2 Ağustos 2019 Cuma

TÜRKİYE’DE HAİN NEDEN ÇOK

Ben bir ek yapacağım.
Başka dinlerde dindar ve ilahiyatçı milli değerlere sahip çıkar.
Oysa İslamiyette dindar ve ilahiyatçı Arap ülküsüne sahip çıkar, milli idealleri en iyimser ihtimalle küçümser, önemser, hatta inkar eder.

Bu nedenle Yahudinin dindarı, hahamı büyük çoğunlukla devlete, millete sadıktır. İstisnası Siyonizme karşı olan küçük bir Yahudi cemaati olan Neturei Karta cemaatidir.

Yine benzer şekilde başta protestanlar olmak üzere Hristiyanların büyük bölümü milli değerlere kıymet verir. Bunun istisnası Evangelizm gibi Judeo-Hristiyan bazı cemaatlerdir.

Budistlerde istisna falan yoktur, hepsi de kendi etnik aidiyetini bilir, tanır ve önemser.

Hindular için de aynı şeyi söylemek mümkündür.

Ancak, ülkemizde var olan neredeyse bütün Müslüman cemaatler, bunların liderleri Türk milliyetçiliğine, değerlerine, ülkü ve ideallerine düşmandır.
Biz bunu en açık şekilde Yüce Galaksi BAşkanımızın biz bütün milliyetçiliklerle birlikte Türk milliyetçiliğini de ayaklaran altına aldık şeklindeki veciz sözde görüyoruz.

Yine sosyal medya da sıklıkla "İslamda üstünlük takvadadır" denilerek en iyi Türkün dahi imanlı, ibadetli, itikatlı yani takva sahibi herhangi bir insandan üstün olamayacağı söylenir.
Ancak, tarih boyunca ve şimdi peygamberin Arap oluşundan bahisle inanılmaz bir Arap hayranlığı ve tapıcılığı söz konusu olmuştur.
Biz bunu "Cennette konuşulan dilin Arapça" olduğu lakırdısıyla da görüyoruz.

Ve Kavm-i Necip'in ihanet etmiş olması hala daha Osmanlıcıların açıklayamadığı, Türklerin ise içinden atamadığı bir yaradır.

Oraj POYRAZ(0raj.p0yraz@neomailbox.net / oraj.poyraz@openmail.cc )
           L2fSIJNoA0xfSNxA  

TÜRKİYE'DE HAİN NEDEN ÇOK

31 Temmuz 2019 Çarşamba



Türkiye'de bugün yaygın ve yoğun bir kimliksizleşme yaşanıyor. Yetki ve güç sahipleri varsıl işbirlikçiler sanatçı görünümlü çıkarcılar; aynı yerden buyruk almışçasına ülkeyi ayakta tutan değerlere sınır tanımaksızın saldırıyor. Bu tutum kalıcılığı olan politik işleyiş durumuna getiriliyor. Yozlaşma ve yabancılaşmanın geçerliliği olan bir istem durumuna getirilmesinin bir nedeni olmalıdır. Yaşananlar tarihte kayıtlı süreçler toplamı ve bu toplamın günümüzdeki uygulamalarında saklıdır. Dışa bağlanmanın ve kendine yabancılaşmanın yaygınlığına yanıt arayan her çaba ister istemez Osmanlı devşirmeciliğine ve onun yarattığı kapıkulu çıkarcılığına gidecektir. Aşağıdaki çalışmayı günümüzdeki ihanet şebekesinin tarihsel dayanağını ortaya koymak için yayınlıyoruz.

"İkiyüz Bin Hain"

Günümüz Türkiyesi'nde politikacılar başta olmak üzere kimi üst düzey kamu yöneticileri iş adamları gazeteciler akademisyenler sanatçılar ve aydınlar arasında yoğun bir yozlaşma ve yabancılaşma yaşanmaktadır. Ülkenin ve ulusun çıkarları yönünde değil de ilişki içinde oldukları küresel güç merkezlerinin istekleri yönünde davranan sayıları az etkileri çok bu insanlar; ele geçirmiş oldukları siyasi ve akçeli gücü iletişim olanaklarıyla birleştirerek ülke ve ulus karşıtı eylemler içine girmektedirler. Eski bakanlardan Kamran İnan bu olgu için olacak; "Türkiye'de 200 bin hain var" diyebilmiştir.1

Kamran İnan'ın bu sayıyı nasıl saptadığı bilinmez ancak Türkiye'de hainliğin ve bu yolu açan yabancılaşmanın çok yoğun olduğu herkesin gördüğü açık bir gerçektir. Tarihinde ülke ve devlete bağlılığa özel önem verilen bir ülkede bu denli yoğun bir yabancılaşma yaşanmasının kuşkusuz bir nedeni olmalıdır. Birbiriyle uzlaşması olanaksız olan bu iki eğilim yani ülkeye ve devlete bağlılıkla dışa hizmet nasıl oluyor da Türkiye gibi bir ülkede bu denli yaygın olabiliyor? Bağımsızlığına ve değerlerine bu denli düşkün bir ulus içinde bu kadar çok hain'i nasıl barındırabiliyor? Toplumun özyapısı ve tarihiyle çelişen bu kaba gerçek neyle açıklanabilir?

Tarihe Bakış

Savaş tutsakları ile kölelerin ekonomik ya da askeri amaçla kullanılması değişik yöntem ve oranlarda hemen tüm toplum biçimlerinde görülür. Antik Çağ Grek devletleri ve Roma İmparatorluğu köleciliği bir üretim biçimi durumuna getirirken bu biçimiyle köleciliğe yönelmeyen Osmanlı İmparatorluğu çok başka bir yöntem geliştirdi. Atina ve Roma'da köleler satılabilir bağışlanabilir ya da öldürülebilir. Nesne olarak görülüp en ağır işlerde çalıştırılır ve toplum dışında tutulurdu. Osmanlı İmparatorluğu'nda insan gereksinimi çok başka biçimde karşılandı. Fethedilen yerlerden toplanan seçilmiş genç insanlar Osmanlı nizamına uygun olarak yetiştirilerek toplumun iç unsuru durumuna getirilip yönetici yapıldı. Osmanlılar bunlara devşirme adını verdi. Bu yöntem Atina ve Roma köleciliğinden çok daha başkaydı. Daha insancıldı ancak bu insancıllık Osmanlı Devleti'ne ve onun Türk uyruklularına yararından çok zarar verecekti.

Devşirmeler

Osmanlı Devletinin ilk dönemlerinde savaş tutsaklarının beşte biri orduda kullanılmak üzere padişaha yani devlete ayrılıyor ve bu işleyişe pençik vergilendirmesi deniliyordu. Önceki İslam devletlerinde; gulam kul ya da memluk sözcükleriyle tanımlanan bu uygulama Anadolu Türk beylikleri döneminde geliştirilmiş Osmanlı Padişahı I. Murat döneminde (1360-1389) kurumsallaştırılarak daha kapsamlı duruma getirilmiştir. Devşirme düzeni bu sürecin ürünüdür.

Padişah buyruğuna (fermana) dayanan toplama (devşirme) kurulları birkaç yıl arayla Balkanlar'da değişik bölgeleri dolaşır kent ya da köylerde hane sayısının kırkta biri oranında genç toplardı. Genellikle 14-18 yaş kümesi içinde kalan sağlam vücutlu akıllı Hıristiyan çocuklar seçilir ve eğitilmek üzere İstanbul'a götürülürdü. Kurul üyeleri köy ya da semt papazının eşliğinde kilise vaftiz defterinden gençlerin özelliklerini saptar ve aile başına bir kişiyi geçmemek koşuluyla seçim yapardı. Devşirilenlerin özellikleri bir deftere yazılır ve halktan devşirilen her genç için yol ve giyim giderlerini karşılamak amacıyla 600 akçe para toplanırdı. Bu paraya kul akçesi denirdi. Devşirilenler 100-200 kişilik kümeler biçiminde sürücü adı verilen yetkililere teslim edilerek yola çıkılırdı.2

Batılılar bu yöntemin Hıristiyan aileleri özellikle ana ve babaları perişan ettiğini çocuğu zorla elinden alınan kimi anaların delirmiş gibi oğullarının peşinden İstanbul'a gittiklerini söylerler. Batı yazınında (edebiyatında) bu konuyu işleyen sayısız acıklı öykü yazılmıştır. Oysa bu tür öykülerin gerçekle bir ilişkisi yoktur ve bunlar Türk karşıtlığının aracı olarak kullanılan yaymacadan (propagandadan) başka bir şey değildir.

Gerçekte ise Hıristiyan aileler toplama kurullarına devşirme listesi sunan papazlara kendi çocuklarını listeye alması için baskı yaparlar armağanlar verirlerdi. Devşirme olarak seçilen her çocuk ailesi için başa konan bir talih kuşu bir umut kaynağıdır. "Beslenmesi gereken bir boğazın eksilmesi"3 bir yana asıl önemli olan bu boğazın dünyanın en büyük devletinin askeri ya da idari kademelerinde yükselerek kendilerine ilerde "nimetler sunma" olasılığıdır. Devşirme seçilmek günümüzde herkesin büyük bir istekle peşinden koştuğu ABD vatandaşı olmaktan çok daha önemli bir şeydi. Nitekim büyük askeri seferler sırasında sınır boylarına doğru ilerleyen ordunun devşirme kökenli başkomutanları; doğdukları köye uğrayarak anne-babalarının "gönlünü yüceltmek" onlara "bağışta bulunmak" için ordunun yolunu değiştirdiği çok görülmüştür.4

İstanbul'a gelen devşirmeler burada Yeniçeri ağası ve hekimler tarafından gözden geçirilerek sünnet ettirilir ve Kelime-i Şahadet getirtilerek Müslüman yapılırlardı. İçlerinde yakışıklı zeki ve becerikli olanlar padişaha yönetimde ve özel işlerinde hizmet vermek üzere seçilirlerdi. Bunlara içoğlanı denir ve özel olarak yetiştirilirlerdi.

Osmanlı padişahları başlangıçta yönetimlerini korumak için gereksinim duydukları insan kaynağının önemli bir bölümünü devşirmelerle karşıladı. Kısa dönemde gereksinim karşılanmış gibi göründü. Asker ya da sivil görevliler (kapıkulları) kesin bağlılık ilişkisiyle padişaha paralı asker sıkıdüzeniyle (disipliniyle) bağlanmıştı.

Devşirmeler süreç içinde ordunun (Yeniçeri) ve yönetici sınıfın (rical-i devlet) tümünü kapsayan bir yaygınlığa ulaşmış; yönetim bunlar aracılığıyla padişahın mutlak egemenliği üzerine oturtulmuştu; sistemin tümü bir tek kişinin (padişahın) yararına işliyordu. Ancak bu düzenin gerçek işleyişinin ne olduğu neye hizmet ettiği biraz karışıktı.

Devşirmelerin Gücü

Padişahlar hizmetine aldığı devşirme unsurunu o denli büyütüp geliştirmişti ki dizgenin (sistemin) gerçekten padişahtan yana mı yoksa "emri altındaki" devşirmelerden yana mı işlediği giderek belirsizleşmeye başlamıştı. Örneğin başlangıçta "sarayın uysal bir aleti" olan yeniçeriler kısa bir süre içinde saray üzerinde güçlü bir baskı kurmuşlardı. 15.yüzyıl bitmeden yani kuruluşlarından henüz yüz yıl bile geçmeden; "Sadrazam öldürüyor saltanat kavgalarına karışıyor taht alıp taht veriyorlardı. "5

Görünüşte devlete yüksek hizmetler veriyorlardı; padişahın sadık kullarıydılar; onun her isteğini yerine getiriyorlardı... Ancak 14-18 yaşında zorla Müslüman yapılan bu insanların geçmişlerini unutmaları ondan tümüyle kopmaları olanaksızdı. Ne tam Müslüman oldular ne de Hıristiyan kaldılar; ne etnik kökenlerini unuttular ne de yeni kimliklerini benimsediler. Ne olduğunu bilmeyen ya da ne olmadığını bilen kişiliksiz ve güvenilmez bir insan türü olarak devlet politikalarına yön verdiler ve İmparatorluğu çöküşe götüren nedenlerden biri durumuna geldiler. Hiçbir erdeme sahip değildiler ancak ilke durumuna getirdikleri bir tutumları vardı: Türklere ve Türklüğe karşı nefret duyuyor ve devlet politikalarıyla örtüşen bu nefreti genel bir tutum durumuna getiriyorlardı.

Köksükleştirirken Köksüzleşmek

Devşirmelerle yaratılan örgütlü güç başlangıçta devlet yararına birçok alanda kullanıldı. Devletin ve ordunun sürekli geliştiği ilk dönemlerde ilerde sorun yaratabileceği düşünülmemiş tersine sorunları giderecek bir güç olarak görülmüştü. Toplumsal kimliği korumaya dayanan binlerce yıllık devlet gelenekleri bırakılmış Türk unsurların karşı çıkmasına karşın devletin merkezi; Rum Sırp Hırvat ya da Ermeni Hıristiyanlara üstelik yoğun biçimde açılmıştı. Osmanlı devşirmeciliği köleleri yabancı unsur olarak yönetim dışı işlerde kullanan Roma köleciliğinden ayrımlı olarak devşirmeleri yani yabancı insanlar topluluğunu köksüzleştirdiğini sanarak içsel bir güç durumuna getirmişti. Köksüzleştirirken köksüzleşen bu düzen aslında kendini yıkacak bir güç yaratıyordu.

Devşirmenin Niteliği

Devşirmeler kökü silinmek istenen türedi bir kuşaktı. Görünüşte; ailesini soyunu sopunu yadsımış belleği ve kimliği yok edilmişti. Yalnızca Osmanlıydı. O bir ailenin bireyi değil padişahın kuluydu; bir insan değil adeta bir makineydi.6

Bilinçli izlencelerle (programlarla) kişiliksizleştirilen devşirmeler bu niteliklerine karşın; yüksek yönetim yetkileri dolgun ücret siyasi ve idari ayrıcalıklarla donatılmışlar ve devleti yöneten yerlere getirilmişlerdi. Ancak can ve mal güvenliğinden yoksun biçimde yaşıyorlardı. Bu konumlarıyla üst düzey devşirmeler sürekli ölüm korkusu içinde yaşayan ruh hastası durumundaydı.

Devşirmeler gerçek görüşlerini hiçbir zaman açıklamazdı; yalancı ve ikiyüzlüydüler. Peşinde koştukları tek değer para ve yönetim gücüydü. Osmanlı Devletine gizliliği ihanet ve entrikayı bunlar yerleştirmiş; rüşvet vurgunculuk (ihtikâr) karaborsa yasadışı gelir (ihtilas) ve adam kayırma'yı (iltimas) neredeyse yasal duruma bunlar getirmişti. Yeniliğe ve devlete karşı ayaklanmayı hak olarak görürlerdi. 1550'den sonra yeniçerilerin evlenmesine izin verilince çocukları Acemi Ocağı'na öncelikli olarak alınmış devşirmecilik babadan oğula geçen ayrıcalıklı bir meslek durumuna gelmişti.

Rüşvet ve Entrika

Hangi kesimden gelirse gelsin devşirmelerin tümünün ortak özelliği boğazlarına dek rüşvet ve entrikaya batmış olmaları ve Türk uyruklara duydukları düşmanlıktı. Rüşvet ve vurgunculuk yoluyla o denli büyük bir servet ediniyorlardı ki; halk "simyanın (her madeni altına çeviren gizil güç y.n. ) sırrına erdiklerini" söyleyerek bunlarla alay ediyor tepki gösteriyordu.7

Devşirmelerin rüşvetçiliği zaman içinde tehlikeli bir boyuta ulaşmış ve ülke çıkarlarını yabancılara satma noktasına varmıştı. Yönetimde elde ettikleri yüksek yetkiler onlara bu tür girişimler için geniş bir alan yaratıyordu. Elde ettikleri yetkiyi kullanarak "baştan aşağı bir yağma çapul ve servetlere elkoyma"8 uzmanı olmuşlardı.

Devşirmeler nitelikleri gereği tüketici bir topluluktu. Roma soyluları gibi üretimle uğraşmayı ayak takımının yaptığı onursuz bir iş olarak görürlerdi. Kılıç ve kahramanlık söylemleriyle yağma bu olmadığında "entrika" ve "yalan dolan"a dayalı vurgunculukla geçinirlerdi. "İş bilenin kılıç kullananın" özdeyişi Türkçe'ye bunların yerleştirdiği bir sözdü.9

Devşirmeler ve Türk Düşmanlığı

Devşirme etkinliği Fatih döneminde başlatılan devlet yönetimini Türkler'den arıtma (tasfiye) eylemi ve I. Selim (Yavuz) (1512-1520) döneminde halk üzerinde şiddetli bir baskıyla bir felaket halini aldı. İmparatorluğun yükünü çeken sorunlarıyla ilgilenilmeyen bu nedenle ayaklanan ve toplu olarak öldürülen Anadolu Türkmenleri o denli baskı altındaydılar ki kaçacak sığınacak yer arar duruma gelmişlerdi. Şii inancını Osmanlı Devleti'ne karşı ideolojik yaymaca aracı olarak başarıyla kullanan ve kendisi de Türk olan Safevi Hükümdarı Şah İsmail'in (1487-1524) çağrısına uyarak kitleler halinde İran'a göç ettiler.

Yürütülen dizgeli şiddet ve baskıyla öldürülen ya da göç ettirilen Oğuz halkı Prof. Fuat Köprülü'nün tanımıyla "Anadolu Türklüğü'nün en temiz en canlı unsurunu oluşturuyordu. "10 Yerlerinden yurtlarından edilen bu halk gözden uzak yerlerde yoksulluk içinde yaşadı. Çok zorda kaldığında çalışıp para kazanmak için İstanbul'a çalışmaya gittiğinde orada kendisini bekleyen hor görülme ve aşağılamaydı. En şanslıları saraylarda ya da varsıl evlerde aşçılık çöpçülük gibi işlerde çalışırdı. Çalıştığı yerde "Türklüğünü söylemeye cesaret edemez" kapıkulu yalılarında "Türk aile ve tarihine düşmanlıkta uzmanlaşmış" davranışlarla karşılaşırdı.11

Türkler; Kendi Ülkesinde Tutsak

Türkler'e karşı olumsuz bakış devşirme düzeninin daha ilk döneminde çok açık biçimde ortaya konmuştu. II. Murat döneminde başlatılan Fatih Kanunnamesi ile yasalaştırılan uygulamalarla Türkler kendi ülkelerinde Hıristiyan ya da Musevi azınlıklar kadar bile hakkı olmayan ikinci sınıf uyruk durumuna getirilmişti. Yönetim organlarında görev alıp yükselmek bir yana etkili devlet kurumlarına ve bu kurumlara yönetici yetiştiren okullara giremiyordu. Sadrazamı padişahtan sonra devleti temsil edecek en yetkili kişi (naip) yapan Fatih Kanunnamesi devlete asker ve sivil yönetici yetiştiren ve yüksek nitelikli eğitim veren devşirme okullarına alınmayacak olanları şöyle sıralıyordu: "Yahudiler Müslümanlar çobanlar sığırtmaçlar doğuştan sünnetli olanlar çok uzun ya da kısa boylu olanlar Türkçe bilenler köseler keller Gürcüler Çingeneler Kürtler ve Türkler".12

Fatih Kanunnamesi'nden sonraki 70 yıl içinde naib yetkisiyle devlete sadrazam olan 48 kişiden yalnızca 5'i Türk kökenlidir; bunlar da devşirme anlayışıyla yetişmiş aslını yadsıyan (inkar eden) insanlardır. Geri kalan 43 sadrazamdan; 11'i Slav 11'i Arnavut 7'si Rum 5'i Ermeni 4'ü Çerkez 3'ü Gürcü 1'i İtalyan kökenliydi.13

Türk Unsurlar Devlet Yönetiminden Uzaklaştırılıyor

Türk unsurların devlet yönetiminden uzaklaştırılmasına yönelen en etkili uygulama II. Mehmet'in (Fatih) Çandarlı Halil Paşa'yı öldürtmesidir. Anadolu ahi şeyhlerinden Çandarlı Ali'nin kurduğu bu aile Osmanlı Devleti'nin kuruluşundan Fatih dönemine dek çok etkin görevlerde bulunmuş ve eski Türk yönetim geleneğinin devletteki simgesi durumuna gelmişti. Halil Paşa 1429'dan 1453'e dek aralıksız 24 yıl sadrazamlık yapmıştı.

II. Murat'tan sonra güçlenmeye başlayan devşirmeler Halil Paşa'nın kişiliğinde devletin kilit görevlerini elinde bulunduran eski Türk soylularına karşı şehzadeliği döneminden beri Fatih'i etkilemişler ve Çandarlı'yı kendilerine özgü entrika yöntemleriyle idam ettirmişlerdi. Bu idam yalnızca Çandarlı Ailesi'nin değil Türk devlet geleneklerinin de Osmanlı yönetim dizgesinden uzaklaştırılmasıyla sonuçlanmıştır.

Devşirmeler ve İşbirlikçilik

Devşirmeler Türk karşıtı her olay ve düşüncede hemen bir araya gelirdi. Bir araya gelişin toplumsal ve ekonomik dayanakları vardı ve bu dayanaklar; eskiden gelen bugün de süren çıkar ilişkileriydi. Yasa dışı yollarla edinilen servetin korunması ve yenilerinin edinilmesi için ülke içindeki güç yeterli olmazsa dış destek arayışı içine girilirdi. Bu nedenle ülke değerlerini dışarıya devretme eğilimi bu arayışa bağlı olarak devşirmelerde her zaman vardı.

Devşirmeler gereksinim duydukları mal ve can güvenliğine kavuşmak için yabancılarla bütünleşmekten çekinmediler ve ülke kaynaklarını yağmalamaya gelen Avrupalı büyük devletlerin işbirlikçileri oldular. Batıya bağlanmanın aracı olan işbirlikçilik değişik biçimlerle devlet başta olmak üzere toplumun hemen her kesiminde yaygın bir anlayış durumuna geldi. Tanzimatçılık mandacılık ya da günümüzdeki Avrupacılık; işbirlikçi anlayışın değişik biçimleridir.

Devşirme işbirlikçiliğini ortaya koyan çok sayıda belge vardır. Bunlardan çarpıcı olanlarından biri Fransa'nın İstanbul Büyükelçisi De Germigny'nin 1580 yılında Paris'e gönderdiği yazanaktır (rapordur). Bu yazanakta şunlar söylenmektedir: "Mümkünse şöyle davranılmalıdır; Kral Yeniçeri Ağası İbrahim Paşa'ya ve Padişah'ın donanma komutanı Kaptan-ı Derya İbrahim Paşa'ya Paris kumaş ticaretinden pay ayırmayı ihmal etmemelerini krallık meclisi üyelerine ve hazine bakanına buyurmalıdır. Unutulmamalıdır ki benden önceki İspanya elçisinin İspanya Kralının işlerini kolaylaştırması için önerdiği 50 bin duka altın liralık armağan karşısında Sokullu Mehmet Paşa yelkenleri suya indirmişti..."14

Türkiye de Yabancılaşma ve Yozlaşma Neden Çok

Rüşvet ve yolsuzlukla servet elde edenlerin elde ettiklerini geliştirerek korumak için yabancılara vermeyecekleri kamusal ya da ulusal hiçbir değer yoktur. 19.yüzyılda Tanzimat'la meşrulaştırılan bu eğilim bugün AB ya da IMF politikalarıyla uygulanmaktadır. Bunu yapanların konumları özlem ve yönelişleri içinde bulundukları özdeksel (maddi) koşulların ve bu koşulları yaratan uzun bir geçmişin ürünüdür. Yönetime egemen olan kapıkulu devşirme anlayışının dayandığı ekonomik nedenleri Prof. İdris Küçükömer şu biçimde açıklamaktadır: "Sivrilmiş bürokratlar (kapıkulu devşirmeleri y.n. ) bir sınıf olmadıkları ve güçlerini üretim araçlarıyla onlara bağlı kurumlardan almadıkları için her zaman kendisini savunma ihtiyacı içinde olmuştur. Bu amaçla yenilikten yana olan padişahları yenilik diye kapitalizmin zorlaması altında Batının üst kurumlarını almak üzere ikna etmeye çalışmaları doğaldı. Bu nedenle 19.yüzyıl başında (Tanzimat y.n. ) Batıdakine benzer mülkiyet v.b. kurumların alınmasında bürokrat ile ayan (ileri gelenler y.n. ) beraberlik içinde olacaktı..."15

Günümüzde Arapçılığı sürdüren siyasi İslamcılar Batıyla bütünleşen Müslüman demokratlar ve uygarlığı Batıcılık sayan şekilsiz aydınlar; Türklüğü ezen onu yok sayan Osmanlı tutumunun özellikle de devşirme anlayışının günümüze taşınan sonuçlarıdır.

Yalnızca on beş yıllık Atatürk döneminde bastırılmış olan kimliksizleşme eğilimleri yani devşirme geleneği günümüzde olanca hızıyla ve çok etkili yöntemlerle sürdürülmektedir. Türk kimliği ve tarihi için olumsuzluk taşıyan bugünkü gidiş nedenleri tarihte kayıtlı bir süreçler toplamı ve bu toplamın günümüzdeki sonuçlarıdır.

Türkiye'de bugün yaşanmakta olan olgu yani; rüşvet yolsuzluk dışa bağlanma ve ihanet davranışlarının politik işleyiş durumuna gelmesi bugün ortaya çıkan yeni bir olgu değildir. Dışa boyun eğmenin ya da ihanetin yaygınlığına yanıt arayan her çaba ister istemez Osmanlı devşirmeciliğine ve onun yarattığı kapıkulu anlayışına gidecektir. Kamran İnan'ın 200 bin başkalarının ise daha çok olduğunu söylediği "hain çokluğunun" nedeni kuşkusuz yarım bin yıl egemen olan bu anlayışta aranmalıdır.

DİPNOTLAR

1 "Sözde Aydınlar" İsmet Solak "Ankara Kulisi" Hürriyet 12.04.2000

2 Ana Britannica 10. Cilt sf.100

3 "Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye" S. Yerasimos 1. Cilt Belge Yay. 7. Bas. 2000 sf.297

4 "Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye" S. Yerasimos 1. Cilt Belge Yay. 7. Bas. 2000 sf.297

5 Ana Britannica 10. Cilt sf.183

6 "Kapıkulunun Tavsifi" Muhittin Birgen ak. Zeki Arıkan "Tarihimiz ve Cumhuriyet" Tarih Vakfı Yurt Yay. 1997 sf.127

7 "Azgelişmiş Sürecinde Türkiye" S. Yerasimos 1. Cilt Belge Yay. 7. Bas . sf.306

8 "Tarihimiz ve Cumhuriyet" M. Birgen Tarih Vakfı Yurt Yay. 1997 sf.147

9 a.g.e. sf.147

10 "Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu" M. Fuat Köprülü Ötüken Yay. 1981 sf.95

11 "Tarihimiz ve Cumhuriyet-Muhittin Birgen" Prof. Zeki Arıkan Tar. Vak. Yurt Yay. 1997 sf.128

12 Ana Britannica 10. Cilt sf.100

13 "Tarihte Türklük" Prof. Laszlo Rasonyi Türk Kül. Gel. Ens. Yay. 2. Bas. 1988 sf.204

14 "Tarih III Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri" Kaynak Yay. 3. Bas. 2001 sf.409

15 "Düzenin Yabancılaşması" Prof. İdris Küçükömer Ant Yay. 1969 sf.62

https://kuramsalaktarim.blogspot.com/2019/07/turkiyede-hain-neden-cok.html#more

- - - - - - - - - - - - -
a45UyF587661
- - - - - - - - - - - - -
Tam bagimsizlik ancak ekonomik bagimsizlikla mumkundur.

Gazi Mustafa Kemal ATATURK

- - - - - - - - - - - - -
JEAN MESLIER : SAGDUYU TANRISIZLIGIN ILMIHALI

15. ALLAH'IN VARLIGI HAKKINDA KANAAT EDINMEK MUMKUN DEGILDIR

Niteliklerinin bizce anlasilmaz oldugu her zaman temin olunan, butun duygulari mahvedici, dogasi ve icerigi bilinmeyen bir zatin varligina inanildigi, ictenlikle ileri surulebilir mi? Bir zatin var olduguna veya olabilecegine beni inandirmak icin, ise, bu zatin "ne" oldugu bana soylenmekle baslanmalidir. Boyle bir zatin varligina ya da varliginin olanakli olduguna inandirmak, beni cevap veremez bir hale getirip susturmak icin, bana bu zat hakkinda birbiriyle celismeyen ve birbirini ortadan kaldirmayan seyler soylenmelidir. Kisacasi, varligina beni tumuyle inandirmak icin, bu zat hakkinda, anlayabilecegim seyler soylenmelidir ve kendisine bu sifatlarin atfedildigi zatin olmamasinin mumkun olmadigi, bana kanitlanmalidir.

Bir sey, birbirini karsilikli olarak bozan, mantiken birlestirilmeyen ve anlasilmayan iki dusunceyi kapsiyorsa; o sey hayal urunudur. Insanlar icin aciklik, ancak bize fikirler ureten ve bizi bunlarin birlestirilmesinin mumkun olup olmadigi hakkinda karar verme iktidarina eristiren duygularimizin surekli tanikligi uzerine kurulabilir. Vazgecilmez bir varlik, yoklugunda celiski olusturan bir varliktir. Herkesce onaylanan ve uygulanan bu ilkeler, Allah'in varligindan soz acilir acilmaz suya duser, "yanilgi" olur. Simdiye kadar bu varlikla ilgili ne soylendiyse ya anlasilmaz ya da tumuyle celiskili bulunur ve dolayisiyla sagduyu sahibi olan her insan icin olanaksiz olmasi gerekir.

- - - - - - - - - - - - -
En gec 2050 yilina kadar, su andaki konusmamizi anlayabilecek tek bir kisinin kalmayacagini hic dusundun mu, Winston?

George Orwell1984

- - - - - - - - - - - - -
Oteki dinleri haric tutarak Hiristiyanligi kuran kurumun, ayni sekilde oteki mezhepleri de haric tutarak belirli bir Hiristiyan mezhebini kurabilecegini neden kimse goremiyor?

MADISON,JAMES (1751-1836) ABD'nin dorduncu baskani.
Ateistin Kutsal Kitabi - Aforizmalar - Derleyen Joan Konner

- - - - - - - - - - - - -
Grup eposta komutlari ve adresleri :
Gruba mesaj gondermek icin : ozgur_gundem@yahoogroups.com
Gruba uye olmak icin : ozgur_gundem-subscribe@yahoogroups.com
Gruptan ayrilmak icin : ozgur_gundem-unsubscribe@yahoogroups.com
Grup kurucusuna yazmak icin : ozgur_gundem-owner@yahoogroups.com
Grup Sayfamiz : http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz : http://orajpoyraz.blogspot.com/

 





-------------------------------------------------
This free account was provided by VFEmail.net - report spam to abuse@vfemail.net
 
ONLY AT VFEmail! - Use our Metadata Mitigator™ to keep your email out of the NSA's hands!
$24.95 ONETIME Lifetime accounts with Privacy Features!
No Bandwidth Quotas!   15GB disk space!
Commercial and Bulk Mail Options!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder