13 Ekim 2015 Salı

Yerli savaş gemisi geliyor!

Mükemmel bir haber.
Bu işlerde emeği olanlar şükranlarımızı sunuyoruz.

Ancak, bir kez daha dikkat çekiyoruz.
Haberin en sonunda yapılması planlanan geminin silah sistemlerine dikkat çekmek isterim.
Geminin kasası yerli.
Birkaç silah sistemleri de yerli olsun diye planlanıyor, ancak henüz ortada yok, ya da prototip halinde.
Sensör sistemler, ve savaş otomasyonu da yerli olsun diye planlanıyor ama onlar da aynı ya henüz ortada yok, ya da prototip halinde.
İşte yerli savaş gemisi, elektronik savaş gemisi, hava savunma gemisi diye müjdelenen şey budur.

Ben Japonları da çok sever ve takdir ederim.
Onlar açılış yapmazlar.
Onlar bininci, on bininci, yüz bininci üretimlerin kutlamasın yaparlar.
Bu bize de ders olmalı.
Açılışlar, temel atma törenleri bir değer taşımaz.
Yapılmış, bitirilmiş olanlar değer taşır.

Benim önerim, hele bu gemiyi bir yapsılar.
Sonra bunun denize indirilme töreni olsun.
Sonra bunun ilk tatbikatını bir belgeselde izleyelim.
Ve ondan sonra gurur duyalım.

Müjdeli haberlerle oyalanıp durmaya artık bir son verelim.
Onun yerine kazanılmış zaferlerin, başarılmış işlerin gururunu yaşayalım.

Oraj POYRAZ(cimcime@neomailbox.net / oraj.poyraz@openmail.cc / oraj_poyraz@alpinaasia.com )
           L2fSIJNoA0xfSNxA      


Yerli savaş gemisi geliyor!

13 Ekim 2015 Salı - 11:35 | Son Güncelleme : 13 10 2015 - 11:41

Deniz Kuvvetleri'nin 1999'dan bu yana istediği ancak Gölcük depremi nedeniyle askıya alınan en büyük yüzen savaş gemisinde sona yaklaşılıyor.

1999'dan beri Deniz Kuvvetleri'nin istediği proje yine aynı yıl yaşanan Gölcük depremi ile ekonomik kriz nedeniyle askıya alınmıştı.

İlk TF-2000 projesinde 12 firkateynin inşa edilmesi, 2003-2008 yılları arasında da hizmete girmesi planlanıyordu. Savunma Sanayii İcra Kurulu bu sayıyı 4'e düşürdü. Sayının düşürülmesinde ABD'den alınan aynı sınıftaki firkateynler de rol oynadı.

TF-2000 gemisi, uçaklardan ve diğer hava araçlarından atılan füzelerin takibini ve imhasını sağlayacak. Gemi ayrıca komuta kontrol ve muhabere, gözetleme, erken ihbar, keşif ve teşhis, su üstü harbi, denizaltı savunma harbi, elektronik harp görevlerini de üstlenecek.

TF-2000, eşlik ettiği donanma filosundaki gemileri ya da görevlendirileceği liman kentini hava saldırılarına karşı koruyacak. Akdeniz, Karadeniz ve Marmara'da görev yapacak bu savaş gemileri, Türkiye'ye gelecek NATO Patriot sistemleri ve yeni alınacak uzun menzilli füzelerle entegre hale getirilecek.

Yüzde 100 yerli silahlar!

"Türkiye'nin gerçek anlamda bölgesel güç olabilmesinin olmazsa olmaz şartı TF2000 gemileridir" desek herhalde abartmış olmayız. Modern savaş konseptinin vazgeçilmez unsuru olan 'hava savunma fırkateyni', MİLGEM projeleriyle elde edilen tecrübenin üst düzey bir ürünü olacak.

Yüzen bir komuta kontrol merkezi işlevi görecek TF2000 gemisi, çok sayıda hava-deniz hedefini aynı anda izleyip tedbir alacak. Hem kendini hem de bulunduğu bölgedeki tüm unsurların savunmasını tek başına üstlenebilecek geminin planlanan özellikleri saymakla bitmiyor.

ÇARPAN ETKİSİ YAPACAK

200 km menzildeki hedefe ateşlenebilen milli gemisavar füzesi Atmaca, torpido savunma füzesi TORK ve deniz-kara unsurlarını 800 km öteden vurabilen yerli SOM'u taşıyacak TF2000 fırkateyni, bunlarla birlikte daha birçok mühimmatla teçhiz edilecek.

Milli imkanlarla geliştirilen orta irtifa Hisar füzesi ya da binlerce km uzağa gönderilebilen balistik Yıldırım da bunlardan yalnızca birkaçı.

Kendisine yönelik yakın tehditlere karşı yerli lazer silahına da sahip olması beklenen TF2000, Türk donanmasının caydırıcı gücüne çarpan etkisi yapacak. Fakat TF2000, asıl gücünü füzelerden değil, 'her şeyi gören' gözlerinden alacak.

SANİYEDE BİNLERCE HEDEF

Aynı anda binlerce hedefi takip edip 3 boyutlu haritalandırma yapabilen faz dizinli radar teknolojisi, TF2000 fırkateyninde bulunacak. Erken uyarı ve istihbarat için gemide mutlaka bulunması gereken Çok Maksatlı Faz Dizinli Radar yani 'ÇAFRAD'ı üretebilmek için ASELSAN, METEKSAN ve TÜBİTAK harıl harıl çalışıyor.

2013 yılında başlanan projede ne aşamaya gelindiği bilinmiyor, ancak TF2000'in suya indirilmesi en çok bu projeye bağlı durumda. Geliştirilmekte olan ÇAFRAD, 400 km yarıçapta su üstündeki bir hedefi, havadaki bir füzeyi, uçağı ya da İHA'yı tespit edip bu tehditlerden bölgesindeki diğer gemi, uçak ya da yer istasyonunu haberdar edebiliyor.

Görevi ihbar ve koordine

Bir TF2000 fırkateyninin ne anlama geldiğini herhalde şu örnek daha iyi açıklayabilir: TF2000'in Ege Denizi'nin güneyinde olduğunu düşünelim.

Atina'dan İstanbul'a atılan bir füzeyi havada etkisiz hale getiren gemi, aynı anda Girit'teki bir denizaltıyı batırabilir, Mısır donanmasından birçok gemiyi tahrip edebilir, aynı dakikalarda İsrail'e bile füze yollayabilir.

Bunları yaparken kendisine saldırması muhtemel 10'larca savaş uçağını da düşürebilir. Geride kalan binlerce düşman unsuru için ise Türk donanmasındaki diğer gemilere nokta hedef verebilir, dost uçakları yönlendirebilir, yer istasyonlarını koordine edip uygun silahları görevlendirebilir.

4 adet üretilecek

Asgari 150 metre boyunda olması beklenen 18 metre genişliğindeki TF2000 fırkateyninin ağırlığı 7 bin ton olacak. Yerli savaş yönetim sistemi GENESİS'in özel bir versiyonunu kullanacak gemide 220 mürettebat görev yapacak.

Teknoloji harikası savaş aracının tasarım çalışmaları 2013'ten beri sürüyor. ASELSAN'ın ÇAFRAD projesini tamamlamasının ardından 4 adet yapılacak gemilerin maliyeti 4 milyar doları bulacak.

Özellikler

Uzunluk: 147 m

Genişlik: 18 m

Deplasman: 6000 ton

Mürettebat: 220

Silahlar

Harpoon ya da RBS15 Mk.III/IV ya da Naval Strike Missile ya da Türk Yapımı Atmaca (SSM)

RIM-156 SM-2 Block IV (SAM/SSM)

ESSM (SAM)

RAM (CIWS-PDMS)

VL ASROC (ASW)

MK-32 Torpido Tüpleri

Türkiye yapımı seyir füzesi (Roketsan tarafından geliştirilmektedir.)

1 x 127 mm 127/64 Lightweight top

2 x 25 mm STAMP veya CIWS

Kaynak : Haber7


a45UyF587661-151013155323 Oraj Poyraz cimcime@neomailbox.net
2015/10/13  21:00 1  39  undefined undefined add_anadoluhareketi@googlegroups.com

 
--

GUN DOGUYOR
. . . . . .
Dili cozuluyor gecelerin..
Golgeler kacisiyor derine
Alip sihrini bilmecelerin:
Gun doguyor sehrin uzerine.
Korkarak saklaniyor bacalar,
Gun doguyor sehrin uzerine;
Daliyorlar gunun gozlerine
Gozleri uykulu atmacalar.
Salliyarak dallarini kavak
Yukseliyor her gunku yerine,
Gun doguyor sehrin uzerine
Mavi bir i$ikla agararak.
Gun doguyor sehrin uzerine,
Renk renk hacimle doluyor her yer.
Bakiyor daginik yuzlu evler
Hala yanan sokak fenerine.
Toprak kimildiyor yavas yavas,
Gun doguyor sehrin uzerine,
Bembeyaz gece ciceklerine
Sabahla dusuyor bir damla yas.
Ve bir deniz hucumu halinde
Gun doguyor sehrin uzerine.

Nisa Suresi nin 42 inci Ayeti de Risale-i Nur a isaret ediyormus...
Ayetin anlami:
- Eger hasta olur yahut yolculuk yaparsaniz, ya da herhangi biriniz buyuk abdestini yapar veya kadinla cinsi birlesmesi olursa iste o zaman suyu bulamadiginda -temiz toprakla teyemmum etsin
Said-i Nursi ye gore: Bu ayetteki Temiz Toprak sozuyle, Risale-i Nur a isaret edilmistir.
Ayetin isaret anlami soyledir: Yuce Allah diyor ki: 1357 yilinda; Manevi Ab-i Hayat in kaynaklari kapatildigi zaman, temiz topraga yonelin!
Onda bir yasayis kaynagini ve nur madeni bulursunuz
Bu ayetin ozellikle Risale-i Nur u anlattigini gosteren iki delil vardir
Said-i Nursi bu iki delili, uzun, uzun anlatir kitapta.

Derleyen: Osman Turkoguz
INANCLARA VE AKLA AYKIRI BIR YAKLASIM, NURCULUK.

DOGA YASALARI UZERINE DUSUNCELER -2-

Nasil ve nicin...ve ... akilli tasarim

Simdi artik bazi alengirli konulara geldik. Ele alinacak olan konular dogrudan din ve Tanri inancini ilgilendirdigi icin elbette, dogalari geregi, her tur yoruma ve tartismaya aciktir. Kitaplarinda Dr Hawking ve L.Mlodinow bu konulari tarafsiz bir uslup ile anlatmislar. Ben de onlarin anlayisini takip edecegim. Ustune basa basa belirtmek isterim; asla su veya bu inanci one cikarmak veya kotulemek gibi bir gayem yoktur. Sadece, tezleri ve anti-tezleri tarihsel akis icinde belirtmek istiyorum. Karar, okuyanlara aittir.

Dogal surecler incelenirken, ister istemez ortaya nasil ve nicin sorulari cikar. Birinci soruya bilimsel dusunce kendi yontemleri icinde cevap arar. Isin icine tanrilari, ruhlari, lanetlenmeyi, cezalandirilmayi, iyilik meleklerini ve benzer inanclari katmadan doganin isleyisi yine doganin kendi kanunlarina uygun olarak aciklanir. Bir nesnenin yuksekce bir yerden dusmesinden tutun, bir kova icindeki suyun donduruldugunde gosterdigi davranisa, hastaliga yol acan bir mikrobun yasam cevrimine kadar her sey formule edilebilir, modellemesi ve matematigi gelistirilebilir. Bunlar elbette basit surecler degildir, bazen bir modeldeki yanlisligin farkedilebilmesi icin yuzyillarin gecmesi gerekebilir. Yine de nasil sorusuna cevaplar getirilir.

Ama nicin sorusu farklidir. Bir seyin olus sebebini sordugumuzda ister istemez amaca yonelik sorgulamalar yapmaya baslariz. Dunyanin bir amaci var midir, nesnelerin belli bir formda olmalarinin veya bir yasaya uymalarinin amaci var midir? Elmanin lezzetli olmasinin, suyun, havanin ve Gunes in bize yasam vermesinin amaci var midir? Bunlar sadece dogalarinin geregini mi yerine getirirler yoksa varoluslarinin insana yonelik ozel bir misyonu var midir? Oyle gorunmekte ki insanlar yuzyillar boyunca, doganin isleyisini incelerken ona tanrisal amaclar, misyonlar yuklemis durumdalar. S.Hawking ve L.Mlodinow dan alintilamaya devam ediyorum.

Seylerin belli bir amaca hizmet etmek icin davrandiklari dusuncesi yuzyillar boyunca pek cok dusunuru etkiledi. 13. yuzyilin basinda ilk Hristiyan filozoflardan olan Aquino lu Aziz Tommaso (1225-1274) bu gorusu benimseyerek Tanri nin varliginin ispati olarak kullandi: Cansiz nesnelerin sonlarina tesadufen degil, kasitli olarak ulastigi aciktir. Bu nedenle, dogadaki her seyin bir yolu ve bir sonu olmasini buyuran akilli bir varlik mevcuttur. Hatta, 16. yuzyil gibi gec bir tarihte bile buyuk Alman astronomu Kepler (1571-1630), gezegenlerin duyuma sahip olduklarina, zihinleriyle kavradiklari hareket yasalarina bilincli olarak uyduklarina inaniyordu.

Yukardaki kisacik pasajda, bugun bile hararetle tartistigimiz temel sorulari gorebilirsiniz. Aciyorum:

Eger ortada doga yasalari varsa, bir yasa koyucunun olmasi gerekmez mi?
Eger ortada, elma gibi, bocek gibi kompleks bir canli varsa, o zaman, bunlarin ardinda akilli bir varligin, bir zekanin olmasi gerekmez mi?

Oncelikle birinci soruya deginmem gerekmekte. Bu soruya karsi en guzel yaklasimlardan birini Ingiliz felsefeci Bertrand Russell getirmistir. (1872-1970) Russell, ilk olarak 1925 yilinda basilan goreliligin ABC si (ABC of Relativity) isimli calismasinda, Albert Einstein in ozel ve genel gorelilik kuramlarini gercekten sasirtici bir ustalikla, konuya asina olmayanlara aktarir. Eger bu calismayi okumadi iseniz, mutlaka bir yerlerden bulup okumanizi oneririm. Sadece bilimsel ve felsefi bir yapit degil, ayni zamanda bir edebiyat ziyafetidir. Ben defalarca okudum ve her seferinde ayri bir keyif aldim. Russell, calismasina su cumle ile baslar: Herkes Einstein in harika bir sey yaptigini soyler ama hic kimse gercekte ne yaptigini bilmez. Sonra Russell, havadaki bir balonun icinde bulunan ve karanliktan dolayi etrafini goremeyen bir gozlemcinin, icinde bulundugu ortam hakkinda ne tur cikarimlarda bulunabilecegini sorgulamaya baslar. Ozel ve genel gorelilik kuramlarinda zaman, kutle ve hiz arasindaki iliskileri acikladiktan sonra, konunun can damarina gelir. Ortada, bir yasa koyucu tarafindan konulan doga yasalari mi vardir, yoksa bu sadece bizim dogayi algilamamizdan kaynaklanan bir yanilsama midir? Bir baska ifade ile, bizler her gun cesitli ve guclu etkiler, fenomenler gordugumuz icin mi bunlari asla degismeyen, olasi tek gerceklik olarak kabul eder ve sonra bunlarin ardinda bir yasa koyucu aramaya baslariz ?

Bazi felsefi ekoller, insan zihninin aliskanliktan dolayi herhangi bir varolus durumuna adapte oldugunu ve aklin da bu sablon icinde kaliplastigini one surerler. Kalemi havaya atariz ve yere duser, bu kadar basittir. Aslinda biz bunu, orta yerde bir yasa oldugu icin degil, her gun gordugumuz ve o fenomene alistigimiz icin kabul ederiz. Eger, cok farkli yasam kosullarinda yasayan canlilar olsaydik, simdi normal kabul ettigimiz durum anormal olacak, anormal olarak kabul ettigimiz durum ise normal gorunecekti. Bu sorgulamayi yapanlardan biri de, aslinda cok dindar bir insan olan Baruch Spinoza idi.

(1632-1677) Spinoza, insanin kan damarlarinda dolasan bir parazitin kendisini ne tur bir varolussal konum icinde hissedecegini sorguluyordu. Aciktir ki, bizim icin cok onemli olan yercekimi kuvveti, o parazit icin onem tasimayacakti, hatta boyle bir seyin varligindan bile haberi olmayacakti. Parazitin bakis acisindan bazi seylerin etrafta oylece ucusmasi son derece normal kabul edilecekti. (Etrafinizda taslarin, agaclarin, ciceklerin ve bir suru seyin ucustugunu hayal edin.) Kendi icinde bulundugu varolus kosullarindan yola cikan parazit, bizimkinden cok farkli doga yasalarina ulasacak ve bu yasalar onun kendi gerceklikleri olacakti. O zaman bizler, kendi varolus konumumuzdan dolayi gelistirdigimiz yasalari neye dayanarak mutlak gerceklikler olarak goruyorduk? Spinoza tanrisiz bir insan degildi, O na inaniyordu, hatta Tanri nin varligini bir dizi aksiyom yolu ile ispat etmeye calistigi meshur Ethica kitabini bile yazdi. Sorun suydu ki, Spinoza nin tanrisi ile, ayni tanrinin kendini disavurum yolu olan doga birbirlerine cok fazla benzemekteydi ve bu durum Hollanda daki gelenekci Yahudileri rahatsiz etti. Amsterdam Yahudi cemaati tarafindan yargilandi, dinsiz olarak goruldu ve cemaatten aforoz edildi! Bu da inancin ne kadar farkli yorumlanabilecegine bir ornek. Kati ve asla taviz vermeyen bir ateist icin Spinoza koyu bir dindar olarak gorulebilirken, gelenekci dindarlar ise onu dinsiz ve sapkin ilan ediyorlardi!

Eger bir yasa varsa, bunun ardinda bir yasa koyucu olmalidir fikrine karsilik, bizim dogadaki her tur akisi incelerken bunlari yasa olarak yorumladigimiz fikri gelismekteydi. Dogadaki seyler kendilerine deklare edilen belli yasalara uymuyorlardi, onlarin hareketini biz yasa olarak yorumlamaktaydik. Eger hareketleri, ortak olarak gozlemlediklerimizden farkli olsa idi, bu sefer de o hareketleri ayri bir yasa olarak yorumlayacak ve alistigimizdan farkli bir matematik gelistirmek zorunda kalacaktik.

Ikinci soruya gelince: Eger ortada, elma gibi, bocek gibi kompleks bir canli varsa, o zaman, bunlarin ardinda akilli bir varligin, bir zekanin olmasi gerekmez mi? Dahasi, hicbir tasarim yetenegine sahip olmayan ve tamamen dogal gudulerle hareket eden canlilar, kendi iclerindeki tasarimi nasil olusturabilirler ?

Bu sorular, gunumuzde bile farkli dinlere mensup dindarlar tarafindan kullanilan akilli tasarim argumanina gonderme yapar. Aquino lu Aziz Tommaso gibi ruhiyatci dusunurler, ortaya, curutulmesi gercekten de cok zor olan bir arguman koymuslardir. Hristiyan teologlar bunu kisaca soyle aciklarlar.

Diyelim ki ormanda gezinirken, yerde bir kostekli saat buldunuz. Ne dusunursunuz ? Muhtemelen saati birisi orda unutmustur veya dusurmustur. Bir suru farkli ihtimal olabilir. Fakat bir seyi dusunmezsiniz. Tam da saatin bulundugu yerde, topragin veya cesitli maden filizlerinin eridigini, saatin camini olusturacak kadar inceldigini, seffaflastigini, sonra yuvarlak bir gorunum aldigini; bunlarin ardindan akrep, yelkovan, cesitli pimler, disliler ve spirallerin isi ve ruzgarin etkisi ile, birbirlerine mukemmel uyacak bicimde sekillendigini, bunlarin biraraya gelerek tek seferde ve tesadufen birlestiklerini dusunmezsiniz. Bu oylesine uzak bir ihtimaldir ki, gerceklesmesi icin evrenin bilinen yasi bile yetmez. Buraya kadar benim de hicbir itirazim olamaz. Ortada bir tasarim varsa, elbette onun ardinda bir tasarim sureci ve tasarimcilar, imal ediciler bulunacaktir.

Peki, doga gercekten boyle mi islemektedir? Doga, bir tasarimcinin ortaya koydugu sasmaz kurallar cercevesinde mi islemektedir, yoksa tum bunlarin farkli bir aciklamasi olabilir mi? Acaba insan kendisine ait olan tasarim yetenegini dogaya uyarlarken ve dogayi da boyle isliyormus gibi dusunurken insanca bir yanilgi icinde olamaz miydi ?

Bu sorulara daha sonra yeniden donmek uzere, simdilik Ortacaga hakim olan genel dusunce uzerinden ilerliyecegim. Yuzyillar boyunca, bilimsel dusunce ile dinsel dusunce kucak kucaga ilerlediler. Filozoflar, teologlar, doga bilimciler seylerin ardindaki davranis mekanizmalarina ulasiyorlar, fakat bunlari yorumlamakta ciddi gorus ayriliklarina dusuyorlardi. Kitaptan alintiliyorum:

O donemlerde insanla fizik yasalari arasinda net bir ayrim yoktu. M.O. 5. yuzyilda, ornegin, Anaksimandros, her seyin bir ilk cevherden ortaya ciktigini ve yaptiklari kotuluklerin cezasini odemek icin yeniden ona (bu ilk cevhere) geri dondugunu yazmisti. Iyonyali yazar Herakletios a gore Gunes, adalet tanricasi pesinde oldugu icin bu sekilde hareket etmektedir. (...) Bu gelenek, yuzyillar boyunca Yunanlilari izleyen pek cok dusunuru de etkiledi. Doganin yasalarina uyulmasi gerektigi dusuncesi, eskilerin doganin nasil boyle davrandigina degil, nicin boyle davrandigina odaklandiklarini gosteriyor. Antik caglarda kesin olcumler ve matematiksel hesaplamalar yapmak her bakimdan zordu. Aritmetik icin cok ikna edici buldugumuz on rakamli sistem ancak MS 700 lu yillarda, bu konuda dev adimlar atan Hindular sayesinde bulunmustur. Toplama ve cikartma icin kullanilan kisaltmalar icin ise 15. yuzyili beklememiz gerekti. Esittir isareti ve zamani saniyesine kadar olcen saatler 16. yuzyildan once mevcut degildi.

Aristotales, fizik yasalarinin icine bir parca dinsel dusunce katti. Ornegin, onun hareket kuramina gore, agir cisimler agirliklariyla orantili olan sabit bir hizla duserler. Nesnelerin duserken hizlarinin arttigi gercegini aciklamak icin yeni bir ilke icat etti. Dogal durma noktalarina yaklasan nesneler daha bir coskuyla ilerler ve bu yuzden hizlari artar. Bu ilke, gunumuzde cansiz nesnelerden cok bazi insanlar icin daha uygunmus gibi gorunuyor. Aristotales in kuramlari genel olarak cok az ongoru degeri tasisa da insan dusuncesini yakla$ik iki bin yil boyunca egemenligi altina aldi.

Yunanlilari takip eden Hristiyanlar, evrenin onlara ilgisiz kalan doga yasalari tarafindan yonetildigi gorusunu reddettiler. Ayrica insanlarin bu evrenin merkezinde ayricalikli bir yere sahip olmadigi dusuncesini de reddettiler. Ortacagda tutarli bir felsefe sistemi olmasa da genel egilim, evrenin Tanri nin oyun alani oldugu yonundeydi ve dogal fenomenler yerine din uzerine calismak cok daha degerli goruluyordu. (Dr Hawking konuya deginmemis, ben eklemek isterim, din uzerine calismanin sadece teolojik degil siyasal, ekonomik ve sosyal sinif atlama gibi sebepleri de bulunmaktaydi.) 1277 de, Paris Piskoposu Tempier, Papa XXI. Johannes in talimatlari uzerine harekete gecerek 219 maddelik bir lanetlenecek gunahlar veya sapkinliklar listesi yayinladi. Bu sapkinliklar arasinda doga yasalari dusuncesi de vardi. Cunku bu dusunce Tanri nin kadir-i mutlak olusuna aykiriydi. Birkac ay sonra sarayin tavani uzerine coktugunde Papa Johannes in yercekimi yasasi yuzunden olmesi ilginctir.

Doganin yasalari kavrami 17. yuzyilda ortaya cikmistir. Daha once belirttigimiz gibi, fiziksel nesnelere iliskin animist bir goruse sahip olmasina karsin, bu fikri modern bilim anlaminda ilk kavrayan Kepler olmustur. (Burda bir saptama yapmak isterim. Semavi dinlerin teologlari animizmi her ne kadar reddetmis, onu sapkinlik, Tanri ya ortak kosmak gibi gostermis olsalar da, pratikte animist yaklasimlar sergilemislerdir. Yalnizca, bu animizm kilik degistirmis, eski caglarda, bir ruha canliliga sahip oldugu icin davranan seylerin yerine, Tanri ya kavusmak icin veya onun dilegini yerine getirmek icin davranan seyler almistir. Animist inanc, insanligin bilinen en eski inanclarindan biridir.)

Galilei (1564-1642) bilimsel calismalarinda yasa sozcugunu kullanmamistir; buna ragmen pek cok yasanin aciga cikmasini saglamis, bilimin temelinin gozleme dayandigini ve bilimin amacinin da fiziksel fenomenler arasinda varolan nicel iliskilerin arastirilmasi oldugunu savunmustur. (Galilei nin dusunce bicimini merak edenlere, Tubitak bilim yayinlarindan cikan Galileo nun buyrugu kitabindaki nesnelerin dususleri uzerine bir diyalog bolumunu okumalarini tavsiye ederim. Bu uzun diyalogta Galilei acikca doga yasalarindan soz etmez, ama nesnelerin dusus bicimlerini aciklarken kullandigi yontemlerdeki dogal yasalari farketmemek imkansizdir.) Ancak, doga yasalari kavramini bugun anladigimiz haliyle acik ve ayrintili bicimde formule eden ilk kisi Rene Descartes (1596-1650) olmustur.

-devam edecek

Levent ERTURK
LEVENTERTURK1961
https://leventerturk1961.wordpress.com/


Grup eposta komutlari ve adresleri :
Gruba mesaj gondermek icin : ozgur_gundem@yahoogroups.com
Gruba uye olmak icin : ozgur_gundem-subscribe@yahoogroups.com
Gruptan ayrilmak icin : ozgur_gundem-unsubscribe@yahoogroups.com
Grup kurucusuna yazmak icin : ozgur_gundem-owner@yahoogroups.com
Grup Sayfamiz : http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz : http://orajpoyraz.blogspot.com/







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder