7 Aralık 2018 Cuma

Dün ve bugün öne çıkan bazı makaleler 2018-12-7 1


================================

Arslan BULUT: Derin devlet kimmiş?

Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanlığı yapmış emekli Orgeneral İsmail Hakkı Pekin Türkiye'nin asıl sorununu canlı yayında açıkladı: "Türkiye'de bir derin devlet vardır ama bu Amerikan derin devletinin uzantılarıdır. Millî bir derin devlet yoktur. Derin millet vardır. Türkiye'nin millî bir derin devleti olsaydı 1970-1980 arasındaki olayları 12 Eylül'ü ve diğer müdahaleleri ve 15 Temmuz'u yaşamazdık"

Habertürk'teki "Türkiye'nin Nabzı" programında Didem Arslan Yılmaz'ın sorularını cevaplandıran Pekin'in değerlendirmelerinden bazıları şöyle:

"Türkiye'de silâhlı kuvvetler veya askerî öğrenciler içinden seçilen gençlere Seferberlik Tetkik Kurulu ve sonra da Özel Harp Dairesi'nde görev verilirdi. Bunların kim olduğunu sadece MİT bilirdi. MİT ise zaten CIA ile Ankara'da aynı binada altlı üstlü çalışırdı. Maaşlarını ABD verirdi.

Bu kadrolar içinden devşirilen insanları sonra ABD ve İngiliz istihbaratı Türkiye aleyhine kullandı. Muammer Aksoy Uğur Mumcu Ahmet Taner Kışlalı Bahriye Üçok Necip Hablemitoğlu gibi kamuoyunu uyarmaya çalışan değerlerin ortadan kaldırılmasında bu yapının rolü vardır. Türkiye 12 Eylül'e bu kadrolar tarafından sürüklenmiştir.

Fetullah Gülen Mehmet Şevket Eygi gibi isimler 1959'da bu yapı içinde görevlendirildi. Görevleri Yeşil Kuşak projesi çerçevesinde komünizmle mücadele faaliyetleriydi. 12 Eylül'den sonra yakalanan Fetullah Gülen'in serbest bırakılması için Genelkurmay Başkanı aradı ve serbest bırakıldı.

Bu tür insanların bir kısmı CIA tarafından devşirildi ve şimdi FETÖ dediğimiz istihbarat örgütü kuruldu. "

***

Biz devletin ele geçirilmiş olduğunu son 20 yıldır defalarca gündeme getirdik ama gerçekleri komplo teorisi diye gösteren gazeteciler de bu yapının elemanıydı...

Devletin omurgası ele geçirilmişse siyasi yapı bu işin dışında tutulabilir miydi? Siyaset de ele geçirilmiş olduğu için Türkiye 1952'den beri savrulmaktadır.

Biz bu konuyu yakın tarihte şöyle yansıtmıştık:

FETÖ'nün darbe girişimi ile ilgili değerlendirmelerin hiçbiri meselenin esasına girmiyor. Bir defa 1960 darbesinden itibaren Türkiye Cumhuriyeti Devleti içinde ağını kurmuş bir örgütten Cumhurbaşkanlarının Başbakanların Genelkurmay Başkanlarının ve MİT Müsteşarlarının haberdar olmaması mümkün değildir! Soru şudur: Devlet bunu neden yaptı? Bülent Ecevit ilk başbakanlığı sırasında "kontrgerilla"nın varlığından tesadüfen haberi olduğunu söylemişti. Özel Harp Dairesi Başkanı Sabri Yirmibeşoğlu ise kendisine teminat vermiş devletin siyasi partiler içinde de örgütlenme yaptığını hatta çeşitli partilerden birçok milletvekilinin bu yapının üyesi olduğunu söylemişti.

Fetullah Gülen ve Müslüm Gündüz ise daha askerlik çağında iken 1960-61'de keşfedildiler. İskenderun'da birlikte askerlik yaparken eğitime alındılar. Fetullah Gülen askerlikten sonra da kendisi gibi bir "görevli" olan ve tahsili yeterli olmadığı halde Diyanet İşleri Başkan Yardımcılığı'na getirilen Yaşar Tunagür'ün açtığı yolda ilerledi. Türk Cumhuriyetleri'nde okullar açmak için ilgili ülkelerin devlet başkanlarına tavsiye mektuplarını Turgut Özal ve Süleyman Demirel yazdı. Abdullah Gül de Dışişleri teşkilâtına cemaate yardımcı olmaları için talimat verdi. Devleti yönetenler bu işleri kendi akıllarıyla yapmadı. Devleti yönetenler NATO'nun Gladio yapısı ile birlikte Türkiye'nin bütün istihbaratını avucunun içine almış olan ABD'nin taleplerini yerine getirdi! Devlet Abdullah Öcalan'ı nasıl kontrolden kaçırıp Türkiye'nin başına belâ ettiyse Fetullah Gülen'in de aynı şekilde bir bumerang gibi dönüp devleti vurmasına yol açtı!

***

Türkiye'nin kuruluş ilkelerine sarılmaktan başka çaresi yoktur ama şimdiki yapılanma da FETÖ artıkları ve federasyonculardan oluşturuldu. Bu da bir Amerikanngiliz ortak yapımıdır. Görevleri Türk egemenliğini yıkmak ve Orta Doğu Birleşik Devletleri'ne zemin hazırlamaktır!

Çözüm milletin beynindedir başka yerde değil...

================================

Rıfat Serdaroğlu: AKP MÜSLÜMANLIĞI

Sanki AKP'den önce Türk Milleti'nin büyük çoğunluğu Müslüman değildi!

Sanki İslam'ı yaşamasını bize AKP'liler öğretti!

Sanki onlar Allah tarafından slam'ı tebliğ" ile görevlendirildiler!

Gerçek şudur;

AKP kadar İslam dinine kötülük yapan insanları dinden diyanetten camiden soğutan bir yönetim şimdiye kadar görülmedi!

Her şeyi böldükleri gibi son din olan mübarek İslam'ı da böldüler.

Biri Allah'ın kullarına doğru yolu göstermek için gönderdiği ndirilmiş İslam!"

Diğeri AKP'nin çıkar uğruna kullandığı "Uydurulmuş İslam!"

Biri Allah'ın İslam'ı aklın temeline oturtan kelâmı

Diğeri her biri fitne ve ayrılık tohumu eken kendini tarikat-cemaat-tekke erbabı diye tanıtan din tüccarlarının insanları "Allah ile aldatmak" için uydurdukları İslam!

Bir tarafta ibadetini Allah rızası için yapan iyiliği doğruluğu kardeşliği temizliği bilimi çalışmayı aydınlığı öğütleyen gerçek İslam'ı yaşayan mütedeyyin kitle!

Diğer tarafta camilerde toplanan sadakalara kadar her şeye musallat olan saray yavrusu evlerde oturan son model ciplerde gezen holdingleşmiş dolar milyoneri olmuş her şeyi kayıt dışı olan devlete tek kuruş vergi vermeyen askerlikten kaçan insanları tebaa yapmaya çalışan "seccade şeytanları!"

Sevgili Gençler;

Allah'ın emri olduğu için hiç aklınızdan çıkarmamanız gereken gerçek şudur;

slam'da "Ruhban Sınıfı" yoktur. Bu yüzden hiç kimse Allah ile onun kulu arasına giremez!

-Allah Hz. Peygamberini bile sadece İslam'ı insanlara tebliğ etmekle görevlendirmiştir!

Allah Peygamberine vermediği yetkiyi yanmaz kefen uçan takunya satan insanların mallarına çöken son model zırhlı Mercedeslerde gezen sahtekarlara mı verecek? Hangi akıl hangi vicdan bunu kabul eder?

İslam'ın üzerine titrediği en önemli konu adalettir.

İslam'da adalet; Hakkı teslim etmek ve kim olursa olsun eşit muamelede bulunmak demektir.

Gelin Müslüman geçinen AKP'nin "Adalet" hakkındaki bir uygulamasına beraberce bakalım;

İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesi Selahattin Demirtaş ve Sırrı Süreyya Önder hakkındaki "silahlı terör örgütü propagandası yapmak" suçundan 26. Ağır Ceza Mahkemesinin verdiği hapis cezalarını onadı.

Kesinleşmiş yargı kararı hakkında dosya içeriğini bilmediğimden bir yorumda bulunamam.

Fakat şunu sormak sorgulamak vatandaş olarak benim en doğal hakkımdır!

-Diyarbakır Meydanında yüz bin kişi önünde PKK Narko Terör örgütü liderinin mektubunu okutmak alkışlamak ve alkışlatmak Öcalan'ın ve PKK'nın propagandasını yapmak değil midir?

-Barzani denen eşkıya ile kol kola girip "Türk Devleti terörist devlettir" diyen sanatçı müsveddelerini salya-sümük ağlayarak alkışlamak ve alkışlatmak PKK'nın propagandasını yapmak değil midir?

-PKK'lı militanlara dokunmayın görmezden gelin diye Valilere emir vermek

PKK propagandası yapmak değil midir?

-Demirtaş ve Önder'i İmralı'ya Öcalan'ın yanına gönderip poz- poz resim çektirtmek ve yaymak Öcalan hakkında "Sayın" kelimesini kullanmak ve onu adeta bilge adam seviyesine çıkartan konuşmalar yapmak PKK'nın propagandasını yapmak değil midir?

Aynı konuda aynı suçu işlemiş kişilere farklı muamele yapmak kutsal İslam dininde var mı?

NAHL Suresi 90. Ayette emredilen adalet bu mu?

Adaleti kendi yararına göre eğip-bükenler ve bunlara boyun eğenler Allah'ı da kandırdıklarını mı zannediyorlar?...

Sevgili Gençler;

Adaleti çarpıtmak insanlara adalet konusunda eşit davranmamak Allah'ın emirlerine karşı gelmektir…

Not; Bugünden itibaren insanları Allah ile aldatmaya kalkan adaleti çarpıtan

AKP'ye yerel seçimlerde hiçbir AKP'li adaya OY YOK" çalışmasını başlatıyoruz. Konuşmalarımızda yazışmalarımızda lütfen bu cümleyi kullanalım ve kafalara yazalım.

Türk Milleti isterse başarır. Ne Mutlu Türküm Diyene…

================================

MURAT MURATOĞLU: Bankaların kimyasını bozdular

Bankacılık çok hassas bir konu… Diğer sektörlere benzemez söylentilerin çıkması dahi sarsar ülkeyi… Şu an için korkulacak bir durum yok neyse ki! Yine de el âlemin ağzı torba değil ki!

Sonda söyleyeceğimi şimdiden söyleyeyim ki merak edenler boşuna beklemesin. Türkiye'de batacak banka yok!

Yok zarar etmiş yok kredileri dönmemiş yok sermayesi tükenmiş… Hepsi hikâye… Nitekim ülkeyi yönetenler istemediği sürece hiçbir banka batmaz Türkiye'de…

NEDEN İHTİYAÇ DUYULDU?

Bu hafta ilginç bir gelişme yaşandı. Türkiye'nin en iyi bankası seçilen Akbank sürpriz bir kararla yüzde 30 bedelli sermaye artırımı kararı aldı. Hem de bunu nominal değeri 1 liradan değil 2.5 liradan kullandıracak. Bu ne demek? Ortakları sermayesinin yüzde 75'i kadar yeni para koyacak demek. Pamuk eller cebe girecek!

★★★

Esas önemli soru buna neden ihtiyaç duyuldu? Bankanın açıklaması; "sektördeki rekabet avantajının daha da güçlendirilmesi…" Gayet olumlu… Sonuçta sermayesi güçlenecek öngörülemeyen risklere karşı daha hazırlıklı olacak. Gerçi bu kadar ani bir karar alınması elbette akıllarda soru işaretleri bırakacak.

★★★

Lakin biraz başa dönelim… Bundan 15 yıl önce başlayan süreçte Türk Bankacılık Sektörü'nün yediği en büyük kazığın temelleri atıldı. Türkiye'nin en değerli şirketlerinden Türk Telekom tartışmalı bir biçimde özelleştirildi.

Oysa sözleşmeye göre Türk Telekom hisseleri rehin ipotek teminat olarak kullanılamazdı. İzin verildi kullandırıldı. Sahi kim izin verdi? Şirket Türkiye'yi dolandırdı gitti.

Akbank'ın 1.7 milyar dolar Garanti Bankası'nın 1 milyar dolar İş Bankası'nın 500 milyon dolar 26 banka daha var. Bugün ceremesini çekiyorlar.

★★★

Keşke batan sadece Türk Telekom olsaydı. Yüzlerce şirket konkordato ilan etti. Birçoğu da iflas etti gitti. Daha buna benzer binlerce zombi şirket olduğu söyleniyor. Çoğu hiç gerçekleşmeyecek bir mucize umuyor. Şimdilik batmamış batmak için kredi vadesini bekliyor. Haliyle bankaların bilançoları törpüleniyor.

★★★

Kısa bir süre önce İşsizlik Fonu'nun 11 milyar lirası üç kamu bankasına sermaye fonu olarak aktarıldı. Onların da sermayelerine katkı yapıldı. Diğer bankaların darısı başına…

Biraz teknik olacak… Zira bilançolara göre bugün birçok bankanın öz sermaye kârlılığı diplerde. Dolayısıyla verdikleri sorunlu krediler için bilançolarında karşılık ayırmak zorundalar.

Bu karşılık ayrıldığı zaman kârlılığı öz sermayesindeki kârlılığı ve öz sermaye yeterlilik rasyosu bozulacak. Nitekim sermaye artırmak yeni kaynak bulmakhemen hemen çoğu banka için kaçınılmaz olacak.

RİSKLER ORTAYA ÇIKIYOR

Dikkat ettiyseniz son zamanlarda borsadaki banka hisselerinin ciddi anlamda gerilemesinin ve yabancı satışı yemesinin altında yatan sebep bu duruma dair yayınlanan raporlar… Yabancı analistin kalemi tahtadan değil ki kırasın!

Bu raporlara göre diğer Türk bankalarında da benzer durumdaki risklerin ortaya çıkmasıyla bedelli sermaye artırımı yapma ihtiyacı duyulacak. Sermaye artırmazlarsa bankalar yeni kredi vermek için kaynağı nereden bulacak? Bulamayacak!

Yurtdışından kolay kolay borçlanamıyoruz mevcut olanı bile eksik döndürüyoruz. Maliyetler her geçen gün yükseliyor. Kimse ucuza kredi vermiyor.

★★★

Bu durumda bankalar batmaz lakin işlevsiz hale dönüşebilir. Zincir atmış bir ortamda Türkiye uzun süre boşa pedal çevirebilir. Nasıl? Bankalar topladıkları 100 liralık mevduat için 145 lira kredi vermiş durumda. Fazlası mümkün görünmüyor. Tehlikeli noktaya gelmişler. Verdikleri kredilerde sorunlar yaşanıyor.

Şirketler hükümetin de tavsiyesiyle bankalar ile oturup mevcut kredilerini yapılandırırlarsa konkordato ilan edip kredi taksitlerini ödemeyi durdururlarsa bankalar kredi tahsilatı yapamazlarsa bu krediler donar. Hali hazırda Kredi Garanti Fonu kredilerinin ötelenmesinin yolu açıldı. Onlar da buz kesti.

SEKTÖRÜN TAKATİ KALMADI

Bu durum en az 18 ay yüklü yeni kredi verilemeyeceğine işaret ediyor bize… Ortamı ısıtmak lazım… Bu defa da parasal genişleme olur ki enflasyonu ucundan dahi tutamazsın. Dövizi hiç yakalayamazsın. Uçar gider!

Bu yılın başında "mevcut sermaye kaynak kârlılık ve öz kaynak kârlılığı verileri ışığında bankacılık sektörünün büyümeyi finanse edecek takatinin kalmadığını" kim söyledi? İş Bankası Yönetim Kurulu Başkanı Ersin Özince… İnanmıyorlar ben söyleyince…

================================

Selcan TAŞÇI HAMŞİOĞLU: "Açılım" ittifakı olmasın da...

Hani CHP ve HDP'den belediye almak "Terörle mücadelenin bu kadar yoğun ve yüksek bir moralle yapıldığı dönemde PKK'nın İstanbul başta olmak üzere diğer büyükşehir il ve ilçe belediyelerine zillet ittifakı kulvarından yerleşme ve yuvalanma kepazeliğine seyirci kalmamak dur demek" için yapılıyordu yerel seçimde "Cumhur İttifakı"?

Hani Osmaniye ile birlikte AK Parti'nin son yerel seçimde zaten hezimete uğradığı Iğdır'da masadaydı; burada HDP'ye karşı daha şanslı durumdaki MHP'ye destek atılacaktı.

Ne oldu?

AK Parti dün başka birçok ille birlikte Iğdır Belediye Başkan Adayı'nı da açıkladı!

Son yerel seçimde;

HDP'nin yüzde 44.2 ile belediyeyi kazandığı...

MHP'nin yüzde 42.4 ile onu kovaladığı...

AK Parti'nin ise yüzde 10.9'da kaldığı Iğdır'da AK Parti'nin aday çıkarması oyları bölüp belediyeyi altın tepsi içinde HDP'ye bırakmak demek değil mi?

Etnik yapısı dolayısıyla her an patlamaya hazır/yay gibi bir şehir olan üstelik "stratejik" bir değer de içeren Iğdır'ı altın tepsi içinde HDP'ye sunmak değil mi?

Yerseniz "koskoca iktidar partisinin aday çıkarmaması mümkün mü düşük profilli adaydır" o!

AK Parti'nin adayı Adil Aşırım; rastgele biri değil ki Iğdır eski milletvekili.

Kime göre neye göre "düşük" profilli aday çıkarmak bu şimdi?

***

Asgari ücretle yaşamak da ne zormuş şekerim!

Hemen hemen bütün kanallarda ama az ama çok o vardı dün;

Yalova Üniversitesi'nde güvenlik görevlisi olarak çalışan ve Asgari Ücret Tespit Komisyonu'nda "işçi" sıfatıyla değerlendirmesine başvurulan Gülden Dönmez aldığı maaşla nasıl geçindiğini daha doğrusu nasıl geçinemediğini anlatırken -başka bir gezegende yaşadıkları için zahir- duygulu anlar yaşamış komisyon üyeleri.

Dönmez'in maaşının 850 lirasını ev kirasına verdikten sonra elinde kalanı kart borçlarını oğlunun parasızlıktan okulu bırakmak zorunda kaldığını filan duyunca gözeri dolmuş.

Demek ki İstanbul'da çalışan bir asgari ücretliyi dinleseler "kümes gibi" eve maaşı kadar ev kirası vermek durumunda olduğunu çocuklarını okutmak şöyle dursun eve katkı sağlasınlar diye boylarından büyük işlerde çalıştırdıklarını duysalar kendilerini kesecekler!

Rol mü yapıyorlar?

Yoksa ciddi ciddi insanların lütfettikleri o üç kuruşla "yaşayabildiğini" mi sanıyorlar?

Ya da "nefes alabiliyor olmayı" yaşamak mı sayıyorlar?

**

Bu işte bir "ölçü"süzlük var

Bu fotoğraflardan ilki 2013 yılında Taksim'de Gezi protestoları sırasında çekildi. Setlerinden çıkar çıkmaz protestoculara destek vermek üzere Gezi Parkı'na koşan sanatçılar arasında Engin Altan Düzyatan da var.

İkinci fotoğraf ise 2015 yılında Riva'da Cumhurbaşkanı'nın TRT için çekilen "Diriliş Ertuğrul" dizisinin setini ziyareti sırasında çekildi. Cumhurbaşkanı'nın sette neşeyle "selfi" çektirdiği oyuncular arasında "Türkiye'yi kalkındıracak ileriye taşıyacak ne kadar iş ne kadar proje ne kadar gayret varsa hepsinin karşısına dikilmenin adıdır" dediği Gezi protestolarına katılan Engin Altan Düzyatan da var; hatta selfiyi çeken o.

Kuş kondurmayacağım azıcık akıl mantık izan sahibi olan herkesin kafasına takılanı aktaracağım:

Velev ki Cumhurbaşkanı haklı;

"Gezi" başından sonuna bir "Soros darbesi girişimi";

O zaman nasıl oluyor da bu girişimde "rol alan" bazı "oyuncular" fişlenir iş yapamaz hatta ülkede barınamaz hale getirilir en nihayetinde de haklarında soruşturmalar açılır yakalama kararları çıkarılırken...

Bu girişimde "rol alan" bazı "oyuncular" ise TRT dizilerinde başrol kapabiliyor kamu bankalarının reklamları sayesinde deveyi havuduyla götürebiliyor Cumhurbaşkanı'nın uçağına binebiliyor sofrasına oturabiliyor torunlarının "tekrar tekrar izlediği" bir "rol model"e dönüşebiliyor?

Gezi protestolarına katılan oyunculardan birinin "kaos ve kargaşa yaratarak mevcut hükümeti işlevsiz hale getirmek ve ortadan kaldırmak"la suçlanmasına diğerinin ise adeta "dokunulmazlık zırhı" kuşanmasına yol açan "ölçü" ne?

Veya var mı öyle bir "ölçü" sahiden de?

***

SORU-YORUM

Coğrafyası Türkiye'nin en verimli/şifalı toprakları arasında yer alan yine Türkiye'nin en kaliteli içme sularından birine sahip Aydın'da jeotermal enerji santraline karşı çıktıkları için üzerlerine TOMA sürdüğünüz "terörist" muamelesi yaparak biber gazına boğduğunuz teyzeleri de mi Soros örgütledi?

================================

HÜSNÜ MAHALLİ: El'ler yukarı

'Arap Baharı' sürecinde Türkiye; ABD Fransa İngiltere ve Almanya başta olmak üzere birçok Batılı ülkenin yanısıra Körfez ülkelerinin Arap sultan kral emir ve şeyhleriyle birlikte hareket etti.

'Müslüman Kardeşler her yerde iktidara gelecek Türkiye bölgenin lideri olacaktı'.

Kulağa ne kadar da hoş geliyor!

Körfez'de 6 Arap ülkesi var:

Suudi Arabistan Umman BAE Kuveyt Katar ve Bahreyn.

En az 150 yıldır aynı aşiretler tarafından yönetiliyorlar.

El-Suud El-Said El-Nehyan El-Sabah El-Sani ve El-Halife.

Adamlar 70'li yılların başında bağımsız oldu ama önce İngiliz şimdi de Amerikalılar karşısında'el' pençe duruyorlar.

Hepsinde Amerikan üsleri var ve en büyük iki tanesi Katar'da.

Hepsi çok zengin.

Patronlar emir verince dünyanın neresinde olursa olsun cihatçılara 'el' uzatıp 'el' verdiler.

Kaide Taliban IŞİD Nusra Elabab Boko Haram ve benzeri çok sayıda ruh hastası tipler.

'El'ler her şeyi para ile satın almaya alışmışlar.

3 Temmuz 2013'de General Sisi Müslüman Kardeş Mursi'yi devirince adamların 'el'i ayağı tutmaz oldu.

El-Suud El-Nehyan ve El-Halife Sisi'ye destek verince.

El- Sani yalnız kaldı.

El-Sabah ve El-Said 'Biz tarafsızız' deyince El-Tayyib Katar'a 'el' verdi.

Cumhurbaşkanını çok seven Arap İslamcılar ona 'El-Tayyib Receb Erdoğan' diye hitap eder yazarlar.

El-Tayyib Arapçada iyi olan demektir.

El-Tayyib Katarlı El-Sani'ye 'el' verince diğer 'El'ler Türkiye'ye 'el' kol hareketi yapmaya başladı.

Bunun üzerine El-Tayyib Erdoğan 'El'siz Putin ve Ruhani'ye 'el' uzattı.

Çok kızan Trump 'el' ense çeker gibi oldu ama işe yaramayınca PYD/YPG'ye 'el' salladı.

Trump 'el' sallayınca El-Suud ve El-Nehyan 'ayak' oyunlarıyla Fırat'ın doğusunda El-Tayyib'i sıkıştırmak istedi.

'El'ler ayaklar birbirine karıştı.

Penaltı mı faul mı hakem bile şaşırdı.

Kimin 'El'i kimin cebinde belli değil.

Putin ve Ruhani'nin 'El'i yok ama Maduro'nun kesin vardır.

Adam Nusret Et'te yemek yemeye bayılıyor Diriliş Ertuğrul dizisini seyretmeden yatmıyor ve Müslüman El-Tayyib'i çok seviyor.

Adam genç yaşlardan itibaren Che Guevara ve kastro hayranı komünist kamyon şöförlüğü yapmış ve büyük olasılıkla hiç 'el' frenini çekmemiştir.

Tıpkı eski komünist Putin ve şeriatçı Ruhani gibi.

Ancak ortada bir sorun var: Her üçü Esad'a 'el' vermiş.

Bu 'el'leme işi nasıl sonuçlanır bilinmez ama bu iş gittikçe ilginçleşiyor.

Herkes Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bu kadar 'El'li ve 'El'sizler arasında dengeyi nasıl kuracağını merak ediyor.

Şeriatçı ve Şii bir İranlı eski komünist ve imparatorluk meraklısı bir Rus Trump'dan nefret eden bir Bolivarcı ve dünya doğalgaz birincisi Müslüman Kardeş genç bir 'El'.

İlginç ama Türkiye'nin ve belki de bölgenin geleceği Erdoğan'ın kurduğu bu dengenin hesaplarına bağlı.

Siyasi ekonomik mali güvenlik stratejik ve elbette dini.

Yani Türkiye ya kendi olanaklarıyla kurtuluş yolunu bulacak ya da başkalarının 'El' ve 'ayak' oyunlarının kurbanı olacak.

O zaman da yardım 'el'ini uzatacak hiç bir 'El' bulunmaz.

İngilizlerin 'parmak' attığı 'El'lerden hayır gelmez.

Tarihi iyi okuyun.

Bütün 'El'ler Osmanlı'ya 'el' kaldırmış 'ayak' diretmiş.

Şerif Hüseyin'in torunu Ürdünlü El-Haşim'i de unutmamalı.

Can çıkar huy çıkmaz.

'El'ler hiç rahat durmaz.

'El' alem ne der kimsenin umurunda değil.

Burası Ortadoğu malzeme Müslümanlar.

Yani din.

BOP ve Arap Baharı'ndan kesin yeni tezgah vardır.

Yoksulluk ve cehalet olduğu sürece adamların işi çok kolay.

'El' atmak 'El' vermek ve 'el'lemek serbest.

'Ya Allah Bismillah' denildi mi 'el' verenleri çok olur.

Siz siz olun sakın kendinizi 'el'letmeyin.

Maazallah her yer sapık dolu!

================================

YILMAZ ÖZDİL: Şampiyon

Kuleli'den mezun olur olmaz kendini milli mücadelenin içinde bulmuş İstiklal savaşının hemen her cephesinde vuruşmuştu.

9 Eylül'de İzmir'e girenlerden biriydi süvari yüzbaşıydı Mareşal Fevzi Çakmak'ın yaveriydi.

Mustafa Kemal Atatürk'ün "at yarışları modern toplumlar için sosyal bir ihtiyaçtır geliştirmek gerekir" şeklindeki sözü bu süvari yüzbaşının hayatının vizyonu oldu.

Yarış Atı Yetiştiricileri ve Sahipleri Cemiyeti'nin kurucuları arasında yer aldı.

Soyadı olarak benimsedi.

Ahmet Atman oldu.

1927 senesinde ilk Gazi Koşusu'nda Mustafa Kemal'le birlikte tribündeydi.

O tarihi koşuyu şekerci Ali Muhiddin Hacıbekir'in Neriman isimli kısrağı kazanmıştı.

Laf aramızda Hacıbekir'in çapkınlıkları dillere destandı hanımların sigarasını parayla yaktığı yolunda söylentiler filan vardı. Neriman ise aslında gönül ilişkisi yaşadığı evli bir kadının ismiydi ünlü bir gazetecinin eşiydi.

Neyse… Gazi Koşusu'nu 1929'da Celal Bayar'ın 1930'da İsmet İnönü'nün safkanları kazandı. Milli mücadele kahramanlarının tamamı Atatürk gibi at sevdalısıydı.

Ahmet Atman da sahibi olduğu taylarla Gazi Koşusu'nu üç defa kazandı.

Evlendi.

Bir oğlu bir kızı oldu.

At sevgisini çocuklarına da aşıladı.

Kızı Esin henüz altı yaşındayken at binmeye başladı. Türkiye Jokey Kulübü'nden aldığı resmi lisansla 1958'de Veliefendi'de yarıştı.

Dikkatinizi çekerim…

Dünyanın ilk kadın jokeyi oldu.

Bilahare biniciliğe yöneldi milli oldu 1980 Balkan Şampiyonası'nda bronz madalya kazandı dresaj hakemliği yaptı.

Oğlu Özdemir ise Robert Kolej'de okudu henüz lisedeyken at antrenörlüğüne başladı ABD'ye gitti Cornell Üniversitesi'nden inşaat mühendisliği diploması aldı. Ancak devamlı at yetiştiriciliğine kafa yordu atların anatomik yapısını daha iyi kavrayabilmek için veterinerlik fakültesinin derslerine girdi ameliyatları izledi.

1967'de 1987'de iki defa Türkiye Jokey Kulübü Başkanı seçildi.

"Foto finish" sistemini kurdu "starting box"ları Türkiye'ye ilk o getirdi.

Tüm zamanların en süratli safkanı Bold Pilot'ı yetiştirdi Gazi Koşusu'nu kazandı Bold Pilot'ın rekor derecesi 1996'dan beri kırılamadı.

Özdemir evlendi.

Dört kızı oldu.

Üçüncü kuşağa geçilmişti.

Kızlardan ikisi ikizdi.

Esra ve Begüm.

Babaları halaları dedeleri gibi atlara tutkuyla bağlıydılar.

Aile geleneği olan at yetiştiriciliğine devam ettiler.

İkisi de at antrenörü oldu şampiyon taylar çıkardılar.

Esra Türkiye Jokey Kulübü yönetim kuruluna girmeyi başaran tarihimizdeki ilk kadın oldu.

Begüm… At yarışlarıyla alakası olmayanların bile tanıdığı hipodrom efsanesi jokey Halis Karataş'la evlendi.

Dünya çapındaki kariyerinin yanı sıra sporcu kişiliği disiplinli yaşamı centilmen karakteriyle camiada saygın yeri olan Halis atçılığın duayen ailesine damat olmuştu.

Gariban köy çocuğuyla kolejlerde büyüyen zengin kız iki farklı dünya siyah-beyaz Türk filmleri misali at tutkusunun ortak paydasında birbirlerine aşık olmuş yuva kurmuşlardı.

İki evlatları olmuştu.

Gel gör ki maalesef mutlulukları uzun süremedi.

Begüm amansız hastalığa yakalandı vefat etti.

Ve bu trajik ölümden üç ay sonra… Gazi Koşusu vardı.

Eşini kaybettikten sonra dünyası başına yıkılan Halis piste çıktı.

Koşu boyunca hayatı evliliği film şeridi gibi gözünün önünden geçti.

Finish'te tek başınaydı.

Gazi Koşusu'nu kazanmıştı.

6'ncı defa kazanmıştı.

Ama bu hepsinden farklıydı.

Herkes yumruğunu havaya kaldırmasını zaferini haykırmasını beklerken usulca alyansını öptü.

Gazi Koşusu'nu ilk defa kayınpederinin Bold Pilot'ıyla kazanmıştı.

Son Gazi Koşusu'nu da rahmetli eşinin ruhu için kazandı.

Mikrofon uzattılar…

"Sevgili eşime armağan ediyorum" dedi.

Kupasını almak üzere şeref tribününe çıkmadan önce gözleri dolu dolu olan minik kızıyla minik oğluna sarıldı.

Sanırım şampiyonun en zor anıydı.

"Ne olacak canım alt tarafı at yarışı işte" zannedilen vizyonun insanların hayatına nasıl dokunduğunu nesilden nesile yüreklere nasıl ulaştığını… Mustafa Kemal sevdasının bağımsızlık ateşinin mücadelenin-eğlencenin evlat-hayvan sevgisinin kızlı-erkekli coşkuların zengin-yoksul aşkların tutkuların bizi biz yapan duyguların aynı potada nasıl harmanlandığını yazayım istedim.

Niye hâlâ çekmek için senaryo ararlar bu memlekette…

Hakikaten anlamak mümkün değil.

Dört sene önce yazmıştım bu yazıyı…

Hakikaten film oldu!

Begüm Atman'la Halis Karataş'ın efsane aşkı Ay Yapım ve Med Yapım ortaklığında ampiyon" adıyla filme çekildi.

Yönetmen Ahmet Katıksız.

Begüm Atman'ı Farah Zeynep Abdullah Halis Karataş'ı Ekin Koç baba Özdemir Atman'ı büyük usta Fikret Kuşkan canlandırıyor.

Ve bugün vizyona giriyor.

İliklerine kadar gerçek.

İliklerinize kadar hissedeceksiniz.

================================

TOKMAK: Adalet olmazsa!

Hep "Adalet adalet" diyoruz.

Adalet olmayan yerde insan düşer her derde…

Ülkemizde düzeltilmesi gereken birinci sorun adalettir! Çünkü adalet mutluluğun anahtarıdır.

Bakınız iktidar partisi AKP'nin İstanbul Milletvekili ve MKYK üyesi Mustafa Yeneroğlu ne diyor?

"Adalete sahip çıkmazsak masa başı yargısız infazlara karşı duramazsak savunduğumuz değerlerin hiçbir inandırıcılığı kalmaz. Unutulmamalıdır ki adalet hepimize lâzım. "

Bunları bir AKP milletvekilinin söylemesi ilginçtir ve altına ben de imzamı atarım.

Bu sözlere itiraz edecek tek kişi bile olamaz diye düşünüyorum.

Sözler doğru ve gerçekçidir. Ancak…ülkemizde yaşanan olaylar ne yazık ki bunun tersini yansıtıyor!

Yanlış ya da yanlı uygulamalar nedeniyle adalet sistemimizin son yıllarda önemli oranda güven kaybettiği görülüyor.

Vaktiyle en güvenilir kurumların başında gelen yargının bugün tartışılır halde olması çok üzücüdür…

Unutulmasın! Adalet olmayan bir ülkede her iş ters gider!

Ülke olarak aksayan tüm işlerimizin altında maalesef adalete güven sorunu yatıyor!

================================

Servet AVCI: Siyasette 1 Nisan'ı bekleyenler

Önümüzdeki yerel seçimlerin en önemli gündemi İstanbul ve Ankara seçimleri... Ama bazı particilerin en önemli gündemi kendi partilerindeki pozisyon mücadeleleri... Özellikle de CHP'de...

Ülkede ne olup bittiğinden ziyade kendi pozisyonlarına odaklanmış durumdalar... Bu seçimler çok kritik buradan sonuç çıkmazsa 2023'e kadar seçim yok umurlarında değil... Bunu siyasî ihtirastan değil de başka amaçla kasten yapıyorlarsa 'görev'leri var demektir ve bu daha kötü bir durumdur!. .

Muhalefet partilerine bakın... Genel başkanlarına pusu kuranlar bütün stratejilerini seçim başarısızlığına kurgulamış durumdalar... Partileri başarılı olursa iktidar partisinden daha çok üzülecekler!. . İyice daralmış ufuklarıyla 31 Mart akşamını bekliyorlar kendileri için parlayacak 1 Nisan sabahına uyanmak için!. .

***

Ankara'da muhalefet partilerinde görülen farklı farklı tedirginlik örneklerine bakın:

Ya başarılı olursa parti biz de kurultayı toplayamazsak!. .

Ya bizim Genel Başkan görevi bırakmaz da ikinci adam olarak ben birinci adamlık koltuğunu kapamazsam!. .

Ya A şahsı çok yüksek oy alır veya belediyeyi kazanıp yeni bir siyasî proje olursa ben gölgede kalırsam!. .

1 Nisan'a şartlanmış şıkları çoğaltmak mümkün... İçlerinde ne ülke ne millet kaygısı var... İkbal ihtirasının esir aldığı güdük muhalif kafalar kendileri için çizdikleri pis bir alanda bu kavgayı veriyorlar...

Sürekli yalan yayıyorlar... Birbirlerine karşı ikiyüzlülük yapıyorlar... Amaçlarına ulaşmak için iftira ediyorlar... Kendi partilerine ve yöneticilerine pusu kuruyorlar... Medya yoluyla bilgi kirliliğine yol açıyorlar... Güya ideolojik gerekçelerle kasten alan daraltıyorlar... Besledikleri iş takipçisi kaşar gazetecilerle kamuoyunu yanlış yönlendirmeye çalışıyorlar...

***

Oysa doğruyu bulmanın yolu tektir... Anketler yaparsınız halka sorarsınız en yüksek oy alma ihtimali adayı tespit eder onunla yürürsünüz... Bunu birden fazla yaparsınız ki aldatılmanın da önüne geçmiş olursunuz...

Subjektif kriterler filancanın hatırı pusudaki parti içi muhalifin tezgâhı rakipten beslenen gazeteci palavraları başarısızlığa odaklanmış muhteris partici gibi olumsuzluklar esas alınmaz... Seçmenin ne dediğine bakılır... Bu kadar basit...

Şimdi Ankara için bakıyoruz... Ankara'da tanınma oranı yüzde 2 bile olmayan aday isimleri havada uçuşuyor ülkeyi okumakta zorlanan partizan kafaların ve kriptoların elinde adaya dönüştürülmeye çalışılıyor...

***

Bu bir tuzak... Yüzde yüz tuzak... Partilere ve onların genel başkanlarına kurulmuş tuzak... Bu tuzakları kuranlar veya kurulmasına ortaklık edenler muhtemel bir başarısızlık durumunda 1 Nisan'da gizli bir sevinç ve ihtiras içinde okuyacakları metinleri şimdiden hazırlıyorlardır...

31 Mart akşamı seçim kaybedildiğinde sadece partiler değil partilerin genel başkanları da ayrıca kaybetmiş olacaklar... Kimileri için en büyük plan 'Ankara veya İstanbul'u almak' değil bu şehirlerin kaybı yoluyla 'birinci adamı devirmek'...

Bunu açıktan yapamıyorlar o yüzden kazanma ihtimali olmayan zayıf profilli adayları pazarlamak anketlerde açık ara önde çıkan adayları örtülü bir şekilde itibarsızlaştırmak gibi yöntemleri söz konusu...

Onun için karar genel başkanlarda... Sadece belediye başkan adaylarını değil kendi siyasî kaderlerini de belirlemiş olacaklar... Kendi küçük dünyalarında klikçilik oynayan partizanları değil de anketler yoluyla halkın eğilimini esas alırlar ise kendileri de kazanmış olacaklar... Aksi halde kendileri de kesinlikle kaybedecekler...

***

Kim 1 Nisan'ı ve muhtemel bir siyasî başarısızlığı ellerini ovuşturarak bekliyorsa hastalıklı bir ruh hâli içindedir... Siyaset bunların ihtirasına yem edilmemelidir... Edilirse aslında kimin kaybetmiş olacağını hep birlikte göreceğiz üstelik çok geç kalmış olarak!. .

Eğer muhalif siyasetin "Edirne'yi Enver alacağına Bulgar alsın" siyaseti başarılı olursa gerçekten yazık olur hem de çok yazık...

================================

Arslan BULUT: Korku inşa ederek seçim kazanmak ve Sarı Yelekliler!

Soner Yalçın Tayyip Erdoğan'ın son seçimleri kazanmasını sağlayan taktiği tespit etti:

"Trump'ın seçmende oluşan Meksikalı göçmenler korkusuna karşılık 'sınıra duvar öreceğim' vaadi vererek iktidar olmasını nasıl değerlendireceğiz?

Avrupa'daki faşist partilerin mülteci korkusu üzerinden oy patlaması yaptığını görmezden mi geleceğiz?

Neden Erdoğan İYİ Parti yokmuş gibi davranıyor?

Neden Erdoğan CHP ile HDP ittifakından söz ediyor?

Çünkü Erdoğan sürekli seçmenin korkularına hitap ediyor!

Üstelik korkuyla gerçeği saptırıyor!

Ve seçmeni kendi yarattığı CHP önyargısıyla yanına çekiyor.

Evet Erdoğan 'korku satışı' yapıyor. Bunda da hayli başarılı...

Önümüzdeki yerel seçimde de Erdoğan'ın 'korku silahını' kullanacağından kuşku yok. Geziyi Soros'u filan gündeme taşıması bunun göstergesi..."

***

Tespit doğrudur. Tabii seçimlerin sonucunu sadece Erdoğan'ın sürekli propagandayla seçmenin bilinçaltında inşa ettiği korkular belirlemiyor.

Seçimlerin sonucunu diğer partilerin Erdoğan'ın "korku inşa etme" tuzağına düşmeleri karşı tedbir almamaları kadar kendilerini tek başına iktidar için düzenlememeleri belirliyor. Halk 2002 seçimlerinde eski partilerin Türkiye'yi yönetememesi üzerine yeni ve iddialı bir kadroya ve projeye sahip olan AKP'ye destek vermişti. AKP her seçimde lideri dışında kendini yeniliyor veya bu yönde bir gayret gösteriyor ama rakiplerinde kayda değer bir yenilik bir umut yok!

Oysa muhalefet de en azından son seçimlerde AKP'nin iktidarda kalmasının Türkiye'yi Suriye'ye çevireceği korkusu üzerinden yürüyebilirdi. Bunu yapmadılar çünkü iktidar ve muhalefet rolleri dağıtılmıştı herkes kendi rolüne razı durumdaydı.

***

Bugün değişen ne vardır? Halk arasında ekonomik krizin önü alınamaz boyutlara gelmesinden hatta memur ve emekli maaşlarının bile ödenemeyeceği günlerin gelebileceğinden söz ediliyor. Daha vahim korkular da var ama burada bahsetmek istemiyorum.

Böyle bir ortamda muhalefete düşen nedir? Türkiye'yi iç ve dış politikada dar bir tünele sıkıştıran AKP iktidarının sebep olduğu bu korkunç tabloyu bütün yönleriyle ve sürekli anlatmak ve halka umut veren genç bir kadro ve proje ile ortaya çıkmak... Başka bir meşru yol yok...

Özellikle ana muhalefet bunun yerine "AKP'nin işlediği hataları ben daha iyi işlerim" diye dışarıdan medet umuyor kendisini yenileyemiyor

Diğerleri de ne ciddi bir proje geliştiriyor ne de yeni bir söylem!

Bunun sebebi bellidir ama bir defa daha hatırlatayım. Ne diyordu rahmetli Oktay Sinanoğlu?

"Devletin kendisi ve silâhlı kuvvetleri NATO üzerinden Amerikan etkisi altındayken bağımsız siyasi partilerin olması mümkün değildir. " diyordu...

"Biz bağımsızız" diyenler veya öyle zannedenler olabilir ama yazık ki gerçek budur.

40 yıldır bu ülkede gazetecilik yapıyorum ve bütün yazılarımda bütün eserlerimde bunun binlerce delili vardır.

***

O halde ne yapmak gerekir?

Öncelikle teşhisi doğru koymak gerekir ki çözüm üretmek için bir çıkış noktası olsun!

Fransız halkı ülkelerinin nasıl bir cendere içine alındığını gördü ve sarı yelekler giyerek tepki gösterdi. Şimdilik Macron adlı kuklayı dize getirdiler ama bir de 42 maddelik "siyasal program" hazırladılar.

"Sarı Yelekliler"in programını birartıbir.org sitesi için Alican Tayla çevirdi. Bu sütuna sığmayacağı için oradan okumanız gerekiyor.

Fransa'nın hem dar gelirlisini hem sanayisini hem ordusunu dikkate alan gerçekçi bir program! Alın Türkiye'de uygulayın!

Türkiye'de hiçbir siyasi parti böyle net bir programı ortaya koyamadı. Çünkü hemen hepsi aynı oyunun oyuncuları... Son seçim gecesi bunun en büyük delilidir!

================================

YILMAZ ÖZDİL: Enflasyon

Değerli memur arkadaşlar…

ÜFE endeksi var.

TÜFE endeksi var.

Sizinki TUFA.

Tufaya gelenler endeksi.

Şöyle hesaplanıyor…

– Memur musun?

– Memurum.

– Paran var mı?

– Yok.

– Alışverişe çıkabiliyor musun?

– Hayır.

– Fiyatların artmasına enflasyonuna yükselmesine etkin yok yani?

– Yok.

– E senle alakası olmayan enflasyonun farkını sana niye verelim birader!

Budur TUFA.

Matematiksel olarak izah edersek… Rekor kıran borsayı patlama yapan ihracata bölüp her seçim öncesinde her şehrimizde bulduğumuz gravitesi en yüksek petrolle çarpıyorsun o çıkan rakamdan tavana vuran büyüme oranımızı düşüp kulaklarımızdan fışkıran kişi başına milli gelirimizin kare kökünü Dow Jones ve Nikkei'yle sadeleştirip sayın ahalimizin bozdurduğu dolarların paritesini ilave ediyorsun en başta tutturduğum sinek 2'liyi desteye karıştırıyorsun… Ne etti canım kardeşim? Enflasyonda şok düşüş.

Veya emeklisin… Enflasyon hesaplama sepetine yaz aylarında soba borusunu kış aylarında bikinini koyuyorsun golf topu fiyatlarındaki 12 aylık dalgalanmayı uzay mekiklerindeki pankromatik çözünülürlük amortismanına opsiyonlayıp yenganıma evlilik yıldönümünde aldığın sekiz karatlık pırlantanın stopajından düşüyorsun böylece senin maaş zammı neye denk geliyor? TUFA'ya.

Güle güle harca.

Hokus pokus endeksidir.

Davul tozu minare gölgesi.

Ne sihirdir ne keramettir.

Ekonomimiz yokuşa sarmış çift dingilli kamyon gibi zorlanırken konkordatolar çığ gibiyken zam yağarken fiyatlar uçarken enflasyon düşüyorsa… Abda kadabra endeksidir.

"Benim milletim benim milletim" diye diye kendilerine uçak üstüne uçak alıp ejder meyveli smoothie içiyorlarsa… Benim milletim zaten kendim ettim kendim buldum endeksi'ni çoktan hak etmiş demektir!

================================

CAN ATAKLI: Bir pazarlık yapsanız nasıl olacaktı acaba?

Devlet Bahçeli'ye şapka çıkarmak gerek.

Bildiği yoldan yürüyüp gidiyor.

Hiçbir eleştiri hiçbir uyarı etkilemiyor kendisini.

Bunlar hep olabilir tabii ama en can sıkıcı olan AKP'nin "halkı salak yerine koyma" politikasına sahip çıkması.

Nasıl olsa "biat etmiş" bir büyük kitle var ve bunlara ne söylerseniz söyleyininanıyor aykırı bir tepki vermiyor ve hep alkışlıyor.

Bahçeli de buna uygun davranıyor son zamanlarda.

Önceki gün kameraların karşısına geçti ve "Biz pazarlık yapmayız" dedi.

Pazarlık dediği AKP ile süren ittifak görüşmeleri.

Cumhur İttifakı adıyla bir birliktelikleri var biliyorsunuz AKP ile MHP'nin.

Genel seçimlerde bu ittifak harika yürüdü ve Bahçeli muradına ererek Erdoğan'ınCumhurbaşkanı olarak ilan edilmesini sağladı.

Şimdi sıra yerel seçimlerde.

Belli ki Erdoğan MHP'siz kazanamayacağını görüyor.

Bu nedenle de kırmadan dökmeden Bahçeli'yi her konuda ikna etmeye çalışıyor.

MHP ne yapacağını açıkladı sıra AKP'de.

"Jestlerden" söz ediyor Erdoğan herhalde Bahçeli'yi kararından vazgeçirecek bir hamlesi olmayacaktır.

Hoş Erdoğan ne kadar MHP'ye muhtaçsa Bahçeli de AKP'ye muhtaç.

Bu nedenle şimdilik bir sorun çıkacağını sanmıyorum.

Uzatmadan konuya dönelim. Bahçeli "Bir pazarlık yapmadıklarını" söylüyor.

Ama bunu öyle üstüne basarak ve hatta alay ederek söylüyor ki insanın ister istemez canı sıkılıyor ve "Yapma be hocam artık hepimize bu kadar da salak muamelesi olmaz ki" demek istiyor.

Allah aşkına söyler misiniz stanbul Ankara ve İzmir'de aday çıkarmamak"zaten başlı başına bir pazarlık değil midir?

Bir siyasi parti neden kendini yok sayacak bir karara imza atar ki?

MHP iyilik olsun diye mi bazı yerlerde seçime katılmıyor yani?

Bahçeli pazarlık denince para alışverişi sanıyor ya da böyle bir ithamdan kurtulmak istiyor belki ama pazarlık sadece para ile yapılmaz.

Ayrıca sonuçta "ittifak" ana gündemi ile yapılan her görüşme de bir pazarlıktır.

Bahçeli de bunu biliyor tabii ama Türk filmindeki ünlü replik gibi "Ağam bizle eğlenir. "

KAFAMI BOZAN ŞEYLER

SANATÇILARIMIZI KENDİ ÜLKELERİNDEN BU KADAR SOĞUTMAYIN

Ünlü Hollywood yıldırı Elizabeth Banks son seri "Charli'nin Melekleri" filminin başrol oyuncularından biri.

Ünlü filmin yeni serisinin bazı sahneleri İstanbul'da çekilecekmiş.

Kültür ve Turizm Bakanı Murat Ersoy hazır gelmişken Elizabeth Banks'ı kabul etmiş bir süre görüşmüş. İyi yapmış yapmasına da başkasının sanatçısına bu kadar ihtimam gösterilirken kendi sanatçılarımızın ülkelerinden soğutulmasına da açıkçası çok kafam bozuluyor.

Örneklerden biri Mehmet Ali Alabora. Son derece düzgün ve başarılı bir sanatçı olan Alabora Gezi eylemine destek verdiği için bizzat Erdoğan tarafından kara listeye kondu.

Çektiği reklam filminden çıkarıldı dizi ve filmlerde oynamasına yasak getirildi sahneye çıkması engellendi.

Alabora sonunda can güvenliğinin de kalmadığını düşünerek yurtdışına çıktı.

Belki gelecekti yine ama bu kez de hakkında "Hükümeti devirmek için Gezi eylemine katılmak" diye uydurulan bir suç kapsamında yakalama kararı çıkarıldı.

Bir diğer sanatçı da Cumhuriyet'in kuruluş yıllarında Başbakanlık yapmış olan Recep Peker'in torunu Faruk Peker.

30 yıllık dostum arkadaşım Faruk Peker Turizm Bakanı'nın Elizabeth Banks ile görüşmesini öğrendikten sonra "40 yıllık aktör başbakan torunu randevu bile alamazken devlet güzel bir yabancı sanatçıyı ağırlıyor" diye mesaj göndermiş.

Açıp sordum tabii.

Sanatla ilgili bir proje için hem Erdoğan'dan hem de kültür- turizm bakanlarından randevu istediğini ama kendisine cevap bile verilmediğini söyledi.

Faruk Peker "Geçerken uğramak isteyen sıradan biri" değil. Ama devletimizin en tepesi eski bir başbakan torunu olan bir sanatçının "ne istemiş olacağını" bile merak etmiyor.

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

İSTANBUL AŞKI NEREDEN GELİYOR?

Cumhurbaşkanı Erdoğan İstanbul'dan söz açılınca hemen duruşunu değiştiriyor.

Çok ciddileşiyor.

"Biliyorsunuz" diyor "İstanbul'a çok önem veriyorum Çünkü İstanbul benim aşkım doğma büyüme İstanbulluyum. "

Çok güzel de doğma büyüme İstanbullu olduğunu söyleyip de sonra "Biiiiz Rizeliler" güzellemesi ne oluyor onu da bilemiyorum.

İstanbul aşkı iyi hoş tabii ama sormak isterim "Aşık olduğunuz İstanbul'a ne kattınız?" diye.

Lafa gelince "efsane belediye başkanı" diye anıyorlar Erdoğan'ı ama söyler misiniz Erdoğan İstanbul'a ne yaptı?

Erdoğan eliyle yapılmış bir hizmet hatırlayan var mı?

Var tabii!

Bizzat kendisi stanbul'a ihanet ettik" demedi mi?

En büyük hizmeti çarpık kentleşmeye katkısı her biri birer ucube gibi duran dev binalar ve altlarındaki alışveriş merkezleri. Başka?

Ne metro ne metrobüs ne altyapı çalışmaları ne Marmaray hiçbiri Erdoğan döneminde yapılmadı. Başbakan ve Cumhurbaşkanı olarak "bütün bunları ben yaptım" diyorsa o zaman da İstanbul'a ayrıca bir belediye başkanı neden seçiliyor?

Ama en önemlisi bir kente aşk duymak bina yapmakla gösterilmez.

Bir kente olan sevgi o kentin bilimine sanatına kültürüne katkı ile yaşam kalitesini artırmakla insanlara huzur ve mutluluk vermekle sağlanır.

İstanbul öyle mi?

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

İKTİDARIN YAYIN ORGANI YARGIYI "DUYGUSALLIKLA" SUÇLADI

İktidarın en güçlü yayın organlarından Yeni Şafak Gazetesi'nin dünkü manşeti "dehşet" bir iddiayı içeriyordu.

"Üç hakimden duygusal karar" başlıklı haberde İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi'nin bir dava ile ilgili çok hızlı karar verdiği belirtiliyordu.

Gazete haberine göre skandal denilebilecek duygusal bir karara imza atarak emsallerinin en az bir yıl beklediği bir karar dosyasını aynı gün işleme soktuğuyazılıydı.

Haberin ayrıntılarını okuduğumuzda söz konusu mahkemenin bu duygusal kararı bizzat Yeni Şafak Gazetesi'nin sahibi olduğu aileye karşı aldığını anlıyorsunuz.

Böylelikle saraya en yakın ailelerden birinin aleyhine olarak nitelenebilecek bir kararın "duygusal bir karar" olduğunu da öğrenmiş oluyorsunuz.

NOT: Yeni Şafak'ın "duygusal" kelimesini tırnak içine alması içime bir şüphedüşürdü.

Sözlüğü açıp tanımın karşılığını aradım.

Şöyle diyor sözlükler duygusal için; 1-Duygularla ilgili duygulara dayanan hissî. 2- Duygunun ağır bastığı duygunun aşırı etkilediği.

İyi de anlamı bu olan duygusal tanımı Yeni Şafak'ta neden tırnak içinde veriliyor ki?

O zaman aklıma geldi ki "duygusal" tanımı yıllar önce Cem Yılmaz'ın oynadığı bir reklam filminde kullanılmıştı.

Cem Yılmaz bu reklamda "Niye bu reklamda oynuyorsunuz?" sorusuna eliyle bildiğimiz para işaretini yaparken "tamamen duygusal" diyordu.

Ne yani şimdi iktidarın yayın organı yargıya "para alarak karar verdi" mi demek istiyor?

Yok canım daha neler siz de amma fesatsınız böyle…

================================

BEKİR COŞKUN: Sarı Yelekliler…

Kız almışız akrabalık hukukuna dayanarak Fransa'dan kuzeni aradım:

"Fransa'da Sarı Yelekliler neye kızdılar?… Cumhurbaşkanı Macron kendine 1100 odalı kaçak bir saray yaptırdı da… İçini Hindistan mermerleri varak koltuklar altın bardaklarla mı donattı?…"

"Hayır…"

"Peki kuzen Çakal Carlos ile Oslo'da gizli toplantılar yaptı da… Çakal ile sahneye çıkıp şarkı söyledi de… Yeni anayasayı teröristlerin yazmasını mı istedi?…"

"Hayır…"

"O zaman ayakkabı kutuları hesap makineleri kamyonetle taşınan dolarlar ile yakalandı da… Hırsız dört bakan hakkında soruşturma yapılmasına izin verilmedi de… Tarihin en büyük rüşvet olaylarından birisini ört-bas mı yaptılar?. . "

"Hayır…"

"Devleti bir papaza teslim etti de… Papaz yargıyı bürokrasiyi orduyu ele geçirdi de… Ülkenin yüzlerce aydınını gazetecisini hapishanelere doldurdular da… Onlarcası öldürüldü kimi kendini astı kimisi kendi kafasına kurşun sıktı kimisi hücrede ölü bulundu… Genelkurmay Başkanı'nı "terörist" diye hapishaneye kapattılar da… Sonunda "Öyle bir örgüt yokmuş" mu dediler?…"

"Hayır hayır…"

"Fransız milli bayramlarını kaldırıp yerine İsa'nın kutlu doğum haftasını getirip… Okullarda milli marşları yasaklayıp… 1 milyon papaz yetiştirmeye mi kalktılar…"

"Hayır…"

"Macron parlamentoyu yok sayıp kanunları kendisi mi yapmaya başladı?…"

"Hayır…"

"Demokratik rejimi yıkıp tek adam rejimine mi geçti?. . "

"Hayır…"

"30 milyon Fransız devlet desteği ile yaşarken memura-işçiye-emekliye yüzde 4 zam verip adam kendi maaşına yüzde 26 zam mı yaptı?…"

"Hayır…"

"Eee ulan ne halt diye ayaklandınız?…"

"Mazota zam geldi…"

İşte ben hep söylerim:

Bu sürü gibi Fransızlar adam olmaz…

================================

TOKMAK/RAHMİ TURAN: Yoksulluk kader mi?

Kılıçdaroğlu'nun uyarısı yerindedir:

"Muhalefet partileri birbirini eleştirirse en büyük avantajı iktidar partisi sağlar!" diyor.

Haklıdır. Zaten güçsüz olan muhalefet partileri birbirine girip birbirlerini suçlarlarsa iktidarın ekmeğine yağ-bal sürmüş olurlar!

Kılıçdaroğlu "Ben muhalefet partilerini eleştirmem. Muhalefetin görevi iktidarın yanlışlarını söylemektir" diyor. Ancak menfaatler gözleri karartınca bu uyarılara aldırış eden siyasetçi olmuyor.

O zaman bu milletin "Yandık bittik aç kaldık" diye ağlamaya hakkı yoktur. Çünkü halkı düşünmeyen partilere oy verenler kendileridir!

Ekonomiden hepimiz şikâyetçiyiz. Kılıçdaroğlu'nun deyimiyle "Eti gramla alan bir noktaya getirdiler milleti!"

Kâğıt üzerinde enflasyonu da düşürüyorlar! Bazı saf insanlarımız da bu göz boyamaya inanıyor fakat ağlamaya da devam ediyorlar.

A benim akıllı kardeşlerim böyle ağlayacağınıza kafanızı kullansanıza… Saray'ı değil halkı savunanları görsenize…

Hiçbir yoksulluk kader değildir. Her millet kendi kaderini kendi yaratır!

İÇLER ACISI!

AKP iktidarı yeni cezaevleri inşa etmekte çok hızlı… Her yıl 20-30 yeni cezaevi inşa ediliyor ama yine de Türkiye cezaevleri tutuklu ve hükümlülere yetmiyor.

Son 10 yılda suçluluğun bu kadar artmasının sebeplerini sosyal bilimciler araştırmalıdır.

Avrupa Konseyi Cezaevleri Raporu'nun Türkiye bölümünde ilginç bilgiler var.

Türkiye'de tutuklu ve hükümlü sayısı son 10 yılda 23 misli artmış…

★★★

Konsey'in Türkiye Adalet Bakanlığı'ndan aldığı bilgilere göre cinsel saldırı suçlarından hüküm giyenlerin sayısı 2003-2005 arasında 523'ten 12 bin 253'e yükselmiş.

Bir de kadın haklarından uygarlık ve insanlıktan bahseder dururuz.

Kadına şiddet kadına cinsel istismar kadın cinayetleri hızla artıyor iktidar da buna önlem alacağı yerde yeni cezaevleri inşaatların hız veriyor!

21'inci Yüzyıl Türkiyesi bu mu?

Çağdaşlık bu mu? İnsanlık bunun neresinde?

Ekonomi ve politikadaki kötülükler hep dış düşmanlara bağlanıyor.

Peki kadına şiddeti de mi dış odaklar tezgâhlıyor?

★★★

"Cinsiyet Eşitliği İzleme Derneği" adında bir kuruluş var.

Bu derneğin açıkladığı rapora göre;

AKP CHP ve MHP'de kadın belediye başkanlarının oranı yüzde 1'e bile ulaşmıyor.

Kadın yönetici oranları bindelik rakamlarla ifade ediliyor.

TÜSİAD TOBB MÜSİAD gibi kamu kuruluşlarında da kadın yönetici yok denecek kadar az.

21'inci Yüzyıl Türkiyesi'nde cinsiyet ayrımcılığı hazin bir şekilde sürüyor. Durum ne yazık ki içler acısı!

LAİKLİK VE KADIN HAKLARI

Dün Türk kadınına seçme ve seçilme hakkını tanıyan Anayasa değişikliğinin 84'üncü yıldönümü idi…

Türk kadını bir çok Avrupa kadınından önce 5 Aralık 1934 günü bu önemli hakka kavuşmuştu.

Yılmaz Atatürkçü Tansel Çölaşan Türkiye'de Cumhuriyeti laikliği ve kadın haklarını savunanların başında geliyor.

Tansel Hanım Danıştay'ın önceki Başsavcısı ve Atatürkçü Düşünce Derneği'nin önceki başkanıdır.

"Laiklik olmadan kadın hakları olmaz" diyen Tansel Çölaşan'ın bana ulaşan şu mesajını okuyalım:

★★★

"Bize unutturulan laiklik ilkesi kişilerin vicdan ve ibadet özgürlüklerini güvence altına alırken iman ve ibadetle ilgisi olmayan dinsel kaynaklı kuralların cemaatler ve tarikatlar eliyle toplum yaşamına ve devlet düzenine egemen olmamalarını öngörür.

Bu ilke İkinci Cumhuriyet tartışmalarının başlatıldığı doksanlı yıllardan itibaren unutturularak yerine 'Devletin tüm inançlara eşit uzaklıkta olması' gibi bir tanım toplumun hafızasına sokulmuş iki binli yıllarda da iktidar tarafından bilinçli kimilerince de bilinçsiz (!) hayata geçirilmiş cemaatler ve tarikatları sivil toplum kuruluşu sayma gafletine düşülmüş bugünlere böyle gelinmiştir.

Kurucu iktidarın tarih bilinciyle ilmek ilmek işleyerek hayata geçirdiği ve sonunda 1937 yılında Anayasa kuralı yaptığı bu ilkenin siyasi kadrolar tarafından Devrim'in 'Bağımsızlık' özü ile birlikte ilk harcanan ilkesi olduğunu da unutmayalım.

Cumhuriyet'in laikliğini geri getirmek istiyorsak önce Cumhuriyeti tüm kurucu ilkeleriyle birlikte yeniden inşa etmemiz gerekiyor.

Çünkü 'Kadın hakları' kavramı ancak Cumhuriyet aydınlanmasında vücut bulabilir. "

TEBESSÜM

ELEKTRİK OLMAYINCA

Genç gazeteci yaşı hayli ilerlemiş olan bir Karadenizli ile köyde röportaj yapıyormuş… Sormuş:

"Dursun dede sana özel bir şey soracağım. "

"Sor be evlâdım sor ki öğren!"

"Sen evlenirken Şefika teyzeden elektrik aldın mı?"

Dursun dede acı acı gülümsemiş:

"Yok be evlât… O zamanlar bizim köyle elektrik yoktu ki elektrik alayım!"

"Peki nasıl oldu?"

"O zamanlar gaz lambası vardı evlâdım. Gaza geldim evlendik!"

GÜNÜN SÖZÜ

Eleştiriler de "ağrı" gibidir. Ağrılar vücutta bir arıza olduğunu haber verir!



--   a45UyF587661

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder