29 Nisan 2011 Cuma

Levent Kırca'nın RTE alerjisi...


 

Levent Kırca'nın Tayyip alerjisi!
Levent Kırca Aydınlık gazetesinde yazdı. Kırca'nın 2 şeye alerjisi var...

Bu gün kendimle dalga geçeceğim; biline...'

Eğer şakacıysanız, espri yeteneğiniz varsa, mizahtan yararlanarak eleştiri yapacaksanız, etrafınızdaki insanları kullanarak onlardan yararlanacaksınız demektir. Hal böyleyken, öncelikle siz "şaka kaldırmalısınız." Herkesin size takılabileceği bir tip olmalısınız. Müsaade edin, insanlar sizinle eğlensinler, hatta siz kendinizle eğlenin. Hikayelerinizde çoğunlukla malzemeniz kendiniz olun. İşte bunu başarabildiğinizde, başkalarına takılma şansı elde edebilirsiniz. Olgun insanlar şaka kaldıranlardır. Kendi hatalarınızın, eksikliklerinizin üzerine önce kendiniz gidin. İnanın, çok rahat edersiniz ve sorunlarınızı aşarsınız. Ben öyleyim mesela. Espri zeka gerektirir. Bir başkası sizden daha zeki, daha komik olabilir. Onun üstünlüğünü kabul etmezseniz, hem gerilir hem de kaybeden olursunuz. Onun yanında, O'ndan yararlanarak gülüp eğlenmeli ve yine bu konuda O'ndan bir şeyler öğrenmelisiniz. Bütün mesele komplekslerden annabilmeyi bilmekte. Karşı saldırı, geri çekilme, durmak, tekrar hamle yapmak, yaşamın vitesleridir. Vitesi ne zaman değiştireceğinizi iyi bilmelisiniz.

21 sene Olacak O Kadar programı yaptık. Eleştirilmeyi hak edenlerle "dalga geçtik" hiç şüphesiz. Mizah, tenis maçına benzer. Topu düşürmemelisiniz. Kendinizden emin olmalısınız. Yere kuvvetli basmak ve raketi yumuşak bir sıkılıkta tutmak önemlidir. Zeki, esprili insanlar diğerlerine başlangıçta iyi, hoş gelir. Ama sonra sizden kaçarlar. Çoğunluk sıklıkla arkadaşlık edeceği kişileri kendi seviyesinin altında-kilerden seçer. Böylece üstün olabildiklerini düşünürler. Oysaki kendilerinden üstünlerle ilişkilerini sürdürebilseler, bunu başarabilseler, sürekli yükselişte, aşama halinde olurlar. Durmadan gelişirler. Gelişmenin sınırı yoktur. Kuralları vardır.

Olacak O Kadar programının en baba yıllarında eleştirdiğimiz kişiler beni arar tebrik ederlerdi. Olgun karşılamış gibi bir görüntü oluşturmaya çalışırlardı. Ben de "öyle" sanırdım. Zamanla gördüm ki, hiç de öyle değilmiş. İçin için kırılır ve intikam alacakları günübeklerlermiş meğer. Bu da onların hiç gelişmediklerini, aynı yerde saydıklarının göstergesidir.
Bir gün Arif Sağ telefon etti, bir türkü yarışması yapılacak, sertin de jüride benimle birlikte olmam istiyorum, beni yalnız bırakma dedi. Ben de onu hiç kıramam. En azından dava arkadaşıyız. Program Kanal D de yayırüa-nacak. Sunucusu da "Beyaz." İlk bölümün ya-yınındayız. Program canlı. Salon hınca hınç "halk" la dolu. Açıkçası benim seyircim. 3,2,1, çekim başladı, önce Beyaz çıktı sahneye. Belli oranda bir tezahürat ve ilgi gördü. Ben çıktığımda ise yer yerinden oynadı. Beyaz duruma bozulduğu için, o an tartım gücünü elinde tutup kontrol edemedi. Ben de her açığı gole çevirip patlattım esprileri. Bir komiğin en büyük sorunu, bir başkasının kendinden daha komik olmasıdır. Onun için küstahlaşır ve sürekli saldırır. Usta komedyenler daima sakin ve kendilerinden emin olurlar.

Ertesi hafta türkü yarışmasının 2. bölümü için yayına gittim. Beyaz diğer jüri üyelerini toplamış odasına, beni de çağırdı. Gittim ben de. Bize nutuk çekiyor ama bana bakmıyor. Gözü Arif Sağ ve diğerlerinde. Şunları söylüyor. Aslında onlara söylüyormuş gibi yapıyor ama sözü bana. Siz espri yapmayın, o benim işim diyor. Siz puanlarınızı verin oturun. Program fazla uzamasın. Yani bana espri yapma, benden komik olma diyor. Sen benim ne yapacağımı bana öğretemezsin dedim. Ben bu nedenle bu programdayım. Bana söyleyeceğin bir şey olduğu zaman direk bana söyle. Kimseyi kullanma. Ayrıca kendinden daha büyük insanları da ayağına çağırma. Kimse senin emir kulun değil.

O gün programda, seyirci salonda oturuyor, biz seyircinin karşısına çekim başlamadan çıkıyoruz. Alkış kıyamet kopuyor ama bu ekranlara yansımıyor. Çekim başlayınca Beyaz tek basma çıkıyor ve alkışım alıyor.Başka bir alkış da olmadığıiçin mukayese imkanı anadan kalkıyor.
Bunlar küçük "ayak oyunları." Yalnızca uygulayan kişinin ayaklarını birbirine dolaştırır okada; Başkasına bir zarar vermez. Sonraki geldi benden özür diledi. Bir sonraki haftada ben programı bıraktım.2 hafta sonra da program tamamen yayından kalktı.

Boyum nasıl 1.85 oldu?

Hastanede yoğun bakımdayken, etrafımı da eğlendirmeyi ihmal etmedim. Örneğin bileğime alerjim olan şeyleri yapıştırıyorlar. Bilekliğin birinde penisilin alerjisi olduğunu yazıyor, diğerinde Tayyip alerjisi. Penisilin beni her an zehirleyip öldürebilir. Bay Tayyip'i ise gördüğüm, ya da sesini duyduğum zaman, önce kızarıyorum sonra da ateş basıyor. Ardından da şişiyorum. Zorla değil, alerjim var. Duyan geliyor, bilegimi okuyup gülerek geri dönüyor. Hemşireler bana bir takım sorular soruyor, ben de cevaplıyorum. Daha önce geçirdiğiniz hastalıklar, hiç ameliyat oldunuz mu gibilerinden sorular. Boyunuz ne kadar diye sordu. Ben de 1.85 dedim. Hemşire şaşırmadı, yazdı ve gitti. Oğlum, "yahu baba, senin boyun 1.70, niye 1.85 dedin ki?" diye sordu. "Oğlum, yahu çarşafın altından karışlayıp, boyumu ölçecek hali yok ya. Bırak 1.85 olmanın keyfini yaşayayım. Bir daha bu fırsatı bulamam" dedim.

Bir akşam üzeri şirketin şoförü ziyaretime gelecek. Oğluma dedim ki, "Gel şuna bir oyun edelim. Şoför gelmeden 2 dakika önce çarşafı başıma çekeyim ölmüş gibi. Kıpırdamadan yatayım." Önceden hemşireleri de örgütledik. Muhterem oda kapısından girdi. Tuhaf bir durum var. Ölüm sessizliği hakim. "Ne oldu?!" diye sordu. Oğlum da ağlamaklı bir sesle "babayı kaybettik" dedi. Çarşafin altında kıpırdamadan bekliyorum. Sesim soluğum çıkmıyor, çıt yok. Sabredemedim, bastım kahkahayı. Yahu dedim. Sen nasıl bir adamsın? Öldüğümü gördüğün halde neden ses etmiyorsun?.. Biraz durdu... Efendim dedi, tam sesimi çıkarmak üzereydim ki siz güldünüz. Peki nasıl bir ses çıkarmayı düşünüyordun? dedim. "Olamaz! Olamaz! diye bağırarak koridorlarda koşacaktım."

Kalp yetmezliğinden akciğerlerim ödem yapmış, idrar sökücü ile boşaltmaya çalışıyoruz. Üaa aldıktan soma kendimi tuvalete zor atıyorum. Yarısını tuvalete, yarısını da üstüme başıma yapıyorum. Sanki yüzme havuzu boşaltıyoruz. Bir ısıtıcı taktırsam sırtıma, hastanenin sıcak su ihtiyacım karşüayacağım. Derken çıktım hastaneden. Ancak sabahları yine de idrar sökücüden alıyorum bir tane, diğer ilaçlarımla birlikte. Bir akşam üzeri okulda dersim var; okul istikametinde Boğaz Köprüsü'nden geçmeye çalışıyorum. Trafik felaket. Tam da orta şeritteyim. Bir kenara yanaşıp durma şansım da yok. Yanaşıp durabilsem, çıkaracağım herkesin önünde ortalık yerde yapacağım yapacağımı. Gözüm dönmüş bir kere, arabanın içinde kıvranıyorum. Ayaklarımı yerlere vuruyorum. "Elimdekini" sımsıkı tutmuş buruyorum. Neredeyse iğdiş edeceğim kendimi, tenor castre olacağım sonunda. Ne yapsam nafile. Yan koltuktaki su şişesini deniyorum, ağzı küçük geliyor. Su şişesinin bulunduğu poşeti aldım elime. Yansını poşete, yansım üstüme başıma yaptım. Rahatlamanın getirdiği yüzümdeki mutluluk ifadesini görmeliydiniz. Ne Ergenekon'da suçsuz yere yatanlar,ne yıkılan heykel, ne de üniversiteleri ele geçirmek için ÖSYM'de önceden dağıtılmış sorular umurumda değil. Ben boşalmanın keyfini sürüyorum. Sair arabalardan beni selamlıyorlar. Ben de onlara gülücükler dağıtıyorum. Bir mutluluk, bir mutluluk. Tatlı bir sıcaklık aşağıdan yukarı bütün vücudumu sanyor. Allah'tan arabanın bagajında oyun kostümlerim var. Oyun olduğu gecelerde külot, fanila ve çorap alırım yanıma fazladan. Dersten sonra da oyuna gideceğim. Açık otoparkta gecenin ayazında erkekliğimden olma pahasına donumu değiştiriyorum. Tam paparazzilik atmosfer. Neyse, tarihi kostümlerle girdim derse. Elbette ki öğrenciler çok şaşırdı. Sebebmini sordular, ben de kıvırmadan açık açık anlattım. "Bana" hep birlikte bayağı güldük.

Sonuç.
İnsan önce kendisiyle dalga geçmesini bilmeli, yoksa bir başkasına bulaşmaya hakkı yoktur. Bundan soma da yoğun İstanbul trafiğinde dolaşacağım zaman, belki "bezlerim" altımı. Çünkü bu idrar sökücü pek yaman bir şey. Denemesi bedava.
Ya da, zaman zaman mutlu olmak istiyorsak, biriktirip biriktirip, koy verelim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder