“Sayın M.Kemal Adal Bey,
TÜRK'ün Ebedi Başkomutanı Mareşal Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK'e Utanmadan "hav hav" diye şiir yazan bu şahsı sevenler sevebilir.
Ancak, Öbeğimizin İlkeleri "BU ÖBEK : TÜRK-TÜRKÇE-ATATÜRKÇE DÜŞÜNENLER , NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE-İLELEBET SONSUZA KADAR DİYENLER.. BAŞKOMUTAN(BAŞBUĞ) GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'ÜN BUYRUKLARI İLKELERİ VE DEVRİMLERİ YOLUNDA SONSUZA DEK "tir.. Kuruluş tarihi 2007 bu güne asla değişmemiştir. İlgi ileti grup arşivinden kaldırılacaktır.”
Sayın Hulan Türk bu konuda haklıdır. Çünkü:
Nazım Hikmet Ran, Kendi diyor: “Kalbiyle, kafasıyla, geçmişiyle Sovyetler Birliği’ne bağlı olduğunu…”
1923’te Bolşevik Partisi’ne üye olmuş, Bolşevikler adına çalışmış, Milli Mücadele’ye yardım etmemiş, tersine kendi ifadesiyle ”Ankara’da yer altı çalışmalarına” girişmiş.
Tercihini Türk Milleti’nden yana değil, Sovyetler Birliği vatandaşı olma yolunda kullanmış.
Olmamış, Polonya vatandaşlığına geçmiş.
Moskova’ya uçaktan indiğinde, “Beni Stalin yarattı, asıl vatanıma geldim” diye yeri öpen bir kimsedir.
Nazım Hikmet Ran’ı tanımadan sevenlere, Atatürkçülerin neden onu sevmediklerini çok açık bir şekilde kanıtlarıyla açıklayan Sevgili Kardeşim ve Gönüldaşım Ahmet Akyol’un yazısını, yanlış anlaşılmamak, Sayın Hulan Türk’ü desteklemek ve konuyu grup arşivinde belgelemek amacıyla tekrar paylaşıyorum.
Nâzım Hikmet Ran'ı Sevebilir miyim? | |
Türkiye'de serbest nazmın ilk uygulayıcısı ve çağdaş Türk şiirinin öncüsü kabul edilen Polonya vatandaşı Nâzım Hikmet Ran, 3 Haziran 1963'te, Moskova'da öldü.
"Sen yazmazsan, ben yazmazsam, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa" diyordu.
"Vira bismillah" deyip, kalemi ele alalım.
Büyük dedesi Konstanty Borzecki, 1849 yılında Polonya’dan İstanbul’a sığınan bir Katolikti.
Türkiye’de Müslüman oldu. Mustafa Celaleddin ismini aldı. Orduya katıldı, paşalık rütbesine kadar yükseldi.
Nâzım, 1902’de Selânik’te doğdu.
İlkokulu bitirince, Galatasaray Lisesi’nin hazırlık sınıfına yazıldı.
Ertesi yıl, bu okuldan alınarak Nişantaşı Sultanisi’ne verildi.
1917’de girdiği Heybeliada Bahriye Mektebi’ni 1919’da bitirip “Hamidiye Kruvazörü”nde Güverte Subayı oldu.
Aynı yılın sonunda, son sınıftayken geçirdiği zatülcenp hastalığı tekrarladı.
Uzun süren bir tedavi ve dinlenme döneminden sonra bile kendini toparlayamadığı görülünce, sağlık kurulu raporuyla, 17 Mayıs 1920’de askerlikten çürüğe çıkarıldı.
İstanbul’un işgal altında olduğu günlerde Nâzım, coşkun bir vatan sevgisini yansıtan direniş şiirleri yazıyordu.
1 Ocak 1921’de, Mustafa Kemal Paşa’ya silâh ve cephane kaçıran gizli bir örgütün yardımıyla İnebolu’ya geçti.
Ankara’ya gitmek için burada beklediği günler içinde, İnebolu’da, Spartakistler olarak tanınan, sosyalizmi ve Sovyetler Birliği’ni öven kişilerle tanıştı. Giderek onların etkisine girdi.
Ankara’ya vardıklarında kendisine verilen ilk görev, İstanbul gençliğini millî mücadeleye çağıran bir şiir yazmak oldu.
3 gün içinde yazdığı şiir, Matbuat Müdürlüğü’nce 10 000 adet bastırılıp dağıtıldı.
(Resim: Vâlâ Nurettin ile Bolu'da öğretmen iken ...)
Bu şiirin yankıları büyük oldu. Mustafa Kemal Paşa’ya takdim edildi.
Daha sonra da Bolu’ya öğretmen olarak atandı.
Bolu’da da kısa sürede Lenin’i öven, Sovyetler Birliği’nden sitayişle bahseden bir çevreye girdi.
Genç yaşta bu etkilenmeden kaçınamadı. Moskova’ya kaçmaya karar verdi. Gizlice Batum’dan Moskova’ya geçti.
Nâzım’ın gizlice Türkiye’den kaçışları, gizlice girişleri, mahkûm oluşları, tekrar tekrar kaçışları dönemi de böylece başladı.
Sovyetler Birliği’ndeki davranışlarından dolayı Türk vatandaşlığından çıkarıldı; 1963’te de Moskova’da öldü.
(Resim: Moskova'da Novodeviçiy Mezarlığı'nda Nâzım Hikmet'in mezarı...)
***
Nâzım, “Ben eski Moskovalıyım, eski İstanbullu olduğum kadar” diyordu; Moskova Havaalanı’na inince, “Beni Stalin yarattı, asıl vatanıma geldim” diyerek yeri öpmüştü. ***
Nâzım’ın kaçtığı Rusya, tarihin gördüğü en acımasız diktatörlerden biri olan Stalin’in Rusyası’ydı.
Rusya, Amerika sayesinde 2 nci Dünya savaşı’nın galipleri arasında yer almıştı.
Bu, Stalin’i küstahlaştırmış ve 1946’da Türkiye’den Kars ve Ardahan’ı istemişti.
Türkiye, bu belâyı bir bakıma ABD’nin desteğiyle defetmişti.
1950’leri dünyası çok farklıydı ve Rusya’nın vahşi genişleme plânı yürürlükteydi.
Türkiye, bu ortamda, Rusya’nın uydusu olmamak için çırpınıyordu.
İşte tam bu noktada, Nâzım, bu kavgada Türkiye’yi işgal bahaneleri arayan Rusya’nın yanındaydı, Türkiye’nin değil. ***
Hürriyet aşkıyla büyüyen bir adamın Marksist Rusya’ya kaçmasını ve orada haksızlığın, zulmün, ahlaksızlığın, cinayetin, vahşetin binlercesine şahit olduğu halde tek satır yazmamasını herhangi bir kimse, açıklayabilir mi?
Nâzım, bir Japon kızının ölümüne bile şiir yazmış, gözyaşı dökmüştü:
“Hiroşima’da öleli/ Oluyor bir on yıl kadar/ Yedi yaşında bir kızım/ Büyümez ölü çocuklar”
Ama, o, Rusya’da en az 10 milyon insanın katledilmesine, evlerinden gece yarıları aç çıplak alınarak sürgün edilmesine göz yumdu, görmedi, dile getirmedi.
Azerbaycan’da, Özbekistan’da, Türkmenistan’da, Kırım’da, Ahıska’da milyonlarca Türk sürgün edilip ya da öldürülürken Nâzım neredeydi?
Moskova’da tabii… ***
Nâzım’ın Stalin karşısındaki tavrı da ilgi çekici…
Stalin, 28 yıllık diktatörlüğü sırasında milyonlarca kişiyi öldürtmüş, Türkistan’da 14 000 cami ve mescidi yıktırmış, 270 000 din adamını kurşuna dizdirmişti.
Stalin, 5 Mart 1953’te, öldüğünde Nâzım, Budapeşte Radyosu’nda ağlaya ağlaya şu mersiyeyi okudu:
“5 Mart 1953/ İlk önce kim kime/ Metin ol kardeşim diyecek/ İlk önce kim kime/ Başsağlığı dileyecek/ Hepimizindi o/ Hepimizindir/ Yoldaşlarım/ Acınızı duyuyorum sizin kardeşleriniz gibi tıpkı/ Kardeşlerim/ Hüngür hüngür ağlamak geliyor içimden.”
Stalin’den sonra Sovyetler’de iktidar koltuğuna Kruşçev oturdu.
Kruşçev, Stalin’i “tarihin en kanlı diktatörlerinden biri” ilân etti.
Kemiklerini mezarından çıkarıp attırdı ve bütün şair ve yazarlara, “Stalin’in zulmünü anlatacaksınız” diye emretti.
Nâzım, bu sefer Stalin yoldaşı yerden yere vurdu.
***
Lenin’e ağıt yaktı:
*** Şiirlerinden bir kaçını hatırlayalım:
Örneğin çeşitli açık hava toplantılarında, ellerinde Türk bayrakları ile kalabalıkların hep bir ağızdan söyledikleri "karlı kayın ormanında" isimli şarkının sözlerinin devamı şöyle:
“Karlı kayın ormanında . .
Şimdi şurdan saptım mıydı (Doğrusu Türk bayrağı ile bu şarkı nasıl söylenir, anlamıyorum.)
---------- Bir başka şiirde şair, Moskova'ya hayranlığını dile getirmiş:
"Altın aynalarda Moskova şehri. Bir başka şiirinin tamamı şöyle:
"Yağmurun içinde Berlin’de şafak Son şiirlerinden biriinde de diyor ki:
“Fasulya gibi yaşıyorum son zamanlarda *** Türk askeri, ülkenin gelecekteki milletlerarası organizasyonlardaki konumunu güçlendirmek için Kore’de kahramanca çarpışırken, Moskova’dan Nâzım’ın sesi yükseldi:
“…Ne halt edeyim ?deme Ahmet, Teslim ol. Hâneni, köyünü, memleketini seviyorsan şu kadarcık, Teslim ol, Hâneni, köyünü, memleketini, seni, celebe satanlara, söylenecek bir çift sözün varsa Ahmet, Teslim ol. Yitirmedinse insanlığını, çoluk çocuk naşıyla dolu bir çukurda, teslim ol. Biz Türkler yiğitizdir. Yiğitliğin zerresi kaldıysa sende, teslim ol.
Yanlış okumadınız, Türk askerine “Teslim ol” diyen, belirli kesimlerin “Vatan Şairi”…
Bu şiir, 1951 yılında, Kore’de Çin uçakları tarafından siperlerimize atıldı. ***
1923’te Moskova’da yazılan ve Atatürk’e hakaret dolu 28 Kanuni Sani:
“Trabzon’dan bir motor açılıyor
*** Tarih, 7 Aralık 1961.
Mektup, Komünist Partisi’nin Merkez Komitesi arşivinde…
Milliyet Gazetesi tarafından, 21 Aralık 1992’de “Sovyetler Birliği Komünist Partisi Belgelerinde Türkiye” başlıklı yazı dizisinde de kullanıldı:
“Saygıdeğer Nikita Sergeyeviç,
Bolşevik Partisi’ne, ilk olarak 1923 yılında üye oldum. Ardından, 1924 yılında, yine Moskova’da 1925 yılı başlarında Türkiye Komünist Partisi (TKP) üyesi oldum. Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’ni bitirdim ve parti işleri için Türkiye’ye gittim. 1925 yılı sonunda, Ankara’da yer altı çalışmaları gösterdiğim için gıyaben 15 yıl hapis cezasına çarptırıldım.
Sonra yine Moskova’ya döndüm. 1928 yılında Türkiye’de parti işleriyle uğraştım.O zamandan 1950 yılına kadar toplam 56 yıl hapis cezasına çarptırılmama karşın, toplam 17 yıl cezaevinde kaldım. Başta Sovyet halkı olmak üzere, ilerici insanların mücadelesi sonucu cezaevinden çıkarıldım.
Ben, sayılı Komünist şairlerdenim. Çok mutluyum, çünkü Büyük Ekim Devrimi’nin beşinci yıldönümünü Moskova’da kutladım. Bu nedenle şiir de yazdım.
Artık, 10 yıldır Moskova’da yaşıyorum, ailem de yanımda. Bütün Sovyet halkı gibi, buradaki yaşama alıştım. Saygıdeğer Nikita Sergeyeviç, yardım edin, ben Sovyet vatandaşı olmak istiyorum. En iyi dileklerimle…”
Kendi diyor: Kalbiyle, kafasıyla, geçmişiyle Sovyetler Birliği’ne bağlı olduğunu…
1923’te Bolşevik Partisi’ne üye olmuş, Bolşevikler adına çalışmış, Milli Mücadele’ye yardım etmemiş, tersine kendi ifadesiyle ”Ankara’da yer altı çalışmalarına” girişmiş.
Tercihini Türk Milleti’nden yana değil, Sovyetler Birliği vatandaşı olma yolunda kullanmış.
Olmamış.
Polonya vatandaşlığına geçmiş.
***
Türkiye Cumhuriyeti’nin Kültür Bakanı İstemihan Talay diyor ki:
***
Sayın Özdemir İnce de diyor ki:
Ve ödememesi mümkün değildi.
Nâzım, Nâzım’lığını yapmış ve Türkiye Cumhuriyeti devleti de,”Ben sana bunu yaptırmam” diyerek, benzeri devletler gibi devletliğini göstermiştir.” (Hürriyet, 20.01. 2002) ***
Bir başka tespit de rahmetli Ahmet Kabaklı’dan:
Nâzım Hikmet’in memur edildiği görevler ise hazindi:Demirperde’deki Türkleri bize karşı kışkırtmak ve Türkiye’ye, TC’ye, Menderes’e manzum dille sövmek, ilk göreviydi.
Benim ağrıma giden, Nâzım Hikmet gibi bir seçkin şairin, böyle küçük işleri kabul etmesidir. Her ne halse, bugün bunları hatırlatan da hatırlayan da kalmamıştır. Nâzım ölmüştür. Uğruna yok olduğu dava da ölmüştür.” (Türkiye, 20.01.1992) ***
Gelelim, son değerlendirmeye…
Herkes, kendi zamanının şartları içinde sorgulanmalı…
Koca bir imparatorluk devrilmiş…
Zamanın aydınları çıkmazlarda, kafa sancıları içinde…
Kimi Batı diyor, kimi İslâm, kimi Komünizm…
Sevenleri O’nun ziyan edildiği inancında…Türkiye’den kaçırılmasını hazmedemiyorlar.
SSCB’nin iflâsı, Nâzım Hikmet’in dünya görüşünü zaten bitirdi.
Nâzım, ABD’ye karşıydı ve SSCB yandaşıydı.
Eğer, Nâzım’ın isteği olsaydı Türkiye bugün Rusya’nın uydusu olacaktı.
Türkiye’nin bugün ABD yanlısı politikası büyük tartışma konusudur.
Ama, unutulmamalıdır ki, çok büyük bir kesim, Türkiye’nin, Atatürk’ün istediği gibi tam bağımsız olma yönünde mücadele vermektedir.
Bana gelince…
Nâzım’ın beş cildi kapsayan şiirlerinin tamamını altı ay arayla okudum.
Birkaç tanesini çok beğendim, çoğunluğu beni sarmadı.
Doğrusu ben Mehmet Akif Ersoy, Ahmet Muhip Dranas, Cahit Sıtkı Tarancı, Orhan Veli, Attila İlhan, Ahmet Haşim, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Faruk Nafiz Çamlıbel, Ahmet Kutsi Tecer, Ataol Behramoğlu gibi şairlerimizin şiirlerini okumaktan büyük keyif alıyorum.
Sevip sevmeme konusuna gelince…
Birinin birini sevme hakkı varsa, başka birinin de sevmeme hakkı vardır.
Başka bir ülke toprağını öpen ve “vatanıma geldim” diyen insanı, sadece o ülke vatandaşına duyduğum saygı kadar sayar ve severim.
Hepsi bu…
Ahmet AKYOL 5 Haziran 2007 http://www.ahmetakyol.net/index.php?option=com_content&task=view&id=487&Itemid=44
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder