Şu ana kadar son kayıplarımızla ilgili yazmamıştım. Sanırım vakti geldi. Genel olarak herkes sebeplerle değil sonuçlarla meşgul. Ayrıca yakın tarihte G.Doğuda yaşananların kronojisiyle çoğu insan ilgilenmiyor. Ben bölgenin özellikle 1989-1994 yılları arasındaki durumunu çok iyi biliyorum. Kürt Ayrılıkçılığının Tarihi: Elbette 80'li yıllara gelene kadar gerek Osmanlı gerekse Cumhuriyet döneminde sayısız kalkışma olmuştu ve bastırılmıştı. İşlerin başlagıcı derebeylik düzenine ve onun ilgasına dayanır. Akkoyunlu-Osmanlı savaşları döneminde Osmanlıdan yana tavır sergileyen Kürt ve Zaza aşiretlere özel bir derebeylik statüsü verilmişti. Bu aşiretler kendi ordularını besler, kendi vergilerini kendileri alır, devlet olmakla ilgili temel ihtiyaçlar, mesela mahkemelerin görülmesi vb. aşiret içerisinde halledilirdi. Kısacası aşiretlerin otonomileri vardı. Bu tıpkı ortaçağ şatolarında yaşayan Kontların, serflerin nizamı gibi aynı zamanda yasal imtiyaz halini almış bir uygulamaydı. Osmanılı meşrutiyetin getirdiği şartları tıpkı bu günkü Avrupa Topluluğu şartları gibi standart bir mülki düzen olarak ülkenin bütün bölgelerinde uygulamaya kalkıştı. Buna göre il/İilçe taksimatı oluşturuldu, bugün dahi Cumhuriyet döneminde devlet nizamı olarak izlerini gördüğümüz bu nizama göre iller ve ilçelerde devlete kurumlarının tesisine başlandı. Hemen bütün bakanlıkların il ve ilçe teşkilatları peyder pey oluşturuldu. Ancak, bu iş özellikle D.GD.Anadolu bölgesinde yerel derebeylerine verilmiş olan imtiyazların kaldırlmasını zaruri kıldı. İşte ilk isyanlar buradan çıktı. Bu arada Osmanlı yıkıldı. Daha sonra, Cumhuriyet döneminde de aynı sıkıntılar yaşandı. Cumhuriyetin ilk yılların çeşitli savaşlar sebebiyle çok da üzerinde durulmayan bölgede işler oturunca, normal devlet nizamının tesisi konusu gündeme geldi. Yine aşiretlerin katı direnciyle karşılaşıldı. Aslında bu isyanların ilk yıllarında devlet pek sertlik göstermemiştir. Mesela Tunceli birkaç yıl aşiretin kontrolünde otonom kalmıştır. Bu dönemde çeşitli heyetler oluşturulmuş, uzlaşma aranmıştır, süreler verilmiştir Aşiret liderleri ise konunun önemini ve gidişini idrak edememiştir. Kendilerini ve aşiretlerini hala daha Ortaçağ sistemi içinde var edebileceklerini düşünmüşlerdir. Fakat ufukta II.Dünya Savaşı belirmiştir. Ve bölgede devlet otoritesini tesisi konusunun beklemeye de tahammülü de kalmamıştır. Çünkü, devlet bir taraftan Bulgaristan hududuna tertibat alırken arka tarafını henüz işler çok da çetrefilleşmeden temizlemek istemiştir. Sonuçta, bu dönemdeki isyanlar kanla bastırılmıştır. Hatta bu dönemde yaşananların haddinden fazla kanlı olduğunu da söylemek mümkündür. Yaşanan kanlı olaylar bölge halkında fazlasıyla dehşet havası estirmiştir. Bu nedenle, olaylar uzun yıllar duraksamıştır. Sonraki dönemde taaaa, 80'li yıllara kadar bu konu buzdolabında kalmıştır. Yeni olayların uzun yıllar boyunca görülmemiş olması aynı zaman bir gaflete de sebep olmuştur. PKK'nın Kurulması 1980'lerde PKK vardı, yeni kurulmuştu, genellikle sol örgütlerin bir fraksiyonu olduğu kabul ediliyordu. Hatta KAWA gibi ayrılıkçı başka fraksiyonlarda vardı. Ancak, hemen hiçbir ayrılıkçı örgütün 80 öncesinde kırsal örgütlenmesi yoktu. Onlarda bünyesinden çıktıkları sol örgütler gibi ağırlıklı olarak kentsel örgütlenme halindeydi. Fakat daha sonra benim de neden olduğunu tam olarak izah edemediğim bir şekilde bütün bu örgütler kırsal örgütlenme ve eylem modeline gittiler. Benim tahminim, bu örgütlere Vietnam tarzı kır gerillası taktiğini ABD/AB başta olmak üzere batılı gizli servislerin öğrettiği yönünde. Çünkü bugün Derin Devlet denilen yapı Ermeni Suikastlerini durduracak bir stratejide başarılı olmuştu. Derin Devlet nedir? Bu olaylarla eş zamanlı olarak ülke 12 Eylül dönemine girmişti. İşte şimdilerde derin devlet olarak mitoloji haline sokulan ama gerçekte hem darbe döneminin hem de sonraki dönemin siyasi liderlerinin ve mülki amirlerinin itifak ettikleri bir mücadele yöntemi geliştirilmişti. Yani belki kimseler açık seçik söylemez ama, ben söyleyeyim gerçekte derin devlet 12 Eylül dönemini takip eden dönemdeki, Cumhurbaşkanları, Başbakanları, İçişleri Bakanları, Genel Kurmay Başkanları, Emniyet Genel Müdürleri ve MİT yetkilileridir. Derin devlet budur. Bildiğiniz normal devlet, ve o dönemin devlet ricalinin dönemin olaylarına karşı aldıkları tedbirler manzumesi. Esasen derin devletle yüzleşiyoruz, Türkiye barsaklarını temizliyor dedikleri işlerin gerçek sorumluları bu kişilerdir. Ve netekim, kurcaladıkça işler S.Demirel, T.Çillere doğru uzanmıştır. Daha da kurcalarsanız, 12 Eylü'ü takip eden bütün devlet ricali DERİN DEVLET olacaktır. Hepsini yargılamak zorunda kalırsınız. Ayrıca devletin bir sürü yatak odası sırrını da ortalara dökmüş olursunuz. AKP devletle yüzleşmek adına cumhuriyet rejimini sarsmak ve kendine yeni müttefikler bulmak için işte özellik bu dönemi ve kadroları bu yüzden kurcalayıp duruyor. Çünkü gerçekten de illegal ve gizli kalması gereken işler vardır. Peki bu derin denilen aslında bildiğimiz devlet olan, aslında gizli bir tarafı da olmayan bu oluşum ne yapmıştır? Nedir bu yatak odası sırları? Nedir illegal faaliyetler? Devletin Kirli İşleri İşlerin başı Ermeni suikastlerine dayanır. Ermeniler hiçbir engelle karşılaşmadan yıllarca takır takır diplomatlarımızı öldürdüler. Diaspora ve Ermenistan Ermenileri bu işlerin müsebbibi olan ASALA örgütüne her anlamda yardım ettiler. Cumhuriyet Hükümetleri de çaresizi olayların seyrini izledi durdu. ASALA Sponsoru Ermeni Zenginlerin Halli 12 Eylül liderleri bu işleri durdurmak için İLLEGAL bir yola saptı. Hapiste olan bazı ülkücülere ayne dizilerdeki gibi iş teklif ettiler. Ağca, Çatlı gibi ülkücüler işte bu kararlar üzerine askeri cezaevlerinden kaçırıldı. Özellikle Çatlı kendisine biçilen role gayet uyumlu davrandı. Ağcaysa zayıf mental yetenekleri nedeniyle batılı gizli servislerin eline düştü. Kanada, Fransa ve ABD'de birçok Ermeni zengin öldürüldü. Bunlar ASALA'nın finansörleriydi. Cinayetler hep TİT(Türk İntikam Tugayı) imzalıydı. İşte DERİN DEVLET denilen aslında bildiğiniz normal devlet ricali olan kadronun bunlar ilk yasadışı işleriydi. Ermeni zenginler büyük panik yaşadılar. Batılı gizli servisler herşeyi fark etti, ancak bağlantıyı ortaya koyamadı. Muhtemelen, T.Erdoğan bu işleri daha da kurcalarsa batı ülkelerinde yaşayan Ermeniler S.Demirel, T.Çiller, M.Ağar gibi şahsiyetlerin peşine düşecek, ve bütün bu devlet adamlarını insanlığa karşı işlenmiş suçlar sebebiyle uluslararası mahkeme önüne çıkarmaya çalışacaktır. Tıpkı Sırp liderler gibi. İşte T.Erdoğanın eski kadrolara şantaj yapmakta ilk kullandığı konu budur. Sonraki dönemdeyse hemen heme eş zamanlı olarak PKK olaylı hareketlendi. Bu da batılı ülke gizli servislerinin ASALA sponsorlarının halli konusundaki cevabıydı. Ve PKK'nın ilk baskını 1984 Eruh baskınlarıyla görüldü. Bakın 1984 diyorum, hemen herşey eşzamanlı gelişti. Son ASALA cinayeti ise 04.07.1994 tarihinde Atina Elçimiz Haluk SİPAHİOĞLU'nun öldürülmesiyle olmuştur. Kısacası DERİN DEVLET diye neredeyse mitoloji haline sokulmuş o zamanın devlet ricali başarılı olmuş ve ASALA cinayetlerini durdurmakta başarılı olmuştur. Bu işi için illegal yollara mecbur kalınmış olması da ayrı bir vakıadır. Kürt Mafyasını Tasfiyesi Elbette batılı güç odakları ASALA seçeneğini terk etmiştir ve yine onun çekirdeğinden PKK yeniden örgütlenmiştir. PKK batılı gizli servislerin eğitimi sayesinde Vietnam tarzı kır gerillası teşkilatlanmasına gitti. Eruh 1984 baskını aslında yeni bir kapışma döneminin ilk eylemiydi. Türk DERİN DEVLETİ diye mitoloji haline sokulmuş dönemin devlet ricalinin buna tepkisi şöyle oldu. ASALA sponsorlarının hallinde kullanılmış olan kadrolar bu seferde önce Kürt Mafyasının hem Türkiye hem de Avrupa'da tasfiyesi için yeniden işe alındı. Çünkü Kürt Mafyası uyuşturucu ve kaçakçılık geliri üzerinden PKK'nin finansmanına katkıda bulunuyordu. PKK'yla mücadede finansmanın kesilmesi bir taktik olarak benimsenmişti. Ülkücü mafya devlet kurumlarının da himayesiyle, hem Türkiye'de hem de Avrupa'da Kürt mafyasını tam olarak tasfiye etti. Hatta bu günlerde hayal gibi olacak ama, Ülkücü Mafya İtalya'da Sicilya Mafyasına dahi diş geçiriyordu. Elbette bu doğal, Türk hükümetlerinin desteklediği kadar hiçbir mafya destek görmemişti. Ülkücü mafya bütün Avrupa'da her türlü mafyöz faaliyeti ele geçirdi ve Kürt Mafyasına yaşam alanı kalmadı. Kadın ticareti, uyuşturucu ticareti, her türlü kaçakçılık, aklınıza ne gelirse. Elbete Çatlılar bu işleri şahsi menfaatleri için yapmadılar. Sezarın hakkı Sezara ellerinden milyar dolarla ölçülebilen paralar geçti ve bu kişilerin üzerinde fazla birşey kalmadı. Yani zimmetlerine para geçirmediler. Bu DERİN DEVLET denilen aslında bildiğiniz devlet ricalinin bir başka illegal macerasıydı. Jean Christophe Grange'in meşhur romanı Bozkurt işte bu dönemde ülkücü mafyanın gücünden etkilenerek kaleme alınmıştı. Bu dönemde ülkede de cinayetler işlendi. Kumarhaner kralı, Adapazarı şeytan üçgeni, Baybaşin kardeşlerin Londraya kaçmak zorunda kalmaları vb Aslında dönemin bütün Kürt babalarına durum güzelce izah edilmişti. Mesela Kürt İdris durumu hemen anlamış ve legal alana çekilmişti. | | Ülkücü Mafyanın Tasfiyesi Ancak, batılı güç odakları hemen karşı tedbirler aldı. Onlar da gırtlaklarına kadar terörün ve örtülü harekatın içine girdiler. PKK'ya verilen maddi destek, eğitim desteği, örgütlenme desteği had safhada artırıldı. Yeni savaşma taktikleri, yeni mayın ve silah donanımları, yeni eğitim imkanları, dağa çıkışın artırılması, kentlerin ajite edilmesi, kentsel örgütlenmenin geliştirilmesi, yerel ve genel yönetimlere PKK'nın sokulması Kürt mafyasının Avrupa'dan tasfiyesi için düğmeye basıldı. İşte BARSAK TEMİZLEME sloganıyla yapılan şeyin net sonucu bu oldu. Ülke içinde yandaş çevreler sivil toplum kuruluşu görününde oluşturuldu. PKK'yla mücadele eden kesimlerin altı oyuldu. Ve yavaş yavaş bu günlere doğru geldik. Ülkücü mafya tasfiye oldukça yerini yeniden PKK mafyası aldı. Artık, uyuşturucu parası, Avrupa'daki her türlü mafyöz gelir PKK'ya akar oldu. Ülkede mücadeleci çevreler ve kadrolar ağır bir mücadelenin hedefi haline geldiler. Lugatta ne kadar psikolojik harekat taktiği varsa hepsi de kullanıldı. Yeni Müttefikler Yeni müttefikler bulundu, Cemaatlerle saflar sıklaştırıldı, onlara da PKK'ya verilen destekler verildi. En başta eğitim, örgütlenme, finansman desteği. Zaman içinde eskinin DERİN DEVLETİ yani bildiğiniz devlet ricali doğrudan hedef alındı. Ülkede politik ortam manuple edildi. Bu işler taa Karen Fogg'lar, Konrad Adenaur vakıfları, Uğur Mumcu suikastine kadar uzanır. Gerek Osmanlı tarihinde gerekse Cumhuriyet döneminde İngizlerle ya da ABD'yle işbirliği yapmamış, diyaloga girmemiş cemaat önderi yoktur. Ama bunlardan en çok öne çıkanı İngilizlerin adamı olan Şeyh Nazım Kıbrısi ve ABD'nin adamı olan Fitnebaz Hocadır. Kıbrısi sanırım yakın zamanda öldü, yerine kim geldi, napar bilmiyorum. Ancak, mürtecilerin o kanadı İngiliz daha açık ifadeyle Rothchiltds piyonu olduğundan ve ülkemizde de ABD yani Rothcilds takımı hakim olduğundan çok büyük bir güç sahibi olduğunu sanmam. Muhtemelen Cüppeli hoca bunların her ikisinden de aykırı düştü. Ve onu da ULUSALCILARLA yani bildiğiniz milliyetçilerle beraber içeriye tıktılar. AKP kadrolarıysa kendilerin birden büyük bir güçler çatışmasının içinde buldu. Aslında olup bitenleri daha yeni yeni anlamaya başlıyorlar. Muhtemelen T.Erdoğanın bir süre sonra ulusalcı laflar ettiğini duyacağız. Ve o da tuu kaka olacak. İşbirliğine yatkın olan politik cemaat liderleri işleri devam ettirecek. Son Durum Ülkenin bekasıyla ilgili dönemin devlet ricalini oluşturan kadrolar zaman zaman çeşitli illegal faaliyetlerde bulunmuştur. DERİN DEVLET budur. AKP'yse emperyalist oligark güç odaklarıyla işbirliği yaparak var olabilme imkanını kullanmaktadır. Soyut bir ifade olan şu emperyalist güç odakları da açarsak, bu günlerde ülkemizde hakimiyeti olan ve her türlü olayı yönlendiren Püriten Hristiyan ABD konuşlu bir zenginler klübünün Rochefeller liderlindeki sendikasıdır. Yanlarında Japon zenginlerde vardır. Bunlar dünyada ABD donanmasının bulunduğu her yerde çok uluslu şirketleriyle bulunur. Coğrafi alan olarak Arap Baharı yaşanan ülkeler, Turuncu Devrim yaşanan ülkeler, Kıta Avrupasının özellikle Fransız ve Almanya kökenli, bağlantılı ülkelerinde, uluslararası stratejik su yollarının üzerinde bulunan ülkelerde hakimdir. Elbette bu baharlara bir de Türk baharını ilave etmek gerekir. Karşı taraftaysa Aşkenaz Yahudisi zengin ailelerin oluşturduğu, İngiliz Kraliyet ailesi başta olmak iüzere Avrupa'da bulunan bütün aristokratların evlilik yoluyla akrabalık ilişkisi oluşturduğu bir gurup vardır. Bunlar eski İngiliz Sömürgesi şimdiki Commonwealth ülkelerinin hepsinde ve BRICS ülkelerinin tamamında Royal ön ya da son ekli çeşitli şirketlerle boy gösterir. Genelde bu aileler Sir, Baron, Kont, Vikont gibi asil ünvanlar taşır. İngiliz ulus devleti ve İsrail ulus devletinin durumu çetrefillidir, onu ayrıca konuşmak gerekir. İşte küresel oligarşi dediğimiz şey somut olara budur. Malesef ülkemiz küresel oligarklardan bir gruba tam olarak teslim olmuştur. İktidar, medya, sivil toplum kuruşları, finansman kuruluşları, hemen her şey bunların gücü ya da etkisi altındadır. Eskinin derin devletini oluşturan bütün kurumlar, kadrolar tam olarak tasfiye olmuştur. Ülkede bugün itibariyle parası ödenerek satın alınmamış ulusal bir basın organı kalmamıştır. Ülke nereye gider Bugünkü politik tabloyla PKK'yla mücadele imkansızdır. Çünkü mevcut iktidar eski dönemin DERİN DEVLETİ olan bildiğiniz devlet ricalini ABD desteğiyle tasfiye etmiştir. Kendi ajandasında olan şeriat hedefine bu şekilde ulaşmayı umut etmektedir. Yine ülkede milliyetçi bütün kadrolar ve kurumlar bu şekilde ABD desteğiyle yıkılmıştır. Bugün itibariyle AKP iktidarlarının eli kolu bağlıdır. İşbirliğinden yan çizdiklerin anda, eski dönemin kadroları tarafından bir anda tasfiye edilecektir. Hem de ne tasfiye, Yassıadayı bile ararlar. Ben doğrusu, şimdiki iktidarın liderlerin Kızılay Meydanında bulunan uzun direklerde çürürken, kimsenin elleyemediği bir halde asılı olarak görür gibiyim. Korkular büyük, şantajlarda güçlü. Eğer mevcut durum bu şekilde giderse ülke kesinlikle bir içsavaş ortamına girer. Kürt ve Türklerin birbirine etnik arındırma yaptığı bir iç savaş olacaktır. Kürtler çoğunlukta bulundukları bazı G.Doğu illerini koparıp K.Irak'la birleşen bir devlet oluşturabilir. Ancak, güç yetiremedikleri yerlerde de ağır şekilde katliamlara maruz kalırlar. Bu bölgelerde bulunan Kürtler becerebilirlerse Kürt bölgelerine kaçar, kaçamazsa biz elhamdülilah Türküz deyip geçiştirmeye çalışırlar. Aynı tablo Kürt bölgelerinde kalan Türkler için de geçerli olur. Kişilerin Kürtçe konuşması istenir, konuşamayanlar katledilir. Ne olur, nasıl olur bunu anlamak için en güzel rehber Ermeni Kalkışması ve takip eden dönemde gelişen olaylardır. Ya daaa, işler çatallaştığında yine bir Türk yiğidi çıkar, boşlukta, dağınık haldeki milli güçleri örgütler, darbe ya da ihtilal yapar. Kürt kalkışması görünümlü II.Ermeni İsyanının bu raddeye varmadan önünü alır. Kardeşlik tablosu korunur, bozguncular yok edilir. Olayların Muhtemel Seyrini Nereden mi biliyorum? Çünkü Balkan Harplerini, Ermeni kalkışmasını biliyorum. Tarih bir kere daha tekerrür ediyor. Esasen PKK kalkışması batılıların Ermeni çekirdeğinden oluşturdukları II. Ermeni Kalkışmasıdır. Kadrolar, teknikler, taktikler birebir aynıdır. Amaç da aynıdır. Sonuç da aynıdır. Hallaçoğlunun makalelerini okuyun, görün. PKK kadrolarının gerçek etnik temelini okuyun görün. Elbette Kürtler bu olayların seyrinde meze oldukların yaşayıp görecektir. Biz Türkler de bu olayların bu noktaya gelmesine seyirci kaldığımız ve çanak tuttuğumuz için suçumuz ağırdır. Biz de tıpkı atalarımızın D.Anadoluda Ermenilerle yaşadıklarını yaşayarak cezamızı çekeceğiz. Son Söz. Ülkede polititk arenada kimler varsa, bunlardan hiçbiride PKK'yla mücadele iradesi yoktur. Eksik olan budur. PKK'yla en son ve en kesin sonuçlu mücadeleler T.Çiller döneminde yapılmıştır. O gün bu gündür hemen her iktidar zaman doldurmuş, top çevirmiştir. Hiçbir iktidar geçmiş dönemin DERİN DEVLET diye efsaneleştirilmiş,soyutlaştırılmış kadroları kadar bu işe baş koymamıştır. PKK'yla mücadele anlamında bütün bakanlıkların kendi ihtisas alanlarında ve yasal zeminde yapabilecekleri vardır. Ve yıllardır böyle bir mücadele iradesi görülmemiştir. Herşeye rağmen eski dönemden kalma MIT, Emniyet, TSK kadroları şu an pasifize edilmiştir. Eğer hain başkomutansa yapabilecek hiçbir şey yoktur. Ben her şehidin ardından aynı şeyi söylüyorum. Ey şehit sen satılmış bir vatanın, satılmış bir devletin, satılmış bir ordusunun ferdisin. Yazık oldu, günah oldu, behude şehit oldun. Keşke bir taşın arkasında sinseydin, ve ölmeseydin. Hiç değilse sağ kalır, eşine, çocuğuna, ailene faydan dokunurdu. Bugün oralarda olsam gördüğüm her devlet görevlisine bunu söylerdim Umutsuz ve beyhude bir çabadır. Hain başkomutan olunca yenilgi kaçınılmazdır. Eğer ille ölmek, şehit olmak gerekirse, isyan etmek ve o başkomutandan hesap sormak için ölmeli. Böylesine kanlı, iç karartıcı, umut kırıcı öngörülerden sonra devletin ve milletin dahi geride kalmadığı senaryoları konuştuktan sonra ne demokrasi, ne hukukun üstünlügü, ne vesayet sistemi, hiçbir şeyi konuşmanın anlamı yoktur. Ya devlet başa, ya kuzgun leşe. Ya herru, ya merru. |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder