Her iki kişiden biri…?: Bekir COŞKUN
Her iki kişiden biri;
yağmur duası ile yağmur yağacağına inanıyor…
*
Her iki kişiden biri;
çocuğuna okutulmuş pirinç tanesini yutturulunca, pirincin midede zikir etmesini ve çocuğunun sınavı kazanmasını bekliyor…
*
Her iki kişiden biri;
gece cinlerin ortalıkta dolandığını söylüyor…
*
Her iki kişiden biri, Kuran'ı Türkçe okuyup anlamak yerine arapça dinleyip anlamamayı tercih ediyor…
*
Her iki kişiden biri;
çocuğunun matamatik yerine din dersi almasını istiyor…
*
Her iki kişiden biri;
ömründe hiç dergi, kitap, gazete okumamış…
*
Her iki kişiden biri;
görmediği tanımadığı bir kadınla görücü usulüyle evlenmiş…
*
Her iki kişiden biri;
haber programlarına bakmıyor ama izdivaç programlarını kaçırmıyor…
*
Her iki kişiden biri;
tiyatroya hiç gitmemiş, kız arkadaşı ile hiçbir zaman yemek yememiş, yaş günü kutlamamış, plajda yüzmemiş, dans etmemiş…
*
Her iki kişiden biri;
rakı içmemiş…
*
Her iki kişiden biri;
çocuk parası, yarım altın, kadına aylık, nohut,
kömür yardımı alıyor…
*
Her iki kişiden biri;
"Türkiye iyi yönetiliyorsa, belediye niye bana kömür, makarna veriyor" diye sormuyor…
*
Her iki kişiden biri;
"Çalıyor ama iş yapıyor" diyor…
*
Her iki kişiden biri;
dindar adamın yalan söylemesini, sahtekarlığını, hırsızlığını normal sayıyor…
*
Sonuçta her iki kişiden biri;
böyle bir iktidara oy veriyor…
*
Benim sözüm, diğer iki kişiden birisine:
"Ben ne yapabilirim" deyip oturacağına, git o öbür "iki kişiden birini" bul…
Ona anlat, göster, ikna et, boynuna sarıl, yanaklarından öp…
Ona "Senin yüzünden cumhuriyetimiz başımıza yıkılıyor" de…
a45UyF587661-160525110554 Oraj Poyraz cimcime@neomailbox.net
2016/05/25 11:00 1 39 1923atamizindeyiz@googlegroups.com
Siddet gostermeme, inancimin birinci maddesidir. Ayni zamanda , benim itikatimin da son maddesidir.
Mahatma Gandhi
Celiski bulamazsiniz
NISA 82.hala Kur an uzerinde geregi gibi dusunmeyecekler mi?
Eger o, Allah tan baskasi tarafindan gelmis olsaydi onda bircok tutarsizlik bulurlardi.
DOGA YASALARI UZERINE DUSUNCELER -2-
Nasil ve nicin...ve ... akilli tasarim
Simdi artik bazi alengirli konulara geldik. Ele alinacak olan konular dogrudan din ve Tanri inancini ilgilendirdigi icin elbette, dogalari geregi, her tur yoruma ve tartismaya aciktir. Kitaplarinda Dr Hawking ve L.Mlodinow bu konulari tarafsiz bir uslup ile anlatmislar. Ben de onlarin anlayisini takip edecegim. Ustune basa basa belirtmek isterim; asla su veya bu inanci one cikarmak veya kotulemek gibi bir gayem yoktur. Sadece, tezleri ve anti-tezleri tarihsel akis icinde belirtmek istiyorum. Karar, okuyanlara aittir.
Dogal surecler incelenirken, ister istemez ortaya nasil ve nicin sorulari cikar. Birinci soruya bilimsel dusunce kendi yontemleri icinde cevap arar. Isin icine tanrilari, ruhlari, lanetlenmeyi, cezalandirilmayi, iyilik meleklerini ve benzer inanclari katmadan doganin isleyisi yine doganin kendi kanunlarina uygun olarak aciklanir. Bir nesnenin yuksekce bir yerden dusmesinden tutun, bir kova icindeki suyun donduruldugunde gosterdigi davranisa, hastaliga yol acan bir mikrobun yasam cevrimine kadar her sey formule edilebilir, modellemesi ve matematigi gelistirilebilir. Bunlar elbette basit surecler degildir, bazen bir modeldeki yanlisligin farkedilebilmesi icin yuzyillarin gecmesi gerekebilir. Yine de nasil sorusuna cevaplar getirilir.
Ama nicin sorusu farklidir. Bir seyin olus sebebini sordugumuzda ister istemez amaca yonelik sorgulamalar yapmaya baslariz. Dunyanin bir amaci var midir, nesnelerin belli bir formda olmalarinin veya bir yasaya uymalarinin amaci var midir? Elmanin lezzetli olmasinin, suyun, havanin ve Gunes in bize yasam vermesinin amaci var midir? Bunlar sadece dogalarinin geregini mi yerine getirirler yoksa varoluslarinin insana yonelik ozel bir misyonu var midir? Oyle gorunmekte ki insanlar yuzyillar boyunca, doganin isleyisini incelerken ona tanrisal amaclar, misyonlar yuklemis durumdalar. S.Hawking ve L.Mlodinow dan alintilamaya devam ediyorum.
Seylerin belli bir amaca hizmet etmek icin davrandiklari dusuncesi yuzyillar boyunca pek cok dusunuru etkiledi. 13. yuzyilin basinda ilk Hristiyan filozoflardan olan Aquino lu Aziz Tommaso (1225-1274) bu gorusu benimseyerek Tanri nin varliginin ispati olarak kullandi: Cansiz nesnelerin sonlarina tesadufen degil, kasitli olarak ulastigi aciktir. Bu nedenle, dogadaki her seyin bir yolu ve bir sonu olmasini buyuran akilli bir varlik mevcuttur. Hatta, 16. yuzyil gibi gec bir tarihte bile buyuk Alman astronomu Kepler (1571-1630), gezegenlerin duyuma sahip olduklarina, zihinleriyle kavradiklari hareket yasalarina bilincli olarak uyduklarina inaniyordu.
Yukardaki kisacik pasajda, bugun bile hararetle tartistigimiz temel sorulari gorebilirsiniz. Aciyorum:
Eger ortada doga yasalari varsa, bir yasa koyucunun olmasi gerekmez mi?
Eger ortada, elma gibi, bocek gibi kompleks bir canli varsa, o zaman, bunlarin ardinda akilli bir varligin, bir zekanin olmasi gerekmez mi?
Oncelikle birinci soruya deginmem gerekmekte. Bu soruya karsi en guzel yaklasimlardan birini Ingiliz felsefeci Bertrand Russell getirmistir. (1872-1970) Russell, ilk olarak 1925 yilinda basilan goreliligin ABC si (ABC of Relativity) isimli calismasinda, Albert Einstein in ozel ve genel gorelilik kuramlarini gercekten sasirtici bir ustalikla, konuya asina olmayanlara aktarir. Eger bu calismayi okumadi iseniz, mutlaka bir yerlerden bulup okumanizi oneririm. Sadece bilimsel ve felsefi bir yapit degil, ayni zamanda bir edebiyat ziyafetidir. Ben defalarca okudum ve her seferinde ayri bir keyif aldim. Russell, calismasina su cumle ile baslar: Herkes Einstein in harika bir sey yaptigini soyler ama hic kimse gercekte ne yaptigini bilmez. Sonra Russell, havadaki bir balonun icinde bulunan ve karanliktan dolayi etrafini goremeyen bir gozlemcinin, icinde bulundugu ortam hakkinda ne tur cikarimlarda bulunabilecegini sorgulamaya baslar. Ozel ve genel gorelilik kuramlarinda zaman, kutle ve hiz arasindaki iliskileri acikladiktan sonra, konunun can damarina gelir. Ortada, bir yasa koyucu tarafindan konulan doga yasalari mi vardir, yoksa bu sadece bizim dogayi algilamamizdan kaynaklanan bir yanilsama midir? Bir baska ifade ile, bizler her gun cesitli ve guclu etkiler, fenomenler gordugumuz icin mi bunlari asla degismeyen, olasi tek gerceklik olarak kabul eder ve sonra bunlarin ardinda bir yasa koyucu aramaya baslariz ?
Bazi felsefi ekoller, insan zihninin aliskanliktan dolayi herhangi bir varolus durumuna adapte oldugunu ve aklin da bu sablon icinde kaliplastigini one surerler. Kalemi havaya atariz ve yere duser, bu kadar basittir. Aslinda biz bunu, orta yerde bir yasa oldugu icin degil, her gun gordugumuz ve o fenomene alistigimiz icin kabul ederiz. Eger, cok farkli yasam kosullarinda yasayan canlilar olsaydik, simdi normal kabul ettigimiz durum anormal olacak, anormal olarak kabul ettigimiz durum ise normal gorunecekti. Bu sorgulamayi yapanlardan biri de, aslinda cok dindar bir insan olan Baruch Spinoza idi.
(1632-1677) Spinoza, insanin kan damarlarinda dolasan bir parazitin kendisini ne tur bir varolussal konum icinde hissedecegini sorguluyordu. Aciktir ki, bizim icin cok onemli olan yercekimi kuvveti, o parazit icin onem tasimayacakti, hatta boyle bir seyin varligindan bile haberi olmayacakti. Parazitin bakis acisindan bazi seylerin etrafta oylece ucusmasi son derece normal kabul edilecekti. (Etrafinizda taslarin, agaclarin, ciceklerin ve bir suru seyin ucustugunu hayal edin.) Kendi icinde bulundugu varolus kosullarindan yola cikan parazit, bizimkinden cok farkli doga yasalarina ulasacak ve bu yasalar onun kendi gerceklikleri olacakti. O zaman bizler, kendi varolus konumumuzdan dolayi gelistirdigimiz yasalari neye dayanarak mutlak gerceklikler olarak goruyorduk? Spinoza tanrisiz bir insan degildi, O na inaniyordu, hatta Tanri nin varligini bir dizi aksiyom yolu ile ispat etmeye calistigi meshur Ethica kitabini bile yazdi. Sorun suydu ki, Spinoza nin tanrisi ile, ayni tanrinin kendini disavurum yolu olan doga birbirlerine cok fazla benzemekteydi ve bu durum Hollanda daki gelenekci Yahudileri rahatsiz etti. Amsterdam Yahudi cemaati tarafindan yargilandi, dinsiz olarak goruldu ve cemaatten aforoz edildi! Bu da inancin ne kadar farkli yorumlanabilecegine bir ornek. Kati ve asla taviz vermeyen bir ateist icin Spinoza koyu bir dindar olarak gorulebilirken, gelenekci dindarlar ise onu dinsiz ve sapkin ilan ediyorlardi!
Eger bir yasa varsa, bunun ardinda bir yasa koyucu olmalidir fikrine karsilik, bizim dogadaki her tur akisi incelerken bunlari yasa olarak yorumladigimiz fikri gelismekteydi. Dogadaki seyler kendilerine deklare edilen belli yasalara uymuyorlardi, onlarin hareketini biz yasa olarak yorumlamaktaydik. Eger hareketleri, ortak olarak gozlemlediklerimizden farkli olsa idi, bu sefer de o hareketleri ayri bir yasa olarak yorumlayacak ve alistigimizdan farkli bir matematik gelistirmek zorunda kalacaktik.
Ikinci soruya gelince: Eger ortada, elma gibi, bocek gibi kompleks bir canli varsa, o zaman, bunlarin ardinda akilli bir varligin, bir zekanin olmasi gerekmez mi? Dahasi, hicbir tasarim yetenegine sahip olmayan ve tamamen dogal gudulerle hareket eden canlilar, kendi iclerindeki tasarimi nasil olusturabilirler ?
Bu sorular, gunumuzde bile farkli dinlere mensup dindarlar tarafindan kullanilan akilli tasarim argumanina gonderme yapar. Aquino lu Aziz Tommaso gibi ruhiyatci dusunurler, ortaya, curutulmesi gercekten de cok zor olan bir arguman koymuslardir. Hristiyan teologlar bunu kisaca soyle aciklarlar.
Diyelim ki ormanda gezinirken, yerde bir kostekli saat buldunuz. Ne dusunursunuz ? Muhtemelen saati birisi orda unutmustur veya dusurmustur. Bir suru farkli ihtimal olabilir. Fakat bir seyi dusunmezsiniz. Tam da saatin bulundugu yerde, topragin veya cesitli maden filizlerinin eridigini, saatin camini olusturacak kadar inceldigini, seffaflastigini, sonra yuvarlak bir gorunum aldigini; bunlarin ardindan akrep, yelkovan, cesitli pimler, disliler ve spirallerin isi ve ruzgarin etkisi ile, birbirlerine mukemmel uyacak bicimde sekillendigini, bunlarin biraraya gelerek tek seferde ve tesadufen birlestiklerini dusunmezsiniz. Bu oylesine uzak bir ihtimaldir ki, gerceklesmesi icin evrenin bilinen yasi bile yetmez. Buraya kadar benim de hicbir itirazim olamaz. Ortada bir tasarim varsa, elbette onun ardinda bir tasarim sureci ve tasarimcilar, imal ediciler bulunacaktir.
Peki, doga gercekten boyle mi islemektedir? Doga, bir tasarimcinin ortaya koydugu sasmaz kurallar cercevesinde mi islemektedir, yoksa tum bunlarin farkli bir aciklamasi olabilir mi? Acaba insan kendisine ait olan tasarim yetenegini dogaya uyarlarken ve dogayi da boyle isliyormus gibi dusunurken insanca bir yanilgi icinde olamaz miydi ?
Bu sorulara daha sonra yeniden donmek uzere, simdilik Ortacaga hakim olan genel dusunce uzerinden ilerliyecegim. Yuzyillar boyunca, bilimsel dusunce ile dinsel dusunce kucak kucaga ilerlediler. Filozoflar, teologlar, doga bilimciler seylerin ardindaki davranis mekanizmalarina ulasiyorlar, fakat bunlari yorumlamakta ciddi gorus ayriliklarina dusuyorlardi. Kitaptan alintiliyorum:
O donemlerde insanla fizik yasalari arasinda net bir ayrim yoktu. M.O. 5. yuzyilda, ornegin, Anaksimandros, her seyin bir ilk cevherden ortaya ciktigini ve yaptiklari kotuluklerin cezasini odemek icin yeniden ona (bu ilk cevhere) geri dondugunu yazmisti. Iyonyali yazar Herakletios a gore Gunes, adalet tanricasi pesinde oldugu icin bu sekilde hareket etmektedir. (...) Bu gelenek, yuzyillar boyunca Yunanlilari izleyen pek cok dusunuru de etkiledi. Doganin yasalarina uyulmasi gerektigi dusuncesi, eskilerin doganin nasil boyle davrandigina degil, nicin boyle davrandigina odaklandiklarini gosteriyor. Antik caglarda kesin olcumler ve matematiksel hesaplamalar yapmak her bakimdan zordu. Aritmetik icin cok ikna edici buldugumuz on rakamli sistem ancak MS 700 lu yillarda, bu konuda dev adimlar atan Hindular sayesinde bulunmustur. Toplama ve cikartma icin kullanilan kisaltmalar icin ise 15. yuzyili beklememiz gerekti. Esittir isareti ve zamani saniyesine kadar olcen saatler 16. yuzyildan once mevcut degildi.
Aristotales, fizik yasalarinin icine bir parca dinsel dusunce katti. Ornegin, onun hareket kuramina gore, agir cisimler agirliklariyla orantili olan sabit bir hizla duserler. Nesnelerin duserken hizlarinin arttigi gercegini aciklamak icin yeni bir ilke icat etti. Dogal durma noktalarina yaklasan nesneler daha bir coskuyla ilerler ve bu yuzden hizlari artar. Bu ilke, gunumuzde cansiz nesnelerden cok bazi insanlar icin daha uygunmus gibi gorunuyor. Aristotales in kuramlari genel olarak cok az ongoru degeri tasisa da insan dusuncesini yakla$ik iki bin yil boyunca egemenligi altina aldi.
Yunanlilari takip eden Hristiyanlar, evrenin onlara ilgisiz kalan doga yasalari tarafindan yonetildigi gorusunu reddettiler. Ayrica insanlarin bu evrenin merkezinde ayricalikli bir yere sahip olmadigi dusuncesini de reddettiler. Ortacagda tutarli bir felsefe sistemi olmasa da genel egilim, evrenin Tanri nin oyun alani oldugu yonundeydi ve dogal fenomenler yerine din uzerine calismak cok daha degerli goruluyordu. (Dr Hawking konuya deginmemis, ben eklemek isterim, din uzerine calismanin sadece teolojik degil siyasal, ekonomik ve sosyal sinif atlama gibi sebepleri de bulunmaktaydi.) 1277 de, Paris Piskoposu Tempier, Papa XXI. Johannes in talimatlari uzerine harekete gecerek 219 maddelik bir lanetlenecek gunahlar veya sapkinliklar listesi yayinladi. Bu sapkinliklar arasinda doga yasalari dusuncesi de vardi. Cunku bu dusunce Tanri nin kadir-i mutlak olusuna aykiriydi. Birkac ay sonra sarayin tavani uzerine coktugunde Papa Johannes in yercekimi yasasi yuzunden olmesi ilginctir.
Doganin yasalari kavrami 17. yuzyilda ortaya cikmistir. Daha once belirttigimiz gibi, fiziksel nesnelere iliskin animist bir goruse sahip olmasina karsin, bu fikri modern bilim anlaminda ilk kavrayan Kepler olmustur. (Burda bir saptama yapmak isterim. Semavi dinlerin teologlari animizmi her ne kadar reddetmis, onu sapkinlik, Tanri ya ortak kosmak gibi gostermis olsalar da, pratikte animist yaklasimlar sergilemislerdir. Yalnizca, bu animizm kilik degistirmis, eski caglarda, bir ruha canliliga sahip oldugu icin davranan seylerin yerine, Tanri ya kavusmak icin veya onun dilegini yerine getirmek icin davranan seyler almistir. Animist inanc, insanligin bilinen en eski inanclarindan biridir.)
Galilei (1564-1642) bilimsel calismalarinda yasa sozcugunu kullanmamistir; buna ragmen pek cok yasanin aciga cikmasini saglamis, bilimin temelinin gozleme dayandigini ve bilimin amacinin da fiziksel fenomenler arasinda varolan nicel iliskilerin arastirilmasi oldugunu savunmustur. (Galilei nin dusunce bicimini merak edenlere, Tubitak bilim yayinlarindan cikan Galileo nun buyrugu kitabindaki nesnelerin dususleri uzerine bir diyalog bolumunu okumalarini tavsiye ederim. Bu uzun diyalogta Galilei acikca doga yasalarindan soz etmez, ama nesnelerin dusus bicimlerini aciklarken kullandigi yontemlerdeki dogal yasalari farketmemek imkansizdir.) Ancak, doga yasalari kavramini bugun anladigimiz haliyle acik ve ayrintili bicimde formule eden ilk kisi Rene Descartes (1596-1650) olmustur.
-devam edecek
Levent ERTURK
LEVENTERTURK1961
https://leventerturk1961.wordpress.com/
Grup eposta komutlari ve adresleri | : | |
Gruba mesaj gondermek icin | : | ozgur_gundem@yahoogroups.com |
Gruba uye olmak icin | : | ozgur_gundem-subscribe@yahoogroups.com |
Gruptan ayrilmak icin | : | ozgur_gundem-unsubscribe@yahoogroups.com |
Grup kurucusuna yazmak icin | : | ozgur_gundem-owner@yahoogroups.com |
Grup Sayfamiz | : | http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/ |
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz | : | http://orajpoyraz.blogspot.com/ |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder