RTE'nın ABD'yi Karadenize davet etmesi daha çok taze bir haberdir. Üstelik bu genel şablona çok da uyumlu bir tavırdır. Rusya'ya yönelik bunca hasmane tavrın sonunda elbette ülkenin ABD'nin kucağına oturması kaçınılmaz olmuştur.
Sonuçları itibariyle yapılan işler batının, İsrail ve ABD'nin orta ve uzun vadeli menfaatleriyle çok güzel şekilde uyuşmuştur.
Buna karşılık en çok da Türkiye'nin, yakın komşularımızın, Rusya ve İran'ın ayrı ayırı milli menfaatleri haleldar olmuştur.
Ortaya çıkan sonucun net özeti budur.
Saygılar.
Oraj POYRAZ L2fSIJNoA0xfSNxA
Mehmet Ali Güller : NATO'nun Ankara'daki adamı: Erdoğan.
CFR: ESAS PATRON ERDOĞANERDOĞAN RUSYA'YA KARŞI NATO'YU KARADENİZ'E ÇAĞIRDI
NATO TÜRKİYEYİ KUŞATIYOR
RUSYA VE KOMŞULARA DÜŞMANLIK, ABD'YE EN İYİ HİZMETTİR
Foreign Policy dergisindeki bir analizden hareketle "ABD'nin adamının Davutoğlu olduğunu" söyleyemeyeceğimizi belirtmiştiö önceki yazımda. Hele bu analizden hareketle "Erdoğan ABD planlarından ayrıldı" sonucuna ise hiç varılamayacağını belirtmiştim.
Kimi okurlardan şöyle tepkiler geldi: "Erdoğan'ın Davutoğlu'nu tasfiyesiyle Türkiye yeniden Rusya ve Suriye ile işbirliği sürecine girdi, Asyalılaşma başladı."
Böyle bir hayal görebilmek, ancak Erdoğan'ın "efsunu" ile açıklanabilir! Kuşkusuz o "efsunu" yaratan siyasal iklim de var: Sürekli Erdoğan'ın milli cepheye girdiği, ABD'yi karşısına aldığı, Ankara'nın Moskova ve Şam'la ilişkileri düzeltmeye başladığı iddia ediliyor.
CFR: ESAS PATRON ERDOĞAN
Bakınız, daha Foreign Policy'deki John Hudson'un analizinin mürekkebi kurumadan, bu kez Stephen Larrabee tersinden bir analizle "ABD Erdoğan'ın esas patron olduğunu biliyor" dedi:
"Washignton Davutoğlu'na önce Dışişleri Bakanı, sonra da Başbakan olarak itibar gösterdi. Ancak ABD, asıl karar alıcının kim olduğu konusunda bir yanılsama içine hiçbir zaman girmedi. Davutoğlu, Erdoğan'ın yakın ve sadık bir müttefikiydi. Ancak bağımsız bir siyasi altyapısı yoktu ve bu nedenle tamamen Erdoğan'a bağımlıydı. Davutoğlu'nun bağımsız bir duruşu ve etkisi olamayacağı başbakan olarak atandığı andan itibaren belliydi. Erdoğan seçilmiş cumhurbaşkanıydı ancak fiili başbakan olarak hareket ediyordu. Davutoğlu'nun işiyse Erdoğan'ın isteklerini ve talimatlarını yerine getirmekti." (Aydınlık, 12 Mayıs 2016)
Larrabee'nin RAND'ın Avrupa Güvenliği Masası Şefi olduğunu, ama daha önemlisi de CFR üyesi olduğunu belirtelim.
ERDOĞAN RUSYA'YA KARŞI NATO'YU KARADENİZ'E ÇAĞIRDI
Aslında ABD'nin Ankara'daki esas adamının kim olduğunu anlamak için ne Foreign Policy'ye gerek var, ne de RAND ve CFR'ye. Olgular en önemli öğretmendir.
Ve en sonuncu olgudan başlayalım: Erdoğan, dün katıldığı 10. Balkan Ülkeleri Genelkurmay Başkanları Konferansı'ndaki konuşmasında aynen şöyle dedi: "Kısa bir süre önce NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ülkemizdeydi, kendisine söyledim; 'bakın dedim, Karadeniz'de görünmüyorsunuz. Karadeniz'de görünmeyişiniz Karadeniz'i adeta Rusya'nın bir gölü haline dönüştürüyor.' Karadeniz'i tekrar istikarar havzası kılmalıyız." (Ajanslar, 11 Mayıs 2016)
Yani "Davutoğlu'nu tasfiye ederek Rusya'yla ilişkileri düzelteceği" varsayılan Erdoğan açık açık Rusya'ya karşı NATO'yu Karadeniz'e çağırıyor!
Bakınız bu sıradan bir açıklama, sıradan bir taktik değildir; bu bir stratejik hat belirlemedir. Anımsayalım: Ergenekon kumpasının sahadaki en önemli pratik nedenlerinden biri, TSK'nin Rusya'yla anlaşarak ABD ve NATO'ya Karadeniz'i kapatmasıydı!
Şimdi Erdoğan NATO'yu Karadeniz'e çağırarak Ergenekon davasının hedefini gerçekleştirmeye çalışıyor! Anlayacağınız pratikte hâlâ o davanın savcılığını yapıyor!
NATO TÜRKİYEYİ KUŞATIYOR
Erdoğan'ın NATO'yu Karadeniz'e çağırması sıradan bir taktik değildir, aynı zamanda Ankara'nın kendi eliyle Montrö'yü de delmesi demektir!
Son bir kaç ayda gerçekleşen NATO eksenli olguları dikkatinize sunarım: Erdoğanlar Rus uçağını düşürür düşürmez, Türk hava sahasının aynı zamanda NATO hava sahası olduğunu savunarak NATO'yu göreve çağırdı. Erdoğan yetinmedi, NATO'yu Türkiye-Suriye sınırına da çağırdı.
Sonuç: Mülteci krizi gerekçesiyle NATO gemileri Ege'de; Suriye nedeniyle NATO gemileri Doğu Akdeniz'de, Kıbrıs açıklarında, İskenderun Körfezi açıklarında; NATO'nun erken uyarı sistemi Konya'da; NATO uçak ve askerleri İncirlik'te. (NATO radarını zaten Kürecik'e yerleştirmişti.)
Türkiye'nin Batısı'ndan Güneydoğusu'na kadar NATO'yla kuşatılmak yetmemiş ki, Erdoğan şimdi de NATO'yu kuzeye, Karadeniz'e çağırıyor!
RUSYA VE KOMŞULARA DÜŞMANLIK, ABD'YE EN İYİ HİZMETTİR
Biliyorum, o yukarıda bahsettiğim "efsunlu siyasal iklim" nedeniyle şimdi yine bazılarınız tüm bu olguları bırakacak ve "ama Erdoğan ABD'nin kara gücü olan PKK'yi vuruyor" diyeceksiniz.
Elbette TSK'nin PKK'ye operasyonları çok önemlidir, büyük bir kararlıklıkla sürdürülmelidir; bu operasyonlar Türkiye'nin önünü açmaktadır. Ama şunu da biliniz: ABD emperyalist bir devlettir ve PKK gibi araçlarını stratejik hedefi içinde farklı şekillerde değerlendirebilir! Ve daha önemlisi, sırf Türkiye PKK'ye operasyon yapıyor diye bu ABD'yle savaşıldığı anlamına gelmez!
Olgu diyoruz, açın bakın ABD Kongre kararlarını: Türkiye'nin ABD'yle savaştığı varsayıldığı bu son süreçte, ABD Kongre kararlarıyla Türkiye'ye PKK'ye karşı kullanması için kaç kez "sığınak delici akıllı bomba" satıldı?
Bakınız ABD 24 Temmuz'dan bu yana hem "PKK terör örgütüne karşı mücadele Türkiye'nin hakkı" diyor, hem "fakat belli bir aşamasında yeniden masaya oturun" diyor, ama hem de bu süreçte TSK'ye PKK'yi vuracak kabiliyette özel silahlar satıyor. (Tıpkı aynı zamanda PKK'ye de silah verdiği gibi.)
Burada mesele şudur: ABD'nin nihai hedefi Ortadoğu'da "Büyük Kürdistan" kurmaktır. ABD uzun süreli bu hedefin aşamalarının önemine göre, araçlarını farklı amaçlarla kullanmaktadır. Örneğin ABD Büyük Kürdistan'ın Irak aşaması boyunca hem PKK'yi destekledi ama hem de Barzani'yi Türkiye'ye kabul ettirebilmek için PKK'nin bir ölçüye kadar vurulmasına göz yumdu. Sonuç ortada: Türkiye Barzanistan'ın en önemli hamisi oldu!
ABD aynı taktiği Büyük Kürdistan'ın Suriye aşaması için uyguluyor. Washington için Irak'ta dün nasıl Barzani PKK'den daha sıcak önemdeyse, bugün Suriye'de de PYD sıcak önemde.
ABD bu nedenle hem ısararla PKK ile PYD'yi ayrı tutmaya çalışıyor hem de dün Irak'ta yaptığı gibi bugün de Suriye'de PYD'yi Ankara'ya kabul ettirebilmek için "gönülsüz" de olsa, PKK'nin vurulmasına göz yumuyor. Üstelik karşılığında "İncirlik Mutabakatı" gibi çok önemli bir stratejik anlaşmayı kopararak...
Tüm bu gerçeklerin üzerinden atlayarak sırf PKK'ye operasyonları üzerinden Erdoğanlara "milli" payesi verirsek, dönüp ondan daha sağlam "vatan savaşı" vermiş olan Çiller'i kutsamamız gerekir!
Asıl olan şu tablodur: Türkiye Erdoğanların yönetiminde Rusya'yla düşmanlaştırılmıştır, İran'la sahada cephe cepheyedir, Irak'a karşı Barzanistan'ı desteklemektedir, Suriye'ye savaş ilan etmiştir, NATO'ya Akdeniz ve Ege'yi açmıştır, şimdi de Karadeniz'e çağırmaktadır, İsrail'le anlaşmaktadır, İsrail'in NATO'nun Brüksel Karargahı'na girebilmesi için vetosunu kaldırmıştır, İsrail'le Suriye'ye ortak operasyonu konuşmaktadır, Suudi Arabistan'la İslam İttifakı kurmuştur, Türk Ordusu "İslam Ordusu"na dahil edilmiştir, Türk Birliği İran'a karşı Körfez'in güvenliği için Katar'da bir üsse yerleştirilmiştir...
Bu tablo, ABD'ye en iyi hizmet tablosudur!
Sahi, ABD ve NATO'nun Ankara'daki en has adamı kim?
Mehmet Ali Güller
12 Mayıs 2016
a45UyF587661-160512163613 Oraj Poyraz At Openmail oraj.poyraz@openmail.cc
2016/05/13 04:00 1 39 1923atamizindeyiz@googlegroups.com
Yasam belirtisinin kokeninde duygulanma vardir; duygulanmanin da
temeli asktir.
Sigmund freud
Resulullah devamla dedi ki :
Bu cevap uzerine , Cehennem ehli her cesit hayirdan umidlerini keserler ; hickirmaya , nedamet etmeye , dovunup yirtinmaya baslarlar
( Tirmizi )
Cehennemle ilgili hadis. Sahihmis bilenler denetlesin.
Levent Erturk : SIZIN DUYGULARINIZ GERCEK MI? EMIN MISINIZ?
En sonunda, insanin devredilemez sandigi her seyin bir degisim araci oldugu, alisverise konu edildigi ve devredildigi zaman gelmistir. simdiye dek ifade edilen ama asla takas edilmeyen; verilen ama asla satilmayan; edinilen ama asla satin alinmayan erdem, sevgi, inanc, bilgi, vicdan gibi degerlerin, kisaca her seyin ticarete dahil oldugu zamandir bu. Genel bir yozlasmanin, her seyin satilabilir olmasinin evrensellestigi ya da politik ekonomi diliyle konusacak olursak, maddi manevi her seyin pazarlanabilir bir deger haline geldigi ve gercek degerinin saptanabilmesi icin pazara getirildigi zamandir.
(karl marx)
***
Yukardaki satirlari ne zaman okusam, marx a buyuk adammissin demekten kendimi alamiyorum.
Gercek, cok acimasiz ve bayagi gorunebilir. Ama ortada bu tablo varsa, cozum yine ayni tablonun icinden cikacaktir. cagimiz artik bir reklam ve pazarlama cagidir. ustelik, metanin yani uretilebilen, gercek bir karsiligi olan somut urunun kendisinden cok; gercek olarak uretilemeyen her tur duygunun, erdemin, tutkunun, istegin pazarlanmasi daha fazla kazanc getirmektedir. urunun imaji, urunun kendisinden daha cok deger kazanmistir. uzerinde x firmanin logosunun oldugu bir ayakkabi diyelim ki 200 lira bedelle satilabilir. Ama o ayakkabinin temsil ettigi sosyal sinifa ait imaj dunyasi (diger imajlar ile birleserek) trilyonlarca lira kazandirir. Marx in ongorusu fazlasi ile gerceklesti. Her sey pazarlanabilir:
Bir savasta annesi ile birlikte olen cocugun resmi,
Bir insanin hayatindan 2-3 resim alinarak olusturulan tanitim,
Bir dinin ilk temsilcilerinin cektigi cileler,
Bir kahramanin idam sehpasindaki goruntuleri,
Ayni kahraman icin bestelenen sarki,
Bir depremde enkazin altinda kalan bebegin tanitimi ...vs
Ve elbette... sevgi, ask, cesaret, kahramanlik, fedakarlik, dindarlik, annelik, cocuk masumiyeti, doga sevgisi ...akliniza gelebilecek her tur duygu ustalikla pazarlanabilir ve pazarlanmaktadir; ustelik alicilari da cok fazladir.
Bir suru ah vah edebiyati ile dolu bos sozleri birakip, yasadigimiz dunyanin gercekligini en acimasiz sekilde gormek isterseniz, bu kitabi okuyun derim: jean baudrillard. Simulakrlar ve simulasyon .
Cagimiz bir sanal gerceklik cagidir, hatta o sanal gercekliklerin yeniden simule edilerek olusturuldugu hiper gerceklik cagidir. Sanal gerceklikte, gosterenin , yani imgenin gonderme yaptigi bir gerceklik vardir. ornegin bir gul imgesinin gonderme yaptigi gercek bir doga vardir. Hiper gerceklikte o bile yoktur. Hiper gercekligin imgeleri, gerceklikte hicbir karsitligi bulunmayan diger imgelere gonderme yaparlar ve bu durum boyle surer gider. Kendi kendini doguran anlam. Baudrillard bu durumu reklamlarda anlamin hicligi bolumunde cok guzel anlatmis.
Turkiye de ise durum daha da beterdir. Avrupa ve abd medeniyetlerinde carpikliklar olsa dahi, tum bu surecin alt yapisina sahip olan bir medeniyet, kendi icinden ciddi dusunurler ve cozumler cikarabilir. Oysa, bu bilimsel ve teknolojik sureci yasayamamis, hep ithal etmek zorunda kalmis, dolayisi ile felsefesini de gelistirememis bir ulkede verilen tepkiler hep alaturka, vicik vicik ucuz duygu edebiyati ve bol bol gozyasi ile cevrili olacaktir.
Neler oldugunu anlayamadi kucuk elif. Minicik bedeni soguk taslarin ustune yapisti. Cocuklugu, hayalleri, umitleri orda kaldi.
Yalan, yalan, yalan. Arka plandaki olumun ve acinin kendisi dogru olsa dahi, pazarlanmasi ve islenmesi bastan asagi yalan. Acinin simule edilmesi ve tekrar tekrar kullanilmasi cagimizin bir gercekligidir. Bir sure sonra, elif in bedeninin kendisi unutulur, geriye goruntusu kalir; hatta o bile unutulur, geriye bir kac parmak hareketi, iki uc photoshop posteri veya buna benzer sekilde ifade edilen protesto kirintilari kalir. Zaten o arada piyasaya yeni elif, osman, Ilker, funda goruntuleri gelir. Atolye her zaman hazirdir.
Bu durum, insanin kendine yabancilasmasidir ve kacinilmaz bir gercekliktir. Bir insanin diger bir insani oldurdugu bir durum, televizyonda canli yayinda sunuluyorsa ve ancak 2-3 dakikaligina, bir sofra basinda oylesine seyrediliyorsa, her tur gercek duyguya yabancilasma kacinilmazdir.
Simdi geliyorum asil aci verici soruya. Sorunun cevabini bana vermeyin, ben kimsenin yargici degilim. Sadece kendi vicdaniniza cevap verin.
Siz, kendi duygularinizin gercekliginden emin olabilir misiniz?
Ben emin degilim. Artik emin olamiyorum. Bu yuzden buyuk konusmak istemiyorum. Kimseyi elestirmiyorum, bu genel bir durum degerlendirmesidir.
Akliniza gelebilecek her seyin sanala donustugu bir dunyada, insan duygularinin da sanallasmasi kacinilmazdir. Bunda ayiplanacak hicbir sey yok. Zira hepimiz tv, sinema, basin, internet, cep telefonlari, etrafimizi saran milyonlarca ic alan (indoor) ve dis alan (outdoor) reklam araclari ile muthis bir bombardimana tutulmaktayiz. Sokaga cikip 1-2 saat dolastiginiz, sonra evde biraz tv seyrettiginiz ve internette iki uc mesaj yazdiginiz sakin bir gunde bile 25-40 bin arasi degisen reklam mesaji alirsiniz. Bunlarin tamamina yakinini farkedemezsiniz ama bilincaltiniza mesajlar pompalanir. Bunu butun reklamcilar bilirler. Durum o hale gelmektedir ki, insanin kendisi dahi artik sadece bir imgedir. Gercekligini gormeden, bilmeden seveceginiz, hayran kalacaginiz veya kufur edeceginiz bir imge. Ister istemez herkes bu surecin icinde yer alir. Hatta surece karsi cikiyor bile olsa.
Bir sure sonra, akliniza gelebilecek en acikli sahne bile; o sahneyi sunanla, sahneyi alanin ortaklasa sergiledikleri duygusal bir masturbasyona donusecektir. Yasanan da zaten budur.
Sistem, kendi cocuklarini yemekten bile cekinmez.
Tek basina kimsenin sucu yok ve kimse tek basina kurtarici olamaz. cok mu acimasiz yaziyorum?
Baudrillar in kitabindan ufak bir alinti yapmak isterim:
Simulasyon her zaman icin gercege saldirmaktan yanadir. Sisteme karsi, kuskunun oldugu yerde en emin yol budur. Bu, giderek icinden cikilmaz bir duruma donusmektedir. Bunu basarmasini saglayan sey ise, bizi cevreleyen gercegin tepkisizligidir. Artik, bundan boyle sanal gercekligin uretildigi sureci yalitabilmek imkansizlastigi gibi, gercegi kanitlayabilmek de imkansizlasmaktadir.
Maalesef daha fazla alinti yapamiyorum. Aslinda kitabin her sayfasi birbirinden degerli. Konuya mecburen yalap sap degindim.
Her yeri ve her seyi kana buladiktan sonra, ayrica bunu ambalajlayarak yeni bir urun seklinde size sunanlarin ilk istedigi sey, sizin tepkilerinizin gercek degil sanal olmasidir. Iste bu yuzden, oncelikli olarak, gercek tepkiler siddetle bastirilir. Asker, polis, gonullu muhafizlar vs araciligi ile, gercekligin kendisine acimasiz bir savas acilir. Buna elbette medya da katilmaktadir. Bir sure sonra, o sistemin yoneticileri ve dogrudan savas planlarini yapanlar; idealist bir lider, halklarinin koruyucusu, dindar ve ahlakli ornek sahsiyetler olarak parlatilirken, en basit haklarini arayan insanlar birer canavara donustururler. Geri kalanlar ise sindirilir. Bunun ardindan, yonetenlerin hicbir sekilde korkmayacagi, hatta destekleyecekleri bir duygusal rahatlama sureci baslar.
Iste bu ve benzer sebepler yuzunden, ben ah caniiim, nasil da kiymislar yavrucaga seklinde tepkiler veremiyorum artik. Icimin buz gibi sogudugunu soyleyebilirim. Cunku sunu biliyorum ki, istisnaslar haricinde; tum bunlar, her seyden habersiz cocuklarin, onlari oldurenlerin, oldurdukten sonra arkalarindan aglayanlarin, sonra tum bu olaylari verilmek istenen mesaja gore yeniden kurgulayanlarin, nihayet mesaji alip aglayanlarin ..herkesin katildigi sanal bir sahnedir.
Belki bir cozum olabilir.
Nasil ki, gercekligin kendisinden bikip sanala siginiyorsak;
Bir gun tum bu sanal senaryolardan bunalan insanlar, arka plandaki duygularin samimi oldugu yeni bir gerceklige yol verebilirler.
Simdilik oyuna devam...
Saygilar
(not: meraklisi icin kitap kaynagi: jean baudrillar. Simulakrlar ve simulasyon. Dokuz eylul yayinlari.)
Levent Erturk levbaba@yahoo.com >
| Grup eposta komutlari ve adresleri | : | |
| Gruba mesaj gondermek icin | : | ozgur_gundem@yahoogroups.com |
| Gruba uye olmak icin | : | ozgur_gundem-subscribe@yahoogroups.com |
| Gruptan ayrilmak icin | : | ozgur_gundem-unsubscribe@yahoogroups.com |
| Grup kurucusuna yazmak icin | : | ozgur_gundem-owner@yahoogroups.com |
| Grup Sayfamiz | : | http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/ |
| Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz | : | http://orajpoyraz.blogspot.com/ |

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder