Garnitürün son durumu
Ahmet Şık ın neden tutuklandığını biliyor musunuz?
EFE PEKER (Arşivi)
Herhangi bir eleştiri ya da öneriyle karşı karşıya kalan AKP, artık karşısındakini ciddiye alan ve kendi içinde tutarlı olmaya çalışan argümanlar sunmayı çoktan bıraktı
2007 genel seçimlerinden birkaç gün sonra Ece Temelkuran, Erdoğan'ın seçim gecesi yaptığı zafer konuşmasına değinen "Sen bu ülkenin garnitürüsün!" başlıklı unutulmaz bir yazı kaleme almıştı. Şöyle diyordu Temelkuran: "Konuşmasında AKP'den başka partilere oy verenleri 'Onlar da bizim zenginliğimiz' diye tarif edip halkın AKP'li olmayan yarısını 'memleketin garnitürü' ilan eden Tayyip Bey devam ediyor (...) Bu devlet de, bu millet de, bu halk da sizin değil, siz 'ötekisiniz'. En iyi ihtimalle 'garnitürsünüz'!" (Milliyet, 25 Temmuz 2007). Bugün ise, aradan geçen dört yılın ardından kendimize şu soruyu sorabiliriz: AKP'li olmayan ve bu partinin vizyonunu kerhen de olsa desteklemeyen grupların, yani "garnitürün", ülke siyasetinde artık herhangi bir söz hakkı ya da ehemmiyeti kaldı mı? Bu süre içinde AKP'nin giderek artan şekilde her konuda bildiğini okuyan ve karşısındakiyle eşit düzlemde iletişim kurma tenezzülünde bile bulunmayan söylem ve siyaset yapma biçimine bakıldığında, soruya olumlu yanıt vermek imkansızlaşıyor.
Kırmızı gözler
Gerilim türü sinema örneklerindeki en tüyler ürpertici öğe, karşımızdaki özne ile hiçbir iletişim ve pazarlık payının olmadığını anladığımız anlardır. Biz ne dersek diyelim, ne yaparsak yapalım, karşımızda bir duvar vardır ve o aklındaki planı her halükarda gerçekleştirecektir. Örneğin '2001: Bir Uzay Serüveni' (1968) filmindeki bilgisayar HAL 9000'i ya da 'Terminatör'deki (1984) T-800'ü hatırlayalım. Bu öznelerle uzlaşamazsınız, onlara sesinizi duyuramazsınız, fikirlerini değiştiremezsiniz, hata yaptıklarını kabul ettiremezsiniz. Çünkü onların kırmızı gözleri sizi tanımaz, planlarına dahil değilseniz zerre kadar değeriniz yoktur. Buradaki korkunç çaresizlik, yetkisizlik, bir özne olarak yok sayılma hissi, görebileceğimiz en berbat cinayet sahnesinden daha çok dondurur insanın kanını.
Garnitürün bugün geldiği durum ancak bu türden bir yok sayılma, bertaraf edilme pratiği ve hissiyatıyla açıklanabilir. Diğer bir deyişle, Türkiye'nin geleceğinin AKP'li gibi hissetmeyen, düşünmeyen ve yaşamayanların müdahalesine açık olduğunu iddia etmek artık çok zor. Zira bu kimselerin görüş ve değerlendirmeleri, AKP ile örtüşmediği ölçüde her seferinde duvara çarpıyor, yok sayılıyor. Dört seneyi bırakalım, bunu doğrulamak için yalnızca son birkaç aydaki bazı somut gelişmelere bakmak bile yeterli olacaktır: İnternet sansürüyle ilgili on binlerce vatandaş yürüyüp tepkisini dile getirdi, sesleri bir yere ulaşıp değerlendirmeye alındı mı? ÖSYM'nin sayısız skandallarıyla milyonlarca gencin hayatıyla oynandı, tüm ülke ayağa kalktı, en azından kurumun açıkça yetersiz başkanı istifa ettirilebildi mi? Japonya'daki depremin ardından nükleer santral yapmanın intihar olacağını söyleyen bilim insanları ve sivil toplum kuruluşları ciddiye alındı mı? Alkol kullanımına bir gecede keyfi sınırlamalar getirilirken herhangi bir münazara süreci yaşandı mı? Nedim Şener ve Ahmet Şık'ın ardından yükselen basın özgürlüğü feryatları kale alındı mı? Ya da Kürt açılımı "açılırken" (ve şimdi de "kapanırken") vitrin doldurmak dışında gerçek bir fikir teatisinde bulunuldu mu? Örnekler çoğaltılabilir, ancak tüm bu başlıkların ortak noktası, plan ve programına uymadığımız için kırmızı gözlerin bizi görmeyi reddetmesidir.
Belagatin sonu
AKP'nin söz konusu dışlayıcı tavrı, bu partinin ülkemizde "belagatin sonu" (veya argümana dayalı siyasi tartışmanın ölümü) olarak nitelenebilecek sürece yaptığı büyük katkıyla el ele gidiyor (Galip Munzam, soL, 30 Mart 2011). Buna göre, herhangi bir eleştiri ya da öneriyle karşı karşıya kalan AKP, artık karşısındakini ciddiye alan ve kendi içinde tutarlı olmaya çalışan argümanlar sunmayı çoktan bıraktı. Aksine, kendine aşırı bir güvenle iddialara doğrudan abesle iştigal ederek cevap verme ya da eleştirenleri ahlaki olarak tepeden bakar bir konumdan yaftalayıp itibarsızlaştırma, AKP'nin olağan işleyiş biçimi haline geldi.
Birincisine, yani abesle iştigale örnek olarak, yukarıda sıraladığımız bazı başlıklardaki tepkilere AKP'lilerin verdiği cevapları hatırlayalım: Nükleer santral: "Tüp gazda da risk var. Bekarlık daha tehlikeli!" YGS şifre skandalı: "Öğrenciler ÖSYM Başkanının elini öpsünler!" Şık ve Şener olayı: "Zaten gazeteciliklerinden tutuklanmadılar!" Alkol sınırlamaları: "Tıksırana kadar içiyorlar!" İkincisine, yani itibarsızlaştırmaya örnek olarak ise, seçim meydanlarında müstehcen kasetlere ve ahlakçılığa yapılan vurguyu, liseli ya da üniversiteli demeden AKP'ye eleştiride bulunan herkesin kolayca darbeci ve Ergenekoncu olarak nitelenmesini ya da her türlü muhalefetin muğlak bir "statüko yanlısı" tanımı içinde sunulmasını gösterebiliriz. Bu iki başlıktaki örnekler de yine çoğaltılabilir. Ancak açık olan, ülkemizde tarihsel olarak da zaten istenilen seviyede olmayan belagate ve ussallığa dayalı tartışma kültürünün AKP ile beraber öldüğüdür.
Türkiye işte böyle bir ortamda seçime gidiyor. Olacaklar aşağı yukarı belli: Seçimi AKP büyük bir farkla kazanacak. Erdoğan seçim gecesi "garnitürü" dahil herkesi kucakladığını belirten bir konuşma yapacak. Köşe yazarları bir hafta boyunca bu mesajdaki "uzlaşma" vurgusunu göklere çıkaracaklar. Ardından yeni bir anayasa yapılacak. Biz de yeni anayasanın inceliklerini resmi gazeteden heyecanla okuyacağız! Temelkuran'ın dört sene önceki makalesi ise yine kulaklarımızda çınlayacak: "Uzlaşma! Bu ... bir merhamet çağrısıdır aslında. Muktedirden merhamet istenmektedir. (...) 'Taç giyen baş akıllanır' deyip diğer toplumsal kesimleri ezmemesi için dua edebilirsiniz." 2023 planlarının bile çizildiği bu türden bir gelecek bizleri beklerken, garnitür olmaktan kurtulmanın yolu tabakta ana yemeğe yakın durmaya çalışmaktan değil, yepyeni bir yemek tarifi hazırlayabilmekten geçiyor.
EFE PEKER: Simon Fraser Üni., Sosyoloji
-- -~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~ İyi bir konuşmacı, etkili konuşmasını bilen değil, gönlü bir inançla sarhoş olandır... RALPH WALDO EMERSON
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder