Silivri Cezaevi'nde 15 aydır tutuklu bir gazeteci olarak, her ne kadar cezaevi koşullarıyla gündeme gelmek istemesem de, bu bize dayatılıyor. Burada hukuksuz bir şekilde özgürlüğümüz elimizden alınmışken, cezaevindeki yaşamla ilgili bilgi kirliliğini düzeltmek zorunda kalıyorsunuz. Evet, zorundayım.
Silivri'de "Adalet" beklerken, "Bakanı" gelmiş. "Gelmiş" diyorum çünkü, köşe yazarlarıyla yapılan resmi gezinin ayrıntılarını gazetelerden öğrendim. Ama böylesi bir PR kampanyasının olacağı bir süredir hissediliyordu. Her ne kadar gezi 6 No'lu Cezaevi'ne yapılsa da, kaldığım 1 No'lu Cezaevi'ndeki koğuşların dışındaki duvarlara yağlı boya resimler yapılması; Bakan Sadullah Ergin'in geldiği günkü muazzam temizlik operasyonu, "olur da Bakan buraya da uğrarsa"nın tedbiriydi.
KALP KRİZİ GEÇİREBİLECEĞİNİZ ZAMANLAR
Gelelim, gazetecilerin izlenim notlarındaki doğru olmayan bilgilere…
Hürriyet'ten Ahmet Hakan'la başlayalım.
Ahmet Hakan demiş ki; "cezaevlerinin revirlerinde günün her saati sağlık hizmeti veriliyor!"
Hiç doğru değil.
Cezaevi revirinde görevli pratisyen doktor, iki cezaevinden sorumlu. Akşam mesai saati bitince revirde hiçbir sağlık görevlisi yok. Keza, hafta sonu tamamıyla boş! Yani; ilk müdahalenin yapılabilmesi için olası bir kalp krizinizi, hafta içi mesai saatlerine denk getirmeniz gerekiyor!
Yine Ahmet Hakan; Tuncay Özkan'ın ve Mustafa Balbay'ın kitap yazmak için bilgisayar odasını kullanabileceklerini yazmış!
Doğru değil.
Silivri Cezaevi'nde bulunan bilgisayar odalarını haftada 2 saat kullanabiliyorsunuz. Ve o bilgisayarda sadece iddianamenizi inceleyebiliyor, savunma yazabiliyorsunuz.
(Milyonlarca sayfaya ulaşan dava klasörlerini, haftada 2 saat içinde nasıl inceleyebileceksiniz? Bu soru muamma.)
O bilgisayar odasında kitap, günlük vs. yazmak yazak. Özkan ve Balbay gibi diğer tüm tutukluların isteği; modemi olmayan, internete girilmesi imkansız olan, daktilo niyetine kullanılabilecek bir bilgisayarın koğuşlarına verilmesi. Masrafını kendileri karşılamaya da hazırlar. 12 Mart ve 12 Eylül döneminin askeri cezaevlerinde bile tutuklulara daktilo verildiğini düşünürseniz, yazmaktan nasırlaşmış parmaklar için bu talebin ne kadar meşru olduğunu anlarsınız.
GEZİ SAYESİNDE ÖĞRENDİK
Özgür hayatta en basit gibi görünen konu bile, cezaevinde çok önemli.
Akşam'dan Nagehan Alçı demiş ki; ortak alanın dışında odalarda da televizyon olabiliyor, şayet sanıklar kendileri getirirse!
Bu da doğru değil.
Bir koğuşta 21 kişi de kalsanız, o koğuşa tek televizyon veriliyor. Ve o televizyonu da kendi paranızla, piyasanın üstünde bir fiyatla cezaevi kantininden satın almak zorundasınız. Yani dışarıdan getirmek yasak. Kantinden satın aldığınız o tek televizyon ortak alanda kullanılıyor.
Alçı'dan öğrenmiş olduk; cezaevinde el sanatları aktiviteleri de varmış! Bunca aydır tutukluyum; kaç kez dilekçe verdim, cezaevi yetkilileriyle konuştum, yok! Olsa da bize yasak!
(Bu arada hem Nagehan Alçı'nın hem de Vatan'dan Ruşen Çakır'ın köşelerinde gördüm: Meğer cezaevinde büyük bir satranç salonu varmış. Keşke böyle geziler hep yapılsa, cezaevinin neresinde ne var bileceğiz!)
ZAMAN YAZARININ YALANI
Ve Ergun Babahan… Star yazarı Babahan, tutuklular kütüphaneye gidebiliyor, demiş.
Bu da doğru değil.
Kendimden örnek vereyim; bugüne kadar kütüphane yüzü görmedim cezaevinde. Koğuştan çıkıp kütüphaneyi ve okuma salonunu kullanmak yasak.
Gazetecilerin Silivri izlenimlerinden en komiği Zaman yazarı Bülent Korucu'ya ait.
Zaman'da yayınlanan şu satıra bakın:
"Sağlık açısından dışarıdaki insanlardan iyi hizmet alındığı söylenebilir!"
Ne diyeyim; Bülent Korucu'ya bizim poliklinikte tedavi olmasını tavsiye ediyorum.
Şu satır da Korucu'ya ait:
"Öğle yemeğinde tattığımız karavana, ortanın üstü restoranlarda yenebilecek türdendi!"
Zaman yazarının bu yorumu tam karavana olmuş. "Ne bekliyordun ki" diyebilirsiniz. Cezaevi savcısı da önermiş, ben de yineleyeyim; bu kadar beğendiyse Bülent Korucu'yu da ağırlayalım burada.
Ve gelelim Zaman yazarı Korucu'nun en şahane çarpıtmasına:
"Ergenekon tutuklularının oluşturdukları 'tecrit' suçlamasının da gerçeği yansıtmadığı anlaşıldı. Odalarda tek kişi kalmak, koğuşlarda kapasitenin altında mevcutla birlikte olmak kendilerinin talep ettiği bir imtiyazmış aslında!"
Yalan!
Şunu yanıtlayabilir mi Bülent Korucu:
Ben büyük koğuşta kalıyorken, neden Mustafa Balbay benim yanıma verilmedi de; ben Balbay'ın kaldığı tecrit koğuşuna kondum?
Peki ya, şuna ne der Bülent Korucu:
Yönetmeliğe göre; tutukluların haftada 10 saat, seçecekleri 3 ayrı koğuşla ortak alanda buluşma hakları var. Bu hak neden Silivri'de uygulanmıyor?
Ben söyleyeyim yanıtını; yalnızlaştırmak için. Yani tecrit altında tutmak için.
(Ahmet Hakan, Silivri'de toplu halde spora çıkanlarla fotoğraf çektirmiş. Bugüne kadar hiç başka koğuştan tutuklularla spora çıkarılmadık.)
GÜNDE 15 SAAT SU YOK
Cumhuriyet gazetesi Ankara temsilcisi Utku Çakırözer'in haberinden öğrendim: Adalet Bakanı Sadullah Ergin demiş ki; "Sular hiç kesilmiyor ve tertemiz!"
Ne acıdır ki Adalet Bakanı da doğruyu söylemiyor. Silivri Cezaevi'nde günde toplam 15 saat su yok!
Evet, 15 saat!
Tuvalet ihtiyacınızı suyun aktığı saat dilimlerine göre ayarlamak zorundasınız. Tıpkı, kalp krizinizi doktorun revirde olacağı zamana göre ayarlamak zorunda kaldığınız gibi!
Adalet Bakanı Ergin, suyun tertemiz aktığını da iddia etmiş. Bakan gelmeden 1 gün önce, musluklardan kahverengi su aktığını söylesem… Kendi aramızda, "herhalde toprak hasretimizi gidermek istiyorlar" diye espri yapıyoruz.
BAKAN GELDİ, YA ADALET?
Evet, Silivri Cezaevi'ne "dışarıdan" bakanlara, "içeriden" yanıtlarım özetle böyle.
Bu geziye dair bir "iyi" noktayı da belirtmem gerek. Silivri'ye gelen gazetecilerin büyük bir kısmı, cezaevinin iyisinin olmayacağını dile getirmiş. Bunu idrak edemeyenlerin, farkında olmaya başlaması güzel.
Ama yazının başında da belirttiğim gibi; buradaki tutukluların asıl meselesi hukuksuz bir şekilde özgürlüklerinin ellerinden alınmış olması.
Sadece Bakanı değil, Adalet'i de beklemeleri.
Barış Pehlivan
Odatv.com
Hasan Galioğlu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder