6 Ocak 2012 Cuma

ILGINC - Karmaşadaki Düzen: Kaos!

Karmaşadaki Düzen: Kaos!

Yazar Dr. Sinan Canan  
 

Yağmurlu bir günde pencerenizdeki su damlalarını izlediniz mi hiç?
Damlalar sürekli yerçekiminin, ağırlıklarının ve sürtünme güçlerinin etkisiyle hareket eder, akarlar.
Herhangi bir damla seçin ve nasıl bir hareket yapacağını, o harekete geçmeden önce tahmin etmeye çalışın.
Nasıl bir yol izleyecek?
Yolda hangi damlalarla birleşecek?
Pencerenin hangi noktasında hareketi son bulacak?
Yoksa hiç hareket etmeyecek mi?

Yahut kahvenize döktüğünüz sütü izleyin bir kez.
Nasıl dağılıyor kahvenin içinde?
Dikkat ederseniz oldukça eğlendirici şekillere bürünerek, kıvrılıp dağılarak kahvenin içine dağıldığını görebilirsiniz.
Pekala, kahvenin içine eklenen sütün herhangi bir anda nasıl bir şekil ortaya çıkabileceğini hesaplamak için nasıl bir formül yazabileceğinizi düşünmek ister miydiniz?

Tabiattaki olayların bir çoğunu izlediğinizde, olan bitenler, neredeyse hesaba kitaba gelmez bir karmaşıklık görüntüsü arzeder.
Bulutlar hep birbirine benzer gibidir sözgelimi; fakat bilirsiniz ki, o an baktığınız gökyüzünün şekli bir daha evrenin tüm yaşamı boyunca aynıyla gerçekleşmeyecek, yegane bir görüntüdür.
Akan bir ırmak hep "o ırmak"tır; fakat içindeki bileşenler karmakarışık şekillerde devinirler ve her an, benzersiz bir dizi kuvvetler bütününün eşliğinde sadece o ana özgü bir durumda bulunurlar (aynı ırmakta iki kez yıkanamayız!).
Tamamen rasgele gözüken bir dizi karmaşık süreç sayesinde, düşük sıcaklıklarda donan su molekülleri, mikroskobik olarak çok güzel görünümlü ve "düzenli" kristaller oluşturur.

Kısacası, karmakarışık hareket ve ilişkiler, büyük ölçeklerde dinamik bir "düzen" oluşturacak şekilde bir teşkilatlanmaya gitmek zorundadırlar sanki.

Günlük hayatımızda bu ve benzeri olaylar bizi hiç ilgilendirmiyor gibi gözükse de, farklı alanlara mensup bir çok bilim adamı, yıllardan beri böyle karmaşık hadiseleri çözmeyi çalışıyorlar.
Hava türbülanslarının, sudaki girdapların, kuru topraklarda oluşan çatlakların, akciğerlerimizdeki bronşçukların dallanmalarının ve daha bir çok tabii hadisenin ortak bir yön paylaştıkları hiç aklınıza geldi mi?
İşte Kaos Bilimi olarak bildiğimiz bilim dalı, tüm bunların temelinde yatan kuralları araştırıyor yıllardır.

Kaos biliminin temellerinin, 1971 yılında Lorenz adlı bir meteoroloji uzmanının bilgisayarındaki bir dizi "gariplikte" ortaya çıktığını biliyoruz.
Lorenz, hava durumunu bilgisayarında modelleyerek, sayısal bir hava durumu tahmin sistemi üzerinde çalışıyordu (bu o zamanlar meslektaşlarının hiç de ciddiye almadıkları bir uğraştı!).
Hava olaylarını rakamlara ve kodlara indirgemiş ve sonra bilgisayara öğrettiği kurallarla -ki bunlar meteorolojik kurallardı- bu girdilerden nasıl hava sonuçlarının çıkacağını, bir yazıcıdan aldığı çıktılarla gözlemlemekteydi.
Bigisayar, bir insanın ömrünün yetmeyeceği hesaplamaları ve tekrar işlemlerini bıkıp usanmadan ve hızlı bir biçimde yapabilme özelliğine sahiptir (o günlerin bilgisayarları ancak, bu gün kullandığımız cep hesap makinaları kadar bir kapasiteye sahip olsalar da, iş görüyorlardı).
Dolayısıyla Lorenz'in bilgisayarı da günler boyunca, hiç durmaksızın böyle karmaşık tekrarlı hesaplar (iterasyonlar) yaparak, sonuçları yazıcıdan çıktı olarak veriyordu.
Bu çıktılar da sayı dizileri şeklindeydi ve Lorenz bunların grafik analizlerini yaparak, sayıları hava durumundaki değişikliklere dönüştürüyordu.

Günlerden bir gün, Lorenz, bilgisayarın yaptığı işlemi, orta yerinden başlatmak istedi.
Yani bilgisayarı süregiden bir işlem yaparken, işlemi kesip, yazıcıdan çıkan ara değerlerden birini, modelin "başlangıç değerleri" olarak bilgisayara klavyeden girdi.
Daha sonra bir kahve almaya giti.

Bir saat kadar sonra geri döndüğünde gözlerine inanamadı!
Bilgisayarın verdiği çıktıların, bir önceki hesaplama sizisiyle hiç bir ilgisi kalmamış, tamamen farklı sonuçlar ortaya çıkarmaya başlamıştı.
Bu yeni serinin önceki seri ile hiç bir alakası yoktu artık.
Lorenz önce makinanın bozulduğunu düşündü.
Ama hemen sonra, yeniliklere hazırlıklı olan zihni durumu farketti.
Kendisi klavyeden ondalık bir sayı değerini bilgisayara girerken, virgülden sonraki beş ve altıncı basamakları yuvarlayarak yazmıştı, çünkü bu kadar küçük bir ondalık değerin, hesaplamalar üzerinde bir etkisi olmayacağını düşünüyordu.
Fakat sonuçlar hiç de onun düşündüğü gibi değildi.
Lorenz'in bilgisayara girerken yok saydığı o ondalık basamaklar, değer olarak hava akımları içinde bir kelebeğin kanat çırpması kadar önemsizken, kısa bir süre sonra, izleyen sonuçlarda büyük farklılıklara neden olmuştu.
Yani bir kelebek sadece kanat çırparak büyük bir fırtına çıkarmıştı!
İşte o gün, Lorenz'in hazırlıklı zihninin de katkısıyla Kaos Bilimi doğmuş oldu.

Lorenz'in temellerini attığı kaos fiziği, bu gün bir çok uygulama alanı bulmuştur kendisine.
Bu fizik dalı, "doğrusal olmayan" (nonlinear) sistemleri inceler.
Bu sistemleri aslında günlük hayatımızda hepimiz tanırız.
Örneğin bir nehirde dalga dalga akan su, suya damlayan bir damla mürekkebin su içinde dağılışı, ağaçtan düşen bir yaprağın düşüş güzergahı, bir yağmur damlasının camda kayarken izlediği yol...
Bunlar hep doğrusal olmayan sistemlere örnektirler.
Bunlar neden doğrusal değildir?
Hareketleri önceden hesaplanıp tahmin edilemez de ondan.
Örneğin açık havada ve doğal koşullarda, ağaçtan düşen bir yaprağın yerde hangi noktaya düşeceğini "tam olarak" hesaplamamız imkansızdır.
Ancak belli bir hata payı ile hesaplamamızı yapabiliriz ki bu da bize çoğu zaman yeterlidir.
Laboratuarda sabit koşullar altında (rüzgarsız bir ortamda örneğin) oldukça yakın bir şekilde hesaplayabileceğimiz yaprağın yere varma noktası, açık havada çok karmaşık değişkenlerin rol aldığı karmaşık bir hadiseye dönüşüverir.
Yani bu tip hadiseler "kaotik"tir.
Aslında en büyük kaotik sistemler, canlılar olarak bildiğimiz ve bizim de dahil olduğumuz sistemlerdir.

Gerçekte gözümüze görünen düzenin bir aldanma olduğu artık açıkça telaffuz ediliyor kaos bilimcileri tarafından.
Her şeyde bir hesaplanamazlık, bir karmaşa, bir önceden bilinemezlik hüküm sürmekte.
Her sistem veya her hadise, şu veya bu şekilde bir yerlerinde kaotik bileşenler içeriyor.
Kaotik sistemlerin iki önemli özelliğini şöyle sıralayabiliriz:

1.Hesaplanamaz olmak: Karmaşık veya kaotik sistemlerin belli bir zaman sonra nasıl davranacaklarını tam olarak kestirebilmek olanaksızdır.
Bunun en bildik örneği, hava durumu tahminleridir.
Bir-iki gün için yapılan hava tahminleri genellikle -pek büyük bir sapma olmaksızın- doğru çıkarken, hala bir haftalık veya yıllık olarak güvenilir bir hava tahmini yapmamız mümkün değildir.
Elbette birisi "seneye şu gün, hava parçalı bulutlu olacak" diyebilir ama, bunu bilimsel yoldan hesaplayabilmemiz imkansızdır.
Çünkü Lorenz'in da kaza eseri gösterdiği gibi, en küçük bir değişkeni (örneğin bir kelebeğin kanat çırpmasından ortaya çıkan hava akımlarını) ihmal etmek bile, hesabımızın yanlış çıkmasına neden olur.
Eğer yukarıdaki tahmini yapan kişi, insanüstü bir duyu yolu vb.
kullanmıyorsa ve hava gerçekten tahmin ettiği gibi çıkmışsa, çok şanslı biri demektir.

2.Başlangıç koşullarına hassas bağlılık: Bir bilardo masasındaki topları ele alalım.
Toplara bir kez vurduğumuzda, her biri gelişigüzel birbirlerine çarpıp, masa üzerinde değişik yollar izlerler.
Şimdi filmi geriye sarıp ilk başa dönelim ve ilk yaptığımız vuruşu örneğin sadece 0.00005 derece sola doğru olacak şekilde değiştirip bir vuruş daha yapalım.
İlk çarpışma ve hareketlerde çok fazla bir değişiklik gözümüze çarpmasa bile, zaman geçtikçe, topların ilk seferkinden çok farklı yerlere gittiklerini gözlemlemeye başlarız.
Çünkü başlangıç koşullarında yaptığımız çok küçük bir değişiklik, sistemin tamamında büyük bir etki olarak ortaya çıkmıştır.
İşte bilgisayardaki sayıları girerken yaptığı o "önemsiz yuvarlama" işlemiyle Lorenz'in yaptığı da aynen buydu.

KAOS BİZE NE SÖYLER?

Bunları bilmek bizim hayatımıza ne gibi yeni açılımlar getirir?
Fizikçiler bu bilim dalı üzerine kafa yormaya başladıktan sonra, borsadaki para hareketlerinin, akciğerlerdeki bronşların dallanma şekillerinin, akarsu deltalarındaki çatallanmaların, bir çok toplumsal hareketin zaman içindeki seyrinin veya beyindeki (veya kalpteki) elektriksel dalgaların, hep bu kaotik sistemlerin kurallarına uygun olarak ortaya çıktıklarını göstermeye başladılar (evet, sistemler "kaotik"tir ama, onların da çoğu zaman belirlenebilir kuralları vardır.
Bunu karmaşa gibi görünen bir çeşit düzen olarak da düşünebiliriz).
Velhasıl fizikçiler ve diğer bilim dallarında kaosla ilgili araştırmalar yapan kişiler, bu verileri işlerine yarayacak hesaplamaların formülasyonlarını ortaya koymak ve anlaşılmaz süreçlerin anlamak için kullanıyorlar.
Pekala, bu işlerle profesyonel olarak ilgilenmeyen bizler için nelerdir kaos biliminin sonuçları?

Çok eskilerde, bilim insanların arasında yaygın bir inanış vardı: "Bana herhangi bir sistemin (yahut tüm evrenin) herhangi bir andaki durumunu tüm ayrıntılarıyla verirseniz, ben de size, onbinlerce yıl öncesinde veya sonrasında, sözkonusu sistemin durumunu tüm ayrıntılarıyla hesaplayabilirim!
"
Kısaca bi bu inanışa belirlenircilik "determinizm" diyoruz.
Buna göre, şartlar bilindiğinde her şey hesaplanabilir.
Yeter ki yeterince hassas ölçüm cihazlarımız olsun.

Kaos ise, evrenin bu kadar basit olmadığını bize göstermiştir.
Özellikle kuantum fiziği olarak bilinen alandaki gelişmelerden de beslenerek, artık bazı şeylerin, ne kadar ince ölçerseniz ölçün, öyle kolayca hesaplanabilir olmadıklarını gözler önüne sermektedir.
Örneğin hava tahminlerine bakalım: İki-üç gün için, hatta belki bir haftalık bir süre için güzel tahminler yapabilirsiniz.
Peki 6 ay sonra, falanca ayın 12'sinde hava nasıl olacaktır?
Sıcaklık kaç derece olacak, rüzgar hangi yönden, hangi şiddetle esecektir?
İşte bunu bilmek imkansızdır.
Bu sınırlılık sadece günümüz biliminin yetersizliğinden de kaynaklanmıyor; Teknik olarak sonsuz derecede ayrıntılı bilgiye ihtiyaç duyulacağı ve hava olayları kaotik kurallarla geçekleşeceği için, kuramsal olarak da böyle uzun erimli kesin tahminler, imkansızdır.
Evet, Ocak ayında genellikle havanın soğuk olabileceğini söyleyebilirsiniz (çünkü günlük olarak karmaşa sergileyen hava durumu, daha büyük mevsimsel ölçeklerde bir düzen arzeder), fakat Ocağın 16'sı için kesin bir tahminde bulunmanız, bir kaç gün öncesine kadar, imkânsızdır.

Bu bilim dalı ile ilgili düşünmeye başladıktan bir süre sonra, her şeyin, özellikle insan gibi karmaşık bir yaratığın hayat sürecinin de mecburen kaotik özellikler sergilemesi gerektiği sonucuna ulaşıyoruz ister istemez.
İnsan öyle bir yaratık ki, bedensel ve psikolojik gelişimi sırasında bir çok faktörün etkisinde kalarak, son derece karmaşık bir süreçten geçip, onların toplamından daha fazlasına sahip bir organizma olarak yaşamını sürdürmekte.
Deneyimlerinden ve hayatını oluşturan bileşenlerden daha fazlasına sahiptir, çünkü onları algıladığı veya öğrendiği gibi, bir bilgisayara benzer şekilde depolamaz.
Onu kendisine göre değiştirir ve yepyeni bir kimlik verir deneyimlerine.
Bunu test etmek için arkadaşlarınıza "kırmızı" dediğinizde onlara ne çağrıştırdığını bir sorun.
Cevaplar, bir rengin bile ne kadar farklı deneyimlerin aracısı olduğunu gösterecektir.

Hayatı anlamlandırmak için kullandığımız en önemli hammadde, yaşam tecrübelerimiz ve yaşamımız süresince edindiğimiz zihinsel kazanımlarımızdır.
Herhangi bir olayı yahut veriyi değerlendirirken, o güne kadar beynimize yerleşmiş bilgi ve şartlanmaların bir sonucu olarak, aldığımız yeni verileri de kendimize göre "çarpıtıp" yeni bir tecrübe biçiminde algılar ve ona bir tepki oluştururuz.
Algılarımızın ve çevreye uyum mekanizmamızın temelini oluşturan "sinir sistemimiz" (özellikle beynimiz) her yeni gelen veriye göre, kelimenin tam anlamıyla mikroskobik ölçeklerde "biçim değiştirerek" bir "uyarlanma" sergiler ve alınan her bilgi parçacığı, zihin merkezimiz olan beynimizin "biçimini" değiştirir.
Kısacası, ne kadar önemsiz olursa olsun, herhangi bir şey öğrendiğimizde, artık biz o eski kişi değilizdir.
Hal böyle olunca, tüm yaşamı algılama konusunda nesnel (objektif) olabildiğini iddia etmek, olsa olsa boş bir temenniden ibaret kalacaktır.
Zira, bu gün bildiğimiz kadarıyla, öznel (subjektif) algılama dışında hiç bir şansımız yok; yani ne kadar bilirsek bilelim, herkes kapasitesi ölçüsünde "gerçeğin" ancak minik bir bölümüne sahip...
Çünkü kaos, bizi de kaplamış durumdadır ve hiç bir şey bizim bildiğimiz basit kurallara göre işlememektedir.

Kısacası, insanın gelişimi ve hayatı kaotiktir.
İnsanı, hele hele onun oluşturduğu toplumu katı kurallarla bir şirazeye sokma çalışmaları her zaman başarısızlığa mahkumdur.
Çünkü, katı ve değişmez kuralların varlığına inanmak, evrenin işleyişini anlayamamış, veya yanlış anlamış kafaların ürünleridir.
En katı yönetime sahip diktatörlerin eninde sonunda devrilip, üstelik en ağır cezalarla cezalandırılmaları, sıkça yaşadığımız ve kaosa karşı dayanamayan "yapay" kurallara iyi birer örnek teşkil eden olaylardır.
Çocuklarını sadece kendi bildikleri doğrularla yetiştirmeye çalışan anne ve babalardan, saat gibi düzenli bir hayat yaşayınca hep başarılı olacaklarını sananlara kadar, kaosun diğer açılımlarını ise varın siz düşünün.

Kaotik bir evrende çoğu zaman, o bildiğimiz ve alışageldiğimiz detereminist kurallar işlemez.
Bunun yerine daha farklı kurallar vardır.
Aynen Lorenz'in bilgisayarında olduğu gibi, küçük etkiler, öngrülemeyen büyük sonuçlar doğurabilir.
Birçok "büyük devrim" çabası dikkate değer bir değişim ortaya çıkaramazken, bazı küçük insani çabaların hesaplanamaz büyüklükte etkiler oluşturabilmesinin altında, yaşadığımız evrendeki bu "kaotik özellikler" yatar.
Büyük işler her zaman büyük sonuçlar doğuramazken, bazen çok küçük işler, hayret verici sonuçlar ortaya çıkarabilir.

Bir bilim dalının çıkarımlarının insana bu kadar çok şey söyleyebilmesi aslında pek de alışık olduğumuz bir şey değil.
Zira çoğumuz bilimi, kuru ve duygusuz bir dizi analitik sonuç olarak görme eğilimindeyiz.
Bilimsel sonuçlar bir takım teknik yararlar (bazen de felaketler) ortaya koyarken, yaşama, hayatın anlamına dair çok fazla şey söyleyemez gibidirler.
Fakat bakmayı bilenler için, hem "eski" hem de "yeni" bilimler, oldukça ilginç mesajlar taşıyorlar.
Kaos ve kaotik sistemler de bize üzerinde düşünecek yepyeni bir alan açmış durumda.
Teknik olarak epilepsi hastalarındaki rasgele nöbetlerin, kalp krizlerinin, depremlerin ve daha bir çok "öngörülemez" olayın tahmininde yeni ufuklar açmasının aynı sıra, yaşadığımız evreni anlamamızda, kendimize ve zihnimize ilişkin değerlendirmelerimizde, yaşamımıza dair öngörülerimizde ve genel anlayış çerçevemizde önemli açılımlar getirebilecek felsefi sonuçları da beraberinde getiriyor, Kaos Bilimi.

Bizim kültürümüz özellikle bu mesajlara yabancı değil.
Örneğin "tevekkül" (gereken çabaları gösterip, hayırlı ve olumlu sonuçlarını Yaradan'dan dileme), "bereket" (hesaplanandan daha fazlasına ulaşan, madde-ötesi kaynaklardan beslendiğine inanılan kazanımlar) gibi kavramlarla, "yoldaki bir taşı kaldırmanın bile büyük sevap olması" gibi pratik hayata yansıyan uygulamalar, çoğunlukla "batı" literatüründe karşılıkları tam olarak bulunamayacak ve yeni "kaotik evren" anlayışıyla uyum gösteren, bize ait değerler.
Bu değerlerle, özellikle bu değerleri içselleştirerek yetişmiş insanların, kaos biliminin bulguları ile varabilecekleri noktaların çok daha zengin ve çeşitli olacağını düşünmek için çok nedenimiz var.

Son olarak; küçük çaba yoktur.
Ne ile uğraşırsak uğraşalım, kelebeğin kanat çırpması kadar önemsiz bir iş bile yapsak, nice fırtınalara gebe etkiler oluşturabileceğimizi sürekli olarak aklımızın bir köşesinde tutumalıyız.
Artık "hiç bir şey yapmazsam, hiç bir şeye neden olmam" anlayışı bilimsel olarak da geçerliliğini yitirmiş gibi gözüküyor.
Zira hiç bilmediğimiz bir şekilde, çok önemli bir sürecin, küçük ama çok önemli bir parçasında "vazgeçilmez" bir rolümüz olabilir ve biz gerçekten de bunun hiç mi hiç fakında olmayabiliriz.
Elbette ki bu küçük rolümüzü yerine getirmememiz, o küçük vazife ihmalinden çok daha büyük bir suç işlememize neden olabilir...
Eski bir Kelt türküsü bu durumu ne kadar da güzel özetliyor:

"...
Bir mıh yitirdik, naldan olduk

Bir nal yitirdik, attan olduk

Bir at yitirdik, atlıdan olduk

Bir atlı yitirdik, zaferden olduk

Bir zafer yitirdik, ülkeden olduk.
.."

Kısacası, o nala o mıhı (çiviyi) çakan nalbant olmamaya özen göstermeliyiz.
Muhtemelen o "zavallı" adamcağız da, elden giden ülkesi için, "kötü yöneten ve savaşta varlık gösteremeyen" kralını ve komutanlarını suçlamıştır...

Kimbilir ...?

 http://www.onarimcilar.net/j/index.php?option=com_content&task=view&id=9&Itemid=8




--   . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .   Carpe diem Ani yasa, gunu yakala  Latin Atasozu   . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .   Kurmus oldugum guruba uye olun Moderasyonsuz, sansursuz ve ozgur bir guruptur.  Ozgur_Gundem-subscribe@yahoogroups.com   . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .    Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz.  http://orajpoyraz.blogspot.com/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder