23 Haziran 2011 Perşembe

POLITIK - “ÖZERKLİK”, OSMANLIYI KURTARABİLDİ Mİ?.

23 Haziran 2011 Perşembe

Serdar ANT


"ÖZERKLİK", OSMANLIYI KURTARABİLDİ Mİ?.

Özerklik olsun, ama nasıl olsun?

"Çözüm" adı altında Türkiye'nin bölünmesinin kamuoyuna açık müzakeresi işte bu "özerklik" kavramın ardına sığınılarak yapılıyor. Önümüzdeki süreç, halkı bu projeye ısıtma, alıştırma devresidir. Televizyonda hangi haber kanalını açsa, "uzman" etiketiyle piyasaya sürülen hep aynı kişilerin özerkliğin kerametlerini tartıştığını gören, hangi gazeteyi eline alsa köşe yazarlarının çeşitli sıfatlarla özerklikten bahsettiğini ya da bu kavramı "tartışma" adı altında pazarladığını okuyan millet, en sonunda "ne olacaksa olsun artık!" diyerek sürece teslim olacaktır. Hesap budur…

Demokratik çoğulculuk gibisi var mı? Bütün düşünceler özgürce konuşuluyor, güya herkes fikrini serbestçe ifade ediyor. Projenin asıl sahipleri ülkenin bölünmesini "demokratik" sıfatıyla paketliyorlar: "Demokratik özerklik"… İktidar, zaten "Kürt açılımı" adı altında süreci çoktan başlatmış. Muhalefet, tabii ki muhalif olmak zorunda, ama toptan karşı çıkmak da olmaz. O da "olsun, ama AB Özerklik Şartı ile olsun, çekince falan da koymayalım""Atatürk'ün Kurtuluş Savaşı yıllarında Kürtlere verdiği gibi özerklik olsun" önerisi dillendiriliyor!

buyuruyor! Hatta en karşı sanılan kesimlerde bile

Sonuçta özerklik olsun! Ama nasıl olsun peki?

"Solun yeni lideri"(!) ilan edilerek kamuoyunda meşruiyet kazandırılmaya çalışılan terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan, geçtiğimiz hafta İmralı'da avukatlarıyla yaptığı görüşmede demokratik özerklik konusundaki yaklaşımını ortaya koyuyor:

"Demokratik özerklik, demokratik ulus çözümünün sadece siyasi boyutudur, yani sekiz boyuttan sadece biridir. Demokratik özerkliğin hukuki, diplomatik, sosyal, kültürel, özsavunma, ekonomik, ekolojik boyutları vardır."

Şimdi Öcalan'ı, en azından açık sözlülüğü için tebrik etmek gerekir! PKK'nın amacını; "demokrasi", "AB" ya da "Atatürk" ambalajıyla paketleyip millete yutturmak için bin bir bahane üretenler gibi lafı döndürüp dolandırmıyor. Koşullarını, ayrılıkçı Kürtçülüğün uzun vadeli hedefleriyle uyum taşıyacak şekilde açıklıyor. Özerklik, öyle salt siyasetle sınırlanacak bir hedef değil Öcalan ve PKK için… İşin, hukuki, diplomatik, sosyal, kültürel, öz savunmaekonomik ve ekolojik boyutları da var!

(yani silahlı güç),

Gerçekten de bütün bu sayılan alanlarda özerklik elde edilmezse, yarın bağımsız Kürt devleti nasıl kurulacak? Şartlar olgunlaştığında nasıl bağımsızlık ilan edilecek?

Özerklik, bağımsızlığa uzanan yolun başlangıcıdır, bir anlamda bir hazırlık sınıfıdır!

Örneğin özerklik, iç işlerinde merkezden belli bir düzeyde bağımsızlaşmayı ve egemenliği, ama dış ilişkilerde Türkiye Cumhuriyeti'ne tabi olmayı gerektiriyorsa, Öcalan neden özerkliğin diplomatik boyutundan bahsediyor o zaman?

Kısacası kimse kendini kandırmasın! Özerkliği değil, ülkenin nasıl bölünmesi gerektiğini tartışıyoruz! "Kanlı mı olacak, kansız mı?" ikilemi, şimdi başka bir düzlemde yine gündemdedir. Kan dökerek on yıllardır amaçlarına ulaşamayanlar, şimdi sözde "kansız" bir şekilde, sözde "demokratik" yoldan, bol bol tehdit ederek amaçlarına adım adım ulaşmaya çalışıyorlar.

Böyle bir gaflet, böyle bir ihanet dünyanın hiçbir yerinde görülmemiştir. Dünyanın hiçbir ülkesinde, tarihin hiçbir döneminde, hiçbir toplum kendini bu şekilde ameliyat masasına yatırmamıştır!

Bir insanın, insan olmaktan kaynaklanan en temel hakkı yaşam hakkıdır. Yaşam hakkı, hiçbir şekilde tartışma ve müzakerelere konu olamaz. Bir insanı nasıl öldürelim, önce kollarını mı keselim, yoksa kafasını mı kopartalım şeklindeki bir tartışma düşünce ve ifade özgürlüğü içinde değerlendirilemez. Hatta ölüm cezasının, insan hakları açısından meşru görülmemesinin temelinde yatan nedenlerden biri de bu yaşam hakkının dokunulmazlığı ilkesidir. Ama bir birey için geçerli olan bu en temel hak, bugün bir toplum için yok sayılmakta, bir ülkenin, bir milletin nasıl parçalanacağı, bunun en "kansız" şekilde nasıl gerçekleştirileceği tartışılmaktadır. Bütün bunlar da "insan hakları" ve "demokrasi" kisvesi altında yapılmaktadır!

Bütün bu gerçeklere rağmen, bir de özerklik seçeneğinin Türkiye'nin bölünmesini değil de gerçekten birliğini sağlayacağını düşünen, barışı ve huzuru getireceğini sananlar var! Bu yalanı, amaçlarına ulaşmak için bilinçli bir şekilde kullananlar kadar, bir de bu yanılsamanın esiri olup samimi olarak inananlar var. Bu ikinci grup, nasıl ikna edilebilir, gerçekler bu aymazlara nasıl gösterilebilir, bunu yanıtlamak gerçekten zor… Gaflet ve dalalet içindeki bu aymazlara sormak gerek:

Özerklik, Osmanlı'yı bir arada tutabildi mi? Osmanlı'yı kurtarabildi mi?

Sorunun yanıtını, Osmanlı devletinin tarihe karıştığı yıllarda iktidarda olanlardan birine, İttihat ve Terakki'nin ünlü üçlüsünden Cemal Paşa'ya bırakalım. Cemal Paşa, "Hatıralar"ında bu konuda şunları söyler:

"Esasen Selanik'te kurulmuş olan İttihat ve Terakki gizli cemiyetinin iç siyaset programı, Mithat Paşa kanun-ı esasisinin yeniden yürürlüğe konulmasıydı. Bu kanun-i esasinin temeli de, Osmanlı mülkünde 'idare-i camia-i Osmaniye' ve 'tevsi-i mezuniyet' esaslarının uygulanmasıydı. Oysa Makedonya Bulgar Komitesiyle, Etniki Eterya'nın idare ettiği Makedonya Rum Komitesi'nin ve yine Makedonya Harp Komitesinin ve Arnavut, Ermeni, Arap ihtilal komitelerinin prensipleri 'siyasi adem-i merkeziyet idaresi' usulü idi.

'Siyasi adem-i merkeziyet" demek, bu değişik unsurların yaşadıkları mıntıkalara iç işlerinde özerklik vermek, hepsini Osmanlı İmparatorluğu ismi altında idareye çalışmaktan ibaretti. Eğer, Osmanlı İmparatorluğu'nun parçalanmasını bütün can ve gönülleriyle arzu eden ve bunun için bin türlü entrikalara kalkan dış düşmanlar olmasaydı, 'İttihat ve Terakki' Cemiyeti de Prens Sabahattin Beyin hararetli bir savunucusu olduğu bu prensibi kabul etmekte bir dakika tereddüt etmezdi. Fakat, Suriye'ye göz dikmiş olan Fransızlarla Mezopotamya'ya ve bütün Lübnan yarımadasına sahip çıkan İngilizler ve Doğu Anadolu vilayetlerini ele geçirmek fırsatını gözleyen Ruslar ve Makedonya'yı paylaşmak isteyen Bulgar, Sırp ve Yunanlılar ve Arnavutluk'a el atmaya çalışan Avusturyalılarla İtalyanlar ve yine Akdeniz adalarını benimseyen Yunanlılar 'siyasi adem-i merkeziyet idaresi' prensibinin oluşturacağı bu vilayetleri birer birer yutmak için acaba hiçbir güçlük çekerler miydi?

… Girit adasının elde ettiği özerk idareden daha geniş bir yönetim özerkliği düşünülemezken, Giritlileri Yunanistan'a katılma emelinden vazgeçirebildik mi?

Kıbrıs adası İngilizlerin geçici işgalleri altında pek müstesna bir hayat geçirirken, her sene bu adanın idare meclisi Yunanistan'a katılma teranelerini tekrar etmiyor mu?

Büyük bir bağımsız idareye sahip olan Doğu Rumeli'nin Bulgaristan topraklarına katılmasına engel olabildik mi?

'Eyalet-i mümtaze'nin en büyük örneklerinden birini oluşturan Mısır'ın İngilizler tarafından işgali zorlukla mı meydana geldi?

Kuveyt Şeyhi Mübarikaüssabah, asırlardan beri Osmanlı halifeliğine tabi iken, İngiliz himayesini kabul ettiği iddiasıyla İngilizler, Kuveyt'e el koymaktan çekindiler mi?

Irak ahalisinin de aynı arzuyu gösterdiği iddiasıyla İngilizlerin, oraları da kendi himayelerinde saymaları güç bir şey midir?

Aynı düşünceler, Fransızlar için Suriye hakkında da geçerli değil mi?

Makedonya ve Arnavutluk'u Doğu Rumeli ve Bosna-Hersek'ten farklı mı değerlendirecektir?

İşte size bir sürü sual ki, 'siyasi adem-i merkeziyet idaresi' taraftarlarının bunlara makul cevaplar verebileceklerini hiç tasavvur edemem"Cemal Paşa, Hatıralar, Türkiye İŞ Bankası Yayınları, Mayıs 2001, s. 371-373)

(

Cemal Paşa'nın "siyasi adem-i merkeziyet idaresi taraftarları"ndan talep ettiği yanıtları tarih verdi!

Şimdi yaklaşık yüzyıl sonra, yanıtı belli bir soru üzerinde yine tartışıp yine aynı yanıtı vererek kurtuluş elde edeceğimizi mi sanıyoruz?

Einstein, "Aptallığın en açık kanıtı aynı şeyi defalarca yapıp değişik sonuç almayı beklemektir" diyor!

Bugün özerklikten medet ummak, "aptallığımızı" bütün dünyaya ilan etmekten başka bir anlam taşımayacaktır.

http://bellek2009.blogspot.com/2011/06/ozerklik-osmanliyi-kurtarabildi-mi.html

--  -~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~ Kıskanç insan hiçbir zaman rahatlık ve huzur yüzü görmez.   Hz.Ali

--  -~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~ Labor omnia vincit improbus Güçlü bir çalışma/emek herşeyin üstesinden gelinir. (Virgilius)  Latin Atasözü

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder