25 Haziran 2013 Salı

15-Darbe yalanı ile aldattılar! -1-

IKRA, IKRA, IKRA.
Ey mürteci bir kere olsun oku.
Ben neden iki lafın birinde,
"Din, iman, yalan, dolan, kin, intikam, işbirliği ve ihanet.
Adalet ve Kalkınma Partisi ve Fitnebaz Cemaat'in özeti budur."
diyorum, anlayın.

Oraj POYRAZ

Darbe yalanı ile aldattılar! -1-

Ergenekon davasında savunmalarını tamamlayan sanıklar 'Darbe yalanı ile aldattılar!' açıklamasında bulundular. İddiaların çöktüğü belirtilerek "Silivri gerçeği"ni kamuoyunun bilgisine sundular.

İstanbul - Ergenekon davasında son duruşmalar yapılırken Danıştay saldırısını azmettirmekten 6 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis istenen Veli Küçük'ün kızı ve avukatı Zeynep Küçük, Danıştay dosyasının Ergenekon'dan ayrılmasını talep etti. Silivri'de görülenen davanın duruşmasında tutuksuz sanık Ulusal Kanal Haber Müdürü Ufuk Akaya, 2 saatlik savunması süresinin çok az bir kısmını kullandı. Artan süreyi aynı zamanda Veli Küçük'ün de avukat olan Zeynep Küçük kullandı.

Avukat Küçük, mütalaada "Danıştay saldırısında Süleyman Esen'in beraatinin istenmesi, Osman Yıldırım'a 'darbeye teşebbüs'ten ve Cumhuriyet'in bombalanmasından ceza istenmesi, babası Veli Küçük'e ve sanık Muzaffer Tekin'e ise azmettircilikten 6 kez müebbet hapis cezası istenmesini" eleştirdi. Zeynep Küçük, yaptığı sunumda Osman Yıldırım, Süleyman Esen, davada tanık olarak dinlenen Salih Yaşar arasındaki telefon irtibatlarını göstererek şu iddialarda bulundu: "Bakın bu kişiler arasında Cumhuriyet gazetesinin bombalanması ve Danıştay saldırısı arasında geçen 13 günlük süre zarfında toplam 464 görüşme var ama Ergenekon davası sanıkları ile aralarında bir tek bağlantı, ya da telefon irtibatı yok. En kritik eylem saatlerinde birbirleri ile görüşen ve baz istasyonu raporlarına göre eylem bölgesinde olan kişilere beraat istenirken, hiçbir bağlantısı olmayan kişilere ağırlaştırılmış müebbet hapis istenmesi hangi hukuk ve vicdanla açıklanabilir?"

Küçük "Çözülmesi gereken düğüm, Cumhuriyet Gazetesi'ne atılan bombalar ile başlayan bu süreçte, bombalari kimin verdiğinin ortaya çıkarıllmasıdır. Zira, Cumhuriyet Gazetesi eylemleri ile tetik çekilmiş ve eylem Danıştay baskını ile tamamlanmıştır" diye konuştu. Zeynep Küçük, Danıştay dosyasının Ergenekon'dan ayrılmasını talep etti.

Küçük'ün davayı etraflıca anlattığı sunum şöyle:

Ergenekon davasının ilkleri

1.İlk defa bir davada 23 dava dosyası birleştirilmiştir.

2.İlk defa cezaevinde yargılama yapılmıştır.

3.İlk defa Askeri Ceza Yasasında savaş halinde uygulanan üç müdafii ile sınırlama bu davada uygulanmıştır.

4.İlk defa bu davada gizli tanıklık kurumu uygulanmış ve yine ilk defa bu davada aynı kişi sanık ve gizli tanık olmuştur.

5.İlk defa bu davada Genelkurmay Başkanı ve halkın oyuyla seçilmiş üç milletvekili terörist iddiasıyla tutuklanmış ve yargılaması devam etmektedir.

6.İlk defa bu dava ile Atatürkçüler, Vatanseverler, Kemalistler ve TSK mensupları terör örgütü kurmakla suçlanmışlardır.

7.İlk defa bir davada heyet ve hakimler hakkında 300'ün üzerinde reddi hakim isteminde bulunulmuştur.

8.İlk defa bir davanın yargılmasında ilk 4 yıllık süre içinde altı sanık hayatını kaybetmiştir.

9.İlk defa bu davada hakimler ve savcılar hakkında rekor sayılabilecek şikayet ve tazminat davası açılma yoluna gidilmiştir.

10.İlk defa bu davada siyasi görüşleri birbirlerinden tamamen farklı kişiler örgüt suçlaması ile biraraya getirilmiştir.

11.İlk defa bu davada sanık ve müdafileri arasında hukuki yardımlaşması ve savunmaya ilişkin belge ve dosyaların alınıp verilmesi kontrole tabi tutulmuştur.

12.İlk defa bu davada tuvalete çıkma hakkı izne tabi kılınmış ve tuvalet ihtiyacı olmasına rağmen yasaklanmıştır.

13.İlk defa bu davada belge ve delil sayısı milyonları aşmıştır.

14.İlk defa bu davada deliller üzerinde önemli ölçüde oynanmış, tahrif edilmiş ve yeniden üretilmiştir. Sahte delillere emniyet ve yargı makamı ilk defa bu davada "sehven" tanımlamasına sığınarak tevilli ikrar yoluna gitmiştir.

15.İlk defa bu davada sanıklar sabah 08.00'den akşam geç vakitlere kadar, yaklaşık 100 yıla tekabül edecek toplam 600'ü aşkın celseye girmişlerdir. Sanıklık meslek haline getirilmiştir.

16.İlk defa bu dava sanık ve müdafiler tavandan sarkıtılan dinleme cihazları ile dinlenmiş, istihbarat faaliyetleri duruşma salonunda uygulamaya geçirilmiştir.

17.İlk defa bu davada savunma avukatları mahkeme başkanının emri ile duruşma salonunda dövülmüşlerdir.

18.İlk defa bu davada 2500 sayfalık iddianame ve mütalaalar hazırlanmıştır.

19.İlk defa bu davada yüzbinlerce kişi duruşma salonuna gelerek gösterileri ile sanıklara destek vermişlerdir.

20.İlk defa bu davada onbinlerce insan "ben de örgüt üyesiyim, beni de yargılayın" diye dilekçelerle mahkemeye müracaat etmişlerdir.

21.İlk defa bu davada sanıklar haftanın dört günü bazen beş günün sabah 08.00 akşam geç saatlere kadar yargılanmışlar, sanıklık meslek haline getirtilmiştir.

22.İlk defa bu davada sanık ve müdafilere söz verilmeyerek sadece dilekçe verebilecekleri kuralı kabul edilmiştir.

23.İlk defa bu davada sözlü tahliye talebinde bulunma hakkı ortadan kaldırılmıştır.

24.İlk defa bu davada esas hakkındaki savunma, bir ve iki saatlik süre ile sınırlandırılmıştır.

25.İlk defa bu davada iddianame ekinde 452 klasör (226.000 sayfa) delil ile dava açılması yoluna gidilmiştir.

26.İlk defa bu davada onlarca sanık aylarca duruşmadan yasaklanma yoluna gidilmiştir.

27.İlk defa bu davada yargıya hakaret suçlaması ile yüzlerce sanık ve avukat hakkında suç ihbarında bulunup yüzlerce dava açılmış ve yıllarca hapis cezası verilmiştir. Bir sanığa bir hakaret davasında 14 yıl hapis cezası verilerek dünyada kırılamayacak bir rekora imza atılmıştır.

28.İlk defa bu davada tutukluluğun kaldırılması talepleri şablon gerekçe dahi kullanılmasına gerek olmaksızın reddedilmiştir.

29.İlk defa bu davada mahkemenin ara kararlarına karşı yapılan binlerce itiraza rağmen birinin dahi kabul edilmesi yoluna gidilmemiştir.

30.İlk defa bu davada avukatlar bir müvekkilini haftanın 4 günü, 5 yıl boyunca hergün savunmak zorunda kalmışlardır.

31.İlk defa bu davada avukatlar ve seyirciler kimlik tespiti yolu ile duruşmaya alınmışlardır.

32.İlk defa bu davada sanıklar en yakın yerleşim yerine 15 km uzakta, tarlanın ortasında kurulan spor salonunda yargılanmışlardır.

33.İlk defa bu davada kamuoyunun dikkatinden kaçırılmak amacı ile müdafilerin telefonlarına, bilgisaylarına el konulmuş, duruşma salonuna sokulmamıştır.

34.İlk defa bu davada Atatürk'ün Nutuk'u, Bursa Söylemi, Gençliğe Hitabesi suç delili olarak kabul edilmiştir.

35.İlk defa bu davada olmayan hayali bir örgüt sahte deliller ve yargı eli ile oluşturulmaya çalışılmıştır.

36.İlk defa bu davada TSK karargahı terör örgütünün merkezi haline getirilmiştir.

37.İlk defa bu davada Türkiye'de faaliyet gösteren PKK, DHKP-C, Hizbullah, Tikko gibi örgütleri kurduğu iddia edilen ancak soruşturma başlayıncaya kadar Genelkurmay Başkanlığı, Emniyet, Jandarma ve MİT tarafından bilinmeyen bir örgütün yargılaması yapılmıştır.

38.İlk defa bu davada birbiri ile asla biraraya gelmesi mümkün olmayan siyasi görüşleri taşıyan kişilerden oluşturulduğu iddia edilen bir örgütün yargılaması yapılmıştır.

39.İlk defa bu davada hiçbir sözde örgüt üyesi suç üstü yakalanmamış, tüm sanıklar evlerinden ve işyerlerinden göz altına alınmıştır.

40.İlk defa bu davada sanıklar dışında 11.300 kişi dinlenerek bu konuda rekor kırılmıştır.

41.İlk defa bu davada sanıkların kendi aralarında bir çok ceza ve tazminat davalarının açıldığı görülmüştür.

42.İlk defa bu davada celp edilen delillere bu ölçüde gizlilik yaftası vurularak sanık ve müdafilerine verilmekten imtina edilmiştir.

Darbe yalanı ile aldattılar! -2-

Ergenekon davasında savunmalarını tamamlayan sanıklar 'Darbe yalanı ile aldattılar!' açıklamasında bulundular. İddiaların çöktüğü belirtilerek "Silivri gerçeği"ni kamuoyunun bilgisine sundular.

İstanbul- Ergenekon davasının soruşturma ve kovuşturma aşamasında gerçekleşen usule aykırılıklar

1) CMK 149/3, 154, TMY'nın 10/e mad. uyarınca sanık ile müdafi arasında belge alışverişi ve hukuki yardımlaşma hakkının kısıtlanamayacağına ilişkin hükümlere rağmen mahkemenin sanık ve müdafi arasında belge alışverişini yasaklaması savunma hakkının kökten yok sayılması anlamına gelmektedir.

 2) Yargılama aşamasında sanık ve müdafilerine usul konusu dahil hiçbir şekilde söz verilmeyerek, yazılı dilekçe verilmesi istenerek yargılamanın şifahilik özelliği ortadan kaldırılmıştır.

3) Yargılamanın ilk aşamasında her gün, daha sonra her hafta, bilahare iki haftada bire indirilen talep hakkı tamamen ortadan kaldırılmış, 2012 yılının Haziran ayından itibaren sanık ve müdafilerin hiçbir talebi alınmamaktadır. 

 4) Yargılamanın başında mahkeme heyeti tarafından ara karar oluşturularak her sanığın dinlenen tanıklara ya da ifadesi alınan sanığa soru sorma hakkı tanınmış iken 2012 yılının Haziran ayından itibaren tanık ve sanıklara sadece ismi geçmek ve tanınmış olmak kriteri ile soru sorma hakkı sınırlandırılmış, bu iki kriterde tamamen keyfi bir şekilde son derece kısıtlı bir çerçevede uygulanmıştır.

5) Tanık ve sanıklara soru sorulurken soruların birçoğuna müdahale edilerek çeşitli gerekçelerle sorulması engellenmiştir.

 6) Sanıkların kendileri bakımından hayati derecede önemli tanıklara sualler sorarken "tekrar sordun, ayrıntıya girdin, yorum sorusu, tanığı sıkıştırdın" gerekçeleri ile mikrofon kapatılarak sual sorma hakkı elinden alınmıştır.

 7) Savcılara ve hâkimlere sınırsız ölçüde soru sorma hakkı verilirken, sanıklara kısıtlama getirilmekte kısıtlı sürede ve az sayıda soru sorulması istenmiş aksi halde mikrofon kapatılmıştır.

 8) Savcılar ve sanık müdafileri arasında hiçbir konuda eşit bir uygulamaya gidilmemiş, savcılar yargılamayı istedikleri gibi yönlendirirken, müdafilere mahkeme tarafından her konuda kısıtlamalar getirilmiştir. Silahların eşitliği prensibi bu yargılamada tamamen rafa kaldırılmıştır.

 9) Sorulara itiraz eden sanık ve müdafilere çoğu zaman söz hakkı verilmemiş, verildiğinde de itirazların tümü istisnasız reddedilmiştir.

10) Sanıkların savunma hakkı kapsamındaki itirazları ve beyanlarına karşı 16 celse ya da esas hakkındaki savunmaya kadar duruşmalardan men cezası verilerek, savunma hakkı kullanılamaz hale getirilmiştir.

11) Sanık müdafilerin sudan gerekçelerle mikrofonları kapatılmakta, konuşma ve itirazları kesilmekte bununla da yetinilmeyerek dışarı çıkarılmakta, haklarında suç ihbarlarında bulunulmakta, bazen jandarma zoru ile duruşmadan atılmaktadır.

12) Duruşma salonunun her noktasına mikrofonlar sarkıtılarak duruşma dışında sanıkların kendi aralarında, müdafileri ve duruşmaya gelen yakınları ile yaptıkları özel görüşmeleri dinlenmekte ve yapılan bu dinlemeler yargı sürecinde kullanılmaktadır.

13) Mahkeme başkanının duruşmada verdiği tüm kararlara kesinlikle sanık ve müdafilerince itiraz edilemeyeceği, tartışılamayacağı belirtilerek savunma yok farz edilmiştir.

14) Tutukluluğun devamına ilişkin kararlarda hukuki ve fiili nedenler gösterilmemiş, 6352 Sayılı Yasadan sonra bir sanık için gerekçeden yoksun şekilde tutukluluğun devamına ilişkin verilen karar tüm sanıklar için noktası, virgülüne ve imla yanlışlarına kadar kes, kopyala, yapıştır yöntemi ile aynen tekrarlanmıştır.

15) Kovuşturmanın her aşamasında sanık ve müdafiinin salıverilme talebinde bulunması mutlak bir hak iken, bu konuda şifahi talepte bulunma hakkı tamamen yasaklanmıştır.

16) Tutukluluğun devamına ilişkin 30 günlük sürelerde verilen kararlarda sanık ve müdafilerine, mütalaaya karşı beyanda bulunma hakları hiçbir şekilde kullandırılmamıştır.

17) Tutukluluğun devamına ilişkin kararlara karşı yapılan itirazlar diğer mahkemeler tarafından usulen karara bağlanıp, bir satırla reddedilerek itiraz yolu işlemez hale getirilmiştir.

Yargılama sürecinde itirazı inceleyen mahkemenin farklı bir tek kararına rastlanmamıştır.

18) Tutuklamanın alternatifi olan adli kontrol yöntemleri uygulanarak bir sanığın dahi bugüne kadar tahliye edilmemesi, mahkemece adli kontrol tedbirlerinin uygulanmasını alternatif olmaktan çıkarmış, bu hükümler yasada yok kabul edilmiş, 6352 Sayılı Yasaya rağmen mahkemenin bu konudaki hukuk ve yasa dışı direnci devam etmiştir.

19) Haftanın dört günü bazen beş günü sabahtan gece yarılarına kadar süren daimi yargılamalar işkence haline dönüşmüştür. Bir kısım sanıklar için yargılandıkları celse sayısı 400'ü geçmiştir. 400 gün süren yargılama, diğer mahkemeler için 75 yıla tekabül eden bir zamana denk düşmektedir. Yargılama süreci makul süreyi aşmıştır. Sanıkların 6 yılı bulan yargılama sürecinde sürekli suç şüphesi altında kalmaları basında ve kamuoyunda önemli ölçüde itibar kaybına uğramalarına yol açmıştır. Dünyanın hiçbir yerinde 400 celse devam eden bir yargılama süreci yaşanmamıştır. Yargılama aşaması bizatihi fiziki ve manevi işkenceye dönüşmüştür.

20) Sürekli yargılama süreci sanıkların en basit insani ihtiyaçlarının karşılanmasını, müdafileri ve aileleri ile görüşmelerini engellemiş, savunmalarını dahi hazırlayamaz ve çalışamaz hale getirmiştir.

 21) Haftanın dört günü devam eden yargılama süreci sanıkların müdafisiz kalmasına yol açmış, hiçbir müdafiinin İstanbul'un 60 km dışında tarla ortasında duruşma salonuna haftanın dört günü sabahtan akşama iştirak etmesi imkansız hale getirilmiştir. Oluşturulan yargılama süreci, kendiliğinden müdafisiz yargılama sonucunu doğurmuştur. Hiçbir avukatın haftanın dört gününü, sabahtan akşama bir davaya tahsis etmesi mümkün değildir. Bu dört güne, cezaevi görüşlerini de dahil ettiğinizde bu davada sanık ile müdafiinin yaşamını geceleri dahil tüm zamanını birlikte geçirme zorunluluğunu doğurmuştur.

 22) Hiçbir sanığın, bir avukatın bu ölçüde zamanını kendi davasına tahsis edebilecek ekonomik karşılığını sağlayabilecek maddi gücü yoktur. Bu sebeple 286 sanıklı davada duruşmalara çoğu zaman bir ya da birkaç sanığın avukatı katılabilmektedir. Bu durumda sanıkların müdafisiz kalması dayatılan yargılama sürecinin doğal sonucu olarak gelişmiştir.

23) Yargılamaya iştirak eden çok az sayıda avukat çoğu zaman haftada bir ya da iki gün birkaç saat iştirak etmekle, davada ipin ucunu kaçırmış, davanın seyri konusunda bilgi sahibi olmaktan uzaklaşmışlardır.

24) Yargılama yapılan duruşma salonunun idari birimlerden uzak olması ve kesintisiz yargılama süreci, davada etkili savunma yapılmasını, sanıkların müdafilerden yeterli ölçüde istifade etme hakkını ortadan kaldırmıştır. Sanıklar bu süreçte iddia makamının ve taraflı yargı makamının en etkin suçlamalarına karşı müdafi silahından yoksun bırakılmışlardır. Savunma çökmüş, işlemez hale gelmiştir. Sanıkların müdafilerinden istifade etme imkanı kasıtlı kurulan bu mekanizmanın doğal sonucu olarak ortadan kalkmıştır.

 25) Duruşmaların idari yerleşim birimlerin uzağında, İstanbul'dan en az 60 km uzakta yapılması ile baro tarafından tayin edilen genç ve ekonomik durumu zayıf avukatların duruşmaya her gün gelmelerine mani olunmuştur. Zorunlu müdafiye bu dava için verilen 750-TL vekalet ücreti, bu davada zorunlu müdafilik kurumunu da işlemez hale getirmiştir.

26) Duruşma salonunun cezaevinin sınırları içerisinde olması, bu yargılama sürecinin sadece Ergenekon ve benzeri davalarda uygulanması, bu davaları kendiliğinden olağanüstü hale getirmiş, yargı organlarının da bu davaya önyargılı olmasına sebebiyet vermiştir.

27) Evrensel yargılama kuralı sanığın, yargı organlarına götürülmesi iken bu davada tam tersine yargılamayı yapan hakim ve savcıların cezaevine getirilmesi davanın yürütmenin tekelinde yürümesine yol açmış, davayı istisnailik ve özellik kazandırmış, sanıkların baştan mahkum edileceği düşüncesinin doğmasına neden olmuştur.

 28) Yargılamayı yapan hakim ve savcılara lüks otomobillerin, makam şoförlerinin ve ekip halinde korumaların sağlanması, bu şatafatlı yaşamın devam etmesi için, bu yargılamanın uzun sürmesini adeta teşvik etmiştir. Dava, savcı ve hakimler için ikbal kapısına dönüşmüştür.

Yürütme tarafından sağlanan bu ayrıcalıklar, davaya bakan hakimlerle diğer hakimler arasında kendiliğinden ayrıcalığın oluşmasını sağlamıştır.

29) Yargılamayı yapan hakim ve savcıların tek bir davaya bakmaları, hakimleri ve mahkemeyi doğal hakim ve doğal mahkeme vasfında olmaktan çıkarmıştır.

30) Yargılamayı yapan hakim ve savcılara sağlanan ayrıcalıklar, sadece tek bir davaya bakmaları, yürütmenin beklentilerini karşılama zorunluluğunun doğmasına yol açmış, yargıçların, yürütmenin tahakkümü altına girmesine sebebiyet vermiştir.

31) Hakim ve savcıların sadece bir davaya bakmaları, aynı sanıkları yargılamaları, evrensel hukuk normlarına, doğal hakim ilkesine aykırı olduğu gibi, savaş ve savaş sonrasıolağanüstü dönemlerde kurulan antidemokratik yönetimlerce benimsenen mahkeme yapıları ile aynileşmiştir. 

32) Davanın sürekli basında işlenmesi, yürütmenin davaya sürekli müdahalesi sadece bir davaya bakan hakimlerin tarafsız ve objektif davranmasını engellemekte, tahliye kararları ve yargılama süreci hukuk kurallarından ziyade kamuoyuna, basına ve yürütmenin beklentilerine göre şekillenmektedir.

a, aranılan eşyanın yazılması gerekirken, bu hususa riayet edilmemiş, arama yapan emniyet ve savcılık aranılan yerde ne bulursa çuvallara doldurmuşlar, delil değeri olmayan birçok belge ile soruşturma dosyasına kapsam kazandırılmış, iddianameler maksatlı olarak büyük hacimlere ulaştırılmıştır.

77) Arama sırasında şüphelinin ve müdafiinin hazır bulundurulmasına dikkat edilmemiş, çoğu zaman konut ve işyerleri şüpheli olmadığı saatlerde arama yapılarak suni delillerin konulduğu tartışmalarına yol açılmıştır. Aramalar sırasında avukatların alınmaması, ortama delil konulduğu iddialarına önemli ölçüde ciddiyet kazandırmıştır.

78) Arama sırasında bulunması gereken komşu, şüpheli, yakını, ihtiyar heyeti gibi üçüncü kişilerin bulundurulmasında titizlik gösterilmemiş, aramalar şaibeli hale getirilmiştir.

79) Arama sonucu elde edilen belge ve kağıtların mutlaka savcılık ve hakimlerce incelenmesi gerekirken, bu inceleme tüm soruşturma ve şüphelilerde emniyet tarafından yapılmıştır.

80) El konulan eşyalar ve delillerin konulduğu çuvallar açılırken, şüpheli ve müdafi hazır bulundurulmaması birçok yabancı ve şüphelinin kabul etmediği delillerin ortaya çıkmasına sebebiyet vermiştir.

81) Devlet sırrı taşıyan belgeler mutlaka hakim ve mahkeme tarafından incelenmesi gerekirken bu hususu da riayet edilmemiş, söz konusu belgeler emniyet tarafından incelenmiş ve rapor haline getirilmiştir.

82) Avukat şüpheliler konusunda arama karalarının mutlaka mahkeme tarafından verilmesi gerekirken, hakimlik kararları ile yetinilmiştir.

83) Soruşturma kapsamında şüpheli hale getirilen avukatların, müvekkilleri ile ilgili dosyalarına el konmuş CMK 130.maddesinde belirtilen güvenceler işletilmemiştir.

84) Soruşturma kapsamında müdafilik görevini yapan avukatlar, avukatlığını yaptığı kişilerin delilleri, avukatın suça iştirak delili olarak gösterilip, avukatların haksız gözaltı ve tutuklanmaları yoluna gidilmiştir. Soruşturma ve davalarda görev yapan avukatlar bu yoldan tehdit edilerek, müdafilik görevleri engellenmiştir.

85) Şüphelilerin nezdinde el konulan CD, disket, kaset, DVD, telefon, bilgisayar gibi delillerin mahallinde imajı alınarak şüpheli ve müdafiine verilmediğinden, daha sonra yapılan birçok sahte yükleme iddialarının tartışılmasına neden olmuştur. Bu tür sahte yüklemelerin sebebi olarak emniyet tarafından sehven yapıldığı gerekçesine sığınılmıştır.

86) Bilgisayarların zorunlu sebeplerden ötürü alındıktan kısa bir süre içinde kopyaları çıkarılıp gecikmeksizin iade edilmesi gerekirken yıllar geçmesine rağmen bilgisayar kütükleri iade edilmemiştir.

87) İletişimin dinlenmesi ve tespiti için kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı şart iken, genel sözde örgüt üyeliği sebep olarak yeterli görülmüş, hiçbir ciddi delil olmadan dinlenme kararları verilmiştir.

88) Dinleme kararlarında, dinlenecek kişilerin ad ve soyadları yazılmadan sadece telefon numaraları yazılarak dinleme kararları verilmiştir.

89) Sahte isimler yazılarak telefon dinleme kararları alınmıştır.

90) Ortada ciddi hiçbir gerekçe yok iken üçer aylık sürelerle dinleme kararları yıllarca uzatılmıştır.

91) Şüpheli tutuklu iken, evinin telefonun dinlenmesine ilişkin kararlar verilerek, eşinin ve ailesinin özel yaşamı ihlal edilmiş, tüm aile fertleri fiili şüpheli haline getirilmiştir.

92) Şüphelinin suçlarından ötürü, müdafiinin bürosunun, evinin ve cep telefonlarının dinlenmesi yoluna gidilerek CMK 136.maddesi ağır bir şekilde ihlal edilmiştir.

93) Şüphelinin tanıklıktan çekinebilecek kapsamda bulunan eşi ve müdafisi ile yapılan görüşmeleri de kayda alınmış bu kayıtlar mahkeme dosyasına ibraz edilerek aile mahremiyeti ve savunma dokunulmazlığı hiçe sayılmıştır.

 94) Hakkında dinlenme kararı verilen ancak suç unsuru bulunulmayan hallerde verilen kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin kararlar şüpheliye tebliğ edilmemiş, suç unsuru bulunmayan kayıtların usulüne uygun imhası yoluna gidilmeyerek delil olarak korunmuştur.

95) Çağrı ve tebligat üzerine ifade için gelebilecek kişiler hakkında kişilerin itibarlarının infazı için şartları oluşmamasına rağmen zorla getirme ya da yakalama kararları çıkarılmıştır.

96) Soruşturma kapsamında şüphelilerin lehine olan hiçbir delilin toplanması yoluna gidilmemiştir.

97) Bir kısım şüphelilere haksız vaatlerde bulunarak, diğer şüphelilerin aleyhine ifade vermeye zorlanmıştır.

98) Bazı şüphelilerin müdafi yokluğunda ifadeleri alınmış, bilahare sorguda bulunmayan avukatlara sadece imza attırılarak yasa hükmü şeklen yerine getirilmiştir.

99) Bir kısım şüphelilere yapılan eziyet ve işkence sonucu alınan ifadeler soruşturma ve kovuşturma kapsamında delil olarak dikkate alınmıştır.

100) CMK'nun 148.maddesinde yasak usullerle alınan ifadelere mahkemece itibar edilmiş, bu konudaki itirazların hiçbiri dikkate alınmamıştır.

Darbe yalanı ile aldattılar! -3-

Ergenekon davasında savunmalarını tamamlayan sanıklar 'Darbe yalanı ile aldattılar!' açıklamasında bulundular. İddiaların çöktüğü belirtilerek "Silivri gerçeği"ni kamuoyunun bilgisine sundular.

İstanbul- Ergenekon davasının soruşturma ve kovuşturma aşamasında gerçekleşen usule aykırılıklar

101) Şüphelinin aynı olayla ilgili olarak alınacak ifadesinin mutlaka savcılık tarafından alınması gerekirken, ikinci ifade yine emniyetçe alınmıştır.

102) Emniyet mensupları kesinlikle usule aykırı olmasına rağmen tutuklu şüphelilerin ifadelerinin alınması için cezaevine giderek baskı ve korkutma yöntemlerine müracaat edebilmişlerdir.

103) Savcılar cezaevinde dinlettikleri tanıkları, yanlarında sorgucu olarak görevi yapan emniyet görevlilerini alarak yasak usullerle sorgulama yapabilmişlerdir. Bu yöntem 12 Eylül rejimini mumla aratır hale getirmiştir.

104) Cezaevlerine sorgu için sokulan emniyet mensupları içeri girerken kayda tabi tutulmamışlar, cezaevleri emniyetin elini kolunu sallayarak girdikleri uzantılar haline getirilmiştir. Kamera kayıtlarının tamamı silinmiştir.

105) Soruşturma aşamasında müdafiler sadece sorgu kapsamında, şüpheliler ile görüştürülmüşler, bunun dışında her türlü hukuki yardım engellenmiştir.

106) Sanıkların zorunlu müdafi taleplerine yeterince özen gösterilmemiş, müdafi tayin edilmeksizin sanıkların yargılanmasına gıyapta devam edilmiştir.

107) Müdafisi olmayan, istifa etmiş, görevini yerine getirmeyen müdafilerin yerine yeni müdafi tayinleri istenmemiştir.

108) Şüphelinin müdafisi hakkında açılan kamu davalarında, müdafi hakkında tutuklama kararı olmadığı ve yasaklanma için ortada hiçbir gerekçe ve sebep olmaksızınyasaklama kararları verilmiştir. Bu konuda yasada belirtilen süreler dolmasına rağmen bu hususa riayet edilerek yasaklama kararları kaldırılmamış, ek süreler için yeni yasaklama kararı verilmeden, eski kararlar ilanihaye devam ettirilmiştir.

109) Hiçbir gerekçe olmaksızın, sanık müdafiin soruşturma boyunca, dosyayı inceleme ve belge alma yasaklarına ilişkin kararlar otomatiğe bağlanmıştır.

110) Mahkeme salonunda yapılan fiziki düzenlemeler maksatlı olarak sanık-müdafi arasında görüşme ve hukuki yardımlaşma hakkını ortadan kaldırmış, karşıdan karşıya mecburen bağırarak yapılan konuşmalar yukarıdan sarkıtılan mikrofonlarla kayıt altına alınmıştır.

111) Soruşturmanın gizliliği kuralı sadece müdafi ve şüpheliye işletilmiş, ancak şüphelilerin aleyhine yayın yapan basın- medya kuruluşlarına bu kural işletilememiştir. Soruşturma dosyasında tüm bilgi ve belgelerin önyargılı medyaya akışı çok rahatlıkla sağlanabilmiştir.

112) Kovuşturma kapsamında, sanıklar aleyhine duruşma salonunda işlenen suçlarda mahkeme ihbar kurumunu kesinlikle işletmemiştir.

113) Tüm soruşturma işlemlerini bizzat yerine getirmesi gereken savcılar tanık dinleme, yer gösterme, bilgi alma, keşif, bilirkişi incelemesi, inceleme ve diğer tüm işlemleri emniyet mensuplarına ihale ederek, soruşturmanın yürütümünü emniyetin kontrolüne bırakmışlardır.
114) İddianamede sanık lehine delillerinde gösterilmesi gerekirken, binlerce sanık hakkında on binlerce sayfa düzenlenen iddianamelerde sanık lehine tek bir delil toplanmamıştır. Bırakınız toplanmasını bir kısım sanık tarafından ibraz edilen deliller dahi iddianameye konmaktan imtina edilmiş, delillerin gizlenmesi yoluna gidilmiştir.

115) İddianamenin iadesine ilişkin kurum bir kenara bırakılmış, sanık lehine deliller gösterilmemesine, suçun sübutuna etki edecek delillerin toplanmamasına rağmen, iddianamenin iadesi yoluna gidilmemiştir.

116) Dinlenecek olan tanıkların ne zaman dinleneceği hususu sanık ve müdafilerden gizlenmiş, duruşmadan bir gün önce haber verilmiş, ya da dinlenmesi oldu bittiye getirilerek, sanığın ve müdafiin bu ölçüde kapsamlı dosyada hazırlık yapması engellenmiştir.

117) Tanıklar gizli oturumlarda, sanıkların yokluğunda ifade vermeye teşvik edilmekte, boş salonda sanıkların yokluğunda alınan ifadeler, bilahare sanığa okunmaksızın, sadece ismi geçenlere kısıtlı olarak soru sorma hakkı tanınmaktadır. Ancak tanık ifadesi bilinmeden sorulan sorularda savunmaya katkı yapmak mümkün olamamaktadır. Normal tanıkların ifadeleri dahi gizli tanık prosedürüne uygun olarak duruşma salonunun dışında kapalı bir oda içinde görüntü yolu ile alınmaktadır.

118) Duruşma salonunun dışında kapalı oda da dinlenen tanıklar, tanıklıktan ziyade eline verilen metinleri okumakta, sorular karşısında zorda kaldığında kendisine yapılan hukuki yardımlar sanık ve müdafiler tarafından açık mikrofonlardan rahatlıkla duyulmaktadır. Sanıklar bu hususa defalarca itiraz ettiği halde tanığa herkesin huzurunda yapılan bu yardımlar mahkemenin nasıl bir ön yargı ile hareket ettiğini göstermektedir.

119) En basit itiraz haklarını usul ve kurallara uygun kullanan sanıklar, sadece bu itirazlar nedeni ile duruşma salonundan zorla çıkarılmakta, kendisi ile ilgili tanık ve sanıklar yokluğunda dinlemektedir.

120) Söz almak isteyen, itirazda bulunan mükerrer soru sorduğu iddia edilen, avukatı ile hukuki yardımlaşma yapan, başka sanığın avukatından bir belge alan sanığa bazen 16 celse bazen de davanın sonuna kadar yasaklamalar getirilebilmektedir.

121) Savcılara ve mahkemeye en basit düzeyde yapılan eleştiri ya da savunma kapsamında kullanılan sözlerden ötürü sanıklar hakkında defalarca suç ihbarında bulunulmakta, açılan hakaret davalarında sanıklara sadece bir hakaretten ötürü 7 yıl, 8 yıl, 12 yıl gibi son derece ağır cezalar verilmektedir. Ergenekon davasından verilmemiş mahkumiyet kararları savunma çerçevesinde söylenen sözlerden verilmektedir. Bu konuda ceza almamış, dava açılmamış sanık yok gibidir. Bu durum sanıkların sindirilmesi konusunda bir metot olarak uygulanmaktadır.

122) Tarafsız Silivri Sulh Ceza Mahkemeleri, mahkemenin yaptığı suç duyuruları konusunda savunma dokunulmazlığı kapsamında görüp beraat kararları vermeye başlayınca, Silivri Sulh Ceza hakimleri değiştirilmiş, yeni görevlendirilen hakimler olağanüstü miktarda cezalar vermeye başlamıştır.

123) Mahkemelerin, sanıklar hakkında savunma kapsamında söylediği sözlerden ötürü yaptığı suç duyurularında, Silivri de görev yapan savcılar, sanıkların ifadelerini almaya gerek görmeden yüzleri geçen davalar açmışlardır. Bu durum savunma dokunulmazlığını ve hakkını ortadan kaldırmıştır.

124) 2013 Yılı itibari ile sözde Ergenekon ve türevi davalarda tutanak, belge ve deliller 10 milyon sayfayı aşmıştır. Tüm belge ve deliller dijital ortamda yürütülmektedir. Buna karşılık bir sanığa cezaevinde haftada sadece iki saat bilgisayar hakkı verilmektedir. Bu süre içinde çok hızlı okunduğu takdirde bir günlük celse tutanaklarının sadece ¼'ü yani 25 sayfası okunabilmektedir. Bu şartlar altında hiçbir sanık bırakınız davanın tüm delillerini hakkındaki ne kendi delillerini ne de celse tutanaklarını okuma imkanı bulunmamaktadır. Bu hali ile savunma yapma imkanı madden ortadan kaldırılmıştır. Sanıklar duruşmalara adeta seyirci olarak katılmakta, kendileri hakkında ki suçlamalara ve haksızlıklara karşı dahi aktif bir müdahale ve katkıda bulunamamaktadır. Belge, delil, sanık, birleşen dosya enflasyonu bu ortamın oluşmasını sağlamıştır.

125) Emniyetten sürekli yardımcı eleman ve teknolojik yardım alan üç cumhuriyet savcısı ile emrinde onlarca personel çalıştıran altı yargıç tüm teknik imkanlarla dosyaya vakıf bir şekilde duruşmaya çıkarken, duruşma tutanağını dahi okumamış, müdafisi yaratılan ortam nedeni ile celseye iştirak edemeyen sanıkların savunma için yapabileceği hiçbir husus yoktur. Sanıklar adeta boyunları giyotine uzatılmış vaziyette bıçağın kafalarına ineceği günü beklemektedirler.

126) Duruşma tutanakları sanık ve müdafilerine en erken iki ay içinde geçmektedir. Oysa söz konusu duruşma tutanakları savcı ve yargıçların önünde aynı gün konmaktadır. Savunmanın, iddia ve yargılama makamı karşısında tüm silahları elinden alınmıştır. Dinlenen tanık ve sanıklara bu tutanaklardan soru sorabilen savcı ve hakimlere karşılık, sanık ve müdafiinin böyle bir hakkı bulunmamaktadır.

127) Celselerde sanık lehine geçen beyanlarla ya da yargı makamınca düzeltilmesi istenen kısımlarda tashihler yapıldığı şüphesi defalarca dile getirilmesine karşılık mahkemece hiçbir ciddi önlem alınmamıştır.

128) Davanın başında delillerin tartışılması aşaması yapılacağına ilişkin hakimlerce defalarca açıklanmasına karşılık, Balyoz davasında yapılan uygulamadan sonra bu konudaki sanık taleplerine karşı sessiz kalınmıştır. Bu hali ile savunma yasa hükümlerine göre değil günü birlik verilen kararların insafına terkedilmiştir.

129) Mahkemenin üç yıl boyunca başkanlığını yapan Köksal Şengün sanıkların %95'nin iki yıl boyunca tahliyesini isterken, görevden alındıktan sonra yeni gelen üye ile birlikte tahliyelerin yine oybirliği ile reddi davanın hukuki olmaktan ziyade siyasi yapısını yeterince açığa çıkarmıştır.

130) Toplanan delillerden önemli bir kısmı heyet tarafından gizli denilerek sanık ve müdafilerden gizlenmekte, gelen belgelere karşı savunma hakkı ortadan kaldırılmış bulunmaktadır. Neyin gizli olduğu konusu tamamen keyfi uygulamalara yol açmış, sanıklar karanlığa karşı taş atar hale gelmişlerdir. Bu uygulamanın yasada hiçbir karşılığı yoktur.

131) Sanıklar hakkında iddianamelerde son derece geniş kapsamlı suçlamalarda bulunulduğu gibi, dava aşamasında da gizli tanıklar yolu ile sınırsız isnatlarda bulunurken, sanıkların gösterdiği tanıklardan bir ya da ikisinin dinlenip, gösterilen diğer tüm tanıkların dinlenmesinin reddi savunma haklarının kullanılmasını önemli ölçüde engellemiştir.

132) Sanık ve müdafilerin birçok sorusu yorum gerekçesi ile engellenirken; tanık ve gizli tanıkların, sanıklar aleyhine saatlerce yaptıkları yorumlar ve kişilik haklarına saldırı teşkil eden kanaat hâkimlerin soruları ile tanık ve gizli tanıkların kişisel görüş ve yorumlarını beyan etmeleri teşvik edilmektedir. Bu husus CMK 58 ve 59. Mad. aykırı olduğu açıktır.

133) Soruşturma işlemlerinin hemen tümü emniyetçe yapılmış olup, sanıkların yaptıkları telefon görüşmelerinin suç unsuru olup olmadığı konusunda da kararı polisler verip,suç unsuru taşıdığını sandıkları görüşmeleri savcılığa göndermekle savcılar, hiçbir inceleme ve araştırma yapmadan bu görüşmeleri suçun unsuru gibi iddianamelere taşımaktadır. Bu durumda neyin suç teşkil ettiğine ilişkin karar mercii, savcılık olmaktan çıkıp emniyet haline gelmiştir. Yasaya aykırı bir yetki devridir. Bu yolla tüm soruşturmalar ve kovuşturmalar emniyette şekillenmekte, savcılar ve hâkimler emniyetin yaptığı planlama ve öngörü doğrultusunda davaya bakmaktadırlar. Davaların emniyette şekillendiğini söylemek asla mübalağalı bir beyan olamaz. Özellikle sözde Ergenekon ve türevi davalarının başından sonuna kadar organizasyonun emniyetin toplantı odalarında yapıldığı konusunda hiçbir tereddüt yoktur. İddianamelerde savcılık yerine, müdürlüğümüz sözcüğünün kullanılması bu görüşlerimizin yazılı kanıtıdır. İddianamelerin bile savcılıkça değil, emniyet birimlerince hazırlandığını göstermektedir. Yargı emniyette başlayıp, artık emniyette sonlanmaktadır.

134) CMK 206 ve 217 mad. de belirlenen hukuka aykırı delillerin dikkate alınamayacağı hususu sadece bu hükümlerde yazılı kalmıştır. Sözde örgüt iddianamelerinin çok önemli bir bölümü hukuka aykırı delillerden oluşmaktadır. Kovuşturmada da bu konu önemsenmemekte bu konuda yapılan itirazların hükümle birlikte değerlendirileceği belirtilerek tüm soruşturma ve kovuşturmalar ve verilen ara kararlar hukuka aykırı deliller üzerinden yürütülmektedir.

135) Kovuşturma süresince celp edilen deliller, yapılan bilirkişi incelemeleri gerek iddianamedeki, gerekse gizli tanık ve tanık beyanları defalarca çürütülmesine rağmen, deliller hiç dikkate alınmaksızın, aynı iddialara benzeri iddianamelerde aynen yer verilmekte, iddialar tekrarlanmakta ve tahliye değerlendirmelerinde dikkate alınmamaktadır.

136) Mahkemenin ara kararlarını celse bitiminde vermesi gerekirken, sanıkların yokluğunda toplanarak ara karar tesis etmesi, gıyapta yargılamanın bir başka örneğini oluşturmuştur.

137) Şüpheli ve sanığın dışında tanıkların ve üçüncü kişilerin telefon kayıtlarının celbi ve incelenmesi, yargılamayı sanıkların dışında üçüncü kişilere sirayet ettirmiş, özel hayatı ortadan kaldırdığı gibi tüm toplum bireylerini şüpheli durumuna sokmuştur. Sözde Ergenekon davaları ile toplum üzerinde yaratılan baskı ve korkuda mahkemelerin çok önemli katkısı olmuştur.

138) Sözde Ergenekon davasına bakan mahkeme ile diğer mahkemeler arasında yaratılan farklar, sözde Ergenekon mahkemesinin özel mahkeme olduğunu açıkça ortaya koymuştur. Duruşma salonunun fiziki yapısı, duruşma salonunun yeri, kullanılan teknoloji, sanıklar, müdafiler ve izleyecilerin kamera ve ses kayıt cihazları ile kaydedilmesi, duruşma hakimlerinin sadece bir davaya bakmaları izleyici ve müdafi sayısının sınırlı olması, hemen her gün duruşma yapılması, güvenliğinin infaz koruma memurları ile sağlanması, diğer mahkemelerden farklı bir mahkeme olduğunu, doğal mahkeme ve doğal hakim ilkesinden uzaklaşıldığını göstermiştir.

139) Davanın müdafileri duruşma salonunun önünde x-ray cihazından geçirildiği gibi üstleri aranmakta, bazen gece yarılarına kadar süren duruşmalar için avukatın kendisi için getirdiği yiyecek ve içecek içeri alınmamakta, cep telefonları içeriye sokulmamaktadır. Yoğun itirazlar üzerine, internete bağlı olmayan bilgisayarlar ancak içeriye sokulabilmiştir.

140) Duruşma salonun içinde ve dışında cezaevlerinden geçici olarak temin edilen ceza infaz kurumu memurları görev yapmaktadır. Mahkeme ve ceza infaz kurumları sadece fiziki mekânda değil görevli personel bakımından da bütünleşmiş bulunmaktadır.

141) Cep telefonlarına sonradan yapılan yüklemelerin, cep telefonun teknolojisine bağlı olarak çoğu zaman teknik olarak tespit edilemediğinden, sanıkların hiç tanımadığı kişilerin ya da grupların telefonları kasıtlı olarak yüklenerek asılsız şüpheler yaratma yolu ile sanık ve şüphelilerin tahliyesi engellenmekte ve yapay deliller yaratılmaktadır.

142) Dava ve soruşturma ile ilgisi bulunmayan üçüncü kişilerin sanık ve şüphelilerle yaptığı telefon görüşmelerinde isimler saklanmadan iddianameye konmuş, delil klasörlerine eklenmiş, suç ile ilgisi olmayan konuşmaları ortaya atılarak şahsiyet hakları ağır suretle ihlal edilmiştir.

143) Sanıkların dava ile ilgisi olmayan eşi, kız arkadaşı, aile fertleri ve dostları ile yaptığı tüm özel görüşmelerinin fotoğraflarının kamera ve ses kayıtlarının iddianameye ve delil klasörlerine konulması sanığın ve yakınlarının korunması gereken bir kişilik hakkı olmadığı düşüncesinin hakim kılındığını göstermiştir.

144) Sanıklar arasında doktor, avukat, mali müşavir, mühendis gibi meslek sahipleri olan kişilerin müşterileri ile olan ilişkileri suçla ilgisi olmadığı halde tüm çıplaklığı ile sergilenmiş, müşterilerin özel ve ticari sırlarının ortaya çıkmaması için hiçbir tedbir alınmamıştır.

145) Şüpheliler bir ceza davasının objesi olarak görülmemiş, başta maliye, sigorta, dernekler masası ve diğer tüm kamu kurumları harekete geçirilerek ailesine, iş çevresine hukuk dışı baskı yapılarak geçim kaynakları kurutulmak, toplumda yalnızlaştırmak ve tamamen tasfiye edilmek için her türlü siyasi baskı uygulanma yoluna gidilmiştir.

146) Birleşen tüm dosyalar dikkate alındığından 5 yıllık süreçte 600'ü aşkın duruşma icra edilmiştir. Ama dava dikkate alındığından 300'ü aşkın duruşma yapılmıştır. Sanıkların sabah 9:00'dan bazen gece yarılarına kadar bir yıl boyunca sürekli yargılanmaları ve duruşmalar boyunca gizli tanıklar yolu ile iftiralara maruz kalıp, yapılan kısıtlamalar nedeni cevap verme hakkını kullanamaması, manevi işkence ve eziyete dönüşmüştür. İnsan varlığı bir yıl boyunca sabahtan akşama kadar aşağılanmaya maruz kalmasına dayanması mümkün değildir. Sözde Ergenekon davalarına bakan mahkemenin bizatihi yaptığı yargılama modern manevi işkenceye dönüşmüştür.

147) Şüpheli ve sanıkların TSK, aile fertleri, akrabaları, yakınları ve dostları ile yapılan her telefon görüşmesi tek tek sorulmakla, askeri mahallerden verilen sinyaller takip edilmekte askeri adresler en ince ayrıntısına kadar araştırılarak tüm TSK mensupları potansiyel suçlu ve örgüt üyesi TSK'de örgüt olarak kabul edilmiş bulunmaktadır. Yargılama TSK mensupları açısından adeta cadı avına dönüştürülmüştür.

148) Yargılanmakta olan sanıklar hakkında aynı suçlamalardan ötürü sonu gelmeyen soruşturmalar başka dosyalarla devam ettirilmektedir. Sanıklar bir yanda yargılanırken, savcıların aynı isnatların başka numara vererek açtıkları soruşturma dosyalarından delil toplamaya devam etmeleri, sonu gelmeyen soruşturmalar ve çifte yargılamanın yolunu açmıştır. Savcılar, mahkemeden tamamen bağımsız davranarak sanıklar hakkında açtıkları başkaca dosyalardan gizli tanıklar dinlemekte yapay deliller yaratılarak, bu deliller vasıtası ile yargılama istenildiği şekilde yönlendirilmektedir. Soruşturma bitmeden kovuşturma başlamaz kuralı bu dava için uygulanmayan bir usul ilkesi olarak kalmıştır. Sanıklar, sürekli şüpheli konumundadırlar. Savcılar tarafından davanın gidişatına göre dinlenen tanık beyanları ile mücadele etmek zorundadırlar. İddianame çerçeve belge olmaktan çıkmıştır. Sanıklar sınırsız sayıda ve süreçte suç isnadı ile karşı karşıyadırlar. Savcılar, kovuşturma aşamasında mahkeme yolu ile delil toplama kuralını terk ederek, kendi yargılarını sanık ve yargı makamının dışında devam etmektedirler.

149) Savcılar kovuşturma aşamasında tanıkları mahkeme yolu ile dinlemek zorunda iken bu kurala riayet etmedikleri gibi, aldıkları ifadeleri gizlemekte davanın gelişimine göre yıllar sonra mahkemeye sunarak yargılamaya istedikleri şekilde yön vermektedirler. Mahkeme maalesef bu hukuksuzluğu sadece seyretmektedir.

150) Tüm delillerin dava açılması ile birlikte iddianame ekinde mahkemeye sunulması zorunlu iken, sanıkların birçok delili kovuşturma aşamasında bile emniyette bulunmakta ve bu deliller çoğu zaman sanık ve müdafilerinin talepleri üzerine emniyetten celbi yoluna gidilmektedir.

Darbe yalanı ile aldattılar! -4-

Ergenekon davasında savunmalarını tamamlayan sanıklar 'Darbe yalanı ile aldattılar!' açıklamasında bulundular. İddiaların çöktüğü belirtilerek "Silivri gerçeği"ni kamuoyunun bilgisine sundular.

İstanbul- Ergenekon davasının soruşturma ve kovuşturma aşamasında gerçekleşen usule aykırılıklar

151) Ceza soruşturması ile birlikte şüpheli ve sanık hakkında işlemde bulunan vergi daireleri ve sosyal güvenlik başkanlığı görevlileri yasaların dışına çıkarak, terörle mücadele emniyet müdürlüğü ile ortaklaşa çalışarak şüphelilerin işyerlerine görev dışı baskınlarda bulunmuşlar, hiçbir yazılı emir olmaksızın, savcıların şifahi beyan ve talimatları ile terörle mücadele şube ekipleri vergi ve sigorta memurlarının emrinde çalıştırılarak gidilen yerlerde baskı ve korku yaratmışlar, şüpheliler aleyhine ifade almak için kişiler baskı kullanılarak şubelere alınmışlar ve zorla alıkonmuşlardır. Devlet kurumları sanıklar aleyhine tek bir merkezden yönlendirilmiştir. Sanıklar ve ailelerinin tüm yaşamsal faaliyetlerine ağır zararlar verdirilmek istenmiştir. Ceza soruşturma ve davaları sanığın tüm yaşamını ve ailesini hedefe koymuştur.

152) Sözde Ergenekon sanıklarının, kendilerini yargılayan ve haklarında soruşturma yapan hâkim ve savcıların aleyhine yoğun olarak tazminat davaları açmaları ve bu davaları Yargıtay'da kazanmaları üzerine, davalar devam ederken çıkarılan 6110 Sayılı Yasa ile hâkimlerin sorumluluğu ortadan kaldırılmakla, hâkimlere iktidar tarafından "çekinmeyin, her türlü işlem ve kararınızın arkanızdayız" mesajı verilmiştir.

153) Yargılama devam ederken, savcılar mahkemenin ara kararlarına aykırı olarak emniyet vasıtası ile mahallinde keşif yapmış yine emniyet vasıtası ile tanık dinleyerek tüm yargı fonksiyonlarını üstlenmiş mahkeme sanık ve müdafilerin itirazlarına rağmen, usul dışı yapılan keşfin sonuçlarını hukuka uygun delil olarak kabul edebilmiştir.

154) Yargıçlar sanıkların eylemlerini yargılamayı bir kenara bırakmışlar, yaşam biçimlerini, siyasi inançlarını, sahip oldukları ideolojiyi yargılamaya yönelmişlerdir. Tanıklara ve sanıklara sorulan soruların birçoğu maalesef bu yöndedir.

155) Yargıçlar duruşma salonuna girerken yanlarında sahip oldukları inançlarını, dünya görüşlerini zaaflarını sanıklara olan ön yargılarını da beraberinde getirmekte ve sanıklara buna göre tavır almaktadırlar. Soru sorma, sorgulama ve tutumlarında bu önyargılar belirleyici konumundadır. Yansızlıklarını, nesnellikleri ve soğukkanlılıklarını önemli ölçüde yitirmişler, sanıklar nezdinde hiçbir güvenirliği kalmamalarına rağmen yapılan onlarca ret işlemine rağmen yargılamayı ısrarla sürdürmektedirler.

156) Yargılanan sanıkların aleyhine ifade verebilecek tanık bulmakta güçlük çekildiğinden tanıkların önemli bir kısmı sorunları olan, akıl hastaları, suç çukuruna batmış, çok ağır hapis cezaları ya da müebbet hapis cezalarına mahkûm olmuş, ahlaki düşkünlük içinde bulunan kişilerden yargısal menfaat vaatleri yolu ile temin edilmişlerdir.

157) Gizli tanıklık şartlarından biri tanığın ya da yakınlarının can ve mal emniyetlerinin açık ve yakın tehlike içinde olmaları zorunludur. Böyle bir risk yok ise kişi gizli tanıklığa kabul edilmez, bildiklerini açık kimliği ile ifade etmek zorundadır. Ancak savcılar ve mahkemede sözde örgütün varlığını önyargı ile peşinen kabul ettiklerinden her tanığı gizli tanık olmaya teşvik etmişler, gizli tanıklık şartları oluşmadığı halde tanıkların önemli bir kısmı gizli tanık yapılarak sınır tanımaz iftiraların yolu açılmıştır.

158) Gizli tanıkların günlük gazetelerden, ellerine geçirdikleri iddianamelerden, okudukları kitaplardan derledikleri akıl ve mantık kuralları ile bağdaşmayan iftiraları, hiçbir hukuki ve mantıki denetim süzgecinden geçirilmeden delil olarak kabul edilmesi, hukuk yargılamasında olması gereken ciddiyeti ortadan kaldırmış, yargı organlarına duyulması gereken güvenin tamamen yitirilmesine yol açmıştır.

159) Savcıların ve sorgucuların gizli tanıkların ifadelerini alırken ifade tutanaklarına ve çekim kayıtlarına yansıyan davranışlarından, bu kişilerle kamu görevine yakışmayan samimi ilişkilere girdikleri, sanık aleyhine doğruluğu test edilmeksizin ifade vermesi için meslek etiğinin asla kaldıramayacağı yakınlaşmaların sağlandığı, ifadeden önce görüşmelerin yapıldığı ortaya çıkmıştır.

160) Gizli Tanık Yasasının sözde Ergenekon soruşturması başlamadan 16 gün önce kabul edilmesi, bu yasanın sözde Ergenekon davasına özgü olarak çıkarıldığı, bu davanın alt yapısının oluşturulması için yasama organının kullanıldığını göstermektedir. Birçok hukuk dışılığı bünyesinde barındıran yasanın hükümlerinin de bir kenara bırakılarak keyfi bir gizli tanık terörünün sürdürülmesi hukuk devleti adına tam bir talihsizliktir.

161) Birçok yaşamsal yasayı en geç birkaç yıl içinde karara bağlayan AYM'nin, Gizli Tanık Yasasının iptali için açılan davayı 4,5 yıl sonra gündeme alıp reddetmesi son derece anlamlı bir tutum olmuştur.

162) Gizli tanık istemlerinin kabulüne ilişkin kararlarında mutlaka gerekçeli ve karara dayanak olabilecek hukuki ve fiili nedenlere yer verilmesi gerekirken, her gizli tanık müracaatı hiçbir gerekçe göstermeksizin kabul edilmiş, bu davada gizli tanıklık kurumunun ne ölçüde etik dışı kullanıldığının en güzel örnekleri verilmiştir.

163) Gizli Tanıklık Yasasının hükümlerinin uygulanmaması nedeni ile çok ağır ceza alan cezaevinde yatan mahkûmlarca tek kurtuluşları sözde Ergenekon davasında gizli tanıklık yapmak olmuştur. Bu uğurda açılan sonsuz iftira kampanyasına akıl almaz isnatları taşırken yargıdan destek ve güvence almaları hukuk devletinde onarılmaz yaraların açılmasına sebebiyet verilmiştir.

164) Birçok gizli tanık, kovuşturma sürecinde ortaya çıkmasına rağmen, mahkeme mesuliyete ortak olmamak için gizli tanıklık müracaatını, savcılığa havale etmiş, savcılıkta çoğu zaman emniyete göndererek, adaletin emniyet vasıtası ile şekillendirilmesine ve siyasi projenin emniyet yolu ile yürütülmesine sebebiyet verilmiştir. Savcılar açtıkları birçok soruşturma dosyalarını bu konuda yapılan kanuna karşı hilede araç olarak kullanmışlardır.

165) Savcılar sanıklar arasında eşitlik ilkesine uyarak, kişiye göre kural uygulama yoluna gitmişlerdir. Kaçak durumunda olduğu iddia edilen Bedrettin Dalan, Turan Çömez ve Levent Ersöz hakkında duraksanmadan yakalama kararları çıkartılırken aynı konumda bulunan davanın mihmandarı Tuncay Güney hakkında yakalama kararı çıkarılmadığı gibi, tanık olarak beyanda bulunmasının kendi rızasına tabi olunduğu bilinmesine rağmen tanık olarak dinlenmesi konusunda işlem yapılmış ve bu kişi tanık olarak ifade vermeyi reddettiğinden sözü geçen kişiler hakkında yurtdışında olmasına, ifadeleri alınamamasına karşılık dava açılırken, Tuncay Güney hakkında 4,5 yılı geçmesine rağmen dava açılamaması, bu kişinin dokunulmazlık zırhına büründürüldüğünün bir başka kanıtı olmuştur. Savcılar bu işlemleri ile taraf olduğunu açıkça ilan etmişler, mahkeme de kaçak statüsünde bulunana şüpheliye uygulanması gereken kuralların tatbiki etmeyerek işlenen bu ayıba ortak olmuştur.

166) Sözde Ergenekon soruşturması başlamadan 4 ay önce Emniyet Genel Müdürlüğünün Eylül 2007 tarihli raporunun 21 sayfasında ulusalcılık aşırı sağ faaliyetler kapsamında değerlendirilerek hemen akabinde Ergenekon operasyonu başlatılmıştır. Mahkeme bu raporun celbini istemiş, emniyet bu raporun inkârı yoluna gitmiştir. Rapor sureti mahkemeye sunularak suretinin eklenmek sureti ile emniyetten istenmesi için tekrar müzekkere yazıldığında, bu defa emniyet bu raporu inkâr ederek ulusalcılar aleyhine herhangi bir istihbarat operasyonunun olmadığını belirterek, Ergenekon projesi için mahkemeyi dahi yanıltmaktan çekinmediğini ve mahkemenin de bu hukuk dışı işlem karşısında hiçbir işlem yapmayarak suskunluğunu koruduğu görülmüştür.

167) Telefon dinleme kararları emniyetçe matbu ve otomasyona bağlı olarak hazırlanmış, kararların üzerinde havale tarihleri olmadığı gibi savcılık ve mahkeme zimmetlerine dahi işlenmeyerek hakimlik kararı olma niteliklerine önemli ölçüde gölge düşmüştür. Telefonu dinlenecek olan kişiler emniyetçe belirlenmiş, emniyet talepleri savcılıkça sorgulanmadan mahkemeye taşınmış ve mahkemece hiçbir araştırma yapılmadan imzalanmıştır.

168) Gerek savcılık makamı gerekse hakimler, emniyetçe dinlenmesi istenen telefonların dinlenilecek olan kişiye ait olup olmadığı noktasında talebe ne bir fatura örneği ne de telefon şirketinden yazı alınma gereği duyulmamıştır. Böylelikle taleplerin yanlışlığı ya da maksatlı olup olmadığı konusunda yargı her türlü kontrol hak ve yetkisinden baştan vazgeçmiştir.

169) İddianamede varlığından bahsedilen bir kısım deliller, sanıklarca bizzat asıllarının incelenmesi için emanetten getirilmesi istendiğinde, mahkeme delil asıllarına ulaşamamıştır. Gerçeği olmayan deliller üzerinden sanıklara suç isnatları yapılmıştır.

170) Eski Mahkeme başkanı tarafından tutuklu yargılanan sanıkların çok önemli bir kısmının atılı suçun vasıf ve mahiyetine göre iki yıl boyunca tahliyesi istenmesine karşılık, genç üyelerin bu karara katılmamaları sonucu tahliyelerin engellenmesi, tutukluluğun devamına ilişkin kararların hukukiliği ve yasaya uygunluğu konusunda çok önemli tereddütlerin oluşmasına yol açmıştır.

171) Bir kısım sanıkların aynı tarihlerde farklı ülkelerde yurtdışına çıkmış olmalarına dayanılarak, sözde örgütün yurtdışında toplantı yaptıkları iddia edilmiş, ancak bu hususun delillendirilemediği, ileri de yapılacak araştırma sonucunda kanıtlanacağı belirtilerek, delillendirilmeyen iddialar iddianameye konularak sanıklara rahatlıkla suç isnadı yapılabilmiştir.

172) Emniyette öylesine bariz hatalar yapılmıştır ki, bir mitinge ya da seminere katılan kişilerin fotoğraflarının altına ilgisiz kişilerin isimleri yazılmış, telefon tapelerinde konuşma yapan kişilerin dışında başka isimler yazılarak ilgisiz şahıslar hakkında şüpheler yaratılabilmiş, emniyetçe yapılan bu hatalar savcılık denetiminden geçmeden, savcıların imzaları ile iddianameye aynen aktarılabilmiştir. Bu durum savcıların iddianamenin hazırlanma aşamasına ne kadar uzak kaldıklarını, sadece imzalama prosedürünü tamamladıklarını göstermektedir.

173) Örgütsel bağ kurmak için sadece isimler yeterli görülmüş, soy ismine bakılmadan başkaca hiçbir araştırma yapılmadan ilgisiz kişiler hakkında telefon irtibatları olduğu yazılarak özensizlikte doruk noktasına ulaşılmıştır. Tesadüfen tespit edilen irtibatlarda ad ve soyadı benzerliği olup olmadığı inceleme konusu yapılmadan, olmayan ilişkiler kurulmuştur. Tüm bunların aksinin kanıtlanması sanığın üzerine yüklenmiştir.

174) Gizli tanıkların kimlikleri çoğu zaman savcılık ve mahkemenin yaptığı hatalı işlemler sonucu deşifre edilirken suç duyurusunda bulunmayan mahkeme, yargı organlarınca ve basında kimliği deşifre edilmiş gizli tanıkların isimlerinin sanık ve müdafilerince savunma kapsamında zikredilmesi karşısında son derece sert bir tutumla savcılıklara suç ihbarında bulunulmuştur.

175) Kimlikleri duruşma esnasında mahkeme ve savcılıkça ya da sanık ve müdafilerince açık kimlikleri ile haberleri yapılarak basın tarafından deşifre edilmiş gizli tanıkların, gizli tanık statüsünde dinlenmelerinde hiçbir hukuki ve kamu yararı yok iken bu konuda ısrarlı davranılması gizli tanığın yargı organlarınca da amaç dışı kullanıldığını göstermektedir.

176) 1950'lerde kurulduğu iddia edilen sözde örgütün, o yıllardan kalmış tek bir kurucusunun isminin zikredilmemesi tek bir kuruluş belgesinin ibraz edilmemesi, hayali ve sanal bir örgütle karşı karşıya kaldığımızın bir başka kanıtı olmuştur.

177) 1950'lerde kurulmuş, sürekli hükümetleri devreden, kontrol eden, önemli ölçüde ülkenin yönetimini yönlendiren sözde örgütün soruşturmanın başladığı 2008 yılına kadar hiçbir güvenlik kurumu tarafından isminin duyulmaması, hiçbir eylemine rastlanmamış olması hayali örgütün masa başında nasıl peydahlandığının bir başka göstergesidir.

178) Tutuk incelemesine ilişkin karaların bir kısmının sanıklara tebliğ edilmesine dahi gerek görülmemekte, tutukluluğun devamına ilişkin kararlara yapılan itirazlar, aradan aylar geçmesine rağmen itiraz mercilerine gönderilmemektedir.

179) İddianamenin mahkeme, savcılık ve sanık müdafilerince yapılan pazarlıklar ve birbiri ile çelişen uygulamalar sonucunda iddia makamının tercih ettiği küçük bir kısmı okunmuştur. İddianamenin okunmasının kamu hukukunu ilgilendirdiği ve tasarrufa tabi bir işlem olmadığı unutulmuştur.

180) Mahkemenin verdiği ara kararlarında bir gerekçe olmadığı gibi başvurulacak kanun yolu, süresi, mercii ve şekilleri belirtilmekten imtina edilmiştir.

181) Şüpheliler hakkında verilen arama kararlarında arama yapılacak kişinin isminin dahi yer almaması sözde Ergenekon soruşturmasında hukuk ihlallerinin tavan yaptığının bir başka örneği olmuştur.

182) Arama kararları verilirken makul şüpheyi oluşturacak hiçbir delil olmadan verilmiştir. Kararlarda yargılama yapılmadan Ergenekon örgütünün varlığı kabul edilmiştir. Aranılan yerin üçüncü kişilere ait olduğu konusunda hiçbir ayırım yapılmamıştır. Aramada gece- gündüz ayırımına dikkat edilmemiştir. Arama talebinde bulunan savcılık birçoğunda emniyet yazısı dahi eklememiştir. Kararların ekinde dayanak bir delil mevcut değildir.

183) Aranılan yerler başka illerde olmasına rağmen kararların İstanbul mahkemesinden çıkarılması, arama esnasında İstanbul Emniyetinin bulunması soruşturmanın belli merkezli olarak yürütüldüğünü, yabancı mahkeme ve yabancı polisin bu soruşturmaya dahil edilmek istenmediği anlaşılmaktadır.

184) Her bir şüpheli için ayrı ayrı hukuki sebep ve gerekçelere dayalı olarak ayrı ayrı arama ve el koyma kararları verilmesi gerekirken 30 şüpheli hakkında toptancı bir zihniyetle soyut birkaç sözcükten ibaret tek bir arama ve el koyma kararı verilmesi, şahsilik ilkesinin hakim olduğu ceza hukukunun ağır ihlali anlamına gelmektedir.

185) Arama talebinin savcılıktan gelmesi gerekirken, arama kararlarında talebin emniyetten geldiği belirtilerek savcılık talebinde bahsedilmemesi ile savcılık kurum olarak ortadan kaldırılmış, emniyet doğrudan mahkemeden talepte bulunmuş izlenimi doğmuştur.

186) Soruşturma öylesine özensiz ve hukuk dışında yürütülmüştür ki, aynı şüpheli hakkında, aynı hakim tarafından 80 dakika ara ile mükerrer arama ve el koyma kararları verilebilmiştir.

187) Usul yasamıza göre yakalama kararını mutlak surette hakimin vermesi gerekirken, sözde Ergenekon soruşturmasında yakalama kararını savcı verebilmekte, yakalanan şüpheli hakkında yine aynı savcı tarafından gözaltına alınmasına karar verilebilmektedir.

188) Usulsüz yapılan telefon dinleme kayıtları yine usulsüz imha yöntemi ile ortadan kaldırılmaktadır. Böylelikle kimin, hangi kararla, hangi sebeple ne kadar süre içinde dinlendiğine ilişkin bilgiler, usulsüz imha yöntemleri ile yok edilerek dinleme konusunda yapılan usulsüzlüklerin üzerine şal örtülmektedir. Kimse dinlendiğini bilmeden yıllarca dinlenmekte ve sonucundan haberi dahi olmamaktadır. Bu sistem ancak otokritik düzenlerde uygulanmaktadır.

189) Savcılar bu soruşturmada imzasız, tarihlerin belirlenmediği, başlangıç ve bitim sürelerinin yazılmadığı, kararı veren savcının isminin yazılmadığı gözaltı kararları verebilmişlerdir.

190) Bazı arama ve el koyma kararlarında hakimlerin isimleri dahi yer almamaktadır.

191) Arama ve el koyma kararlarında "bir kısım suçların, belirtilen sözde örgüt tarafından işlendiği anlaşılmıştır" denilerek, yargılanması devam eden davalar bir kenara itilerek sanıklar peşinen suçlanmış, hüküm beklenmeksizin hakimlik kararları ile mahkum ilan edilmişlerdir. Masumiyet kuralı yok edildiği gibi, adli makamlarca yargılamayı etkileme suçu işlenmiştir.

192) Soruşturma kapsamında bir kısım avukatlar hakkında arama ve yakalama kararları verilmiş ancak kararlarda avukat oldukları belirtilmediğinden, Avukatlık Yasasında belirtilen özel hükümlere tabi tutulmamışlardır. Bizzat savcılar ve baro görevlileri olmaksızın arama işlemleri yapılmıştır.

193) Sanıklara yüzlerce ek delil klasörleri iddianame ile birlikte tebliğ edilmemiş, yargılama başladıktan bir yıla yakın süre dijital ortamda verilmiştir. Kovuşturmanın başında, bilgisayar çalışmasının olmadığı dikkate alındığında sanıkların hemen tümünün, delilleri incelemeden sorgularının yapılmış olması yargılamayı adil olmaktan çıkarmıştır. Ek delillerin yazılı olarak teslimi ya da cezaevi kütüphanesine bir ya da birkaç suretinin konması talepleri reddedilmiştir.

194) Soruşturma kapsamında dinlenen ve suç isnadında bulunan tanıkların beyanlarının resmi yazışmalar yapılarak kolaylıkla teyidi mümkün iken, savcılık kasıtlı olarak bu yazışmaları yapmamış, şüphenin usule aykırı olarak kovuşturma aşamasına taşınmasına yol açmış böylelikle tutuklu yargılamanın sürmesi amaçlanmıştır.

195) Soruşturma sürecinde bir kısım şüpheliler kasıtlı olarak, soruşturma kapsamına alınıp tutuklanmışlar, cezaevlerinde hedef sanıkların koğuşlarına verilmesi sağlanarak, bu kişiler aleyhine ifade vermeye zorlanarak bu yoldan tahliye edilmeleri yoluna gidilmiştir. Sözde örgütsel ilişkiler yapay sanıklar yolu ile iftiraya dayalı beyanlarla kurulmaya çalışılmıştır. İfade vermeye zorlanan bu sözde sanıkların gizli tanık olarak ifade vermesi ile tahliye edildikleri görülmüştür.
196) Sanık müdafilerinin, müvekkillerini cezaevinde ziyaretleri örgütsel ilişki olarak değerlendirilmiştir. 

197) Davanın başında ara kararlarla muhtelif kurumlardan celbedilen dava ile ilgili önemli yazı cevapları, hiç ara karar tesis edilmeden sanıklardan 4 yıl boyunca saklanmış, davanın bitimine yakın bir tarihte dosyaya konularak, sanık ve müdafileri bu belgelere karşı savunma yapamaz hale düşürülmüştür. Mahkeme hiçbir yasal gerekçe göstermeden ve ara kararlar oluşturmadan bu delili gizlemekle, delil gizleme suçunu işlemiştir. 

198) Mahkeme başkanı defalarca tutanaklara geçecek şekilde delillerin tek tek okunacağı belirtilmesine karşılık bu konuda hiçbir ara karar verilmeden, delillerin okunması aşaması atlanmıştır.
199) CMK 216.madde kapsamında delil değerlendirilmesi yapılmamıştır. Mahkeme başkanı bu konudazabıtlara geçecek şekilde delil değerlendirilmesini yapacağını taahhüt etmesine karşılık, bu yükümlülük baştan savma bir şekilde sanık ve müdafilerine verilen 5'er, 15'er dakikalık talep alma konuşmaları ile yapılmış gibi değerlendirilmiştir.

Dinlenen158 tanık ve milyonlarca evrak karşısında delil değerlendirilmesi içinverilen 5 ve 15 dakikalık süreler savunma hakkını yok sayma anlamı taşımaktadır.

200) Mahkeme kararlarında hiçbir zaman istikrar olmamıştır. Mahkeme başkanının davada uygulanacağını beyan ettiği usuli aşamalardan kolaylıkla geriye dönülmüş, yargı süreci siyasi konjonktüre göre değişkenlikler göstermiş bazen isteyerek yavaşlatılmış, bazen de usul hükümleri yok kabul edilerek hızlandırılma cihetine gidilmiştir. Mahkeme tüm işlemlerini siyasetin gündemine endekslemiştir. 

Darbe yalanı ile aldattılar! -5-

Ergenekon davasında savunmalarını tamamlayan sanıklar 'Darbe yalanı ile aldattılar!' açıklamasında bulundular. İddiaların çöktüğü belirtilerek "Silivri gerçeği"ni kamuoyunun bilgisine sundular.

İstanbul- Ergenekon davasının soruşturma ve kovuşturma aşamasında gerçekleşen usule aykırılıklar

201) Dosyaya celbedilen tüm deliller, bilirkişi raporları, sanıklardan aramalar sonucu temin edilen delil ve belgelerin tümü sanıklara dijital ortamda verildiğinden bu belgelerin gerçeği yansıtıp yansıtmadığı konusunda sanık ve müdafilerin kontrol etme imkanları ortadan kaldırılmıştır.

202) Delil değerlendirilmesi olarak son verilen 15 dakikadan sonra mahkeme resen delil toplamaya devam etmiş, onbinlerce sayfa bilirkişi raporları gelmiş, binlerce sayfadan oluşan dosyalar celbedilmiş, ancak bu delillere karşı beyanda bulunma hakkı verilmemiştir. Yine delil değerlendirilmesi olarak mahkemece kabul edilen 15'er dakikalık beyandan önce sanıkların delil toplama talepleri tümden gerekçesiz bir şekilde reddedilerek mahkemede sanıklar aleyhine kanaatin oluşturulduğu izlenimi ihsası rey olarak açıkça yaratılmış, buna karşılık mahkeme ve savcılığın delilleri serbestçe toplanılmasına devam edilmiştir.

203) 6352 Sayılı yasanın geçici 2.maddesi TMY'nın 10.maddesine göre yetkilendirilmiş Ağır Ceza Mahkemelerinde görülen dava dosyaları ile Özel Ağır Ceza Mahkemelerinde görülen dosyaların birleştirilmesi yasaklanmasına rağmen, bu yasa hükmü bir kenara itilerek ara karardan itibaren iki gün içinde ek iddianameler tanzim edilerek açılan ısmarlama davalar ile birleştirme kararları verilmiştir. Ek iddianameler ve açılan davalar mahkemenin kanaatini açıkça ortaya koyacak şekilde açtırılmış ve tanzim ettirilmiştir. İddianamelere, ara kararlarla şekil verilmiştir.

204) Savcıların davayı, mahkeme görüşüne uygun şekilde yönlendirici ve biçimlendirici saatlerce süren sorulara izin verilmiş, ilgisiz bir sanığa, dosyadaki sanıkların yüzlerce çekilmiş fotoğrafı gösterilerek sanıkların temel insan hakları kapsamında kullandıkları hak ve özgürlükleri, insani ve sosyal ilişkileri sözde örgüt delili olarak kayıtlara geçirilmiştir. Mahkeme savcıların bu tür usule aykırı sorma yöntemlerine hiçbir şekilde müdahale etmemiş, ancak sanıkların sualleri çeşitli gerekçelerle engellenmiştir. Yargılamanın her aşamasında iddia ve yargı makamları adeta sanığa karşı bütünleşmiş tek cephe olmuşlardır. İddia makamı ve yargı makamlarının, savunmaya tahammül edemediklerini gösteren tavırlar ve tutumlarda hiçbir sınır tanınmamıştır. Çoğu zaman sanıklar, heyeti iddia makamı olarak görmüşler, bizleri yargılayanlar savcı mı düşüncesine kapılmışlardır. Sanıklar kürsüde yargıç değil, yargıç cübbeli savcıları görmüşlerdir.

205) Kendilerine söz hakkı verilmeyen avukatların, müvekkillerini savunmaları konusunda söz alma gayretleri, Jandarma'nın gücü ile önlenmek istenmiş, Jandarma'nın avukatlara karşı güç kullanılması bizzat mahkeme başkanının emir ve talimatları ile gerçekleştirilmiştir. Jandarma'nın avukatlara yaptığı şiddet içeren müdahaleleri mahkemece seyredilmekle kalınmamış, emirlerle teşvik edilmiştir. Bu davanın siciline ayrıca avukatların Jandarma tarafından dövülmesi de eklenmiştir.Hitler'in mahkemelerinde bile görülmemiş sahneler yaşanmıştır.

206) Mahkeme başkanı ve heyet tarafından gerek müdafilere gerekse sanıklara karşı son derece kaba bir tutum geliştirilmiş, bağırma, azarlama, ulan gibi sövme içeren sözcükler dahi kullanmaktan çekinilmemiştir. Heyet, mahkemede ve hakimde bulunması gereken tüm insani, hukuki ve medeni ilişkileri ortadan kaldırmışlar, sanık ve müdafilere duydukları husumeti hemen her tavır ve tutumlarında göstermekten çekinmemişlerdir.

207) Savunma kapsamında söylenen her beyan hakaret olarak değerlendirilip, sanıklar ve avukatları hakkında yüzlerce suç duyurusunda bulunulmuş, sanıklar bu yolla savunmalarını yapamaz hale getirilmişlerdir. Sindirme, korkutma ve ceza davası açılma tehdidi, duruşmadan yasaklama, dışarı çıkartma, azarlama, kaba davranış, kişilik haklarına saldırı oluşturan tutum ve davranışlar, mahkemenin uyguladığı yönteme dönüşmüştür. Disiplin adına savunma yok kabul edilmiş, usul hükümleri rafa kaldırılmıştır. Disiplin ile savunmayı ortadan kaldıran otoriter ve baskıcı anlayış birbirine karıştırılmıştır.
208) Esas hakkındaki savunmaya kadar yasaklanan sanıkların kendileri ile ilgili dinlenen tanıklar dinlenirken duruşmalara getirilmesi konusunda tam bir keyfilik yapılmıştır. Bazı sanıklar getirilirken, bazıları taleplere rağmen getirilmemiş, tanıklar ilgili sanıkların yokluğunda dinlenmiştir.

209) Yasaklama kararı verilen sanıkların müdafileri olmayanlara müdafi tayin edilmeyerek yargıla yokluklarında sürdürülmüş, müdafisi olan sanıklar içinde müdafilerine tebligat çıkartılmayarak verilen cezanın müdafi tarafından bilinmesi ve davayı takibi engellenmiştir.
210) 15'er dakikalık göstermelik yapılan delil değerlendirilmesine, esas hakkındaki savunmaya kadar duruşmaya katılmama cezası verilen sanıklar duruşmaya alınmamış ve avukatlarına bildirimde bulunulmayarak, bu kişilere ve müdafilere bu hakkın kullandırılmasından kaçınılmıştır.

211) Cumhuriyet tarihinde terör davalarına bakan hiçbir mahkeme ve heyet üyeleri yargılama sürecinde yüzlere varan sayıda reddedilmemiştir. Bu ölçüde red yapılması sözde örgütsel bir tavır olarak değerlendirilemez. Red talebinde bulunan sanıkların birbirini tanımayan farklı birleşen dava sanıkları olması, red sayısının bu ölçüde yüksekliği heyetin başından itibaren tarafsız olması gereken tutumunu yitirdiği, sanıklara ön yargılı davrandığı, mahkumiyet konusunda baştan hükmünü verdiği, özellikle Danıştay davasında mahkum olmuş sanıkların aklanması konusunda ayrı bir misyon geliştirmesi, dava sürecini siyasi konjonktüre göre ayarlaması, sanıklara husumete varan ölçüde sert, incitici ve hukuk dışı tutumları, mahkemeye ve heyete duyulması gereken güvenin tamamen ortadan kalkmasına yol açmıştır. Sanıkların mahkumiyet kararları, iddianamenin kabul kararı ile belli olmuş, sonraki yargılama süreci şekli prosedürün tamamlanması gayreti olarak görülmüştür.

212) Kovuşturma devam ederken, davaya paralel olarak yürütülen soruşturma dosyalarında savcıların mahkeme dışında delil toplamalarına seyirci kalınmış, bu dosyalardan toplanan sanık lehine olan deliller gizlenmiş, aleyhine olan deliller bilahare dosyaya sunulma yoluna gidilmiştir. Böylelikle ortada birbirine paralel aynı anda sürdürülen kovuşturma ve soruşturma süreçleri oluşmuştur. Bu sistem toplumda baskı aracı olarak kullanılmıştır. Hemen her vatandaşın hukuk dışı gerekçelerle davalarla irtibatlandırılarak sanık haline getirilmesinin yolunu açmıştır. Yargı eliyle korku toplumu oluşturulmuştur. Soruşturma süreçleri yürütme tarafından muhaliflere silah olarak kullanılmıştır.

213) Savcılar sanıklara dosyaya girmeyen delillerle suçlamışlar, sanık ve müdafileri dosyada olmayan delillerle suçlandıkları bu delillerin kendilerine verilmesini isteyince, mahkeme savcılığı işaret ederek, oradan talep edin diyebilmiştir. Dosyaya girmeyen delillerle, sanıkların suçlandıkları kovuşturma süreci yaşanmıştır.

214) Genelkurmay Başkanlığından, MİT Müsteşarlığından, savcılığa gönderilen sözde örgütün bugüne kadar duyulmadığına ilişkin cevaplar üzerinde oynamalar yapılarak iddianameye aktarılmış, mahkeme ve sanıklar yanıltılmışlardır. Bu konuda sanıklarca mahkemeye yapılan itirazlar dikkate alınmamıştır.

215) Sanıkların duruşmada duydukları ve söylenen bazı sözler tutanaklara yansıtılmamakta ya da silinmektedir. Üye hakimin, bir sanığa "ulan" diye hitabı tutanaklara anlaşılamadı diye geçebilmiştir. Mahkemeye duyulmayan güven, tutanaklara da yansımıştır.

216) Sanıklardan ele geçirildiği iddia edilen gizli belgelerin hiç birinin aslı defalarca talepte bulunulmasına rağmen sanık ve müdafilerine gösterilmemiş, bu belgelere karşı savunma yapma imkanı ortadan kaldırılmıştır.

217) Mahkemenin resmi kurumlardan delil olarak celbettiği gizli belgeler hakkında CMK 47 ve 125.mad. tatbik edilmemiş, sanık ve müdafilere yasanın belirttiği şekilde yapılan suçlama ile ilgili kısmının çıkarılarak verilme ve inceleme imkanı tanınmamıştır. Sanıklar gizli belgeler hakkında görmediklerinden savunma haklarını kullanamamışlardır.

218) Soruşturma tamamen, kovuşturma çok önemli ölçüde emniyetin kontrolünde sürdürüldüğünden bu kurum tarafından deliller üzerinde istenildiği şekilde oynanmış ve değiştirilmiştir. Sanıklar arasında olmayan iletişimler yaratılmış, iletişim sayıları olağanüstü arttırılmıştır. Kovuşturma sırasında deliller sürekli emniyetten celbedilmiştir. Kovuşturma aşamasında, delillerin emniyette bulunması ve sürekli emniyetten celbi davayı tamamen hukukun dışına itmiştir. Birçok delilin üzerinde yapılan oynamalara "sehven" gerekçesi bulunmuştur. Telefon rehberlerine yapılan yüklemeler, gerçek dışı sözde ilişkilerin kurulması, belgelerin kasıtlı olarak yanlış yorumlanması ve maksatlı tespitler yapılması, taraflı bilirkişi raporları tanzimi davanın ne ölçüde emniyetin kontrolünde sürdürüldüğünü yeterince kanıtlamaktadır.

219) Dava gizli tanık rezaletinin yaşandığı sürece dönüşmüştür. Gizli tanık konusunda kurulan emniyet birimlerince, kontrol altına alınan tanıkların ellerine verilen yazılı belgeler, tanık odasından saatlerce okunmak sureti ile dinlenmeleri yoluna gidilmiştir. Gizli tanıklar mahkeme salonuna gelmeden, polisin eğitiminden geçmiş, belli merkezlerde aktarılması istenen bilgilerle donatılmışlardır.

220) Mahkûm olan tanıklara, mahkeme kaleminden üçüncü kişilerle telefon görüşmeleri yapmalarına izin verilerek hukuk dışı yol ve yöntemlerle delil toplama gayretlerine girilmiştir.

221) Gizli tanıkların ifadelerinden önce, emniyet makamlarınca görüştürülerek, ifadeleri yönlendirilmiştir. Bunun en bariz örneği Gizli Tanık 9'dur. Bu kişinin ifade tutanaklarında ifadesinden bir gün önce sorgucu emniyet mensubu ile görüştüğünü açıkça ikrar etmiş ve bu kişinin beyanları ile Danıştay davası, Ergenekon davası ile birleştirilmiştir.

222) Ankara 11.Ağır Ceza Mah'nin gizli tanık olarak kabul etmediği, gizli tanık 9 aynı konuda bu defa savcılara yaptığı müracaat sonucunda gizli tanıklığa kabul edilmiştir. Adeta savcılar Danıştay konusunda yapılan yargılamayı yok sayarak ikinci yargılama başlatmışlardır. Mütalaalarında, Ankara 11.Ağır Ceza Mahkemesinden Danıştay sanıkları hakkında verilen mahkumiyet kararlarını yok saymışlar, bir kısmını beraat ettirmişler, bir kısmının cezaları değiştirerek, Yargıtay'ın yetkisinde olan bozma kararını, iptal şeklinde kendileri kullanmışlardır. Savcılar bu işlemleri ile TCK 309.mad. anayasal düzene karşı suç işlemişlerdir. Ülkenin normalleşme sürecinde, bu suçlarından ötürü mutlaka yargılanacaklardır.

223) Danıştay davasının bu dava ile birleştirilmesinin Osman Yıldırım ile Av.Mehmet Ener'in cezaevinde usul ve hukuk dışı sekiz görüşmesi sonucu sağlandığı savcılarca ve mahkemece görmezlikten gelinmiştir.

224) Sanıklarının önemli kısmının savunma tanıklarının hiçbiri dinlenmemiş, yasaya uygun olarak hazır bulundurularak duruşmaya getirilmelerine rağmen yasaya aykırı gerekçelerle dinlenme talepleri reddedilerek, savunma bir kez daha yok sayılmıştır.

225) Bir kısım tanıkların sayısı 1-3 arasında olmak üzere dinlenmiş olmakla birlikte dinlenen bu tanıkların mahkemece seçilmiş olması ayrı bir usul ihlalidir. Savunma tanıklarının arasından mahkemece seçilen kişilerin dinlenilerek sürdürülen yargılama süreci sadece bu davaya özgü bir nitelik arz etmiştir. Savunma bu davada dinleteceği tanığı bile seçmekten mahrum bırakılmıştır. Böyle bir yargılama hukuk tarihinde tektir ve eşine rastlanılması imkansızdır.

226) Mahkeme, sanıkların ısrarlı talepleri üzerine Tuncay Güney hakkında yapılan soruşturma sürecinin 6 yıldır devam ettirilmesine rağmen, savcıların bu kişi hakkında dava açmaması, mahkemenin bu davanın açılmaması için ara karar tesis edip bu haksızlık ve hukuksuzluğa müdahale etmemesi telekonferans sistemi dahil tanık olarak dinlenmesi için hiçbir girişimde bulunmaması bu tanığın dinlenmesi sonucu gerçeklerin ortaya çıkabileceği düşüncesi ile engellenmek istenmiş, böylelikle iddia makamı ve mahkeme Tuncay Güney'in gerek sanık, gerekse tanık sıfatı ile huzura getirilmesinin tüm yollarını el birliği ile kapatmışlardır. Tuncay Güney'e yapılan tüm bu işlemler savcılar ve mahkeme için başlı başına sorumluluk sebebidir. Tuncay Güney'in hukuki durumu ile aynı olan sanıklara farklı işlemlere tabi tutulmaları, bu davanın temellerini atıp, yurtdışına çıkartılan bu kişiye açık bir hukuki himaye sağlandığını göstermektedir.

227) Gizli Tanık Cenk'in ifadeleri mahkemece celbedilmesine rağmen dosyaya konulmayarak, sanık ve müdafilerden gizlenmiş, her nedense bu tanığın dinlenmesi konusunda ara karar tesis edilmeden, topluca verilen ara kararla vazgeçilmiştir. Mahkeme gizli tanık Cenk'in ifadelerini suç işleyerek sanıklardan gizlemiştir.
228) Gizli Tanık 9'un ifade tutanaklarında "Osmanım" yazan üç yere "Gizli Tanık" yazılarak tahrifatlar yapılmıştır.

229) Mahkemenin emniyete ve bilirkişi adı altında bu kurumun mensuplarına yaptırdığı kayıt çözümlerinde hiçbir çözüm tutanaklarına güvenimiz yoktur. Tutanakların bir çoğunda eksik yazma, çıkarma, değişiklik yapılarak, kasıtlı anlam farklılıkları yaratılmıştır.

230) Uydurma sözde örgüt dokümanlarının daha önce yayımlanan belgeler olduğu, üzerinden oynandığı, bu davaya özgü delil olarak kullanılması için eklemeler ve çıkarmalar yapıldığı yazılı belge ve raporlarla kanıtlanmış olmasına rağmen, mahkemece bu maddi gerçekliklerin hiçbiri dikkate alınmamıştır. Jandarma Genel Komutanlığı Kriminal Labaratuarından verilen bu belgelerin üzerindeki tüm sahtecilikler, oynamalar, eklemeler ortaya konmamasına rağmen bu rapor görmezlikten gelinmiştir.

Üzerinde 2000 yılında yazıldığı belirtilen Ulusal Medya ve Fundamantalist isimli iki belge 1997 yılında Nefes dergisinin 40 ve 41.sayılarında yayınlanması konusu da göz ardı edilmiştir.

231) İşkence ile alındığı sabit olan Tuncay Güney'in beyanlarını delil yapmak amacı ile ifade görüntü kayıtlarının iki gün boyunca duruşmada izletilerek, meşru delil olarak kabul ettirme çabaları, mahkemenin sorumluluğunu doğuracak niteliktedir. İşkence insanlık suçudur. İfadenin ses kayıtları ile sabit olmasına rağmen ifadelerin delil olarak dikkate alınması ağır hukuk ihlalidir.

232) Çapraz sorgusu yapılmayan sanıklar için açık bir şekilde çapraz sorgularının daha sonra yapılacağı belirtilmesine karşılık yapılma taleplerinin reddi tasvip edilecek bir tutum değildir. Mahkemeye neden güven duyulmadığının bir sebebi de sanıklara yapılacağını taahhüt ettiği usul işlemlerinden gerekçe göstermeden vazgeçilmesi olmuştur. Çapraz sorgusu yapılamayan sanıkların ifadelerinde isimleri geçen ve ilgili olan sanıklar sual sorarak savunma haklarını kullanamamışlardır. Mahkemenin bir dediği diğerini tutmamaktadır. İstikrarlı ve sanıkların güven duyabileceği kararlar tesis edememektedir.

233) Kovuşturma ve soruşturmaların birlikte yürütülmesini yasaklayan Budapeşte İlkelerinin 5.maddesi ihlal edilmiştir. Bu ilkeler iç hukuk haline getirilmekle, Anayasa'nın 90/5 maddesi bir kez daha ihlal edilmiştir.

234) Birleşme kararları sonraları iddianameler okunmadan yargılamalara devam edilmiş, sanıklar birleşen iddianamelerden de sorumlu tutulmuştur. Birleşme kararı sanıkların sorgularından sonra yapıldığından, sanıklar gıyapta yargılanmışlar, kendileri hakkında diğer davalarda sanıklara birçok sualler tevcih edilirken, sanıklar diğer dosyanın sanığına kendisi ile ilgili sorular yöneltememiştir.

235) Mahkeme sanıklar aleyhine olabilecek ölmüş sanıkların ifade tutanaklarını okumuş, lehe olabilecek ifade tutanakları okumaktan kaçınmıştır. Kuddusi Okkır'ın ifade tutanakları okunurken, İlhan Selçuk'un ifade tutanakları okunmamıştır.
Yine haklarında yakalama kararları olan sanıkların ifade tutanakları okunmamıştır. Uygulamada tam bir keyfilik mevcuttur.

236) Soruşturma kapsamında ifadesi alınıp kovuşturma aşamasında dinlenmeyen tanıkların ifade tutanakları okunmamıştır. Bu durumda söz konusu ifadelere delil olarak dayanmak mümkün değildir.

237) Dosyaya celbedilen hiçbir delil ve yazı cevabı, ifade tutanağı, bilirkişi raporu okunmamış ancak okunmuş gibi zapta geçmiştir.

238) Tanıkların çekim kayıtlarının hiçbiri sanık ve müdafilerine verilmemiştir.
Gizli tanıkların görüntü ve ses bozularak çekim kayıtlarının verilmesi gerekirken bu konudaki taleplerde reddedilmiştir. Gizli ve açık tanık çözüm ifade tutanaklarının hiçbiri gerçeği yansıtmadığından görüntü ve çözüm kayıtlarının karşılaştırılması yönünden savunmaya denetim imkanının verilmemesi usule uygun olmamıştır.

239) Mahkeme, emniyet mensuplarından seçtiği 4-5 kadrolu bilirkişinin dışında başkaca bilirkişilerden rapor almamıştır.

Bu bilirkişiler tüm geçimini sabahtan akşama kadar görev yaptıkları mahkemeye verdikleri raporlarla sağlamışlardır.

Memur gibi, sabahtan akşama kadar mahkeme kaleminde çalışan bilirkişi seçimi yasaya uygun değildir.

Bu durumda çalışan bilirkişilerin yansız olmaları, objektif rapor düzenlemeleri mümkün değildir.

Nitekim raporların hemen tümü sanıkların aleyhine verilmiştir.

Sanık ve müdafilerin bu bilirkişilerin dışında üniversite ve Tübitak'tan seçilmesi konusundaki talepleri birkaç tanesi hariç tümü reddedilmiştir.

Mahkemenin kadrolu ve aynı kişilerden oluşan bilirkişilerden aldığı tüm raporlar usulsüz ve gerçeğe aykırı olarak düzenlenmiştir.

240) Tüm sanıkların tutukluluk hallerinin isimleri dahi zikredilmeksizin üç satırlık cümle ile hiç değişmeyen gerekçelerle değerlendirilmesi değişen yasalara karşı mahkemenin anayasayı, yasaları ve temel insan hakları kurallarını ihlal etmekte direnç gösterdiği anlamını taşımaktadır.

241) Davamızda delil sanığa değil, sanıktan delile gidilmiştir. Siyaseten hedef seçilen sanıkların evlerine ve işyerlerine girilmiş ne varsa delil adına torbalara doldurulmuştur. Arama, el koyma, iletişimin tespiti, kararların tümüm tek bir delil gösterilmeden alınmıştır. Emniyetten gelen tüm talepler, hakimliklerce geri çevrilmemiş, bu davada adalet emniyette başlamış, maalesef emniyetçe bitirilecektir.

242) Duruşma salonunda, duruşma aralarında sanık ve müdafilerin tavandan sarkıtılan mikrofonlarla dinlenmesi, görüntü kayıtlarının yapılması, bu salonda devletin yargı fonksiyonu ile istihbarat fonksiyonlarının birbirine karıştırıldığını göstermektedir. Her kurum kendi görevini yapmalı, başka kurumların görevlerini ifa etmemelidir.

243) Mahkeme heyeti ve üyeleri yargılama sürecinde sürekli değişmiş, heyete katılan üyeler duruşma tutanaklarını okumadan duruşmaya çıkmışlar ve bu konuda duruşma tutanaklarına geçmemiştir.

244) Esas hakkındaki savunmanın iddianame, mütalaa ve dosya kapsamı dikkate alınmayarak iki saat süre ile sınırlandırılması savunmayı yok kabul etmekle eş değerde bir tutumdur. 

245) Dinlenen tanık ve gizli tanıkların dinlenildiği sırada bir başka ilde olduğu, görüntüsünün mahallinde alınıp duruşma salonuna yansıtıldığı sanıklardan gizlenmiştir.

246) Yapılan iş ve ev aramalarında, avukatlar emniyetçe mahalle sokulmamış böylelikle mahalle istenildiği gibi yapay deliller yerleştirilmiştir.

247) Telefon dinleme kararları emniyette hazırlanmış bu kararlar emniyet savcılık ve hakimlik arasında her türlü suistimale açık bir şekilde tanzim edilmiş ve hiçbir kayda tabi tutulmadan keyfi bir sistem içinde infazları yapılmıştır. Dinleme konusunda öylesine hukuk dışı metod oluşturulmuştur ki, hukuk devletinin korunması için başıboş bırakılan bu uygulamalara hukukun mutlaka ve mutlaka acilen müdahalesi zorunlu hale gelmiştir.

248) Davada hüküm aşamasına gelinmesine rağmen mütalaada yer alan bilgiler ile ilgili delillerin mahkemede olmayıp savcılıkta ve emniyette bulunması, sanıkların müracaatı halinde; "savcılıktan isteyin" şeklinde beyanda bulunulması delilsiz yargılama yapıldığının önemli bir kanıtıdır.

249) İddianamede ve mütalaada belirtilen başta dijital deliller olmak üzere yazılı belge asıllarının sanıkların ısrarlı taleplerine rağmen ortaya çıkarılamaması, delillerin bulunamaması, imajların verilememesi, delil olmaksızın hayali ve üretilmiş delillerle yargılama yapıldığını göstermektedir.

250) Dosya kapsamına, delil sayısına, birleşen dosyalara ve isnat edilen suçlara göre sanıklara tanınan bir ve iki saatlik esas hakkındaki savunma, mahkemenin yargılamayı şekli bir prosedür olarak kabul ettiğini göstermektedir.

251) Sanık ve müdafine toplam olarak verilen bir ve iki saatlik savunma içerisinde müdafinin de savunmasının dahil edilmesi, yasamızda müdafiliğin sanıktan ayrı bir statü ve makam olarak düzenlendiğinin inkarı anlamına gelmektedir.

252) Verilen süre içinde esas hakkındaki savunmasını tamamlamayan sanık ve müdafinin mikrofonun kesilmesi savunmayı yok kabul etmekle aynı mahiyettedir.

253) Sanık ve müdafilerin esas hakkındaki savunmalarının sık sık mahkeme başkanı tarafından kesilip, suç ihbarı tehdidinde bulunulması, savunmanın serbestçe yapılmasını engellemekte, savunma dokunulmazlığının ortadan kalkmasına yol açmaktadır.

254) Sanıkların hangi belgeye göre yargılandığı konusunda tam bir kargaşa mevcuttur. İddianamede ve mütalaada yapılan suç isnatları hemen tüm sanıklar için farklılık arz etmesine rağmen, sanıklara ek savunma hakkının savcının talebine rağmen verilmemesi sanıkların hangi suçlamalardan ötürü yargılandığı sorusunu açıkta bırakmaktadır.

255) Soruşturma aşamasında arama, el koyma, yakalama, teknik takip, iletişimin dinlenmesi, gözaltı kararlarının tamamı emniyet tarafından düzenlenmiş, sadece kararlar savcı ve hakimlere fakslanmış ve imzalar atıldıktan hemen sonra yeniden emniyete fakslanmıştır. Bu yolla kimin şüpheli ve sanık sıfatına sahip olacağı hususu emniyetçe belirlenmiştir. Tüm tedbir kararlarındaki irade emniyete aittir. Savcı ve hakimler hiçbir delili görmeksizin sadece kendilerine fakslanmış kararları imzalamakla yetinmişlerdir.

Bu davanın tüm soruşturmasının emniyetçe yürütüldüğü, şüphelilerin, suçlamaların, delillerin, kararların tümünün emniyette şekillendirildiği anlaşılmıştır. 

Darbe yalanı ile aldattılar! -6-

Ergenekon davasında savunmalarını tamamlayan sanıklar 'Darbe yalanı ile aldattılar!' açıklamasında bulundular. İddiaların çöktüğü belirtilerek "Silivri gerçeği"ni kamuoyunun bilgisine sundular.

İstanbul- Her şey nasıl başladı?

Tarih, 5 Mayıs 2006. Cumhuriyet gazetesine bomba atıldı. Patlamadı.

Tarih, 10 Mayıs 2006. Cumhuriyet gazetesine tekrar bomba atıldı. Yine patlamadı.

Tarih, 11 Mayıs 2006. Cumhuriyet gazetesine üçüncü kez bomba atıldı. Bu kez patladı.

Sebep 19 Nisan 2006 tarihili başörtülü domuz karikatürüydü.

Tarih, 17 Mayıs 2006. Avukat Alparslan Arslan Danıştay saldırısını gerçekleştirdi.

Sebep Danıştay 2. Dairesinin başörtüsü hakkındaki kararıydı.

Cinayetten bir saat sonra Bakan M. Ali Şahin, AKP'ye yönelik tepkilere karşılık soruşturmayla ilgili olarak, "Sürprizlere hazırlıklı olun" dedi.

Aynı gün ortaya bir şema çıkarıldı. Bu şema 2001 ve 20096 yıllarında Emniyet İstihbarat
Daire Başkanı Sabri Uzun'un önüne konulduğunda saçma sapan bulup reddettiği ve yıllar sonra "beni iğfal edemediler" dediği şemaydı.

Emniyet ve MİT yetkilileri o sırada Başbakanlığa vekâlet eden Abdullah Gül'e de brifing vererek şemayı gösterdiler. Abdullah Gül bu görevlilere, "delillendirin, savcı bulun, hepsini yakalayın" talimatını verdi.(İsmet Berkan, Radikal, 4 Temmuz 2008)

Bundan sonra hükümet üyeleri ve Başbakan defalarca bu saldırının dini nitelikli bir saldırı olmadığını, aksine AKP'yi hedef alan laik ve ulusalcı güçler tarafından hükümeti devirmek için yapıldığını söylediler.

19 Mayıs 2006, Başbakan: "saldırı hükümete yönelik."

19 Mayıs 2006, Abdullah Gül: ‚''Alparslan Arslan'ı yönlendiren çetenin elebaşısının, 12 Eylül öncesi Yüzbaşı iken ordudan atılan ve ekip içinde Albay Muzaffer diye tanınan Muzaffer Tekin olduğunu" söyledi. Basın, Veli Küçük ve Doğu Perinçek'i de olayla ilişkili göstermeye çalışıyordu.

21 Mayıs 2006, Başbakan, Deniz Baykal'ı suçlayarak,' kurşunlar hükümete sıkıldı" dedi.

22 Mayıs 2006, Muzaffer Tekin gözaltına alındı. Basın aynı anda Ergenekon'u yazarken, aynı zamanda da MİT, Başbakanlık ve Genelkurmay arasında düzmece Ergenekon belgeleri dolaştırılmaya başlandı.

26 Mayıs 2006, Muzaffer Tekin salıverildi. Adı iddianameye bile girmedi.

27 Mayıs 2006, Başbakan: "Yüzbaşının serbest bırakılması suçsuz olduğu anlamına gelmez" dedi.

Bugünlerde İstanbul ve Ankara Emniyeti arasında soruşturmayı kimin yürüteceği konusunda bir tartışma başladı. Son eylem Ankara'da olduğu halde İstanbul Emniyeti soruşturmayı kendisi yürütmek istiyordu. Soruşturmayı Ankara Emniyetinin yürütmesi engellenemedi. Ancak yıllar sonra Alparslan Arslan'ın sorgusuna katılan MİT yetkililerinin aldığı ifade tutanakları İstanbul Emniyetinden çıkacak, üstelik oraya nasıl geldikleri de tespit edilemeyecekti.

Danıştay saldırısı adım adım "hükümete yönelik bir saldırı" olma yolunda ilerliyordu, tıpkı Başbakan'ın dediği gibi…

Tarih 12 Haziran 2007.

Bir grup polis Trabzon'dan yapılan bir ihbarla, Ümraniye'de bir gecekonduya baskın yaptı. 27 el bombası "bulmuşlardı" ve "bunların üç tanesi Cumhuriyet gazetesine atılanlarla benzer numaralar taşıyordu." "Ergenekon belgeleri de bulunmuştu. İşte, saldırıların hükümete yönelik oldukları ortaya çıkmıştı." Dahası, gözaltına alınanlar askerdi ve "hem Danıştay saldırısını yapanlarla hem de darbe planları ile ilişkileri vardı."

Tıpkı Başbakan'ın dediği gibi… Daha ne olsundu?

İşte o aramanın ve bombaların bilmediğiniz bazı yönleri:
 
Tanığıve Video Kaydı Olmayan Bir Arama

TEM ve Asayiş polislerinin düzenlediği tutanaklar

* TEM tutanağına göre, olay yerine geldiklerinde gecekondunun önünde Ali Yiğit (ihbarcının oğlu) ve Mehmet Demirtaş (olaydan 1,5 yıl önce gecekondudan ayrılan kiracı) orada beklemekteydi.
 
Ama Ali Yiğit'in ifadesine göre kendisi orada değildi, tesadüfen oradan geçerken polisleri görüp durdu ve aramaya katıldı. Askeri mahkemedeki ifadesine göre ise durum böyle de değildi, aramanın yapıldığını ağabeyi telefonla haber verdi.

* TEM tutanağına göre evin anahtarı da orada bekleyen Ali Yiğit'in üzerindeydi.

Oysa Ali Yiğit'in ifadesine göre anahtar üzerinde değildi, anahtarı almaya polislerle birlikte ağabeyinin dükkânına gittiler. Bunu Burhan Yılmaz da doğruluyor.
TEM tutanağına göre hemen bunları gözaltına alıp birlikte aramayı yaptılar, bombaları bulunca hiç dokunmadan "olay yeri inceleme" uzmanlarına ve bomba uzmanlarına haber verdiler sonra onlar da geldi ve hep birlikte kontrollerini yaparak sandığın içinde neler olduğunu tutanaklarına yazdılar. Bunlar, TEM ve Asayiş görevlilerinin düzenlediği tutanakta anlatılanlar.

Oysa TEM tutanağında olay yerine gelip kontrol yaptıkları yazılı olan "Olay Yeri İnceleme" uzmanları kendi tutanaklarına göre gecekonduya hiç gelmediler. Onlar doğrudan karakola geldiler. Bomba uzmanlarının gecekonduda olduklarını söyledikleri saatte, olay yeri ekibi karakolda bombaların başındaydı.
Yani TEM ve Asayiş görevlilerinin düzenlediği tutanakta yazılan neredeyse hiçbir şey doğru değildi.

Gelelim bomba uzmanlarının düzenlediği tutanaktaki bilgilere…

* Bomba uzmanlarının tutanağına göre bir gecekonduda bomba bulunduğu ihbarı kendilerine saat 18.30'da haber verildi. Bunu tutanaklarına da yazdılar. Bu saatten sonra harekete geçtiler ve gecekonduya geldiler.

Oysa "olay yeri inceleme" ekibinin çektiği bir fotoğrafa göre tam bu saatte bombalar karakolda sehpaların üzerine dizilmiş vaziyette. Saat 18.30'da…

Yine Ali Yiğit'in mahkeme huzurundaki ifadelerine göre arama işlemi saat 17.00'de yapıldı…
Oysa bu olayda bombalara ilk müdahaleyi yapan "bomba uzmanları"nın askeri mahkemedeki ifadelerine göre, gecekonduya saat 18.30'dan önce gitmiş olamazlardı çünkü saat 19.00'da grup değişimleri yapılıyordu. Bunlar da saat 19.00–19.30 sularında gecekonduya gittiklerini, merdiveni koyup çatıya çıktıklarını, gerekli işlemleri orada yaptıklarını, hatta bombaların kendilerine çatının dışında teslim edildiğini daha sonra da alıp karakola götürdüklerini söylediler.

Ancak bu kez de karşımıza başka bir soru işareti çıkıyor. Çünkü saat 18.50'de telsizden bomba haberini alan ve "Olay Yeri İnceleme" uzmanlarından oluşan ekip haberi alınca hareket ediyor ve saat 19.20'de olay yerine ulaşıyor. Ulaştıkları olay yeri neresi? Gecekondu değil… Ümraniye-Çakmak polis karakolu. Hani bu saatte bütün ekipler gecekondudaydı. Bu ekip karakola geldiğinde bombalar sehpaların üzerinde dizilmiş vaziyettedir. Fakat bu ekibin çektiği fotoğraflardan biri biraz büyütülünce çekim için hazırlanan bombaların önüne asılan kâğıt okunuyor, kâğıdın üzerinde yazan saat:18.30… Demek ki 18.30'dan da daha önceki bir saatte bombalar karakolda. E hani bomba uzmanları saat 18.30'da telsizden haber alıp gecekonduya gelmişlerdi...

Bunların hepsi bir yana olayın tek tanığı olan büfeci Burhan Yılmaz ise polislerin gecekonduya ilk geliş saatlerinin sabah 10.00 ile 12.00 arasında olduğunu söyledi. Yani daha ihbar bile yapılmadan önce…

Kim doğru söylüyordu TEM polisi mi, olayın tek tanığı mı, Olay Yeri Ekibi mi, yoksa ihbarcının oğlu mu?

Daha sonra ortaya çıktı ki, bu tutanakların tamamı karakolda düzenlenmişti.
Buradan ortaya çıkan şudur: Hem bombalar hem de her iki polis ekibi aynı anda hem karakolda hem de gecekonduda olamayacağına göre bu tutanaklar doğruyu söylemiyor. Ya da bombalar karakoldayken aynı anda gecekonduda arama tiyatrosu oynanıyor. Siyah poşetlerin içinde bir şeyler çıkarılıyor, poşetlerin içini gören yok. Karakoldakilerin ise video kayıtları var. Yani karakolda bomba var, gecekonduda tiyatro var.

Olay yeri ise bütünüyle karanlıkta…

Hem TEM ve Asayiş polislerinin tutanağına göre hem de bomba uzmanlarının kendilerinin tutanağına göre, arama sırasında bombalara rastlanıyor ve ondan sonra bomba uzmanlarına haber veriliyor, bunlar da uzman oldukları için bombalara ilk müdahaleyi yapıyorlar. Nerede? Bulunduğu yerde… Neresi? Çatı arasındaki elektrik direğinin dibi… Ama askeri mahkemedeki sorgularında bu polislerden biri kendi tutanaklarında yazılı olmayan şaşırtıcı bir bilgi verdi: "Bombaları bulunduğu yerden kendilerinin çıkarmadığını, kendileri olay yerine gittiklerinde, çatının dışında kendilerine TEM görevlileri tarafından teslim edildiğini" söyledi. Bombaları gecekondunun çatı arasında bulmanın sorumluluğunu almıyordu. "Ben bulmadım, yerinden de ben çıkarmadım, bana dışarıda teslim edildi" diyordu.

Buradan çarpıcı bir sonuç daha çıkıyor ortaya, bu bombaları sözde ihbarda o "nokta koordinatı" verilen yerde, gecekondudaki elektrik direğinin dibinde bomba uzmanları da görmemişti.

Özetleyelim:

* Olay yerinde yazıldığı iddia edilen tutanağın saati 20.30
* Karakolda çekilen video kaydına göre bombalar 18.30'da karakolda.
* Bomba uzmanlarına göre 18.30'da gecekonduya gitmeleri imkânsız, 19.30'da gittiler, o saatte bombalar oradaydı.
* Olay yeri Ekibine göre ise bombalar saat 19.20'de karakolda.
* Olayın tek tanığına göre polisin gecekonduya ilk geliş saati sabah 10.00 ile 12.00 arası.
* O gecekondunun çatısında ne gördüğünü ve ne yapıldığını anlatacak kimse yok.

Karakolda Neler Oldu

TEM ekibinin kendi tutanağında, "bizimle birlikte gecekondudaydı" dediği "Olay Yeri Ekibi" kendi tutanağına göre gecekonduya hiç gitmemişti. Onlar doğrudan karakola gelmişlerdi hem de diğer tutanaklara göre gecekonduda olmaları gereken saatte.

Karakolda bombaları görünce parmak izi incelemesi yapmak istediler, izin verilmedi. Bunu tutanaklarına yazdılar. Arama sırasında olay yerinde video ve fotoğraf çekimi yapılıp yapılmadığını sordular, "evet yaptık" cevabı verildi. Bunu da tutanaklarına yazdılar. Ama aslında yapılmamıştı ve bu cevap verilerek onların gecekonduya gidişi engellenmişti.

Sonuç, bombaların bulunduğu iddia edilen aramaya ait tek kare fotoğraf, video kaydı ya da tanık yok. Bu tutanaklara imza atan polisler arasında, aramanın yapıldığı gün izinli olan bile var.

Cumhuriyet'e Atılan Bombanın Numarası

Cumhuriyet gazetesine atılan bombanın numarası 173-9-85, Ümraniye'de bulunduğu iddia edilenin ise, 169-5-85… savcı mütalaasında buna dayanarak, "öyle ise Cumhuriyet gazetesine atılan da buradan çıktı" diyor.

Yasa Dışı İmha Kararı:

12 Haziran 2007 tarihinde bulunduğu iddia edilen bombalara ilişkin olarak Savcılığın ilk icraatı bir imha kararı çıkarmaktır. Bu karar 13 Haziran 2007 tarihlidir.

CİNAYETİN EVRİLMESİ HİKAYESİ

Savcı Zekeriya Öz 15 Haziran 2007 tarihinde Ankara'dan Danıştay dava dosyasını istedi.

Bu tarihte Osman Yıldırım'ın davaları birleştirecek olan ifadesini vermesine 8 ay vardı.
Savcı Muzaffer Tekin'i gözaltına aldı. Kendisine "daha önce tutuklanıp serbest bırakıldığı" hatırlatılmasına rağmen bunu "ayak diremek" olarak nitelendirdi ve "ısrarla tutuklanmasını istedi."

Soruşturma tıpkı Başbakan'ın dediği gibi gidiyordu.

2007 yılı Ekim ayı başında bir polis, Ataşehir'de Alparslan Arslan'ın arkadaşlarının da oturduğu apartmana gitti.

Apartman kapıcısının mahkemedeki ifadelerine göre Recep Özkan'ın evini sordu ve o sırada haklarında hiç bir iddia bulunmayan, ancak bu gün Danıştay cinayetini azmettirmekle suçlanan bazı ergenekon sanıtlarının fotoğraflarınıfotoğraflarını gösterdi, tanıyıp tanımadığını sordu. ( 2008/209 E. 161, 162, 163. celse zabıtları)

Daha sonra polis Ataşehir'e iki kez daha gitti. Teşhisler yaptırdı, ifadeler aldı. İfadeyi verenler oraya yazılanları söylemediklerini yıllar sonra bu İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nde söyleyeceklerdi.(2008/209 E. Celse No 161-163)

Nereden çıkmıştı bu Ataşehir?

Bundan kısa bir süre sonra,6 Şubat 2008'de, Danıştay davası sanığı Osman Yıldırım, bir başka sanık olan ve (Cumhuriyete atılan bombaları kendisine verdiği Alparslan Arslan tarafından itiraf edilen) Süleyman Esen'in avukatına, Sincan cezaevinde, Ataşehir'deAlparslan'ın arkadaşının evinde bir toplantı yapıldığını söyledi. Avukat da bu bilgiyi Şamil Tayyar'a anlattı.(2008/209 E. 184. Celse Av. Mehmet Ener sorgusu)

Şamil Tayyar, Mehmet Ener tarafından anlatılan bu hikayeyi 8 Şubat tarihinde Gazetesindeki köşesinde yazdı. (Ama ne hikmetse Şamil Tayyar'ın Tanık olarak dinlenmesi taleplerimize rağmen, Şamil Tayyar tarafından yoğun işleri yüzünden gelemeyeceğini bildirmesi üzerine, Mahkeme kendisini Tanık olarak dinlemedi.)

Bu sırada, Ergenekon davalarının en ses getirecek operasyonu yapılmış, 22 Ocak 2008 tarihinde Veli Küçük gözaltına alınmış ve 26 Ocak 2008 tarihinde de tutuklanmıştı.

Osman Yıldırım, birlikte yargılandığı arkadaşlarına „Bombaları Muzaffer Tekin ve Veli Küçük'ten aldığımı söyleyeceğim, Beni destekleyin, sizi de kendimi de kurtaracağım" demeye başlamıştı. Bu söylemleri, daha sonra Ergenekon davası sorgulamaları sırasında diğer sanıklar tarafından açıklanacaktı. (2008/209 E. 135, 136., 142 .,143. celse zabıtları)

Şamil Tayyar'ın köşe yazısından sonra Ergenekon Savcıları derhal harekete geçerek 11-12-13 Şubat 2008 tarihlerinde Sincan Cezaevinde bir dizi sorgulama yaptılar.

Bu sorgulamalar sırasında Cumhuriyet Gazetesi bombalamaları ve Danıştay cinayeti sanıklarının (Alparslan Arslan, Süleyman Esen, Tekin Irşi, İsmail Sağır, Erhan Timuroğlu) tamamıyla görüştüler.

Dönüşte ellerinde sadece Osman Yıldırım'a ait Tanık ve Gizli Tanık 9 olarak alınmış ifade vardı. Zira Osman Yıldırım haricindeki hiç bir sanık Veli Küçük ve Muzaffer Tekin ile ilgili bir beyanda bulunmamıştı. (EK : 1 Sincan Cezaevinde verilen beyanlar)

OSMAN'IMIN ANLATTIKLARI

Osman Yıldırım, Ergenekon iddianamesine hem tanık, hem sanık, hem de gizli tanık olarak giren ifadelerinde çeşitli iddialarda bulundu.

Bunlar;

11/03/2008 tarihli Av . Mehmet Ener'in ifadesine göre; İDDİA 1- 27 Nİsan 2006 tarihinde Ataköy'de Alparslan Arslan'ın avukat olan arkadaşının evinde birtoplantı yapılıyor, bu toplantıda Veli Küçük 3 adet el bombasını Alparslan Arslan'a veriyor, toplantıda Muzaffer Tekin ve bir kaç şahıs daha bulunuyor.

12/03/2008 tarihli Osman Yıldırım ifadesi; İDDİA 2 – 30 Nisan 2006 tarihinde Ataköy'de bir toplantı, bu toplantıda Veli Küçük yok, eylem ve para teklifi kendisine Muzaffer Tekin tarafından yapılıyor ve bombalar da Muzaffer Tekin tarafından ikisi kendisine, biri Alparslan Arslan'a veriliyor.

17/04/2008 tarihli Osman Yıldırım ifadesi; İDDİA 3 – 2 ayrı toplantı yapılıyor (tarihleri belli değil), kendisine Cumhuriyet Gazetesine 500.000$ karşılığında bomba atılmasının teklif edildiği ilk toplantıda Veli Küçük bulunuyor, bu parayı kendisine bizzat Veli Küçük teklif ediyor, bombaların kendisine teslim edildiği Ataşehir'deki ikinci toplantıda Veli Küçük bulunmuyor.

Bu beyanların tamamı Danıştay Dosyasının Ergenekon davası ile birleştirilmesini temin eden Osman Yıldırım'a aittir.

DOSYALARIN BİRLEŞTİRİLMESİ

6 Ekim 2008'de Yargıtay C. Başsavcısı, Danıştay davasının Ergenekon davası ile bağlantılı olduğu yolundaki iddialardan dolayı yeniden incelenmesini talep ederek 9. Ceza Dairesine gönderdi. Davanın Yargıtay'daki incelemesinin duruşmalı yapılmasını avukat Mehmet Ener istemişti. Ama her nedense duruşmada yoktu. Olsa belki mahkeme heyeti, davaların sanıkları arasındaki irtibatların neler olduğunu sorabilirdi ve bu iddiaların ne kadar ciddi olduğu orada değerlendirilebilirdi. Ama soramadı ve özel yetkili medyanın yarattığı kamuoyu baskısının da etkisiyle kararını verdi.

20 Ekim 2008'de Ergenekon ana davasının ilk duruşması yapıldı.

17 Aralık 2008'de Adalet Bakanlığı'nın da devreye girmesiyle Yargıtay 9. Ceza Dairesi Danıştay davası kararını bozarak Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi'ne geri gönderdi. Yargıtay mahkemeye, "Ergenekon ile bu dava sanıkları arasında irtibat var mı yok mu araştır" diyordu.

23 Mart 2009'da Danıştay davası Yeniden Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülmeye başlandığında mahkeme heyeti değişmişti. Yeni heyet yargıtayın bozma gerekçesi olan Ergenekon ile irtibat iddialarını araştırmak yerine, hukuka ve bozma gerekçesine aykırı olarak Danıştay davasının Ergenekon ile birleştirilmesine karar verdi.

Kararın tek dayanağı Osman Yıldırım'ın beyanlarıydı.

Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 18 Mayıs 2009 tarihli karar duruşmasında tünelin ucundaki ışığı görüp sevinen sadece Süleyman Esen değildi. Osman Yıldırım da çok sevinçliydi. Sevincini İstanbul'daki Ergenekon savcılarına teşekkür ederek dile getirdi: "Sayın savcılar Zekeriya Öz ve Mehmet Ali Pekgüzel'i ve Atatürk cumhuriyetine saygılı tüm savcıları selamlıyorum…" Müebbet hapse mahkum edildiği ilk karar duruşmasında, "Yıkacağım o İngiliz piçinin kurduğu cumhuriyeti" diye bağıran Osman Yıldırım nasıl bu noktaya gelmişti?

Böylece Danıştay saldırısı davası yeni ve çok farklı bir hukukun uygulanmaya başlandığı Ergenekon davası içinde görülmeye başlandı.

Sırf bu davanın irtibatlarının araştırılması 2 yıl sürdü. Tüm sanıklar 11 ay boyunca yeniden sorgulandı. 23 Ağustos 2010'dan 28 Temmuz 2011'e kadar dava ile ilgili 35 tanık dinlendi. Bunların içinde hem sanık, hem tanık hem de gizli tanık olan bile vardı.

Danıştay davası, sadece bir irtibat olup olmadığı incelensin diye getirilip birleştirildi ama İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından yeni baştan görüldü. Her iddia, her ayrıntı yeni baştan didik didik edildi.

Hatta ortaya, Osman Yıldırım haricinde yeni bir tanık daha çıkmıştı. Gizliydi. Ama Osman Yıldırım'ın bütün anlattıklarını doğruluyordu. O da tanık olmuştu her şeye… Cinayet için Ankara'ya gidilirken o da arabadaydı, sığdırılmıştı o arabaya. Ankara'da otelde kaldıkları iki kişilik odada Osman Yıldırım ve Alparslan Arslan ile birlikte kalmıştı, yeterli yatak yoktu ama o da oradaydı. Fazladan bir şey de anlatmıyor ama Osman Yıldırım'ın anlattığı her şeyi ama her şeyi doğruluyordu.

OSMAN'I DOĞRULAYAN OSMAN

Yani artık iddialar sadece bir kişinin sözleri değildi, iki tanık vardı. Daha da kuvvetlenmişti, esrarengiz gizli tanığın ifadeleriyle. Savcılar da mütalaalarına şöyle yazdılar; "Osman Yıldırım'ın anlattıkları Gizli Tanık-9 tarafından da doğrulanmaktadır."

Savcılık bu kuvvetli dayanağını esas hakkındaki mütalaasının 1168 ve 1169'ncu sayfalarına da yazdı. Aynen şöyle dedi:

"Birbirlerinden habersiz olarak ifadeleri alınan, gerek ifadelerinin tarihi gerekse soruşturma evrakındaki kısıtlama kararına göre birbirlerinin ifadelerini öğrenmeleri mümkün görülmeyen her iki tanığın, Alparslan Arslan ve Veli Küçük ün Kâtibim Restoran ın yanındaki çay bahçesinde buluştukları, Avukat Hakkı Kurtuluş un da söz konusu çay bahçesine gittiği şeklindeki beyanlarının Alparslan Arslan ile Veli Küçük'ün geçmişe dayanan bağlantısı bulunduğunu gösterdiği anlaşılmaktadır."

Bütün çabalar bir Ataşehir toplantısı yaratabilmek içindi.

O toplantıyı Osman Yıldırım ve Gizli Tanık-9'dan başka gören duyan da yoktu.

Dosyaya getirtilen cep telefonlarına ait baz istasyonu kayıtlarına göre O tarihlerdetoplantıdaolduğu iddia edilenlerin hiçbiri Ataşehir'den sinyal vermiyordu.

Hatta aynı sıralarda herkesin telefonu başka başka yerlerden sinyal veriyordu.

Ardından, Osman Yıldırım'ın sözde toplantının yapıldığı ve Cumhuriyet Gazetesine atılan bombaların kendisine Muzaffer Tekin tarafnıdan teslim edildiğini iddia ettiği evi göstermesi için keşif yapıldı. Osman Yıldırım, bu keşif sırasında da toplantı yapıldığını iddia ettiği evi bulamadı. (Ek: 2Gazete kupürleri)

Telefon irtibatı yok, tanışıklık yok, evi gösteremiyor, baz istasyon raporları söylediklerini doğrulamıyor, ev sakinleri doğrulamıyor, hatta Danıştay davası sanıkları da doğrulamıyordu.

Oysa, öte yandan, daha başka bir ilişkiler yumağı ise aynı sistematik çabalarla göz ardı edilmeye çalışıldı. Bir de onlara bakalım.

CUMHURİYET CAZETESİNE ATILAN BOMBALAR İLE DANIŞTAY CİNAYETİNİN GERÇEK HİKAYESİ

Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nin dosyasının İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi dosyası ile birleştirilmesi üzerine araştırmaya başladık.

Bu araştırmayı, olağan metodla, yani, Alparslan Arslan'dan hareketle, eylemlerini gerçekleştirmeden önceki son dönemini, kimlerle görüştüğünü, nerelerde bulunduğunu, eylemler öncesi ve sonrasında neler yaptığını inceledik.

Bu incelemeleri, kişilere ait mobil telefonların „baz istasyon" kayıtlarını esas alarak gerçekleştirdik.

Zira bu kayıtlar ile kişilerin gün gün, hangi saatlerde hangi adreslerde bulunduğunu, nasıl hareket ettiğini, kimlerin hangi saatlerde birarada bulunduğunu görmek imkanı vardır.

Elimizdeki veriler şunlardır.

Cumhuriyet Gazetesine atılan ilk bombanın tarihi 05 Mayıs 2006 dır, takiben 10 Mayıs 2006 ve 11 Mayıs 2006 tarihlerinde 2 bomba daha atılmıştır.

17 Mayıs 2006 tarihinde ise Alparslan Arslan Danıştay Baskınını gerçekleştirmiştir.

Danıştay cinayetini gerçekleştirmek üzere 15 Mayıs 2006 tarihinde Alparslan Arslan,Osman Yıldırım, Erhan Timuroğlu ve İsmail Sağır ile birlikte kendi arabasıyla Ankara'ya gitmiştir.

ÇÖZÜLMESİ GEREKEN DÜĞÜM; CUMHURİYET GAZETESİNE ATILAN BOMBALAR İLE BAŞLAYAN BU SÜREÇTE, BOMBALARI KİMİN VERDİĞİNİN ORTAYA ÇIKARILMASIDIR.

ZİRA, CUMHURİYET GAZETESİ EYLEMLERİ İLE TETİK ÇEKİLMİŞ VE EYLEM DANIŞTAY BASKINI İLE TAMAMLANMIŞTIR.

SAVCILIK MÜTALAASINDACUMHURİYET GAZETESİ'NE ATILAN BOMBALARDAN YOLA ÇIKILMIŞ VE AŞAĞIDAKİ SONUCAULAŞILMIŞTIR.

MÜTALAADAN ALINTI

''Osman Yıldırım'ın Cumhuriyet gazetesi binasına bomba atılması ve Danıştay eylemlerinin azmettiricisinin Veli Küçük ve Muzaffer Tekin olduğunu ifade ettiği,'...
Danıştay eylemi sanığı Osman Yıldırım'ın tanık sıfatı ile verdiği 12.03.2008 tarihli ifadede Cumhuriyet gazetesi binasına atılan el bombalarını Muzaffer Tekin'den aldığını beyan ettiği,...

Danıştay saldırısı sanıklarından Osman Yıldırım'ın 12.3.2008 tarihli ifadesinin bu bölüm ile ilgili kısmında özetle, Alparslan Arslan'ın kendisini çağırdığı Ataşehir Migros'a yaklaşık beşyüz metre mesafedeki Alparslan Arslan'ın bekâr arkadaşlarının kaldığı bir villada Muzaffer Tekin, Alparslan Arslan, Oktay Yıldırım ile birlikte tanımadığı on onbeş kişinin olduğu bir ortamda Muzaffer Tekin"in üç adet el bombasını yanında koruması gibi duran bir kişiye yan odadan getirterek kendisine "Bunlar Cumhuriyet Gazetesine atılacak. Rahat ol kimse ölmeyecek. O şekilde olsun. İş bitince sana beşyüz bin dolar para vereceğiz.

Senin, attırdığın kişilere vereceğin paraya karışmayız." dediğini, kendisinin iki adet el bombasını alıp cebine koyduğunu, bir tanesini de Alparslan Arslan'ın alıp çantasına koyduğunu, daha sonra ilk bombanın olaydan bir gün önce bir arkadaşının arabasıyla götürüp yerini gösterdiği Tekin İrşi tarafından pimi çekilmeksizin atıldığını, ikinci bombayı Tekin İrşi'nin yer göstermesi ile İsmail Sağır ın attığını, İsmail Sağır'ın el bombasını pimini çekerek attığını, ancak bombanın patlamadığını, geriye kalan üçüncü bombayı ise Alparslan Arslan'ın İsmail Sağır, Erhan Timuroğlu ve Tekin İrşi ile birlikte giderek Cumhuriyet gazetesi binasının bahçesine attığını söylediği. Cumhuriyet gazetesi binasına yapılan saldırılarda anlaştıkları şekilde kimse zarar görmediğinden az bir ceza alacağını bildiğini, Muzaffer Tekin tarafından kendisine beşyüzbin dolar verileceği vaat edildiği için Danıştay saldırısı davasının duruşmalarında el bombalarını Muzaffer Tekin'in Oktay Yıldırım'ın da bulunduğu ortamda Ataşehir semtinde verdiğini söylemediğini, beyan ettiği,....

Osman Yıldırım'ın Ankara Cumhuriyet başsavcılığınca alınan 17.4.2008 tarihli ifadesinde ise özetle, bombaların kendisine teslim edildiği ve bir öncesinde yapılan Cumhuriyet gazetesine bomba atılması teklifinde bulunulduğu toplantıya Veli Küçük, Muzaffer Tekin, Mehmet Zekeriya Öztürk, Mehmet Fikri Karadağ, soruşturma safahatında ölen Kuddusi Okkır ve Oktay Yıldırım ın katıldığım, Veli Küçük ün bombaların teslim edildiği toplantıda olmadığını, ancak kendisine beşyüzbin dolar karşılığı Cumhuriyet Gazetesine bomba atılması eylemini teklif ettiğini söylediği,....

İstanbul Ümraniye ilçesinde sandık içerisinde ele geçirilen 27 adet el bombası ile bunlar ile irtibatlı olan Cumhuriyet gazetesi binasına tarihinde atılan el bombasının Oktay Yıldırım ile irtibatının maddi delili bulunduğu, Oktay Yıldırım'ın daha sonra Cumhuriyet gazetesi binasına atılacağını bildiği el bombasını depoladığı yerden çıkartarak bombaların Alparslan Arslan ve Osman Yıldırım'a verildiği Ataşehir toplantısına getirip Muzaffer Tekin'e verdiği,...

5.5.2006, 10.5.2006 VE 11.5.2006 TARİHLERİNDE CUMHURİYET GAZETESİNE 3 ADET BOMBA ATILMASI, 17.5.2006 TARİHİNDE DANIŞTAY 2. DAİRESİNDE 1 ÜYENİN ÖLDÜRÜLMESİ 3 ÜYE VE 1 TETKİK HAKİMİNİ ATEŞLİ SİLAHLA ÖLDÜRMEYE TEŞEBBÜS EYLEMİ;

EYLEMLERİN ÖZETİ:

İstanbul ili Şişli ilçesi Merkez Mahallesi Prof. N. Mazhar Ökten Sokağı'nda bulunan Cumhuriyet Gazetesinin Genel Merkez binasına 05.05.2006, 10.05.2006 ve 11.05.2006 tarihlerinde olmak üzere üç kez birer adet el bombası atılmıştır. Eylem talimatını Veli Küçük'ün, eylemde kullanılacak el bombalarını sanık Muzaffer Tekin'in verdiği, tarihinde atılan el bombasının Ümraniye Çakmak Mahallesinde ele geçirilen 27 adet el bombası ile kafile numaralarının benzeştiği, Ataşehir'de Recep Özkan'ın evinde bombalardan 2 tanesinin Osman Yıldırımca, 1 tanesinin Alparslan Arslan'a verildiği, toplantıya Oktay Yıldırım'm da katıldığı.

Osman Yıldırım, iddianamede anlatılan nedenlerle Cumhuriyet Gazetesi saldırıları konusunda itibar edilen beyanlarında, kendisinin Veli Küçük ve Ergenekon Terör Örgütü ile bağlantısını kabul etmiş, Cumhuriyet Gazetesi saldırılarının Veli Küçük ve Muzaffer Tekin'in talimatı ve Muzaffer Tekin'in verdiği bombalar ile gerçekleştirildiğini beyan etmiştir.

Sıralanan tespitler ile, Cumhuriyet Gazetesi saldırılarının Ergenekon Terör Örgütü Yöneticilerinden Veli Küçük ve Muzaffer Tekin'in talimatı ile gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır.

Saldırısının ise, Cumhuriyet Gazetesi saldırılarından hemen sonra olması, her iki eylemin de yukarıda açıklanan deliller ile aynı amacı gerçekleştirmeye yönelik olması, eylemlerde de aynı kişilerin istihdam edilmesi bu eylemin de Ergenekon Terör Örgütü Yöneticisi Muzaffer Tekin ve Veli Küçük'ün talimatı ile gerçekleştirildiğini göstermektedir.'

Yukarıdaki cümle, 5 yıl süren yargılama neticesinde hazırlanan 2271 sayfalık mütalaada yer alan, Danıştay Baskınının sözde Ergenekon Örgütüne bağlantısını açıklayan tek paragraftır.

Savcılık, ''Cumhuriyet Gazetesi eyleminde kullanılan bombaları bu örgüt verdiyse, Danıştay Baskınını da bu kişiler yaptırmıştır" şeklinde özetlenebilecek şekilde, olsa olsa metoduylasonuca varmıştır.

ALPARSLAN ARSLAN, YARGILAMANIN BAŞINDAN İTİBAREN BOMBALARI SÜLEYMAN ESEN'İN EVİNE GETİREREK KENDİSİNE VERDİĞİNİ SÖYLEMEKTEDİR.

OSMAN YILDIRIM İSE, ANKARA 11. AĞIR CEZA MAHKEMESİ'NİN YARGILAMASININ SONUNDA (CİNAYETTEN 9 AY SONRA) VE ERGENEKON SORUŞTURMASININ BAŞINDA, BİR ANDA, ORTAYA İKİ YENİ İSİM ATMIŞ VE BOMBALARIN ATAŞEHİRDE YAPILAN BİR TOPLANTIDA KENDİSİNE VELİ KÜÇÜK VE MUZAFFER TEKİN TARAFINDAN VERİLDİĞİNİ SÖYLEMİŞTİR.

AŞAĞIDA SADECE YARGILAMA AŞAMASINDA DOSYAYA GİREN BİLGİ VE BELGELER ÜZERİNDEN ORTAYA ÇIKAN GERÇEKLERE YER VERİLMİŞTİR.

AÇIKLAMALARA GEÇMEDEN ÖNCE, ADI GEÇEN KİŞİLER HAKKINDAKİ BİLGİ VERİLMESİ YARARLI OLACAKTIR.

KİM KİMDİR;

ALPARSLAN ARSLAN :

Alparslan Arslan, öğrenciliği sırasında sağ görüşlü bir grup ile hareket etmiş, muhafakar yapısıyla ve dini konulardaki hassasiyetiyle tanınan, arkadaşları arasında lider vasıflı olarak tabir edilen ve saygı duyulan bir kişidir. Danıştay cinayetinden 1,5 yıl öncesinde başlayarak ve son 6 ay içerisinde sıklığı artarak Gültepe'de oturan Salih Kurter (Salih Hoca) isimli kişinin evindeki dini içerikli sohbetlere katıldığı ve bu süreç içerisinde dini hassasiyetinin girerek arttığı, beş vakit namaz kılmaya başladığı, içki içilen bardaktan su dahi içmeyecek bir hale geldiği yargılama sırasında ifade edilmiştir. Salih Kunter ile Alparslan Arslan'ı Süleyman Esen tanıştırmıştır.Son döneminde, arkadaşlarına Cumhuriyet gazetesinde çıkan ve bir domuza türban takılan karikatürü hazmedemediğini söylüyordu.

133. Celse Erhan Timuroğlu Sorgusu ;

"Osman Yıldırım'la beraber Bostancıya geldiler ikisi beraber, öğleden sonraları ikindiye doğruydu. Hovarda'ya geldiler, oturduk Alparslan dedi ben burada oturmam dedi, oturdu. Ya bardaklar filan alkol bardakları olduğu için çok ısrar ettim çay filan içmedi. Yeni bardaklar olduğunu söyledim, arkadaşlara söyledim. Onlarda bu bardakların yeni geldiğini söyledi. Yine içmedi. O zaman çıkalım dedik, orada Berkaya çay bahçesi vardı oraya gittik, orada oturdular (...)"

153. Celse Orhan Kadı Sorgusu ;

Tanık Orhan Kadı:" dini konularda hassasiyeti vardır."

Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel:"Şahit olduğunuz örnek bir olay var mı mesela ne şekilde?"

Tanık Orhan Kadı:"Efendim beş vakit namazını kılan birisidir kendisi o dönemde."

Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel:"Kaç yıldır kılıyordu beş vakit namazı?"

Tanık Orhan Kadı:"Bir buçuk yıldır kılıyordu. Bir, bir buçuk yıl tam emin değilim ama kılıyordu o dönemde yani."

Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel:"Size herhangi bir etkisi baskısı oluyor muydu dini konularda?"

Tanık Orhan Kadı:"Efendim bizim biz alkol Teoman ile ben mesela alkol kullanan kişileriz bize biz, biz eve gelemezdik çoğu zamanlarda yani içmeyin diye içtiğimiz zaman kendisinin yanına oturmazdık baskı değil de yani abilik işte kötü iyiliğimizi istediği için içmeyin içtiğiniz zaman şey yapyani yanına oturmamaya gayret ederdik içki içtiğimiz dönemlerde."

153. Celse Recep Özkan Sorgusu ;

Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel:"Siz Cumhuriyet Gazetesinden, karikatürden, Danıştay'ın verdiği başörtüsüyle ilgili karardan söz etti mi?"

Tanık Recep Özkan:"Karardan bahsetmişti başörtüsünden."

Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel:"Ne zaman söz etti?"

Tanık Recep Özkan:"O dönemlerde bahsetmişti veya ondan."

Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel:"Ne söyledi yani bununla ilgili olarak size ne söyledi?"

Tanık Recep Özkan:"Hazmedemiyordu böyle bir kararı."

SÜLEYMAN ESEN

Alparslan Arslan ile okul arkadaşı, oldukça yakınlar. Alparslan'ın "bombaları evime getirdi" dediği kişi. Süleyman Esen okul yıllarında muhafazakar sağ görüşlü öğrenci grubuna liderlik yapmış. Uzun yıllardır Salih Kunter'in evine gidiyor. Dini sohbetlere katılıyor. Salih Kunter'in bütün ihtiyaçlarını o karşılıyor, alışverişini yapıyor, hastane ve doktor kontrollerine götürüyor. Alparslan'ın ''bombaları Süleyman'dan aldım'' beyanı üzerine tutuklandı, müebbet hapis cezası aldı, dosyalar birleştirildikten sonra, sorgusu dahi yapılmadan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından serbest bırakıldı. Israrla bombaları verdiğini red etti, Osman Yıldırım'ı tanımadığını söyledi, oysa Osman Yıldırım ile defalarca telefon görüşmesi yaptığı Ergenekon yargılamasında ortaya çıktı.Mütalaada beraati isteniyor.

153. Celse Salih Kunter Sorgusu;

Sanık Salih Kurter:"Şimdi Süleyman Esen avukat onun arkadaşıymış o bana 6 senedir geliyor bana 6, 7'den sonra saat bana her akşam gelip 12'ye kadar bana hizmet ediyordu ve okuyordu bende Süleyman Esen avukat"

KÜÇÜK SALİH (SALİH YAŞAR)

İsmailağa Cemaatinde yetişmiş, bir kuyumcuda çalışıyor, Salih Kunter'in evine 1999 yılından beri devam ediyor. Kendisini „Hafız" olarak tanımlıyor. Salih Kunter'in asistanı gibi hareket ediyor. Süleyman Esen'i Salih Kunter'in yanına götüren kişi, Danıştay cinayetinden önce 1,5 sene içerisinde Süleyman Esen ile aralarında 1.500 telefon görüşmesi yapılmış. Salih Hoca tarafından yazıldığı söylenen muskaları kişilere veriyor. Bu muskalardan Alparslan Arslan ve Teoman Ekşioğlu'na (Alparslan Arslan'ın arkadaşı) da vermiş, Alparslan'ın arkadaşı Recep Özkan'ı da evine giderek okuma seanslarına tabi tutuyor. Sorgusunda kabul etmemekle birlikte, Telefon baz kayıtlarından ve diğer tanıkların beyanlarından anlaşıldığı üzere, Danıştay cinayetinden önceki 7 Mayıs ve 14 Mayıs tarihlerinde Alparslan Arslan'ın evine giderek okuma seansı gerçekleştirmiş. Bu sırada Alparslan Arslan yatırılmış ve elleri ve ayakları tutulmuş. Cinayetten önceki 1,5 ay öncesinden itibaren Alparslan Arslan ile yoğun teması var.

153. Celse Recep Özkan Sorgusu

Tanık Recep Özkan:"Salih hoca yani hastalara bakım yapar zaman zaman yani. Cinlerden muzdarip olan büyüden, nazardan benzeri şeylerden muzdarip olan insanlara bakım yapar yani o şeyler."

Sanık Veli Küçük müdafi Av. Zeynep Küçük:"Hastalara cinlerden muzdarip olanlara bakım yapar."

Tanık Recep Özkan:"(bir iki kelime anlaşılmadı) evet, evet, evet, evet"

Sanık Veli Küçük müdafi Av. Zeynep Küçük:"Salih hoca mı diyorsunuz siz ona?"

Tanık Recep Özkan:"Tabi ki yani ilminden dolayı hoca diyoruz tabi hocalık bilmiyorum mertebesi var mı falan yok mu bilmiyorum."

Sanık Veli Küçük müdafi Av. Zeynep Küçük:"İlim sahibi midir yani hani."

Tanık Recep Özkan:"Havası var tabi:"

Sanık Veli Küçük müdafi Av. Zeynep Küçük:"Hı peki böyle muska falanda yazıyor mu?"

Tanık Recep Özkan:"Muska var da yani yazıp yazamadığını bilmiyorum o kadar ilmi olduğunu da bilmiyorum yani ama tabi muska yapabiliyor yani evet:"

166. Celse Salih Yaşar Sorgusu

Tanık Salih Yaşar:"İlkokuldan sonra İsmail ağa Kur'an kursu resmi Kur'an kursuna gittim. Orada hafızlık yaptım. Hafızlıktan sonra da işte öbür ilimleri okuduk. Orta okulu ve liseyi dışarıdan bitirdim o zamanlar vardı."

Tanık Salih Yaşar:"Birkaç defa 2 defa 1, 2 defa civarında Süleyman ile beraber Üsküdar'a gittiğimizde çay bahçesinde otururken ben ona müvekkil getiriyordum hem çay içiyorduk şey de olmasa. Üsküdar'dayken birkaç defa işte şurada da Alparslan oturuyor gidip bir ziyaret edelim dedi gittik çok fazla da oturmadım zaten. Bir 10, 15 dakika en fazla yarım saat civarında oturup çıkmışlığımız var evinden."

Tanık Salih Yaşar:"Tabi. Pazar, Cumartesi veya Pazar günü ama Pazar günüydü. Çünkü çalışmıyordum o gün Üsküdar'da beraber Süleyman ile oturduk. Zeynep Kamil'e doğru çıkarken dedi ki ya Alparslan'a bir uğrayalım mı dedi. Bende fazla oturmayacaksak gidebiliriz dedim. Akşam namazını orda yakında bir cami var orda kıldık diye hatırlıyorum ordan eve geçtik. Evde sadece o öğrenci olan arkadaş vardı. Başka kimse yoktu. Sonradan biz bir 15 dakika falan evde durduk. Ondan sonra Alparslan geldi. Bitkin bir hali vardı biraz şeydi ayakta zor duruyordu. Oturdu dedik hayırdır filan.

Dedi biraz rahatsızım dedi. Üşütmüş müyüm nedir üstümde bir halsizlik var dedi. Hal hatır sorduktan 5 dakika sonra bana dedi ki ya hoca dedi bana dedi bir Kur'an-ı Kerim oku da dedi bir dua et dedi bende ya falan dedim ortam pek şey değildi. Ya olsun dedi biraz şeyim dedi. İşte ben Elham'ı okudum, işte İhlas, Felak, Ayet-el Kürsi bitirdik .... Elimizi açtık okuduklarımızı Peygamber efendimiz ve ehli beytinin ruhuna bağışladıktan sonra duasını yaptık. Sonra 5 dakika daha durmadık sonradan ben dedi bir şeye gideyim Elazığ'a gideyim dedi. Bizde iyi olur hem dedik bir değişiklik yaparsın dedik. Ondan sonra şey yaptı hatta dedi orda dedi bir bizim dedi ailecek gittiğimiz bir hoca var dedi. Ben dedi ona giderim dedi. Bir şey yaparım dedi. Ben dedim onu bilmem de dedim senin için bir hava değişimi olur dedim. Tamam dedi. Ondan sonra biz kalktık çıktık. Gittik yani. O kadar."

Darbe yalanı ile aldattılar! -7-

Ergenekon davasında savunmalarını tamamlayan sanıklar 'Darbe yalanı ile aldattılar!' açıklamasında bulundular. İddiaların çöktüğü belirtilerek "Silivri gerçeği"ni kamuoyunun bilgisine sundular.

İstanbul- SALİH KUNTER

Gültepe'de oturuyor, kendisini çevresine „Hoca" olarak tanıtıyor. Esasen Belediyeden emekli işçi. Evinde dini içerikli kendisinin „ders" dediği toplantılar düzenliyor. Alparslan Arslan ve diğer arkadaşları bu sohbetlere katılıyor. Kendisinin cinler konusunda uzman olduğunu söylüyor ve muska yazarak kişilere veriyor. Süleyman Esen ve Salih Yaşar (Küçük Salih) müritleri olarak hareket ediyor. Danıştay saldırısından sonra bir süre tutuklu kaldı.

153. Celse Salih Kunter Sorgusu;

Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel:"Bununla ilgili olarak Alparslan Arslan'a sorduğumuzda boynunda bir adet muska olduğunu bunu sizin verdiğinizi söyledi doğru mudur?"

Sanık Salih Kurter:"Şimdi şöyle bak çok affedersin bakın benim kendimde de var böyle muskayı yazmışımdır koymuşumdur cebime bu kadar şey. Birisi gelirde hoca efendi bana bir tane şey yaz yazmışımdır belki ama böyle kimseye bir şey yazmam yani:"

Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel:"Ne işe yarar sizin yazdığınız şeyler?"

Sanık Salih Kurter:"Cenab-ı Hak Kuran-ı Kerim'de haber veriyor ne işe yarar. Kul İllahümme Malikel Mülke Tahtıl Mülke Menteşa ve Tenzilül Mülke Min Menteşa, ve Teizzu Menteşa ve Tizillü Menteşa biyedikel gaye, inneka ( bir iki kelime anlaşılamadı) kulu şeyin Kade."

Mahkeme Başkanı :"Siz anlamanı söyleyin yani ne manaya geliyor."

Sanık Salih Kurter:"Siz deyin ki; ey Allah'ım Malikel Mülki, Mülkün sahibi sensin. Tuhtıl Mülki Mentaşa, dilediğine mülkünü verirsin. Ve Tenziül Mülke, dilediğinden çeker alırsın. Ve Terzuke Menteşa. İşte bu ayeti kerime efendime söyleyeyim. Şimdi Vekul ceel Hakku veseikel Batıl, innel batıl kene Zehuke. Hak geldiği zamanda batıl zail olur. Bunların hepsini bunları söylüyorduk. O ile muskalar yapmakla öyle şey yapmakla bunlar bir şey olmaz derim. Kendini muhafaza etmek için 3 İhlas 1 Fatiha oku efendim kendi üzerine tak elbette ki Cenabı Hak muhafaza eder seni bu kadar."

154. Celse Salih Kunter Sorgusu;

Sanık Oktay Yıldırım:"Recep Özkan dedi ki işte bu cin musallat olması filan olaylarında hocamız bize çok yardımcı oldu o konuda ona gittik dedi."

Sanık Salih Kurter:"Cin musallat olursa aklını çeler çeşit çeşit işler yaptırır tabi."

Sanık Oktay Yıldırım:"Aklını çeler kötü yola saptırır."

Sanık Salih Kurter:"Anormal şeyler yaptırır ona."

157. Celse İdris Arslan Sorgusu ;

Sanık Veli Küçük Müdafii Av. Zeynep Küçük:"Salih Hocayı yani din alimi olarak mı görüyordu ne yani hani."

Tanık İdris Arslan:"Evet, evet."

Sanık Veli Küçük Müdafii Av. Zeynep Küçük:"Alim."

Tanık İdris Arslan:"Alim hem de kutup olarak görüyordu."

Sanık Veli Küçük Müdafii Av. Zeynep Küçük:"Hah oraya gelmek istiyorum zamanın kutbu."

Tanık İdris Arslan:"Zamanın kutbu olarak görüyor bana, cezaevinde Sincan Cezaevinde ….. Baba dedi Salih Hocanın eteğine yapış dedi etiğine yapış. ….. Salih Hoca bana dedi, Süleyman ve Alparslan beni zamanın kutbu olarak biliyorlar dedi. Ve benden çok şey bekliyorlar dedi çok şey bekliyorlar dedi bakın bu da çok anlamlı çok şey dediği ne. Mesela şeyden kurtar mı, Danıştay binasından kurtarma mı, cezaevinden kurtarma mı bir görünmezlik mi, mesela Alparslan huzurda yine dedi Esmaul Hüsnayı okuduğum zaman yüzümün görülmez olacağını biliyordum dedi böyle bilgi var bende dedi. Çok anlamlı, çok çok anlamlı."

ORHAN KADI

Alparslan Arslan ile aynı okulda ancak bir kaç yıl sonra okumuş, Alparslan'ın kendilerine abilik yaptığını söylüyor ve saygı duyuyor. Ev arkadaşı. Ataşehir'de Recep Özkan'ın evinde oldukları bir sırada, Alparslan Arslan'ın talebi üzerine Osman Yıldırım'ı Ataşehir'den alarak Alparslan'ın yanına getirdiğini söylüyor.

153. Celse Orhan Kadı Sorgusu ;

Tanık Orhan Kadı:"Orhan Recep Özkan ile aynı evde iken Alparslan ben Recep Özkan, Recep Özkan'ın Ataşehir'deki evinde otururken sohbet ederken işte öğle sohbeti ederken Alparslan dedi bana bir arkadaşım gelecek Osman isminde bir arkadaşım gelecek Ataşehir meydandan gidip alır mısın onu arabamı versem sana. Alırım dedim bende bizde de araba merakı var alırım dedim bende. Gittim Ataşehir meydanından aldım geldim Recep'in evinin önüne geldiğimde Alparslan aşağıya inmişti Alparslan arabaya bindi Osman ile beraber gitti. Ben çıktım Recep Özkan'ın evine."

RECEP ÖZKAN

Alparslan Arslan ile aynı okulda ancak bir kaç yıl sonra okumuş, Alparslan'ın kendilerine abilik yaptığını söylüyor ve saygı duyuyor. Orhan Kadı ile de yakın arkadaş. Ataşehir'de bulunan evine, Alparslan Arslan'ın zaman zaman gelip kaldığını söylüyor. Bİr gece Orhan Kadı ve Alparslan Arslan ile birlikte evde iken Alparslan Arslan'ın talebi üzerine Orhan Kadı'nın bir kişiyi Ataşehir Migros'un önünden alarak evin önüne getirdiğini ve Alparslan arslan'ın aşağıya O'nunla buluşmak üzere indiğini söylüyor.

153. Celse Recep Özkan Sorgusu ;

Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel:"Cumhuriyet Gazetesine atılan bombaların verilme yeri olarak Ataşehir'deki bir yerden bahsedildi önce böyle bir yerin olmadığı söz edildi ama daha sonra yargılama aşamasında sizin evinizde verildiği yönünde iddialar var. Bunlara ilişkin olarak Osman Yıldırım'la Alparslan Arslan'ın ifadeleri çelişiyorlar bir tanesi sizin evinizde bizzat Muzaffer Tekin'de bulunduğu ortamda verildiği şeklinde beyanı var, Alparslan Arslan'da aşağıda verildi şeklinde bir beyanı var."

Tanık Recep Özkan:"O yalan."

Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel:"Siz bu olayı hatırlıyor musunuz, o bombaların verildiği tarihi, günü, zamanı, hatırlayabilir misiniz?"

Tanık Recep Özkan:"Tarihi değil de, bi gün işte Alparslan bana gelmişti, Orhan bendeydi Orhan Kadı arkadaşım. Ataşehir'den birisini alması gerekiyordu Orhan'ı gönderdi arabanın anahtarlarını verdi. Arkadaş gelince Alparslan gitti eve çıkmadılar o şekilde oldu."

I- MEÇHUL EVGÖRSEL SUNUM 1

Dosyaya getirilen telefon baz kayıtlarının çaprazlama yapılan incelenmesi neticesinde ortaya ilginç bir tablo çıkmıştı.

Alparslan Arslan, Süleyman Esen ve Salih Yaşar'ın (Küçük Salih) telefonlarında, ortak bir anormallik vardı.

Her üçünün de, aynı günlerde ve hemen hemen aynı zaman dilimleri içerisinde, yaptıkları telefon görüşmelerine ilişkin baz istasyon kayıtları yoktu. Bir başka ilginç taraf, bu sırada birbirleriyle de hiç görüşmemeleriydi.

Dikkati çeken bir diğer husus, hepsinin bu meçhul yere gitmeden önce yaptıkları son görüşmelerin aynı baz istasyonlardan sinyal vermeleriydi.

Yani, her üçü de aynı yere gidiyorlardı. Bu meçhul yerin, Salih Kurter'in GÜLTEPE'de bulunan evi olduğu yapılan sorgulamalar sırasında ortaya çıkacaktı.

154. Celse Salih Kunter Sorgusu;

Sanık Veli Küçük müdafii Av. Zeynep Küçük:"Küçük Salih, yani Salih Yaşar, Süleyman Esen, Alparslan Arslan bunların üçü de sizin evinize bir kısmı çok sık hemen hemen her gün."

Sanık Salih Kurter:"Süleyman Esen 6 senedir bütün saat 7'den sonra bendeydi."

Sanık Veli Küçük müdafii Av. Zeynep Küçük:"Evet doğru söylüyorsunuz. Çünkü ben onun baz istasyonlarına baktığım zaman Süleyman Esen'in her akşam size geldiğini sizin beyanınız üzerine teyit ediyorum. ve her akşam belli bir saatten sonra telefonlarının baz istasyon vermediğini görüyoruz ben baştan beri mahkemede buranın sizin eviniz olduğunu söylüyorum. baz istasyon kayıtları yok şimdi istettik. Gültepe mikrodan en son neyse siz bu detaylarla uğraşmayın bir yerden sonra telefonları baz istasyon sinyalleri vermemeye başlıyor ve şimdi sizinde beyanınızdan anladığım üzere. Her gün, her akşam aynı saatlerde sizin evinize geliyor Süleyman Esen ve orası.

Sanık Salih Kurter:"Tamam, evet,"

Sanık Veli Küçük müdafii Av. Zeynep Küçük:"Sizin evinize geliyor. Küçük Salih'in telefon kayıtlarına baktığımızda onunda Süleyman Esen kadar olmamakla beraber, yani Süleyman Esen her gün geliyor onu görüyorum ben fakat Küçük Salih her gün olmamakla beraber o da çok sık geliyor, en seyrek geleninde Alparslan Arslan olduğunu görüyorum ama o da son zamanlarında yani Mart ayından itibaren sizin evinize 2006'nın mart ayından itibaren sizin evinize gelmelerini çık sıklaştırdığını görüyorum ben. Siz hatırlıyor musunuz yani Alparslan Arslan'ın bu Danıştay cinayetini ve Cumhuriyet Gazetesine bomba atılmadan önceki 2-3 ay evinize daha sık gelip gittiğini ben baz istasyonlarından görüyorum siz bu sıklığı hatırlıyor musunuz?"

Sanık Salih Kurter:"Evet, evet öyle ne zaman bu şey oldu başladı dağıldılar kimse başladı gelmemeye." 2008/209 E. 154. Celse

Bu adrese ait telefon baz kayıtlarının neden olmadığı ve/veya kimler tarafından neden yok edildiği halen bilinmemektedir. Zira, meçhul adres ve kayıp baz istasyonlarına ilişkin talebimiz üzerine yazılan yazıya açıklayıcı bir cevap verilmemiştir.

Bu adres neden önemlidir. Çünkü gerek Cumhuriyet Gazetesine atılan bombalardan önce ve bombalama sırasında ve gerekse Danıştay'a yapılacak baskından hemen önce bu üç kişi sürekli olarak aynı adreste bir araya gelmişlerdir.

Örneğin;

4 Mayıs 2006 tarihinde;(1. bomba atılmadan 1 gece önce)

Süleyman 19:36, 21:08, 22:33, 21:49, 22:27

Salih Hoca21:24, 23:00

 5 Mayıs 2006 tarihinde ; 1. bombanın atıldığı

Süleyman'ın 20:04 ve 23:10 (son görüşme Zİncirlikuyu'dan)

Alparslan'ın22:49

7 Mayıs 2006 tarihinde;

Süleyman'ın23:12(ondan önceki son görüşmesi 18:15)

Alparslan'ın21:14, 22:37, 23:24, 23:26, 23:27 00:28

Küçük Salih'in00:10(ondan önceki son görüşmesi 18:11)

8 Mayıs 2006 tarihinde;

Süleyman'ın 20:47, 22:40

Alpaarslan'ın19:03, 19:25, 19:26, 19:39, 19:46, 20:47, 20:52

09 Mayıs 2006 tarihinde;

Süleyman'ın21:07, 21:29, 21:58, 22:56(mesaj),23:11, 23:54, 00 :04

(bu görüşmelerden 6 adedi Osman, bir adedi Salih Hoca ile 21:58)

Alparslan'ın19:04(bu görüşme Osman ile, ondan önceki son görüşmesi 17:00'de devamında Osman ile mesajlaşmaları var.

Küçük Salih'in23:04(ondan önce son görüşmesi Süleyman ile 21:58'de)

10 Mayıs 2006 tarihinde (2. Bombanın atıldığı gün)

Süleyman'ın16:31, 18:45, 19:10, 21:02, 21:38, 23:14, 23:38

Alparslan'ın15:26, 16:04, 16:55, 17:04, 17:24, 17:34, 17:36, 18:03, 20:06

Küçük Salih'in21:55(21:02'deki görüşmesi Süleyman ile) sonraki ilk görüşmesi ise  00:01'de)

2. Bomba ne zaman atılıyor? Saat 22:30 civarında.

Süleyman'ın saat 23:14 ve 23:38 'deki görüşmeleri Alparslan Arslan ile Salih Kurter'in evinde bekliyor.

Hikaye şöyle; Süleyman ve Alparslan öğleden sonra Salih Kurter'in evinde buluşuyor. Bütün öğleden sonrayı bu meçhul evde birlikte geçiriyorlar. Akşam aralarına Küçük Salihde katılıyor. Alparslan Arslan, Salih Kurter'in evinde bulunduğu süre içerisinde defalarca Osman Yıldırım ile görüşüyor (5 kez), ayrıca sürekli de mesajlaşıyor. Alparslan Arslan 20:48 itibari ile Şişli'de Cumhuriyet Gazetesinin olduğu civarda, bu arada sürekli olarak Osman ile görüşmeye devam ediyor. 22:30 civarında 2. Bomba İsmail Sağır tarafından atılıyor.Alparslan diğer sanıklarla buluşmak üzere Levent'te bulunan mekana gidiyor ve diğerleriyle buluşuyor. Saat 23:14 ve 23:38'de Süleyman Alparslan'ı arıyor.

11 Mayıs 2006 tarihinde (3.bombanın atıldığı gün)

Süleyman'ın20:22( bundan önceki son görüşme 17:55 Mecidiyeköy'de)

Alparslan'ın17:39, 17:40, 18:20, 20:59, 21:50, 22:41

Küçük Salih'in21:40(17:57 – 23:06 arasında muhtemelen meçhul yerde)

Hikaye şöyle; ilk iki bombanın Osman tarafından bulunan adamlar tarafında atılması ve patlamaması üzerine Alparslan Arslan "sizin imanınız az" diyerek 3. bombayı kendisinin atacağını söylüyor. Bu sefer diğer 2 sinde olduğu gibi değil gündüz saatlerinde atmayı tercih ediyor. Kayıtlara göre 3. bomba 16:20'de atılıyor.

O sıradaki pozisyonlarına baktığımızda;

Süleyman; saat 14:35'den itibaren telefonu Şişli'den (Cumhuriyet Gazetesinin civarı) sinyal vermeye başlıyor.

15:33-17:40 arasında Şişli'deki çeşitli baz istasyonlarından sinyal vermeye devam ediyor.15:02 ve 16:11 deki görüşmelerini buradan Küçük Salih ile yapıyor, 17:39 ve 17:40'da Alparslan 2 kez Süleyman'ı arıyor, bu görüşmelerden sonra Süleyman meçhul eve doğru hareket ediyor, (son görüşmesinde 17:55'de Mecidiyeköy'den sinyal veriyor) ve daha sonra 20:22'de yaptığı görüşme sırasında meçhul yerde...

Alparslan; saat 16:09 itibariyle Alparslan Şişli, Cumhuriyet Gazetesi civarından sinyal veriyor. Bombayı atar atmaz Mecidiyeköy üzerinden (16:35) Gültepe'ye doğru hareket ediyor 17:39 ve 17:40 Gültepe'den Süleyman Esen'i arıyor, saat 18:20'de Gültepe'den son sinyalini veriyor (bu görüşmesini Salih Kurter ileyapıyor), daha sonra telefonu baz sinyali vermeyi kesiyor 20:59'da (Babasıyla) ve 21:50'de yaptığı görüşme sırasında meçhul yerde...

Küçük Salihsaat 17:57'ye kadar Anadolu yakasında, bu sırada 15:02 ve 16:41 saatlerinde Süleyman ile görüşüyor, 17:57 den sonra telefonu susuyor, saat 21:40'da meçhul yerde...

Bir ortak noktaları daha var, o gün her üçü de bombalama olayından sonra, Alparslan 16:35 ve 18:20'de, Süleyman 17:31'de, Küçük Salih 17:45'de Salih Kurter'i arıyor. BU sırada hepsi de meçhul eve doğru hareket halinde.....

13 Mayıs 2006 tarihinde;

Süleyman'ın21:15, 23;29

Alparslan'ın23:34

Küçük Salih'in23:03, 23:07, 23:08

Her üçünün de yukarıdaki görüşmeleri meçhul yerden yapılmış, bu saatlerde birbirleriyle hiç bir görüşmeleri yok, oysa gün içerisinde Süleyman Esen Alparslan Arslan ile 11 görüşme, Küçük Salih ile 4 görüşme yapmış, kısacası bu üçlü arasında bütün gün telefon trafiği devam etmiş ve gece 23:00 civarında hepsi meçhul yerde.....

Dikkat çeken husus, ertesi gün yeniden Alparslan Arslan'ın evinde buluşacak olmaları...

Yukarıda verilen tüm bilgiler, bu üç kişinin Cumhuriyet Gazetesi saldırısı ve Danıştay Baskını öncesi ve sırasında nasıl bir ilişki içerisinde olduklarını göstermektedir.

Sorulması gereken soru şudur?

Neden ve nasıl, bu evde bulundukları sıradaki Baz Kayıtları dosyada yok. Kimler, kimden, ne saklamaya çalışıyor? Neden saklanıyor?

CİNAYETE GİDEN YOLUN GÜN GÜN HİKAYESİ

Cumhuriyete Atılan Bombaları Kim, Kime, Nerede Verdi?

Sİlivri yargılamaları sırasında Danıştay saldırısını gerçekleştiren Alparslan Arslan, "bombaları Süleyman Esen'den aldığını ve Cumhuriyet'e atılmadan bir gün önce yani 4 Mayıs 2006 günü Osman Yıldırım'a verdiğini" söylemişti (2008/209 E. 116 celse), Osman Yıldırım da "bombaları aldığının ertesi günü attırdığını" söyledi.

(2008/209 E. 122 celse).

İlk bomba 5 Mayıs 2006 tarihinde atıldığına göre, Cumhuriyet Gazetesine atılan bombaların 4 Mayıs 2006 da verildiği ortadaydı.

Osman Yıldırım, Alparslan Arslan ve Süleyman Esen'e bakalım. Şimdi tanık ve sanık ifadelerinden yola çıkarak o tarihte kimin nerede olduğunu, hangi saatlerde hangi istikamete gittiğini, kimlerle aynı yerde olduğunu telefon baz istasyonu raporlarıyla teyit edelim.

Bombaları Süleyman Esen mi Getirdi GÖRSEL SUNUM 2

Süleyman Esen Anadolu yakasında oturuyor, Avrupa yakasında çalışıyordu, ayrıca her akşam gittiği Şeyh Salih Kunter'in evide de Gültepe'deydi. Avrupa yakasına geçip gelmesi doğaldı, ama 4 Mayıs günü, yani bombaların verileceği günün sabahında sıra dışı bir gidiş geliş yaptı.

Anlatalım.

O sabah Süleyman Esen'i saat 09.38'de ilk arayan Alparslan Arslan'dı. Süleyman Esen'in telefonu o sırada evinin bulunduğu Ümraniye-Kireçfırını bölgesindeki istasyondan sinyal veriyordu. Saat 12.22'ye kadar da aynı yerdeydi.

Saat 12.52'de Ümraniye-Namazgah'taydı, hareket ettiği anlaşılıyordu ve Avrupa yakasına doğru hareket ediyordu. Hareket istikametine bakalım:

Saat13.40 Çavuşbaşı Mahallesi. Yani köprü istikametinde.

Saat, 13.55 Nato-YavuzTürk Mahallesi.

Saat, 13.59 Nato-YavuzTürk Mahallesi

Saat, 14.09 Nato-YavuzTürk Mahallesi

Saat, 14.32 Beylerbeyi-1. Köprü

Saat, 14.46 Zincirlikuyu. Köprüden geçmiş Avrupa yakasında ilerliyor.

Saat, 14.47 Zincirlikuyu.

Saat, 14.52 Tekfentower, yani Levent bölgesinde.

Saat, 15.44 Show tv-Levent.

Saat, 16.23 Metro-Levent.

Yolu gözünüzde canlandırmaya çalışın. Zincirlikuyu'dan yukarıya doğru, Levent'e gitti ve orada yaklaşık 1,5 saat geçirdi.

Biriyle mi buluştu? Ondan bir şeyler mi aldı?

Buradan sonraki hareketi daha dikkat çekici…

Buradan süratle tekrar Anadolu yakasına geçti ve yolda Alparslan Arslan ile irtibat kurdu. Baz istasyonu kayıtlarından takip edelim:

Saat 16.23'te Metro-Levent bölgesinden sinyal verirken, saat 16.51'de bağlarbaşı-Tophanelioğlu bölgesinden bir görüşme yaptı. Oldukça hızlıydı, sadece 25 dakikada karşı yakaya geçivermişti. Aradığı kişi de Alparslan Arslan'dı.

Alparslan Arslan'ın telefonu bu sırada Kadıköy-Bahariye'den sinyal veriyordu. Süleyman bu görüşmeden sonra ilerleyerek Altunizade'ye geldiğinde saat 17.25'ti. Süleyman Esen bundan 25 dakika sonra saat 17.50'de, bütün sorgularında "tanımıyorum" dediği Osman Yıldırım'ı aradı. Bu sırada Süleyman'ın telefonu Üsküdar-Toygar Hamza'dan sinyal veriyordu. Burası Alparslan Arslan'ın eviydi.

Avrupa yakasından süratle Üsküdar'a geçen Süleyman Esen ile Alparslan Arslan aynı yerde.

Bu buluşmadan hemen sonra Süleyman Esen tekrar ve yine süratle Avrupa yakasına hareket etti. Beylerbeyi-1. Köprüden sinyal verdiğinde saat 18.50'ydi.
Taşımaktan tedirgin olduğu bir yükten mi kurtulmuştu? Alparslan'a o bombaları mı vermişti? Bunu ben bilemem ama bunu bilen tek kişi olan Alparslan Arslan bu bombaları Süleyman'dan aldığını söylemişti.

Süleyman karşıya geçti ve yine bütün baz istasyonu raporlarında adresi görünmeyen Meçhul Eve gitti, orada 3 görüşme yaptı.

Bir özet yapalım.

Süleyman Esen 4 Mayıs sabahı Alparslan tarafından arandıktan sonra bazı görüşmeler yaptı ve Avrupa yakasına geçti. Orada kısa süre kaldıktan sonra hızla Üsküdar'a Alparslan'ın evinin olduğu yere geldi. Alparslan da aynı saatlerde oraya geldi. Burada kısa süre kaldıktan sonra Süleyman tekrar karşıya geçerken, Alparslan da Ataşehir'deki arkadaşları ve Osman Yıldırım ile yoğun bir telefon trafiğine başladı.

Şimdi ifadelere de yansıdığı haliyle Ataşehir'de Alparslan ve Osman'ın buluşmalarını inceleyelim.

Alparslan Aldığı Bombaları 4 Mayıs Gecesi Osman Yıldırım'a Verdi GÖRSEL SUNUM 3

Alparslan'ın Süleyman ile o kısa buluşmasından sonraki telefon trafiği ise şöyle:

Saat, 18.33 Alparslan --- Osman'ı aradı
Saat, 18.46 Alparslan --- Osman'ı aradı
Saat, 18.49 Alparslan --- Orhan Kadı'yı aradı.
Saat, 18.53 Alparslan --- Osman'ı aradı
Saat, 19.15 Alparslan --- Orhan Kadı'yı aradı
Saat, 20.03 Alparslan --- Orhan kadı'yı aradı
Saat, 20.09 Orhan Kadı --- Alparslan'ı aradı
Saat, 20.22 Alparslan --- Recep Özkan'ı aradı (Ataşehir'deki evin sahibi)

Alparslan Arslan bütün bu görüşmeleri yaptığı 2 saat boyunca Kadıköy Natılus bölgesindeydi. Baz istasyonlarına göre buluşmadan sonra Selimiye üzerinden buraya gelmişti. Buradan tekrar evinin olduğu Üsküdar Toygar Hamza'ya döndü ve yaklaşık 2 saat boyunca, 22.02'ye kadar burada kaldı. Burada kaldığı sırada iki kez

Osman Yıldırım Alparslan'ı aradı:
Saat, 21.00 Osman --- Alparslan
Saat, 21.32 Osman --- Alparslan

Alparslan Arslan Üsküdar'dan en son saat 22.20'de Ataşehir'de oturan arkadaşı Orhan Kadı'yı tekrar aradı ve harekete geçti. Saat 22.34'te Osman Yıldırım'a bir mesaj yolladığında Bağlarbaşı-Tophanelioğlu'nu geçmiş Ataşehir'e doğru ilerliyordu.

Alparslan Arslan saat 23.20'de Osman Yıldırım'ı tekrar aradığında Ataşehir'e gelmişti. Bu görüşmeden sonra Osman da Ataşehir'e doğru harekete geçti ve görüşmeleri devam etti. Osman Ataşehir'e geldiğinde saat 23.29'da ve 23.38'de Alparslan'ı arka arkaya iki kez aradı.

Buluşmanın nasıl olduğunu da ifadelere bakarak anlıyoruz. Alparslan Arslan Ataşehir Migros'un önüne kadar gelen Osman Yıldırım'ı alıp getirmesi için arkadaşı Orhan Kadı'yı kendi arabasıyla gönderdi. Bu arada arkadaşı Orhan Kadı'yı da telefonla yönlendirmek için 5 görüşme yaptı.

Orhan Kadı saat 23:50'de tam Ataşehir Migros'un önündeydi. (İSTANBUL – ATAŞEHİR TT Baz İstasyonu- Ataşehir Migros'un tarşı köşesinde kuruludur.)

Orhan Kadı Osman Yıldırım'ı alıp evin önüne getirdiğinde Alparslan Arslan apartman girişinin önüne çıktı. Orhan arabadan indi, Alparslan bindi. Osman Yıldırım eve hiç çıkmadı.

Alparslan Arslan'ın ifadesine göre, bombaları Osman'a bu sırada verdi ve onu geç saatte oradaki bir taksi durağına bıraktı. Saat 01.02'de telefonu artık kendi evinin de bulunduğu Sultançiftliği'nden sinyal veriyordu. Bombalar artık Osman Yıldırım'daydı ve ertesi gün Cumhuriyet gazetesine ilk eylem yapılacaktı.

Bakın, burada bir fotoğraf çekiyoruz. İfadelerle uyumlu olan telefon sinyalleri, kimin kimlerle ilişkili olduğunu, nerelerde buluşulduğunu, hangi güzergâhta ilerlendiğini kuvvetli bir veri olarak ortaya koyuyor.

Bu ilişkiler ağının herhangi bir yerinde bir tek Ergenekon sanığı var mıydı?

O sırada evde bulunan (evin sahibi) Recep Özkan'da, Osman Yıldırım'ı Mİgros'un önünden alan Orhan Kadı'da mahkeme huzurundaki 153. celsede yapılan sorgulamaları sırasında (yukarıda içeriklerine yer verilmiştir) ifadeleriyle bu durumu doğruladılar. Yani o saatte orada Osman Yıldırım ve Alparslan Arslan dışında kimse yoktu, bir toplantı olmamış, bombalar Alparslan Arslan tarafından verilmişti.

Osman Yıldırım'ın "toplantı" dediği o geceyi şöyle anlatmışlardı: Arkadaşımız Recep özkan'ın Ataşehir'deki evinde otururken Alparslan dedi ki, 'bir arkadaşım gelecek gidip alır mısın?' tarif etti ben de gittim Migros'un önünde tarife uygun bir kişi vardı; sordum 'sen misin' diye, 'evet' dedi. Aldım, getirdim evin önüne. Biz gittiğimizde Alparslan aşağı inmişti. Yukarı çıkmadılar. Ben eve çıktım. Onlar arabaya binip gittiler."

Aynı evde oturan Recep Özkan da şöyle dedi: "toplantı olmadı. Osman Yıldırım evin önüne geldi. Alparslan aşağıya indi arabaya binip gittiler."

Peki yıllar süren yargılamalar ve ortaya çıkan bu kadar somut kanıta rağmen Ergenekon savcıları son mütalaalarında ne dediler biliyor musunuz;

"Süleyman Esen hem Cumhuriyet gazetesinin bombalanmasından hem de Danıştay saldırısından, Osman Yıldırım da Danıştay saldırısından beraat etsin, Veli Küçük ve Muzaffer Tekin müebbet hapis yatsın."

5 Mayıs- Cumhuriyet'e ilk Bomba

5 Mayıs 2006 günü Tekin Irşi, Osman Yıldırım'ın talimatıyla Cumhuriyet gazetesine ilk bombayı attı. saat 21:20 sularıydı. Fakat pimini çekmediği için bomba patlamadı.

4 Mayıs geceyarısına kadar bombaları kim aldı, kim kime verdi anlattık. Şimdi ilk bombanın atıldığı günün telefon irtibatlarına bakalım.

Alparslan sabah saatlerinde Osman'ı aramaya ve mesaj yollamaya başladı.

Bakın bu konu duruşma zabıtlarına nasıl yansıdı: "O mesajların içeriği dosyada var ne diyor?

5 Mayıs sabahı atılan mesajlar: 'Her şey tamam mı?, iş halloldu mu?'

Çünkü Alparslan'ın verdiği sorgu zaptında bu var, Alparslan beyanında bunu söylüyor o gece atılmasını istiyordum ben bombaların'' diyor.

Osman da bu sırada Erhan Timuroğlu ile görüşmeye başladı.

Saat, 09.49 Alparslan Arslan---Osman Yıldırım(Alparslan bu sırada Ataşehir'de)
Saat, 09.51 Alparslan Arslan---Osman Yıldırım (mesaj yolladı)
Saat, 09.52 Osman--- Alparslan(mesaj)
Saat, 09.58 Osman--- Alparslan(mesaj)
Saat, 09,59 Alparslan---Osman(mesaj)
Saat, 10.18 Osman--- Erhan Timuroğlu (247 saniyelik görüşme)
Saat, 10.39 Osman---Erhan
Saat, 10.42 Osman---Erhan
Saat, 10.50 Osman---Alparslan (mesaj)
Saat, 11.46 Alparslan---Osman (Alparslan hala Ataşehir'de)

Alparslan bu saate kadar sürekli Ataşehir'de, fakat 12:00'den sonra harekete geçti. Sultanbeyli'ye gitti. Osman'ın orada işletmesini yaptığı, kumar da oynanan bir kahvehane vardı. Osman da o sırada Sultanbeyli'deydi, gitmeden önce Osman ile yoğun telefon irtibatı kurdu. Birlikte Avrupa yakasına geçtiler, hedef Cumhuriyet Gazetesiydi....

Osman Yıldırım saat 15.38'de Şişli bölgesinden ayrıldı, çünkü saat 15.38'de İş-Kule bölgesinden Erhan'ı aradı. Grup, yapılacak eylemi planlamakla meşguldü.

Aynı saatte Alparslan Osman'a bir mesaj yolladıktan sonra üçlünün aralarında yoğun bir telefon trafiği başladı.

Bunlar bombalama eyleminden önceki son görüşmelerdi.Artık eylem zamanı gelmişti, bomba saat 21:20'de atıldı. Fakat bombanın pimi çekilmediği için patlamadı.

Kaçtılar.

7 Mayıs- Cin Çıkmazı

Yapılan eylemlerin psikolojik alt yapısını anlamak için 7 Mayıs'ta ne olduğunu anlamak gerek. Önce bazı bilgiler vermeliyim.

Şeyh Salih Kurter hakkında dava dosyasına giren ve tanıklar tarafından açıklanan bilgi, onun muska yazdığı ve kendisine cinlerin musallat olduğuna inanan insanları okuyup üfleyerek tedavi etmesiydi. Muska olarak yazıp dağıttıkları kâğıtlara "vefk" diyorlardı. Onu takan kişi her şeyden korunduğuna inanıyordu. Bunlar, ayrıca başka bazı dualar ve Allah'ın 99 ismi Şeyh Salih'in evinin duvarlarında da asılıydı.

 Alparslan duruşmalarda bunlardan nasıl bir güç aldığını açıklarken "bunları okuduğunda görünmez olacağına inandığını" söylemişti.

Görünmez!

Peki bunlar neydi de insanlara bu kadar yoğun duygular yaşatıyordu?

Alparslan Arslan'ın boynundan da çıkartılan bu muskanın Diyanet İşleri Başkanlığı'ndan sorulması üzerine Mahkeme kayıtlarına giren cevapta, ''beyin yıkamak ve etki altına almakta kullanıldıklarını'' bildirmiştir.

157. Celse Tanık İdris Arslan Sorgusu;

Tanık İdris Arslan:" ben Salih Hocanın evine gittiğim zaman konuştum baktım bilgili bir insan. Evi çok gizemli anlamlandıramadım okuyamadığım çok şeyi yazılı böyle duvarlar hep yazılarla doğru Esma-ül Hüsna mıdır, ayetler midir yani, net olarak bilemediğim çok şey gördüm yani o evinin o hali evinin o hali insanı şüphelendiriyor. Ama şunu da söyleyeyim."

Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel:"Yani şüphelendiren, şüphen…"

Tanık İdris Arslan:"Alparslan, Alparslan biliyorsunuz Üsküdar'da kaldığı evde 6 saat üzerine Kuranı Kerim okunuyor bunu da bizimle paylaşmıştı 6 saat süreyle Kuranı Kerim okunuyor şunu anlıyorum ben Alparslan demek ki kimyasal ilaç verildi. Alparslan kimyasal ilacın etkisinde ama Alparslan bunu kimyasal ilaç olarak bilmediği için o cin tarafından etkilendiğini düşünüyor ve cin çıkarma seansları düzenleniyor. Alparslan 6 saat üzerine Kuranı Kerim okunduğu halde orada fırlayarak onların aralarından çıkıyor bunu arkadaşları bana aktarmıştı."

Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel:"Bu ne zaman oluyor bahsettiğiniz cin çıkarma seansı?"

Tanık İdris Arslan:"Tabi bu belki Danıştay baskınından 2 ay kadar öncede oluyor 3 ay kadar öncede oluyor ama Danıştay baskınından 1 hafta öncede oluyor bu defalarca oluyor bütün bunlar. Bu bir defa iki defa değil birçok kez oluyor:"

Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel:"Kim yapıyor bu çıkarma seansını Salih Kurter mi yapıyor yoksa başka birisi mi?"

Tanık İdris Arslan:"Salih, Salih Hocanın Küçük Salih diye bir öğrencisi biz onla da tanıştık …...küçük Salih tarafından okunuyor."

Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel:"Size bunu kim aktardı böyle bir çalışmanın yapıldığını cin çıkarma seansını?"

Tanık İdris Arslan:"Bunu hem Alparslan anlatmıştı …. sonra da tabi Teoman anlattı belki Ahmet anlattı ve diğer arkadaşları da bu konuyu bizimle paylaştılar anlattılar."

Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel:"Yani bu olay birkaç defa tekrarlanıyor öyle mi?"

Tanık İdris Arslan:"Tekrarlanıyor bir çok kez tekrarlanıyor."

Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel:"Kendi evinde cin çıkarıyoruz diye."

Tanık İdris Arslan:"Yani evinde ediyor …...benim kesin bildiğim bu Alparslan'ın kaldığı evde bu işlem yapılıyor:"

YALAN -SÜLEYMAN ESEN VE KÜÇÜK SALİH 7 MAYIS TARİHİNDE ALPARSLAN'IN EVİNDE CİN ÇIKARTTIKLARINI İNKAR ETTİLER

Alparslan o gün kendi evindeydi, arkadaşı Fetullah Kaya da oradaydı. Fetullah Kaya'nın ve sonradan gelip olan biteni gören Orhan Kadı'nın ifadelerine göre, o gün Süleyman Esen ve Şeyh Salih Kurter'in sağ kolu, Küçük Salih Hoca olarak bilinen Salih Yaşar Alparslan'ın evine geldiler. Ona bir şeyler okumaya başladılar. Alparslan kanepeye uzanmıştı. Küçük Salih gittikçe hızlanan bir tempoda olurken iki arkadaşı da çırpınan Alparslan'ın el ve ayaklarını tutmaya çalışıyorlardı. Hoca hızlandıkça Alparslan'ın çırpınışları da artıyordu. Bu seans yaklaşık olarak 2,5 saat sürdü.

Bundan sonra da hep birlikte Şeyh Salih Kurter'in evine gittiler ve gece geç saatlere kadar orada kaldılar. Ayrıldıktan sonra sabahın ilk ışıklarına kadar aralarındaki telefon trafiği Osman'ın da dahil olmasıyla devam etti.

Küçük Salih Hoca ve Süleyman Esen diğer iki ev arkadaşının aksine bu olayı farklı şekilde anlattılar: "Evde 10-15 dakika kaldıklarını, Alparslan'ın üzerine çullanmadıklarını, hatta o gün bu okuma seansının olmadığını" söylediler.

Doğru mu söylüyorlardı?

Bunu anlamanın tek yolu telefon kayıtlarına bakmak:

O gün saat 12.55'te Alparslan Aralan Osman'ı aradığında evinin olduğu Toygar Hamza'daydı.

Saat 14.37'de Süleyman Alparslan'ı aradı, o da kendi evinin bulunduğu Ümraniye-Kireçfırını'ndaydı. Ardından saat 14.51'de Küçük Salih Hoca Süleyman'ı aradı, o da o sırada Üsküdar Libadiye'den Süleyman'ın evinin olduğu bölgeye doğru ilerliyordu.

Saat 14.51'de Küçük Salih, Süleyman'ı tekrar aradı, o sırada her ikisinin telefonları da Kireçfırını'ndan sinyal veriyordu. Yani buluştular.

Saat 15.07'de her ikisi de Üsküdar-Toygar Hamza'daydılar, bunu ifadelerinde de söylediler, Alparslan'ın evindeydiler.
Bu saatten itibaren saat 18.11'e kadar tam 3 saat boyunca Alparslan'ın evindeydiler, duruşma zabıtlarına geçen o ayin yapıldı ve osırada eve gelen Orhan Kadı da bunu gördü.

Saat 18.15'te oradan ayrıldıklarını Süleyman'ın telefonundan anlıyoruz, Hep birlikte MEÇHUL EVE (Şeyh Salih'in evine) gittiler...

Telefon sinyallerine göre gece yarısı Şeyh'in evinden ayrıldılar:

Gelin bundan sonraki telefon trafiğine bakalım:

01.09 Alparslan---Osman
01.15 Alparslan---Osman
01.28 Süleyman---Osman
01.44 Süleyman---Osman
01.44 Süleyman---Osman(tekrar)
02.04 Süleyman---Osman

Bu saatten sonra Süleyman ile Alparslan da ayrıldı, Alparslan kendi evine doğru ilerliyordu ama görüşmeler devam etti:

05.31 Alparslan---Süleyman
05.33 Alparslan---Osman
05.33 Alparslan---Osman
Telefon trafiği ve güzergahların yorumunu okudunuz, yorum yapmıyorum ama bir soru soruyorum: Alparslan kimin ve hangi inancın baskısı altında?

Ergenekon davasında savunmalarını tamamlayan sanıklar 'Darbe yalanı ile aldattılar!' açıklamasında bulundular. İddiaların çöktüğü belirtilerek "Silivri gerçeği"ni kamuoyunun bilgisine sundular.

İstanbul- 9 Mayıs-

YALAN – HANİ SÜLEYMAN OSMAN YILDIRIM'I TANIMIYORDU.

O gün Osman ile Alparslan arasındaki ilk iki görüşme saat 14.28 ve 14.31'de oldu.

Akşam saat 19.01'den itibaren görüşme trafiği hızlandı:

19.01 Osman---Alparslan(mesaj)
19.04 Alparslan---Osman(tam 266 saniyelik görüşme)
19.29 Alparslan---Osman(mesaj)
19.37 Alparslan---Osman(mesaj)
19.38 Osman---Alparslan (mesaj)
19.39 Alparslan---Osman(mesaj)

Tam bu sırada şeyhin sağ kolu Küçük Salih Hoca devreye girdi:

19.52 Küçük Salih Hoca---Süleyman
20.47 Süleyman---Alparslan

Bu görüşmeler yapılırken Süleyman, MEÇHUL EVDEYDİ....

21.07 Süleyman---Osman

Bu telefondan sonra Osman, Erhan'ı aramaya başladı. Bombaları atan Tekin ve İsmail Erhan'ın adamlarıydı.

21.08 Osman---Erhan
21.11 Osman---Erhan
21.29 Süleyman---Osman
21.58 Küçük Salih---Süleyman

Bu telefondan sonra Küçük Salih hoca'nın da Şeyh'in evine geldiğini anlıyoruz.

22.04 Osman---Erhan
22.31 Osman---Erhan

Baz istasyonlarındaki değişimden, Osman'ın bu saatlerde Avrupa yakasına doğru harekete geçtiğini anlıyoruz.

Saat 22.56'da Süleyman Osman'a bir mesaj yolladı. Bunun ardından Osman 3 kez Erhan ile görüştü:

Süleyman tekrar devreye girdi:
23.11 Süleyman---Osman
23.54 Süleyman---Osman
00.04 Süleyman---Osman

Süleyman yargılamalar sırasında bu telefonları kendisinin değil Alparslan'ın ettiğini, Osman'ı tanımadığını söyledi. Fakat Osman ile Süleyman arasında yanlarında Alparslan olmadığı zaman yapılan görüşmeler de vardı.

Burada bir parantez açarak mahkemede yaşanan bir diyalogu nakledelim:

Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel:"Yine aynı saatlerde Alparslan Arslan Osman Yıldırım ile telefon görüşmesi yapıyor bahsettiğiniz 671 34 39 numaralı telefonundan İstanbul Üsküdar Toyk Hamza bazdan arıyor. Osman Yıldırım'da İstanbulSul Veysel Karani Sultanbeyli'de olduğu anlaşılıyor Osman Yıldırım'ın. Sizde İstanbul Ümraniye Kireç fırını aynı saniyelerde yani iki içerisinde eğer yer değiştirmediyseniz Üsküdar Toyk Hamza, İstanbul Ümraniye kireç fırın, İstanbul Sultanbeyli Veysel Karani üçünüzün bazıda farklı yerlerden veriyor yani aynı telefonu ikinizin aynı anda kullanması mümkün değil gözüküyor. Bunu nasıl açıklıyorsunuz?"

Sanık Süleyman Esen:"Alparslan'ın olduğu evden bizim evin oraya gitmek arabayla hız yaparsanız 5 dakikayı 3 dakikayı bile almaz. Yani, daha önce dediğim gibi ben Osman Yıldırım'ı tanımam Osman Yıldırım'la hiçbir zaman telefonda görüşmedim."

Yani Alparslan, Süleyman'ın telefonunu kullanmak için arabasıyla hız yaparak5 dakikada Süleymanın evine gelmiş, sonra gelip, "şu telefonunu ver de bir Osman'ı arayayım"demiş....

Bu görüşmelerin herhangi bir yerinde veli Küçük ya da Muzaffer Tekin var mı?

10 Mayıs- "Cumhuriyet'i Bombalayın"

9 Mayıs gecesi görüşmeler sabahlara kadar sürmüştü ve bugün Cumhuriyet gazetesine ikinci kez bomba atılacaktı.

Alparslan Arslan, saat 13.53'te Salih Kurter'in evine gitmeden önceki adresi görülebilen son baz istasyonlarından biri olan Showtv-Levent bölgesinden sinyal vermişti. Bundan sonraki bütün görüşmelerini aynı yerden, Şeyh Salih'in evinin de olduğu Gültepe'den yaptı.

Osman Yıldırım, saat 22.24'te İş Bankası Kulelerinin oradan Alparslan ile görüştü. Alparslan bu sırada saat 20.48'den beri kaldığı adresi görünmeyen MEÇHUL EVDEN çıkmış, Şişli Çukuru bölgesinden, yani Cumhuriyet gazetesinin etrafından sinyal veriyordu.

Süleyman Esen de bu saatlerde MEÇHUL EVDEYDİ, saat 21.02'de Küçük Salih'i aradı. Bu görüşme sırasında Kağıthane'de olan Küçük Salih'in telefonu da saat 21.55'te baz istasyonlarının görünmediği o yerdeydi. Yani Süleyman'ın telefonundan sonra harekete geçmişti. Yani saat 21.55' itibariyle son durum şuydu: Alparslan sahada, Şişli'deydi, artık bombaların atılması için en uygun zaman kollanıyordu, Süleyman ve Küçük Salih ise Şeyh'in evinin bulunduğu bölgedeydi,

Saat 23.00'da bomba İsmail Sağır tarafından Cumhuriyet gazetesine atıldı. İfadelerine göre o sırada yanında Osman Yıldırım vardı, ama bu kez pimi çekildiği halde bomba patlamadı. Telefon trafiği tekrar başladı.

23.14 Süleyman---Alparslan
23.15 Osman---Alparslan
23.18 Osman---Alparslan
23.38 Süleyman---Alparslan

Bu konuşmalar Süleyman Esen'e sorulduğunda hatırlamadığını, Küçük Salih'e sorulduğunda ise duymadığını söylüyordu. Sanıkların ifadelerine göre sahadakiler hep birlikte Coco Bar denilen yere gittiler. Alparslan kızgındı: "sizin imanınız zayıf o yüzden patlamıyor" diye bağırıyordu.

11 Mayıs- "Osmanlı'nın Torunlarıyız"

Üst üste iki başarısız eylemin sonunda Alparslan Arslan 11 Mayıs günü saat 16.10'da bombayı attı. Elindeki, üzerinde Arapça yazılan başörtüsünü bahçenin korkuluklarına asıp "Osmanlı'nın torunlarıyız, bu toprakları geri toplayacağız" diye bağırdı. Hatta kaçarken havaya bir el ateş bile etti.

İşte kendini "Allah'ın askeri" olarak gören Alparslan Arslan ilk zaferini elde etmişti. Bunun yarattığı psikolojiyi anlamaya çalışılalım, üst üste iki kez denendi, bunu deneyenler içki içip kumar oynayan insanlardı ve Alparslan onlarla sırf kullanabilmek için beraber oluyordu. Ama attıkları bombalar patlamamıştı. Kendisi ise Allah'ın askeriydi ve işte o patlamayan bombalar kendi eli değince patlıyordu.Alparslan, esma-ül hüsna duasını okuduğu zaman görünmez olacağına inanıyordu...

158. Celse Tanık İdris Arslan (ALPARSLAN'IN BABASI) :"Bilmiyorum ne olduysa bilmiyorum orasını bilmiyorum, yani diyorum ya Alparslan huzurda işte ben Danıştay binasına girerken Esmaül Hüsna okuyup yüzümün görünmezlik kazanacağını düşünüyordum biliyordum bende böyle bilgi vardı dedi. E demek ki yüzü göründük ki yakalandı bu bilgiyi nerede aldı acaba,beni düşündürmüştür hep....''

Gelin o güne biraz daha yakından bakalım.

Cumhuriyet gazetesinin etrafında sadece onlar yoktu. Telefon sinyallerine göre Süleyman Esen de tıpkı Alparslan gibi öğleden sonra karşıya geçmişti ve saat 14.35'ten itibaren tam o bölgedeydi.

Süleyman saat 15.02'de buradan Küçük Salih'i aradı. Cep telefonu saat 17.55'e kadar Abide-i Hürriyet, Şişli-Kocamansur, Şişli Çukuru bölgesinden sinyal verdi. Yani tam olarak bombalama eyleminin yapıldığı saat aralığı…

Saat 16.20'da bomba atıldıktan sonraki telefon trafiği oldukça dikkat çekici.

16.11 Süleyman---Küçük Salih
16.35 Alparslan---Şeyh Salih (dikkat edilsin, Alparslan o sırada hala olay yerinden kaçıyordu. İçinde bulunduğu sevinç ve zafer duygusunu da düşününce bu telefonun anlamını kavramak hiç de zor değil)
16.41 Küçük Salih---Süleyman

Bu arada Alparslan yakınlardaki bir camiye girerek namaz kıldı: Şükür namazı… Çok sevinçliydi. Telefon trafiğine yeni isimler eklendi.

17.23 Alparslan---Hilmi Öztürk(Kemalettin Gülen'in bürosunda birlikte çalışıyorlar)
17.39 Alparslan---Süleyman
17.40 Alparslan---Süleyman
Yani Alparslan için bir sıralama yapılırsa bombalamadan sonra aradığı ilk üç kişi Şeyh Salih, Hilmi Öztürk ve Süleyman Esen…

Buradan sonra grubun hareket istikameti aynıydı. Süleyman en son 17.55'te Mecidiyeköy'den sinyal verdi ve ondan sonra baz istasyonlarının görünmediği o yere gitti. Alparslan Arslan da saat 18.20'de tekrar Şeyh Salih'i aradığında Gültepe-Micro'daydı. Burası Şeyh Salih'in evine en yakın baz istasyonu ve onun da bundan sonraki baz istasyonunun adresleri görünmüyor. Yani o akşam, Süleyman, Küçük Salih ve Alparslan Şeyh Salih'in evinde toplandılar. Ve gece geç saatlere kadar da oradaydılar

Bugün Alparslan için çok önemliydi, artık Allah'ın askeri olarak ilk başarılı eylemini yapmıştı. Patlayan bombanın gürültüsü ise ertesi gün daha çok duyulacaktı…

13 Mayıs -"Okuyun Şu Arkadaşı"

Takvim işliyordu. Bu süre içinde Danıştay saldırısı için gerekli hazırlıklar yapılıyordu.

Toplam 58 görüşme yapıldı.

Akşam saatlerinde Şeyh Salih'in evinde Küçük Salih ve Süleyman ile birlikteydiler. Şeyh Salih Alparslan'ı göstererek Küçük Salih'e "bu arkadaşı okuyun" dedi.

Bunun üzerine ertesi gün Alparslan'a bir ayin yapıldı. Ayin diyorum çünkü yapılanların dinler bir ilgisi yoktu ama şöyle bir gerçek vardı Alparslan o okumadan sonra Danıştay cinayeti için Ankara'ya gidecekti.

Burada dikkatinizi çekmelidir, Alparslan'a daha önce yapılan okuma seansı 7 Mayıs'taydı, arkasından Cumhuriyet eylemleri geldi.

14 Mayıs – Cihada Hazırlık

O gün Süleyman Esen ve Küçük Salih Alparslan'ın evine geldiler. Fakat dikkatimizi çekmiştir, ifadelerinde hem Alparslan hem de Süleyman Küçük Salih Hoca'nın da o buluşmada olduğunu söylemekten kaçındılar. Bu durum yıllar sonra Ergenekon mahkemesinde telefon sinyal bilgilerinin incelenmesiyle ortaya çıktı. Uzun uzadıya anlatıldı, tartışıldı, soruldu. Vakit gazetesinin Danıştay üyelerinin fotoğrafını bastığı sayısını da o gün aldı. Bakın o gün nasıl bir trafik yaşandı.

Alparslan'ın saat 13.40'da Süleyman Esen'i aradı, kendisi Üsküdar'da Süleyman ise Ümraniye-Kireçfırını'ndaki evindeydi. Saat 13.57'de Süleyman'ı arayan Küçük Salih ise Ümraniye-Molla Gürani'den sinyal veriyordu. Burası fatih Sultan Mehmet Köprüsü'nden Anadolu yakasına geçerken TEM üzerinde bulunan bir viyadüktü. Yani Küçük Salih Hoca da Anadolu yakasına geçiyordu.
 
Saat 15.31'de Süleyman, Ümraniye-Sondurak'tan Alparslan'ı aradı. Aynı saatlerde Küçük Salih'in telefonu da Sondurak'tan sinyal veriyordu. Buluştukları anlaşılıyordu.

Oysa Süleyman sorgusunda Küçük Salih'ten hiç bahsetmiyor, Alparslan Arslan ile dışarıda Ümraniye'de yalnız görüştüğünü söylüyordu (2008/209 E. 139. CELSE). Süleyman 15.59'da Alparslan'ı bir kez daha aradı, Alparslan o sırada Altunizade'deydi. Alparslan bu arada İsmail Sağır ve Osman ile de 3 kez mesaj alışverişi yaptı ve saat 16.33'te Zeynep Kamil'deydi.

Saat 16.34'te Süleyman Alparslan'ı aradı, bu sırada Süleyman da Zeynep Kamil'deydi ama anlaşıldığı kadarıyla buluşmadılar, çünkü Süleyman saat 16.54'te Alparslan'ı tekrar aradığında Küçük Salihle birlikte Alparslan'ın evinin olduğu Toygar Hamza'ya gelmişti.

Alparslan'ın evine gittiler, evde Alparslan'ın ev arkadaşı Fetullah Kaya vardı, Alparslan'ın gelmesini beklemeye başladılar.

Bundan sonra Şeyh Salih'in de söylediği o okuma seansı yapıldı. En erken saat 20.16'ya kadar, tam 4 saat boyunca her üçü de buradaydılar. Çünkü Süleyman'ın telefonu bu saatte Üsküdar-yapı Kredi'den sinyal veriyordu. Evden ayrılmışlardı. Alparslan da mahkemedeki ifadelerinde evde 3-5 saat kaldıklarını söyledi.

BAKIN SÜLEYMAN ESEN O GÜNÜ MAHKEMEDE NASIL ANLATIYOR

139. CELSE Süleyman Esen Sorgusu

Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel:"Siz Alparslan Arslan eylem yapmadan bir gün önce Pazar günü Ümraniye'de kendisiyle görüştüm şeklinde bir beyanınız var emniyet ifadenizde, doğru mudur?"

Sanık Süleyman Esen:"Evet efendim."

Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel:"Pazar günü görüştük diyorsunuz."

Sanık Süleyman Esen:"Görüştüm efendim."

Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel:"Nerede görüştünüz, kimlerle?"

Sanık Süleyman Esen:"Efendim ben Alparslan Arslan ile yalnız görüştüm,

Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel:"Nerede görüştünüz?"

Sanık Süleyman Esen:"Efendim Ümraniye'de görüştüğümüzü hatırlıyorum da yani tam olarak nerede görüştüğümüzü,"

Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel:"Sizin evde mi onun evinde mi, başka dışarıda bir yerde mi, kafe de mi?"

Sanık Süleyman Esen:"Dışarıdadır dışarıda efendim. Yani Ümraniye'de çarşıya yakın bir yerdedir görüştüğümüz yer muhtemelen''

YALAN- SÜLEYMAN ESEN O GÜN ALPARSLAN ARSLAN İLE DIŞARIDA ÜMRANİYE'DE BULUŞTUKLURINI VE YALNIZ OLDUKLARINI SÖYLÜYOR, ALPARSLAN'IN EVİNE KÜÇÜK SALİH İLE BİRLİKTE GİTTİKLERİNİ İNKAR EDİYOR, NEDEN?

Alparslan bundan sonra saat 17.48, 20.18, yine 20.18 ve 20.19'da olmak üzere tam 4 kez Hilmi Öztürk ile görüştü.

Alparslan saat 21.28'de de tekrar Hilmi'yi aradığında evden çıkmıştı, telefonu, Selimiye, Küçük Çamlıca, Namazgah ve Zeynep Kamil istikametinden sinyal verdi. Kemalettin Gülen ve Hilmi Öztürk'ün birlikte çalıştıkları büroya gitti. Vakit gazetesinin internet arşivinden birkaç suret bilgisayar çıktısı aldı. Baş sayfada hedef olacak olan Danıştay 2. daire üyelerinin büyük boy ve güncel fotoğrafları vardı.(EK:7 İŞTE O ÜYELER gazete kupürü)

Alparslan'ın ifadelerine göre daha önce Danıştay 2. Daire üyelerine telefonda küfreden ve yine Alparslan'ın ifadelerine göre Mustafa Birden'in telefon numarasını bularak Alparslan'a veren Kemalettin Gülen o sırada büroda değildi.

Alparslan bu gazete nüshalarını aldı. Saat 23.09'da evindeydi.

Yarın Türkiye'yi sarsan o yolculuğa çıkacaklardı.

Avukat Zeynep Küçük, 14 Mayıs'taki bu buluşmalar için mahkeme salonunda şöye diyordu: "Siz Alparslan'ın Danıştay saldırısı için yola çıkmadan önceki son gün nerede olduğunu, kimlerle olduğunu dosyadan görebildiniz mi? Alparslan Danıştay için o "cihada" giderken kiminle görüştü, kiminle konuştu, nereden aldı o cesareti görebildiniz mi?"

15 Mayıs- Ölüm Taşıyanı Uğurlamak

Gerçekten de ölüm taşıyordu Alparslan Arslan. Hem zihninde hem de arabasının torpido gözünde…

O gün saat 18.00'e kadar bütün hazırlıklarını tamamlayıp yola çıktı. Yanında Osman, Erhan ve İsmail vardı.

08.56 Alparslan---Süleyman (Bu görüşmeyi yaptığı sırada Alparslan Kadıköy- Bahariye'deydi. Ardından iki yol arkadaşını aradı.

Buradan hareket etti. 12.52 ve 13.34'te Osman ile görüştüğünde ise Ataşehir'den sinyal veriyordu ve bu saatlerde Osman da aynı bölgeye gelmişti. Buradayken bir gün önce kendisine okuma seansı yapan Küçük Salih Hoca ve Süleyman ile yoğun bir telefon trafiği başladı:

13.55 Süleyman--- Küçük Salih
13.56 Küçük Salih---Alparslan
13.58 Küçük Salih---Süleyman
14.02 Süleyman---Alparslan
14.04 Süleyman---Küçük Salih
14.05 Süleyman---Alparslan
14.06 Süleyman---Küçük Salih

Alparslan'ın yola çıkmasına birkaç saat var ve sadece 11 dakika içinde 3 kişi arasında tam 7 görüşme yapıldı…

YALAN – KÜÇÜK SALİH O GÜN ALPARSLAN ARSLAN İLE SADECE BİR GÖRÜŞME YAPTIĞINI, NEDENİNİN İSE BİR GÜN ÖNCESİNE İLİŞKİN BİR ÖZÜR OLDUĞUNU SÖYLEDİ, OYSA GERÇEK ÖYLE DEĞİLDİ, NEDEN YALAN SÖYLEDİ?

Devam edelim.

Saat 16.41'de Alparslan, Osman'ı aradı. Ardından tekrar Küçük Salih Hoca ve Süleyman ile bir telefon trafiği başladı.

16.54 Alparslan---Küçük Salih
16.56 Küçük Salih---Süleyman
16.57 Süleyman---Alparslan
17.00 Süleyman---Küçük Salih

Küçük Salih Hoca olarak bilinen Salih Yaşar mahkeme önünde bu konuşmalar hakkında sorulan sorulara hep aynı cevabı verdi: "Hatırlamıyorum", "bilmiyorum."
Alparslan bu görüşmelerden sonra tekrar yol arkadaşlarına döndü, 8 görüşme yaptılar.

Saat 18'de yola çıktılar.

Alparslan Danıştay 2. Daire Başkanı Mustafa Birden'in ev telefon numarasını gömleğinin cebinde unutmuştu. Orhan Kadı2dan o numarayı kendisine bildirmesini istedi. Alparslan yolda hiçbir şey yiyip içmedi, pek fazla da konuşmadı.

O sırada İstanbul'da ise Süleyman Küçük Salih ile görüşüyordu:
21.39 Küçük Salih---Süleyman
21.40 Küçük Salih---Süleyman
İfadelere ve baz istasyonu raporlarına göre Küçük Salih hoca o gece de Şeyh Salih'in evine gitti.

Bu arada bir bilgi daha aktarayım Ergenekon mahkemesinde dinlenen sanıklardan biri de Nusret Aras'tı. Osman Yıldırım'ın Ankara'da yaşayan bir akrabası… O gece Osman onu telefonla aramış ve kaldıkları otelin lobisine çağırıp görüşmüştü. O sırada yanlarında Vakit gazetesinin nüshaları vardı ve Nüsret Aras ile bu gazetenin manşetindeki fotoğraflar üzerine bir konuşma yapmışlardı. Nüsret Aras'ın beyanına göre Osman o gazeteyi göstererek:

"Bu….çocukları yüzünden memleket karışacak" demişti.

DANIŞTAY CİNAYETİNDEN AKLANAN OSMAN YILDIRIM CİNAYETİN NERESİNDE

Danıştay cinayeti için Ankara'ya Osman'la birlikte yola çıkmışlardı. 16 Mayıs 2006 da, Osman Alparslan/ın yanında değildi.

Saat 18,15'te Süleyman Esen Alparslan'ı aradı ve tam 247 saniyelik bir görüşme yaptı. Sorduk, "hal hatır sormak için aradığını" söyledi. Yerseniz artık. Biz devam edelim.

Süleyman ile arasındaki bu görüşmeden hemen sonra Alparslan Osman ile saat 18.19 ve 18. 26'da iki görüşme daha yaptı.

Bu görüşmelerden hemen sonra Alparslan saat 18.32'de tekrar Süleyman'ı aradı. İlginç değil mi? "Hal hatır soruşturması" işte...

Nihayet Kocatepe Camii yakınlarında bir benzin istasyonunda buluştular.

Tartışmaya başladılar.

Alparslan buluşmayı şu sözlerle anlattı: "ben biraz kızdım. Bana küstü. 'Neden bir şeyden haberim yok' dedi. Ben de kendisine 'senden bir şey olmaz' dedim. Daha sonra kendisi İstanbul'a dönmek istedi, sonra çocuklar ikna ettiler arabaya bindi, birlikte otele döndük…"

Tartışmanın konusunu arabada bulunan diğer iki kişi şöyle anlattı;

132. celse ERHAN TİMUROĞLU

Sanık Erhan Timuroğlu:"Yani niye tartıştıklarını bilmiyorum ama orada Danıştay'la ilgili tartıştıklarını biliyorum. Yani plaka filan konuşmalar ses bize geliyordu, ikisinin arasında geçen konuşma biz İsmail'le orada kesinlikle kararlaştırdık İstanbul'a geri dönecektik. Muhtemelen Alparslan'da dönecekti. Yani hatta kendisi de dedi İstanbul'a döneceğim dedi, dönelim dedi.

133. celse ERHAN TİMUROĞLU

-Bu sırada bir plaka meselesi, plaka plaka yani plakayı teşhis ettin mi? etmedim, plakayı buldun mu? Bulmadım. Böyle bir tartışma geçiyordu aralarında."

Ama plaka muhabbetini ikisinin arasında geçtiğini duydum. "

Osman benzinlikteki konuşmadan sonra çeşitli mahkemelerde dosya takipçiliği yapan bir tanıdığını, Sinan Berberoğlu'nu aradı. Ona Danıştay'da bir işi olduğunu söyledi ama Berberoğlu Ankara'da değildi. Osman Yıldırım'ın Danıştay'da ne işi olabilirdi?

Alparslan ifadelerinde de teyid ettiği üzere sürekli olarak Daire Başkanını yalnız yakalamaya çalıştı. Otopark'ta arabasını aradı bulamadı. Kargo şirketinden arıyormuş gibi yapıp evinin adresini öğrenmeye çalıştı olmadı. Ama hala Daire Başkanının plakasını dahi öğrenememişti.

Osman Yıldırım bunlardan birini öğrenmek için mi Sinan Berberoğlu'nu aradı?

Zira Sinan Berberoğlu Yargıtay ve Danıştay'da iş takibi yapan bir kimseydi ve Osman Yıldırım'la geçmişe dayanan tanışıklıkları vardı (208/209E. Celse No:221-222-223)

Osman Yıldırım saldırı günü için sürekli olarak saat 14.00'e kadar otelde uyuduğunu, saldırıyı televizyondan öğrendiğini söyledi. Fakat otel kayıtlarında görünmüyordu. Dahası telefon baz istasyonu raporlarına göre sabah saatlerinden itibaren dışarıda ve

Danıştay'dan Ulus'a doğru uzanan Çankırı Caddesi üzerindeydi.

11.39'da, 11.47 ve 11.48'de, yani saldırıdan hemen sonra buradan görüşmeler yapmıştı. İlk sinyalin geldiği Çankırı Caddesi ile Danıştay binasının arası 8-10 dakikalık bir mesafedeydi. Diğer iki sinyal de Selvi Otel'in yakınlarındaki YİBA çarşısından geliyordu.
Elbette Osman Yıldırım ne baz istasyonu raporlarını ne de otel kayıtlarını kabul etti.....

Oysa, Osman Yıldırım Danıştay cinayeti günü yaptığı bir telefon görüşmesinde;

Tıpkı Alparslan Arslan'ın kendisine yakıştırdığı gibi Alparslan Arslan için ‚

GÜZEL YAPMIŞ LA, HELAL OLSUN. NE GÜZEL YAPACAK YA... İŞMİDİR O YA, SALAKLIK OLUR MU YA... ALLAHIN ASKERİDİR YA.....

Demektedir. (EK:3 Telefon Tapesi)

OSMAN YILDIRIMERGENEKON SANIKLARINI NE KADAR TANIYOR

Bakınız Osman Yıldırım tanık olaRak verdiği ifadelerinde çok iyi tanıdığını, samimi ilişkileri olduğunu söylediği Veli Küçük hakkında, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi sorgusunda nasıl ifade vermiş?

11/12/2009 tarihli 127. Celsedeki sorgu(Ek: 6)

Av. Zeynep Küçük: " Veli küçük ile sizi Kim tanıştırdı?"

Sanık Osman Yıldırım: " Tanıştıran kişiyi tam olarak hatırlamıyorum. O dönemde kim tanıştırdı."

Av. Zeynep Küçük: " Nerede selamlaştınız?"

Osman Yıldırım: " Avrupa yakasında."

Av. Zeynep Küçük: " Semt söyler misiniz?"

Av. Zeynep Küçük: " Kaç kere Sirkeci de kaç kere Mecidiyeköy de gördünüz?"

Sanık Osman Yıldırım: " Onu hatırlamıyorum."

Sanık Osman Yıldırım: " Hatırlamıyorum."

Av. Zeynep Küçük: " Veli Küçük'le birlikte hiç yemek yediniz mi?"

Osman Yıldırım: " Yemek yemişizdir evet."

Av. Zeynep Küçük: " Kaç kere?"

Osman Yıldırım: " Bilmiyorum kaç tane."

Av. Zeynep Küçük: " Tarihlerini söyler misiniz?"

Sanık Osman Yıldırım: " Bilmiyorum."

Av. Zeynep Küçük: "Yemek yediğinizi biliyorsunuz ancak tarihlerini mi bilmiyorsunuz?"

Av. Zeynep Küçük: " Veli Küçük'le yemek yediğiniz zaman yanınızda kimler vardı?"

Osman Yıldırım: " Onu da hatırlamıyorum."

Av. Zeynep Küçük: " İkiniz miydiniz?"

Osman Yıldırım: " Bilmiyorum."

Av. Zeynep Küçük: "Yemek yediğiniz tarihleri tam olarak hatırlamamakla birlikte size 93 – 96 aralığı mı desem 96'dan sonra mıdır desem bir cevap verebilir misiniz?"

Sanık Osman Yıldırım: " Cevap vermiyorum."

Av. Zeynep Küçük: " 93 – 96 yıllarında Veli Küçük nerede görevliydi?"

Av. Zeynep Küçük: " Yemek yediğiniz sırada Veli Küçük nerede görevliydi?"

Sanık Osman Yıldırım: " Onu tam olarak hatırlamıyorum."

Av. Zeynep Küçük: "Bu samimiyet çerçevesinde size Veli Küçük nelerden bahsetti?"

Osman Yıldırım: " Buna cevap vermiyorum."

Osman Yıldırım: " O binaları nasıl hatırlayım şimdi."

Av. Zeynep Küçük: " Veli Küçük'ün ofisiyle ilgili aklınızda hiçbir detay var mı?"

Osman Yıldırım: " Hatırlamıyorum."

Av. Zeynep Küçük: "Veli Küçük resmi görevdeyken kendisini hiç ziyaret ettiniz mi?"

Osman Yıldırım: " Hatırlamıyorum onu."

Av. Zeynep Küçük: " 98'de gördünüz mü?"

Osman Yıldırım: " Görmüştüm."

Av. Zeynep Küçük: " Kaç kere gördünüz?"

Osman Yıldırım: " Bilmiyorum tam kaç kere."

Av. Zeynep Küçük: " Veli Küçük o sırada nerede görevliydi?"

Osman Yıldırım: " Hatırlamıyorum."

Av. Zeynep Küçük: " Şehir dışından mı gelmişti?"

Osman Yıldırım: " Bilmiyorum."

Av. Zeynep Küçük: " Ne konuştunuz?"

Osman Yıldırım: " Hatırlamıyorum."

Av. Zeynep Küçük: " Yemek toplantısı dostane bir toplantı mıydı belli bir gündemi var mıydı?"

Osman Yıldırım: "Bilmiyorum."

Av. Zeynep Küçük: " Oraya sizi kim çağırdı?"

Osman Yıldırım: " Onu da bilmiyorum."

Av. Zeynep Küçük: " Veli Küçük'ün yanında kim vardı?"

Osman Yıldırım: " Bilmiyorum."

Av. Zeynep Küçük: "Veli Küçük'ün İbrahim Genç'in yazıhanesinde size eylem talimatı verdiğini söylüyorsunuz. Tarih neydi?"

Osman Yıldırım: " Bilmiyorum."

Av. Zeynep Küçük: " Tarihini hatırlıyor musunuz?"

Osman Yıldırım: " Hayır."

Av. Zeynep Küçük: " Eylemin ne olduğunu hatırlıyor musunuz?"

Osman Yıldırım: " Bilmiyorum."

Av. Zeynep Küçük: " Veli Küçük, Muzaffer Tekin, İbrahim Genç ve Ziya Aycan'ı Mecidiyeköy'deki Faktoring şirketine zaman zaman gelip giderken gördüğünüzü söylüyorsunuz. Dördünü bir arada hiç gördünüz mü?"

Osman Yıldırım: " Bilmiyorum."

Av. Zeynep Küçük: " Tarih olarak söyler misiniz?"

Osman Yıldırım: " Tarihi tam olarak hatırlamıyorum."

Av. Zeynep Küçük: " Nerede?"

Sanık Osman Yıldırım: " Avrupa ve Anadolu yakasında."

Av. Zeynep Küçük: " Bu görüşmelerin kaç tanesinde yanınızda Veli Küçük vardı?"

Osman Yıldırım: " Hatırlamıyorum."

Av. Zeynep Küçük: " Bu görüşmelerin kaç tanesinde Osman Gürbüz, Habil Küçük, Veli Küçük ve siz bir aradaydınız?"

Osman Yıldırım: " Hatırlamıyorum."

Av. Zeynep Küçük: "Veli Küçük'ün Osman Gürbüz'e hiçbir talimat verdiğini duydunuz mu?"

Sanık Osman Yıldırım: " Bilmiyorum."

Av. Zeynep Küçük: " Veli Küçük'ün Osman Gürbüz'e herhangi birini öldürme emri verdiğini duydunuz mu?"

Sanık Osman Yıldırım: " Bilmiyorum."

Av. Zeynep Küçük: "Nerelerde görüştünüz yani Alparslan Arslan ile Veli Küçük'ü nerede gördünüz?"

Osman Yıldırım: " Anadolu yakasında olabilir."

Av. Zeynep Küçük: " Peki bu görüşmeler iki kere gördünüz ne kadar süreyle bir aradaydılar?"

Osman Yıldırım: " Hatırlamıyorum."

Av. Zeynep Küçük: " Nerede oturuyorlardı?"

Osman Yıldırım: " Tam hatırlamıyorum."

Av. Zeynep Küçük: ' Peki Veli Küçük ve Alparslan Arslan'ı bir arada sizden başka gören oldu mu?"

Osman Yıldırım: " Bilmiyorum."

Av. Zeynep Küçük: " Osman Yıldırım Muzaffer Tekin ile Veli Küçük tanışıyorlar mı?"

Sanık Osman Yıldırım: " Tanışıyorlar."

Sanık Veli Küçük müdafi Av. Zeynep Küçük: " Nereden biliyorsunuz tanıştıklarını?"

Osman Yıldırım: " Nereden bildiğimi bilmiyorum ama bildiğim tek şey var çok iyi tanışıyorlar yani."

Av. Zeynep Küçük: " Onları bir arada hiç gördünüz mü?"

Osman Yıldırım: " Şu an hatırlamıyorum şu an nerede."

Av. Zeynep Küçük: " Ne zaman gördüğünüzü hatırlıyor musunuz?"

Osman Yıldırım: " Yok."

Av. Zeynep Küçük: " Kaç kere gördüğünüzü hatırlıyor musunuz?"

Osman Yıldırım: " Yok."

Av. Zeynep Küçük: "Yanlarında başka birilerinin olup olmadığını hatırlıyor musunuz?"

Osman Yıldırım: " Yok."

Av. Zeynep Küçük: " Siz onlarla üçünüz bir araya hiç geldiniz mi?"

Osman Yıldırım: " Hatırlamıyorum."
 
Savcıların beyanlarına çok itibar ettiği Osman'ın, Mahkmede güvenilirliğini böyle kanıtlamıştır

Osman Yıldırım askerliğini tamamlayamamıştı, zira bir komutanını dövmüş ve hakkında dava açılmıştı,

2005 yılında hakkında açılan bu davalar hâlâ sürerken, akli dengesinin yerinde olup olmadığının tespiti için GATA'ya sevk edildi. 11 Kasım 2005'e kadar incelemeye tabi tutulan Osman Yıldırım'ın sağlık durumu ile ilgili psikyatri raporunun ruhsal muayene kısmında, şunları kaydetti: "Ayakta, yaşında, özbakımı vasat, etrafına ilgili, mizacı sıkıntılı, huzursuz, mimik ve jestleri mizacına uygun, sosyabilitesi ilişki kurulur, fakat güven vermez nitelikte.

Anksiyöz, madde kullanıyor

Konuşma yakınmacı, ses tonu artmış, uyku normal, iştah normal. Bilinç açık, dikkat ve bellek normal, algı tabii, yönetimi tam. Zeka ve muhakeme klinik olarak yeterli. Fikir akış hızı normal, amaca varıyor. Fikir içeriğinde devam eden mahkemesi, ailesi, işlediği suçlar ve aldığı cezalar ile ilgili yoğunlaşma var. Duygulanımı anksiyöz. Davranışlarında psikomor huzursuzluk, otoriteye tahammülsüzlük, psikoaktif madde kötüye kullanım, sosyal uyum güçlüğü şeklinde değişmeler bulunmaktadır."

Raporun sonunda, Osman Yıldırım'a "İleri Derecede Antisosyal Kişilik Bozukluğu" tanısı koyuldu. 9 uzman tarafından oy birliği ile verilen kararda ise şu ifade yer aldı, "Suç tarihinde ve halen askerliğe elverişli değildir.

Osman Yıldırım'ınAdli dosya içeriği; 1-Akhisar Ağır Ceza Mahkemesinin 1989/82 Esas ve 1989/145 sayılı karar belgesinde "Kasten Ablasını Öldürmek(21-04-1989) 20 yıl hapis cezası aldığı. 2-Eyüp Ağır Ceza Mahkemesi'nin 1995/78 Esas ve 1995/250 Karar sayılı karar belgesinde "Öldürmeye Teşebbüs(21-12-1994) suçundan 10 sene ağır hapis cezası aldığı ve bu cezanın Muş Cumhuriyet Savcılığı 2000/1064 numaralı belgesinde bu cezanın infaz edildiği 3-Kırklareli Asliye Ceza Mahkemesi'nin 1998/215 Esas ve 1998/378 karar sayılı karar belgesinde "Hüviyet cüzdanı almak amacıyla kendi ismini sahte olarak beyan etmek (15.04.1998) suçundan yargılandığı anlaşılmaktadır (Ek:4 RAPOR)

UZMANLAR BU RAHATSIZLIK İÇİN NE DİYOR?

'10 dakikada 10 yalan söylerler'

PSKİYATRİ uzmanı Prof. Dr. Mehmet Kerem Doksat, 'Anti-Sosyal Kişilik bozukluğu'nu şöyle tanımladı: "Anti Sosyal Kişilik bozukluğu bulunan kişiler her türlü insan grubundan çıkar. Alt gruplarındaki kişiler, hırsızlık, cinayet ve mafyacılık gibi suçlara meyillidirler. Üst gruplarında ise işadamları, politikacılar bile vardır.

Dolandırmaktan, kandırmaktan rahatsız olmazlar.

Öldürüp, onu suçlar

Günah, ayıp, suç tanımazlar. Vicdanları yoktur. Kural tanımazlıklarını, suçlarını, kendileri ve karşılarındakilere rasyonolizm (akla uygun hale getirme) ve projeksiyon (yansıtma) şeklinde açıklarlar. Bir Anti-Sosyal Kişilik, annesini öldürür, hüngür hüngür ağlar. Sonra da annesini suçlar ve haklı gerekçeler çıkartır."
Bu kişilerin mahkemelerde tanıklık yapmasına hazin hazin, gülerek bakarım. Bu kişiler 10 dakika içinde 10 tane yalan söylerler. Hepsinde de yemin ederler......

Bakın bir diğer sanık İsmail Sağır Osman Yıldırım için ne diyor?

İsmail Sağır 135 celse „Mahkeme bozulduğunda ise yine şeye ilk duruşmaya çıktığımızda, çünkü Osman'ın vermiş olduğu ifadeler işte itirafçı olduğu, bilmem gizli 9 olduğu bilmem şu olduğu, bu olduğu yazıyor. Bilmem işte bombaları ondan aldım, Veli Küçük azmettirdi. Muzaffer Tekin bombaları verdiğini söylüyor, çünkü Osman mesela kolay kolay herkese iftira atacak bir adam çünkü ben buraya geldiğimde burada gördüm. Adam bana iftira atıyorsa, Erhan'a, Tekin'e yanındaki arkadaşlarına iftira atıyorsa burada ki adamlara hayli hayli atar. Bunu herkes biliyor zaten, onu söylemeye de gerek yok. Osman mesela çok sahtekar birisidir ben bunu burada iyice çözdüm, sahtekardır. Hakiki sahtekardır arkadaşlarını tezgaha düşürür, mesela her türlü şeyi yapacak kapasitede bir adam, tezgahçıdır. „

Osman Yıldırım, Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki karar celsesinde Mahkeme Başkanına;

O İngiliz piçinin kurduğu Cumhuriyeti başınıza yıkacağız, evet benim yegane görevim Cumhuriyeti yıkıp 2. Osmanlı devletini kuracağım, benim şahitlerimi dinlemedin, SEN DA ONUN PİÇİSİN. CUMHURİYETİ YIKIP ŞERİAT DÜZENİ KURACAĞIM.

Demiştir.(Ek:5 Tutanak)

17 Mayıs- Sürprizlere Hazırlıklı Olun

O gün Türkiye için kara bir gündü. Sabah saat 09.30-10-00 arasında Alparslan arslan tek başına Danıştay binasında içeri girdi ve Danıştay 2. Daire üyelerine kurşun yağdırdı.

Ateş ederken ve bina çıkışında kendisini yakalayan polisle boğuşurken, "Osmanlının torunlarıyız, ya da Allah'ın askeriyiz" türünden bir slogan attı.

Hükümet yandaşları bu saldırıdan sonra gelen tepkilere karşı, tartışmayı hep şu yöne sürüklediler: "ateş ederken Allah'ın askerleriyiz diye bağırmadı."
Ve…

"Bu da cinayetin nedeninin başörtüsü olmadığını gösterirdi."

Öyle diyorlardı.........

İşte Danıştay saldırısını yapanların telefon irtibatları ortada.... içlerinde bir tek Ergenekon sanığı var mı? Yok!

Ama durun bir sürpriz var. Cinayetin üzerinden daha iki saat bile geçmeden, Bakan M. Ali Şahin, "sürprizlere hazırlıklı olun" dedi. Aynı günün akşamı İstanbul'daki Muzaffer Tekin için gözaltı kararı çıkarıldı.

Gerekçe neydi?

Telefon irtibatını söylediler ama onunla en sonuncusu 2005 yılı Kasım ayında gerçekleşen toplam 90 saniyelik birkaç telefon ve mesaj dışında irtibat yoktu.

Sonuç:

Bakın bu kişiler arasında Cumhuriyet gazetesinin bombalanması ve Danıştay saldırısı arasında geçen 13 günlük süre zarfında toplam 464 görüşme var ama Ergenekon davası sanıkları ile aralarında bir tek bağlantı, ya da telefon irtibatı yok. En kritik eylem saatlerinde birbirleri ile görüşen ve baz istasyonu raporlarına göre eylem bölgesinde olan kişilere beraat istenirken, hiçbir bağlantısı olmayan kişilere ağırlaştırılmış müebbet hapis istenmesi hangi hukuk ve vicdanla açıklanabilir?

Zeynep Küçük'ün sunumunun ardından sanık Osman Yıldırım, söz istedi, ancak Başkan Özese söz vermedi. Yıldırım ısrar edince, başkan salondan atılmasını istedi. Osman Yıldırım, salondan jandarmalar arasında çıkarılırken "Hepinizin kanını içeceğim" diye bağırdı. Küfür de savuran Yıldırım salondan çıkarıldı.

Eski Jandarma Genel Komutanı emekli Orgeneral Şener Eruygur'un avukatı Filiz Esen, Eruygur hakkındaki davanın düşürülmesini istedi. Filiz Esen mahkemeye verdiği dilekçesinde, "Müvekkilin hiçbir zaman duruşma ehliyeti olmayacaktır. Müvekkil Şener Eruygur'un kalıcı olan ağır beyin harabiyetinin bir sonucu olarak CMK 223-8. maddesi gereğince hakkında düşme kararı verilmesini talep ederiz" dedi.

21 Haziran 2013

a45UyF587661-201306241454-15
^^^^^ - vvvvv

--

zaryop:jaro

Evlenmeden once en az alti ay nisanli kal.

Anonim Nasihat
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
Kurmus oldugum gruba uye olun
Moderasyonsuz, sansursuz ve ozgur bir gruptur:
Ozgur_Gundem-subscribe@yahoogroups.com
Ayrilmak isterseniz de :
Ozgur_Gundem-unsubscribe@yahoogroups.com

Grup Sayfamız :
http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz.
http://orajpoyraz.blogspot.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder