21 Mayıs 2019 Salı

Son birkaç günde öne çıkan bazı makaleler.... 2019-05-21 -





Müyesser Yıldız : ŞEHİT AĞABEYİ TSK'DAN BÖYLE ATILMIŞ

1 yıl sonra tam da kardeşinin ölüm yıldönümünde Jandarma Genel Komutanlığı'nda oluşturulan Değerlendirme Komisyonu'nun kararı ile Jandarma teşkilâtından çıkarıldı. Peşinden KHK ile TSK'dan ihraç edildi.

16.05.2019

2015 yılında Şırnak Beytüşşebab'ta PKK'lı teröristlerle girdiği çatışmada şehit düşen Jandarma Yüzbaşı Ali Alkan'ın ağabeyi Yarbay Mehmet Alkan cenaze töreni ve sonrasında özüm sürecinin" aleyhinde konuşunca hakkında idari tahkikat açıldı.

1 yıl sonra tam da kardeşinin ölüm yıldönümünde Jandarma Genel Komutanlığı'nda oluşturulan Değerlendirme Komisyonu'nun kararı ile Jandarma teşkilâtından çıkarıldı. Peşinden KHK ile TSK'dan ihraç edildi.

Tüm bunların ardından da hakkında "FETÖ/PDY üyeliğinden" dava açıldı.

KHK ile ihraç edildiği için avukatlık arabuluculuk noterlik bilirkişilik yapmasına izin verilmedi. Hatta kooperatif yöneticiliğini bile bırakmak zorunda kaldı.

KARARDA "OYBİRLİĞİYLE" YAZIYOR

Mehmet Alkan'ın gerçekte "FETÖ üyesi" olmaktan mı yoksa "Çözüm süreci" karşıtı açıklamalarından dolayı mı TSK'dan ihraç edildiği yarın Ankara 27. Ağır Ceza Mahkemesi'nde büyük ölçüde açıklığa kavuşacak.

Yarınki duruşmada neler olacağından önce Alkan'ın Jandarma Genel Komutanlığı'ndan ihracına karar veren Değerlendirme Komisyonu'nu anlatalım.

Dönemin Jandarma Genel Komutanı bugünün Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Güler başkanlığında toplanan 8 kişilik Komisyon'un 22 Ağustos 2016 tarihli kararının "Son 1 yıllık sosyal çevresindeki PDY/FETÖ irtibatları" başlıklı ikinci maddesinde Alkan'ın 6 kişiyle irtibatından söz edildi.

Birinci maddeyi sorarsanız; "21 Ağustos 2015 tarihinde kardeşi J. Yzb. Ali Alkan'ın şehit edilmesinden sonra 'Bunun katili kim? Düne kadar çözüm diyenler ne oldu da sonradan savaş diyor?' şeklinde söylemlerde bulunduğu kamuoyunda destek kampanyası başlatıldığı ve kardeşi Murat Alkan'ın Facebook hesabından PDY/FETÖ'ye müzahir çok sayıda arkadaşının bulunduğu..." bilgisine yer verildi.

Karar bölümüne de "Oybirliği ile J. Gn. K.lığından çıkarılması" diye yazıldı.

İKİ ÖNEMLİ TANIK

Alkan'ın "Oybirliğiyle" denilen ihraç kararında dönemin Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Yaşar Güler ve Yardımcıları İstihbarat ve Hukuk Hizmetleri Başkanı ile Tayin Daire Başkanının yanısıra iki ismin daha imzası vardı.

Bunlar dönemin Personel Başkan Vekili Jandarma Kurmay Albay Aziz Yılmaz ve İstihbarat Daire Başkanı Jandarma Kurmay Albay Güven Şağban'dı.

Bu iki ismi nereden hatırlıyoruz? 15 Temmuz darbe teşebbüsünden. Darbecilerle en yoğun çatışmaların yaşandığı yerlerden birisi Jandarma Genel Komutanlığı Karargâhıydı. İşte bu çatışmalar sırasında Balyoz kumpasında 3 yıl hapis yatmış olan Aziz Yılmaz yaralandı rehin alınan Güven Şağban ise darbecinin silahının tutukluk yapması sayesinde infaz edilmekten son anda kurtuldu.

Ancak ne olduysa 2 yıl sonra Şağban ve Yılmaz hiçbir gerekçe gösterilmeden emekli edildiği gibi bu isimlere "TSK Üstün Cesaret ve Feragat Madalyası" verilmesi de engellendi. Dahası ödül verilmemesi konusu medyaya yansıyınca Aziz Yılmaz hakkında Savcılığa suç duyurusunda bulunulup hakkında soruşturma açıldı ve disiplin cezasına çarptırıldı.

"İÇİŞLERİ BAKANLIĞI BÖYLE İSTİYOR" DENMİŞ

Şehit abisi Mehmet Alkan'ın "FETÖ/PDY üyeliğinden" yargılanmasına gelirsek;

Ankara 27. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen davanın ilk duruşması 15 Şubat'ta yapıldı. Alkan ve Avukatları ihraç kararında imzası bulunan Aziz Yılmaz ve Güven Şağban'ın tanık olarak dinlenmesini istedi.

Mahkeme de bu talebi kabul etti.

İşte yarınki duruşmada bu iki isim dinlenecek. Peki ne anlatacaklar? Öğrendiğimiz kadarıyla şunları:

"Bu komisyon resmi bir komisyon değil idari bir kurul. Jandarma Genel Komutanı'nı bilgilendirme amaçlı toplanır. İstihbarat ve personel başkanları görüşülecek askerle ilgili bilgileri getirir. Komisyondakiler Komutana kanaatlerini söyler. Burada karar alma oylama yapma sözkonusu değildir. Atılan imzalar komisyon toplantısına katılındığına ilişkindir. Mehmet Alkan'ın durumunun görüşüldüğü ilk toplantıda dönemin İstihbarat Başkanı bazı bilgiler sunduktan sonra Komutan Yardımcılarından birisi meslekten çıkarılmasını talep etti. Biz bu bilgilerle ihraç yapılamayacağını belirtip şayet kardeşinin cenaze töreninde yaptığı konuşmadan dolayı ihraç edilecekse bunun ancak Yüksek Disiplin Kurulu kararıyla olabileceğini hatırlattık. Ardından da ihraç edilmesi yerine emekliliğinin istenmesini önerdik. Bu öneriyi Mehmet Alkan'ın ihracını isteyen Komutan Yardımcısı ve İstihbarat Başkanı hariç herkes destekledi. Jandarma Genel Komutanı Yaşar Güler de 'Tamam. Söyleyin emekli olsun' dedi. Mehmet Alkan'a haber gönderildi. O da emeklilik dilekçesini verdi. Ancak o zaman görev yaptığı birim bu dilekçeyi Karargâha göndermemiş. İkinci toplantı oldu. Komutan Yardımcısı yine atılması talebinde bulundu ama bu sefer İçişleri Bakanlığı'na kast ederek şunu ekledi 'Bakanlık böyle istiyor'. Diğer üyeler yine karşı çıkıp '30 Ağustos'u bekleyelim' dese de Bakanlığın adını duyan Yaşar Güler atılmasına karar verdi. Özetle Mehmet Alkan'ın FETÖ'cülükten değil kardeşinin şehit olması üzerine yaptığı konuşmalar yüzünden ihraç edildiğini düşünüyoruz. "

Eğer böyleyse buyurun "FETÖ'yle mücadele" adı altında yapılan haksızlıklara acı bir örnek daha!. .

Odatv.com

https://odatv.com/sehit-agabeyi-tskdan-boyle-atilmis-16051910.html

================================

AHMET TAKAN: YİYORSA PAPAZ'A SARIN!. .

Bu rezalet nasıl tanımlanabilir?. .

Tüm belgeleri ortada. En azından biz kaç defa yazdık. Zaten pek gizli saklı da yapmıyor!. . Türk düşmanı Fener Rum Patriği Bartholomeos'un kendi topraklarımızda yürüttüğü Bizans faaliyetlerine ses çıkarmayacaksın... "Yes be annem" fantezisinden beri Kıbrıs'ın Yunan adası haline getirilmesinde kulağının üstüne yatacaksın... Yine AKP iktidarı döneminde Ege'de Türk adalarının işgal edilmesinde üç maymunu oynayacaksın... Sonra'da çıkacaksın Ekrem İmamoğlu İstanbul Belediye Başkanlığını kazandı diye onun şahsı üzerinden tüm Trabzonlulara Pontus göndermesi yapacaksın!. .

Şu Esenler Belediye Başkanı ve İBB Meclisi AKP grubu Başkanvekili Tevfik Göksu'nun içinde bulunduğu acıklı hale bir bakın!. . Bir yerlerde Pontus veya Pontusçuluk arıyorsa bir zahmet dönüp de aynaya baksın. Üzerinden çok geçmedi sadece belgeli 2 yazımızdan hatırlatmada bulunacağım;

9 Şubat 2019 tarihinde " Sözde Bursa Metropoliti Resmen Tanındı" başlıklı yazımızda belge ve fotoğrafları ile birlikte şu ifadelere yer vermiştim;

"Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras'ın 2 günlük Türkiye ziyaretinde sadece Heybeliada'daki Ruhban Okulu'na fidan dikilmedi!. . Büyük de bir skandala imza atıldı. Türk düşmanı Fener Rum Patriği Bartholomeos'un meydan okuyarak yasalarımıza ve Anayasamıza aykırı olarak atadığı Türkiye'yi Bizans haritası içinde gösteren sözde Bursa Metropoliti'ni Türkiye Cumhuriyeti resmen tanıdı.

Evet bu da oldu!.

Yunanistan Başbakanı Çipras Türkiye'ye yaptığı ziyaretin ikinci gününde (Çarşamba günü) Heybeliada Ruhban Okulu'nu ziyaret etti. Bakın bundan sonrası çok önemli!. . Çipras'ın ziyaretine Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın refakat etti. Çipras ve İbrahim Kalın'ı Heybeliada Ruhban Okulu'nun kapısında sözde Bursa Metropoliti ve Heybeliada Ruhban Okulu'nun Müdürü Elpidoforos Lambriniadis ile diğer metropolitler karşıladı. Çipras din adamlarıyla birlikte okulun kilisesine gitti ve Fener Rum Patriği Bartholomeos'un yönettiği ayine katıldı. Ayin sonrasında Ruhban Okulu gezildi. Okulda çekilen fotoğrafta Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın ile Bursa Metropoliti ve Heybeliada Ruhban Okulu Müdürü Elpidophoros Lambriniadis aynı fotoğraf karesinde görüntülendi. "

Sonra 21 Mart 2019'da "Belediyesi İstanbul'u 'Konstantinopolis' yaptı! Erdoğan'a haber verin" başlıklı yine belgeli yazımızda stanbul'da hava alanlarına yolcu taşıyan HAVABUS firması yolculara ücretsiz olarak 'skyroad' adlı dergi dağıtıyor. Bu dergiye ilave olarak 'Şehr-i keşfet EXPLORE the city' broşürü de ücretsiz olarak sunuluyor. Skandal ötesi broşürün arka yüzündeki haritada Fener Rum Patrikhanesi 'ECUMENICAL PATRIARCHATE' (EKÜMENİK PATRİKHANE) olarak yazılmış. Daha ne olsun?. . Broşürün ön yüzünde de İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin nal gibi imzası var!. . HAVABUS firmasına ait otobüsleri Türk vatandaşları ile birlikte yabancı ülkelerin vatandaşları da kullanıyor. AKP'li İstanbul Büyükşehir Belediyesi Fener Rum Patrikhanesini bütün dünyaya 'Ekümenik Patrikhane' olarak tanıtıyor ve sözde Konstantinopolis Patrikhanesi'ne açık destek veriyor. " demiştik.

Tevfik bey o günlerde neredeydi acaba?. . Yurt dışında turistik gezi mi yapıyordu?. . Burnunun dibinde hayata geçirilmeye çalışılan Bizans hayallerine Pontusçuluğa neden sesini çıkaramıyordu?. . Ürkütmekten çekindiği bir yerler mi vardı?. .

Son Skandal

Haydi saflığın ötesine geçelim!. . Tevfik beylerin bugüne kadar olup bitenlerden haberdar olmadığını varsayalım...

Eyy Tevfik bey!. . Bir zahmet 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü'nün internet sitesine giriverin. Orada Balkanlar ve Kıbrıs Araştırmaları Merkezi Başkanı Gözde Kılıç Yaşın

"Fener Rum Patrikhanesi Antik Kiliselere de Papaz Atamaya Başladı" başlıklı bir makale kaleme almış. Fotoğrafta koymuş... Hazım sıkıntısı çektiğinden belki tamamını okumaya vaktin yoktur diye özet alıntı yapayım;

"Fener Rum Patriği Bartholomeos Muğla-Yatağan'daki 3 bin yıllık Stratonikeia Antik Kenti'nin içinde bulunan kilise kalıntısı için 1. Stefanos'u resmi olarak papaz atadı. Haberde 'resmi olarak' denildiği için bunun Metropolitlik ataması olduğunu düşünüyoruz.

Atanan kişi yani 1. Stefanos Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı değil. Leros (Türkçe adı:İleriye) adasında yaşayan Yunanistan vatandaşı bir papazın Türkiye topraklarında ayin yapmak için yetkilendirilmesi ne anlama gelir? Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı Atina'daki Osmanlı camilerinden birine Türkiye'den imam atayabilir mi? Batı Trakya'nın Seçilmiş Müftüsü Rodos'taki -kapalı tutulan- Süleymaniye Camii'ne imam atayabilir mi?

Fener Rum Patriği Bartholomeos 8 Mayıs'ta İzmir-Selçuk'ta Aziz Yuhanna Bazilikası'nda Aziz Yuhanna'nın ölüm yıl dönümü dolayısıyla düzenlenen ayini yönetmişti. Millet Gazetesi kaynaklı habere göre sonrasında düzenlenen çevre gezisi esnasında Leros Adası'ndan gelen 1. Stefanos'u Yatağan'daki Stratonikeia Antik Kenti'nin içinde bulunan kilise kalıntısı için yetkilendirdi ve metropolit olarak atadı. Sonrasında yine Leros Adası'ndan gelen turistlerle 1. Stefanos'u ayin yaparken gösteren fotoğraflar yayınlandı.

Stratonikeia Antik Kenti Kazı Başkanı Prof. Dr. Bilal Söğüt antik kentte ibadet edilebilecek bir kilise olmadığını açıkladı. Söğüt 'Roma dönemine ait yaklaşık 1600 yıllık 4 kilise kalıntısı var. Ayakta kalan ibadet edilebilecek herhangi bir kilise yok. Dua ettikleri nokta Kuzey Kapısı önündeki kilise kalıntısı. Buranın çok az bir bölümü kazıldı' dedi.

Fener Rum Patrikhanesi uzun bir süredir cemaati olmayan yerlere metropolit atıyor. Bursa Silivri Sivas Bergama Efes Antalya İznik Perge Çanakkale Edirne İzmir atama yaptığı yerlerden. Buralarda Yunanistan'dan gelen Ortodoks gruplarla ayin de yapılıyor. Ankara'ya metropolit atayıp aynı kişiyi Birleşik Arap Emirlikleri metropoliti ilan ettiğini de not düşmek gerekir. Bu ne tür mesajdır kime mesajdır hala anlaşılmış değil. "

Öz be öz Türk evlatlarına çamur atarak kimlere yaranmayı hesaplıyorsun?. . Tevfik beyler şimdi görelim efeliğini!. .

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/yiyorsa-papaza-sarin-51934yy.htm

================================

ARSLAN BULUT: 19 MAYIS'TA İSTANBUL İÇİN YUNAN KURGUSU!

Tayyip Erdoğan AKP'lilere "Ekrem İmamoğlu'nu adıyla değil 'CHP adayı' diye anın" talimatı vermişti ya "Yunan medyası" diye bir İnternet sitesini kaynak gösteren AKP'li Esenler Belediye Başkanı hâlâ "Bu arkadaş" diyor "CHP adayı" diyor ama Ekrem İmamoğlu demiyor!

İlginç değil mi? AKP'li başkan İstanbul'u "bir Yunanlı" kazanmışsa neden üzülüyor? İstanbul'da seçimi bir Türk'ün kazanması gerektiğini mi düşünüyor? Öyleyse Binali Bey'in de etnik kökenini soruşturmuş mu?

Öyle ya Türkiye Türklerin ise tabii ki Türkler tarafından yönetilmelidir. İstanbul da Türkler tarafından yönetilmelidir. O halde bu belediye başkanı Tayyip Bey'in etnik kökeni üzerinde de biraz durmak zorunda değil mi?

Anlaşılıyor ki konu doğrudan Trabzon ile ilgili değildir! İstanbul seçimleriyle ilgili bir istihbarat operasyonudur bu. Çok belli... Maksat oyların yönünü değiştirmektir...

***

Aslında tek adam sistemini getiren son Anayasa değişikliğini hazırlayan ekipten Cumhurbaşkanı başdanışmanı Mehmet Uçum "Türk Milleti'nden Türkiyeli Milleti'ne geçiş süreci"nden bahsediyordu. Zaten Amiral Bristol işgal günlerinde görüşünü soran İstanbul hükümetine tavsiyelerde bulunurken "Türkiye Türkler için demeyiniz! Bu Avrupa ve Amerika'da da kötü etki yapıyor. Tersine! 'Türkiye bütün üzerinde yaşayanların yurdudur' deyiniz!" diyordu.

İşte AKP şimdi Amiral Bristol'ün dediğini yapıyor bu sözü söylüyor! Türkiye'nin sadece Türklerin vatanı olmadığını ileri sürüyorlar. Son olarak Ömer Çelik "Burası tek millet olarak bizim vatanımızdır. Aynı zamanda Türkmenlerin Kürtlerin Arapların vatanıdır. Tüm etnik grupların sığınağıdır. " demişti! Böylece Türkiye'yi beş milyon Suriyelinin de vatanı ilân etmiş oluyordu.

Tam 28 yıl önce Korkut Özal "Osmanlı Türk dememiş değil mi?" diye konuşunca toplantıda benim misafirim olarak bulunan Trabzonlu gazeteci Kenan Aydoğdu "Ne demek istiyorsunuz? Biz de Türk demeyelim mi?" diye sormuş ortalık karışmıştı. O zamana kadar "milliyetçi" bildiğimiz iki gazeteci Kenan'ın üzerine yürümüş ben araya girerek onları durdurmuştum.

***

Tayyip Bey ise İstanbul'da hala neden oy kaybettiklerini sorguluyor. 17 yıldır vatandaşa sayısız hizmetin götürüldüğünü ancak bunun artık oy getirmediğini söylüyor; "Mideye değil artık kafaya bakacağız. Herkesin midesini doyurduk ama neticede durum böyle. Karnını doyuruyorsunuz her türlü ihtiyacını karşılıyorsunuz yine de oy vermiyor" diyor.

Erdoğan maçlarda "her şey çok güzel olacak" pankartları açılıyor diye kızarak "ya bu stadyumları biz yaptık biz" diye mantıksız cevaplar da veriyor! Stadyuma girenler sizinle beraber ıslanmak zorunda mı?

Bu sözler bana "Mavi Yunan rengidir" diyerek siyaset yasağının devamını isteyince yuhalanan Turgut Özal'ın bozuk bir çehreyle halka karşı "Bende mangal gibi yürek ver beee…" diye meydan okumasını hatırlatıyor.

E hani seçimi kazanmıştınız? Şimdi "Yunan istihbarat operasyonu" gibi duran bir "kurgu"dan neden medet umuyorsunuz?

MİLLİ MERKEZ'İN ÇAĞRISI

Ne yapılması gerektiğini Milli Merkez adına Hüsamettin Cindoruk söylüyor:

"Cumhuriyetin siyasal kurgusu 19 Mayıs 1919'da Atatürk ve arkadaşlarının Anadolu toprağına ayak basmaları ile yapılanmaya başlamıştır.

Bu olgunun 100. Yılında Türkiye'ye bir sistem değişikliği oldubittisi dayatılmak isteniyor.

Başkanlık sistemi başarısız yersiz gereksiz ve nafile bir dayatmadır. Demokrasimiz açısından ise tehlikelidir.

Yüz yıllık bir devlet sistemi bir heves bir deneme düşüncesi ile değiştirilemez. Üstelik milli mücadeleyi kazanarak parlamenter sistemi kuran Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne yönelik bu dayatma nafile ve tehlikeli bir girişimdir.

Bütün siyaset yapıcılarının iktidar ve muhalefet ayırmadan bir araya gelmeleri devletimizin geçmiş yüz yılın deneyimlerinden yararlanan iyileştirilmiş parlamenter sisteme hızla dönmesi gerekiyor. "

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/19-mayista-istanbul-icin-yunan-kurgusu-51935yy.htm

================================

BATUHAN ÇOLAK: HAYALLERE "HAPİS" GELEBİLİR!

Yeşillerimizi çaldınız. Gökyüzünü göremez olduk.

Üreten değil tüketen bir ekonomiye dönüştük.

TL'nin karşısında erimediği para birimi kalmadı.

Enflasyon her gün katlanıyor.

Kafamızı nereye çevirsek aynı kişiyi görüyoruz.

Seçim dönemlerinde telefonlarımıza aramalar bile geliyor o gördüğümüzün sesinden.

Ülkede hassas bir cümle kurup da "başımıza bir iş gelmesin" demeyen kalmadı.

Aileler evlerinin içinde bile rahat konuşamaz oldu.

Televizyon bitti gazeteler tükendi. Tek sesli medya her yere girdi.

Eğitimi teşvik etmek yerine çocuk gelinlerle evlenenlere af getirmeye çalıştılar.

Zeytin ağaçları dikmek yerine zeytin arazilerini ranta açtılar.

Okumayı unuttuk. Nitelikli kitapların sayısı her geçen gün azaldı yayınevleri kapandı kitap satış noktaları tekelleşti.

Siyasetçiler hedef gösterildi linç girişimleri tertiplendi.

Gazeteciler için boy boy isim isim ilanlar verilip saldırılar organize edildi.

Adalet mi? En son bir bilinmezliğin dehlizine hapsedildi.

Siyasi erklerin hegemonyasında parti devleti başlatıldı.

Hâkimi de savcısı da ses çıkaramadı.

En başta biz ses çıkaramadık.

Nasıl çıkarabilirdik?

Tüm dünya bize karşıyken darbeciler her yanı ele geçirmişken ekonomik savaş ilan edilirken nasıl karşı çıkılabilirdi?

Sesimizi çıkarttığımız her an "dur böyle gitmez" dediğimiz her dakika başımıza nelerin geleceğini bilemezdik.

***

Ülkede bir gün geçerli genel bir doğru kalmadı.

Dün dedikleri bugün siyah yarın beyaz sonraki gün belirsiz.

Zenginlik mi? Evet çok zengin olduk ülkemiz uçtu uçuyor derken bir baktık elimizdekinden de olmuşuz.

Ama birilerinin zenginliği hiç tükenmedi birilerinin lüksü hiç bitmedi.

Acıma duyguları çekinceleri kalmadı.

Hırsları kimyalarını bozdu.

Ülkenin kurucu değerlerine de düşmandılar.

Sapkınları ahlaksızları küfürbazları başımıza musallat ettiler.

İtibar itibar diye memleketin canına okuyup saraylar yaptılar.

Yazı ayrı kışı ayrı dediler yaptıkça yaptılar.

Uçaklar yatlar gemiler…

Sokakta fakir hanede zengindiler.

İnandırdılar örgütlediler saldırttılar!

Ülkeyi tam ortadan ikiye böldüler.

İdeolojilerin rengi partilerin rengi kalmadı.

***

Akıl ve israfın arasında bir savaştı bu.

İsrafı tercih edenler doymadılar doymayacaklar.

Ramazan günüymüş normal günmüş fark etmeyecek onlara.

Hep yeni düşmanlar hep yeni gerginlikler.

Biz gariban vatandaşa ise gece gündüz çalışıp hayal kurmak kalacak.

Hayal derken yakında hayaller için bir kanun çıkarıp onları da suçlarlar.

Hayal kuranları döverler saldırırlar belki de…

Nasıl olsa yasa onların hâkim onların adalet onların.

Biz size inat hayal kurmaya devam edeceğiz.

Gökyüzüne baktığımızda maviyi denize baktığımızda yakamozları arayacağız.

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/hayallere-hapis-gelebilir-51926yy.htm

================================

CAN ATAKLI: YSK SUÇ İŞLEMEYE DEVAM EDİYOR

Her şey iyi gidiyordu.

YSK büyük uğraşlar sonunda İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerini iptal etmeyi başarmıştı.

Önce AKP'nin "Birleştirme tutanakları kaydırıldı" iddiası fos çıkmıştı.

Ardından gelen "Geçersiz oylar aslında geçersiz değil yeniden sayılsın" talebi de yerine getirilmiş ama o da istenen sonuca varılmasına yardımcı olmamıştı.

Bu kez "Seçmen taşındı" iddiası atılmıştı ortaya.

O da olmamıştı.

Bazı ilçelerde oyların tümü saydırıldı YSK buna bile razı geldi yine başarı sağlanamadı.

Sonunda belli ki YSK kendini attı ortaya. Partiyi arayıp "Kardeşim biz sandık kurullarını oluştururken yasalara uymadık. Bari onu bahane edin de seçimi iptal edebilelim"dedi.

AKP bu kez "19 bin sandık kurulu başkanı usulsüz atandı" diye itiraz etti.

Gerçi bu bilgiye kendi başına ulaşması mümkün değildi.

Çünkü sandık kurullarının listeleri partilere verilmiyordu.

Ama dedim ya zaten talep büyük ihtimalle YSK'dan geldi iktidar devlet gücünü kullanarak "yersen" dedi ve YSK seçimi iptal edebildi sonunda.

Muhtemelen her şey hakka ve hukuka aykırı olduğu halde YSK üyeleri rahatlamıştı.

Gelen talimat gereği seçimler iptal edilmişti. Artık bundan sonrası sarayın ve AKP'ninişiydi.

Tabii seçimi bu kez AKP'nin kazanması için altyapı hazırlıkları yapılmıştır mutlaka ve bunlar muhtemelen yine şeytanın aklına gelmeyecek şeylerdir orası da ayrı.

Ancak sonuçta YSK topu üzerinden attığını düşünüyordu.

Buna karşı çok belli ki AKP hâlâ seçimi kazanamayacağını görüyor.

Halkın damardan etkilenmesi gerektiğine karar verdiklerinden olacak yeni bir sloganürettiler.

"Seçimler neden iptal edildi? Çünkü çaldılar" cümlesi bir anda "beyin yıkama"operasyonuna dönüştü.

Sanatçıların aydınların medeni insanların "Her şey güzel olacak" umuduna karşılık 'çaldılar' algısı piyasaya sürüldü.

Tamam da "Kim çaldı nasıl çaldı ne kadar çaldı?" sorularının cevabı ortada yok.

Erdoğan aldılar" diyor hiç çekinmeden; "Bu nedenle seçimi iptal ettirdik" diye devam ediyor. Yandaş yalaka tetikçi kesim de buna balıklama atlıyor.

Peki kanıtı nerede?

Şu anda YSK belki en zor günlerini yaşıyor.

Çünkü iptal gerekçesini henüz açıklayamadılar.

Üstüne şimdi bir de sarayın aldılar" çıkışı geldi.

YSK artık iptal gerekçesine "Oyların çalındığını" da yazmak zorunda.

İyi de sorun şu; aldılar diye yazmak kolay nasıl çalındığı hangi şekilde anlatılacak?"

Bence muhalefetin çalma edebiyatını uzatmaması ve YSK'yı zorlaması gerek.

Muhalefet YSK'ya "Açıkla gerekçeyi" demeli ve eklemeli; "Gerekçede oyların nasıl kimler tarafından ve ne kadar çalındığı da mutlaka bulunmalı. "

Sanıyorum YSK üyeleri şu an kara kara düşünüyordur ve kendi kendilerine "Sırası mıydı şimdi oyların çalındığını söylemek. Biz kanıtı nasıl bulacağız?" diyorlardır.

Ancak şaka bir yana YSK gerekçeli kararı açıklamayarak suç işlemeye devam ediyor.

İktidar. temeli olmayan bir "hırsızlık" suçlamasıyla muhalefeti zora sokuyor ve hatta kendince avantaj bile sağlıyor.

Görev YSK'nındır.

Gerekçeli kararı bir an önce yayınlayarak kamuoyuna "Oyların nasıl çalındığını kimin çaldığını ve kaç oy çalındığını" açıklamak zorundadır.

Gerçi YSK hiçbir gerekçe açıklamasa bugünkü "yeni Türkiye'de" bunun hesabını soracak bir merci de yok ya orası da ayrı tabii.

ÇOK GÜLDÜM

Kalitesizlik ve cahillik böyle konuşturuyor işte

İktidar temsilcileri iyice uçuyor artık.

Söylemlerine bakarsak AKP'den önce sanki mağarada yaşıyorduk.

Ne yolumuz ne arabamız vardı. Evimizde buzdolabı fırın yoktu. Hastanenin ne olduğunu kimse bilmezdi uçaktı trendi bunlardan haberimiz bile yoktu.

İktidar şımarıklığı ve kibir söyletiyor bunları tabii.

İşte son örnek İstanbul Büyükşehir Belediyesi AKP Grup Başkanvekili Tevfik Göksu'nun söyledikleri.

Meclis toplantıları canlı yayınlanmaya başlayınca yaptığı konuşmalarla İstanbul halkını şaşırtan ama bir o kadar da kendine güldüren Tevfik Göksu stanbul'da çeşmelerden su akmasaydı Ekrem İmamoğlu su indiriminden bahsedebilir miydi? Bu şehre suyun ulaşımın altyapısını biz getirdik" dedi.

İnanılır gibi değil.

Zannedersiniz ki AKP iktidara gelmeden önce İstanbul'da su akmazdı. Ne boru vardı ne çeşme.

Ama Göksu'nun güldüren konuşması bununla bitmiyor.

Aslında AKP İmamoğlu vaat etmeden daha önce suda indirim yapacakmış ama neden yapmıyormuş biliyor musunuz?

Şöyle açıklıyor Göksu bunu; ok basit bir hesap var. Siz bir işletme açsanız önce amortisman giderlerini çözersiniz sonra müşterinize daha fazla konfor sağlayacak imkanlar sunarsınız. "

Hay Allah'ım hiç güleceğim yoktu.

KAFAMI BOZAN ŞEYLER

Yunanistan bile bize ekonomik yaptırım tehdidi yaptı ya ne diyeyim artık

Bir ülkenin itibarlı olup olmadığını nasıl anlarsınız?

Çok basit.

Diğer ülkelerin bu ülkeye karşı tutumuna bakarak.

Eğer bir ülkenin itibarı yüksekse en küçüğünden en büyüğüne kadar bütün ülkelerden saygı görür.

Diğer ülkeler itibarlı bir ülkeden söz ederken dikkatli olurlar nezaketi elden bırakmazlar bir suçlama hatta imada bulunmaktan bile çekinirler.

Bir ülkenin itibarı yoksa ufak tefek ülkelerin bile istediği an laf edeceği hale gelir.

İşte Türkiye'yi dışarıda bu hale getirdiler.

Komşumuz Yunanistan'ın Başbakanı Çipras bakın ne dedi bizim için;

"Eğer bu strateji devam ederse finansal tedbirler ve yaptırımlar olabilir. Bu uygulamalara devam etmek yerine Türkiye uluslararası hukuka ve anlaşmalara saygı göstermeli diyalog masasına oturmalı. "

Konu Akdeniz'de Kıbrıs'ın etrafındaki petrol ve doğalgaz alanlarında yapılan sondajlar.

Yunanistan burada hakkımız olmadığını söylüyor ve çemkirebiliyor.

Yunan Başbakanı Türkiye'nin itibarını ayaklar altına alıyor alabiliyor buna cesaret edebiliyor.

Biz ise güya çok büyük askeri tatbikatlar yaparak Akdeniz'de ne kadar güçlü olduğumuzu dosta düşmana gösterdiğimizi anlatıyoruz hesapta.

Oysa durum maalesef bu.

Sadece iç kamuoyu her zaman olduğu gibi Erdoğan'ın tüm dünyaya kafa tutan ve herkesi önünde diz çöktüren bir süper lider olduğunu sanıyor.

AB himmetiyle şimdilik ayakta duran Yunanistan'ın bile "Size ekonomik yaptırım uygularız haaa" diye parmak sallamasının farkında bile olmuyor.

17 yılda gelinen nokta insanı çok üzüyor.

KOMİK

130.000.000.000.000.000 ile 130.000.000.000 arasındaki fark

Erdoğan karşısına sıradan halk kesimlerini aldığında rakamları abartmayı çok seviyor.

Seçim kampanyaları için bazı şehirlerde mitingler yapıyor örneğin.

Konuşmasında o şehre yaptıkları hizmetleri anlatırken rakamları liradaki 6 sıfır atılmadan haliyle söylüyor.

Böylece zaten bazı rakamları aklı pek almayan kalabalıklar heyecanlanıyor alkış kıyamet geliyor arkasından.

Erdoğan önceki akşam sarayda iftar verdiği çiftçilere de aynı şeyi yaptı.

Dedi ki iftçiye teşvik olarak 130 katrilyon lira para verdik. "

Bu yıl 16 katrilyon daha vereceğini ekledi sözlerine.

130 katrilyonu rakamla yazayım;

130.000.000.000.000.000

Erdoğan bu rakamı sıfırların atılmadığı dönemdeki paramıza dayandırarak söylüyor.

Oysa en büyük övünç kaynaklarından biri paradan 6 sıfır atması değil miydi?

Sanıyorum kendisine oy veren büyük kitlenin bunun pek farkında olmadığını düşünüyor.

Öyle olmasa "Eskiden tuvalete 1 milyon liraya gidiyordunuz biz bunu 1 liraya düşürdük" der miydi?

Diyor işte ve bu sözleri bile alkış alıyor.

Şimdi de çiftçiye 130 milyar liralık maddi desteği 6 sıfırlı haliyle 130 katrilyon diye anlatıyor.

Tuhaf olan şu; tarım neredeyse yok edilmiş çiftçi perişan o 130 milyar nereye gitmiş belli değil ama saraya toplanan çiftçiler çok mutlu.

Bunda bir terslik yok mu?

BUNU YAZMAK GEREK

Siz etnik kimlikleri saymazsanız kimsenin Türkiye'yi böleceği yok

Cumhurbaşkanı Erdoğan bir süredir pek kullanmadığı etnik kimlikleri saymaya yeniden başladı.

Anlamadığım şu; Türkiye'de kim neyi bölmek istiyor da Erdoğan da buna karşı direniyor?

Aslına bakarsanız Erdoğan aklına estikçe Türkiye'deki etnik kimlikleri saymasa belki kimsenin aklına bile gelmeyecek bunlar.

Ki zaten bizim gençliğimizde bunlar yoktu.

Kimse kimseye etnik kimliğini dinini mezhebini sormazdı.

Erdoğan en son çiftçilere sarayda verdiği iftarda dile getirdi bu bildik görüşlerini.

Şöyle dedi önce; "Bizim dünyamızda hiç kimseyi dış görünüşünden düşüncesinden veya inancından dolayı ötekileştirmemek var. Biz şuna inanacağız; Türkiye İttifakı diyorum neden? Çünkü yaratılanı yaradandan ötürü seviyoruz da onun için. "

Sonra arkasından yine ünlü tekerlemesi geldi; "Bizde Türk Kürt Laz Çerkez Gürcü Abaza Arnavut Boşnak Roman ayrımı olabilir mi? Hayır. Bizim dinimizde inancımızda böyle bir şey yok. Ülkemizi bölmeye çalışıyorlar ama biz bunu böldürtmeyeceğiz. Ben Kürdü de seviyorum Türk'ü de. Lazı Çerkezi Gürcü Abaza Arnavutu 82 milyonu aynı şekilde seviyorum. "

Erdoğan "82 milyonu aynı şekilde seviyorum" diyor ama herhalde 82 milyonun dışında kaldığını düşündüğü "karşımızdakiler" tanımını kullanıyor.

"Karşımızdakilerin dünyası ise sadece gerilimden kavgadan… Geçenlerde bir milletvekili çıkmış kazanı kaynatarak darbelere ortam hazırlamaktan bahsediyor. Bu topraklardan darbe çıkmaz bu topraklardan bereket çıkar bereket" diyor.

Bu nasıl bir sevgidir anlamak mümkün değil.

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/can-atakli/ysk-suc-islemeye-devam-ediyor-4815804/



================================

HÜSNÜ MAHALLİ: AYKIRI MI DEDİNİZ!

Hukukçu ve politikacılara göre;

Kendisinin onay verdiği seçim kurullarını gerekçe göstererek İBB seçimini iptal eden YSK'nın kararı yasaya aykırı YSK'nın aynı zarf içinde bulunan dört pusuladından yalnızca birini alarak İstanbul İBB seçimini iptal etmesi yasaya aykırı YSK'nın seçimi iptal etme kararında yedek üyelerin oylamaya katılması anayasa ve yasalara aykırı ama hiç kimse bir şey yapmadı ve yapamadı.

AKP'nin seçim kurullarının başkanlarıyla ilgili özel bilgileri ve zihinsel engellilerle ilgili kişisel sağlık bilgilerini elde etmesi yasaya aykırı önceki aykırılar kadar.

Belki de en çok aykırı.

16 Nisan 2017 anayasa referandumunda YSK'nın 2.5 milyon mühürsüz zarf ve oy pusulasını kabul etmesi yasaya aykırıydı.

Olaydan bir yıl sonra CHP lideri Kılıçdaroğlu referandumda 'hayır' oylarının 'evet' oylarından 1 5 milyon fazla olduğunu söyledi ve YSK için çete tanımını yaptı.

Şimdi de aynı şeyi söylüyor.

Söylüyor ama o referandumla anayasayla birlikte siyasal sistem değişti AKP lideri ve Cumhurbaşkanı olarak Erdoğan her şeyin hakimi oldu ve ülkede olanlar oldu.

Oldu ama 'aykırıdır' modası sürüyor.

AKP Genel Başkanı olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan anayasa yeminine aykırı davranıyormuş.

Erdoğan 24 Haziran seçim kampanyasını tek başına yürüttü devletin tüm olanaklarını kullandı seçim öncesinde Adalet Ulaştırma ve İçişleri Bakanlarını değiştirmedi ve 'anayasa ile yasalara aykırı davrandı' denildi ama hepsi o kadar.

Aykırı olanları saymakla bitiremeyiz.

Ama en aykırılı olanlar kuşkusuz hak hukuk ve adalete aykırı olanlarıdır.

Mahkemeler akılalmaz kararlarla yargı bağımsızlığına aykırı davrandılar.

Politikacılara gazetecilere sanatçılara akademisyenlere öğrencilere ve muhalif olan herkese karşı davalar açıldı bazıları da hapis cezası aldı.

Örneğin bana verilen hapis cezası ve devam eden mahkeme ve soruşturmalar bırakın hak hukuk ve adaleti mantık ve vicdana bile aykırıdır.

Somut ve çok ciddi iki yakın örnek:

CHP lideri Kılıçdaroğlu'nu linç ya da öldürmeye kalkışanlarla gazeteci Yavuz Selim Demirağ'ı ölesiye dövenlerin serbest bırakılması.

Kadınları döven öldüren ve çocuklarla birlikte onlara cinsel taciz ve istismarda bulunanların serbest kalması ise hak hukuku bırakın insanlığa İslam'a ve vicdana aykırı.

Magazin olsun diye İstanbul adayı eski Başbakan ve eski TBMM Başkanı Binali Yıldırım önceleri Cumhurbaşkanlarına şimdi de Başbakanlara ait Çankaya Köşkü'nde kalmaya devam etmesi her şeye aykırı ama çıkmıyor.

Son 7-8 yılda hak hukuk ve adalete aykırı çok sayıda söylem tutum ve davranışa tanık olduk ama hiçbir şey yapamadık.

Son 7-8 yılda bırakın hak hukuk ve adaleti inançlara aykırı sayısız söylem tutum ve davranışı görüyoruz.

Bırakın anayasa-babayasa bazıları Allah'ın emir ve uyarılarına bile aykırı davranıyor ama onların hesabı öbür dünyada çünkü adamlar biz Müslümanız diyor.

Adamların 'günah işleme özgürlüğü' var.

Şimdi giden gitti geçen geçti peki bundan sonra aykırı olanlara ne yapılacak?

Örneğin İBB seçimleri bir bahaneyle tekrar iptal edilirse?

Başka örneğe gerek yok çünkü önümüzdeki 2-3 yıllık dönemin kaderini 23 Haziran seçimleri belirleyecek.

Daha önce de yazmıştım içerde ve dışarda birçok çevreye göre seçimin sonucu ne olursa olsun Ekrem İmamoğlu Türkiye'nin vazgeçilemeyecek gerçeğidir.

Cumhurbaşkanı olarak Erdoğan bu gerçekten kurtulmak için her yola başvuracaktır.

Aykırı mı değil mi o zaman bakacağız.

Ama biz o zamanı görünceye dek bölgede ve dünyada çok önemli gelişmeler yaşanacak ve tüm bu gelişmeler olumlu ya da olumsuz Türkiye'yi etkileyecektir.

Yani Erdoğan'ı.

Yani İmamoğlu'nu.

23 Haziran'a kadar ve 23 Haziran'dan sonra sürpriz çok.

Kesinlikle bu yıl sonundan önce.

Hem de her şeye aykırı.

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/husnu-mahalli/aykiri-mi-dediniz-4828852/

================================

MURAT MURATOĞLU: YA KAFASI İYİ YA NİYETİ KÖTÜ!

Amerika Başkan Trump'ın sayesinde Türkiye'nin gelişmiş ülke olduğunu fark etti birdenbire… Türkiye'ye 44 yıldır uyguladığı vergi muafiyetlerini kaldırdı.

Belli ki "Bunların karnı doyuyor her türlü ihtiyaçları karşılanıyor yine de oy vermiyorlar" lafı kafasında ampulü yaktı. Bizimkiler hep "Çok zenginleştik" demiyor muydu? "Madem zenginsiniz siz sofradan kalkın" kararını aldı.

★★★

Ya Trump'ın kafa iyi ya da niyeti kötü! Asgari ücreti 340 dolara denk gelen gelişmiş ülke mi olur? Bizi mi yiyor yoksa gider mi yapıyor? Bizde de dünya lideri var. Acaba ondan mı kopya çekiyor?Yoksa gizliden bizi mi kıskanıyor? Bizim stratejist danışmanlara sorsan Ortadoğu'da kartlar yeniden dağıtılıyor. Dağıta dağıta kart kalmadı. Yeni deste geldi o da eskidi…

★★★

Nedir bu vergi muafiyetleri? Uygun kıstasları taşıyan 121 ülkenin yaklaşık 4 bin kalem ürünü Amerikan pazarına gümrüksüz olarak girebiliyor.

Bu kapsamda Türkiye'den Amerika'ya ihracatta tarımsal ürünler otomotiv aksam ve parçaları kıymetli taşlar ve mücevherat plastik makina ve aksam-parçalarının gümrüksüz olarak girmesi ön plana çıkıyordu. Zira artık gümrüksüz giremiyor!

★★★

Aslında bu gelişmiş ülke hikayesinin Türkçe meali "Batıdan borç aldığınız paralarlakarnınızı doyuruyorsunuz. Yine de bizim düşmanımız Rusya'dan S-400 füzelerinialıyorsunuz. Bize kafa tutuyorsunuz. Başlangıç olarak bu yaptırımı başköşenize koyunuz. "

Bu saatten sonra Amerika'ya gümrüksüz mal satan ülkelerle nasıl rekabet edeceksiniz?Edemeyip pazarı kaybedeceksiniz.

★★★

Küresel Refah Endeksi'ne göre Namibya Umman Moğolistan Kırgızistan gelişmiş ülke Türkiye'nin önünde! "Haritada göster" desem bulamayacağınız yerler Türkiye'den daha refah içinde…

"Aramız iyi" ayağına çelik satışına vergiyi indirdiler. Bir anlamı yok zira bizimkiler çoktan o sektörde pazarı kaybettiler!

★★★

Muhteşem siyasi hamleler ile geldiğimiz nokta dış minnakları çatır çatır çatlatıyor. Uyguladığımız dahiyane politikanın sonuçlarına gelirsek… Hesap her türlü bize kilitlenecek.

Ya S-400'leri alıp ekonominin anasını ağlatacağız giden doların arkasında el sallayacağız. Ya da ödediğimiz 2.5 milyar doları yakıp Rusya'nın Suriye'deki desteğini kaybedeceğiz ilişkileri bozacağız.

★★★

Rahip Brunson'ı bırakmayınca ABD Senatosu'na "Türkiye'nin uluslararası mali kuruluşlardan borç almasını kısıtlayan" bir yasa tasarısı gelmişti. Şu şansa bakın ki birkaç gün sonra sağlık nedenleri dolayısıyla papaz salıverildi!

Acaba aynı hassasiyet S-400 füzeleri için de geçerli mi? Bakalım bu sefer nasıl kıvıracaklar? Dansözlerin bu dönemden öğreneceği çok ders var!

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/murat-muratoglu/ya-kafasi-iyi-ya-niyeti-kotu-4842075/

================================

NECATİ DOĞRU: BABAYİĞİT'E KIZMA KENDİNE AYNA TUT!

Yüzde yüz yerli ve elektrikli otomobili yapacaklar arasında iş adamı Tuncay Özilhan da var. Onlara babayiğit adını vermişlerdi.

Beş iş adamı.

Beş babayiğit.

Arkalarında devletin imkanlarını sunan Cumhurbaşkanı bu beş babayiğit sayesinde yerli otomobil markası yaratıp dünya pazarlarında satarak "Türkiye'yi döviz fazlası veren ülke" yapacaklardı.

İki yıl bitiyor.

Bekliyoruz.

Tuncay Özilhan ekonomideki daralmanın büzülmenin yangına dönen işsizlik ile enflasyonun dış sömürüyü azdıran faizlerin şirketlerin batmasının esnafların siftahsız kepenk kapatmasının halkın kemer sıkmasının "hukuk ve demokrasi eksikliğinden" doğduğuna dikkat çeken konuşma yaptı. "Senden bunun hesabını sorarız" tehdidine uğradı.

Babayiğit'e kızma!

Damada bağır.

Babayiğit'i paylama!

Damadı azarla.

★★★

Hazine'den maliyeden hemen tamamı boş çıkan "yapısal reform paketlerini" hazırlamaktan sorumlu olan damatın ekonomiyi getirdiği tablo acı verici boyutlara ulaştı.

Dün haber oldu.

İstanbul Sancaktepe'de son 25 yıldır yapılan seçimlerde oyunu iktidar partisi adaylarına verdiğini açıklayan bir işsiz vatandaş "aile boyu durumu" ağıt yazarı şair gibi anlattı:

"Eskiden babam çalışıyordu.

10 kişiye bakıyordu.

Şimdi 10 kişi çalışıyoruz.

Bir babamıza bakamıyoruz"

Bu cümleleri söyleyen genç işsiz insan "Tuncay Özilhan'ı konuştuğu için ağır korkutma cümleleri" ile paylayıp azarlayanlara bakıp "Babayiğit'e kızma. Kendine bağır…" demiştir.

★★★

Dürüst ve cesur olmalıyız.

Gerçek neyse yazmalıyız.

En doğru tespit şudur:

Babayiğit'e kızma.

Kendine bağır.

Çünkü koca partide ve 82 milyon nüfuslu Türkiye'de başka bir kimse yokmuş gibi "ekonominin yönetimini damada bırakan da kendisi olduğu için" bağırılması gereken bir adam varsa öne çıksın demeliyiz.

Kıyaslamalar yapılıyor.

Sonuca bakın:

1994 krizini yaşadık.

Eli iş tutan her 100 yetişkinden 4.8 kişi işsiz kaldı.

2001 krizini yaşadık.

Eli iş tutan her 100 yetişkinden 5.1 kişi işsiz kaldı.

2008 krizini yaşadık.

Eli iş tutan her 100 yetişkinden 6.3 kişi işsiz kaldı.

2018 krizini yaşıyoruz.

Eli iş tutan her 100 yetişkinden 7.2'si işsiz durumda ve bu durum her geçen gün kötüyü gidiyor.

2001 krizi çok belalıydı.

Fakirleşmişti Türkiye.

Ülke borca gömülmüştü.

Aileler varlıklarını yitirmişti.

Bankalar batmıştı.

Şirketler kapanmıştı.

Halk da yeni umut diye 2002 seçimlerinde şimdiki iktidarın AKP'yi kurmuş liderine sarılmıştı. Bugün yaşadığımız kriz 2002'de Tayyip Erdoğan'ı iktidara taşıyan krizi her açıdan kat be kat geçti.

Krizle gelen.

Krizle gider.

Babayiğit'i suçlama!

Kendine ayna tut!

★★★

Tuncay Özilhan'ı "bu kötüye gidiş dursun" diye görüş ve önerilerini sıraladığı için neredeyse "vatan haini" ilan etmedikleri kaldı. Yarın bir gün yeni bir inek hırsızı Tuncay Özilhan'a da saldırırsa kimse şaşırmasın.

KALEMİN GÖR DEDİĞİ

Apo'yu ziyaret oyları artırır mı?

Acıtıcı ve ayrıştırıcı dil Kürt kökenli İstanbul seçmenini Ekrem İmamoğlu'na oy atmaya itti. Şimdi Abdullah Öcalan'a ziyaret imkanı sunma ve yeni bir açılım kapısı aralayacakmış gibi taze umut yaratmalarla seçmeni geri kazanma taktiği öne çıkıyor. Seçmen çocuk mu ki bu noktadan sonra "Apo'yu ziyaret oyları artıracak samimiyet" sayılsın. Eski açılımda "ret- inkar- asimilasyonun" bitmesi PKK'yı kesmemişti. Yeni açılımın içinde yeni elma şekeri ne olacak? "Sayın Öcalan" demeye başladıklarına göre yakında "yeni bir akiller heyeti" farklı bir isim ve biçimde belirebilir.

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/necati-dogru/babayigite-kizma-kendine-ayna-tut-4841928/

================================

NECATİ DOĞRU: KEFEN PARASI!

Romanlarda öykülerde biyografilerde bu tanıma sıkça rastlardık. Sandığın dibine yatağın altına çekmecenin gözüne konulan ve ölünceye kadar dokunulmayan çok az miktarda para için kullanılırdı. Dünya malında gözü olmayan namuslu çalışkan saygın insanları anlatırken içinde "kefen parası" geçen şu cümleler yazılırdı: Öldüğünde yelek cebinden kefen parası çıktı. Bütün serveti buydu. O günlerde Türkiye "Ya İstiklal Ya Ölüm" diye başladığı Kurtuluş Savaşı'ndan yeni çıkmıştı. Kefen bezi bile üretemiyordu.

Çalışkan olmalıydık.

Güveni yüksek.

Ve ileri bir ülke.

"Yurtta sulh- dünyada sulh" diyebilmek için her alanda tam bağımsız kendi üretimi kendine yeten olmaya mahkumduk.

Kefen bezi ürettik.

Gömleklik perdelik.

Döşemelik kumaş.

Bugün belediyeler muhtaç durumda olanlara bedava kefen bezi veriyorlar. Böylece "kefen parası" deyimi tarihin sayfalarında gömüldü unutuldu. 100 yıl sonra bugün yeniden hortladı. Üç gündür gazete manşetlerinde; "Kefen parasına muhtaç kaldık" haberleri çıkıyor.

★★★

Ne olmuş?

Merkez Bankası savaş gibi afet gibi kıtlık karmaşa gibi öngörülemeyen durumlar için ayırdığı kara gün parası "ihtiyat akçesini" bütçeye ekleme kararı almış. Ankara'da merkez yönetimin bütçe harcamalarında hedefleri o kadar fazla zorlamışlar ki Merkez Bankası 40 milyar TL ihtiyat akçesini merkezi bütçeye aktarmak zorunda kalmış.

Doğru mu?

Yanlış mı?

Susmak doğrulamaktır.

Dün bütçe açıklandı.

Açık dev olmuş.

Bu da enflasyonun daha da fırlayacağı dövizin daha da artacağı; "faiz-döviz-enflasyon sarmalının" yükselerek acıtarak ağlatarak devam edeceğini gösteriyor.

Dün işsizlik de açıklandı.

İşsizlik de yükseliyor.

İşsizlerin sayısı son 10 yılın en yüksek rakamına ulaştı ve İsviçre'nin Finlandiya'nın Hollanda'nın nüfuslarını neredeyse yakaladı.

Durgunluk devam ediyor.

Ve enflasyon yükseliyor.

İyi durumda olan tek gösterge; Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denilen modelin yarattığı bol harcamalar. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi gözünü "ihtiyat akçelerini" de harcamaya diktiği günlerde ülkede işsizlik ve bütçe açığı birlikte patladılar.

★★★

Dış borç yüksek.

Rezervler eridi.

Yüksek faiz ödenerek bulunan yeni borç dolarlar ile devlet bankaları içeride "azgın kur artışını" önlemeye çalışıyorlar.

Söz vermişlerdi.

İlk 100 günde.

Türkiye uçacaktı.

300 gün geçti.

Kefen parasını da yiyorlar.

Sarayın modeli çöktü!

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/necati-dogru/kefen-parasi-4814985/

================================

NECATİ DOĞRU: SENİ PARAYA BOĞARIZ!

Ankara'da yüksek güvenliği olan bir hapishanede tutukluydu. Ancak avukatı ve aile yakınları onu görebiliyordu.

Tuhaf şeyler oldu.

Bir gün onu aldılar.

Psikoloğa götürdüler.

Psikolog ona "Kendini baskı altında hissediyor musun?" diye sordu. "Fetullah'ın Belediyeler İmamı" sanık "Hayır sağlığım ve aklım yerinde" diye cevap verdi.

Bir gün geçti.

Ziyaretçin var dediler.

Kim diye sordu sanık.

Bir gazeteci dediler.

Gazeteci akrabam yok.

Seninle konuşacak dediler. Bir gazetecinin yakın akrabası olmadığı halde bir sanıkla görüşme yapabilmesi için bakanlıktan izin alması gerekir.

İzin almış.

Görüşme başladı.

Gazeteci "Seni hapishaneden çıkartırız FETÖ'cü damgası yemekten kurtulursun. Hapishanede çürüyüp gitmezsin" diyordu.

Özgür yaşarsın.

Seni paraya boğarız.

Fırsatlar sunarız.

İş kurarsın.

Dediğimi yap.

★★★

Gazetecinin adı önemli değil bu yazının amacı zaten o gazeteciyi anlatmak değil. Bu gazeteci hapishane görüşmesinde FETÖ'nün sözde "Belediyeler İmamı" olduğu ve Aydın Büyükşehir Belediyesi ile ASKİ'de "danışmanlık adı altında" ihaleye fesat karıştırmaktan yargılanan ve 9 yıldan 22 yıla kadar hapsi istenen Erkan Karaarslan adlı sanığa "yapacağın çok basit" diye yol gösterdi.

İftira at.

Yalan söyle.

CHP'nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı Ekrem İmamoğlu ile Aydın Belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu aleyhine ifade ver Fetullahçı olduklarını söyle.

Hapisten kurtul.

Yoksa içeride çürürsün.

★★★

Benim senaryolaştırarak yazdığım bu tuhaf ifade mahkeme zabıtlarına girdi. Ekrem İmamoğlu ile Özlem Çerçioğlu'na; "Fetullahçı…" diye iftira atması istenen sanık Erkan Karaarslan'ın "bakanlar bana ve aileme ulaştılar" diyen sözleri de mahkeme zabıtlarında var.

1 bakan değil.

Bakanlar!

Mahkeme kayıtlarına giren bu ifadeler üç gün önce gazetelerde haberler arasında çıktı.

Kaynayıp gitti.

Unutulmaya yatırıldı.

★★★

Adalete bakın ne hale geldi?

Hapishane savcısı psikoloğu İstanbul'da yüzde 48'in üstünde oy alan Ekrem İmamoğlu'na "FETÖ üyesi lekesi vurma" aracı mı yapıldı? Savcı ve psikolog niçin böyle bir kumpasın aleti oldular? Kim görevlendirdi o gazeteciyi? Gazeteci sanıkla görüşme ve onu leke sürmeye zorlama planını kiminle beraber yaptı? Sanığın ailesiyle de görüşen bakanlar kim?

KALEMİN GÖR DEDİĞİ

Ulvi Yanardağ!

Kalemini vurmak için kullanmadı. Kalemini kimseyi korumak için de kullanmadı. Para pul yüksek maaş peşinde hiç olmadı. Gazeteciliğini ele aldığı olayın ardındaki gerçeği bulmak üzerine kurmuştu. Polis ve adliye haberlerini en sağlam tarafsız doğru olarak o yazardı. Polis bülteninin söylediği savcı iddianamesinin yazdığı ile yetinmez izlediği haberi dört kaynaktan kontrol eder sonra yazardı. Gazeteciler çoğunlukla "kendilerine aşık narsist yapıda" insanlardır. O "Ben… Ben… Ben…" diyen bir gazeteci olmadı. Çok eski arkadaşımdı. Gevrek gevrek gülerdi. Hürriyet'te ve Güneş Gazetesi'nde birlikte çalıştık. Aylar önce bir telefon konuşmamızda "Türkiye'de adalet ikiye çatladı. Bir: Talimatlı adalet. İki: Geciken adalet. Talimatlı adalet siyasetçinin aleti haline gelen adalet geciken adalet ise dava çokluğu altında ezilen adalet" demişti. Adaletin esir alınmasına üzülüyordu. Ulvi Yanardağ hayata gözlerini yumdu.

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/necati-dogru/seni-paraya-bogariz-4828299/

================================

ADALET BAKANI GÜL: ÖCALAN'IN AVUKATLARIYLA GÖRÜŞME YASAĞI KALDIRILDI

Cumhur İttifakı 31 Mart öncesi seçim kampanyaları boyunca 'beka' vurgusu yapmıştı. Bugünse Adalet Bakanı Abdulhamit Gül İmralı'da yatmakta olan PKK lideri bölücübaşı Abdullah Öcalan'ın avukatlarıyla görüşme yasağına ilişkin kararların kaldırıldığını açıkladı.

Adalet Bakanı Abdulhamit Gül İmralı'da yatmakta olan PKK lideri bölücübaşı Abdullah Öcalan'ın avukatlarıyla görüşme yasağına ilişkin kararların kaldırıldığını açıkladı. Öte yandan Türkiye'ye gelen Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi'nin 7 Mayıs Salı günü Abdullah Öcalan'ın bulunduğu İmralı Cezaevini denetlediği bildirildi.

Avukatlarıyla en son 27 Temmuz 2011'de görüşen bölücübaşı Öcalan için o tarihten sonra "avukatlarıyla görüşme yasağı" getirilmişti. Öcalan 7 Mayıs'ta Adalet Bakanlığının özel izniyle 8 yılın ardından avukatlarıyla görüşmüştü. Bugün Adalet Bakanlığı bu yasağı tamamen kaldırıldı. Yani bölücübaşı Öcalan artık istediği zaman avukatlarıyla görüşebilecek.

https://www.sozcu.com.tr/2019/gundem/adalet-bakani-gul-ocalanin-avukatlariyla-gorusme-yasagi-kaldirildi-4824575/

================================

ORHAN UĞUROĞLU: CUMHUR İTTİFAKI ÖCALAN'A VE HDP'YE KUCAK AÇTI

Türk siyasetin gizli saklı hiçbir siyasi ilişki kalmadı kalmıyor ama son yılların en önemli ilişkisinin nedeni bir türlü anlaşılamıyor.

Devlet Bahçeli'nin Recep Tayyip Erdoğan'a verdiği "kayıtsız ve şartsız" destekten söz ediyorum. Ne oldu da yüz seksen derece döndü?

Şimdi hemen hızla bebek canisi Abdullah Öcalan ve HDP konusuna başlayalım.

31 Mart seçiminde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı'nı Millet İttifakının CHP adayı Ekrem İmamoğlu'na kaptıran Cumhur İttifakı'nın liderleri Recep Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli "B" planlarını devreye soktular.

"B" planı Cumhur İttifakı için "bebek katili Öcalan ve Kandil'in sözcüsü HDP" ile kucaklaşma projesidir.

Erdoğan'ın "Avukatları ile görüşmemesi (Öcalan) 8 yıl mı oldu ya Mehmet (Öcalan'ın abisi) görüştü ya" demesi ile başladı "B" planı.

Hemen yandaş Devlet Bahçeli devreye girdi ve Öcalan için "Bana sorarsanız avukatıyla görüşsün" dedi.

Erdoğan ve Bahçeli YSK'nın 7 üyesi ile İstanbul seçimini iptal ettirince "denize düşen yılana sarılır" misali İstanbul seçimini kazanabilmek için Cumhur İttifakı'nın kapısını Öcalan ile HDP'ye açtılar.

8 yıl sonra Adalet Bakanı Abdulhamit Gül de hükümlülerin avukatlarıyla görüşmesinin "kanuni bir hak" olduğunu hatırladı.

Yarın Selahattin Demirtaş da serbest bırakılırsa peşinen söyleyeyim hiç şaşırmayın.

Peki Bahçeli vaktiyle neler demiş ne yapmıştı?

30 HAZİRAN 2007 YER: ERZURUM

Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli Erzurum'da Başbakan Erdoğan'a "Meydanlarda bizim için 'terörist başını asamadılar' diyorlar. Sen neden asmadın. Oğluna gemi alacak para buluyorsun asacak ip mi bulamıyorsun alın o zaman şu ipi de asın" diyerek kalabalığa idam ipini fırlattı.

2 HAZİRAN 2015 YER: ELAZIĞ

Bahçeli miting alanında özetle şöyle konuşuyor:

u anda Türkiye Cumhuriyeti Recep Tayyip Erdoğan'ın kuşatması ve tazyiki altındadır.

Bu şahıs her gün fitne saçmaktadır.

Erdoğan israf itham inkar ve iftiradır.

Erdoğan kavga kutuplaşma karanlık ve kargaşadır.

Dün yine zırvalamış hezeyana batmış zıvanadan çıkmıştır.

Pişkince hayasızca asılsız ve ahlaksız iddiasını sürdürüyor.

Bak Sayın Erdoğan MHP Genel Başkanı olarak bölücü HDP'nin Meclis'e girmediği takdirde kaos olur türünden bir beyanatım varsa ve sen bunu somut şekilde yer ve zamanını göstererek açıklayamıyorsan tekrar ifade ediyorum alçaksın şerefsizsin.

Erdoğan sen nasıl bir Müslümansın?

Hadi Cumhurbaşkanı olmanı geçtik de nasıl bir insansın?

Sen de hiç mi Allah korkusu yok?

Yalan söylemek iftira atmak gıybet yapmak dedikodu ve tezviratlara bel bağlamak İslamiyet'in hangi buyruğunda Kur'an-ı Kerim'in hangi ayetinde vardır?

Senin yaptıklarına ancak iblis teşebbüs edecektir.

Yine dün Erzurum'da şahsıma yönelik diyor ki;

"Nerede siyasi kadromdan bir arkadaşım İmralı'daki ile masaya oturdu bunu ispat et. Eğer bunu ispat etmezsen alçaksın namertsin müfterisin. "

Sayın Erdoğan şimdi kulaklarını aç ve Elazığ'dan bizi dinle.

Artık iyice anlaşılıyor ki sende şeref ve mertlik işportaya düşmüş hurdaya çıkmış.

Erdoğan defalarca İmralı canisine AKP'den milletvekili aday adayı olmuş özel temsilcilerini göndermiş PKK'yla görüşmelere en yakın adam ve arkadaşlarını görevlendirmiştir.

Böyle birisinin Cumhurbaşkanı olması yıkımdır kayıptır zulümdür milli ve manevi depremdir.

Elazığ'dan Erdoğan'a bazı sorularım olacaktır:

1. İmralı canisiyle mektuplaştın mı? Öcalan canisinin İmralı adasından günü birlik giriş-çıkışlarına onay verdin mi? Ve şahsen temas kurdun mu?

2. Kandil'deki PKK'lılara dinlenmesin diyerek kriptolu telefon gönderdin mi? Terör baronlarıyla telefon görüşmeleri yaptın mı?

3. Bülent Arınç'a yönelik düzmece suikast iddiasından sonra girilen kozmik odalardan gasp edilen devlet sırları en mahrem bilgiler kimlerin eline geçti? Şu anda Türkiye'nin güvenlik kartları hangi mihrakların elindedir?

4. KCK'nın kuruluşunda katkın ve dahlin var mı?

5. PKK ve HDP'ye başkanlık karşılığında federasyon ümidi verdin mi?

Ve günü geldiğinde ya kaçacak ya da adalete hesap verecektir. "

Sayın Devlet Bahçeli ben de sana soruyorum: Günü geldi mi? O günden bugüne nasıl geldin?

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/cumhur-ittifaki-ocalana-ve-hdpye-kucak-acti-51958yy.htm

================================

RIFAT SERDAROĞLU: HIRSIZ BİLE BUNU YAPMAZ

Aşağıda aktaracağım gerçek olayları anadan babadan mesleği "Hırsız" olan bile yapmaz yapamaz!

Hırsız sadece çalar! Ya "Hırsız" olarak yetiştirildiğinden ya da ahlaksız olduğundan çalar. Çoğu da eğitimsiz cahil ve kimsesizdir…

Fakat adının önünde "Profesör" yazan üstelik T. C Devletinin Bakanlık koltuğunda oturan ve hırsızın bile yapmayacağı işi yapan kişilere ne ad konur inanın bulamıyorum.

Bunlara "Hırsız" demek çok hafif kalır!

Birincisi;

Adam Bakan! Üstelik Profesör. Devletten maaş alan bakanlık personelini kendi evinde çalıştırmaya başlıyor. Kim o çalıştırdığı vatandaşlar?

Devletimizin Memurları.

Maaşını nereden alıyor? Hepimizin vergilerinden oluşan Milli Bütçeden.

Maaşını biz veriyoruz kişi zorla bakanın evinde hizmetçi gibi çalıştırılıyor.

Bakanın yaptığı hem devlet kesesinden haksız yere ve kanunsuz olarak sebeplenmek hem de kişi hak ve özgürlüklerini bilerek makamını kullanarak istismar etmektir.

Bakan daha önce çalıştığı ABD şirketinde aynı işi yapabilir miydi?

Yapmaya niyetlendiği anda kapının önüne konurdu.

Bu yapılan duble hırsızlıktır. Haysiyetin kırıntısını taşıyan biri devlet görevinden derhal istifa eder defolur gider.

İkincisi;

Adam Bakan! Üstelik Erdoğan'ın özel tercümanı.

İstanbul Belediyesinde kadrolu olan maaşını belediyeden alan bir şoförü kendi özel şoförü olarak 6 sene boyunca kullanmış. Hem de hiç utanmadan.

Durum ortaya çıkınca Türk Milletinden bir özür dilemek bile yok!

İstanbulların ödediği vergiden oluşan belediye bütçesinden maaş alan garibanı ailenin getir-götür işlerinde kullanacaksın sonra adam diye gezeceksin.

Bunun yaptığı da duble hırsızlıktır.

Üçüncüsü;

Adam sadece milletvekili! Şimdi de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı.

Fakat hala Başbakan olduğu günden beri yani yaklaşık 1 senedir Çankaya Köşkünü babasının malı gibi kullanıyor! Hakkı var mı? Yok.

İyi de nasıl kullanabiliyor?

Siz TC Vatandaşı olarak "Ben asılım Binali vekil. Ben de Çankaya Köşkünde bir gece kalmak istiyorum" deseniz kendinizi nerede bulurdunuz? Silivri de mi?

Peki soru şu;

Bu üç kişi bu hırsızlığı bilmeden mi yapıyor?

Bu üç kişiye devletin makamları teslim edilir mi?

Hele hele İstanbul Belediyesi teslim edilir mi?

Ciğeri kediye teslim eder misiniz?

Haydi İstanbul kovala bu hırsızları…

================================

RIFAT SERDAROĞLU: KARNINI DOYURUYORSUN YİNE DE OY VERMİYOR

Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanının dediklerini okuyunca adeta kanım dondu.

Halkın verdiği oylarla süresi Anayasa'da belli olarak göreve gelmiş süresi bitince de gidecek olan bir siyasetçinin kendisini seçen halkına "beslenecek karnı doyurulacak zavallılar" olarak baktığını ifade etmesi karşısında insanın kanı donmaz da ne olur?

Erdoğan'ın söylediği bu "çirkin aşağılayıcı söz" ağızdan kaçan yanlışlıkla söylenen bir söz değildir. Bu söz bu kafa halkına küçümseyerek bakan kibre boğulmuş bir faninin anlayışının kelimelere dökülmüş halidir.

Halkına böyle bakan bir yönetici bilmez ki; Halkını küçük gören kişi gerçekte kendisi küçülür!"

Şahsım adına bu sözü şiddetle reddeder ve sahibine iade ederim.

Bir siyasetçi neyi söyleyeceğini değil neyi söylemeyeceğini çok iyi bilmelidir.

"Söz" bizim inanışımızda çok ama çok önemlidir.

Profesör Ahmet Selahattin Bey "1878-1920" (Rahmetli Haldun Taner'in babasıdır) "Söz" için şunu söyler;

Söz bir nefes-i saziş birenktir amma/ Bir hemzen suretgede kevn-i mekândır!

Yani; Söz nefesin meydana getirdiği renksiz bir şeydir ama yine de evrenin gideceği yolu o yönetir!

AKP Genel Başkanı Erdoğan'ın anlamak görmek istemediği gerçek şudur;

Türkiye'nin bugün getirildiği yerin; Cumhuriyet tarihi boyunca savaş yıllarında bile kullanmadığımız Merkez Bankasındaki İhtiyat Akçesine muhtaç olmamızın dış politikada sıkıştırılmamızın iç politikada bölünmüşlüğümüzün tek sebebi kendisidir ve yönetim şeklidir…

Erdoğan önce geçmiş iktidarları kötüledi. Hatta 70-80 yıl öncesini bile suçladı.

Sonra çevresini kötüledi ve değiştirdi. AKP'nin kuruluşundaki arkadaşlarından hiçbiri yanında kalmadı. Hepsini suçlayarak kovaladı.

Uzmanlığa ve bilime saygı duymadı yönetemedi!

Şimdi ona düşen üç zarfı hazırlamasıdır.

Devir-teslim sırasında giden yönetici yeni seçilene üç zarf vermiş ve sıkıldığında sıra ile açarsın demiş.

Bir müddet sonra işler istediği gibi gitmeyince birinci zarfı açmış;

"Önceki yöneticileri kötüle!"

Birkaç zaman böyle idare etmiş ama yine işler tıkanınca ikinci zarfı açmış; evrendekileri kötüle!"

Çevresindekileri kötülemiş kovalamış kendinden ve akrabalarından başka kimseye güvenmez olmuş. Hatta kızını verdiği damadına ülkesinin hazinesini de vermiş. Ne yaptıysa olmamış ve durum her gün daha da kötüye gitmiş.

Dayanamayıp üçüncü zarfı açmış; "Derhal üç zarf hazırla"

AKP Genel Başkanının önünde iki yol var;

Ya demokratik rejimin seçimle gelen seçimle gider kuralına uyacak

Ya da seçim sonuçları ve devletin kurumlarıyla oynayıp gitmemekte direnecek!

Kendisine önerim şudur;

Demokratik kurallara ve Türk Devletinin geleneklerine uy ve kenara çekil. Demokratik rejimi ve devletin kurullarını zorlamaya devam edersiniz yine gidersiniz ama çok üzülürsünüz…

Türk Milletine önerim ise şudur;

Emanetler ve görevler ehil ve namuslu kişilere verilmelidir. Oy vereceğiniz kişileri çok iyi incelemeniz gerekir. Bunu yapmaz ve görevleri layık kişilere vermezseniz her an kıyameti bekleyin…

Takdir de karar da sonucuna katlanmak da Türk Milletinindir…



================================

RIFAT SERDAROĞLU: NEDEN YAZIYORUZ?

2007 yılından bu yana yaklaşık on iki yıldır her gün yazıyoruz.

Bu arada Mayıs 2001'de "Türkiye'de Sistem Sorunu" Temmuz 2004'te "Yeni Dünya Düzeni Büyük Ortadoğu ve Türkiye" Şubat 2016'da "FETÖ'den Önce" Nisan 2016'da "FETÖ'den Sonra" adlı kitapları yazdım.

Bıkmadan usanmadan yorulmadan ülkemizin her bölgesinden gelen yüzden fazla mahkemede kah FETÖ Yargıçları kah AKP'nin tetikçi Yargıçları ile boğuştum. Bu arada değmez bir sürü kişiye ciddi miktarlarda tazminat ödedim.

Yaptığım mücadeleden pişman mıyım? Asla! Bir an bile duraksamadım!

Yalnızca eşimin ve evlatlarımın desteğiyle kimseden bir şey talep etmeden ve almadan bu onurlu mücadeleyi sürdürdüm sürdüreceğim.

Bazı arkadaşlarım bana "Niçin sen? Rahatına bak ülkenin en güzel yerinde oturuyorsun mutlu bir aile yaşantın var! Yaşamana eğlenmene baksana" derler. Kırmamak için güler geçerim.

Benim anlayışıma göre bilgi paylaşılınca değerlenir. Eğer bilginizi insanlarla paylaşmazsanız kendinizde saklarsanız isterseniz dünyanın en bilgili kişisi olun o bilgi bir gün sizinle toprak olur…

"Serdar'ca" adlı bloğumuzu açarken "Neden Yazıyoruz" başlığıyla şunları yazmışız;

"Biz düşüncesi dini ırkı kökeni kültürü geleneği ve görgüsü ne olursa olsun bu milletin özünde vatan sevgisinde buluşabileceğimize gönülden inanıyoruz. Demokrasi ve fikir özgürlüğü aşkıyla bildiklerimizi yeni kuşaklara aktarmak için yazıyoruz. Yıllardır bu mücadeleye devam ettik ömrümüzün son nefesine kadar da devam edeceğiz.

Benim güzel kardeşim;

Oku yaz paylaş ve dinle lütfen. Başkasının ateşini sen yak. Kendini ve insanları tahammül ile aydınlat. Bu yolda hiçbir baskıdan korkma. Fikrin ve inancın ne olursa olsun unutma; Sensiz bu vatan bu millet bir kişi eksiktir. "

Değerli Okurlar;

Bu yazılar her gün yüz binlerce kişi tarafından okunur.

Gün gelir "Medya Siyaset" adlı sitede yayınlanan bir yazı bir milyondan fazla tıklanır.

Her gün binlerce e-posta mesaj alırım.

Hepsini okurum fırsat bulabildiğim kadarıyla yanıt vermeye çalışırım.

Bu mücadele beni dinç tutuyor bilgilerimi her gün yenilememe çağın gelişmelerini takip etmeme olanak veriyor.

Bunun için ısrarla söylüyorum; Lütfen sizler de yazın. En azından çevrenizdeki olayları güzellikleri-yanlışlıkları yazın. Dost çevreniz inanılmaz ölçüde genişleyecektir.

Benim yazılar sayesinde öyle güzel dostlarım oldu ki birbirimizi hiç görmediğimiz halde yazı dostlarımdan birinin vefatı halinde en yakın akrabamı kaybetmiş gibi olurum!

Bildiğiniz gibi oban Ateşi Hareketi" adıyla oluşturduğumuz fikir platformunu gönüllü arkadaşlarımızla gelişmiş demokrasinin evrensel değerlerini bünyesinde taşıyan bir siyasi partiye dönüştürme çalışmalarımız hızla devam ediyor. Bu yaz sonuna doğru 81 İl 924 İlçe'de örgütlenmeyi tamamlayacağız.

Kılıçdaroğlu ve Yavuz Selim Demirağ'a yapılan linç girişimlerini organize edebilen Türkiye'nin en büyük nakit zengini olan ete" anlayışıyla yönetilen Ortaçağ kafasına sahip demokrasiye inanmayan bilgi ve ahlak açısından çok fakir bir yapı ile nasıl mücadele edileceğini çok iyi bilen bir kadromuz var.

Her gün daha da çoğalıyoruz.

Günü geldiğinde çalışmalarımız tamamlandığında elbette ki sizlerle paylaşıp fikri desteğinizi katkılarınızı isteyeceğiz.

Şu iki konuda bizleri özellikle takip etmenizi rica ediyoruz;

-Bu parti Türk Milletine asla yalan söylemeyecektir.

-Bu parti ön şart olarak "Güzel Ahlakı" uygulayacak ve anlatacaktır.

Bunlar bizim olmazsa olmazlarımız olacaktır.

Türk Milletinin tamamına çok iyi anlatmamız gereken iki Mustafa rehberimiz olacaktır.

"Ben ancak güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim" diyen

Hz. Muhammed Mustafa

"Bir millet zenginliğiyle değil ahlaki değeriyle ölçülür" diyen Gazi Mustafa…

Vay Türk Milletini soyanlara vay Türk Milletine yalan söyleyen ahlaksızlara…



================================

SELCAN TAŞÇI HAMŞİOĞLU: RUM KİLİSELERİNİ DE İMAMOĞLU MU AYİNE AÇTI?

Türk'ün "kurtuluş" "istiklal" savaşı için "Keşke Yunan galip gelseydi" diyen o savaşı veren "milli kahramanlar"a etmediği hakareti bırakmayan meczuptan bir "teolog" "fikir önderi" "alim" ve dahi "kahraman" yaratanlar onu "değer"e "kıymet"e boğanlar nasıl onurlandıracaklarını şaşıranlar omuzlarında -hem de Türk bayrağına sararak- taşıyanlar İstanbul seçiminde "Yunan galip gelmiş" diye feveran ediyorlar!

Yahu öyle olsaydı en çok siz sevinmez miydiniz; "Meczup ecdadımızın hayalleri gerçek oldu vasiyeti yerine geldi" diye koşa koşa Eyüp Sultan'a "şükür namazı(!)" kılmaya gitmez miydiniz!

Kimi kandırıyorsunuz!

Sahiden öyle olsa…

İstanbul seçimlerinde Türk'e karşı Yunan galip gelmiş olsa…

Türk'ün Kuvayı Milliyesine karşı Yunan ordusunu "hilafet ordusu" varsayanlara "Mustafa Kemal'in askerleri"ne karşı Yunan ordusunun desteklenmesi için bildiriler fetvalar yayınlayanlara iade-i itibar vermek peşinde koşan siz atmaz mıydınız "zafer" naralarını herkesten önce!

O günü stanbul'un yeniden fethi" ilan etmez miydiniz?

çimizdeki fesat yuvası"nın "ekümenikmiş gibi" faaliyet göstermesine göz yummak Ramazan ayında "Müslüman mahallesi(!)"nde bir hakaret ihanet ayıp utanç sıfatı gibi kullandığınız "Yunan-Rum"un Megalo İdeası'na en büyük hizmet değil mi; kim hizmet etti?

Rumlara karşı yürütülen Türklük davasının sembol ismi Denktaş'a karşı ve rağmen Annan Planı'nı kim destekledi?

Yunan'ın galip gelmesiyle bir derdi olan Ege'deki Türk adalarında hâlâ devam eden Yunan işgalini eli kolu bağlı izler miydi?

Yunan komutanların Türk hava sahasını ihlaline izin verir miydi?

Türk adalarına Yunan bayrağı çekilmesine karşı "sessizlik" tercih edilir miydi?

"Savaş sebebi" olan yığınla taciz tecavüze karşı bir "siyasi irade" ortaya koymaktan kaçılır mıydı bunca zaman fellik fellik?

Amerikan Exxon Mobil ve Katar Petroleum'un ali menfaatleri için "mavi vatan"dan vazgeçilir miydi?

Halkı dil din ırk ekseninde kutuplaştıran "milli çıkar"dan amade bir köken siyasetini köpürtmenin muhtemel tehditleri bir yana sormak lazım bu arkadaşlara:

Öksüzün yetimin hakkını Ekrem İmamoğlu muTrabzon'daki Rum kiliselerinin -yeniden ibadete açılmak üzere- restoresine tahsis etti acaba?

Bir de yeri gelmişken;

Kardak kayalıklarına Türk bayrağını diken kahraman askerlerimizi "Türk ordusunun şerefini satılığa çıkarmak"la suçlayan "milletin vekilleri(!)" bir ara o Türk bayrağını dalgalandırmayı beceremeyen ve hatta yerine Yunan bayrağı dikilmesini seyren müttefiklerinin neyi kime ne kadara ne uğruna teslim ettiğini sorgulamayı da düşünmezler mi?

SORU-YORUM

Elinizi vicdanınıza koyun ve öyle cevaplandırın:

Gayrimüslimsiniz. 13 yaşında bir evladınız var. Uyku tutmadı gecenin bir yarısı sabaha karşı "siyah iple-beyaz ip birbirinden ayrılmak üzereyken" televizyonu açıyorsunuz. Kanallar arasında zaplarken "rap ilahi"lerin söylendiği hanım teyzelerin en "heavy" metalciye taş çıkartacak performansla kafa salladığı "delikanlı(!)"ların ülkenin en paralı şöhretlerinden birinin "kalbinde hissedilmek" üzere dua tavsiyesi istediği lmüş babamın yerine hacca gitsem olur mu?" Sorusuna lmüş babanız yaşıyor mu?" diye cevap verilebilen bir özen ve ciddiyetteki zaman zaman Müslümanları dahi dinden imandan çıkaracak seviyede seyreden bir tuhaf din yayınında oğlunuzu görüyorsunuz; dinini değiştiriyor canlı yayında.

Sahur vakti "helal disko"dan hallice bir TV platformunda gözleri olup da gören kulakları olup da duyan herkesin algılayabildiği "reyting reyting daha fazla reyting" diye bağıran fon eşliğinde Kelime-i Şahadet getirttirilen Ermeni vatandaşımız Arthur'un annesinin yerinde siz olsaydınız ne hissederdiniz?

Sadece inancınız bağlamında da düşünmeyin o mizansenin -böyle hastalıklı bir çağda- o çocuğun bundan sonraki hayatı üzerinde oluşturacağı etkileri onu maruz bırakabileceği tehdit ve tehlikeleri de düşündüğünüzde nasıl tepki verirdiniz?

BİLDİK HESAP

14 günde verdiğimiz 14 şehit + üzerlerindeki düzeneklerle onca X-Ray cihazı ve güvenlik sistemini aşarak TBMM'ye saldırı düzenlemek üzere giren 2 DHKP-C'li + ateşine odun atılan idam tartışmaları = 7 Haziran - 1 Kasım 2015 arası

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/rum-kiliselerini-de-imamoglu-mu-ayine-acti-51933yy.htm

================================

SELCAN TAŞÇI HAMŞİOĞLU: SÖZ

Ata'm;

İzindeyiz.

Açtığın yoldan "temsili" Bandırma Vapurları Bandırma uçakları Bandırma kamyonları Bandırma otobüsleri Bandırma otomobilleri Bandırma bisikletleri ne bulursak onunla gösterdiğin hedefe yürüyoruz.

2019 yılı Mayıs'ının 19. Günü tıpkı senin 100 yıl önce yaptığın gibi Samsun'a çıkıyoruz. "Güruh"a dahil olanların vebali boyunlarına "millet"in fiziken bunu yapamayacak durumda olan fertleri de ruhları ve gönülleriyle Samsun'da! Zira "Samsun iskelesi" bir "coğrafi konum"dan çok ötesi; tıpkı Ergenekon gibi Türk'ün adını hak ediş kalesi.

***

Tıpkı senin 100 yıl önce o iskeleye ayak bastığın gün olduğu gibi "ülkenin genel durumu ve görünüşü şöyle":

"Düşmanlar Türk devlet ve ülkesine karşı maddi ve manevi saldırıya geçmişler"; Ege'de tehdit Suriye'de yangın Akdeniz ve Karadeniz kaynamakta… Alavare dalavere Türk Mehmet nöbete; başkalarının emperyal düşlerinin bedeli evlatlarımızın canıyla ödenmekte. Söküp atamadığımız "şer ve hıyanet yuvaları" "ağacın kurdu" gibi milleti içten içe kemirmekte; inanç tehlikede ülkü tehlikede fıtrat tehlikede töre tehlikede…

"Devleti yönetenler kendi hayat ve rahatlarını kurtarabilecek çareden başka bir şey düşünmüyorlar"; fakir düşmüş halkı nasıl etkilediği devleti nereye sürüklediği hangi işgalin davetiyesi olduğunu umursayan yok onların tahtlarını koruyan her yol mübah.

"Farkında olmadığı halde başsız kalmış olan millet karanlıklar ve belirsizlikler içinde olup bitecekleri beklemekte. Felaketlerin dehşet ve ağırlığını kavramaya başlayanlar bulundukları çevreye ve imkanlarına göre kendi 'kurtuluş reçetesi' saydıkları önlemlere başvurmakta"; ama genele yayıl(a)mayan bireysel yahut dar çevrelerle sınırlı bu gayretler de derhal bastırılmakta.

"Ordu zayıf düşürülmüş" komutanlar ve subaylar kumpasların silah arkadaşlarının ihanetine uğramanın siyasi vesayet altına alınmaya çalışılmanın "çile ve güçülükleriyle yorgun". Vatanı parçalatmamak için mücadele ettikleri terör örgütlerinin gördüğü itibar karşısında "yürekleri kan ağlıyor gözleri önünde derinleşen felaket uçurumunun kenarında zihinleri bir kurtuluş yolu aramakla meşgul. "

Geniş kitleler "yönetenlerin hainliğinden haberdar olmadığı gibi o makama ve o makamda bulunana karşı asırların kökleştirdiği bağları dolayısıyla da içtenlikle boyun eğmekte" "onlarsız bir kurtuluşun anlamını kavrama kabiliyetinde değil" binlerce yıllık kökleri bulunan Türk devletinin bedeni bir siyasi partiyle bir siyasi liderle "bir" tutulmakta. "Bu inanca aykırı bir düşünce ileri süreceklerin vay haline! Derhal dinsiz vatansız hain ve istenmeyen kişi olur. " Terörist olur darbeci olur "muhalefet etmek suçu"nu işlemiş biri olarak her nevi fenalığın açık hedefi olur…

Bir de… "Kurtuluş çaresi ararken büyük devletleri küstürmemek temel ilke olarak kabul edilmekte"; halbuki hangi bağımsızlık var ki ecnebilerin nasihatları planlarıyla yükselebilsin değil mi?

***

Ata'm;

Tam 100 yıl önce ayak bastığın Samsun iskelesinde tıpkı senin 100 yıl önce sorduğun gibi soruyoruz 100 yıl sonra bizde:

"Bu durum ve şartlar karşısında kurtuluş için nasıl bir karar akla gelebilir?"

Manda mı? Himaye mi?

Peki "neyin ve kimin dokunulmazlığı için"?

Ve yine tıpkı senin 100 yıl önce yaptığın gibi "bu durum karşısında alınacak bir tek karar bulunduğunun" farkında olarak 100 yıl sonra biz de "beka" dahil sair zamanda uğruna ölünecek nice kavramın "anlamı kalmamış birtakım boş sözlerden ibaret" hale geldiği bugün söz veriyoruz ki;

Kayıtsız şartsız bağımsızlaşacağız!

Bizim için;

"Temel ilke: Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu ilke ancak tam istiklale sahip olmakla gerçekleştirilebilir. Ne kadar ferah ve bolluk içinde olursa olsun istiklalden yoksun millet medeni insanlık dünyası karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir davranışa layık görülmez.

Türk'ün haysiyeti gururu ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa yok olsun daha iyidir.

O halde "Ya istiklal ya ölüm"!

İşte gerçek kurtuluş isteyenlerin parolası bu olacaktır. "

Bir an için bu kararın uygulanmasında başarısızlığa uğranacağını farz edelim. Ne olur? Esirlik!

Peki öteki kararlara boyun eğme durumunda da sonuç bunun aynı değil mi?

***

Ata'm;

"Son ata yurdunda kalan bir avuç Türk" olsak bile -ki çok daha fazlasıyız görüyorsun sen de- söz veriyoruz "tarihten önce vardık" 100 yıl sonra kurtuluşun 200. yılında da burada ve hür olacağız!

NOT: Bu yazıdaki tespit tanım ve umutların büyük bölümü Ata'nın Büyük Nutku'nun "1919 yılı Mayısının 19. Günü Samsun'a çıktım" diye başlayan ilk bölümünden alınmıştır.

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/soz-51961yy.htm

================================

TOKMAK: KİŞİNİN AYNASI İŞTİR!

İşte İmamoğlu farkı…

İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde sadece 18 gün başkanlık yaptı… Ve mazbatası haksız ve hukuksuz bir şekilde elinden alındı… Fakat 18 gün bile İmamoğlu farkını gözler önüne sermeye yetti.

Öğrencilerin aylık ulaşım kartı 85 liradan 40 liraya indi. Suya ise konutlarda yüzde 46 iş yerlerinde yüzde 10 indirim geldi. Ayrıca 19 Mayıs günü bütün ulaşım vasıtaları ücretsiz oldu.

İmamoğlu göreve devam edebilseydi 16 milyon İstanbullu'nun yararına daha neler neler yapacaktı!

YSK iktidardan aldığı talimatla haksız ve hukuksuz bir şekilde bunu engelledi!

Bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan televizyonda milyonlarca kişinin önünde "Bu seçim iptal edilmeli ve YSK kendini aklamalı!" dedi. Bundan daha net talimat mı olur?

İmamoğlu mağdur edildi ama kısa sürede yaptığı işlerle halkın sevgilisi oldu.

Ziya Paşa'nın şu sözleri ünlüdür:

"Ayinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz

Görünür rütbe-i aklı eserinden!"

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/rahmi-turan/kisinin-aynasi-istir-4828145/

================================

TOKMAK: SUÇ CEZASIZ KALINCA

Hak hukuk adalet gibi kavramlar AKP ve MHP ortaklığı tarafından yok ediliyor!

Hızla demokrasiden uzaklaşıyoruz!

İYİ Parti Grubu Kılıçdaroğlu'na yapılan linç girişimini ve Meral Akşener'in evinin basılmasını hatırlatarak Yeniçağ yazarı Yavuz Selim Demirağ'a yapılan alçakça saldırının Meclis tarafından araştırılıp aydınlatılmasını istedi.

Böyle haklı bir önergenin kabul edilmesi gerekmez miydi?

Hayır efendim AKP ve MHP'nin oylarıyla bu hukuki ve insani önerge reddedildi!

Görünen o ki Türkiye hukuktan ve demokrasiden son süratle uzaklaşıyor!

Ülkeye yazık ediyorlar!

Halk arasında vahşi saldırıların linç ve dayak olaylarının aynı merkezden yönetildiği konuşulmaya başlandı.

Kim bu tür suç işlerse yaptığı yanına kâr kalıyor. Birileri onları koruyor ve kolluyor!

Failler hep serbest!

Suç cezasız kalınca ülkede daha vahim olayların çıkması kaçınılmaz olur!

Keser döner sap döner gün gelir hesap döner!

İstanbul Kadıköy'de Soma faciasını protesto etmek için yürüyüş yapan işçilerin elinde bir pankart vardı. Üzerinde:

"Her şey güzel olacak" cümlesi yazılıydı… Pankartta hiçbir partinin amblemi yoktu.

Polis yürüyen işçilerin önlerini kesti ve onlara "O pankart yasak edildi kaldırın" dedi.

"Bunda ne kötülük var?" diye sordular.

Polis şefi "Vali bey emretti kaldıracaksınız!" diyerek konuşmayı bitirdi.

İşçiler de "Eh vali beyden iyi bilecek değiliz ya… Demek ki bu pankart sakıncalıymış!"diye ironi yaparak pankartı kaldırdılar.

Ve işçilerin yürüyüşü devam etti.

★★★

Memleketin geldiği hali görüyor musunuz?

İktidarın geçici olarak İstanbul Belediye Başkanı da yaptığı Vali Ali Yerlikaya o pankartta ne sakınca gördü?

Ülkede her şeyin iyi olmasını istemiyor mu acaba?

Bu nasıl demokrasi nasıl özgürlük?

"Güzellik" sözü bile iktidara diken gibi batıyor!

Çünkü bu söz elinden mazbatası haksız yere alınan Ekrem İmamoğlu'nu çağrıştırıyor halka onun mazlumluğunu hatırlatıyor.

★★★

Diyelim ki "Her şey güzel olacak" cümlesi İmamoğlu'nun reklamı oluyor.

Peki bu seçim döneminde reklam yasak mı? Bütün İstanbul iktidar adayının reklamlarıyla dolu iken Vali Bey bu hukuksuzluğu neden yaptı?

Cevap gayet basit: İktidara yaranmak için!

Fakat… "Keser döner sap döner gün gelir hesap döner" sözü unutulmasın!

Kim ne yaparsa yapsın 23 Haziran günü vatandaş demokrasi karşıtlarına sandıkta iyi bir ders vermelidir!

İşte gerçek sanatçı

Fatma Girik 1957 yılında başladığı sinema serüveninde 180'den fazla filmde başrol oynayarak rekor kırdı.

1989-1994 yıllarında 5 yıl Şişli Belediye Başkanlığı yapan ünlü yıldız şimdi Bodrum'un Torba Mahallesi'nde asude bir hayat sürüyor.

Bir süre önce hastaneye kaldırılan Girik'in sağlık durumu düzeldi ama kalbinin yarısı İstanbul'da…

"Her şey güzel olacak" diyen Fatma Girik gibi birçok ünlü sanatçının İmamoğlu'nu desteklemesi iktidarı kızdırmışa benziyor.

"Demokrasi" lâfı ağızlarından düşmeyen bu zatlar karşıt görüşlere tahammülsüzlük göstererek ne kadar demokrat (!) olduklarını gösteriyorlar.

★★★

"İmamoğlu'nu sonuna kadar destekleyeceğim" diyen Fatma Girik ülkede yaşanan olayları dikkatle takip ediyor.

Cem Yılmaz'ın "Her şey güzel olacak" sözleriyle İmamoğlu'nu desteklemesine kızan Bahçeli Bey'in "Ben artık Cem Yılmaz'ı sevemem" demesini tebessümle karşılayan Fatma Girik esprili bir dille:

"Cem Yılmaz bu sözlere çok üzülmüştür. 'Bahçeli beni sevmiyor' diye belki de oturup ağlamıştır!" cevabını verdi.

Fatma Girik gerçek sanatçının haktan yana olarak halkı savunması gerektiğini söylüyor.

TEBESSÜM

Çalınamayan oylar!

İstanbul seçimi neden iptal edildi?

Efendim oylar çalınmış da ondan… Öyle diyorlar.

Peki çalanlar nerede? Yüksek Seçim Kurulu tarafından görevlendirilen seçim kurullarının polisin jandarmanın onca görevlinin gözü önünde oylar nasıl çalınmış?

Okurlarımdan bana gelen mesajlarda karşı görüşe yer veriliyor:

"O kadar kişinin denetlediği sandıklarda oyların çalınması mümkün değildir. Oyları çalamadıkları için seçim iptal edildi!" diyorlar.

Bu defa trafoya kediler girememiş!

GÜNÜN SÖZÜ

Gerçek çoğu zaman karartılır ama hiçbir zaman söndürülemez!

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/rahmi-turan/suc-cezasiz-kalinca-4814593/

================================

ÜMİT ZİLELİ: KEFEN PARASI DA SİZLERE ÖMÜR!. .

Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak önceki gün övünçle açıkladı:

Sanayi üretimindeki pozitif trend devam ediyor!. .

Neydi bu "pozitif trend" acaba? Şöyle izah edeyim; Mart ayında sanayi üretimi şubattan daha iyi olmuştu. Ne kadar güzel! Ancak fesat cephesi durur mu; cevap hemen geldi.

Sen geçen yılın aynı dönemine bir göz atıver!. .

Dayanamadım ben de bir göz atıverdim; eyvah ki eyvah üretim geçen yıla göre yüzde 2.2 oranında gerilememiş mi!. . Üstüne bir de Türkiye İstatistik Kurumu'nun yeni açıkladığı işsizlik rakamlarına bakınca adeta nakavt oldum sayın seyirciler:

Devletin verilerine göre bile işsiz sayısı 5 milyona dayanmıştı!. .

Eee kim artırıyordu peki bu üretimi?. . Bu tembel millet iş beğenmeyip çalışmıyordu da dışarıdan işçi mi ithal ediliyordu yoksa Suriyeli misafirlerimiz aşka gelip "kurtaralım şu memleketi" deyip makinaların başına mı geçmişti?. . Araştırdım tabii; ancak bizim yanaşma medyadan bir şey öğrenmek hiç mümkün olmadığı için onuruyla gazetecilik yapma savaşı veren birkaç gazete ve televizyon ile yabancı medyaya baktım.

Kazın ayağı hiç de Damat Bey'in anlattığı gibi görünmüyordu valla!. .

Durum "bindik bir alamete gidiyoruz felakete" çizgisini de geçmişti!. . Mesela Merkez Bankası kendisinin olmayan dövizleri bile sata sata rezervlerini eritmiş fare düşse kafasının yarılacağı bomboş bir kasayla kala kalmıştı!. . Haberin kaynağı neydi peki?

Financial Times gazetesi ve Bloomberg televizyonu!. .

Merkez Bankası'na sulanmak!. .

Ancak asıl büyük bombayı Reuters ajansı vasıtasıyla bizim medyanın dik duran eğilmeyen gazete ve televizyonları patlattı:

Sıra Merkez Bankası'nın htiyat Akçesi" ne gelmişti!. .

Ne demekti peki bu htiyaç Akçesi?" Günlük dilde söyleyeyim önce:

Merkez Bankası'nın kefen parası!. .

Yani herhangi bir savaş durumunda bir büyük depremde doğal felakette kullanmak için bir kenara ayrılan ve asla dokunulmayan para demek!. . Ederi ne kadar peki? 40 milyar Törkiş lira!. . Dolar cinsinden bakarsak 6.5 milyar dolar civarı…

İşte elde kalan bu son para da çıkarılacak bir yasayla hazineye devredilecek!. . Neden? Çünkü 5 ay içinde yıllık bütçeyi afiyetle yediler de onun için! Ufukta görünen bir büyük felaket mi var diye soracak olursanız stanbul seçimleri var ya" denilebilir!. .

Ekonomi uzmanları htiyat Akçesi" nin hazineye devrinin para basmakla eş anlama geldiğini bunun da görünür gelecekte epey maliyetli bedeli olacağı görüşünde birleşiyorlar… Sevgili arkadaşım SÖZCÜ Gazetesi Ekonomi Yazarı Murat Muratoğlu çok daha açık bir şekilde şunu yazdı dün:

Bu hamle gösteriyor ki artık "son kurşun" da bitmiş! Para basılmazsa memur maaşları emekli ikramiyeleri de ödenemeyecek durumda… Yurt dışından artık kolay kolay borçlanamıyorlar. Yurt içinden borçlansalar piyasaya gidecek parayı toplayacaklar iyice durgunluğa yol açacaklar. Haliyle Merkez Bankası'na sulanıyorlar!. .

Durum bu denli vahim bu kadar acıklı işte!. .

"Berat harikalar diyarında!"

Pekii böylesine bir kepazelik içinde Damat Bey nasıl oluyordu da bu denli yüksek perdeden atıp tutuyordu?. .

Gayet basit; hedef 23 Haziran da ondan!. .

Her şey İstanbul'u kazanmak için gerisi tufan da ondan!. . Gelen milyarlarla İstanbul paraya boğulacak seçmenin başı döndürülecek ve seçim kazanılacak hesap bu!. .

Ya 23 Haziran sonrası? Amaaan sizinki de laf olsun torba dolsun; nasıl olsa her duyduğumda acı acı güldüğüm "Varlık fonu" devreye sokulur IMF'nin kapısına gidilir ABD'nin şartları son anda kabul edilir karşılığında kredi muslukları açılır falan filan!. .

O nedenle önceki gün İYİ Parti lideri Meral Akşener Damat'ın millet "hayal satışını" afişe edip "Berat harikalar diyarında" dedi zaten!. . Bu devasa kazık kime girecek bu milyarları faizi ile kim ödeyecek sorusuna gelince…

Daha doğmamış çocuklarımız da dahil biz hepimiz Türk milleti tabii ki!. .

"Milletin a…. koyacağız" türünü ve onlara yol döşeyenleri hesaptan düşün lütfen çünkü onlar hep "harikalar diyarında!. . "

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/umit-zileli/kefen-parasi-da-sizlere-omur-4815832/

================================

ÜMİT ZİLELİ: ÖNCE SLOGANINI SONRA DA ADINI YASAKLADILAR!. .

31 Mart yerel seçimlerinden önce alay ediyorlardı halbuki…

Mesela AKP'li Cumhurbaşkanı mitinglerde gayet alaycı hatta küçümseyen bir ifade ile şöyle diyordu:

Kimseyi bulamadılar İstanbul'un kenarında bir ilçenin başkanını aday yaptılar!. .

"Kenar ilçenin Başkanı" adı takıldı hemen… Reis'in deyişiyle Binali Yıldırım'ın karşısında esamesi ile okunmazdı; büyük makamlara gelmiş ağırlığı olan dünya liderlerince bile tanınan bir devlet adamının karşısında hiçbir hükmü yoktu!. .

Yanaşma kalemler işareti alınca "Vurun abalıya" misali giydirmeye başladılar; aşağılamak için akla hayale gelmedik yalanlar ürettiler bir "Kenar mahallenin gülü" demedikleri kaldı. Beylikdüzü'nde ve diğer "kenar ilçelerdeki" insanları nasıl rencide ettiklerini düşünmediler bile… Çok da iyi yaptılar!. . Başlangıçta yalnızca İstanbul'un yüzde 16'sı tarafından ancak tanınan Ekrem İmamoğlu kısacık sürede tüm Türkiye'de ve dünyada tanındı iyi mi!

İktidara yakın ancak biraz olsun vicdanı olan yazarların da teslim ettiği üzere kendi becerisi samimiyeti ile halkın sevgisini kazanmış olan İmamoğlu yanaşmaların sayesinde de daha çok tanınmış ilgi odağı olmuştu. . Reis'e yaranalım derken her partiden oy alan bir kahraman yaratmışlardı!. .

Kenar ilçenin başkanı İstanbul'u söke söke aldı mosmor oldular!. .

Aslını yüceltir be birader!. .

Yüksek Seçim Kurulu'nun kargaları bile güldüren vicdanları ise kanatan "seçim yenileme" kararının ardından yalnızca Büyükşehir Belediye Başkanı'nın seçileceği yeni İstanbul seçimi süreci başladı…

İşte bu süreçte İmamoğlu bir gencin yürekten söylediği bir cümleden herkesin ağzına adeta yapışan bir slogan yarattı:

Her şey çok güzel olacak!. .

Umut veren yürek ferahlatan gülümseten bu slogan anında tuttu… Milyonlarca insan sosyal medyada bu "hastagı" kullanmaya başladı… Ancak bu durum iktidar cenahını hiç de mutlu etmedi… Önce FETÖ çamuruna başvurdular; neymiş bu slogan ilk defa FETÖ'nün müritleri tarafından kullanılmış demek ki İmamoğlu da aynı yolun yolcusuymuş!. .

Kimse yemedi tabii!. .

Bir de üstüne o gencecik çocuğun seçim otobüsünün yanında koşarken "Her şey çok güzel olacak Ekrem abi" diye haykırışının görüntüleri ortaya çıkınca iyiden iyiye kepaze oldular!. . Ne yapacaklarını şaşırmışlardı… İşte tam da bu sırada bir gezisi sırasında bir kadının "Her şey güzel olacak başkanım" diye bağırışına AKP'li Cumhurbaşkanı aynen şu yanıtı verdi:

Daha da güzel olacak!. .

O da ne; İmamoğlu'nun sloganı üzerine bir "daha" sözcüğü eklenerek AKP'nin Genel Başkanı tarafından sahiplenilmişti!. . Ardından ne görelim; Binali Bey de Twitter hesabında aynı sloganı "hastag" formunda kullanmaya başlamış!. .

Pek yaratıcı olmuştu doğrusu!

Ancak olmuyordu işte; iğreti duruyor İmamoğlu'nun avantaj hanesine yazılıyordu!. .

Bir başka yol bulunmalıydı…

Adını bile anmayın!

En kolayını buldular:

YASAKLAMAK!. .

İstanbul'da Soma cinayetinin 5. yılı için düzenlenen yürüyüşte "Her şey çok güzel olacak" pankartına polis tarafından el konuldu. Gerekçe sorulduğunda ise polis amirinin cevabı şu oldu:

Valilik yasakladı!. .

Yürüyüş serbest ancak o pankart yasaktı onu bırakırlarsa yürüyebilirlerdi… Öyle yapmak zorunda kaldılar ancak ortalık ayağa kalktı… Gazeteciler durumu İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'ya sordular ve şu şahane yanıtı aldılar:

Bir kelime bütününe cümle bütününe yönelik yasaklama söz konusu değildir!. .

Siz bir şey anladınız mı?. . Ama ardından gelen iki sözcük gayet anlaşılırdı:

İnisiyatif valiliktedir!. .

Şimdi anlaşılmıştı!. . Önce mazbatası ardından sloganı çalınan Ekrem İmamoğlu'nun "yasaklama komedisi" sonrası bu kez adı da yasaklandı sayın seyirciler!. . Şaka yapmıyorum; Abdülkadir Selvi daha önceki gün köşesinde yazdı:

Cumhurbaşkanı Erdoğan AK Parti milletvekillerine şu talimatı verdi: mamoğlu'nun adını anmayın CHP Adayı deyin. İmamoğlu'nu değil CHP'yi ön plana çıkarın. CHP ön plana çıktıkça oyları düşüyor…

Şu taktiğe bakar mısınız!. . Adamcağızın sloganından sonra adı da yasaklandı iyi mi!. . Peki tutar mı?

Bu saatten sonra asla!. .

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/umit-zileli/once-sloganini-sonra-da-adini-yasakladilar-4829237/

================================

ÜMİT ZİLELİ: VATAN KAHRAMANI VAHDETTİN ÖYLE ?!.

Yarın Cumhuriyet tarihinin en onurlu en başta gelen sayfalarından 19 Mayıs'ın 100. Yılını coşkuyla minnetle sevgi ve saygıyla kutlayacağız…

Hepimiz değil tabii!. .

Tarihimizin maalesef her döneminde var olan işbirlikçilerin Cumhuriyet düşmanlarının o günlerdeki vatan düşmanlarının İngiliz uşaklarının ardılları için 19 Mayıs 23 Nisan 30 Ağustos matem günleridir!. . Hele 29 Ekim tam bir karabasandır bu gibilerin gözünde; kabullenmezler ne büyük zaferi ne de Cumhuriyeti!. .

Değerli tarihçi dostum Mustafa Solak'tan bir mesaj aldım dün; aynen şöyle diyordu:

Toplum ve öğrenciler arasında Atatürk'ü vatanı kurtarması için Samsun'a Vahdettin'in yolladığına ilişkin algı var…

Yeni bir şey değil; çok uzun yıllardır yukarıda adını andığım işbirlikçiler bu algıyı yerleştirmek için her türlü yalana her türden haysiyetsiz iftiraya başvurdular… Solak yeni algı metodlarından birini de şöyle anlatıyor:

12. sınıf nkılap Tarihi ve Atatürkçülük" ders kitabının 62. Sayfasında Vahdettin'in "Paşa paşa memleketi kurtarabilirsin" sözü üzerinden başarı Vahdettin'e mal edilmeye çalışılıyor. Dahası Vahdettin'in hainliğine dair ifadeler kitaplardan çıkarıldı…

Kitaptaki bu anlatım Büyük Devrimci'nin Fatih Rıfkı Atay'a anlattığı anılarına dayanmaktadır ve Atatürk'ün anlatımı şöyledir:

"Yıldız Sarayı'nın küçük bir odasında Vahdettin'in diz dize denecek kadar yakın oturduk… Odanın Boğaz'a doğru açık penceresinden gördüğümüz manzara şu idi: Yan yana demirlemiş birkaç sıra zırhlı. Cephe topları sanki Yıldız Sarayı'na doğrultulmuştu. Söze Vahdettin başladı:

-Paşa Paşa şimdiye kadar devletimize çok hizmet ettin. Bunların hepsi artık bu kitaba girmiştir.

Elini önündeki kitabın üstüne basarak devam etti:

-Tarihe geçmiştir.

O zaman o kitabın tarih kitabı olduğunu anladım. Soğukkanlılık ve dikkatle dinliyordum.

-Bunları unut. Şimdi yapacağın hizmet şimdiye kadar yaptıklarından mühim olabilir. İstersen devleti kurtarabilirsin.

Hakkımdaki teveccühe teşekkür ettim ve "Memleketi kurtarmak için elimden geleni yapacağıma şüphe etmeyiniz" dedim. "

Yalnızca payitahtı kurtarmaya çalışan Padişah!. .

İşte bu konuşma Vahdettin'in Mustafa Kemal'i "Vatanı kurtarması için" Samsun'a gönderdiği yalanının icat edilmesini sağladı!. .

Ancak ahh şu belgeler ahh şu tarihe geçen ihanetler ahh İngiliz Malaya Zırhlısı'na binip kaçan soysuz Padişah ahh Mustafa Sabri'den Rahip Frew'a İskilipli Atıf'tan Şeyhülislam Dürrizade Abdullah'a Mustafa Kemal'i yok etmek için kurulan Kuvvayı İnzibatiye'ye o hainler ordusu yok mu işte onlar bozuyor işi!. .

Öncelikle sormak lazım; Vahdettin "Vatanı kurtarabilirsin" demiş hangi vatan acaba? Padişahın özel mülkü olan "Vatan" olmasın?!. Yalnızca "Payitaht" yani İstanbul ile sınırlı olan vatan olmasın?!.

İstanbul'un 16 Mart 1920'de ikinci kez işgal edilmesi sırasında Yıldız Sarayı'nda Rauf Bey'in "Meclis kararı olmadan herhangi bir milletlerarası vesikaya imza atmaması" isteğine "Rauf Bey bir millet var koyun sürüsü… Buna bir çoban lazım… O da benim" diyen Vahdettin vatan kahramanı öyle mi?!. . "Bu adamlar (İngilizler) istedikleri her şeyi yaparlar. İsterlerse Ankara'ya da giderler" diyen bu Padişah vatan savaşını başlattı öyle mi?!.

Ankara hükümeti temsilcisinin çantasından gizli evrakların çalınıp İngiliz Yüksek Komiseri'ne sunulmasını sağlayan Vahdettin Anadolu'nun kurtulması için tahtını sarayını tehlikeye attı öyle mi?!.

İnsanda biraz utanma duygusu biraz vicdan biraz haysiyet olur!. .

Tarih yalanları suratlara çarpmakta pek mahirdir!. .

Gerçekler yeri geldiğinde pek acı pek serttir…

Gerçekler yeri geldiğinde suratlarda boş bir eldiven gibi patlar kaçacak bir yer de bulamazsınız!. . O halde anlatalım; Mustafa Kemal Anadolu'ya İngilizler'in "Pontus Devleti" kurulması için Müslüman ahaliyi boğazlayan Rum çetelerine karşı yerel direnişin başlaması üzerine "Önlemezseniz Karadeniz'i de işgal ederiz" ültimatomu üzerine o direnişi bastırmak üzere gönderildi!. .

Vahdettin'in stersen devleti kurtarabilirsin" lafı İngilizlerin isteğinin yerine getirilip Türk direnişinin yok edilmesiydi!. . Dikkat edin o konuşmasında "Devleti kurtarabilirsin" diyor zaten vatanı milleti değil!. . Şimdi soralım:

Vahdettin ve tabi soysuz Sadrazam Damat Ferit vatanseverlerin İngilizlere ihbar edilip önce meşhur Bekirpaşa zindanına ardından yıllar sürecek Malta sürgününe gönderilmesinde başrolü oynamadılar mı?!

Aynı padişah Mustafa Kemal'in gerçek niyeti ortaya çıkınca Mustafa Sabri denilen hainin kaleme aldığı Şeyhülislam sıfatlı Dürrizade Abdullah isimli hainin fetva verdiği idam kararı için emir vermedi mi?!. .

Aynı soysuz Anzavur Ahmet denilen alçağa "sivil paşalık" unvanı vererek Kuvayı İnzibatiye'yi kurdurup Anadolu'da isyan çıkartmaya göndermedi mi?!.

Aynı Vahdettin Kurtuluş Savaşı başarıya ulaşınca İngilizlere yalvar yakar "Beni kurtarın" diyerek ailesiyle birlikte Malaya Zırhlısı'na binerek vatanından defolup gitmedi mi?!.

Mustafa Kemal bu rezil kaçıştı öğrendiğinde ne demişti biliyor musunuz:

Gerçekten neden ve nasıl olursa olsun Vahdettin gibi özgürlüğünü ve canını kendi ulusu içinde tehlikede görebilecek kertede aşağılık bir yaratığın bir dakika bile olsa bir ulusun başında bulunduğunu düşünmek ne acıklıdır!. .

O tarih kitabını yazanların okullara dağıtanların yüreği Büyük Devrimci'nin bu sözlerini yazmaya yeter mi asıl soru budur!!!

19 Mayıs bayramımız kutlu olsun…

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/umit-zileli/vatan-kahramani-vahdettin-oyle-mi-4841725/

================================

YILMAZ ÖZDİL: ATATÜRKSÜZ 19 MAYIS!

Atatürksüz Çanakkale uydurmaya çalışıyorlardı.

Şimdi de Atatürksüz 19 Mayıs icat ettiler.

Bursa büyükşehir belediyesi güya 19 Mayıs afişleri hazırlayıp caddelere asmış… Atatürk yok!

Atatürk'ün fotoğrafı olmadığı gibi resmi bayramın adını bile Atatürksüz yazmışlar.

Aslına bakarsanız…

19 Mayıs'ın 100'üncü yıldönümünde tee 100 yıl önceki zihniyetin bugün de var olduğunu görünce doğrusu pek hayret etmiyoruz.

İngiliz istihbaratı mesela…

"Atatürksüz milli mücadele" için çırpınmıştı.

Anadolu direnişinden vazgeçmesi karşılığında Mustafa Kemal'e dilediği miktarda para İtalya'da villa teklif etmişlerdi!

Parayla satın alamayacaklarını anlayınca algı operasyonuna yüklenip sahte bir vesikalık fotoğrafı yaymaya başladılar.

Kafasında kalpak yerine fes bulunan subay tıraşı yerine pofidik pofidik uzun saçlara sahip olan fırfırlı papyon takan tombul yanaklı pos bıyıklı esmer birinin fotoğrafıydı.

"İşte Mustafa Kemal paşa denilen bu" diye Anadolu'da dağıtıyorlardı.

Köylere uçaklarla atıyorlardı.

Anafartalar Kahramanı'ndan çok padişahların etrafında pervane olan dalkavuk kılıklı yılışık saray soytarılarına benziyordu.

O tarihlerde televizyon filan olmadığı için Anadolu'da gazete bile olmadığı için bu kara propaganda yöntemiyle zihinleri bulandırmak mümkündü.

Yurttaşlar Mustafa Kemal'in sadece ismini biliyordu gerçek fotoğrafını gören yoktu.

Bu nedenle İngiliz istihbaratının dağıttığı fotoğrafa inananlar oluyordu.

Sahte fotoğrafla birlikte sahte biyografi de hazırlamışlardı.

Yalanlarla doluydu.

Direnişi zayıflatmak için ahaliyi kandırmaya çalışıyorlardı "peşinden gitmeye değmeyecek biri" olarak tanıtıyorlardı.

Bir kişi bile bu palavralara inansa bir kişi bile tereddüte kapılsa kârdı.

İstanbul basını zaten ngiliz muhipleri cemiyeti"ydi.

Padişahtan ziyade majestelerine bağlıydılar.

Gerçekleri sansürlüyorlardı.

İzmir işgal edildiğinde bile "bu tür söylentilere inanmayın hepsi yalan" diye manşet atıyorlardı.

Habire Mustafa Kemal aleyhinde yayın yapıyorlardı.

"Vatan haini" olarak gösteriyorlardı.

"İslam düşmanı" olarak gösteriyorlardı.

İstanbul basınını böylesine kukla haline getiren İngiliz istibaratı bu kara propaganda faaliyetini iki karargah üzerinden yürütüyordu.

Haysiyetsiz işbirlikçi Türklerden oluşturdukları yerel muhbirlik-casusluk ağının kod adı Kara Jumbo'ydu.

Binbaşı John Bennett yönetiyordu. Mükemmel seviyede Türkçe konuşuyordu Kuran tefsiri yapabilecek kadar Arapça'ya hakimdi Türkslam örfünü adetlerini çok iyi biliyordu örtülü görevlerde Müslüman gibi görünmek için sünnet bile olmuştu.

Beyoğlu Tepebaşı'ndaki Kroker Oteli'ni karargah olarak kullanıyordu. Bodrum katı işkence merkeziydi.

İngiliz Savaş Bakanlığı'na gönderilen raporlara bakılırsa TBMM içinde bile uzantıları vardı. İşbirlikçi milletvekillerinin isimleri belirtilmemişti kod numaraları verilmişti. Gizli oturumların tutanaklarını kelimesi kelimesine Londra'ya aktarıyorlardı.

Üst düzey İngiliz casusları ise albay Nelson tarafından yönetiliyordu.

"Ramiz bey" takma adıyla tanınıyordu.

Şişli'de bir apartmanı karargah olarak kullanıyordu.

O da tıpkı Bennett gibi pürüzsüz Türkçe konuşuyordu.

Suikast sabotaj isyan örgütlemek kara propaganda Kuvvacıların yeraltı ağına sızmak Nelson'ın işiydi.

O sırada…

James Bond İstanbul'daydı!

Bu tarihi gerçek 2010 yılında gün ışığına çıktı.

Quenns Üniversitesi tarih profesörü Keith Jeffrey 100'üncü kuruluş yıldönümü vesilesiyle İngiliz istihbarat teşkilatı MI6'in arşivlerinde inceleme yaptı. "Gizli Servisin Tarihi" ismiyle kitaplaştırdı.

Bu belgesel kitabında… Ian Fleming'in romanlarındaki James Bond karakterini Wilfred Dunderdale'den esinlenerek yarattığını yazdı.

"Biffy" kod adını kullanan Wilfred Dunderdale'in 1919'la 1922 yılları arasında Kurtuluş Savaşı boyunca İstanbul'da görevli olduğunu anlattı.

Ian Fleming'in yakın arkadaşı olan Wilfred Dunderdale Karadeniz limanlarında ticaret yapan armatör bir İngiliz babanın oğluydu. Odessa'da dünyaya gelmişti. Petrograd Üniversitesi'nde deniz mühendisi olmuş İngiliz istihbaratına katılmıştı. Boksördü. Akıcı Rusça biliyordu. Şık giyiniyordu özel kol düğmeleri yaptırmayı seviyordu. Lüks yaşama ve kadınlara düşkündü.

İstanbul'daki görevinden sonra Fransa'ya geçecek İkinci Dünya Savaşı'nda Paris'te istasyon şefi olacak Nazilere karşı mücadele edecek sonrasında özellikle Polonya'da Sovyetlere karşı çalışacak 1959'da emekli olacak 1990'da ölecekti.

İlk görev yeri İstanbul'du.

Milli mücadele'ye karşı faaliyet yürütüyordu.

Albay Nelson'ın emrindeydi.

Demem o ki…

Bursa belediyesinin hevesini kursağında bırakmak istemem ama…

Atatürksüz 19 Mayıs'ı James Bond bile başaramadı kardeşim!

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/yilmaz-ozdil/ataturksuz-19-mayis-4828964/

================================

YILMAZ ÖZDİL: YUNAN ÖYLE ?

"19 Mayıs'ın 100'üncü yıldönümü" vesilesiyle Mustafa Kemal'in hayatından kesitler aktarmaya devam ediyoruz.

Bugünkü öykülerimiz İstanbul büyükşehir belediye başkanı Ekrem İmamoğlu'na ve Trabzon halkına "Yunan" benzetmesi yapan "Rum kökenli" imasında bulunan Esenler belediye başkanı için geliyor.

Dolmabahçe Sarayı'nın bahçıvanı Pandeli Roketos'tu.

"Rum bu işten atalım" diyen olmadı.

Aksine… Liyakat aşığı Mustafa Kemal tarafından çok önem verdiği Yalova Çiftliği'nin başına getirildi.

Dünyanın çeşitli ülkelerinden sekoya pavlonya Arizona selvisi mavi atlas sediri kırkkese Japon akçaağacı fidanları satın aldırdı hangi ağacın nereye dikileceğini bizzat çizdi Pandeli'ye diktirdi böylece Yalova'da Türkiye'nin ilk canlı ağaç müzesi arboretum kuruldu.

Pandeli ölene kadar Mustafa Kemal'in yanındaydı.

1929 yılında başkentimizde Ankara'da çiçekçi dükkanı yoktu.

İstanbul'da Sabuncakis vardı Girit kökenli bir aileydi sahibi Yorgaki'ydi.

"Reisicumhur çağırıyor" dediler Çankaya'ya götürdüler.

Mustafa Kemal "çiçek siparişi" değil "dükkan siparişi" verdi.

"Ankara'da dükkan açacaksın vali beyle birlikte Ulus Meydanı'na git dükkanın yerini kendin seç nereyi beğeniyorsan oraya aç" dedi.

Sabuncakis için dükkan açmak zor değildi.

Ama çiçeği kime satacaktı?

O tarihte Ankara'da manav bile yoktu.

Bu endişesini açıkça dile getirdi.

Mustafa Kemal gülümsedi… "Kime olacak tabii ki bana satacaksın kimse almazsa hepsini ben alırım" dedi.

Başkentin ilk çiçekçi dükkanı Rum kökenli vatandaşımız Sabuncakis tarafından Ankara Palas Oteli'nin tam karşısına açıldı.

Sabuncakis ayrıca Gençlik Parkı'nın ve Çubuk Barajı'nın çevre düzenlemesini yaptı 19 Mayıs Stadı'nın çimlerini yaptı.

Mustafa Kemal Harbiye öğrencisiyken arkadaşlarıyla sık sık Çemberlitaş'a giderlerdi Tavuk Pazarı'nda Yorgo'nun meyhanesine uğrarlardı. Devamlı müşteri oldukları için açık hesapları vardı. Ay başında maaşı alınca kapatırlardı.

Aradan yıllar yıllar geçti cumhurbaşkanı oldu 1932 yılında güzel bir yaz akşamı… Dolmabahçe rıhtımında Nuri Conker ve Salih Bozok'la oturuyorlardı gençlik yılları aklına düştü. "Var mısınız Yorgo'ya gidelim" dedi. Kalktılar hiç haber vermeden baskın yaparcasına gittiler. "Yorgo biz geldik" diye içeri daldılar oturdular.

Beyaz önlüklü ihtiyar Yorgo'nun gözleri doldu. Tıpkı eski günlerdeki gibi masayı donattı. Mezeleri her zamanki gibi muhteşemdi.

Mustafa Kemal öbür masalardaki müşterilere döndü "benim kim olduğumu unutun rahatsız olmayın aranızda sizlerden biri olarak bulunmak istiyorum keyfinize bakın" dedi.

İki saat kadar yenildi içildi.

Afiyetle kahveler yudumlandı.

Hesap mesap istemeden kalktılar kapıya yürüdüler…

Mustafa Kemal tıpkı öğrencilik yıllarında olduğu gibi seslendi:

"Yaz hesaba Yorgo ay başında öderim!"

Yorgo da tıpkı o yıllarda olduğu gibi sıcacık karşılık verdi:

"Güle güle Mustafa Kemal gene buyur. "

(Elbette ertesi gün hesabı fazla fazla gönderdi. )

İlla konforlu mekan aramazdı.

Bazı geceler Kireçburnu'ndaki Rum balıkçı lokantalarına giderdi omuz omuza vererek neşe içinde Kasabiko oynardı.

19 Mayıs 1919'dan önce milli mücadele için Anadolu'ya geçmeden önce gömleklerini Beyoğlu'nda Strongilos Biraderler'e diktirirdi.

İstanbul'un en iyisiydi.

Saraya da gömlek dikerlerdi.

Bu prestijli terzi dükkanında Yani Delagramatika adında bir kalfa çalışıyordu vücut ölçülerini hep o alırdı.

Kurtuluş Savaşı başladıktan sonra alışkanlıklarını değiştirmeyen Mustafa Kemal gömleklerini yine Strongilos Biraderler'e diktirmek istedi.

İstedi ama Yunanistan'la savaşıyorduk…

Rumların Anadolu'ya gitmesi yasaklanmıştı.

Yunanistan'la gırtlak gırtlağa girilmişken… Strongilos Biraderler Mustafa Kemal'in hatırını kırmak istemedi kalfa Yani'yi Ankara'ya gönderdi iyi mi!

Macera dolu kaçak yollarla Anadolu'ya geçti ölçüleri aldı aynı kaçak yollarla İstanbul'a döndü.

Dikildi paketlendi yeniden Ankara'ya götürüp elleriyle teslim etti.

(Bu muhteşem insani ilişkinin sinema filmi yapılmaması belgesel yapılmaması romanlarının yazılmaması adeta yok sayılması hakikaten üzücüdür. )

Rum kalfa Yani Delagramatika doğup büyüdüğü şehri terketmedi.

Cumhuriyet'ten sonra da İstanbul'da yaşamaya devam etti.

Kendi dükkanını açtı.

Ve Mustafa Kemal'den esinlenerek adını değiştirdi.

Ahlaki güzellik manasında "Kemalat" adını aldı.

(Strongilos biraderler Konstantinos ve Theoklis'ti. Baba mesleğiydi 1880'den beri Beyoğlu'nda dükkanları vardı. 1925'te Yunanistan'a göç ettiler Atina'da aynı isimle dükkan açtılar. Kendileri yaşlanınca kuzenlerine devrederek isimlerini devam ettirdiler. Yunan kraliyet ailesine aralarında Papandreu'nun Karamanlis'in de bulunduğu siyasetçilere gömlek diktiler. 2013 yılında Yunanistan'da yaşanan ekonomik krizin kurbanı oldular 133 yıllık markayı kapattılar. )

Mustafa Kemal ayakkabılarını çizmelerini ve terliklerini neredeyse bütün ömrü boyunca Sirkeci'deki Altın Çizme'de yaptırdı.

Altın Çizme'nin sahibi Onufri Karkilidis'ti.

Askerliğini Şam'da Mustafa Kemal'in emrinde yapmıştı.

Aynı zamanda poker arkadaşıydı.

Kare eksik olduğunda Onufri'yi çağırtırdı.

19 Mayıs 1919 ruhunda Rum Ermeni Musevi ayrımı yoktu hiç olmadı.

"Ne mutlu Türküm diyene" şemsiyesi altına giren herkes bu milletin özbeöz evladı sayıldı.

E şimdi 19 Mayıs 1919'un 100'üncü yıldönümünde bakıyoruz…

Alt tarafı bir oy uğruna gözü dönenler Ekrem İmamoğlu'na "Yunan" benzetmesi yapıyorlar "Rum kökenli" imasında bulunuyorlar.

Güya hakaret ediyorlar ama…

Keşke Pandeli kadar Yani kadar Yorgoki kadar Türk olsanız birader!

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/yilmaz-ozdil/yunan-oyle-mi-4842698/



================================

RIFAT SERDAROĞLU: HİÇ BİR ŞEY YAPAMAZSINIZ!

AKP Genel Başkanı Erdoğan'ın sinirleri iyice bozulmuş.

Aklı başında bir insanın asla söylemeyeceği sözleri söylüyor!

Sanki Türk Milletini o doyuruyormuş gibi "Doyuruyorsun yine de oy vermiyorlar" diyebiliyor.

Kendisini seçen Türk Milletine en ağır hakareti yaptığının farkında bile değil!

Sinirlerinin çok bozuk olduğunu şu örnekten anlamak için psikiyatr olmaya gerek var mı?

TÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Sayın Tuncay Özilhan'ın anayasa ve demokrasi gereği en doğal hakkı olan eleştirisini duyunca konumunu ve sorumluluklarını unutup derhal kabadayı gibi boş tehditlerle saldırmaya başlıyor!

AKP Genel Başkanının şu sözlerini lütfen dikkatle okuyunuz;

"Sizin 17 yıl önceki durumunuzu da biliyorum bugünkü durumunuzu da biliyorum. Gerekirse bunu teşhir ederim. İçerden saldıranlara HESABINI SORARIZ. "

Bir; Hiç kimse sizin gibi düşünmek zorunda değildir!

İki; Ülkeyi yönetenleri terbiye dahilinde eleştirmek her Türk Vatandaşının anayasal hakkıdır.

Üç; Siz hesap sorma makamı değilsiniz. Siz Türk Milletine hesap verme konumundasınız.

Dört; Anayasal hakkını kullandığı için Sayın Özilhan'a hiçbir şey yapamazsınız.

Beş; Yapabileceğiniz yargıya şikayetçi olmaktır o kadar.

Altı; Tuncay Özilhan'ın değil 17 yıl 77 yıl geriye gidip geçmişini araştırsanız da çöp bulamazsınız.

Sizin İstanbul Adayınızın şaibeli servetinden fazlasını Türk Basketboluna veren bir ailedir. Bakın tüm dünya Fenerbahçe ile Efes maçını ve Türk Basketbolunu konuşuyor. Böyle bir tanıtımı kaç milyon dolara yapabilirsiniz?

Sayın AKP Genel Başkanı;

Sizlerin gücü kime yeter hatırlatayım mı?

301 insanımızın öldüğü Soma'da sizi protesto eden genci korumalarınızla beraber markete kadar kovalayıp İsrail dölü dediğiniz ve tokatladığınız garibana yeter.

"Al ananı da git" dediğin Mersinli çiftçiye yeter.

Başbakanlık müşavirinizin tekmelediği işçiye yeter.

Sayın AKP Genel Başkanı;

Adamlarınız dünyayı dolaşıp para arıyorlar ya!

Merkez Bankasının İhtiyat Akçesini kullanmaya başladık ya!

Emeklilerin bayram ikramiyelerini bile ödemekte zorlanıyoruz ya!

Şu TÜSİAD denen kuruluşa beraberce bakalım mı?

Temsil ettiği 4.500 şirket kamu dışı milli gelirin YARISINI oluşturur.

Dış Ticaretimizin %85'ini (Enerji ithalatı hariç) gerçekleştirir.

Kayıtlı istihdamın (kamu ve tarım hariç) YARISINI sağlar.

Kurumlar vergisinin %80'ini öder…

Peki siz tüm ömrünüz boyunca yanınızda kaç kişi çalıştırdınız?

Ömrünüz boyunca Türk Devletine kaç kuruş vergi verdiniz?

Sayın AKP Genel Başkanı;

Çağdaş insan fikirleriyle konuşur. Lütfen siz de öyle yapın.

Bulunduğunuz makamların üniversite eğitiminizin kibarlığınızın beyefendiliğinizin gereği de budur.

Ne o öyle tehdit falan?

Siz kendinize yakışanı yapın…

Not;

Çoban Ateşi Hareketi Aydın-Denizli-Muğla İllerinin ortak toplantısı için Aydın'da buluşacağız.

================================

YILMAZ ÖZDİL: TELGRAFIN TELLERİ

16 mayıs 1919

Tam 100 yıl önce bugün Bandırma Vapuru'na bindi.

Samsun'a ayak basar basmaz ilk iş telgrafhaneyi kontrol altına aldı.

Havza Amasya nereye gitse ilk iş telgrafhaneyi ele geçiriyordu.

İletişim dehasıydı.

Telgrafı o ilkel şartlarda internet ağı gibi kullanıyordu.

Memleketin kılcal damarlarına adeta e-posta gönderir gibi tweet atar gibi whatsapp mesajı atar gibi telgraf çekiyordu.

Telefon yoktu.

Resmi dairelerin çoğunda elektrik bile yoktu.

Ama isimsiz kahraman telgrafçılarımız sayesinde adeta yaprak kıpırdasa haberi oluyordu uçan kuştan haberi oluyordu.

(Ne zaman okusam tüylerim diken diken olur gözlerim dolar… İzmir işgal edildiğinde İzmir'deki yurtsever telgrafçılarımızdan Anadolu'ya şu mesaj çekilmişti: zmir işgal olundu. Şehirde katliam var. Kan gövdeyi götürüyor. Hamiyetli olan Allah'ını vatanını dinini seven Vatan Ordusu'na imdat etsin. Bu telgrafı ele geçirmiş olan muhabere memuru arkadaşlarımızdan Allah aşkına rica ederiz açık olan bütün hatlara memleketin her tarafına yetiştirsinler. Onlar da gönderdikleri yerlere bizim ricamızı tekrarlasınlar. Namuslarına vatanperverliklerine erkekliklerine havale!")

Telgrafın tık tık tık tık sesleri Kuvayi Milliye'nin kalp atışıydı.

Sivas Kongresi'ni takip eden Chicago Daily News muhabiri Louis Browe şu haberi yazmıştı: "Bu gece burada gördüğüm kadar iyi işleyen bir telgraf şebekesini ömrümde görmedim. Yarım saat içinde Erzurum Erzincan Musul Diyarbakır Samsun Trabzon Ankara Malatya Harput Konya ve Bursa'yla irtibat halindeydiler. Telin bu ucunda Mustafa Kemal oturuyor öbür ucundaki komutanlar mülki idare amirleri onun emirlerini sorgusuz sualsiz yerine getiriyor. "

İngiliz istihbaratı Londra'ya rapor üstüne rapor yolluyordu: "Mustafa Kemal gittiği yerlerde en önce telgraf merkezlerini ele geçiriyor İstanbul'la temas kurduğu bu hatları mutlaka kesmek gerekiyor. "

Güya Londra'yı haberdar ediyorlardı ama aslında burunlarının ucundan haberleri yoktu!

Sirkeci'deki Büyük Postane'nin bodrumunda gizli telgraf merkezi kurulmuştu.

İkinci kattaki muhabere salonundan bodruma çaktırmadan hat çekilmişti.

Yurtsever telgrafçılarımız mesai bittikten sonra binaya sızıyor yeraltındaki odada gaz lambasının ışığında sabaha kadar çalışıyorlardı.

Anadolu'ya mesaj gitmesin diye postanenin kapısında nöbet tutan süngülü İngiliz askerlerinin ruhu bile duymuyordu.

Silah ve cephane sevkiyatı Anadolu'ya geçecek subayların ve sivillerin sahte kimlik belgeleri İngiliz casusların isim listesi gibi hayati konularda kesintisiz trafik yaşanıyordu.

Mustafa Kemal'in Ankara'daki karargahı "direksiyon binası"ndan İstanbul'daki yeraltı örgütümüz Mim Mim Grubu'na iletilmek üzere bazı günler 400'ün üzerinde şifreli telgraf geliyordu.

Kuvayi Milliye'nin çekirdek kadrosu İsa Musa Ay Yıldız Güneş Cengiz Demir Küçük gibi kod adlarını kullanıyordu.

Mustafa Kemal'in kod adı "Nuh"tu.

Şifreli mesajlarının altına imza olarak "Nuh" yazıyordu.

Emperyalist işgalini "tufan"a Bandırma Vapuru'nu "Nuh'un gemisi"ne mi benzetiyorlardı… Orası bilinmiyor. Ama kod adı Nuh'tu.

İletişim denilen mekanizmayla o kadar ilgiliydi ki telgrafı geliştiren telsiz sinyalleri göndermeyi başaran ve bu sayede Nobel fizik ödülü kazanan İtalyan mucit Marconi'yi yakından takip ediyordu.

Henüz Trablus'tayken Sofya'dayken Avrupa gazetelerinde Marconi'nin attığı adımları okuyor iletişim devriminin geleceği şekillendireceğini görüyor planlarını iletişim üzerine kuruyordu.

Kurtuluş Savaşı'nın sonunda "zaferi nasıl kazandınız?" diye soran yabancı gazetecilere şu cevabı verecekti: "Telgrafın telleriyle!"

Aradan 100 yıl geçti…

Gazeteleri kontrol altına alırsak televizyonları kontrol altına alırsak topluma istediğimiz gibi yön veririz diye düşünen saray muhiplerinin 100 yıl sonra hâlâ bir türlü kavrayamadığı işte budur.

Gazeteleri susturdun.

Televizyonları susturdun.

Ama toplumun her şeyden haberi var.

Çünkü bugünün telgraf mekanizması zannedildiği gibi gazeteler veya televizyonlar değildir sosyal medyadır.

31 Mart seçimi mesela telgrafın telleridir iletişim zaferidir.

Atı alıp Üsküdar'ı geçememelerinin en önemli sebebi Ekrem İmamoğlu'nun muhteşem basiretinin yanısıra memleketin kılcal damarlarına kadar yayılan sosyal medya iletişimidir.

23 Haziran'ın garantisi de yüksek saray kurulu'nun resmi açıklaması değil demokrasi gönüllülerinin sosyal medya iletişimi olacak.

Türkiye'de 59 milyon kişi internet kullanıyor.

52 milyon kişi sosyal medyada aktif olarak yeralıyor.

44 milyon kişi sosyal medyayı cep telefonundan takip ediyor.

43 milyon kişi facebook'u 38 milyon kişi Instagram'ı kullanıyor her gün yedi milyon tweet atılıyor.

Türkiye'de insanlar her gün ortalama 2 saat 45 dakika sosyal medyada dolaşıyor.

Sen hâlâ hangi Anadolu Ajansı'ndan bahsediyorsun birader?

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/yilmaz-ozdil/telgrafin-telleri-4815755/



================================

YILMAZ ÖZDİL: ZORLA GÜZELLİK

Her şey çok güzel olacak diyenlere "zorla güzellik" dayatıyorlar!

Ekrem İmamoğlu'nu destekleyen sanatçıları isim isim fişliyorlar tehdit ediyorlar dizilerde rol almasınlar diye televizyonlara baskı yapıyorlar kazandıkları ödülleri geri alıyorlar konserlerini yasaklıyorlar bu şehre giremezler diyen belediye başkanı bile var.

50'li yılların başı…

İktidarı ele geçirenlerin iktidar sarhoşluğuyla başının döndüğü yıllar.

Bursa'nın ünlü Çelik Palas otelinde cumartesi akşamları orkestra eşliğinde keyifli anlar yaşanıyor. Birbirinden zarif hanımlar şık beyler dans ediliyor. Yemekle başlayan müzik o günkü yasalar gereği makul bir saatte sona eriyor.

İşte gene böyle neşeli bir gecenin finalinde solist kapanış selamını veriyor orkestrası adına salondakilere teşekkür ederek enstrümanları toplatmaya başlıyor ki… O da ne?

Arka masalardan tehditkar bir ses yükseliyor: Devam edinnn!

Herkes dönüp o yöne bakıyor güya takım elbiseli ama yaka bağır açık erkek erkeğe oturan dört tip.

Tatsızlık çıkmasın diye orkestra tekrar yerine oturuyor solist tangoya başlıyor papatya gibisin beyaz ve ince…

Tango bitiyor.

Çile bitmiyor.

Az önce devamm diyen herif bu defa elini devam devamm manasında sallıyor "devam edin dedim duymadınız mı" diye bağırıyor.

Orkestra soliste bakıyor.

Solist zoraki ses tonuyla ve adeta mesaj verircesine son tangoyu tekrarlamaya başlıyor nedir bu çektiğim senin elinden yalvarırım gel üzme beni…

Herif aniden yerinden fırlıyor ağzından köpükler saça saça sahneye yürüyor "çalacaksın ulan daha coşkulu çalacaksın" diye gürleyerek tokadını sallıyor solisti ıskalıyor ayaklı mikrofona patlatıyor deviriyor.

Orkestra donup kalıyor.

Az önce şen şakrak kahkahaların yükseldiği salona ölüm sessizliği hakim oluyor herkes korkuyla endişeyle suspus oluyor.

Otel yetkilisi sahneye koşuyor vaziyete müdahale etmeye çalışıyor ortak bir tanıdık çağırıp işi tatlıya bağlamak için gayet nazik ifadeyle soruyor sayın beyefendi siz kimlerdensiniz acaba?

Herif kendini tanıtıyor:

"Ben demokrasiyim ulan!"

Sonra da salona dönüp aynı hiddetle nara atıyor:

"Memlekette artık demokrasi var ulan var mı itirazı olan!"

E bunca yıl sonra bakıyoruz…

Sayın iktidarımız sanatçıların üstüne yürüyor.

Mikrofon tokatlıyor.

Salona karşı nara atıyor:

Benim şarkımı söyleyeceksiniz ulan!

Ben bitirmezsem bitmeyecek ulan!

Gönüllü olarak kendi özgür iradesiyle zarafetle nezaketle saygıyla sevgiyle "her şey çok güzel olacak" diyenlere "zorla güzellik" dayatmasıdır bu.

Ama kaç defa tekrar ettirirsen ettir…

Son tangodur!

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/yilmaz-ozdil/zorla-guzellik-4785515/



- - - - - - - - - - - - -
a45UyF587661
- - - - - - - - - - - - -
Bir millet egitim ordusuna sahip olmadikca savas meydanlarinda ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin o zaferlerin kalici sonuclar vermesi ancak egitim ordusuyla mumkundur.

Gazi Mustafa Kemal ATATURK

- - - - - - - - - - - - -
JEAN MESLIER : SAGDUYU TANRISIZLIGIN ILMIHALI

173. ALLAH VE DIN HAKKINDA HER YERDE VAR OLAN CESITLI VE CELISKILI FIKIRLER KANITLAR KI, ALLAH VE DIN, HAYALGUCUNUN HAM HAYALLERINDEN BASKA BIR SEY DEGILDIR

Allah'in karakterini belirleyen, hep insanin karakteridir. Herkes kendisine gore bir Allah yapar. Eglenceye, hazlara dalan neseli adam, Allah'in ciddi, yuzu gulmez olabilecegini tasavvur edemez. Kolay iliskiye girebilmek icin, ona, elde edilmesi kolay bir Allah gereklidir. Ciddi, hasin, nesesiz, hircin, sert mizacli adam, kendine benzeyen, "titreten" bir Allah ister; yumusak ve elde edilmesi kolay bir Allah kabul edenlere gozlemci gozuyle bakar. Dinden donmeler, cekismeler kacinilmazdir. Insanlar tumuyle birbirinin ayni olmayacak sekilde dusmanlik icinde olduklarindan ve degistiklerinden, yalniz dimaglarinda mevcut olan bir ham hayal hakkinda muttefik olabilirler mi!

Allah'in gostericileri (yani din imamlari) arasinda, surekli olarak artan ve kiyici oldugu kadar da bitmez tukenmez olan cekismeler, kendilerini tarafsiz bir goz sayanlarin guvenini saglayacak icerikte degildir. Baskalarina ogretenlerin bile, uzerinde asla ittifak edemedigi ilkeler karsisinda, en tam inancsizliga ve imansizliga, insan nasil sarilmaz? Fikri, rahiplerinin kafalarinda bu kadar acik bir sekilde degisen bir Allah'in varligi hakkinda nasil kuskuya dusulmez? Sekilsiz celiskiler yiginindan baska bir sey olmayan bir "Allah", isin sonunda nasil tumuyle atilmaz; red ve inkar edilmez?

Dunyaya bildirdiklerini one surdukleri soz konusu gerceklerin anlami konusunda surekli birbirini curutmekle, birbirini kufur ve dinsizlikle suclamakla, birbirini acimasizca kahretmekle mesgul gordugumuz rahiplere, Allah hakkinda bilgi almak icin, nasil basvurulur?!

- - - - - - - - - - - - -
Oynadigimiz bu oyunda, kazanmak soz konusu degil.
Ama bazi yenilgiler otekilerden daha iyidir...

George Orwell

- - - - - - - - - - - - -
Hakikat, gercekte olanlardan cok daha sasirticidir.

TWAIN,MARK (Samuel Langhorne Clemens) (1835-1910) ABD'li yazar.
Ateistin Kutsal Kitabi - Aforizmalar - Derleyen Joan Konner

- - - - - - - - - - - - -
Grup eposta komutlari ve adresleri :
Gruba mesaj gondermek icin : ozgur_gundem@yahoogroups.com
Gruba uye olmak icin : ozgur_gundem-subscribe@yahoogroups.com
Gruptan ayrilmak icin : ozgur_gundem-unsubscribe@yahoogroups.com
Grup kurucusuna yazmak icin : ozgur_gundem-owner@yahoogroups.com
Grup Sayfamiz : http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz : http://orajpoyraz.blogspot.com/

 


 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder