1 Eylül 2019 Pazar

Bu gün öne çıkan bazı yorumlar... 2019/09/01







================================

RIFAT SERDAROĞLU: ATEŞLE SINANMAK

Bugün dünyanın en güçlü emperyalist ordularına karşı verdiğimiz bağımsızlık ve özgürlük mücadelesinden Türk Milleti olarak ateşle sınandığımız bir can pazarından zaferle ve alnımızın akıyla çıktığımız Türk Milletinin tamamını ilgilendiren bir kutlu gündür.

Bugün Türk'ün tüm dünyaya "Anadolu bizimdir. Tüm medeniyetlere bizler beşiklik yaptık. Hepsi bizim kucağımızda doğdu. Dünya durdukça biz Anadolu'yuz ve buradayız" diye haykırdığı gündür.

Bugün Toroslarda yakılan bir Çoban Ateşinin alev topu olup emperyalistleri yakıp kavurduğu gündür.

Bugün Türk'ün ismet-i haremine saldıran alçakların Türk'ün tokadını yedikleri gündür.

Bugün Türk Milletinin büyük zaferinin 97'nci yılıdır…

97 yıl öncesi yapılan kalleşçe saldırının benzerini 17 yıldır yine yaşıyoruz.

30 Ağustos için "Türk Milletinin tamamının meselesi değildir" diyebilen soysuzların hala belediye başkanlık makamında oturabildikleri Büyük Atatürk'e "Ayyaş" diyen şerefsizlerin soysuzların hala insan içinde dolaştıkları günleri yaşıyoruz.

Bugün Sakarya Meydan Muharebesinden tüfeğiyle kaçan vatansızların torunlarının ülke yönetiminde etkin oldukları günleri yaşıyoruz.

Değerli Okurlar;

97 yıldır yaşadıklarımızı gerek büyüklerimizden gerekse yakın tarihimizi inceleyerek öğrendik.

Kimin Türk Milletinin yanında olduğunu kimin dış güçlerle anlaşıp Cumhuriyetin değerlerine balta ile saldırdığını kimin bir bölümü kinci İsrail" olarak görev yapacak "Kürt Federe Devletini" kurmak için pazarlık yaptığını çok iyi biliyoruz.

Kimin namuslu kimin namussuz kimin soylu kimin soysuz kimin dürüst kimin hırsız kimin helal kazançtan kimin haram havuzlarından yana olduğunu kimin gerçek Müslüman kimin seccade üzerindeki şeytan olduğunu çok iyi belledik.

Düşmanın kim ve ne olduğu ayan beyan besbelli.

Düşman belli ise çare de bellidir.

Bu saatten sonra kendimizden (Türk Milletinden) başka güvenebileceğimiz dayanabileceğimiz hiçbir desteğimiz yoktur.

Ya 97 yıl önceki mücadele bir daha ve daha acımasızca verilecek ya da üç-beş çapulcuya üç-beş tarikat ve cemaat artığına üç-beş seccade şeytanına Arap Milliyetçisi üç-beş başıbozuğa yenilip yok olup gideceğiz.

Türk Milleti olarak 10 Kasım 1938'den bu yana yaşadığımız ayrışmaları anlaşmazlıkları siyasi mücadeleleri kapatıp Atatürk'ün çağdaş yolunda birlikte olmak zorundayız. Bir araya geleceğiz. Vatan sevgimizi demokrasi ve özgürlük aşkımızı bağımsızlığımızı kendimize kalkan yapıp bu kara günlerden çıkacağız.

Geçmişte siz böyle demiştiniz siz şu yanlışı yapmıştınız gibi tuzaklara düşmemeliyiz.

Çünkü evimizin bahçesinde yangın var ve süratle üzerimize doğru geliyor.

Anayasamızın ilk altı maddesine demokrasimizin standartlarının yükseltilmesine Lâik Cumhuriyete Hukuk Devletine ve bağımsızlığımıza bağlılığımız bizleri "BİR" yapan veBİRARADA tutan değerlerimizdir.

Bunlara sıkıca sarılmak Akbabaları ülkemizden kovabilmenin tek yoludur.

Çok yakında Türkiye'mizin tamamında örgütlenecek Çoban Ateşi Hareketi tıpkı Kurtuluş Savaşımızda olduğu gibi Türk Milletinin emrinde olacaktır.

Hem de hiçbir karşılık beklemeden!

Hiçbir zaman Türk Milletine ve onun değerlerine olan inancımızı kaybetmedik.

Küsmedik kenara çekilmedik. Darbelere hapislere yokluklara direndik.

Yine Türk Milletinin hizmetindeyiz bu can bu tende olduğu sürece…

Ne Mutlu Türküm Diyene ve Sözünden Dönmeyene…

================================

SERVET AVCI: TÜRK ONLAR YOK SAYINCA YOK OLMAZ!

Sürpriz yoktu bu yıl da camilerimizde 30 Ağustos Türk'süz ve Atatürk'süz geçecekti… Alışmıştık artık Cuma hutbelerinde zaferlerimiz söz konusu olurdu da o zaferin sahipleri olmazdı çünkü!. .

Önceden yayınlanan hutbeye göre bu Cuma da durum değişmemişti… Tepkiler oluşunca hutbenin sonuna eklenen bir-iki cümleyle durum kurtarılmaya çalışıldı…

Hutbeye göre hikâyenin içinde bir ecdat vardı!. . 'Vatanını ve mukaddesatını koruma uğruna eşsiz kahramanlıklar gösteren iman dolu göğsüyle cesaret ve kararlılığıyla nice Ağustos ayına damga vurup eşsiz zaferler kazanan' bir ecdattan söz edildi…

O zaferlerin sahibi milletin adı metnin içinde hiç geçmiyordu… O milletin veya 'bu millet'in adını ya eşkalden çıkarmamız gerekiyordu ya da hiç lüzumu yoktu!. .

Sahi kimdi bu millet ve neden kürsüden adının zikredilmesi yasaklı gibiydi? 30 Ağustos zaferini 'savuştururcasına' cümlelerle anmak ve bu büyük zaferi Türk'ten ve Atatürk'ten sıyırmak hangi ruh hâlinin eseri olabilirdi?

Malazgirt'ten Kosova'ya Mohaç'tan Büyük Taarruz'dan söz edip zaferlerin sahibini 'bu millet'e yuvarlamak nasıl bir kompleksin sonucu olabilirdi?

***

Önceki bayramları tarayayım istedim… Meselâ son 19 Mayıs haftasında hutbe nasılmış?

'Hayırlı Müslüman' başlıklı hutbede 100. yıldönümünde konu teğet bile geçmemiş!. .

Bir önceki bayrama millî iradenin tecelligâhı meclisimizin açılış yıldönümü ve bayramı olan 23 Nisan haftasına göz gezdirdim… 'Omuz omuza saf tutmaktan birlik ve beraberlikten' söz edilen hutbede Türk de kayıptı bayram da!. .

Ya Cumhuriyet Bayramı haftası? 'Ailede şefkat dili ve nezaket dili' başlıklı bir hutbe vardı… Cumhuriyet ve onun en önemli bayramı yoktu!. .

Bu anlayışın 'millî bayramlarımız' konusundaki 'hassasiyet'leri gayet iyi bilindiğinden Çanakkale Zaferi istisna olabilir miydi acaba?

Evet istisnaydı... 15 Mart 2019 tarihli Cuma hutbesinin konusu 'Çanakkale zaferi ve birlik ruhu'ydu…

Söz konusu hutbede birileri var savaşan!. . Aynı değerler uğruna baş koyanlar… Dinini milletini şeref ve izzetini korumak için şehadet şerbeti içenler… Din vatan millet devlet ve istiklal uğruna anadan babadan yârdan evlâttan hâsılı tüm sevdiklerinden ayrılmayı göze almış mukaddesatı uğruna gözünü kırpmadan canını feda edenler...

Devam ediyor hutbe eşkal vermeye: Allah'a olan imanları vatana olan sevdaları cesaretleri ve fedakârlıklarıyla üzerinde yaşadığımız bu toprakları asırlarca koruyanlar… Tarihin hiçbir döneminde inancından ve bağımsızlığından taviz vermeyenler zulme asla boyun eğmeyenler… lürsem şehit kalırsam gazi" şuuruyla vatanın her karış toprağı için çarpışanlar… Ne pahasına olursa olsun canından aziz bildiği yurduna düşmanları uğratmayanlar... Tarih vatanı ve mukaddesatı uğruna her türlü zorluğa göğüs gerenler…

Ve final: İmanından aldığı güçle bütün dünyaya anakkale Geçilmez" diye haykıranlar… Tertemiz alnından vurulup toprağa düşenler… Kalbi vatan aşkıyla çarpıp yedi düvele karşı bütün yokluk ve imkânsızlıklara rağmen Çanakkale Zaferi'ni kazananlar…

Hutbede buraya kadar her şey iyi de kimdi bunlar? Aborjinler mi Pigmeler mi Vikingler mi? Yok muydu bu milletin bir adı? Varsa neden söylenmiyor hangi gerekçeyle adı özenle esirgeniyordu?

***

30 Ağustos zaferini Türk'ten ve Atatürk'ten sıyırarak cemaate anlatmak tarihi ve gerçekleri değiştirmez sadece kalplerdeki art niyeti bir kere daha ortaya koyar…

Bu art niyet çok iyi biliyoruz ki o hutbeleri kaleme alanların şahsî tasarruflarıyla sınırlı değil… Bu fiilî durum baskın iklimin her alana yayılmış bir sonucu maalesef… Dolayısıyla asla özel bir patolojiyle edilemez çapta…

Unutulmasın ki bu topraklara ve Balkanlara cami ezici oranda Türklerle girdi… Şimdi Türkiye topraklarında Türk ülkesinde Türk'ün adını camilerde zikretmekten çekinmek veya kasten yapmak zaferlerini bile anarken adını anmamak eğer etnik bir kompleksin sonucu değilse ayıptır art niyettir utanç vericidir…

***

Türk'ün adının bu topraklarda ebediyen yaşaması ve anayasadan çıkarılmaması için ömrünü vakfeden ve 30 Ağustos'ta defnedilen Mustafa Kafalı Hocamıza Allah'tan rahmet diliyorum…

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/turk-onlar-yok-sayinca-yok-olmaz-53095yy.htm

================================

CAN ATAKLI: KORKUYU AĞIR SALDIRILAR İLE ÖRTBAS ETMEYE ÇALIŞIYORLAR

İktidar artık çok korkuyor.

Gitme endişesi bu iktidarın bütün birimlerini sardı.

Tabii gitmeden gitmeye fark var.

AKP'liler "hesap verme" paniği de yaşıyorlar.

Seçimi kaybedip yerlerini terk etseler bile işlenilen suçların hesabının sorulacağındanendişeliler.

Saldırganlık buradan kaynaklanıyor.

İktidarı eleştiren herkes terörist.

Herkes kumpasçı.

Herkes hain.

Herkes darbeci.

Herkes dış güçlerin kuklası.

Böyle nereye kadar gidebilir ki?

Şurası açık bir gerçek ki Türkiye her taraftan kuşatıldı.

Ama bu kuşatma Türkiye'nin gelişmesinden bölgede etkin hale gelmesinden ve diğer ülkelerin bunu kıskanmasından kaynaklanmıyor.

Eğer bugün gerçekten bir kuşatma varsa bunun tek sorumlusu AKP iktidarı.

İçteki ve dıştaki bütün sorunları bizzat iktidar çıkardı.

İşin kötüsü çıkarılan sorunlar günler geçtikçe o kadar ağırlaşıyor ve Türkiye'yi daha fazla tehdit etmeye başlıyor ki işin başına dönüp de sorumluyu aramanın bile faydası olmuyor çoğu zaman.

Çünkü zaten unutkan olan kamuoyu son gelinen durumdan yola çıkarak farkında olmadan iktidarın ateşli bir desteleyicisi haline bile gelebiliyor.

Yarın 1 Eylül.

Dünya Barış Günü aynı zamanda.

Eylül aynı zamanda psikolojik olarak "sorunların tekrar baş göstermeye başlayacağı"dönem olarak zihinlere kazınmıştır.

Yaz tatilinin rehaveti bitmektedir herkes artık eksiksiz işinin başında olacaktır okullar açılacaktır havalar soğumaya başlayacak ve temel ihtiyaçlar artacaktır.

Şu anda 3 belediye ile başlayan HDP'ye ve daha sonra değer muhalefete yönelik baskı ve tehditlerin iylül ayı ile birlikte artması olasılığı aslında hepimizi düşündürmelidir.

HDP 1 Eylül nedeniyle başta kayyum atanan yerler olmak üzere pek çok merkezde gösteriler düzenleyeceğini açıkladı.

Bunun da ötesinde parti yöneticileri ve görevden alınan belediye başkanları Ankara'da Avrupa Birliği'ne üye ülkelerin büyükelçileri ile bir araya geldiler.

İktidar medyası bunu CHP'nin bir yol göstermesi ve HDP'nin Türkiye'yi dışarıya "jurnallemesi" olarak sunmaya çalışıyor.

Oysa bence asıl korku buradan kaynaklanıyor. Önemli asıl korkutucu olan HDP'nin iktidarı yabancı ülke elçilerine şikayet etmesi değil bu ülkelerin elçilerinin böyle bir toplantıdaHDP'lileri dinlemesidir.

HDP'nin elçilerle toplantısı yandaş-tetikçiler tarafından istendiği kadar karalansın sarayın da aklı başında bazı isimleri bunun ne denli büyük tehlike olduğunu herhalde AKP Genel Başkanı'na da iletiyorlardır.

Eğer iktidar tehlikeyi görüp önlem almak yerine baskı ve şiddeti artırmayı tercih ederse bilmelidir ki ömrünü kendi kendine kısaltacaktır.

FIKRA GİBİ

İşte memleketin valisi böyle olacak

Adana'daki 30 Ağustos Zafer Bayramı törenlerinde fıkra gibi bir olay yaşandı dün.

Saat 08.30'daki ilk tören Atatürk Anıtı'na çelenk koyma ve saygı duruşu töreniydi. Protokol gereği en önde il valisi büyükşehir belediye başkanı ve garnizon komutanıyan yana durmak ve sırayla çelenklerini anıta koymak zorunda. Ancak nedense Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar törene yetişememiş.

Bahanesi nedir bilemem tabii ama hoş olmamış bu tabii. Tören başlayacağı sırada belediye genel sekreter yardımcısı Birgül Ağdemir başkanı temsilen yerine geçmek istemiş.

Ama "Yeni türkiye'nin valilerinden biri olan" Mahmut Demirtaş "olmaz" demiş "Başkanın burada durması gerek vekalet olmaz. " Tabii böylelikle belediye başkanının yeri boş kalmış CHP çelengi de anıta konamamış.

Sanıyorum Adana Valisi de başka yerlerde sarayın gözüne girebilmek için olmadık işler yapan valilere bakıp "benim neyim eksik" demek ve saraya "Efendim gördüğünüz gibi muhalefete hiç göz açtırmıyorum" mesajı vermek istemiş. Bu tipler sayesinde Türkiye gerçekten çok komik hale geliyor.

SORALIM BAKALIM

İdlib'deki "gözlem noktaları" ne işe yapıyor

Son günlerde herkesin gözü Suriye'nin İdlib şehrindeki gözlem noktalarımızda.

İdlib ve çevresinde Türk askerinin görev yaptığı 12 gözlem noktası var. Suriye ordusu bir süredir İdlib'deki teröristleri temizlemek için bölgeye yönelik operasyonlar yapıyor. Bazı kaynaklar bu operasyonlardan gözlem merkezlerindeki askerlerimizin de etkilendiğiniileri sürüyorlar. Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ise bir tehdit ve tehlikenin henüz olmadığını belirterek dün şöyle konuştu; "Bizim personelimize gözlem noktalarımıza zarar ziyan geldiği takdirde meşru müdafaa hakkımızı sonuna kadar kullanacağımızı herkese söyledik söylemeye devam ediyoruz. " Şimdi merakım şu; Bu gözlem noktaları Türkiye-Rusya ve İran arasında yapılan görüşmeler sonunda kurulmuştu.

Burada amaç İdlib'e yönelik bir askeri operasyona da İdlib'den kaynaklanacak bir terör eylemine de tanık olmak ve bunu engellemek için bütün girişimlerde bulunmak. Oysa Suriye uzun süredir İdlib'e yönelik askeri harekat yapıyor Rusya da buna destek oluyor. Demek ki üç ülkenin yaptığı anlaşma aslında bozulmuş durumda. Peki bu durumda bizim orada gözlem noktası bulundurmamızın bir anlamı var mı hâlâ?

Ya da gözlem noktalarını orada tutup da Türk askerinin hayatını tehlikeye attığımızhalde neden diğer ülkeleri yapılan anlaşmanın kurallarına uymaya davet etmiyoruz?

Asıl görevi yerine getirmeyip de "Askerimizin kılına zarar gelirse hesabını sorarız"demek Türk halkını yanıltmaktan başka bir şey değildir.

YENİ ÖĞRENDİM

Suudiler ders kitaplarına "Osmanlı işgalci ve sömürücüydü" tanımını soktu

Amerika'da yaşayan bir dostum Whatsapp'tan "Suudi gazetesini gördün mü" diye sordu.

Altına da sayfa görüntüsünü eklemiş.

Suudi Arabistan hükümeti tarafından desteklenen bir internet gazetesinin görüntüsüydü bu.

Oradaki linki alıp gazetenin orijinal sayfasına gittim.

Haberin başlığı şöyle idi; "Education ministry correcting curricula by exposing Ottoman Empire's real face"

Google'ın yaptığı çeviri şöyle; "Osmanlı Devleti'nin gerçek yüzünü açığa çıkararak müfredatı düzelten Milli Eğitim Bakanlığı"

Gerçek çevirisi ise şu; "Milli Eğitim Bakanlığı müfredatı Osmanlı devletinin gerçek yüzünü açıklıyor. "

Haberin ayrıntılarına bakınca şununla karşılaşıyorsunuz.

Suudi Arabistan Krallığı'nın Milli Eğitim Bakanlığı yeni müfredat programında tarih kitaplarındaki Osmanlı İmparatorluğu ile ilgili bölümleri değiştirmiş.

Bakanlığın geçen hafta sonunda yaptığı toplantıdan sonra tarih kitaplarına Osmanlı İmparatorluğunun "işgalci ve kaynakları sömüren bir güç" olduğunun yazılmasına karar verilmiş.

İngilizce yayınlanan Suudi Gazetta'nın haberinde Suudi Milli Eğitimi'nin aldığı kararlar şöyle anlatılıyor;

Mevcut müfredatta Osmanlı'nın Arap ve İslam dünyasına karşı işlediği suçlar hafif gösteriliyordu bu durum düzeltildi.

Yeni müfredata şunlar konuldu;

Osmanlı'nın; Harameyn'i kullanarak Arap dünyasının kaynaklarını sömürdüğü Arap dünyasında cehaleti yaydığı

Birinci ve İkinci Suudi devletini yıktığı Arap dünyasını 15 eyalete bölerek bölgenin birleşmesini engellediği

Bölgedeki zanaatkarların ve yapı ustalarının İstanbul'a götürüldüğü Osmanlı idaresi boyunca bölgede ve Hac yolunda istikrarsızlık ve güvensizliğin hakim olduğu.

Gazeteye göre Suudi Milli Eğitim Bakanlığı ilkokul beşinci sınıflardaki tarih kitaplarından Osmanlı İmparatorluğu ile ilgili bilgilerin kaldırılacağı kararı aldı.

Türkiye'yi "Araplaştırmaya" kalkanların acaba bundan haberi var mı?

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/can-atakli/korkuyu-agir-saldirilar-ile-ortbas-etmeye-calisiyorlar-5309097/

================================

ORHAN UĞUROĞLU: ERDOĞAN'IN "ERKEN SEÇİM" İSTİFASI "SİYASİ İNTİHARDIR"

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu "Halk erken seçimden bıktı. Erken seçim bizim gündemimizde yok" dedi ve hedef oldu…

Kemal Bey yerden göğe kadar haklı bugün erken genel seçim olsa CHP'li cumhurbaşkanı seçilse 18 yıl sonra gelinen ekonomik facianın sorumlusu olarak ilan edilecek.

Erken seçim kararı için önce Anayasa'yı hatırlayalım.

1 - TBMM üye tamsayısının 3/5 çoğunluğuyla (360) seçimlerin yenilenmesine karar verebilir

2 - Cumhurbaşkanı seçimlerin yenilenmesine karar verebilir

Birinci yolu ele alacak olursak AKP (291) ve MHP'nin milletvekili (49) sayılarının toplamının 340 olduğunu ve "erken seçim kararı" için yetmediğini görürüz. CHP HDP ve İYİ Parti'den birisinin de "evet" demesi gerekli.

İkinci yola bakacak olursak Recep Tayyip Erdoğan'ın "erken seçim" için istifa etmesi "siyaseten intihar etmesi" yani "görevi bırakması" gerçekleşir.

Çünkü Anayasanın 101. Maddesi şöyle:

Anayasanın 101. Maddesine göre bir kişi en fazla 2 defa Cumhurbaşkanı olabilir.

Erdoğan;

10 - Ağustos-2014 tarihinde yapılan seçimle BİRİNCİ KEZ Cumhurbaşkanı seçildi.

24 - Haziran-2018 tarihinde yapılan seçimle İKİNCİ KEZ Cumhurbaşkanı seçildi.

Defalarca yazdım yine yazayım.

16 Nisan anayasa değişikliğini hazırlayan Burhan Kuzu ve AKP'liler Erdoğan'ın 2014'te seçilmesini "yok sayacak" veya yeni anayasa yürürlüğe girdiğinde "ilk kez seçilme" sayılacak hükümleri yazmayı unutmuşlar.

24 Haziran 2023'de yapılacak cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan ADAY OLAMAZ

Erdoğan istifa eder "erken seçim" kararı alınırsa bu durumda da ADAY OLAMAZ

Çünkü Anayasa'nın çok açık ve net hükmü şöyle:

"Cumhurbaşkanının ikinci döneminde erken seçime Cumhurbaşkanı tarafından karar verilmesi halinde Cumhurbaşkanı tekrar aday olamaz. "

Peki Erdoğan hangi durumda yeniden cumhurbaşkanı adayı olabilir?

Anayasanın açık ve net hükmü şöyle:

"Cumhurbaşkanının ikinci döneminde erken seçime Meclis tarafından karar verilmesi halinde Cumhurbaşkanı bir defa daha aday olabilir. "

Peki yukarıda anlattığım Meclis tablosuna göre Kemal Kılıçdaroğlu Meral Akşener ya da HDP AKP + MHP ortaklığına erken seçim için destek verirlerse bu karar ne sonuç doğurur?

Elbette anladınız ama ben de yazayım:

Erdoğan'a 3. kez cumhurbaşkanı adayı olma şansı tanınır.

Sevgili Rıfat Serdaroğlu Sayın Rahmi Turan ustam meslektaşlarım siyasetçiler şimdi anladınız mı Kemal Kılıçdaroğlu'nun neden erken seçim istemediğini?

"Siyasi Veri Madenciliği ve Analizi" yapan Polimetre kurucusu M. Günal Ölçer "Erken Seçim Olur Mu?" başlıklı çalışmalarını gönderdi.

Anayasa hükümlerinin anımsatıldığı bu çalışmanın sonuç bölümü şöyle:

* Önümüzdeki 11 ayda erken seçim olmayacağını

* Önümüzdeki günlerde Anayasa'da Değişiklik Talepleri'nin konuşulmaya başlanacağını

* Anayasa değişikliği için "Halkoylaması" yapılabileceğini

* Mecliste boşalan 11 milletvekilliği için 27 Aralık 2020 tarihinde ara seçim yapılabileceğini öngörüyoruz.

CHP NE DİYOR?

CHP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Kuşoğlu'nu arayarak erken seçimi ve Erdoğan'ın adaylığını konuştum.

- Soru: Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nde 14. ay da bitti. Nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kuşoğlu: "Türkiye yönetimi hanedan yönetimine döndü. Hanedan yönetimi uygulamalarıyla dünyaya alay konusu oluyor. Damadın bu işi beceremediği belli oldu. "

- Soru: Erken seçim olur mu?

Kuşoğlu: "Ekonomik sıkıntıların alabildiğine arttığı işsizliğin felaket boyutlara yükseldiği bir dönemde seçimi dillendirmek de doğru değil. Gerçekten kritik bir dönemdeyiz. "

- Soru: Neden kritik dönem dediniz?

Kuşoğlu: "Durumun kritik olmasının bir gerekçesi de Erdoğan'ın süresini doldurmuş ve gidecek olması.

Siz yazılarınızda sık sık yazıyorsunuz haklısınız Erdoğan 2 dönem seçilme süresini doldurmuş durumda ancak sorun giderken çok maliyet ortaya çıkarmaması çok fazla hasar oluşturmaması.

- Soru: Bu kritik eşik nasıl aşılır?

Kuşoğlu: "Türk demokrasisi Erdoğan'ın gidişini siyasetle çözer ve demokratik sınırlar dahilinde bu işi başarırsa çok büyük bir kazanıma sahip olmuş olacaktır…

Devlet mekanizmasının çarklarının artık iyice yavaşladığını kamu kurumlarının işlevlerini yitirdiğini güçler ayrılığının güçler birliğine döndüğünü görmemek mümkün değil.

Cumhurbaşkanlığı Hükumet Sistemi'ni sormuştunuz. Daha bir yılı dolmadan tartışılmaya başlandı devlet mekanizması durma noktasına gelirdi.

17. yılın sonunda geldiğimiz noktada çok endişeliyiz. Ekonomi iç ve dış politika ile devlet ve toplum hayatı AKP sürecinin sonuna gelindiğini gösteriyor.

- Soru: Muhalefet Meclis'te erken seçim için AKP ve MHP'ye destek verirse bu Erdoğan'a da 3. Kez yeniden aday olma şansı veriyor. Erken seçimi bu nedenle mi istemiyorsunuz?

Kuşoğlu: "Erdoğan rejimi sona eriyor ancak sorun Erdoğan'a yeniden seçilme hakkı vermeden konuyu demokratik sınırlar içerisinde çözebilmekte…"

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/erdoganin-erken-secim-istifasi-siyasi-intihardir-53092yy.htm

================================

MURAT MURATOĞLU: KEYFİNE GÖRE İLAVE BORÇ İSTE!

Valla ne ala! Kanunmuş hakmış hukukmuş hepsi boşuna… Keyfine göre borçlan kimseye de sorma… İşler artık bu aşamada…

Demek ki devletin malı yiye yiye bitebiliyormuş. Kayyumun hediye dağıtması gibi para dağıtılınca kalmıyormuş. Fellik fellik borç para aranıyormuş.

★★★

Bütçe Kanunu'na göre Hazine bu yıl 85 milyar lira borçlanacaktı. İşin içine seçim girince anketler de kötü gelince İktidar kesenin ağzını açtı. Borçlandı borçlandı borçlandı. Onları da dibine kadar harcadı!

Yetmedi Merkez Bankası'nın temettü gelirleri yedek akçeleri kamu şirketlerinin gelirleri eski pantolonların cepleri ne varsa sömürüldü.

★★★

Şimdi yeni borçlanma programı açıklandı. Hazine ve Maliye Bakanlığı'nca Eylül ayında 6.5 milyar lira Ekim ayında 5.7 milyar lira ve Kasım ayında 18.5 milyar lira ilave iç borçlanma yapılacak.

İyi de sen limiti 85 milyar lira belirlerken zaten 98 milyar lira borçlandın. Üzerine canın istedi diye 30.7 milyar lira daha mı borçlanacaksın? Kimseye de sormayacak mısın?

★★★

İnanmazsınız ama ülkede Meclis diye bir mecra var. İçerisinde de seçilmiş milletvekilleri… İşte hazırlanan bütçe bu Meclis'in onayından geçirilmeli… Eğer belirlenen limitler geçilirse tekrar Meclis'e gidilmesi gerekli…

Harcadıkları paralar milletin ödediği vergiler. Yapacakları borçlanmalar milletin sırtına yükledikleri yükler. Vay arkadaş! Ne yemişler… Kanuna aykırı bir şekilde yine borç para isteyecekler!

★★★

Yurt dışından da milyarlarca dolar borçlanıldı. Orada da hedefler aşıldı. Kime danışıldı? Hiç kimseye! Kafalarına göre…

Haliyle ölüyü diriyi bitirdiler işsizlik fonunu da yediler. Yurt dışından artık kolay kolay borçlanamıyorlar.

Tekrar yurt içinden borçlanacaklar. Piyasaya gidecek parayı toplayacaklar. İyice durgunluğa yol açacaklar.

★★★

Özel şirket yönetseler çoktan batırmışlardı. Ülke olunca işler değişiyor. Kötü yönetim bize fakirleşme enflasyon yüksek faiz değersiz para işsizlik olarak geri dönüyor.

Hiçbir şey yoktan var olamayacağına göre bu borçları nasıl ödeyecekler? Büyümeyen hatta küçülen bir ekonomide vergi gelirleri artmaz. Ya yeni vergiler icat edip onları bindirecekler. Ya da para basacaklar.

★★★

Merkez Bankası Başkanı'nın da kovulması kanuna aykırıydı. Görevden alınması mümkün değildi… Ne oldu? Şimdi de o olacak. Hiçbir şey!

Merkez Bankası Başkanı sözde hedeflerini tutturamadı diye kovulmuştu. Hazine de borçlanma hedefini tutturamadı. Sahi Hazine'nin başında kim vardı? Sizce kovar mı?

★★★

Bugün saat 12:00'den sonra YouTube'a Murat Muratoğlu diye yazın. "Ekonomide Eylül ve Ötesi" ile sonbahar sezonunu açıyorum. Başımıza neler gelecek onu anlatıyorum. Seyretmenizi öneriyorum.

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/murat-muratoglu/keyfine-gore-ilave-borc-iste-5308940/

================================

ARSLAN BULUT: TÜRKİYE'NİN SAVAŞ UÇAĞI AÇIĞI!

ABD Savunma Bakanı Mark Esper ABD'nin Rusya'nın S-400 sisteminden kurtulması halinde Türkiye'nin F-35 programına geri dönmesi konusunu "dikkate alacağını" söyledi.

Esper Türkiye'nin Rus ve Amerikan sistemleri arasında seçim yapmak zorunda kalacağını belirterek "S-400 programından tamamen kurtulmaları gerekir. F-35 veya S-400. İkisi aynı anda olmaz. Biri garaja park edilip diğeri açılmıyor. Biri ya da diğeri..." diye konuştu.

Esper Türkiye'nin bir NATO müttefiki olarak kalacağı umudunu da dile getirdi ve "Türkiye uzun zamandır devam eden mükemmel bir ortak ve müttefikiydi ve umarım bizim tarafımıza geri dönerler ve NATO'nun yıllar önce kabul ettiği ilkeleri yerine getirirler umuyorum" dedi.

***

S-400'ler ile ilgili makalesi ile dikkat çeken Temel Sağıroğlu ise konuya çok net bir veri açısından yaklaşıyor. Özetle şöyle diyor:

"Her ne kadar 237 tane savaş uçağımız olsa da özellikleri bakımından etkin ve caydırıcı güce sahip olan F-16 savaş uçağımızın sayısı 120 adettir. Kalan 117 savaş uçağımız teknolojik özellikleri bakımından eksik ve yetersizdir.

F-16 uçakları bakımları iyi yapıldığı sürece 8 bin saat ve 35 yıl görev yapabilir. ABD ordusu 8 bin saati dolduran uçaklarını emekliye ayırmaktadır. Ne kadar iyi bakım veya modernizasyon yapılırsa yapılsın bu uçakların kullanım ömrünün 12 bin saatin ve 35 yılın üzerine çıkarılması mümkün değil imkânsızdır.

Diğer taraftan Türkiye Cumhuriyetinin envanterinde bulunmayan geliştirilmiş F-16 V serisinden 120 tanesine komşumuz Yunanistan sahip olmak üzeredir. Bugün itibarıyla 40 tanesi kullanımdadır.

AKP iktidarı döneminde Türkiye tek bir tane dahi savaş uçağı almamıştır. En genç F-16 serisi savaş uçağı 31 yaşındadır! Ömürlerinin tamamlanmasına en fazla dört yıllık bir süre kalmıştır. Dört yıl sonra Türkiye savunmasız bir durumda kalacaktır.

İşte Rus S-400 hava savunma sistemindeki ısrarın sebebi budur. AKP iktidarı Türk Silahlı Kuvvetleri'ni çöküşün eşiğine getirmiştir. Ege'de Yunanistan dengeleri kendi lehine değiştirmiş bunun verdiği cesaretle adalarımızı işgal etmeye başlamıştır.

Ülkemiz bir başka hamle yapmazsa Türk Hava Kuvvetleri 4-5 sene sonra caydırıcı gücünü kaybedecek yaşanabilecek bir olay karşısında aktif olarak saldırı pozisyonunda olabilecek pozisyondan ziyade belki S-400'lere güvenerek savunma ağırlıklı bir yol seçmek zorunda kalacaktır. Bu arada Rusya'ya karşı çaresiz durumda olacağımızı ifade etmeye bile gerek duymuyorum. "

***

Tayyip Erdoğan ise "Amerikan F-35'leri mi yoksa Rus SU-57'leri mi?" sorusuna "Bunların birbirlerine göre çok farklılıklar var. ABD F-35'ler konusunda şu andaki tutumunu devam ettirirse biz tabii başımızın çaresine bakacağız. F-35 mi SU-57 mi artık bunun masaya yatırılmasından öte biz savunma sanayimiz veyahut da savunmaya yönelik ne gibi tedbirler alırız bu tabi şu andaki bizim tedbir paketlerimizin içinde konuşulan konulardır. Vakti saati geldiğinde şartlar masaya yatırılarak ortak üretim kredi planlamaları... Bunlara bakarak adımlarımızı atacağız. Biz pazar olmaktan çıkıp pazar aramaya giden ülke olmak istiyoruz. " diye cevap verdi.

Elbette en doğrusu kendi silâhını kendi yapan bir Türkiye'dir ama Sağıroğlu'nun da belirttiği gibi dört beş yıl içinde savaş uçağı geliştirmek mümkün değildir. Kısacası sorun çok ciddidir. Kaldı ki F-16'ları ABD'nin istemediği SU-57'leri de Rusya'nın uygun görmediği düşmana karşı kullanmak mümkün değildir. İstedikleri zaman hepsini elektronik olarak kilitleyebilir; ülkenin kaderini etkileyebilirler.

Devlet bu işler için vardır değil mi?

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/turkiyenin-savas-ucagi-acigi-53087yy.htm

================================

YILMAZ ÖZDİL: AYET-EL KÜRSİ YAZILI PİRİNÇ TANESİ…

Dine dindara saygılıydı.

Din tüccarına yobaza müsamaha göstermezdi.

"Din Allah ile kul arasındaki bağdır softa sınıfının din simsarlığına asla müsaade edilmemelidir dinden maddi menfaat temin edenler menfur (tiksinti verici) kimselerdir" diyordu.

1922… Saltanatın kaldırılması görüşmeleri yapılırken bazı milletvekilleri "Mustafa Kemal halife olsun" teklifinde bulundu.

Sinirinden acı acı gülümsüyordu.

"Bunlar beni başımda yeşil sarık yüzümde uzun sakal geniş bir cübbe içinde elimde tespih uhrevi bir adam yapmak istiyorlar. Hayrete şayandır bunların kalın kafaları beni anlamıyor" diyordu.

Kadir geceleri oruç tutardı.

Ramazan'da içki içmezdi.

Akşam sofraları iftara dönüşürdü.

Yaşar Okur'u çağırır Kur'an-ı Kerim okuturdu.

Yaşar Okur özel hafızıydı.

Sultan Reşad'ın Vahdettin'in halife Abdülmecid'in hanendesi ve başmüezziniydi. Cumhuriyet ilan edilince Ankara'ya gelmiş Cumhurbaşkanlığı Fasıl Heyeti Şefi olmuştu.

1930'da emekliye ayrıldı ama Köşk'ten ayrılmadı.

Mustafa Kemal hiç kimsenin emeğini bedavaya getirmezdi… Gönüllü olarak çalışmaya devam eden hafızına 1930'dan itibaren ölümüne kadar her ay kendi cebinden 100 lira verdi.

Emekli hafız maaşının iki katıydı.

Ramazan ayı boyunca Hacı Bayram Veli ve Zincirlikuyu camilerinde şehitlerimizin ruhuna hatim indirtirdi.

1932… Sadettin Kaynak hatıralarında şu çarpıcı bilgiyi aktarıyordu: "Ramazan ayıydı. Dolmabahçe'de büyük muayede salonunda hafızları toplamıştı. Gazi'nin elinde Cemil Said'in Türkçe Kur'an-ı Kerim'i vardı. Evvela hafız Kemal'e verdi okuttu beğenmedi. Ver bana ben okuyacağım dedi. Hakikaten okudu. Hâlâ gözlerimin önündedir askeri kumanda eder gibi emir verir gibi bir ahenk ve tavırla okudu. "

Referans aldığı kitaplardan biri dönemin en ünlü şarkiyatçılarından Leone Caetani'nin slam Tarihi" eseriydi.

Hazreti Muhammed'in liderliğinin savaşlarının anlatıldığı bölümlerin altını çizmişti "mühim" diye not düşmüştü.

Altını çizerek okuduğu diğer bölümler "oruç" ve "ramazan bayramının ortaya çıkışı"yla alakalı satırlardı.

Bedir Savaşı'nı askeri açıdan incelemişti.

Kendi elleriyle haritasını çizmişti.

"Hazreti Muhammed'in peygamber olduğundan şüphe edenler şu haritaya baksınlar Bedir destanı'nı okusunlar bir avuç insanla mahşer gibi kalabalık ve alabildiğine zengin Kureyş ordusuna karşı kazandığı büyük zafer fani insanların kârı değildir Hazreti Muhammed'in peygamberliğinin en kuvvetli delilidir" diyordu.

Kur'an-ı Kerim'i tüm incelikleriyle bilirdi.

Orijinal Arapçası'nı defalarca okumuştu.

Türkçe ve Fransızca çevirilerini defalarca okumuştu.

Tefsir ederdi.

Mustafa Kemal'i tarih boyunca tüm devrimcilerden ayıran özelliği din'di… İslamiyet'e inanç kavramına entelektüel seviyede kafa yormuştu.

Meclis kararıyla özel bütçe ayırarak Kur'an-ı Kerim'i Türkçe'ye tercüme ettirdi tefsir ettirdi onbinlerce bastırtarak halka ücretsiz dağıttı. Kendi dilimizde anlaşılarak okunmasını sağladı.

İlk bilimsel hadis çalışmasını yaptırdı.

Temel hadis kaynağı kabul edilen Buhari'yi Türkçe'ye çevirtti yine onbinlerce ücretsiz dağıttı.

Halkın kendi dilinde kavrayarak kendi dilinde hissederek camilere yönelmesi için çaba harcadı. Türkçe Kur'an Türkçe hutbe Türkçe ezan okuttu.

1931… Ramazan'ın 15'inci günüydü. Hafız Yaşar Okur İstanbul Yerebatan Camisi'nde cuma namazını müteakip "müşfik ve rahim olan Allah'ın adıyla" diye başlayarak tarihte ilk kez Türkçe Kur'an okudu.

Hemen ardından… Hafız Burhan Hafız Kemal Hafız Zeki Hafız Nuri Hafız Rıza Hafız Fahri Hafız Rifat beyler Sultanahmet Camisi'nde Türkçe Kur'an okudu. Cemaatin çok önemli bölümü kadındı.

Hafız Rifat bey Fatih Camisi'nde tarihte ilk kez Türkçe ezan okudu.

İlk Türkçe hutbe Süleymaniye Camisi'nde okundu.

Kadir Gecesi'nde Ayasofya'da 30 hafız Türkçe Kur'an okudu.

Ayasofya'ya 100 bine yakın insan gelmişti.

Radyodan naklen yayınlandı.

"Müslümanların toplumsal hayatında hiç kimsenin özel bir sınıf olarak varlığını korumaya hakkı yoktur. Kendilerinde böyle bir hak görenler dini hükümlere göre hareket etmiş olmazlar. Bizde ruhbanlık yoktur. Hepimiz eşitiz. Dinimizin hükümlerini eşit olarak öğrenmeye mecburuz" diyordu.

Tevrat ve İncil'i okumuştu.

Eski Ahit ve Yeni Ahit kütüphanesinde yeralıyordu.

İbrani Keldani ve Yunani lisanlarından tercümeydi.

Agop Boyacıyan Matbaası tarafından 1886'da basılmıştı.

Angelo Giuseppe Roncalli piskopostu.

İstanbul'da papalık temsilcisiydi.

"Din adamlarının dini kıyafetlerini sadece ibadet yerlerinde giymelerine" dair kanun çıkarılınca devrim kanunlarına tereddütsüz saygı gösterdi hiçbir kurumsal imtiyaz talebinde bulunmadı Türkiye'de sivil kıyafetle dolaşan ilk din adamı oldu.

Mustafa Kemal bu uyumlu davranışı nedeniyle piskopos Roncalli'ye iki takım elbise bir pardesü bir fötr şapka hediye etti.

Piskopos Türk dostuydu.

Ders aldı akıcı Türkçe öğrendi.

Günlük tutuyordu. Yıllar sonra kitaplaştırılan hatıralarına göre Mustafa Kemal devrimlerini hayranlıkla takip ediyordu.

"Burada yepyeni bir dünya var" diyordu.

Türkiye Cumhuriyeti'nde son derece rahat yaşadığını kendisini rahat hissettiğini hatta hıristiyan din adamı olmasına rağmen asıl sıkıntıyı Yunanistan'da yaşadığını Yunanistan'a girmekte güçlük çektiğini anlatıyordu. Günlüğüne defalarca "Türkleri seviyorum" diye yazmıştı.

1953'te Papa oldu!

Türkiye sevgisi nedeniyle "Türk Papa" olarak anıldı.

"Hayatımın en güzel 10 yılını Türkiye'de geçirdim barışçıl ve dingin'di beni bir tek kimse bile bir tek gün bile kırmadı sadece sıcak alaka dostluk samimiyet ve anlayış gördüm" diyordu.

Mustafa Kemal döneminde kurulan dostane ilişki sayesinde Mustafa Kemal'in takım elbise hediye ettiği Türk Papa sayesinde… Tarihte ilk kez Türkiye'yle Vatikan arasında diplomatik ilişki kuruldu.

1932-33 arasında Türkiye'de görev yapan Amerikan büyükelçisi Charles Sherrill 1934'te kaleme aldığı Atatürk biyografisinde şunları yazmıştı: "Mustafa Kemal'in din bahislerinden hoşlanmadığı söylenirdi. Halbuki benimle bu konuya dair gayet serbest ve uzun uzadıya konuştu. Bütün Türkler kendi kendilerine okuyup anlayabilsinler diye Türkçeleştirmiş Kur'an gibi büyük bir kitabın kapılarını ardına kadar açmıştı. Fevzi Paşa 22 gün 22 gece fasılasız devam eden Sakarya Savaşı boyunca bir tek defa bile namazını ihmal etmemişti Tanrı'ya dualarını sürdürmüştü bu ağırbaşlı cesur komutan askerlerinin moralini yükseltmek için mevziden mevziye dolaşarak erlerine Kur'an'dan parçalar okumuştu. Aynı derece soğukkanlı ve savaşta bir an bile cesaret ve azmini kaybetmemiş olan İsmet Paşa da Fevzi Paşa gibi dinine yürekten bağlı bir Müslümandı. Bu iki dindar komutan Mustafa Kemal'in en yakın iki generaliydi. "

Sakarya Savaşı'nın en kanlı günleriydi.

Çadırında harita üzerinde çalışıyordu.

Yaverine emretti "çok acele Fevzi paşa'yı çağır" dedi.

Yaver Muzaffer Kılıç atına bindi dörtnala Fevzi Çakmak'ın çadırına gitti içeri girdiğinde paşa'yı yüksek sesle Kur'an okurken buldu sırtı kapıya dönüktü. Ne yapacağına karar veremedi seslenmedi geri döndü durumu anlattı.

Mustafa Kemal "dokunma" dedi…

"Kur'an okurken rahatsız etmeyelim. "

Kurtuluş Savaşı boyunca emrindeki paşalarla birlikte hafızlara Kur'an okutup dinlerdi. Hatıra defterinde tarih tarih notlar vardı.

"9 mart perşembe İsmet paşa geldi evvela yemek sonra ertesi günün hareketi kararlaştırıldı ondan sonra hafıza Kur'an okuttuk. "

"10 mart cuma İsmet Yakup Şevki ve Selahattin paşalar gelmişlerdi beraber yemek yedik hafıza Kur'an okuttum. "

"17 mart cuma karargaha avdet saat 8'e kadar yalnız kaldım Mustafa Abdülhalik bey geldi hafıza Kur'an okuttuk. "

"20 mart pazartesi İsmet paşayla beraber bize geldik Fahrettin paşa ve erkan-ı harbi yemeğe davet etmiştim hafıza Kur'an okuttuk. "

Mevlevi felsefesiyle ilgiliydi.

Harp okulunda öğrenciyken Selanik'e izne geldiğinde mutlaka mevlevihaneye gider sema izlerdi.

Sema sırasında Tanrı'ya dönerek yaklaşmayı "Türk dehasının bir ifadesi" olarak görüyordu.

1923'te Konya'da mevlevihaneye uğradı. Ziyaretçi defterine "Türk medeniyetinin ana kaynaklarından biri" diye yazdı.

Mevlana'yı "büyük reformist" olarak nitelendiriyordu.

Ancak Mevlana'nın oğlu sultan Veled'i babasından bile üstün görüyordu. Çünkü "eserlerini Türkçe yazdı" diyordu.

1919… Sivas Kongresi'nden sonra Ankara'ya giderken güzergahı bizzat belirlemiş Hacıbektaş'ta konaklamıştı.

Böylece Osmanlı'nın yüzyıllardır Alevilere karşı yürüttüğü yok sayma baskı ve kırım politikasını tarihe gömmüştü.

Cemalettin Çelebi tarafından ağırlanmış Cem töreni izlemişti.

Dedebaba postunda oturan Salih Niyazi Baba'yı ziyaret etmişti.

En yakın adamlarından olan Kılıç Ali'nin asıl ismi Asaf'tı.

İlk tanıştıklarında özgeçmişini incelerken Asaf'ın üstünü çizmiş nüfusa kayıtlı olduğu Beşiktaş'taki Kılıçali semtinin de altını çizmişti.

"Artık Asaf masaf yok sadece Kılıç Ali var malumundur ki Hazreti Ali'nin diğer ismi Kılıç'tır hem de Allah'ın keskin kılıcı… Böyle bir birleşme olur da insan başka ismi nasıl taşır?"

1926… Mekke'de İslam kongresi toplanacaktı. Türkiye Cumhuriyeti de davet edilmişti. Ankara'nın delege gönderip göndermeyeceği tüm dünyada merak konusuydu.

Mustafa Kemal hiç tereddütsüz "elbette katılacağız" dedi.

İstanbul milletvekili Edip Servet Tör'ü çağırdı.

"Mekke'ye gidip bizi temsil edeceksin Türksün ve Müslümansın Türklük Müslümanlığın öncüsü ve kılavuzudur Müslüman milletleri medenileşmekten alıkoyan batıl itikatları yıkmak için Mekke'ye şapka ile gireceksin kara taassup seni parçalamaya bile kalksa başını vereceksin fakat eğilmeyeceksin" dedi.

Mesele tabii ki şapka değildi…

Bağnazlığın dayatılmasına din'le alakası olmayan konuların sanki din kuralıymış gibi kabul edilmesine karşı tavır koyuyordu.

Mekke'de şapkayla dolaşılması yasaktı hayal bile edilemezdi.

Türkiye Cumhuriyeti'nin kararı dünya çapında haber oldu.

Ve Edip Servet Tör Mekke'ye şapkayla girdi.

Herhangi bir sorun yaşanmadığı gibi tam tersine dünyadaki tüm Müslüman ülkelerin en çok itibar gören delegesi oldu.

Manevi kızı Nebile'ye yasin okuturdu.

Ezan dinlemeyi çok severdi.

1928… Mithat Cemal Kuntay hatıra defterine şu notu düşmüştü: "Uzun bir gecenin sabahında güneş doğarken çok müstesna bir hadise oldu. Gazi manevi kızından rica etti Nebile hanım sandalyenin üstüne çıktı sabah ezanı okumaya başladı. Bir ara baktım Nebile hanımın ses damlalarına gözyaşı damlaları karışıyordu Gazi ağlıyordu. "

Rahmetli olduğunda vasiyetnamesi dışında kalan bazı değerli eşyaları iki kasa içinde Ziraat Bankası'na teslim edilmişti.

Bu kasalar Anıtkabir'e aktarılmak üzere 1953 yılında açıldı.

Değerli taşlarla süslü ağızlık sigara tabakası kol düğmesi saat gibi eşyaların yanında Ayet-el Kürsi'nin yazılı olduğu pirinç tanesi çıktı.

Mustafa Kemal hakkında uydurulan en vahim yalanlardan biri "dinsiz olduğu din düşmanı olduğu dindarlara baskı yaptığı" yalanıdır.

Nesilden nesile tekrarlanan sürekli gündemde tutulan bu yalanın kaynağı Mustafa Kemal'in bileğini bükemeyen emperyalizm'dir.

Din düşmanı gibi göstererek halkın gözünden ve gönlünden düşürmeyi amaçlayan algı projesi zannedildiği gibi vefat ettikten sonra değil Mustafa Kemal henüz hayattayken başlatıldı.

Lozan Antlaşması imzalanır imzalanmaz devreye sokuldu.

Ortadoğu uzmanı Alman diplomat Kurt Ziemke 1930 yılında yazdığı "Yeni Türkiye" isimli kitabında İngiliz projesini şöyle anlatıyordu:

"Birinci Dünya Savaşı sonunda Almanya ve Türkiye mahvolmuştu her iki ülke de teslim olmak zorunda kalmışlardı.

Türkiye'de Türk milli mücadelesinden sonra Kemalizm'in temel prensipleriyle Türk milli devleti oluşturuldu.

İngilizler Musul'da hedeflerine ulaşmak için bir yandan Türkiye'deki ayrılıkçı hareketlere destek verirken bir yandan Kemalist akımın yayılmasını engelleyecek önlemlere başvurmuşlardı.

Yapılması gereken Kemalist Cumhuriyet'in hem din düşmanı hem Kürt düşmanı olduğu temasını ortaya atıp işlemekti. "

Ve dün 30 Ağustos'ta

Diyanet işleri başkanlığının cuma hutbesinde Mustafa Kemal Atatürk'ten silah arkadaşlarından tek kelime bile bahsedilmedi.

Diyaneti yöneten zihniyet 30 Ağustos hutbesinde lafı uzun uzadıya eğip büktü "vatan" dedi "zafer" dedi Mustafa Kemal Atatürk diyemedi.

Ben hiç eğip bükmeden söyleyeyim bari…

Bu diyanet Türk milletinin diyaneti olamaz.

Emperyalizmin adeta ayakta alkışladığı bu diyanete karşı tıpkı Börekçizade Rıfat gibi yurtsever din adamlarımız tarafından Anadolu fetvası verilmesi lazım.

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/yilmaz-ozdil/ayet-el-kursi-yazili-pirinc-tanesi-5308974/

================================

RIFAT SERDAROĞLU: ULUSLARARASI AKP

AKP Genel Başkanının gazetecilere söylediklerini doğru anlayabilmek için üniversitelere yeni bir ders koymak gerekecek!

Dersin adı şu olmalı; "AKP önderliği ne demek istedi?"

Gerçekten AKP önderliğinin düşündüğü ile söylediği tamamen başkadır.

Bu yüzden AKP üst yöneticileri sürekli olarak; yle demek istemedi" veya "Şunu demek istedi" şeklinde açıklamalar yapar…

Kanımca bu davranış tedavi edilebilir psikolojik bir sorundur ve zihinsel yorgunluk nedeniyle beyin ile ağzın uyumsuz çalışmasından olabilir.

Böyle bir sorunu olan kişi derhal istirahate çekilmeli ve psikolojik destek almalıdır.

Sorunlu kişi tek başına tüm ülkesini bağlayacak bir görüşmeye gittiğinde ortaya ciddi sıkıntılar çıkabilir. Sorunlu kişinin söylediğini duyduklarına göre değerlendirmekten başka bir çaresi olmayan karşısındaki yabancı devlet adamı elbette ki duyduklarına göre bir çıkarım yapar.

Muhatabı bizimkinin düşündüğünün başka söylediğinin başka olduğunu nereden bilsin ki?

Bu yüzden görüşmeden çıkınca bizimkinin söyledikleriyle muhatabı devlet sözcüsü tarafından yapılan resmi açıklamalar çok farklı olur!

İşte bu sebepten Türk kamuoyu olarak sık sık "Trump beni aldattı" "Dostum Putin de beni kandırdı" "AB bizi yine kandırdı" sözlerini duyar…

AKP Genel Başkanının son demecine beraberce bakalım; Ne diyor?

"Partimizden ayrılıp da şu anda CHP'nin içinde sığıntı durumuna düşenler oldu. Bunlar bizim derdimiz değil biz AK Parti olarak tarih yazar durumdayız.

AK Parti hamdolsun ulusal olmaktan uluslararası olma statüsüne erişti!"

Hadi bakalım bu üç cümleden ne anladınız?

Birinci cümlede Sayın Abdüllatif Şener'i işaret edip partisinden ayrılan ve ayrılacak olanlara "sakın gitmeyin giderseniz gittiğiniz yerde sığıntı olursunuz" diye sözde korkutuyor.

Tamam da siz de Sayın Şener ile Saadet Partisinden birlikte ayrıldınız ve AKP'yi kurdunuz! Ayrıca Şener Özelleştirme Yüksek Kurulundaki yolsuzluklara ortak olmak istemediği için istifa ettiğini defalarca söyledi. Bu ciddi iddialara niçin yanıt vermediniz?

İkinci cümlede ise "bunlar bizim derdimiz değil" diyorsunuz. Derdiniz değilse niçin gündeme getiriyorsunuz. Belli ki AKP'den ayrılmalar sizi çok rahatsız etmiş!

Ayrıca siz AKP olarak tarih yazamazsınız. Tarih sizi yazacak!

Tüm serveti bir adet nişan yüzüğü olan birinin nasıl dünyanın en zengin sekiz siyasetçisinden biri olduğunu yazacak!

Tarih 17/25 Hırsızlık-Yolsuzluk-Rüşvet olaylarını yazacak. FETÖ'yu yazacak. Kozmik Odayı ve şehit edilen 833 Devlet Görevlisini yazacak.

Çözüm sürecini ve AKP politikaları sonucu şehit olan binlerce vatan evladını yazacak.

Tarih Haram Havuzlarını yazacak. Kendi milletini üç-beş sahtekar müteahhide soyduranları yazacak.

Tarih Vakıfları ve AKP'li Büyükşehir Belediyelerindeki hırsızlıkları yazacak.

Tarih henüz kamuoyuna söylenmemiş öyle pislikleri yazacak ki işte o zaman dananın kuyruğu kopacak. Yüzlerce kuyruksuz dana göreceğiz!

Üçüncü cümlede "AK Parti hamdolsun ulusal olmaktan uluslararası statüye erişti" demişsiniz.

Bu sözünüzle AKP'nin Türkiye'nin partisi olmadığını yani ulusal olmadığını uluslararası bir statüye ERİŞTİĞİNİ sanki matah ve bilinmeyen bir şeymiş gibi söylüyorsunuz.

Bizler AKP'nin FETÖ-CIA-Vatikan desteğiyle kurulduğu ilk günden beri Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesinin Eşbaşkanlığını gönüllü olarak kabul ettiğiniz günden beri AKP'nin Uluslararası bir figür olduğunu biliyoruz.

Hem de şahitlerimiz var;

ABD Askerleri tarafından Irak ve Suriye'de tecavüze uğramış yüzbinlerce kadın-kız-çocuk şahit!

ABD Askerlerinin "Nişangah" yaptıkları Kur'an-ı Kerim yıktıkları camiler şahit!

Öldürülen 1 milyon 500 bin Müslüman şahit!

Siz AKP olarak bir taraftan ABD Rusya Vatikan ile diğer taraftan İhvan-

El Nusra-Hamas gibi örgütlerle işbirliğiniz sebebiyle uluslararası oldunuz!

Sizi tanımayan mı kaldı?

AKP'li üst yöneticilerin çocukları askerlikten kaçtıkları için komut almayı bilmezler! Biz öğretelim mi?

Eyy Badeciler ve Bademciler Hazrol! İstirahat edilecek et…

================================

CAN ATAKLI: DELİNİN BİRİ RUSYA'DAN BİR FÜZE SALLASA

Hayli uzun zaman oldu değil mi şu S-400 füzelerini konuşmaya başlayalı?

Amerika'yı dize getireceğimizi düşünerek Rus füzesi alacağımızı açıklamıştık.

Daha önce Çin füzesinde olduğu gibi NATO ve Amerika'nın "Aman ne yapıyorsun?"diyeceğini sonra da bize gizliden tavizler vereceğini düşündük zahir yine.

Ama bu kez tutmadı.

Şimdi açılmadık paketler halinde S-400'ler elimizde.

Ama bir türlü kuramıyoruz "Gelecek Nisana hazır olacak" dedi AKP Genel Başkanı.

Bana göre gelecek nisana kadar pazarlıklar sürecek demek ki.

Şimdi bunların hepsini bir kenara bırakalım biraz dalgamızı geçelim ve hayal dünyamızı çalıştıralım.

Pazar günü fena gitmez hani diye düşünüyorum.

Hep soruyorum ya "Bu S-400'lerin düşman tanımı nasıl olacak?" diye ve cevap alamıyorum bir türlü.

Öyle ya elimizdeki Patriot'lardan olsa örneğin herhangi bir NATO füzesine uçağına tankına topuna karşı duyarlı onlara düşman muamelesi yapmıyor.

Oysa örneğin bir Rus uçağı gelecek olsa bakın neler olur.

Demek ki Rusların sistemi de bunun tersi olacaktır.

Şimdi şöyle bir manzara düşünelim.

Delinin biri Moskova'dan düğmeye bastı ve nükleer bomba yüklü bir füze Ankara'ya doğru yola çıktı.

Soru bir: S-400 sistemi anında harekete geçecek ve gelen füzeyi düşürecek midir?

Soru iki: S-400 Rus füzesini düşman kabul etmeyip sessiz kalırsa buna karşı Kürecik'teki Amerikan radarı durumu görüp harekete geçecek midir?

Soru üç: Rus nükleer füzesini gören Kürecik'in bunu Arizona'ya bildirmesinden sonra Akdeniz'deki Altıncı Filo'ya bağlı gemilerden karşı füze atılacak mıdır yoksa Amerikalılar "Valla füze Ankara'ya gidiyor bizi ilgilendirmez" mi diyecektir?

Soru dört: Altıncı filodan bir geminin karşı füze atması halinde o ana kadar sakin sakin oturan S-400 bu kez harekete geçecek ve Amerikan füzelerini vuracak mıdır?

Şimdi gelelim sonuçlara.

Sonuç bir: Rus füzesi gelirken S-400 harekete geçti ve karşı füze attı. Bu durumda Ankara kurtulur.

Sonuç iki: S-400 Rusya'dan gelen füzeye ses çıkarmadı Amerika durumu gördü ama o da bana ne dedi. Bu durumda Ankara gitti.

Sonuç üç: Rus füzesi gelirken S-400 sessiz kaldı Amerika durumu fark edip Rus füzesini vurmak için karşı füze attı havada Amerikan füzesi gören S-400 harekete geçip Amerikan füzesini patlattı. Bu durumda Ankara gitti.

Şimdi gelin olayı bir de tersine çevirelim; Rusya değil Amerika Ankara'ya bir füze salladı. S-400'ler harekete geçti bunu gören Kürecik devreye girdi altıncı filodan atılan bir füze Ankara'ya giden füzeye atılan S-400 füzesini imha etti.

Sonuç: Ankara yine gitti.

Ordumuzun komutanları herhalde bu olasılıkları düşünmüş ve değerlendirmiştir olsun bu yazıyı onlar da bir pazar eğlencesi olarak okusun o zaman.

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Olympus has fallen London has fallen ve Angel has fallen

Sinemalarda yeni bir film gösterime girdi.

Orijinal adı "Angel has fallen" olan filmi Türkçe'ye "Kod adı Angel" olarak çevirmişler.

Film bir üçlemenin son filmi.

Esas oğlan hep Gerard Butler.

Birinci filmde teröristlerin Beyaz Saray'ı inanılmaz bir baskınla ele geçirmesianlatılıyordu.

İkinci filmde teröristler bu kez iki yıllık bir çalışmadan sonra Londra'nın her tarafını bombalarla donatmışlardı ve pek çok dünya liderini öldürmeyi başarmışlardı.

Üçüncü filmde ise bu kez Amerika'da kalkışılan bir darbe konu alınmış.

Üç filmin de ortak özelliği elbette Amerika demokrasisinin kazanması esas oğlanın tam bir Amerikalı vatansever olarak ülkesini kurtarması tüm dünyanın gözyaşı içinde Amerikan duygusallığını görmesi.

Ancak bu üç filmde bir ortak özellik daha var.

Her üç filmde de terörün gözünü karartması halinde ne kadar akla hayale gelmedik eylemlere başvurabileceğini yüzümüze çarpıyor.

İlk filmde Beyaz Saray'a aynı anda hem havadan hem karadan yüzlerce silahlı teröristsaldırıyor. Bu beklenmedik saldırıya karşı Amerika'nın çok güçlü güvenlik teşkilatları hiçbir şey yapamıyor.

İkinci filmde iki yıllık bir çalışma sonunda Londra'nın birçok yerine etkili bombalaryerleştiriliyor. Polisin bir bölümü satın alınıyor ve dünya liderlerinin bir araya geldiği bir günde her tarafta bombalar patlıyor ve bir çok ülkenin lideri öldürülürken polislerin yarıya yakını da teröristlerle birlik oluyor.

Üçüncü filmde ise bir kuş büyüklüğündeki yüzlerce dronla saldırı yapılıyor.

Bu dronlar intihar dalışı yapıyorlar ve çarptıkları yerde patlıyorlar. Filmin bu çok önemli sahnesini izlerken aklıma S-400'ler veya F-35'ler üzerinde kopan fırtınalar geldi. Ayrıca bunlara ödenen çok yüksek fiyatları düşündüm.

Oysa belki de günümüz savaşlarında artık bunlar kullanılmayacak bile.

Kuş büyüklüğünde hatta böcek kadar olan ve içinde küçük patlayıcılar olan milyonlarca dronun bir kente bir askeri birliği saldırdığını hayal edin.

Elinizdeki S-400'ler Patriotlar F-16'lar SU-57'ler çare olabilecek mi?

KOMİK

Pazar güzellemeleri

Ahmet Zeki Yeşil bu hafta da güzel cümleler göndermiş.

Polis arabamı durdurup sordu:

"Alkol aldık mı?"

"Aldık ama bagajda. "

Dolmuşa binerken sordum:

"Otobüs terminalinden geçiyor musunuz?"

Şoför: "Kim dedi geçmez diye…"

Taksim'de adres sordum:

"Osmanlı Sokak nerede?"

"Osmanbey'de olması lazım. "

(Mantıken öyle ama değil Beyoğlu'nda).

Otobüs durağındayım…

"İki saattir otobüs bekliyorum. "

"Otobüs zaten iki saatte

bir geliyor. "

Çöpleri karıştıran çocuğa sordum:

"Ne arıyorsun?"

"Şiş arıyorum. Bulursam çöp şiş yapacağım…"

"Rejim değişti mi?"

"Bilmiyorum. "

"Kim bilir?"

"Bilirse Türkiye Diyetisyenler Derneği bilir…"

Kadın: "Eskiden çok mutluydum. "

Adam: "Ne kadar eskiden?"

Kadın: ocukken…"

ÇOK GÜLDÜM

Bu pazara üç fıkra

Geçen pazar yazım yoktu. Haliyle fıkralar da olmadı. Yıldırım Tuna bu hafta üç fıkra göndermiş. Buyrun birlike okuyalım;

Adını yanlış yazmışlar da

İki adam gecenin geç saatlerinde partiden dönerlerken kestirme olsun diye mezarlıktan geçiyorlarmış. .

Mezarlığın tam ortasına gelmişler ki tap-tap-tap diye bir ses karanlıkların esrarlı gölgelerin arasından gelmeye başlamış.

Korkudan titreyerek nefeslerini tutarak sisleri dağıtarak mecburen yollarının üzerindeki sesin kaynağına yaklaşmışlar.

Bir bakmışlar ki yaşlı mı yaşlı bir adam mezarın birine oturmuş elinde çekiç ve keski mezar taşını oyuyor. .

"Ooohh!" demiş adamlardan birisi "Usta bizi korkudan öldürüyordun!. . Vallahi hayalet sandık. Gecenin yarısında çalışıp da ne yapıyorsun?" Yaşlı adam "Cahil hergeleler" demiş homurdanarak. . "Adımı yanlış yazmışlar da!"

Bu benimki değil. .

Hırsız öğleden sonra elinde silahla bir eve girmiş silahını yataktaki adama doğrultarak önce yanındaki kadını sıkıca ellerinden ayaklarından bağlamış ağzını da bir koli bantı ile kapatmış adama dönüp imdi hemen evde ne para ve mücevherler varsa getiriyorsun" demiş.

"Arkadaşım ne varsa inan hepsini fazlasıyla getireceğim" demiş adam "Ama n'olur şu kadının iplerini çözüp hemen ama hemen serbest bırak gitsin. "

Hırsız "Ooo. . Karını çok seviyorsun anlaşılan" demiş sırıtarak.

"Yok " diye cevap vermiş adam "O komşunun karısı. . Benimki eli kulağında eve gelmek üzere!"

Çöpçatanla kız bulursan olacağı bu

Hayli tutucu bir aile 30 yaşına gelip hâlâ evlenemeyen oğullarına gelin aramaktan sonuç alamayınca sonunda mahalle mahalle dolaşıp çöpçatanlık yapan bohçacı kadınabaşvurmuşlar.

Bohçacı evlenmek isteyen delikanlıya ve ailesine bir sürü sorular sormuş eş ve gelin olarak ne tip beklentileri olduğunu öğrenmiş.

Haftalar sonra bohçacı harika bir kız bulduğunu müjdelemiş. . "Yaşı tam isteğinize göre. . "demiş "Ev işlerinde bir uzman sanki. . Harika bir aşçı çocukları çok seviyor o da büyük bir aile özlemi içinde çıtı pıtı müthiş de güzel!"

Aile çok çok mutlu olmuş.

"Hemen randevu al gidip isteyelim" demişler hatta düğün hesaplarına başlamışlar. Her şeyi ses çıkarmadan izleyen oğlan nihayet bohçacıyı bir köşeye çekip fısıltıyla sormuş.

"Acaba yatakta da iyi midir?" Bohçacı "Tam emin değilim" demiş "İyi diyenler de var beş para etmez diyenler de. "

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/can-atakli/delinin-biri-rusyadan-bir-fuze-sallasa-5310459/



- - - - - - - - - - - - -
a45UyF587661
- - - - - - - - - - - - -
Buyuk dinimiz calismayanin insanlikla hic ilgisi olmadigini bildiriyor.
Bazi kimseler cagdas olmayi kfir olmak sayiyorlar.
Asil kufur onlarin bu zannidir.
Bu yanlis tefsiri yapanlarin maksadi Islmlarin kfirlere esir olmasini istemek degil de nedir?
Her sarikliyi hoca sanmayin hoca olmak sarikla degil dimagladir.

Gazi Mustafa Kemal ATATURK

- - - - - - - - - - - - -
JEAN MESLIER : SAGDUYU TANRISIZLIGIN ILMIHALI

191. DININ AYKIRI VE KOTU OLDUGU NE KADAR TEKRAR EDILSE VE KANITLANSA AZDIR

Dunyaya gercekleri aciklayan her adam, din imamlarinin ofkesini ve dusmanligini uzerine cekeceginden emindir. Bunlar, avaz avaz bagirarak, devletleri yardima cagirirlar. Kanitlarini ve tanrilarini savunmak icin krallarin yardimina muhtactirlar. Bu feryatlar, davalarinin zayifligini gereginden fazla aciga vurur.

"Yetisin imdada" denilen yerde sikinti vardir.

Din islerinde yanilmaya gelmez. Baska her konuda cezaya carpilmaksizin hata edilebilir; yolunu kaybedenlere acinir, bazi yeni gercekler kesfeden kimselere bazi mertebeler verilir. Gerek dusulen hatalarda, gerek yapilan kesiflerde ilahiyatin ilgisine karar verilir verilmez kutsal bir caba alevlenir, hukumdarlar imha ederler, ahali cildirir; milletler ne icin oldugunu bilmeksizin homurdanmaya baslar.

Genel ve ozel huzurun; hicbir zaman bos, ilkesiz, hasta hayallerden baska bir temele sahip olmayan ve zekaya anlamsiz kelimelerden baska bir sey sunmayan bir bilime sahip oldugunu gormek kadar aci verici hicbir sey var midir? Kimsenin anlamadigi ve ilgilenmeye deger bulanlari usandiran, insanlari daha iyi yapmaktan aciz olan, cogunlukla haksiz ve kotu olmayi insanlara bir ustunluk haline getiren bir dinin bu kadar ovulen yarari, neden ibarettir? Insan soyuna hicbir hayri olmayan, insan soyunun gozunu kor etmekten ve sinir krizleri davet etmekten, talihinin eziyetli sikintilarini hafifletmeye yetenekli gerceklerden yoksun kilarak, kendisini daha cok sefillestirmekten baska bir sey yapmayan delilikten, daha cok acimaya deger, hakli olarak daha cok onune gecilmesi, yok edilmesi gereken bir delilik var midir?

- - - - - - - - - - - - -
Insana karsi savasirken sonunda ona benzememeliyiz.
Onu alt ettiginiz zaman bile, onun kotu aliskanliklarini benimsemeye kalkmayin.
Hicbir hayvan asla bir evde yasamamali, yatakta yatmamali, giysi giymemeli, icki ve sigara icmemeli, paraya el surmemeli, ticaretle ugrasmamali.
Insanin butun aliskanliklari kotudur.
Ve en onemlisi, hicbir hayvan kendi turunden olanlara zorbalik etmemeli.
Guclusu gucsuzu, akillisi akilsizi, hepimiz kardesiz.
Hicbir hayvan baska bir hayvani oldurmemeli.
Butun hayvanlar esittir.

George OrwellHayvan Ciftligi

- - - - - - - - - - - - -
Yagmurlu bir pazar ogleden sonrasinda ne yapacagini bilmeyen milyonlarca insan olumsuzlugu yakalamaya can atiyor.

ERTZ, SUSAN (1894-1985) ABD'li yazar.
Ateistin Kutsal Kitabi - Aforizmalar - Derleyen Joan Konner

- - - - - - - - - - - - -
Grup eposta komutlari ve adresleri :
Gruba mesaj gondermek icin : ozgur_gundem@yahoogroups.com
Gruba uye olmak icin : ozgur_gundem-subscribe@yahoogroups.com
Gruptan ayrilmak icin : ozgur_gundem-unsubscribe@yahoogroups.com
Grup kurucusuna yazmak icin : ozgur_gundem-owner@yahoogroups.com
Grup Sayfamiz : http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz : http://orajpoyraz.blogspot.com/

 



-------------------------------------------------
This free account was provided by VFEmail.net - report spam to abuse@vfemail.net
 
ONLY AT VFEmail! - Use our Metadata Mitigator™ to keep your email out of the NSA's hands!
$24.95 ONETIME Lifetime accounts with Privacy Features!
No Bandwidth Quotas!   15GB disk space!
Commercial and Bulk Mail Options!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder