4 Aralık 2018 Salı

Bu gün öne çıkan bazı önemli makaleler 2018-12- 3 2

AHMET KILIÇASLAN AYTAR : BUENOS AIRES G20 ZİRVESİ VE R. T. E

Arjantin/ Buenos Aires'te düzenlenen G20 Liderler Zirvesi uluslararası ilişkilerin çok zorlu olduğu bir dönemde yapıldı.

ABD Başkanı Trump Küresel Liberal Sistemi;

Tekellerin ve mali sermayenin egemenliğinin kurulması için sermaye ihracının bolca yapıldığı

Dünyanın uluslararası tröstler arasında paylaşıldığı tüm toprakların en büyük kapitalist güçler arasında bölüşümünün tamamlandığı bir durumdan

Yeni bir emperyalist çağa geçirmenin kararlılığındaydı...

*

Amerikalıların çıkarlarına hizmet etmeyen ama çıkarlarını azami düzeyde tutmak için ABD'nin imkanlarını araçsallaştıran

Gelişmiş ve istikrarlı ülkeler ile emperyal küreselleşmeyle henüz bütünleşmemiş istikrarsız devletlerin

ABD ekonomisine yeniden yatırım yapmasını sağlamak üzere

ABD'yi uluslararası ticaret anlaşmalarından geri çekiyor eski düzeni belirleyen hükümetlerarası yapıları tasfiye ediyordu.

*

Başta Çin ekonomik büyümesi ve askeri gelişimiyle uluslararası politikanın güçlü bir oyuncusu olmuştu.

Ya da Çin yükselirken ABD'nin düşüşte olduğu bir süreçten geçiliyordu...

İki ülke de birbirleriyle çatışan stratejik zorunluluklara sahiptiler.

Bir başka perspektifte ABD Çin'e Güney Çin Denizi'nde bir askeri saldırıya geçmek yerine Ticaret Savaşı açmış

Ticaret savaşını giderek küresel boyutta genişletirken dünyaya yeni bir ayar çekiyordu...

*

Başkan Trump üstelik kollektif eylemlere karşı muhalefetiyle iklim tehdidine karşı koymak için giderek artan acil uyarılara karşı çıkıyor

Ama iklim değişikliği konusundaki muğlak duruş çeşitli ihtilaflara neden oluyordu.

*

Aynı zamanda Rusya- Ukrayna krizi ve Suudi Arabistan ile ilişkileri kuşatan gerginlikler

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un Trump'a karşı bir Avrupa cephesi oluşturma girişimleri

Ortadoğu ve Doğu Akdeniz sorunları ve daha nicesi uluslararası ilişkileri zorluyordu...

*

Buenos Aires G20 Zirvesi bu çerçevede Başkan Trump'ın nce Amerika" ilkesi doğrultusunda bir zaferiyle başladı.

Trump Kanada Başbakanı J. Trudeau ve Meksika Devlet Başkanı E. Pena Nieto ile birlikte

Kuzey Amerika serbest ticaret anlaşması NAFTA yerine geçecek yaklaşık 1.2 dolarlık ticareti ilgilendiren ABD-Meksika-Kanada Anlaşmasının (USMCA) imzaladı.

Yine de G20' de yapılacak zorlu görüşmeler daha başka yol gösterici temel ilkelere ihtiyaç gösteriyordu...

*

Trump zirveden önce ithal otomobillere daha fazla gümrük vergisi uygulayabileceğini ima etti.

Bu Çin ile ticaret savaşının genişlemesi çok taraflılık ve serbest ticaret için daha büyük zorlukların oluşması anlamındaydı.

Küresel farklılıkların kısıtlanıp kısıtlanamayacağı ve bunun G20 zirvesinin sonunda ortak bildiride yer alıp almayacağı endişesi oluştu.

Gözler Trump'ın Çin Cumhurbaşkanı Xi Jinping ile yapacağı görüşmeye çevrildi.

*

Çin Cumhurbaşkanı Xi Jinping zirve konuşmasında

Küresel ekonomide çeşitli risklerin hızla geliştiğini

Teknolojik devrim ve yeni sanayi dönüşümünün köklü değişimleri tetiklediğine zenginlik uçurumunun sosyal çelişkileri derinleştirdiğine işaret etti.

Dünya ekonomisinin bir başka tarihsel tercihle karşı karşıya olduğunu vurguladı...

*

Açıklık ve işbirliğine bağlı kalınması ve çok taraflı ticaret sisteminin desteklenmesi

Güçlü bir ortaklık kurularak makro politika koordinasyonunun geliştirilmesi

Yeniliğe bağlı kalmanın ve büyüme için yeni bir ivmenin oluşturulması

Kapsayıcı küresel gelişmenin teşvik edilmesi için kazan-kazan işbirliği yapılması ilkelerine bağlılığın esas alınmasını istedi...

*

Nihayet ABD ve Çin mali piyasaları sarsan dünya ekonomik büyümesini tehdit eden ticaret anlaşmazlıklarında 90 günlük bir ateşkese ulaştı....

Her iki taraf mevcut tarifeleri daha da yükseltmeden ve diğer ürünlere yeni tarifeler getirmeden ticaret kısıtlayıcı önlemlerin artmasını engellemeye karar verdi.

Karşılıklı saygı eşitlik ve yarar temelinde meseleleri ele almak için derhal çaba göstermeyi kabul ettiler...

Beyaz Saray Çin'in Amerika'nın büyük ticaret açığını azaltmaya yönelik çok önemli miktarda tarım enerji sanayi ve diğer ürünleri satın almayı kabul ettiğini açıkladı.

Şimdi iki ülkenin Pekin'in teknoloji politikaları üzerindeki farklılıklarını çözmek için 90 günü bulunuyor.

Aksi taktirde ABD'deki gümrük vergisi artışı Çin'de 200 milyar dolarlık ithalatta etkili olacaktır...

*

Böylece Başkan Trump USMCA anlaşmasından sonra müzakere taktiklerinde ikinci bir zafer daha kazandı.

Çin'e verdiği önemli ekonomik imtiyazlar karşılığında ABD' nin önemli önceliklerine dair Çin taahhüdünü güvence altına aldı...

O sırada Çin'in bölgesel hegemonyasıyla mücadelede ortak bir amaç geliştirmek için Japon Başbakanı S. Abe ve Hindistan Başbakanı N. Modi'le de görüştü...

*

Trump Zirve'de Rusya-Ukrayna krizi bahanesiyle Devlet Başkanı V. Putin ile yapacağı görüşmeyi iptal etti.

Aslında Moskova'da bir gökdelen inşa etmek üzere Trump adına müzakere ettiğini kabul eden eski avukatı Michael Cohen'in

Trump'ın Rusya ile kapsamlı belgeli ilişkilere sahip olduğu ve Amerikan halkına yalan söylediği ithamından dolayı

Bir çok sorunu birlikte çözmesi gereken Putin ile görüşmeden kaçındı barış için bir fırsatı yok saydı.

*

Buenos Aires G20 Zirvesi çok taraflılığı yüzyılın yaşam çizgisi olarak savunur gibi bir intiba yarattı.

Ama esasen ABD' nin bir çok konuda ve küresel boyutta dünyaya yeni bir ayar verme ısrarını sürdürdüğünü gösterdi.

*

Nitekim 31 maddeden oluşan ve ağırlıklı olarak uluslararası ekonomik düzene vurgu yapılan Zirve Sonuç Bildirge'sinde;

Kurallara bağlı bir uluslararası düzene

ABD'nin itirazlarına rağmen Paris İklim Anlaşması'nın aynen uygulanmasına

Dünya Ticaret Örgütü'nün reforme edilmesine vurgu yapıldı...

*

Suriye ve Doğu Akdeniz bölgesinin jeopolitiği birlikte anıldığı şu sırada Erdoğan'da G20 Zirvesi'nde binbir yoldan ABD Başkanı Trump ile görüşmeyi başardı.

Erdoğan Suriye'deki askeri varlığını;

Suudi Arabistan ve BAE gibi Sünni Arap bloğu ile yakınlaşmak:

İŞİD ve İran milisleri ve güçlerine karşı terörle mücadele etmek :

Fransa ve İngiltere ile birlikte Kuzey Suriye'ye oluşturulan koridorda hidrokarbon kaynaklarını uluslararası firmaları üzerinden Suriye'de merkez hükümete bağlı Kürt tabanı üzerinden uluslararası hukuk garantisinde bir şirketler devleti oluşturmak:

Suriye'nin yeniden inşasından pay almak çabasını sürdürmek:

İsrail hava kuvvetlerini engelleyen Rus füzelerine karşı savunmacı bir duruş sergilemek:

Gerektiğinde Suriye ile ilgili kararlarda Rusya'nın önderliğini reddetmek

Doğu Akdeniz hidrokarbonları bölgesine nezaret görevinde olmak nedenleriyle tutan Başkan Trump'tan;

*

Türkiye'nin Mümbiç'i terörden temizlemesi icazetini istedi ve Halbank konusunda Türkiye lehine bir karar ile Fethullah Gülen'in Türkiye'ye verilmesini talep etti.

Başkan Trump bu konularda Erdoğan'a asla meşruiyet tanımayan havasındaydı ve sadece bir kez daha dinledi.

Çünkü Erdoğan görüşmeden sonra midimi kaybetmek istemiyorum" dedi...

Uçan Sarayı'na bindi ve Paraguay'a uçtu sonra ver elini Venezuella!...

3.12. 2018

Ahmet Kılıçaslan AYTAR

ahmetkilicaslanaytar@gmail.com

================================

PROF. DR. AHMET VEFİK ALP : 'ISLAM'IN KUTSAL EMANETİ ISTANBUL'A MÜSLÜMANLAR İHANET ETMİŞTİR. …!'

. İmparator Justinianos (527-565) tarafından Miletli mimar İsidoros ile Aydınlı Anthemios'a çizdirlen. Hırisityanlığın başmabedi Ayasofya'nın açılış günü İmparator'un mabedin içine girip "Tanrım bana böyle bir ibadet yeri yapabilme fırsatı sağladığın için şükürler olsun Kudüs'teki Hz. Süleyman Mabedi'ni kastederek "Ey Süleyman seni geçtim…!" diye bağırdığı yazılır.

Fatih Sultan Mehmed Han 1453 yılında Hıristiyan Kostantiniye yi nihayet fethetmiş ve Islam Alemi'ne bahşetmiştir. Tarihte Orta Çağ dan Yeni Çağ'a geçişi getiren olaylardan biridir. Osmanlı bu şehr-i muhteşem'i Islam mimarisiyle işlemiş ve süslemiş Büyük Usta Mimar Sinan'ın ve öğrencilerinin Aya Sofya yı aşan muazzam tasarımlarıyla Islam'ın en ihtişamlı odağı haline getirmiştir.

Istanbul'u önce Gecekondular sonra Gündüzkondular bitirdi…

Cumhuriyet ten itibaren Istanbul korunmuş yeni eserlerle bezenmiş ve zarafet içinde varlığını sürdürmüştür.

Gecekondular 1960 larda Istanbul çeperlerini işgal etmeye başlamıştır. Gerçi bu yıllarda global ölçekte de 'kırdan kente göç' başladıysa da Istanbul bu süreçte en büyük yarayı alan yerleşimdir. Yönetimler oy kaygısıyla sessiz kalmış fabrikatör fabrikasının hemen yanında illegal konuşlanan işgücünden memnun olmuştur. Istanbul'un %70 i kaçak yapılaşma noktasına gelmiştir.

Istanbul'a ölümcül darbe ise yerel ve merkezi yönetimlerin rantsal betonlaşmaya ve gökdelenlere yol vermesi ve her boş alan ve kıyılara ayrıcalıklı imar hakkı tahsis etmesiyle gelmiş son akciğerler kuzey ormanlarına girilmesiyle de gidişat ihanete dönüşmüştür. 3. Köprü ve 3. Havalimanı gibi güzel projeler yanlış yer seçimleri nedeniyle ekolojik dengeye zarar vereceklerdir. Kanal Istanbul iddialı ve cesur bir projedir ancak Istanbul için akıllara zarar bir girişimdir. Deprem riski altında kıvranan Kent artık bir insanı daha taşıyamayacak bir aracı dahi alamayacak durumda iken çevresel etkileri tartışmalı kıyısında 30 devasa yerleşim ve onlarca köprü ile bezenecek bu proje ile yeni nüfus çekilmeyecek midir. ?

Ege kıyılarındaki turistik beldelerimizde de durum aynıdır. Şimdi ise Mavi Yolculuk koylarına göz dikilmiştir.

Güney kıyısını Gebze'den Tekirdağ'a betonladığımız TEM Çevre Otoyolu ile gelen yapılaşma ile ortasını doldurduğumuz bu Şehrin en azından kuzeyi yeşil kalmalıydı ki çocuklarımız torunlarımız susuzluktan havasızlıktan kavrulmasın başlarına taş dolular yağmasın yağmur yağınca yollarda boğulmasınlar.

Sn. Cumhurbaşkan'ımız 'Istanbul'a ihanet ettik' derlerken haklıdırlar. Suudlular İslam ın diğer emaneti Mekke de Osmanlı kalesi Ecyad ı zengin hacılara

rezidanslar yapmak için yıkarken horozlanan bizler Müslümanlığın odağı muhteşem Istanbul' u tahrip ediyoruz. Acı olan şudur ki Islam'ın ve insanlığın kutsal emaneti olarak titizlikle muhafaza etmemiz gereken Istanbul'a ihaneti Müslümanlar

yapmıştır ve yapmaya devam etmektedirler. Islam Alemi'nin medar-ı iftiharı tarih ve doğayla bezenmiş Istanbul artık kimliğini yitirmekte özelliğini kaybetmektedir.

Ulaşım zaten bitik caddeler haydut sürücüler silahlı magandalar ve dilenciler ile dolu yola çıkmak için sinir ve cesaret hapları almak lazım. Benzin fiyatına hiç girmeyelim ancak lüks arabalar ibadullah. Ülke ekonomisi kent ve inşaat rantı ile dönüyor ancak bu durum sürdürülebilir değildir.

Nerede o 3 imparatorluğa başkentlik etmiş Istanbul nerede o Sinan ın muhteşem eserlerinin süslediği 7 tepe nerede o Boğaziçi ni bezeyen güzelim korular köşkler kasırlar o nefes kesen siluet ?…Hepsi bir bir ezildi yok edildi gözümüzün önünde. Istanbul 'un sıradan bir şehirden ne farkı kaldı ey Dostlar ?

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı 'Yanlış yaptık depremde faturayı ödeyeceğiz' demektedir: Ancak en sakat plan ve projeler aynı Bakanlık onaylanmaya devam etmektedir. Tüm boş alanlar ve sahiller dolmuş temiz su ve yeşil tükenmektedir.

Yıllardır Büyükşehir Belediye Meclisi'nin ana işlevi binlerce ayrıcalıklı imar planı onamak oldu ve bu durum aynı hızla devam ediyor.

Yönetimler Istanbul'u katletti bizlerde alkışladık oy verdik seçtik. Suçun yarısından fazlası bizim. Halbuki bu şehir Dünya kültürünün bir parçasıdır Nasıl çarpık ve çirkin yapılaşmanın faturası bugün deprem nedeniyle önümüze geliyorsa bu rantsal betonlaşma ve kentsel yağmanın faturası da gelecek nesillerimizin önüne acı bir bicimde çıkacaktır.

Şehirler toplumların aynasıdır. Hırsızın çaldığı elektriği dürüst insana ödeten bir toplumdan Istanbul'un kıymetini bilmesini beklemek abesle iştigaldir.

================================

TEVFİK DİKER : ÖNEMLİ BİLGİ

Uyanın...

Emine Erdoğan ve peşinden bir çok Akp li "90 yıllık reklam arası bitti" dedi pek kaale almadık veya umursamadık. .

Ayhan Ogan adında bir şaklaban "Erdoğan liderliğinde yeni bir Devlet kuruluyor" diye bir söz sarf etti sosyal medya da biraz estik gürledik ve konu kapandı. .

Meğer kapanmamış. . !

24 Haziran seçimleri öncesi bir iftar yemeğinde RT Erdoğan Akp li vekillere "26. Hükümet 2. Kurucu Meclistir" dedi bir çoğumuz belki de bu cümlenin manasını dahi anlayamadık. .

Ve 24 Haziran seçimlerinde Türkiye yi Erdoğan a teslim ettik. .

Önümüzde yerel seçimler var. Hayati önem arz ediyor. Neden hayati önem arz ettiğini anlayabilmek için 57. Hükümet dönemi iktidar ortakları ANAP-MHP ve DSP nin İmzaladığı AKP ve CHP nin Meclisten geçirdiği İkiz Yasalar var onu bilmek gerek. Bilmeyenler araştırsınlar veya bize sorsunlar ne olduğunu anlatalım. .

İkiz Yasalar:

1: Bütün halklar kendi kendini yönetim hakkına sahiptir. .

2: Bütün halklar kendi doğal zenginliklerini kullanım hakkına sahiptir. .

3: Taraflar bu anlaşmaya uymak zorundadır. .

İkiz Yasaların uygulanabilmesi ve Türkiye nin özerk Devletlere bölünebilmesi için bazı yükümlülüklerin yerine getirilmesi gerekliydi. .

Neydi bunlar?

Bölge istinaf mahkemeleri. .

Büyükşehir yasası. .

Uluslarası tahkim komisyonu. .

Şehir hastaneleri. .

Bölge kalkınma ajansları. .

Başkanlık sistemi. .

Vatandaşlık tanımının kaldırılması. .

Anayasadan vatandaşlık tanımının kaldırılması hariç tüm şartlar yerine getirildi. Hatırlarsanız Muhsin Yazıcıoğlu "Afyon da vermiş olduğunuz sözleri imzalamış olduğunuz anlaşmayı açıklayacağım" dedikten sonra öldürüldü. İşte Afyon da emperyallere verilen sözlerden bazıları bunlar. .

Sadede gelelim. .

Önümüzde yerel seçimler var hayati önem arz ediyor demiştik. Yerel seçimler öncesi olanlara bakalım. .

Akp li vekil Ravza Kavakçı Almanya ziyaretinde federal sistem hakkında fikir alış verişinde bulunuyor yandaş gazete yazarı tetikçi kalemşör Salih Tuna "Akp ve mhp oy kaybederse iç savaş çıkar" diye tehdit ediyor. .

Ve bay Bahçeli Cumhur ittifakının devam ettiğini 3 Büyükşehir de aday çıkarmayacağını akp yi destekleyeceklerini ilan ediyor. .

Türkiye yi eyalet sistemi adı altında özerk devletlere bölebilmeleri için yerel seçimlerde özellikle ve öncelikle 30 Büyükşehir Belediyesini almak zorundalar. Büyükşehir Belediyelerini alınca Yeni Federe Osmanlı İslam Devletini kurabilmeleri için tek adımları kalıyor Anayasadan vatandaşlık tanımını kaldırmak. .

Onuda bir KHK ile hallederler. .

Diyorum ki;

Cumhuriyeti Türklüğü ATATÜRK'ü yok etmek istiyorlar. Her şey gözümüzün önünde cereyan ederken bunların hain planlarına müsaade edemeyiz. .

Korkunun ecele faydası yok. . !

Varol Esen

***

Atatürkçü Hareket

Bu metni önemseyerek paylaşmıştır.

Tevfik Diker

================================

CIA'DAN KAŞIKÇI CİNAYETİ DEĞERLENDİRMESİ

ABD Merkezi Haberalma Teşkilatı (CIA) Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman'ın Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı'nın öldürüldüğü sıralarda gazeteciyi infaz eden ekibi denetleyen danışmanına gönderdiği belirtilen 11 mesajın içinde "öldürme emrini vermiş olabileceği" değerlendirmesinde bulundu.

Wall Street Journal'ın CIA'nın gizli bir değerlendirmesine dayandırdığı haberinde Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Salman Kaşıkçı'nın ekim ayında ölümünden önceki ve sonraki saatlerde cinayeti işleyen ekibi denetleyen çok yakın bir danışmanına en az 11 mesaj gönderdiği ve bu mesajlar arasında "muhtemelen öldürme emrini" vermiş olabileceği ileri sürüldü.

CIA'nın değerlendirmesinde Suudi Prens'in ayrıca Ağustos 2017'de yakınındaki isimlere Kaşıkçı'yı Suudi Arabistan'a dönmeye ikna etme çabalarının başarılı olmaması halinde "Onu Suudi Arabistan'ın dışında (yurt dışında) yemleyip bir şeyler ayarlayabiliriz. " dediği iddia edilerek Veliaht Prens'in Kaşıkçı planından önceden haberdar olduğu çıkarımı yapıldı.

"Ekibin İstanbul'daki lideriyle doğrudan iletişim halindeydi"

CIA belgesine göre Prens Muhammed tarafından elektronik mesajlar Suud el-Kahtani'ye gönderildi.

Kahtani'nin Kaşıkçı'yı öldüren 15 kişilik ekibi denetlediği ve aynı zamanda da ekibin İstanbul'daki lideriyle doğrudan iletişim halinde olduğu öne sürülen belgede Muhammed bin Selman ile Kahtani arasındaki mesajların içeriğinin bilinmediği belirtildi. Belgede mesajların hangi biçimde gönderildiği bilgisi de paylaşılmadı.

CIA tarafından yapılan bu son derece gizli değerlendirmede Kaşıkçı'yı öldürmek için gönderilen Suudi ekibin Prens Muhammed'in Kraliyet Muhafızlarındaki en üst güvenlik birimlerince ve Kahtani'nin başında olduğu Suudi Kraliyeti'nin basın işlerinin yürütüldüğü birim içinde toplandığı ifade edildi. Belgede söz konusu ekibin Muhammed bin Salman'ın izni olmadan operasyonu yürütmesinin çok muhtemel olmadığı yorumunda bulunuldu.

2015'ten bu yana Prens Muhammed bin Salman'ın "Kahtani ve Basın İşleri ve Araştırma Merkezine (CSMARC) muhaliflerini yurt içinde ve yurt dışında "bazen şiddete başvurarak hedef almalarını emrettiğinin" ileri sürüldüğü belgede Kahtani'nin "2015'te diğer hassas operasyonları sürdürürken Veliaht Prens'in iznini açıkça talep ettiği" aktarıldı.

Suud el-Kahtani özellikle Veliaht Prens'in göreve gelmesiyle oluşan Suudi Arabistan'ın yeni politikalarını benimseyen önemli kişilerden biri olarak biliniyor.

Bir CIA sözcüsü rapor hakkında yorum yapmayı reddederken bir Beyaz Saray yetkilisi de Beyaz Saray'ın istihbarat konularında yorum yapmadığını söyledi. Suudi Arabistan Büyükelçiliği ve Kahtani'den de konuya ilişkin yorum yapılmadı.

17 Suudi hakkında yaptırım kararı almışlardı

ABD yönetimi Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı'nın öldürülmesiyle bağlantılı oldukları gerekçesiyle Suudi Veliaht Prens Muhammed Bin Selman'ın eski başdanışmanı Suud el-Kahtani ve Suudi Arabistan'ın İstanbul Başkonsolosu Muhammed el-Katibi'nin de aralarında bulunduğu 17 Suudi hakkında yaptırım kararı almıştı.

Washington Post gazetesinin haberinde CIA'in gazeteci Cemal Kaşıkçı'nın öldürülmesi emrini Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman'ın verdiği sonucuna ulaştığı iddia edilmişti. Bin Selman'ın Kaşıkçı cinayeti konusunda önceden bilgi sahibi olduğu yönündeki iddiaları "hararetli bir şekilde" reddettiğini dile getiren ABD Başkanı Donald Trump ise "Belki (Muhammed bin Selman) biliyordu belki de bilmiyordu. " şeklinde yorum yapmıştı.

Suudi Arabistan Başsavcılığı Sözcüsü Şelan eşelan Kaşıkçı'yı öldüren ekibi kurma emrini eski İstihbarat Başkan Yardımcısı Ahmed el-Asiri'nin verdiğini öldürme emrinin ise ekibin başkanı tarafından verildiğini söylemişti. Şelan "Kaşıkçı'nın öldürülmesi olayında 5 kişinin idamı istendi. " ifadesini kullanmış ayrıca cinayetle ilgili 21 şüpheliden 11'ine suç isnat edilerek dava dosyasının mahkemeye gönderildiğini belirtmişti.

Suudi Arabistan'ın 15 kişilik bir ekip göndermesine dair Şelan ekibin Kaşıkçı'yı ülkeye dönme konusunda ikna için gönderildiğini ve bu nedenle ekip oluşturulduğunu savunmuştu.

Diğer yandan Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdulaziz Al Suud gazeteci Cemal Kaşıkçı'nın ülkesinin İstanbul'daki başkonsolosluk binasında öldürülmesi üzerine üst düzey 5 kişiyi görevden aldırmıştı. Bu kişiler arasında daha önce Veliaht Prens Muhammed bin Selman'ın danışmanlığını yapan Suud Kahtani ismi öne çıkmıştı.

Öte yandan Kaşıkçı'nın öldürülmesi sonrası görevden alınan Kahtani'nin Suudi katillerle internet üzerinden Skype aracılığıyla iletişim halinde olduğu iddia edilmişti. Suudi Arabistan istihbaratıyla irtibatlı olduğu belirtilen kaynaklardan birinin Kahtani'nin Kaşıkçı'nın konsolosluk binasında tutulduğu odaya kamera aracılığıyla bağlandığını söylediği ve bu bağlantı esnasında Kahtani'nin Kaşıkçı'yı aşağılamaya başladığı ve hakaretler ettiği de iddialar arasında yer almıştı.

================================

ALİCAN TAYLA : SARI YELEKLER HAREKETİ - BU FRANSA HANGİ FRANSA?

30.11.2018

"Aptallar sürüsü" "beş para etmezler" "zontalar"... Bu pek nazik sözler göçmen kökenli banliyölü gençlerin içinde yaşadığı trajik şiddet ortamını müthiş bir sinemasal dille anlatan 1995 yapımı La Haine (Protesto) filminin yönetmeni Mathieu Kassovitz'in twitter'da Sarı Yelekler'e saydırmalarından birkaç örnek. Kassovitz'i nasıl bilirdik? Bazen tutarsızlıkları olsa da başta Fransa'da olmak üzere daima siyasetin elitleşmesini eleştirmiş muhalif ve sözünü sakınmayan bir sinemacı. Peki Kassovitz'in ve daha birçok "ünlü solcunun" böyle bir hınçla horladığı Sarı Yelekler kim? Ne istiyorlar? Ve daha önemlisi bu horgörünün sebebi ne?

"Yüksek görünürlük yeleği": akaryakıt zammının tetiklediği ve Fransa'yı yaklaşık bir aydır kasıp kavuran kitlesel başkaldırı hareketiyle özdeşleşen ve her arabada bulunması yasal zorunluluk olan fosforlu sarı yeleklerin resmî adı bu.

Hiçbir koşulda sesini çıkarmayıp işine bakmasına alışılmış daima eski kafalı bencil ırkçı ve cahil olarak yaftalanan taşralı Fransızlar sonunda seslerini duyurmak ve varlıklarını hatırlatmak için herhalde daha iyi bir simge seçemezdi. Tek tük yol kapama eylemleriyle başlayan dalga en ufak bir kurumsal örgütlenme olmaksızın kısa sürede Fransa geneline yayıldı 17 ve 24 Kasım Cumartesi günleri yüzbinlerce kişinin katılımı ve birçok yerde polisle çıkan çatışmalarla tüm dünyanın dikkatini çekti.

Olaylar sırasında panikleyen bir sürücünün çarptığı bir gösterici ve Sarı Yelekler'in kurduğu barikatı aşmaya çalışırken kaza yapan bir motosiklet sürücüsü hayatını kaybetti polisle yaşanan şiddetli çatışmalarda yüzlerce kişi yaralandı ve gözaltına alındı. Fransa'da tepkiler özellikle sol içinde ciddi bir bölünme yarattı. Sağlam bir muhalif ideolojiye yaslanmayan ekolojik endişeleri hiçe sayar gözüken içlerinde aşırı sağ sempatizanları homofobik muhafazakârlar barındıran ama aslında Macron ultra-neoliberalizmine başkaldıran bu halk hareketini nasıl ele almalı?

Sarı Yelekler hareketinin özü büyük ölçüde taşralı ortalama kırk yaşlarında yaklaşık asgari ücretli bir işe sahip Fransa'daki eski bir tabirle "aşağı Fransa" halkı.

Kimisi tepeden bakmaya devam ederken kısa sürede Sarı Yelekler'e verilen destek büyüdü. Gelinen noktada tüm karşılıklı güvensizliğe rağmen sendikalar ve siyasi partiler hareketle diyalog kurmanın ve buluşmanın yollarını arıyor. Olaylar başlamadan önce dahi Fransa tarihinin en düşük memnuniyet oranına sahip Emmanuel Macron iktidarı belki de en beklemediği çünkü en umursamadığı yerden gelen bu büyük tehdide nasıl karşılık vereceğini bilemiyor.

Bardak taşma noktasına nasıl geldi?

Akaryakıt fiyatlarına yapılan zammın bardağı taşıran son damla etkisi yarattığı bunun üzerine halkın bir kısmının her arabada bulunması zorunlu fosforlu sarı güvenlik yeleklerini üzerlerine geçirip arkalarında hiçbir siyasal veya sendikal örgütlenme olmadan ve kısa sürede tüm Fransa'ya yayılan eylemler başlattığı artık bütün dünyanın malûmu. Buna rağmen "kim bu Sarı Yelekler" sorusunun cevabı hep muğlak kalıyor. Zira bunun için önce bağlama sonra da kim olmadıklarına yakından bakmak gerekiyor.

Önce bağlam. Sarı Yelekleri açıklarken hemen herkesin akaryakıt zammı için "bardağı taşıran son damla" ifadesini kullandığını gördük fakat nedense bardağın niçin zaten taşmak üzere olduğunun izahına özellikle ana-akım Fransız medyasında pek rastlanmıyor.

Öncelikle öfke dalgasının esas hedefinde bulunan Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un bir buçuk yıl önce hangi koşullarda iktidara geldiğini hatırlamakta fayda var. Fransa'da daima iki partiyi öne çıkaran sistemin demirbaşları olan merkez sol (Sosyalist Parti) ve merkez sağ (Cumhuriyetçiler) partilerin tarihi bir hezimete uğrayacağı kampanyanın daha başında anlaşılmış soldan Jean-Luc Mélenchon'un liderliğindeki Boyun Eğmeyen Fransa [La France insoumise – FI] aşırı sağdan da Marine Le Pen'in Milliyetçi Cephesi birçok ankette bu iki merkez partinin önüne geçmişti.

Eylemlere katılan kitlenin arasında aşırı sağ sempatizanları da bulunuyor bazı durumlarda homofobik sloganlara rastlanıyor. İktidar ve ana-akım medya bu unsurların üzerinde çok durmuş olsa da bunların hareketin tamamına yayılmadığını ne özünü ne de genelini temsil ettiğini aslında herkes biliyor.

1980'lerden beri böyle bir "tehditle" karşılaşmamış Fransız neoliberalizminin bir kurtarıcıya ihtiyacı vardı. Bu kurtarıcı rolü Emmanuel Macron'a bahşedildi. Fransa tarihinin en düşük memnuniyet oranına sahip François Hollande iktidarının ekonomi bakanı olduğu ondan önce ünlü Rothschild Bankası'nda ortak olarak çalıştığı unutulmuşçasına bir "kopuş" sembolü olarak ("ne solcuyum ne sağcı") ama aslında mevcut düzeni koruma misyonuyla cumhurbaşkanlığı yarışına sokuldu.

Kökeninde bu yenilir yutulur olmayan paradoks yatmasına rağmen neredeyse tüm ana-akım medyanın ve büyük şirket patronlarının desteğini alan Macron yüzde 77 katılım oranı olan ilk turda oyların yüzde 24'ünü alarak ikinci tura kaldı. Karşısında ilk turda Mélenchon'u burun farkıyla geçen ırkçı Marine Le Pen'i bulan Macron "cumhuriyet değerlerine" sahip çıkmak ve Le Pen'e baraj oluşturmak için çok farklı kesimlerin birleşmesiyle ikinci turu oyların yüzde 60'ını alarak kazandı. Başka bir deyişle Fransız seçmenin yaklaşık yüzde 82'si ilk turda Macron'a ve temsil ettiği programa oy vermemiş ikinci turdaysa büyük çoğunluğu mecburiyetten desteklemişti.

Buna rağmen Macron arkasında kitlesel bir destek varmışçasına üstelik birçok durumda parlamenter tartışmaları devre dışı bırakmak için kararnameler yoluyla bir dizi ultra-neoliberal düzenlemeyi kısa sürede devreye soktu. Türkiye'de de gayet iyi bildiğimiz bu yönteme Macron gibi sayısal çoğunluğu kazanamadan ABD başkanı seçilen Donald Trump da birçok kez başvurdu. Meclis dengelerinin aslında tam olarak sağlamadığı meşruiyeti olağanüstü yöntemler yaratarak adeta muhalefetsiz bir şekilde yönetmeyi mümkün kılan bu yol liberal demokrasilerde oldukça işlevsel bir eğilim haline geldi.

Servet vergisine son işten çıkarmalara tam yol

Söz konusu düzenlemeler arasında en öne çıkanlar Fransa'nın en varlıklı kesimini kapsayan servet vergisinin kaldırılması ve temelde çalışanların işten çıkarılmalarını kolaylaştıran iş yasası oldu. İktidarın bu ultra-neoliberal icraatlarına ilaveten muhalif medyanın Roma'da tanrıların efendisi olan Jüpiter lâkabını taktığı Emmanuel Macron'un benzeri görülmemiş kibri ve alt sınıflara karşı küstah tavırları da bardağı dolduran etkenlerden.

Bir gezi sırasında işsizlikten yakınan bir gence u sokakta karşıya geçsem size iş bulurum!" demesi (meali: Fransa'da yüzde 10 oranındaki işsiz nüfusun çoğunluğu aslında çalışmak istemediği için işsiz) ekonomi bakanıyken grevdeki bir sendika işçisine "Üzerinizdeki tişörtle beni sindiremezsiniz çalışırsanız sizin de takım elbiseniz olur" diye nasihat vermesi… İş kanunundaki değişikliklere karşı gösteriler hakkında konuşurken "tembellere siniklere ve aşırılıklara" boyun eğmeyeceğini ilan etmesi Paris-Rennes tren hattının açılışında yaptığı konuşmada "tren garları hem başarılı insanların hem de hayatta bir hiç olanların karşılaştığı yerdir" demesi… Danimarka'daki bir konuşmasında Fransız halkını "değişimi kabullenemeyen Galyalılara" benzetmesi ve dahası...

İktidarın ultra-neoliberal icraatlarına ilaveten muhalif medyanın Roma'da tanrıların efendisi olan Jüpiter lâkabını taktığı Macron'un benzeri görülmemiş kibri ve alt sınıflara karşı küstah tavırları da bardağı dolduran etkenlerden.

Tüm bu cümleler ana-akım medyada birer anekdot olarak ele alındı muhalif sol kesimlerde dahi pek üzerinde durulmadan prensip olarak eleştirildi. Fakat bu ifadelerin doğrudan haysiyetini zedelediği onurunu kırdığı insanlara hiç söz verilmedi. Sarı Yelekler hareketi tam da bu kesimin içinden doğdu.

Valiliğin Sarı Yelekler'in Champs-Elysées Caddesi'nde yürüyüş talebini reddetmesi çatışmalara yol açtı.

Sarı Yelekler kim değil?

Buradan hareketle en azından başlangıç noktasında Sarı Yelekler'in kim olmadıklarını anlamak nispeten kolaylaşıyor: Büyük şehirli eğitim düzeyi yüksek üst-orta sınıf oyları büyük ölçüde Jean-Luc Mélenchon'un FI'si Sosyalist Parti'nin sol kanadı ve Yeşiller arasında dağılan kısaca "elitist" diyebileceğimiz sol değil. Aksine (hepsi Kassovitz'in düzeyinde olmamakla beraber) Sarı Yelekler'e en sert eleştirilerin de bu gruba dahil insanlardan geldiğini görüyoruz.

Bunun sebepleri arasında tabii ki eylemlere katılan kitlenin arasında aşırı sağ sempatizanlarının da bulunması bazı durumlarda homofobik sloganlara rastlanması var. Her ne kadar iktidar ve ana-akım medyanın bir kısmı bu unsurların üzerinde çok durmuş olsa da bunların hareketin tamamına yayılmadığını ne özünü ne de genelini temsil ettiğini aslında herkes biliyor.

Nispeten elitist sol kesimin Sarı Yelekler'i hor görmese dahi neden bu kadar mesafeli durduğunu yine en güzel Mathieu Kassovitz'in bir başka tweet'i özetliyor: "Gülünçsünüz çünkü mücadeleniz sapına kadar burjuva ve hiçbir anlamı yok. " Yani başka bir deyişle "diğer bütün olan bitene sesinizi çıkarmadınız şimdi sizin cebinize dokununca isyan ediyorsunuz".

Sarı Yelekler hareketi önemli bir sosyo-ekonomik gerilemeye işaret ediyor: Prekarya kavramı artık sözleşme güvencesi olan kalıcı işlere sahip ortalama asgari ücretle düzenli maaş alan sınıfı da kapsamaya başladı.

Benzer şekilde aynı kesimden birçok kişiyse öfkenin sebebini anladıklarını söylemelerine rağmen hareketi ve eylemlerini kınamayı sürdürüyordu. Cezayir asıllı Fransız gazeteci Mohamed Sifaoui'nin yüzlerce kez paylaşılan tweet'i bu bakışı gayet iyi özetliyor: "Eğer sorunları olan herkes (işsizler vergi mağdurları alım gücü düşenler fakirler evsizler...) ayaklansaydı bunun sonu felaket olurdu. Halbuki çok büyük çoğunluk başı dik edepli ve sessiz. Bu vurdu kırdıyı yapanlar en varlıksızlar değil. " Ana fikir? Mesele gerekçeleriniz veya talepleriniz değil mesele başkaldırmanız. Uslu uslu oturmayı reddetmeniz.

"Aşağı Fransa"

Gerçekten de Sarı Yelekler sistemin ya dışına itilmiş ya da iyice periferisinde yaşayan büyük kısmı göçmen kökenli ve gettolaşmış banliyölerden gelen en ufak bir güvencesi ve geleceğe dair neredeyse hiçbir umudu olmayan günümüzün bir anlamda yeni en alt sınıfını oluşturan kesim değil. Sarı Yelekler hareketinin özü büyük ölçüde taşralı ortalama kırk yaşlarında yaklaşık asgari ücretli bir işe sahip Fransa'daki eski bir tabirle "aşağı Fransa" halkı.

Siyasi düzlemde sesini pek çıkarmayan dolayısıyla da başta iktidar olmak üzere herkesin sesinin çıkmamasına alıştığı ezici çoğunluğu daha önce hiçbir gösteri ve eyleme katılmamış ne sendikalı ne de doğrudan belli bir parti sempatizanı olan bir kesim. Hareketin süratle ve önlenemez bir şekilde saman alevi gibi yayılmasının sebeplerinden belki de en önemlisi buydu.

Yukarıda özetlediğimiz bağlama rağmen kimse söz konusu kesimden böyle bir kalkışmayı beklemiyordu ve dahası önce görülmemiş eylem yöntemleri örgütsüz hatta kaotik işleyişleri iktidarın işini iyice zorlaştırmıştı. Zira dünyada belki de en sık muhalif eylem ve gösterilere sahne olan Fransa'da haliyle bu işler sofistike bir çerçeve içinde yürür:

Eylemler belli sendika veya siyasi partilerin çağrısı üzerine düzenlenir eylemin yapılmak istendiği yer için valiliğe bildirimde bulunulur gerekirse bu konuda müzakere yapılır düzenleyiciler hem katılımcıları korumak hem de eylemin meşruiyetini kaybetmemesi için olası taşkınlıklara karşı önlemler alır eylemin başarısı ve arkasındaki kitlesel destek talepler ve anlaşmazlıklar üzerindeki güç dengelerini belirler buradan hareketle eylemin kurumsal sorumluları ve hükümet temsilcileri arasında müzakereler başlar ve bunun sonucunda da eylem ya sona erer ya da başarılı olana veya kendiliğinden sönene kadar devam eder (son yıllarda ikinci senaryo çok daha yaygın).

Macron'un Sarı Yelekler'i yatıştırmaya yönelik konuşması geri tepti halkın harekete verdiği desteği artırdı.

Sarı Yelekler hareketi ister istemez bu kontrol edilmesi mümkün çerçevenin dışında kalıyor. Çünkü hareket adına konuşabilecek ve müzakere yürütebilecek sorumlular olmadığı gibi yürüyüşlerin yanısıra daha önce görülmemiş ve çok çeşitli eylemlere de başvuruyorlar: Büyük kamyonlarla işlek kavşakları tıkamak konvoylar halinde aşırı yavaş araba sürerek trafik sıkışıklığı yaratmak özelleştirilerek Vinci gibi büyük şirketlere satılan paralı otobanların bariyerlerini kaldırarak bedava geçiş sağlamak sabahın erken saatlerinde Disneyland Paris'e "baskın" düzenleyip bütün gün girişlerin bedava olmasını sağlamak gibi...

Paris'te yoğun çatışmalara sahne olan 24 Kasım gösterilerinin başlangıcı da bu durumu gayet iyi özetliyor. Valilik Sarı Yelekler'in dünyanın en ünlü lüks ve zenginlik sembollerinden Champs-Elysées Caddesi'nde yürüyüş talebini reddederek bambaşka bir yer önerdi (Champ de Mars). Tahmin edilebileceği gibi Sarı Yelekler bu kararı tanımadı. Bunun sonucu olarak da kontrollü bir büyük yürüyüş yerine birbirinden kopuk grupların farklı zamanlarda caddenin farklı noktalarında bambaşka tarzlarda aralarına saldırgan provokatörlerin sızmasını engelleyecek en ufak bir tedbir alınmadan kaotik eylemler dizisi yaşandı ve kısa sürede güvenlik güçlerinin fazlasıyla sert tepkisiyle yüzlerce kişinin yaralandığı ve gözaltına alındığı bir çatışmaya döndü.

Sendikalar ve prekarya

Bu noktada Sarı Yelekler'in sendikalara neden bu kadar mesafeli yaklaştığı üzerine bir parantez açmak şart. Bunun en görünür sebebi kendilerini hor gören adaletsiz sistemin tamamına isyan eden Sarı Yelekler'in sendikaları da o sistemin bir parçası olarak görmesi. Fakat bu açıklama daha derin ve çok daha endişe verici bir başka faktörü gizliyor. Avrupa'nın birçok ülkesinde olduğu gibi Fransa'da da sendikalar süratle etkinliklerini kaybediyor. Örneğin Fransa'nın en büyük konfederasyonu CGT (Confédération Générale de Travail - Genel Emek Konfederasyonu) son dört yılda 30 bin üye kaybetti (bugün yaklaşık 650 bin üyesi bulunuyor). Bu elbette yeni bir durum değil ve başlıca sebebi sanayiye yönelik üretimin giderek yurtdışına kayması ve büyük şehirlerde hizmet sektörünün ağırlık kazanması.

Söz konusu olan oligarşiye karşı yürütülen bir mücadele. Hükümet şunu çok iyi biliyor: Geri adım atarsa Fransa halkının gücü karşısında geri adım atmış olacak. Mesele mazot vergisi değil Macron yasalarının tamamı!

Ama günümüzde bu eğilimi özellikle de sendikalara olan güven kaybını açıklayan bir başka nokta var. O da işsizlerin (dünyanın altıncı büyük ekonomisi olan Fransa'daki işsizlik oranının 1990'lardan bu yana yüzde 9-12 arasında seyrettiğini hatırlatalım) ve prekaryanın sendikaların kendilerini temsil ettiğine inançlarının olmaması. Belirsizlik güvencesizlik anlamına gelen prekarite ve proletarya sözcüklerinin bir araya gelmesiyle oluşturulan prekarya kavramı Fransa'da yakın zamana kadar çok tanımlı bir kesimi kapsıyordu. Her an sona erebilecek geçici sözleşmelerle çalışan bu sebeple gelecek güvencesi olmayan büyük ölçüde genç bir nüfus.

İşte tam da bu noktada akaryakıt zammıyla patlayan Sarı Yelekler hareketi önemli bir sosyo-ekonomik gerilemeye işaret ediyor: Prekarya kavramı artık sözleşme güvencesi olan kalıcı işlere sahip ortalama asgari ücretle düzenli maaş alan sınıfı da kapsamaya başladı. Beklenmedik bir akaryakıt zammı on binlerce aileyi ciddi geçim sıkıntısına sürükleyecek hakiki bir statü kaybına yol açabiliyor. Sendikalar da hızla değişmekte olan bu yeni duruma henüz uyum sağlayabilmiş değil.

Kamuoyu ne diyor?

Tüm bunlardan yola çıkarak ve özellikle de basına yansıyan şiddet olaylarından dört bir yandan gelen kınamalardan hareketle Sarı Yelekler'in marjinal ve fazlasıyla içine kapanık bir hareket olduğu izlenimi doğuyor. Peki rakamlar ne diyor? 24 Kasım'daki bol çatışmalı eylemlerin hemen ertesinde yayınlanan anketler kesinlikle beklenmedik sonuçlar ortaya koyuyordu: BVA şirketinin düzenlediği ve belli başlı tüm büyük medya kuruluşlarına yansıyan ankete göre görüşülenlerin yüzde 72'si Sarı Yelekler'in taleplerine katıldığını söylüyordu. Eylemlerin kısa sürede sona ermesini arzulayanlar yüzde 40 mümkün olduğunca devam etmesini isteyenler ise yüzde 60'tı.

Bu koşullarda Cumhurbaşkanı Macron 27 Kasım Salı günü arkasındaki kitlesel desteği gittikçe artan hareketi yatıştırmak amacıyla iktidara geldiğinden bu yana en önemli konuşmalarından birini yaptı. Herkesin beklediği gibi Sarı Yelekler'in öfkesine kulak verdiğini ve anladığını söyleyerek başladı fakat hiçbir alanda herhangi bir geri adım atmayı öngörmediği gibi özetle öfkenin sebebinin "ekolojik amaçlarla" yapılan akaryakıt zammının halka yeteri kadar iyi açıklanmaması olduğunu ima etti. Ardından da sözü Ekolojik Dönüşüm Bakanı [çevre bakanı] François de Rugy'ye bıraktı.

France Info televizyonu ve Figaro gazetesi için düzenlenen ve 28 Kasım'da yayınlanan anketin sonuçlarına göre halkın yüzde 84'ü Sarı Yelekler'in taleplerini haklı buluyor.

De Rugy'nin geçtiğimiz eylül ayında liberal düzen değişmediği sürece samimi ekolojik adımlar atılmasının mümkün olmadığını anladığını söyleyerek beklenmedik bir şekilde istifa eden Nicolas Hulot'nun yerine getirilen ve Ekoloji ya da Solculuk Seçmek Lâzım (Ecologie ou gauchisme il faut choisir Archipel 2015) başlıklı kitabın yazarı olmasını bir kenara bıraksak dahi böyle bir stratejinin Sarı Yelekler'i tatmin etmeyeceği çok belliydi.

Buradan da Macron iktidarının ya karşı karşıya oldukları isyanın ne kadar kitlesel olduğunu kavramamış olduğu ya da buna karşı tam bir çaresizlik ve/ya umursamazlık içinde olduğu anlaşılıyor. Hiç şaşırtıcı olmayan bir şekilde Macron'un konuşmasının ardından yapılan tüm anketlerde Sarı Yelekler'e verilen desteğin daha da arttığını gördük. France Info televizyonu ve Figaro gazetesi için düzenlenen ve 28 Kasım'da yayınlanan anketin sonuçlarına göre halkın yüzde 84'ü Sarı Yelekler'in taleplerini haklı buluyor. Bu oranın parti seçmenlerine göre dağılımıysa Macron için durumun ne kadar kritik olduğunu iyice gözler önüne seriyor: Aşırı sağcı Marine Le Pen seçmeninin yüzde 96'sı radikal solcu FI seçmeninin yüzde 92'si Sosyalist Parti seçmeninin yüzde 90'ı ve sağ parti Cumhuriyetçiler seçmeninin yüzde 77'si hareketi destekliyor. Macron'a oy vermiş grubun pozisyonuysa yüzde 50-yüzde 50 gözüküyor.

Sarı Yelekler'e destek çağrıları

Bu durum yalnızca Emmanuel Macron'un hareketi geriletme girişimlerinin başarısızlığını değil hareketin ne kadar büyük bir süratle kitlesel desteğini artırdığını da gösteriyor. Öyle ki bu yazının kaleme alınmaya başlamasından bu yana geçen kısa sürede bile örgütlü ve üst-orta sınıf solcu seçmenin Sarı Yelekler hareketine bakışında hızlı ve net bir olumlu değişim oldu. Bunda başından beri bahsettiğimiz horgörüye karşı çıkarak sol kesimleri Sarı Yelekler'e desteğe ve belki daha da önemlisi diyaloğa çağıran bazı kişilerin rolü büyük.

Sarı Yelekler'in işgal ettiği Disneyland Paris'e bütün gün girişler bedavaydı.

Bunlardan biri Yeni Antikapitalist Parti'nin [Nouveau Parti Anticapitaliste - NPA] kurucusu Olivier Besancenot katıldığı bir televizyon programında işçi hareketini şu sözlerle Sarı Yelekler'e desteğe çağırıyordu: şçi hareketinin de en azından bir genel grev başlatarak hayat pahalılığına karşı duyulan öfkeyle başlayan bu dalganın bir parçası olması lâzım. Herkes satın alma gücünden bahsedip duruyor. Bu 'satın alma gücü' lafından gına geldi! Halkın ezici çoğunluğuna bahşedilen tek güç satın alma ve tüketme gücü başka hiçbir gücümüz yokmuş gibi! [...] Gösterilere baktığımda aşırı vergilere karşı sloganlar duymuyorum. Servet vergisinin kaldırılmasına vergi kaçakçılarına kısacası vergi adaletsizliğine karşı sloganlar duyuyorum. "

Bir diğer isim de 2016'da grevdeki işçilerin mücadelesini konu alan Merci Patron! isimli belgeselin yapımcısı François Ruffin. Filmin özellikle Parisli genç nüfusta uyandırdığı yankı ve heyecan République Meydanı'nda düzenlenen Nuit Debout [Gece Ayakta] buluşmalarına önayak olmuş Ruffin de yoğun halk desteğiyle 2017 seçimlerinde FI'den milletvekili seçilerek Meclis'e girmişti.

29 Kasım akşamı yine République Meydanı'nda 500 kişilik bir kalabalık önünde yaptığı konuşmada Ruffin doğrudan üst-orta sınıf Parisli bobo'lara sesleniyor: "Siz farklı kesimler arasında köprü olabilecek sınıfsınız kimi istiyorsa onu destekleme seçeneğine sahip sınıfsınız. " Ve ekliyordu: "Burada söz konusu olan oligarşiye karşı yürütülen bir mücadele. [...] Hükümet şunu çok iyi biliyor: Bu konuda geri adım atarsa Fransa halkının gücü karşısında geri adım atmış olacak. Mesele mazot vergisi değil tüm reformlar Macron yasalarının tamamı!"

Kısacası ilk başta bazen art niyetle ana-akım Fransız medyasına onun üzerinden de tüm dünyaya yansıyan yanıltıcı ya da en azından fazlasıyla eksik bir tablo vardı: Şiddetli faşizan eğitimsiz tek derdi kendi cebi olan marjinal bir hareket. Mevcut öfkenin sebepleri olarak da hep aynı üçgen öne çıkarılıyordu: hayat pahalığı aşırı vergi yükü ve benzine zam. Halbuki bugün Sarı Yelekler'in sokağa taşıdığı ama aslında neredeyse tüm ülkeyi kapsayan talep son derece basit: daha adil bir düzen.



--   a45UyF587661

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder