerse siz de inanmayın.

Mutlaka uyduracağı bir gerekçe vardır.

Suriye'den Mısır'a, Mısır'dan Suudi Arabistan'a, Birleşik Arap Emirlikleri'ne ve de Kuveyt'e uzanan Ortadoğu politikaları ve de "ustanın" bölgede parlayan yıldızı giderek ayvayı yiyor derlerse bakın neden inanmayacaksınız:

İçeride oyunu artırdıkça, parlamentoda bir dediğini iki etmeyen salla başını al maaşını parti grubu emrinde oldukça kendinde……

içeride olduğu gibi, dışarıda da her söylediğinde bir hikmet, yerine getirilmesi zorunlu vazgeçilmez bir lider kimliği görmeye başladı.

Lakin bu afraya tafraya…

Önce Suriyeli Esad şunu yap bunu uygulama dayatmalarına isyan etti.

Şimdi çorap söküğü gibi arkası geliyor.

***

Mısır'da yakın dostu Mursi cumhurbaşkanlığından indirilince darbe yapan orduya karşı konuşup duruyor.

Bu sert çıkışlarını Arap ülkelerinin de onayladığı sanısıyla saldırılarındaki sınırı genişletti.

Uluslararası camianın darbeye destek verdiğini öne sürerek Batı ülkelerine söylemediğini bırakmıyor…

Karşıdan tabii fanatik bir AKP'li gözüyle bakarsanız izlediği yola ve yönteme, RTE'yi "dünyaya kafa tutan adam" diye alkışlamak gerekir.

Heyhat!
Henüz muhalefetimiz Gezi Parkı'nda uyguladığı orantısız şiddet, toplantı özgürlüğüne vurduğu darbeler nedeniyle Batı ülkelerinde itibar erozyonuna uğrayan RTE'nin, Ortadoğu politikasının da beklendiğinden öteye değer yitirdiğini fark etmemiş görünüyor.

Yukarıdan bakıldığında; Çankaya'daki AKP'li ile her fırsatta günübirlik ziyaret ettikleri Suudi Arabistan'ın RTE'nin dış politika kulvarındaki ayak izlerinden yürüdüğü izlenimi alınıyor.

Zaman ayırıp her hafta gidemediği Arap Emirlikleri de Kuveyt de böyle…

İyi, güzel de bütün bu mavralar da ne ki bütün çabalara karşın Mekke hastası Erbakan'dan beri başta Suudi Arabistan; üç Arap ülkesi, onca çabaya karşın Türkiye'ye ekonomik bunalımdan geçtiği dönemlerde hibe tek dolarcık göndermediler.

Gelip gidiyorlar.
Boğaz'ın gözde köşelerinde arsa alıyorlar…

Ha bir de RTE'nin "ricasını" kırmayarak Suudi Kralı'nın Türkiye'nin hac kontenjanını arttırdığını unutmayalım!

Ne var ki eski çamlar bardak oluyor.

***

RTE, tam dünyaya meydan okur, Arap devletlerinin Mısır'daki askeri darbeye karşı vaziyet alacaklarını ola ki umut ederken……

Mursi'nin batağa sürüklediği Mısır ekonomisini kurtarmak için petrol zengini bu üç ülke, RTE'nin her türlü ilişkinin kesilerek cuntadan kurtulmayı öngördüğü dönemde yeni kurulan askeri hükümete 12 milyar dolar acil yardımda bulunacaklarını açıklamazlar mı?

Umut edilmez ama; evdeki hesapların dışarıya uymadığını acaba anlayacak mı?

***

Bir yandan da iç politikaya nizam vermeye çalışıyor.

Yeni anayasa üzerinde görüşlerini açıklarken yine tecâhüli ârif yaptı.

Partilerin uzlaşamadıkları 48 maddeyi, "Gelin bu yaz çıkaralım" diyerek içtenlik gösterisinde bulundu.

Oysa asıl derdi partilerin anlaşamadıkları 82 Anayasası'nın ilk dört maddesiyle, vatandaşlık tanımı.

Daha sonra açıkladı.
Asıl amacı bu maddeleri kendi görüşlerine göre biçimlendirmek...

Yıllardır TC Başbakanı.
Bir kez olsun ağzına alamadığı, neredeyse nefret ettiği sanısı uyandırdığı……

Türk ve Türklük sözcüklerini anayasadan silmek asıl muradı…

CHP ve MHP'nin bu maddelerde, Türk, Türklük, vatandaşlık kavramlarında direneceğini biliyor ve bu nedenle ola ki yeni bir oyun tezgâhlıyor…

İyi niyet gösterilerine karşın, partiler yeni anayasayı yapamadıklarına göre, buyurun AKP'nin başkanlık sistemini getirecek olan anayasasına diyecek...

RTE'nin hangi davranışında içtenlik bulundu ki...

***

Kritik bir kulak ameliyatı geçiren A.Gül'ün sağ kulağına seslerin beyne ulaşmasını sağlayacak "biyonik kulak" takılmış.

Sol kulağı zaten soldan gelen seslere kapalı.

Sağ kulağı toplumda giderek yoğunlaşan olumsuz sesleri duymaya başlar…

İnşallahhh!

Cumhuriyet

-           -           -           -           ^^^^^ - vvvvv

Türker Ertürk: OPERASYONLARA GEÇ REAKSİYON GÖSTERMEK

12 Temmuz 2013

Bugün size başka bir konuyu yazacaktım ama medyada gördüğüm bir haber nedeniyle fikrimi değiştirdim.

"Askeri okulların yapısı değiştiriliyor " başlıklı haberde CHP Genel Başkan Yardımcısı Umut Oran, Deniz Harp Okulu öğrencilerini hedef alan karalama kampanyasını Meclis gündemine taşındığını belirtiyor.

Oran yaptığı açıklamada " Harp okullarında ve askeri liselerde neler oluyor?
Kimse askeri okulları kendi ideolojisi ve talepleri doğrultusunda dizayn etmeye kalkışmamalı, bu hareketlerin sonu ülkemiz için gerçekten vahim olur "
diyor.

Kediyi bile kurban etmedim

Bu açıklamalar doğru olmasına doğru ama yeni bir şey değil ki!
Bu köşenin sahibi bu saldırıların en yoğun olduğu dönemde Deniz Harp Okulu Komutanlığı yaptı.
Bu saldırılara karşı mücadele etti ve komutanlarının sahip çıkmaması nedeniyle istifa etti.
Şunu açık yüreklilikle söyleyebilirim ki, bu saldırılar sırasında değil bir öğrencimi, kontrolümde bulunan bir kediyi bile kurban etmedim ve emrimde bulunan herkese sonuna kadar sahip çıktım.

Saldırılardan kaçmak için değil daha iyi mücadele edebilmek için istifa ettim.
Yaşamımın hiçbir evresinde gazetecilik ve siyaset rüyalarımı süslememesine rağmen bu işlerle uğraşmaya başladım.
Çünkü Deniz Harp Okulu ve Türk Silahlı Kuvvetleri'ne saldırı ara hedefti, esas hedef Gazi Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde yapılan Türk Devrimleri ile şekillenen Türkiye Cumhuriyeti'ydi.

Operasyonların arkasında Cemaat var

Tam 3 yıldır yazdım, televizyonlarda, konferanslarımda konuştum ve anlatmaya çalıştım; Niçin Deniz Harp Okulu'nun ve Türk Deniz Kuvvetleri'nin bir numaralı hedef olduğunu!
Niçin Türk Silahlı Kuvvetleri'nin itibarsızlaştırılmaya ve etkisizleştirilmeye çalışıldığını!
Esas hedefin Türkiye Cumhuriyeti'nin rejimi olduğunu!
Operasyonları yapanın polise ve yargıya sızmış olan Cemaat olduğunu!
Bu operasyonlarda emperyalizmin ve AKP iktidarının cemaate destek olduğunu!
Ergenekon ve Balyoz gibi davaların bu amaçlara hizmet ettiğini!

Bununla da yetinmedim.
Yaklaşık 2,5 yıl önce CHP Genel Başkanı'na gittim.
Kendisine Deniz Harp Okuluna ve Türk Silahlı Kuvvetleri'ne niçin saldırıldığını, arkasındaki hedefi ve saldıranların kimler olduğunu, Teğmenlere yapılan ahlaksız operasyonları, Alevi öğrencilere karşı Cemaat tarafından yapılan cadı avını bütün çıplaklığı ile anlattım, belgeledim ve belgeleri kendisine verdim.
Ayrıca bu olayları halka anlatalım ve Meclis gündemine taşıyalım teklifini yaptım!

Kılıçdaroğlu belgeleri ne yaptı?

Merak ediyorum Sayın Kılıçdaroğlu benim kendisi ile paylaştığım bu bilgileri ve belgeleri CHP Grubu ve yöneticileri ile paylaşmış mıdır?
Yoksa çöpe mi atmıştır.
Sayın Oran'ın açıklamalarına bakılırsa bu bilgiler en azından kendisi ile paylaşılmamış gözüküyor.

Oran " Askeri okulların yapısı değiştiriliyor " diyor.
Çok doğru ama gerçekte ülkenin yapısı değiştiriliyor bu konuda bir sözü var mı?
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu felsefesini değiştirmeye çalışan yeni anayasa çalışmaları bu amaca matuf, bunun için bir şey diyecek mi?
Sadece sorunu söylemek yetmez.
Bu sorunun kaynağını, arkasındaki güçleri ve amaçlarını da halka anlatmanız ve bunu tersine çevirmek için bir irade ortaya koymanız lazım.
Eğer bunu yapmaz iseniz sorunun parçası olmaktan öteye gidemezsiniz.

Rejim değişikliği anayasası

Askerlere operasyon yapılmasaydı, teğmenlere ve öğrencilere ahlaksızca iftiralar atılmasaydı, Ergenekon, Balyoz ve Casusluk gibi davalar olmasaydı biz bugün komşularımıza istikrarsızlık ve terör ihraç etmiyor olurduk ve rejim değişikliği anayasası peşinde koşmuyor olurduk.

Türkiye dahil dünyanın hiçbir yerinde rejim değişikliği demokratik ve hukuki kurallar içinde kalınarak yapılamaz ve yapılamamıştır.
Böyle bir rejim değişikliği ancak darbe ile yapılır.

Türkiye'de rejim değişikliğinin önünü açabilmek için başta Türk Silahlı Kuvvetleri olmak üzere Türkiye Cumhuriyeti'nin kurumlarına karşı darbe başlatılmış ve darbe kapsamında yurtsever siyasetçiler, aydınlar, bilim insanları, gazeteciler ve askerler zindanlara atılmıştır.

Sonuç odaklı değil faaliyet odaklı

Bu büyük resim görülmeden, bu resim tüm çıplaklığı ile halka anlatılmadan, yapbozun küçük parçaları ile uğraşmak sonuç odaklı değil faaliyet odaklı olur.

Türkiye Cumhuriyeti'ne ve onun kurumlarına karşı yapılan darbe operasyonlarına geç reaksiyon göstermek, bilerek veya bilmeyerek bu darbenin arkasında olmak demektir.

Bugün gerçek darbeyi Mısır'da değil Türkiye'de 11 yıllık AKP iktidarının icraatlarında aramak gerekir.
Bugün gerçek bir halk hareketi bu darbe girişimine karşı Türkiye'de tecelli etmektedir.
Kaybettiğimiz 5 yurttaşımız ise bu halk hareketinin şehitleridir.

Saygılar sunarım

İLK KURŞUN

-           -           -           -           ^^^^^ - vvvvv

Erdal Sarızeybek: Dinmeyen öfke büyür!

11 Temmuz 2013

Kısa ve öz!

Gezi Parkı yasadışı örgüt ama PKK değil, öyle mi!

PKK'nın kaçma şüphesi yok ama Gezi Parkı'nın var, öyle mi!

PKK'ya arama yok ama Gezi Parkı'na var, öyle mi!

PKK'nın Cizre'de kurduğu örgüt değil ama Gezi Parkı örgüt, öyle mi!

Rum'u AB üyesi yap, Türk'ü tanıma!

Barzani'yi tanı ama Kerkük'ü tanıma!

Ermeni'yi tanı ama Azeri Türk'ü tanıma!

Anadolu'da Kilise'yi tanı ama Avrupa'da camiyi tanıma!

Türk'ü borçlandır, yoksullaştır, kaynaklarını sat, çocuklarımızı devşir, devletimizi yok et, hak, hukuk, adalet yok say, askerimizi düşman gör PKK'yı dost, Taksim Kasabı'nı sal çiçek tutan insanımızı tutukla…

Sanırlar öfke dindi, hayır, bu bir öfke zinciridir, peş peşe, art arda birbirini takip edecek ve her geçen gün bu öfke büyüyecek…

Bu dünyada halkın karşısında durabilmiş olan varsa çıksın söylesin, Gezi Parkı Gezi Parkı değil Anadolu, Anadolu'nun öfkesi karşısında durabilecek olan varsa çıksın söylesin, öyle tutuklama, öyle gözaltı, öyle gaz bombası, plastik mermi, su, öfke büyüyor, böyle gidişat bu öfkeyi durduramaz, sonun başlangıcıdır bu!

Nacizane ey AKP devleti!

Anadolu'nun öfkesinden korkun, çünkü bu devletin adı AKP değil Türkiye Cumhuriyeti'dir!

Türkiye Cumhuriyeti'nin de sahibi AKP değil Türk Milleti'dir!

İLK KURŞUN

-           -           -           -           ^^^^^ - vvvvv

Fatma Sibel Yüksek: Erdoğan Darbe Korkusundan (Umudundan) Kurtulabilir mi?

11 Temmuz 2013

Olaylar büyürse, askeri gücün ucunu göstermek adına TSK'dan ne kadar istifade edilebilir?

Tayyip Erdoğan açısından sorun bir darbeye maruz kalmakta değil, sorun sokaktaki ateşin sönmemesi üzerine orduyu yanında hissedip hissetmemekte…

Bu noktada, dün yenilen hurmaların bugün tırmalayacağını hatırlatmak zorundayız.

********************

"Mithat Paşa uzaklaştırıldıktan sonra İngiltere'de kıyamet koptu.
İngiliz gazeteleri Osmanlı ıslahatından hiç bir şey beklenemeyeceğini yazar oldular.
Mithat Paşa nasıl İngiltere'ye bel bağlamışsa, İngiltere de Mithat Paşa'ya bel bağlamıştı.
Bize tavsiye ettikleri ıslahatın Osmanlı Devleti'ni daha çabuk batıracağını benim kadar İngilizler de biliyorlardı ama acaba Mithat Paşa bunu biliyor muydu?

Eğer ıslahat, Osmanlı ülkesini kurtaracak bir tedbir ise, Tersana müzakereleri sırasında Kanun-i Esasi ilan edilmiş ve yapılması düşünülen ıslahat, büyük devletlerin hepsine yazı ile bildirilmişti.
Bu takdirde İngiltere'nin bizden Bulgaristan'a istiklal, Sırp ve Karadağlılara da toprak vermemizi istememesi gerekirdi.
Çünkü bütün tavsiyelerini yerine getirmeyi kabul etmiş ve yapmak yoluna girmiştik.
Halbuki Ruslardan fazla İngilizler bizi bu yapılamaz fedakarlıklara zorlamakta idiler.
Biz, bu haysiyet kırıcı tekliflerini redddettiğimiz için İstanbul'dan elçilerini çekiyorlar, savaş haline giriyorlar ve lütfen üzerimize kuvvet göndermemek dostluğunu gösteriyorlardı...
Bütün istediklerini yapmak karşılığı gösterebildikleri dostluk, bundan ibaretti..."

Yukarıdaki sözler Sultan Abdülhamid'e ait.
Beylerbeyi Sarayı'nda tutulduğu günlerde kaleme aldığı hatıratından bir pasaj (Bkz.Sultan Abdülhamit'in Hatıra Defteri/İsmet Bozdağ/ Truva Yayınları)

Eğer Recep Tayyip Erdoğan'ın okumak, bilhassa tarih okumak gibi bir alışkanlığı olsaydı, ülkeyi yaklaşık 2 aydır sarsan olayları bu kadar yanlış analiz etmez, başına gelenleri izah ederken Yiğit Bulut'un "faiz lobisi" uydurması ile 28 Şubat'ta televizyona elinde içki kadehi ile çıkıp "Atam, Atam" diye gırtlak paralayan Reha Muhtar'ın "İçki lobisi" palavrasına sarılmazdı…

Aslında her 100 yılda bir olan oluyor: Tarih tekerrür ediyor.
Batı, her yüzyılın başında olduğu gibi ülkeyi yönetenleri önce tuzağa çekip kullanıyor, sonra da silkeleyip atıyor.

Sultan Abdülhamid'in hatıratında bahsettiği "ıslahatı" bugün "değişim", "açılım", "barış süreci" diye okuyun.

Tayyip Erdoğan, "eşbaşkanı" olduğunu itiraf ettiği küresel politikaların çöküşünden kendisine nasıl bir pay düşeceğini sakince anlamaya çalışmak yerine öfke, meydan okuma ve kışkırtmayı tercih ediyor.

Oysa bir takım "lobilerden" şikayetçi olmaya hiç hakkı yok.
Bunlarla yıllarca kendisi içli dışlı oldu.
Takılan her madalyaya boynunu uzattı.
İktidarda kalmak pahasına en kabul edilemez dayatmalara boyun eğdi, milletin gönlünde asla karşılığı olmayan planların altına kayıtsız şartsız imza attı.
Şimdi de sanki milli politikalar izlediği için "dış güçler tarafından bertaraf edimek istenen lider" kisvesine bürünerek, inandırıcılığından her gün biraz daha bir şeyler kaybediyor.

19.yüzyılın başında devleti "ıslahat" tuzağına düşüren batı, nasıl verilen tavizlerle yetinmeyip toprak talebinde bulunmaya başladıysa; bugün de zinanın suç olmaktan çıkarılması ile başlayan sürecin "Kürdistan'a bağımsızlık, Ermenistan'a toprak" talebine uzandığına tanık oluyoruz…

19.yüzyılın başında bu toprakların Sultan Abdülhamid gibi bir şansı varmış ki devletin batışı 33 yıl geciktirilebildi.
Şimdi karşımızda Abdülhamid ayarında bir devlet adamı olmadığı, Tayyip Erdoğan ve ekibini bırakın Abdülhamid'i, Mithat Paşa'yla kıyaslamak bile insanı gülünç duruma düşüreceği için istikbali kestirememek gibi bir sorunla karşı karşıyayız.

Tayyip Erdoğan ve şürekâsı, ülkeyi yaklaşık 2 aydır sarsan olayların, işbirlikçi politikaların çıkmaza girmesinin bir sonucu olduğunu, toplumun bu dayatmacı politiklar karşısında patladığını anladığında ise çok geç olacak gibi görünüyor.

AKP hükümetinin başına gelen hal, öyle otel lobilerinde, iftar masalarında "Oyunları bozacağız" diye bağırıp çağırarak, tehditler savurup ucuz kahramanlıklar yaparak geçiştirilebilecek bir hal değildir.

Zira ne Türkiye'de Tayyip Erdoğan'ın tasvir ettiği gibi "bozulacak bir oyun", ne de son günlerde kendine pay çıkarmaya çalıştığı Mısır örneğinde olduğu gibi "bozulan bir oyun" vardır.

100 yıllık lağımın borusu patlamış, pis sular ortalığa saçılmaya başlamıştır.

Tayyip Erdoğan'ın düşürüldüğü tuzağın belki de en hafif sonucu, hesaplaşmaya çalıştığı Cumhuriyet'in bütün hata ve günahlarını boynuna asarak tarihin tozlu yollarını tutmak olur.

Anlayan gayet iyi anladı ki, "Açılım" ve "Barış" adı altında başlatılan ve Gezi olayları ile sekteye uğramış görünen süreç bu işareti vermektedir çünkü…

Gelinen noktada, Tarantino'nun Rezervuar Köpekleri filmindeki ünlü silah çekme sahnesiyle karşı karşıyayız:

AKP-Muhalefet-Sokak ve PKK-BDP cephesi, birbirine zincirleme silah doğrultmuş durumdadır.

Böyle bir açmazdan iktidar mevkiini işgal eden AKP'nin ve yanlışlarında ısrar eden Tayyip Erdoğan'ın kârlı çıkması elbette beklenemez.

31 Mayıs 2013 itibarıyla, MİT ile PKK'nın ortaklaşa pişirdiği "barış" adlı zehirli aş ortada kaldı.
Kemalistlerin ve TSK'nın bertaraf edildiği bir ortamda yapılan anlaşmalar belirsizliğe girdi.

Şimdi bize hazır ortalık karışmışken, BDP-PKK odağının neden sokaklara dökülüp yangından mal kapmaya çalışmadığını "Apo'nun basireti ve sorumlu siyasetçiliği" diye yutturmaya çalışıyorlar.

Oysa İmralı canisi, koyunun olmadığı yerde AKP keçisinden kopardığı tavizlerin gürültüye gitmesinden, her şeyin eskisinden daha kötü olmasıdan korkuyor.
"Barış süreci" denilen rezaletin heba olup gitmesini istemiyor.

Ortalık bu kadar karışmışken ve muhataplarının akıbeti belirsizken, tabanını sokağa dökmesiyle ortaya çıkacak kaosu göze alamıyor.

Sokağa taşan toplumsal tepkinin ana karakterinin Kemalist, aktörlerinin ise öfkeli Türkler olduğunu çok iyi biliyorlar.

Gidişatın her an "barış süreci" ve Kürtçülük aleyhine dönebileceğini gayet iyi görüyorlar.

Bu nedenle kendilerini meydanlarda konumlandıramıyorlar.

Dahası ve de PKK-BDP cephesi ile Kürtçülük açısından daha da kötüsü, -hele de Tayyip Erdoğan'ın ne kadar yanar-döner bir politikacı olduğunu gördükten sonra-PKK-BDP kitlesinin sokağa dökülmesi ile ortaya çıkacak bir "bölünme endişesinin" AKP'ye oy veren kitle ile direnişçilerin "Kemalist" omurgasını "Türk bayrağı etrafında" birleştirmesinden korkuyorlar…

Evet, bu son paragrafı lütfen dikkatlice ve yeniden okuyalım..

Olaylar öyle bir noktaya gelebilir ki, "Siz de evinize Türk bayrağı asın" diyecek kadar makyavelistleşmiş bir Erdoğan, aniden "Türk Milliyetçisi" kesilip, tabanının tepkisini Kürtçülüğe yöneltebilir.

Bu da, "Kürtleri temsil etmek" iddiasında olanlar bakımından felaket demektir!

Olayların en ateşli olduğu günlerde Atatürk Kültür Merkezi'ne iki Türk Bayrağı ile bir Atatürk posteri boşa asılmadı…

İstanbul Valisi, sağında jandarma komutanı, yakasında Türk bayraklı rozetle basın toplantısı düzenleyip üstüne basa basa "Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün aziz hatırası" cümlesini boşa kullanmadı…

Ve hatta, AKP mitinginde üç hilalli dev bayrak boşa peydah olmadı zira…

Kendisine uzatılan her kostümü giymede mahir olan Tayyip Erdoğan'a "Bölücülük karşıtı Türk Milliyetçisi" kostümünü de giydirmek isteyenler çıkmıştır elbet…

İşler bu kadar Arap saçına dönmüşken, Tayyip Erdoğan ne yapıyor?

Kanındaki glikoz oranının bir türlü düşürülemeyişinin de etkisiyle daha çok öfkeleniyor, ezberlerine daha çok sarılıyor.

Menderes sendromuna odaklanıyor; Yoldaşı Mursi'nin başına gelenler bu sendromu daha da güçlendiriyor.
Hâlâ darbe karşıtlığı ve mağdurluğundan ekmek yemeye çalışıyor.

Oysa Mısır'da olanlarla Türkiye'de olanlar arasında iddia edildiği gibi "benzerlikten" çok benzemezlik var…

Bir kere AKP değişim ve dönüşüm sürecini on yıla yaymayı başardı.
Bu önemli süre içerisinde Genelkurmay'ı ve sermayeyi yanına çekti; rakiplerini marjinalleştirdi.
Eskiden olsa bir gecede kendisini devirecek olan koca koca generalleri Afrika ülkesinin cuntacı albayları gibi hapse attırdı.

Yani, Mursi gibi karanlıkta el yordamıyla alelacele işler yapmadı.
Sağlam zeminlere basarak ilerledi.

O nedenle Erdoğan, tepkinin köklerinin sahici ve sağlam olduğunu görmeli, "olay sosyolojik" diyenlere sinirlenmekten vazgeçmelidir.

Kendisini rahatlatacaksa, Türk Ordusu'nun Mısır'da olduğu gibi bir müdahelede bulunmayacağını hep bir ağızdan söyleyelim.

Tabii Erdoğan bir askeri darbeyi gerçekten istemiyorsa, darbeden her zaman olduğu gibi kendisinin kârlı çıkacağını düşünmüyorsa…

Kurtuluşu böyle bir gelişmeye de bağlamış olabilir çünkü…

Ordu'nın Mısır'da olduğu gibi bir darbe yapabileceği görüşü gerçekçi değil zira AKP yıllardır "Darbeler dönemi sona erdi" diyerek hepimizi buna iknâ etti.

Darbe olmaz ama olaylar büyürse, askeri gücün ucunu göstermek adına TSK'dan ne kadar istifade edilebilir?

Tayyip Erdoğan açısından sorun bir darbeye maruz kalmakta değil, sorun sokaktaki ateşin sönmemesi üzerine orduyu yanında hissedip hissetmemekte…

Bu noktada, dün yenilen hurmaların bugün tırmalayacağını hatırlatmak zorundayız.
Ergenekon ve Balyoz davalarında izlenen yol ve yöntem, ordunun tabanının kendisini Erdoğan'a yakın hissetmesini psikolojik olarak imkansız kılıyor.
Ordunun tabanı da, kamuoyunun büyük bölümü de artık bu davaların düzmece olduğunu biliyor.

AKP hükümeti ve Tayyip Erdoğan, Ergenekon-Balyoz operasyonları ile "Terörle müzakere" sürecini o kadar çatışmalı götürdü ki; teröristler baş tacı edilirken, askerler "terörist" ilan edildi.
Erdoğan, her zaman olduğu gibi bu noktada da emperyalizmin tuzağına düştü.

Kamuoyunun bir türlü içine sindiremediği bu durumu düzeltmek ise Erdoğan açısından artık çok geç görünüyor.

Tek çıkış yolu erken seçime gitmek olabilir ama mevcut şartlarda adil bir seçim yapılabileceğine de kimse inanmıyor.

Polisin en ufak yanlışını bile "adamlarımı yedirmem" anlayışıyla kabul etmeyen Erdoğan, seçim ortamında kamu kaynaklarını kullanmaktan vazgeçecek;

seçim barajını düşürmeyi kabul edecek (ki etse bile anayasa gereği bunu ilk seçimde uygulamak mümkün değil),

Ve de ayrıştırıcı üsluplardan, din istismarından vazgeçecek

Öyle mi?

Zor görünüyor..

Oysa şapkayı önüne koyup düşünse, siyasetin inatlaşmalar ile değil gerçeklerle yapılabilen bir meslek olduğunu kabul etse, belki de partisi yüzde 35′lerle de olsa yine tek başına iktidar olacak;

"İki yılı bu şekilde atlatırsam, Cumhurbaşkanlığı seçiminde önümü görürüm" diye düşünecek…

Başına gelenlerden ders çıkarsa, emperyalistlerin ipiyle kuyuya inilmeyeceğini anlasa ve milletinden özür dilese;

Belki de siyasal islamın "cihat" anlayışından sıyrılarak seçimle gelip seçimle gitme kültürüne aşina olacak;

Tarihin tozlu sayfalarında bir mücrim gibi yok olup gitmektense, bir kaç yıl sonra belki de yeniden "alternatif" olarak düşünülmeye başlanacak…

Ama dedik ya zor görünüyor..

İçine girdiği fikri kısırlıktan, siyasi manevra yeteneksizliğinden, dediğim dedikçilikten sıyrılması,

Darbe korkusundan (belki de umudundan) kurtulması

çok zor görünüyor…

Hele de eline Ali İsmail'in, Ethem'in, Mehmet'in, Abdullah'ın, Komiser Mustafa'nın ve masum Suriyelilerin kanı bulaşmışken…

Açıkistihbarat

-           -           -           -           ^^^^^ - vvvvv

Emre Kongar: Baskılar Artarken…

12 Temmuz 2013

Ali İsmail Korkmaz'ın yürekleri burkan trajik ölümü, Gezi olaylarını tırmandıran iktidar tepkisinin bir sonucudur:

Ne yazık ki beşinci ölüm bu…

Biri komiser, beş genç…

Beş yaşam, beş umut; yüreklerine ateş düşen beş aile…

İktidarın, artık bilinçli bir siyasal tercih olduğu iyice açığa çıkan, "şiddetli tepkisinin" yarattığı acılar!

***

AKP iktidarı artık her türlü demokrasi ve özgürlük aldatmacasını bir yana bıraktı:

Medya özgürlüğü resmen bitirildi…

Ne sivil toplum vurgusu kaldı…

Ne hür teşebbüs düzeni…

Demokratik bir toplumun temel taşlarını oluşturan bütün kurumlar yok ediliyor!

***

Tabip Odaları ve Türk Tabipleri Birliği…

Barolar ve Türkiye Barolar Birliği…

Mimar ve Mühendis Odaları ve Türkiye Mimar ve Mühendis Odaları Birliği…

Bunlar AKP iktidarının ele geçirmek isteyip de sızamadığı sivil toplum kuruluşları…

Hepsi meslek ahlaklarını titizlikle uygulayan ve hiçbir siyasal iktidara boyun eğmemiş olan örgütler:

AKP'nin bu örgütleri "içerden" ele geçirme girişimleri sonuç vermeyince, seçim ve benzeri demokratik mekanizmalar rafa kaldırıldı…

Yöneticilerin tutuklanmasına, yasalar çıkarılarak ellerindeki hak ve olanakların alınmasına sıra geldi.

Böylece AKP'nin Gezi Direnişi sonrası STK stratejisi iyice açığa çıktı:

"Ele geçiremiyorsan, yok et!"

***

El konulan veya tehditle susturulan gazete ve televizyonlar yetmedi…

Kontrol edilemediği için baskı altına alınan sosyal medya yetmedi…

Yasal borsa işlemleri de gözaltına alındı…

Yasal yollardan döviz alanlar araştırılıyor…

Reklam şirketleri ve reklam verenler zaten suçlanmıştı…

Borsada işlem yapmak…

Döviz alıp satmak…

Reklam ve ilan planlaması yapmak…

Bir imzasız elektronik posta ile insanların içeri alınıp yıllarca hapiste tutulduğu bir yargı düzeninde, riskli işler olarak ilan edildi…

Ve bu düzenin adı "STK'lerin işlevsel olduğu", "Hür teşebbüse", "Serbest piyasa ekonomisine" dayalı "Demokrasi" öyle mi!

***

Bu gidişi gören AKP'li yok mu?

Cumhuriyet

-           -           -           -           ^^^^^ - vvvvv

Öztin Akgüç: Enflasyon Tehlikesi

12 Temmuz 2013

Ekonomik açıdan gelişmiş Batılı ülkeler, 2007 krizinden bu yana düşük büyüme hızı, düşük enflasyon, likidite bolluğu olarak özetleyebileceğimiz ekonomik bir süreç içinden geçerken artık ufukta bir de enflasyon tehlikesi belirmiştir.
ABD Merkez Bankası Fed'in tahvil alımını kademeli olarak azaltacağı açıklanmasını enflasyon tehlikesine karşı bir önlem olarak yorumlamak yerinde olur.

Fed'in para politikası stratejisi örtülü nominal çapa (implicit nominal ancher) olarak nitelendirilmektedir.
Örtülü nominal çapa stratejisi, enflasyon hedeflemesinin daha esnek, fakat daha az şeffaf bir çeşitlemesi olarak nitelendirilebilir.
Fed, bu strateji çerçevesinde, öngörüleri doğrultusunda, olay daha gerçekleşmeden, zamanında etkili önlem alabilmekte, olayın gerçekleşmesini veya büyümesini önlemeyi, etkilerini azaltmayı amaçlamaktadır.
Para politikasının günümüzdeki temel amacı, fiyat istikrarını sağlamak olduğuna göre Fed'in aldığı kararları da bu amaç doğrultusunda değerlendirmek gerekir.
Fed, bir enflasyon tehlikesi öngörmüş olmalı ki bu tür önlemlere başvurma gereksinimi duymuş olsun.
ABD ekonomisi halen dünyanın en büyük ekonomisi olması, ABD Doları'nın (USD) en yaygın rezerv para olarak tutulması, uluslararası ödeme aracı olarak kullanılması nedeniyle Fed kararları diğer ekonomileri de etkilemekte, spekülatif ataklara, havadan inme kazançlara da yol açmaktadır.

Ülkemiz için yakın gelecekte düşük enflasyon, düşük büyüme hızı öngörüsünde bulunulurken şimdi buna bir de enflasyon tehlikesi eklenmiş, TCMB'nin yüzde 5.
3'lük enflasyon hedefi, daha genelde enflasyon hedeflemesi stratejisi havada kalmıştır.

Ülkede yılın haziran ayında dahi fiyatların yükselmesi, enflasyonun hızlanacağının, hızlanmakta olduğunun bir ön göstergesidir.
Hızlı fiyat artışları, özellikle eylül ayından sonra yılın son çeyreğinde yaşanacaktır.
Mevsimlik hareket, baz etkisi, TL'nin değer yitirmesinin, faizlerin yükselmesinin zaman aralığı ile etkileri, yılın son çeyreğinde birleşecek hızlı fiyat artışına yol açacaktır.

Algılandırma (algı) yönetimi propaganda, övünme, övgü düzme, kapitalist düzenin kurumlarının ayartısı (iğvası), TÜİK'in pembeleştirilmiş tabloları, ekonomik gerçekleri nihayet bir süre saklayabilmekte, özür dilerim, sonunda takke düşmekte, kel tüm çıplaklığı ile görünmektedir.

1980'li yıllarda Özal döneminde de iç ve dış borçlanma ile bir süre, sahte bir başarı, bolluk dönemi yaşanmış; Özalizmin bir sistem olduğu, dünyaca izlenmesi gerektiği filan malum yalakalar, yağdanlıklar tarafından savunulmuştur.

İktisat bir bilimse neden-sonuç ilişkisi kurulmalıdır.
Ne yapıldı da gelecek için ekonomide başarı bekliyoruz?
Büyük sanayi yatırımları mı?
Dışarıya bağımlılıktan kurtaracak enerji projeleri mi gerçekleştirildi?
İç tasarruf oranı mı yükseltildi?
İhracat ithalatı karşılayacak düzeye mi geldi?
İnsan yaşamının kalitesi, eğitim sistemi mi iyileştirildi?
Bütçe dengesi mi sağlandı?
İç ve dış borç artışı durdu mu?
Kendi yarattığımız kaynaklarla uluslararası rezerv varlıklarımız mı arttı?
Gerçekten ne yapıldı da ekonomide başarı kazanacağız.
İleriye ümitle bakacağız?

Gerçek şu: Türkiye ekonomisi, iktisatçıların stagflasyon dedikleri durgunluk içinde iki haneli enflasyona sürükleniyor.
Türkiye'nin 350 milyar USD dış borç, 400 milyar TL'yi aşkın iç borç, ulusal gelirin yüzde 20'sini aşkın hane halkı borcu, dışa bağımlı sanayisi, tüketilmiş kamu kaynakları ile manevra yapması 2000'li yılların başlarına göre çok daha güç.
Şeamet tellallığı yapmıyoruz, olabilecekleri öngörmeye çalışıyoruz.
Tıpkı Özal döneminde, 1994 ve 2001 krizleri öncesi olduğu gibi.

Cumhuriyet

-           -           -           -           ^^^^^ - vvvvv

Mümtaz Soysal: Sayın Duran Adam

12 Temmuz 2013

OLUR olmaz kişilere "sayın" derken Duran adama dememek olur mu?
O ki, tek başına sadece adıyla, çok şeyi birden söylemeyi ve siyasal mizah tarihine unutulmaz bir sözcük armağan etmeyi başarmıştır.
Sesini yükseltmeden, bağırıp çağırmadan, küfürsüz, hakaretsiz, kimseyi rahatsız etmeksizin.

Alışverişi, trafiği engelleyici bir yönü de yok.

Barışçıl, insancıl, etkileyici müthiş bir buluş.

Kalabalığın bir yanına ilişerek gelip geçene bakmakla yetinen bir kişinin önünden geçmenin bir çeşit röntgenlenmek, içini dışını açığa vurmak gibi bir etkisi de oluyor galiba.
Bu niteliğiyle kardeşlik arayan, sığınmacı ve dolayısıyla toplumu kucaklayıcı.

Hepsini bir araya getirirseniz, verdiği mesaj da çok renkli sayılabilir.

İlk kimin akıl ettiği ve uygulamaya koyduğu tam belli değil.
Beşiktaş'ın "Çarşı"sından çıktığını varsaymak pek yanlış olmaz.

Belki olayın en ilginç yanı, çok kişice hiç Türklerden geliyormuş gibi algılanmamış olması.
Cengâverliğiyle, sertliği ve uzaklardan gelişiyle bilinen ya da öyle bellenen bir kavmin buluşu olduğuna insanları inandırmak da biraz zor.
Ama gerçek bu.

Duran adamcılık Türk imgesine getirdiği bu özelliğiyle de "sayınlık" mertebesini tam hak etmiş oluyor.

Öyle olduğu için önünde saygıyla eğilinmelidir.

Bütün bunlar düşünülünce Gezi Parkı olayına bazılarımızın yaptığı gibi olumsuz, kızgın, cezalandırıcı ve öç alıcı bir gözle bakmanın yanlışlığı ve haksızlığı kendiliğinden ortaya çıkıyor.
Aynı olaya bu kötümserliği ve karalayıcılığı bir yana bırakarak baktığınızda, yalnız doğaseverlik ve çevrecilik olarak değil, gençlik sevimliliği, yaratıcılık, zekâ parlaklığı, yaşama sevinci, hoşgörü zenginliği açısından da Gezi Parkı, Cumhuriyet tarihinin unutulmaz sayfalarından biri olarak kalacaktır.

Cumhuriyet

-           -           -           -           ^^^^^ - vvvvv

Ümit Özdağ: PKK'nın tepesindeki değişim nasıl yorumlanmalı?

11 Temmuz 2013

PKK'nın tepesinde bir görev değişimi yaşandı ve PKK'nın başına Murat Karayılan'ın yerine Cemil Bayık geldi.
Cemil Bayık ve Murat Karayılan'ın açılım ve çekilme süreçlerindeki tavırları dikkate alındığında bu değişimin sıradan bir görev değişimi olmadığı görülmektedir.
AKP hükümeti ikinci açılım sürecini başlattığı zaman PKK içinde bir tartışma yaşandı.
"Cemil Bayık'ın temsil ettiği kanat; bu aşamada AKP'nin Abdullah Öcalan ile hazırladığı açılıma olumlu cevap vermek yanlış olur, süreç PKK'nın lehine gelişiyor, Suriye'nin kuzeyindeki bölgeyi kontrolümüz altına aldık, Esad iktidardan düşer ise PKK bu bölgede kendi devletini kurar ve bu bölgeden Türkiye'ye güç projeksiyonu yaparak, AKP hükümetini daha ağır bir baskı altına alırız.
Üstelik 2014-2015 senelerinde yapılacak üç seçim, AKP'yi baskı altına almamızı kolaylaştırır.
Bu sürecin sonunda AKP Hükümeti'nden şimdi aldığımız tavizden daha fazlasını alırız."

düşüncesini savunmaktadır.

Ancak, KCK Konsey Başkanı olan ve Abdullah Öcalan'ın çok güvendiği Murat Karayılan, Öcalan'ın çizgisini savunuyor.
Öcalan ise bir açıklama yaparak, "Size onurlu bir barış öneriyorum" demiştir.
Bayık, bunun üzerine yakın çevresine "Öcalan biz karşı çıkışa devam edersek, bizi onursuzlukla suçlayacak" diyerek, açık bir muhalefetten vazgeçmiştir.
Ancak Cemil Bayık bu aşamada, şu yorumu yapmıştır: 2000 senesinde 7.
Kongre'de 5000 arkadaşımız partiden ayrıldı.
Onların yerine gelenleri "Öcalan'ı İmralı'dan çıkaracak nesil sizsiniz" diye yetiştirdik.
Şimdi bu söz Bayık ve arkadaşlarına yük oluyor.
Öcalan'a karşı açık bir şekilde tavır alamıyorlar.
Ancak Bayık yakın çevresine "Bu süreç başarısız olur ise Öcalan da tasfiye olur" diyordu.

Cemil Bayık, 2.Açılım başladıktan sonra Murat Karayılan'ın tek liderliğe oynamaya başladığını da düşündü.
Süreç başladıktan sonra, Karayılan, Bayık'ı arayarak, "Buraya gel" diye çağırmış.
"30 yıllık yoldaşlığımızda bana ilk kez böyle hitap etti" diyen Bayık, bu tavrın intikamını Karayılan'dan Suriye'de aldı.
Karayılan, Öcalan'ın emri ile Suriye'de PYD'lilere Esad güçlerine karşı savaşma emri verince, Bayık, Mustafa Karasu'yu Suriye'ye yollayarak, dengeyi kurdurdu.
Özetle, Bayık, başından itibaren sürece muhalifti, ileride daha fazla şey elde ederiz acele etmeyelim diyordu.

Şimdi AKP'nin hızla oy kaybından dolayı, Başbakan Erdoğan, "PKK'lıların % 15'i çekildi" diyerek, 2.Aşama ile ilgili çalışmaları geciktirmeye çalışmaktadır.

Erdoğan, bu sonbahara kadar PKK'nın terör eylemlerini engelleyebildiği takdirde propagandada kullanabileceği bir sene kazanmış olacaktır.

Öte yandan BDP ve PKK, Erdoğan'ın bu yaklaşımını görmüşlerdir.
Erdoğan'ın bu yaklaşımı, PKK içinde şahinler diyebileceğimiz Cemil Bayık ve taraftarlarının elini güçlendirmiştir.
Cemil Bayık'ın KCK'nın başına geçmesi bu şartlar çerçevesinde düşünülmelidir.
Artık Kandil'den daha radikal söylemler beklenmeli ancak PKK'nın terör gücü olan HPG'nin başına Murat Karayılan'ın geçmesi de bir dengenin hâlâ sürdürülmeye çalışıldığını gösteriyor.
PKK'nın hemen terör eylemlerine başlaması beklenmemelidir.
Ancak AKP hükümeti üzerindeki baskılar artacaktır.

Yeniçağ

a45UyF587661-201307121253-15
^^^^^ - vvvvv

--

zaryop:jaro

Iyi savascilar yenilmelerinin olanaksiz oldugu yerde konuslanirlar.

Sun Tzu
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
Kurmus oldugum gruba uye olun
Moderasyonsuz, sansursuz ve ozgur bir gruptur:
Ozgur_Gundem-subscribe@yahoogroups.com
Ayrilmak isterseniz de :
Ozgur_Gundem-unsubscribe@yahoogroups.com

Grup Sayfamız :
http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz.
http://orajpoyraz.blogspot.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder