HÜSNÜ KUZULUK
1-Tarih 07.05.2013…
Yer:
Kara Harp Okulu / Malazgirt Taburu
Kara Harp Okulunda ikinci senem, ama notlarımı silerek sınıfta bıraktıkları için hala birinci sınıfım…
Askeri lisede de sınıfta bırakmışlardı…
Hatta bu senenin sonunda da sınıfta bırakacaklar.07.05.2013…
Atış takımındaydım fakat olimpik takım antrenmanlarına gönderilmiyordum ve işkencelere maruz kalıyorum…
Fetullahçı olmadığım için…
Bütün arkadaşlarım okuldan ayrıldılar…
Kalan 1-2 tanesiyle de sınıfta bırakıldığım için artık farklı bir Taburda olmam yüzünden pek görüşemiyorum…
İşkencelerle geçen bir günün ardından akşam yat saatine yakın bir zamanda emir geldi, kışlık harici kıyafetlerimizin üzerindeki apolet, spolet, sarı kordon vs…
şeyleri yazlık kıyafetlere geçireceğiz…
Ben de koğuşuma doğru giderken, kola makinesinin önünde Fetöcü Nöbetçi Subay Ütğm…
Mehmet Gündeğer ile karşılaştım…
Normalde başka bir takımın teröristi olmasına rağmen, Şok Mangası işkencelerinde bana da çok eziyet ettiği için ve hala beni okuldan ayıramadıkları için beni tanıyordu…
Hemen geldi yanıma "ne yapıyosun burda, çabuk git kamuflajlarını giy odama gel" dedi…
Belli ki nöbeti bitene kadar yani sabah 8'e kadar, işkence edebileceği, Fetö'cü olmayan garibanlar arıyordu kendine…
Bu garibanlar Şok Mangasında işkence görenlerdi…
Ve beni buldu…
O an öyle sanıyordum…
Ama taburun her yerini gezmiş özellikle beni arayıp bulmuş, çünkü normalde bir kaç öğrenciye aynı anda işkence ederler, ama o gece sadece bana eziyet etti ve o gece, onun nöbeti bitene kadar okuldan ayrılmaya karar vermem konusunda çok yoğun baskı yaptı…
Koğuşa gittim…
Kamuflajlarımı giydim ve odasına gittim…
Bu sefer dahili kıyafetlerini giy gel, 3 dakikan var dedi…
Koğuşa gittim, dahili kıyafetlerimi giydim ve geldim…
Bu işkence yöntemine biz "defile" diyoruz…
Sürekli koğuşa gönderip birşeyler giyip gelmemizi isterler…
Genelde finalde kamuflaj olur ve kamuflaj kıyafetle sabahlara kadar işkence ederler…
Belirttikleri süre içerisinde koğuşa gidip gelmek bile imkansızdır…
Sana yaptıkları eziyeti de bu "yapamama"ya bağlarlar…
Kendilerine haklı bir sebep edindiklerini sanarlar…
Arka arkaya, kamuflaj, dahili kıyafet, kışlık harici kıyafet, pijama, kırmızı fanilalı spor kıyafet, yazlık harici kıyafet gibi bir çok kıyafeti giymem için koğuşa gönderip durdu…
"Sivil kıyafetlerini giy gel" dedi, gelince "ne kadar da yakıştı?
hadi okuldan ayrılma dilekçeni ver" dedi…
Yazlık harici kıyafetimle geldiğimde, "neden hala apolet ve spoletleri geçirmedin?"
deyip kızdı, hakaretler etti…
Halbuki o anda bütün tabur bu işlemle meşguldü…
Bana işkence ettiği için, benim bunu yapma fırsatım bile olmamıştı…
Sonra kamuflajlarını giy gel 3 dakkan var dedi…
Verdiği zaman kısıtlamalarını çok dikkate almıyordum…
Bir keresinde yaklaşık 100 metre mesafedeki bir direğin etrafından dönüp 30 saniye içinde geri gelmemizi söylemişlerdi…
Askeri Lisede Atletizm takımındaydım, sprint koşu yapıyordum…
100, 200 ve 400 metre mesafelerini maksimum efor sarf edip minimum sürede koşmaya çalışıyorduk…
O gün mangada sadece ben bunu başardım…
Fakat bunu başarmam hiçbir işe yaramadı…
Ellerimizi ve ayaklarımızı aynı anda yere koyarak yaptığımız "ayı yürüyüşü" ve ellerimizle ayak bileklerimizi tutarak yaptığımız "ördek yürüyüşü" ile işkenceler devam etti…
Verdikleri görevi başarman, hatta belirtilen süre içinde başarman hiçbir şey ifade etmiyordu…
Eziyete devam ediyorlardı…
Dayak atmak onlara efor sarf ettirdiği için, bu ilk tercihleri değildi…
İstiyorlardı ki kendi kendimizi parçalayalım, verilen emirleri uygulamaya çalışırken helak olalım, yapamayınca da kendi kendimize hayıflanalım istiyorlardı…
Bunu fark ettiğim günden beri fazla parçalamadım kendimi…
Kendi kendime eziyet etmedim yani…
Bu yüzden diğer arkadaşlarım ilk bir ay içinde ayrılıp giderlerken ben iki seneden fazla dayandım…
Bu da onları çok sinirlendiriyordu…
İşte bu yüzden çok dayak yedim, çok küfür hakaret yedim…
Ama kendime işkence etmedim…
Gördüğüm bütün işkenceleri bizzat onların ellerinden ayaklarından gördüm…
En sonunda kamuflajlı bir şekilde odasındaydım…
Şınav vaziyeti al dedi…
Ben şınav vaziyetinde beklerken, benim ne kadar başarısız, ne kadar iğrenç bir insan olduğumdan falan bahsetti…
Ben vatan hainiymişim…
Devletin ekmeğini yiyip suyunu içtiğim halde, devletin bana sunduğu imkanları kullandığım halde hiçbir şey başaramıyormuşum…
Askeri lisede sınıfta kalmışım, Harp Okulunda da sınıfta kalmışım…
Bütün arkadaşlarım doğru yolu bulmuşlar ve okuldan ayrılmışlar…
Ama ben ısrarla subay olmaya çalışıyormuşum…
Subay olduğumda her şey çok mu güzel olacakmış?
Gördüğüm gibi ömrüm nöbet tutmakla geçecekmiş…
Abisinin ve babasının inanılmaz başarılarından bahsetti, gereksiz bilgi olduğu için ve muhtemelen de yalan olduğu için aklımda tutmadım bile…
Ama o subay olmuş ve çok pişmanmış…
Bana aslında iyilik yapıyormuş, 1 saattir nasıl bir pislik olduğumdan bahseden Mehmet Gündeğer, aslında bana yardım etmeye çalışıyormuş, benim hayatımı kurtarmaya ve daha güzel bir yola sokmaya çalışıyormuş…
Şınav vaziyetinde normal bir insanın durabileceği kadar durdum sonra da dizlerimi yere koydum…
Bir kaç kez "dizlerini yere koyma" diye bağırdı…
Biraz daha çabalıyordum sonra mecburen yine koyuyordum…
Sonuçta ben makine değilim, süper kahraman da değilim…
En sonunda "ayağa kalk, esas duruş" dedi…
Ayağa kalktım…
Koltuğuna oturmuş, ayaklarını da masanın üzerine uzatmış bana bakıyordu…
Bana "Bence sen salaksın…
Ne dersin, sen salak mısın?" diye sordu…
Cevap vermedim…
Bu cevap verilecek bir soru değil…
Daha önce de yaptı aynısını, "değilim komutanım" dedim, "Sen bana yalancı mı diyorsun?
Ben sana salak olduğunu söylemedim mi?
Sen komutanına yalancı demeye utanmıyor musun?" diye saçma sapan ithamlarda bulundu…
Başka bir arkadaşımıza sormuştu o da "Evet komutanım ben salağım" deyince, "Madem salaksın, ne işin var burda?
Burası Kara Harp Okulu, burada salak adamlara yer yok" diyordu…
Yani senin ne dediğinin, ne yaptığının hiç bir önemi yok…
Şok Mangasına girdiysen, seni okuldan ayırana kadar, her yolu buraya çıkartıyorlar…
Dövüyorlar, sövüyorlar, notlarını silip sınıfta bırakıyorlar, haksız hukuksuz yere savunmanı isteyip cezalar veriyorlar, çarşıya çıkmana engel oluyorlar, disiplin kuruluna çıkarıyorlar, aileni sürekli sürekli okula çağırıp taciz ediyorlar…
Her türlü haysiyetsizlik, şerefsizlik var bunlarda…
"Sen ATATÜRK'ü seviyor musun, ATATÜRKÇÜ müsün lan sen yoksa?" dedi…
"Evet komutanım seviyorum" dedim…
"B*k seviyorsun lan, sevsen şimdiye kadar ayrılırdın" dedi…
"ATATÜRK'e siz ileri görüşlü demiyor musunuz?
Sen şöyle bir ileriye baktığında, o yüksek ileri görüşlülüğünle, şöyle bir ileri baktığın zaman, bu okuldan mezun olabileceğine dair en ufak bir ihtimal görüyor musun?" dedi…
Gerçekten de okuldan mezun olabileceğime dair en ufak bir ışık yoktu…
Bütün arkadaşlarımı baskıyla, eziyetle, işkenceyle okuldan ayırmışlardı…
Maltepe Askeri Lisesinden 199 kişi mezun olduk…
Kuleli Askeri Lisesinden 110 kişi mezun oldu…
Aşağı yukarı 300 Askeri Liseli, Kara Harp Okulu intibak kampına katıldık…
4 Ağustos'ta Kara Harp Okulu'na istihkak almaya geldik, 6 Ağustos'ta İzmir Menteş'te İntibak eğitimine başladık…
Daha ilk gün, 4 Ağustos'ta, malzeme almak için geldiğimiz Kara Harp Okulu'nda 45 arkadaşımız okuldan ayrıldı…
300 kişinin 45'i daha ilk gün ayrıldı…
6'da 1 demek bu…
1 nolu amfide katliam yaptılar…
O gün öğrencileri ayırırken 1 nolu amfiye aldıkları hiç kimse şu anda TSK'da değil…
Buna ben de dahilim…
Ben amfiden çıktım hatta 2,5 sene de dayandım ama uyarmaya çalıştığım insanlar, sesimi duymadığı için benden farklı yöntemlerle kurtuldular…
Fetö bütün gücüyle geliyordu…
300 askeri liseliye karşılık 700 civarında sivil kaynaklı öğrenci alımı yaptılar…
Neredeyse hepsi de Fetö'nün evlerinde, yurtlarında, dershanelerinde, okullarında eğitim görmüş, Fetöcü dayıları akrabaları olan, Cumhuriyet düşmanı, ATATÜRK düşmanı, düşünmeyen, beyinlerini kiraya vermiş, menfaatçi insanları Kara Harp Okuluna sokmuşlardı…
Bazen bize uygulanan işkencelere bu Fetöcü öğrenciler şahit oluyorlardı…
Gördükleri karşısında onların bile psikolojileri bozuluyor, okuldan ayrılmak istiyorlardı…
Başka öğrencilerin psikolojisini bozacak derecede işkenceler görüyorduk…
O zaman, o çocukların telefonlarına el koyup ailelerine ulaşma imkanlarını kısıtlamaya çalışıyorlar, ikna seferberliği yapıp okulda tutmaya çalışıyorlardı…
Gölgede yaptıkları sağa dön, sola dön, geriye dön gibi en basit eğitimlerden bile muaf tutup istirahat veriyorlardı…
Bizi de Ağustos ayının İzmir sıcağında, eriyen asfaltların üzerinde kamuflajlarımız üzerimizde parçalanana kadar süründürüp, her tarafımız yara bere haldeyken denize atıyorlardı…
Denize atıyorlardı ki yaralarımıza tuz değsin…
Bu işkencelerde "Erkan Eryiğit" isimli bir genci öldürdüler…
BİR HARBİYELİ BU İŞKENCELERDE ÖLDÜ…
İşte bize bunlar yaşatıldı…
Dipnotlardan sonra, Terörist Ütğm…
Mehmet Gündeğer'in odasına geri dönüyorum…
"Görebiliyor musun ileriyi?
İleri Görüşlü Hüsnü…
Mustafa Kemal ileri görüşlü müydü?
Ne ileri görüşlülüğünü gördün?
Senin bu durumlara geleceğini de görmüş müdür, niye sana yardım etmiyormuş?
Neden sana yardım edemiyor?" dedi…
Konuşmanın devamı çok can sıkıcı…
Söylediği sözleri de ben burda söyleyemem…
Atatürk'e küfürler hakaretler etti…
Ben de ona düzgün konuşmasını söyledim…
Bunu duyunca ayaklarını masadan indirdi ve hiddetli bir şekilde yanıma geldi…
Efelenmeye başladı…
Beni itip kakmaya başladı…
Omuzumdaki apoletleri koparttı…
Kamuflajımı yakalarından iki eliyle tutup sertçe sağa ve sola çekip düğmelerimi koparttı…
Bunları yaparken "bidaha söyle, bidaha söyle" deyip duruyordu…
Atatürk'ün kurduğu ülkede, Atatürk'ün giydiği üniformayı giyiyorsun, üstelik ona hakaretler küfürler ediyorsun, bir Harbiyeli seni uyarınca zoruna gidiyor…
Sonra boğazımı sıkmaya başladı…
Tırnaklarını boğazıma geçiriyordu…
Onca şeye rağmen esas duruşta duruyordum…
"Bidaha söyleeee, emir veriyorum lan bidaha söyle" diyordu…
O kadar nefessiz kaldım ki, birazdan boğazımın mosmor olacağı belliydi…
En son can havliyle boğazımı tutan ellerini tutup kendisini ittim ve "DÜZGÜN KONUŞ" dedim…
Gözü döndü, çıldırdı…
Kapının arkasındaki askıda böyle kemer gibi, palaska gibi bişey vardı, silahı da onun üzerindeydi…
O sinirle ona doğru yönelince, ben arkamı döndüğüm gibi odadan kaçtım…
Boğazım alev alev yanıyordu, dakikalarca boğazımı tırnaklaya tırnaklaya sıktı…
Bir yandan öksürüyor bir yandan kaçıyordum…
Arkamı dönüp baktım, peşimden koşuyordu…
O kilolu bir subaydı ve ben iki senedir olimpiyat sporcusu gibi gece gündüz işkence görmekten atletik bir şekilde form tutmuştum…
Bana yetişme şansı, imkanlar dahilinde değildi…
Merdivenlerden bir alt kata inip ters yönde koşmaya başladım…
Sonra iki üst kata çıkıp yine başka bir yöne gittim falan iyice kafasını karıştırdıktan sonra bir şekilde binadan çıktım…
Ve doğruca revire gittim…
Boğazım iyi durumda değildi ve öksürüklerimi durduramıyordum…
Revirde gecenin o saatinde sadece sağlıkçı bir asker vardı…
Boğazımı görünce önce revir doktorunu, sonra da nöbetçi amiri aradı…
Nöbetçi amir Ahmet Zeki isminde bir Binbaşıydı…
"Kim yaptı sana bunu?" diye sordu…
"Nöbetçi ütğm…
Mehmet Gündeğer" diye cevap verdim…
Ama Binbaşı suratını ekşiterek bakıyordu…
Kalkıp aynaya gidip baktım, boğazım mosmordu…
Tırnak izleri vardı ve yer yer kanamalar vardı…
Revir doktoru geldi, darp raporu yazdı…
Darp raporu aşağıdadır…
Nöbetçi Binbaşı, "bu gece taburuna dönmek yok" dedi…
Son sınıf Harbiyelilerin Tabur nöbetçisini çağırdı…
"Bu Harbiyeli'ye kalacak bir yer ayarlayın, bu gece sizin taburda kalacak" dedi…
Bana da döndü "sen bu gece orda kal, ben yarın okul komutanına bilgi vereceğim" dedi…
Ben o geceyi son sınıfların taburunda geçirdim…
Ama sabah olduğunda mecburen taburuma döndüm…
Binanın önüne geldiğimde, Tabur Teröristi Faruk Yiğit, Bölük Teröristi Mehmet Erdal, Takım Teröristleri Ahmet Ali Türk, İsmail Göktürk, Ali Canarslan ve dün gece boğazımı sıkarak darp eden Mehmet Gündeğer, "daltonlar" gibi kapının önüne dizilmişler beni bekliyorlardı…
Dünyanın en komik anı, terörist olduklarını bildiğim bu adamlara, elimi başıma götürüp asker selamı verdiğim o andı…
Dün gece neredeyse beni öldürecek olan adama, ertesi sabah selam vermek zorunda kalıyordun…
Mehmet Gündeğer ensemden tutup "Gel lan buraya" deyip beni Tabur teröristi Faruk Yiğit'in odasına götürdü…
Diğerleri de aralarında fısır fısır konuşarak peşimizden geldiler…
Revirde darp raporu yazıldığının haberini almışlar…
Tabur Teröristi Kurmay Yarbay Faruk Yiğit, önüme 2 tane evrak koydu, "imzala bunları" dedi…
Okumaya kalktım, "Neyini okuyosun lan, almıyım şimdi ayağımın altına, imzala" dedi…
"Okumadan imzalamam komutanım" dedim…
Orda çok uzun bir süre inatlaştık…
Dövdüler, sövdüler imzalamadım…
Sonra okumama izin verdiler…
2 evrak birbirinin aynısı, benim ağzımdan ifade yazmışlar…
Özetle, dün gece kendi kendimi darp ettiğimi, revirde "beni Nöbetçi Subay Mehmet Gündeğer darp etti" dediğimi ama aslında yalan söylediğimi, bu yüzden de çok üzgün olduğumu, komutanıma iftira attığım için çok pişman olduğumu yazmışlar…
"Ben bunu imzalamam, yalan bunlar" dedim…
"Asıl senin söylediklerin yalan dedi…
Komutanın dün gece Jandarma Kriminal Laboratuvarına gitti örnek verdi ve seni darp etmediğini kanıtladı" dedi…
Söyledikleri şey aşırı saçmaydı tutamadım kendimi güldüm…
"İyi o zaman madem kanıtladı, bunları imzalamama gerek yok komutanım, elinizdeki kanıtla ne yapıyorsanız yapın" dedim…
Zorla imzalatmaya çalıştılar yine imzalamadım…
Dövdüler sövdüler imzalamadım…
Sonra "madem öyle beni buna sen zorladın" dedi…
Bilgisayarını açtı, bir kaç dosya açtı…
Makam odasındaki telefonunu kaldırdı ve bir numarayı aradı…
Telefonu açan annemdi…
Mayıs ayıydı…
Annem o anda ektiğimiz mahsuller için tarladaymış…
Normalde sadece babam çalışıyor…
Dededen kalma 3-5 dönüm tarlamız vardı…
Annem yazın oralara birşeyler ekip, çıkan ürünü satıyor, ev ekonomisine katkı sağlıyordu…
Tabur teröristi Faruk Yiğit, "Hanımefendi iyi günler, ben Kara Harp Okulundan arıyorum…
İsmim Faruk…
Oğlunuz Hüsnü Kuzuluk için aradım" dedi…
Annemin sesi hemen endişe doldu, "Noldu oğluma, ne yaptınız çabuk söyleyin, yaşıyor mu?" dedi…
"Yok biz bişey yapmadık ama oğlunuz çok kötü bir şey yaptı, okuldan atılma tehlikesi ile karşı karşıya, biz atmak istemiyoruz, gelin oğlunuzu okuldan alın" dedi çat diye annemin suratına telefonu kapattı…
O an yaşadığım duyguları kelimelerle tarif edebilmem mümkün değil…
09-Mayıs-2013…
Annem ve babam, Bilecik'ten kalkıp Ankara'ya, Kara Harp Okuluna geldiler…
Tabur Teröristinin odasındayız…
Annem ve babam gözümün içine bakıyorlar, hiçbirşeyden haberleri yok…
Sonra annem boğazımdaki izleri gördü, karşımdaki koltuktan kalktı yanıma oturdu…
"Kim yaptı sana bunları?" dedi…
"Boşver anne, dedikleri hiçbir şeye inanmayın, hiç bir şeye de imza atmayın, her şey kontrol altında" dedim…
Sonra Faruk terörist, başladı yalanlarını sıralamaya…
Benim kendi kendimi darp ettiğimi ve revirden darp raporu alarak, komutanıma iftira attığımı fakat okulda bulunan güvenlik kameralarının bunları kaydettiğini, beni okuldan atmak istemediklerini, bunu yaptıkları taktirde hiçbir şekilde gelecekte memur olma şansımın olmadığını, bu yüzden beni okuldan kendi isteğimle ayrılmam konusunda ikna etmeleri için annemi ve babamı buraya çağırdığını anlattı…
Ne annem ne de babam söyledikleri hiçbir şeye inanmadılar…
Hatta annem, "getirin o kamera kayıtlarını da izleyelim" diyerek onları köşeye sıkıştırdı…
Faruk terörist, böyle bir tepki beklemiyordu kem küm etti, "getiremeyiz yasak" dedi…
Babam da "bir iddia ortaya atıyorsunuz elinizde kanıt yok, madem kamera kayıtlarını getiremiyorsunuz biz de almıyoruz oğlumuzu okuldan, şu çocuğun boynuna bak kim bilir ne yaptınız, darp raporunun bedeli neyse kim yaptıysa ödesin" dedi…
Annemle babamı sakinleştirdim, her şeyin yolunda olduğunu söyledim ve memlekete gönderdim…
10-Mayıs-2013…
Canım anam, canım babam eve girince içleri rahat etmemiş…
O gece de gözlerine uyku girmemiş…
Ertesi gün sabahın köründe çıkmışlar evden, ilk hızlı trenle yine Ankara'ya Kara Harp Okuluna gelmişler…
Benim haberim yok…
Babam takmış göğsüne dedemden kalma İstiklal Madalyası'nı, "Okul Komutanı ile görüşeceğim" demiş…
Alay Teröristi Ali Salnur ne bahaneler uydurduysa geri gönderememiş bizimkileri…
Okul Komutanlığı makamına girmişler, gelene kadar bekleyeceğiz demişler…
Okul Komutanı gelmiş, öğrenci velisinin geldiğinden haberi yok…
Ali Salnur söylememiş bile Okul Komutanına…
Annem babam dün yaşananları anlatmış…
Okul komutanı duyduklarına inanamamış…
"Bakın çağırırım komutanı yüzleştiririm" demiş…
Babam da "çağırın gelsin yüzleşelim" demiş…
Koskoca Tümgeneral telefon açıyor, Kurmay Yarbay Faruk Yiğit'i makamına çağırıyor…
Kurmay Yarbay GELMİYOR…
İşte Kara Harp Okulu'nda "Fetö" böyle güçlüydü…
Okul Komutanının ismini vermeyi unuttum…
Tümgeneral Yılmaz Uyar…
Fetöcü terörist Kurmay Yarbay Faruk Yiğit'i makamına getiremeyince bozulan ama durumu toparlamaya çalışan Okul Komutanı Tümgeneral Yılmaz Uyar, "işi var heralde, yoksa mutlaka gelmek zorunda" falan deyip konuyu geçiştiriyor…
Anneme ve babama telkinlerde bulunuyor, konuyla ilgileneceğini söylüyor ve onları memlekete gönderiyor…
Ya bu insanlar iki gündür Bilecik'ten Ankara'ya gelip gidip duruyor, bi benimle görüştürseydiniz…
Bi anlatabilseydim başıma gelenleri…
Neyse…
Ailemin bir daha okula gelip Okul Komutanı ile görüştüğünü duyan Tabur Teröristi Faruk Yiğit yalanları ortaya çıkınca çılgına dönüyor…
Takım teröristi Ali Canarslan'ı gönderip "Tabur Komutanı çağırıyor" diyerek beni dersten alıyor ve odasına götürüyor…
Kapıyı tıklattım…
"gel" dedi ve içeri girdim…
"beni emretmişsiniz komutanım" dedim…
Bilgisayarda birşeylerle uğraşıyordu…
"gel gel yaklaş" dedi…
Kapının orda duruyordum, masanın önüne geldim…
"masanın önüne değil, yanıma gel" dedi…
Yanına gittim…
Sandalyesinden ayağa kalktı ve dibime kadar gelip "Sen şimdi buraya neden geldin?" dedi…
"Siz emretmişsiniz komutanım" dedim…
"Yoo, ben emretmedim…
Kapıyı açtın girdin içeri, niye geldin buraya?" dedi…
"Komutanım bütün sınıf hatta ders komutanı şahit, Ali Canarslan komutanım geldi, sizin beni çağırdığınızı söyleyip dersten aldı, beni buraya getirdi" dedim…
Sinirlendi, öfkeli öfkeli nefes alıp vermeye başladı…
Ne yapsalar olmuyordu…
En sonunda, başladı kendini tokatlamaya…
2-3 tokat attı, bu esnada da "Yardım edin, Harbiyeli bana saldırıyor" demesiyle aynı saniye içinde Bölük Teröristi Yüzbaşı Mehmet Erdal, Takım Teröristi Ahmet Ali Türk ile boğazımı sıkarak darp eden Mehmet Gündeğer içeri daldı…
Tam olarak ne olduğunu anlamaya çalışırken kendimi yere yüzükoyun yatırılmış buldum…
"Demek Tabur Komutanına saldırırsın ha" dediler…
"Şimdi Tabur Komutanı da gidecek darp raporu alacak, darp raporu öyle alınmaz, böyle alınır" dediler…
Rugan ayakkabının topuğuyla ellerime, kafama basıyorlardı…
İçlerinden biri bilgisayara geçti, Bölük teröristi söylüyor, bilgisayardaki yazıyordu…
Bölük komutanının odasına girip ona saldırdığım iddiasıyla tutanak tutuyorlardı…
Annemin babamın okulda olduğundan benim haberim yok…
Çocuklarının bu durumda olduğundan annemin babamın haberi yok…
Okulda türlü türlü dolaplar dönüyor okul komutanının haberi yok…
1 km ötemizde TBMM var, onların hiçbir şeyden haberi yok…
Bundan pek emin değilim, belki de bazılarının haberi vardır…
Oan kafamın içinde düşünceler geçiyor…
Kimse inanmaz bu tutanağa diyorum…
Adam beni kendisi çağırdı sonuçta…
Çağırıldığım yerde niye komutana saldırayım?
Sonra diyorum ki, çağırıldığıma kim şahit olacak?
Fetö'nün yurtlarında evlerinde büyümüş, her konuştuğumuzu cemaat abilerine ispiyonlayan, bizim notlarımız silinirken kendi notları yükseltilen Harbiyeliler mi?
Yada kimdir nedir, necidir, bilmediğim ders komutanı mı?
Bana şahit olmayacaklarına emin oldukları için böyle bir mizansen üretmişlerdir kesin…
Bu sefer diyorum…
Bu sefer yolun sonuna geldik heralde Hüsnü…
Çok dayandım, çok direndim ama artık benim iradem dışında bir ayrılma olacak sanırım…
Ağlamaya başladım…
2 senedir gördüğüm işkencenin verdiği dolulukla yerde hıçkıra hıçkıra sarsıla sarsıla ağladım…
"Yeter komutanım" dedim…
"Yeter, devletin kağıdını mürekkebini boşa harcamayın tamam ben ayrılıyorum, gerek yok bunlara" dedim…
"Gerçekten mi?" dedi…
Çocuklar gibi sevindi…
"Tamam, kendi isteğimle ayrılıyorum, iftira atmayın" dedim…
Çok mutlu oldular birbirlerine çak bi beşlik falan yapıyorlar…
"Tamam o zaman, bugün cuma öğleden sonra da faaliyet var, ayrılma işlemlerin yetişmez, sen kaç aydır çarşıya da çıkamıyorsun, malum cezalısın…
Bu haftasonu güzel güzel çarşıya da çık, şöyle bi sivil hayata göz at, Pazartesi günü ayrılma işlemlerine sabahtan başlarız tek günde hallederiz" dedi…
Beni üstüm başım toz-pislik içinde sınıfa gönderdiler…
Ağlamaktan kan çanağı gibi olmuş gözlerimle sınıfa girdim ve direkt kafamı masaya vurdum ve sessizce ağlamaya devam ettim…
O esnada yan sırada oturan Fetöcü harbiyelilerin konuşmalarını duydum…
Öğleden sonra 13 Mart Sitesinde Sutasak'ların mezuniyet töreni varmış…
Törene de Korgeneral Salih Zeki Çolak gelecekmiş…
Bugün bir KORGENERAL Kara Harp Okuluna gelecek…
Ve ben Pazartesi günü okuldan ayrılmak durumundayım…
İşte hayattaki en tehlikeli insanlar kimlerdir bilir misiniz?
Kaybedecek hiçbir şeyi olmayanlar…
Kaybedecek hiçbir şeyiniz yoksa, TSK denen hiyerarşinin en dibindeki bir Harbiyeli olarak, hiyerarşinin en üstündeki bir Korgeneralin yolunu kesebiliyorsunuz…
Aniden kafamı kaldırdım ve "Komutanım tuvalete gidebilir miyim?" dedim…
Komutan "tabi tabi" diyene kadar ben yolu yarılamıştım bile…
İyi olmadığımın o da farkındaydı, bir şey diyecek hali yoktu…
Doğruca koğuşlar bölgesine gittim, Harici kıyafetimi giydim…
Tuvalete gidip elimi yüzümü yıkadım, kendime bir çeki düzen verip 13 Mart Sitesine gittim…
Etrafta kuş uçurtmuyorlardı…
Kapıda duran acemi subaylara, törende görevli olduğumu, prova yapacağımızı söyleyip içeri girdim…
Girişi gören bir yere geçtim ve beklemeye başladım…
Uzun bir bekleyişten sonra, töreni izlemek için bölüklerce öğrenci geldi…
Üst kattaki salona girdiler…
Aradan bir süre daha geçti…
Kapının orda hareketlilik yaşanmaya başladı…
Çakarlı araçların ışıkları içerden belli olmaya başladı…
Protokolün geldiğini anladım…
En önde Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı Korgeneral Salih Zeki Çolak ve Okul Komutanı Tümgeneral Yılmaz Uyar, arkalarında da yığınlarca Fetöcü subay vardı…
Diğer tweet serilerimde anlatmıştım…
Harbiyede 4 Tabur var…
Dolayısıyla 4 Tabur Komutanı…
Her taburda 6 bölük var…
4x6=24 Bölük Komutanı…
Her bölükte 3 takım komutanı var…
3x4x6= 72 Takım Komutanı…
4+24+72=100 Komutan…
Cumhurbaşkanımız'ın söylediği yüzdeyi kullanırsak %95'i Fetöcü…
Aralarında 5 tane masum ya çıkar ya çıkmaz…
1 tane de Alay Komutanı var…
Onu da unutmayalım…
Ali Salnur…
Bulunduğum yerden fırlayıp Salih Zeki Çolak'a doğru koşmaya başladım…
Olanca gücümle gidiyordum…
2 tane üsteğmen beni fark etti…
Önüme geçip perdeleme yapmaya çalıştılar…
Birinden sıyrıldım, diğerine de omuz atıp yıktım…
Koşmaya devam ettim…
Sonra 10-15 kişilik bir subay gurubu beni yakaladı…
Salih Zeki Çolak'ın da arkasında kaldım…
Tüm gücümle "Komutanım!! !!" diye bağırdım…
13 Mart sitesi, inşa edildiği günden bugüne, o sesten daha yüksek bir ses duymamıştır…
Tekrar bağırdım…
"Komutanım!! !!"
Korgeneral Salih Zeki Çolak arkasına döndü, beni gördü…
Etrafımdaki teröristlere "bırakın" tarzında bir işaret yaptı…
"Gel Harbiyeli, noldu" dedi…
Teröristlerin arasından geçip, yanına gittim…
Hedefime ulaştım…
Korgeneral Salih Zeki Çolak'a sesimi duyurdum ve şimdi benim söyleyeceklerimi dinleyecek…
Tutamadım kendimi ağlamaya başladım…
Ama o anki duygu durumumu bilemiyorum, başarmanın mutluluğu mu, yıllardır biriken üzüntünün artık boşalması mı bilemiyorum…
"Komutanım, bu etrafınızda gördüğünüz subayların hepsi Fetullahçı…
Bakın çoğu demiyorum, hepsi Fetullahçı…
Bu okula nasıl gelebilmişlerse hepsi bir şekilde buraya gönderilmişler, bize eziyet ediyorlar, işkence ediyorlar, okulda kendilerinden olmayan hiç kimseyi barındırmıyorlar…
Her gün okuldan onlarca öğrenci ayrılıyor, hiç demiyor musunuz bu çocuklar neden senelerini verdikleri bu okulu bırakıyorlar?
Bize işkence ediyorlar, notlarımızı siliyorlar, iftira atıyorlar, evrakta sahtecilik yapıyorlar, bizi ayırmak için yasadışı herşeyi yapıyorlar komutanım…
Şu boğazımın haline bakın, insan insana bunu yapar mı?
Bugün bana bunu yapan, yarın başkasına neler yapar komutanım…
Örgüt var bu okulda, Fetullahçılar var, hepsi Fetullahçı" dedim…
"Hepsi Fetullahçı" derken de elimle etrafındaki kalabalığı gösterdim…
Korgeneral Salih Zeki Çolak, bi bana baktı, bi etrafındakilere baktı, sonra dedi ki "Harbiyeli şimdi biz bir törene katılacağız, salonda dikkat çekildi herkes ayağa kalktı beni bekliyor, ben bi törene katılayım, çıkışta bu konuyu seninle konuşuruz, olur mu?" dedi…
İçimden "Olmaz, şimdi konuşmamız lazım, bu konu her şeyden önemli" demek gelse de, nihayetinde "Emredersiniz komutanım" diyorsun…
Döndü arkasını ve merdivenleri çıkmaya devam etti…
Komutanın peşinden giden protokol ikiye ayrıldı…
Üst rütbeliler komutanla birlikte tören için salona girdiler, alt rütbeli en zalim işkenceci Yüzbaşı ve Üsteğmenler benim etrafımı çevirdiler…
Salonun kapısı kapandıktan sonra, ben tıpkı Yeşilçam filmlerindeki gibi meydan dayağı yedim…
Harp Okulunda çok işkence gördüm, çok dayak da yedim, ama bu kadar iştahlı bir şekilde hiç dövmemişlerdi…
2 gece önce boğazımı sıkan Mehmet Gündeğer de ordaydı, "durun, bu en çok benim hakkım, ben öcümü alamadım daha" tarzı bişeyler geveleyip yumrukluyordu…
Diğerleri de "demek bizi ifşaa edecektin he, demek bizi deşifre edecektin demek" diyerek vuran da vardı…
"İnce ince nakış nakış planladığımız her şeyi bozmaya kalkarsın demek" diyerek tekmeleyen de vardı…
Bir ara revire götürdüler…
Beni okuldan atacağı 1 sene öncesinden belli olan GATA'nın doktoru Psikiyatr Binbaşı Murat Erdem'i hatırlıyorum…
(Uzun yazı dizisinde anlattım, neden beni okuldan atacağı belli öğrenmek isteyenler profilimi inceleyebilir) Üst sınıfların, sınıf muayeneleri için okula gelmiş…
Beni onun sayesinde GATA Psikiyatri'ye sevk ettiler…
GATA Psikiyatri kliniğine yatışımı yaptılar…
2-3 gün sonra Okul Komutanı Tümgeneral Yılmaz Uyar beni ziyarete geldi…
Okulda olanları anlatmamı istedi…
Bir odanın içine girdik…
Karşımda Okul Komutanı Yılmaz Uyar, yanında GATA'nın Fetöcü doktoru Murat Erdem ve onun yanında da başka bir Fetöcü doktor Binbaşı Adem Balıkçı vardı…
Şimdi diyeceksiniz ki, "Yahu kardeşim bunların hepsi mi Fetöcü?Biraz abartmıyor musun?"
Öyleydiler aziz milletim, öyleydiler…
Alın bakın aşağıya Adem Balıkçı'nın twitter bilgilerini paylaşıyorum…
Kim KHK'lılara ücretsiz online psikolojik destek sunar?
Babasının hayrına mı sunuyor?
Kara Harp Okulu Komutanı Yılmaz Uyar, sağında ve solunda iki Fetöcü doktor ile beni dinledi…
Yaklaşık 1 buçuk saat Kara Harp Okulundaki Fetö yapılanmasını anlattım…
Başlarındaki ismin aşağıdaki Ali Salnur olduğunu söyledim…
2014'te yani darbeye 2 yıl varken, BİMER'e yaptığım başvurularda da bunları belirttim…
Tayin birimini Fetöcülerin ele geçirmiş olduğunu anlattım…
Okula yeni gelen bütün üsteğmenlerin işkenceci olduğunu, hiç sıradan normal bir subayın gelmediğini anlattım…
Bizim okuldan gidenlerin de hep Kurmay olup gittiklerini, muhtemelen Kurmaylık sorularını çalıp bunlara verdiklerini de anlattım…
Kara Harp Okulu'nda çok uzun bir zamandır büyük bir kıyım olduğunu, bu sisteme ŞOK MANGASI dendiğini anlattım…
"Bunu biliyorum, geçen sene Meclis geldi araştırma yaptı bu konu ile ilgili" dedi…
"O araştırmada sadece subaylara sorular sordular, öğrencilerle hiç görüşmediler…
Araştırma Komsyonu böyle mi kurulur, araştırma böyle mi yapılır?
Bana gelselerdi her şeyi anlatırdım" dedim…
"Okulu o kadar ele geçirmişler, at izi, it izine öyle bir karışmış ki komutanım, belki de size bunları anlatarak nefesimi boşa tüketiyorum" dedim…
Kibarca, "siz de Fetullahçı olabilirsiniz, okulun ne kadarını ele geçirdiler bilemiyorum" demek istedim…
Okulda 13 Mart sitesinde, Rehberlik Biriminin ordaki salonda gizli gizli yaptıkları toplantıları anlattım…
Aklıma gelen her şeyi anlattım…
Harbiyelilerin, özellikle sivil liselerden gelen Harbiyelilerin %95 seviyesinde Fetullahçı olduğunu, Askeri Lise kaynaklı öğrencilerin de % 25-30 seviyesinde bir kısmının Fetullahçı olduğunu, geriye kalan %70'lik kısmı eritmeye çalıştıklarını, bunu da Şok Mangalarında yaptıklarını, sınavlarda sorular sildiklerini, herşeyi anlattım…
Yılmaz Uyar, "söylediklerini değerlendiricem" dedi…
Doktorlarla birşeyler konuştu ve gitti…
O doktorlar bana önce 2 ay hava değişimi verdiler…
Hastaneye giriş tarihime dikkat edin,
10-05-2013
Korgeneral Salih Zeki Çolak'ı uyardığım tarih…
Geleceğin Kara Kuvvetleri Komutanını, Fetö konusunda uyardığım tarih…
Sonra 4 ay hava değişimi verdiler…
Bir öğrenciyi herhangi bir sağlık sebebiyle okuldan ilişiğini kesmeden önce, prosedür gereği 6 ay hava değişimi gerekiyor…
Önce 2 ay, sonra da 4 ay hava değişimi vererek bu prosedürü uygulamış oldular…
İki rapora da bakarsanız, değişmeyen tek isim, Fetöcü Adem Balıkçı…
En sonunda da öldürücü darbeyi, Murat Erdem yapıyor…
Beni okuldan atacağı 1 yıl önceden belli olan, ismi bana verilen "Sağlam" raporunun arkasına kurşun kalemle not alınan doktor…
En can alıcı kısma geldik…
Ben Kara Harp Okuluna dava açtım…
Fetöcü AYİM 2. Daire, beni hakem hastane olarak yine Ankara GATA'ya gönderdi…
Hakem hastane hiç, aynı hastane olur mu?
Oldu…
Bana yine aynı doktorlar aynı raporları yazdılar ve davayı kaybettim…
Fakat oraya bir not eklediler…
Fosforlu kalemle çizdim…
İşte o not, sizi darbeden 3 yıl 2 ay önce Fetullahçılar konusunda uyardığımın kanıtıdır Sayın Salih Zeki Çolak…
Masum bir insanın rütbeleri çalındı bu ülkede…
Benim dedem İstiklal Gazisi…
Hem 1.Dünya Savaşında savaştı, hem Kurtuluş Savaşında…
İzmirde Yunanı denize döktü…
Ben TSK'nın üniformaları içine gizlenmiş bir terör örgütü ile savaştım…
Aradığınız şey yerlilik mi, millilik mi?
Benden daha yerli, daha milli kim var bu memlekette?
Bilecik'liyim…
Osmanlı'nın kurulduğu yer…
İlk başkent…
Kuruluşun ve Kurtuluşun şehri…
Yalnızca düşmanın değil, Türk Milletinin makus talihinin de yenildiği şehir…
Subaylık rütbelerimi çaldılar…
Pilotluk rütbelerimi çalmalarına izin vermeyin lütfen…
Fetö'nün "Dinlerarası Diyalog" isimli ihanet projesinin kitaplarını yazmış, ona methiyeler düzmüş bir rektör Pilotluk eğitimimi durdu…
Yarın anlatacağım…
Ben aranızdaki Eren Bülbül'üm…
İyi ki Varsın Eren…
Eren kardeşim, Pkk'lı teröristlerin yerini gösterdi,
Ben Fetöcü teröristlerin yerini gösterdim…
Eren kardeşim 15 yaşında şehit oldu,
Ben 14 yaşımdan beri bu örgütle mücadele ediyorum, hala devam ediyor mücadelem 32 yaşıma geldim, yoruldum…
Eren kardeşim Jandarmayı aradı, Jandarma geldi,
Bir dünya devlet adamını uyardım, bir Allah'ın kulu sesimi duymadı…
Eren kardeşim için bol bol dua edebiliriz, keşke geri getirebilsek ama getiremiyoruz…
Ben hala aranızdayım, henüz bişey yapamadılar bana…
Bana yardım edebilirsiniz…
Lütfen edin…
Kendim için istemiyorum, ailem çok yıprandı ve hastalar…
Ailem için bunu istiyorum…
Henüz bişey yapamadılar bana dediysek de, arada yine bişeyler oluyor…
Kim olduklarını bilmesek de…
Aziz Milletimin takdirine sunuyorum…
YORUMLAR:
BİRİSİ:
Şaşkınım…
Tüm bilgilerim çöpmüş…
Bu kadar mı zayıftık…
İlk okul mezunu bir şerefsizin ülkemize yaptığı hainlikler…
Nasıl bir örgütlenme bu
Bu işin içinde malum şahıs,ekibi
de kesin var…
Hatırlarsak…
Ne istedinde vermedik…
Gel bu hasret bitsin…
Ben bop un eş başkanıyım…
Gazi vatan
Amerika sevicilerin elinde oyuncak oldu…
BAŞKA BİRİSİ:
TC Kadir Gazitorunu Gürel 1900 lerin başında ülkede yaşayanlar bunlardan farklı değildi, bugün bunlara oy verenler o günlerin torunları…
Değiştiremedik, ezilmeye devam…
ÖBÜRKÜSÜ:
Koskoca Harbiyeyi sahipsiz bırakıp teröristlere teslim edenlere de en az bu teröristlere kızdığım kadar kızgınım…
Terfi, makam derdine düşüp, düşmana karşı beraber savaştığını unutup terfi için karşısında yarıştığını düşündüğü devre, kader ve silah arkadaşlarını düşman gören ve hırsına yenik düşen alçaklar da benim nezdimde bilerek ya da bilmeyerek AYNI AMACA HİZMET ETMİŞ OLMALARI İTİBARIYLA alçaktır…
Her subayın görevinin ne olduğu Nutuk, Bursa ve Afyon konuşmaları ile Anayasanın başlangıç metni ve değiştirilemez maddelerinde yazılı olduğu halde bu görevin başarılamamış olmasından hepimiz ve herbirimiz SUSKUNLUĞIMUZ NİSPETİNDE mesulüz…
Saygılarımla komutanım…
🇹🇷
- - - - - - - - - - - - - - - -
Bazi esyalar insandan, bazi insanlarda esyadan kiymet alirlar.
~Hekimoglu Ismail~
- - - - - - - - - - - - - - - -
Bu ucsuz bucaksiz dunya icinde, bil ki, mutlu yasamak iki turlu insana vergi: biri iyinin kotunun aslini bilir, oteki ne dunyayi bilir, ne kendini?
~Omer HAYYAM~
- - - - - - - - - - - - - - - -
Bir erkek her kadinla mutlu olabilir. Yeter ki ona asik olmasin...
~Oscar Wilde~
- - - - - - - - - - - - - - - -
Kur'an'daki Çelişkiler Ve Nedenleri
(Şeriat Eğitiminin Yarattığı Çelişkili Düşünce Tarzı)
~Dinde zorlama yoktur… (Bakara Suresi, ayet 256.)
…Müşrikleri (puta tapanları) bulduğunuz yerde öldürün. (Tevbe Suresi,ayet 5)
Allah kimi doğru yola koymak isterse, örtün kalbini İslamiyete açar. Kimi de saptırmak isterse… kalbini dar ve sıkıntılı kılar. Allah inanmayanları küfür bataklığında kılar… (Enam Suresi, ayet 125.)
Allah kimi hidayete erdirirse, doğru yolu bulan odur. Kimi de şaşırtırsa, işte asıl ziyana uğrayanlar onlardır… (Araf Suresi, ayet 178.)
Allah kimin kalbini İslama açmışsa, o Rabbinden bir nur üzerinde değil midir? Allah'ı anmak konusunda kalpleri katılaşmış olanlara yazıklar olsun! İşte bunlar apaçık bir sapıklık içindedirler. (Zümer Suresi, ayet 22.)
Allah dileseydi sizi tek bir ümmet yapardı, ama o, istediğini saptırır, istediğini doğru yola eriştirir. İşlediklerinizden, andolsun ki, sorumlu tutulacaksınız…
(Nahl Suresi, ayet 93; ayrıca bkz. Fatır Suresi, ayet 8; Müddessir Suresi, ayet 31, 42 vd…)
Allah dileseydi bütün insanları doğru yola sevk ederdi… (Rad Suresi, ayet 31.)
Kahrolası insan! Ne inkarcıdır!.. (Abese Suresi, ayet 17.)
. ..Puta tapanlardan yüz çevir. Allah isteseydi puta tapmazlardı…(Enam Suresi, ayet 106-107J
Biz dileseydik herkese hidayet veririrdik; fakat cehennemi tamamen cin ve insanlarla dolduracağıma dair benden söz çıkmıştır… (Secde Suresi, ayet 13.)
Allah dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi inanırdı… Allah'ın izni olmadan hiç kimse inanamaz… (Yunus Suresi, ayet 100.)
Yaptıklarınızdan dolayı mutlaka sorguya çekileceksiniz…(Nahl Suresi, ayet 93.)
Basınıza gelen herhangi bir musibet kendi ellerinizin yaptığı işler yüzündendir.(Şûra Suresi, ayet 30.
(Ey Muhammed!)… Kendilerine bir iyilik dokunsa, 'Bu Allah'tandır' derler; başlarına bir kötülük gelince, 'Bu sendendir' derler. (Onlara) 'Hepsi Allah 'tandır' de… (Nisa Suresi, ayet 78.)
Sana gelen iyilik Allah'tandır. Başına gelen kötülük ise nef-sindendir…(Nisa Suresi, ayet 79.)
Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola eriştirir… (Fatır Suresi, ayet 8.)
Ayetlerimizi yalanlayanları… helake götüreceğiz. (Araf Suresi, ayet 182.)
Kitabını oku, bugün kendi hesabını kendin göreceksin. Kim yola gelirse, kendi lehine yola gelmiş ve kim saparsa kendi aleyhine sapmıştır… (İsra Suresi, ayet 13-15.)
Kıyamet günü, yaptığınız şeylerin karşılığı verilir… (Yasin Suresi, ayet 54.)
Andolsun ki, biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır… (Araf Suresi, ayet 179.)
Kim iyi bir iş yaparsa faydası kendisinedir ve kim kötülükte bulunursa zararı kendisinedir… (Fussilet Suresi, ayet 46.)
Allah… dilediğine azap eder, dilediğine merhamet eder… (Ankebût Suresi, ayet 21.)
…Allah'ın doğru yola eriştirdiği kimse hak yoldadır. Kimi de sap-tırırsa artık ona doğru yolu gösterecek bir rehber bulamazsın… (Kehf Suresi, ayet 17.)
(Allah'ı) Yalanlamış olanların o gün vay haline! Allah'a karşı gelmekten sakınmış olanlar, elbette (cennette) gölgeliklerde ve pınar başlarındadırlar…(Mürselat Suresi, ayet 40-41.)
Bilsin ki insan için kendi çalışmasından başka şey yoktur. Ve çalışması da ileride görülecektir. Sonra ona karşılığı tastamam verilecektir… (Necm Suresi, ayet 38-41.)
…Herkese işlediklerinin karşılığı verilir. Kendilerine haksızlık yapılmaz… (Ahkaf Suresi, ayet 19.)
Allah rızık verirken kiminizi diğerlerine üstün tutmuştur. (Nahl Suresi, ayet 71.)
Dünya hayatındaki geçimlerini aralarında böldük ve bazılarını bazılarından üstün kıldık. (Zuhruf Suresi, ayet 32.)
Her ne kadar Kur'an'ın Tanrı sözleri olduğu ve bu nedenle onda çelişki, düzensizlik, tutarsızlık, uyumsuzluk, karışıklık ya da yanlışlık vd… diye bir şey olamayacağı iddia olunur ve bunu kanıtlamak için, .. .Kur'an Allah 'tan başkası tarafından gelmiş olsaydı onda birbirini tutmayan şeyler bulurlardı (Nisa Suresi, ayet 82) ya da Hamd olsun Allah'a ki… kendisinde hiçbir (tezat ve) eğrilik bulunmayan dosdoğru kitabı indirdi (Kehf Suresi, ayet 1-4) şeklindeki ayetler öne sürülür ise de, bu kitap, birbirine ters düşen, birbirini çürüten, birbiriyle çelişkili hükümler yığını olup, birtakım yanlışları da kapsamaktadır. Bir tek sure yoktur ki, çelişkisiz ya da uyumsuz ve tutarsız nitelikteki ayetlerle düzenlenmiş olmasın! Hem de öylesine ki, bu çelişkiler ve bu tutarsızlıklar, sadece surelerin çeşitli ayetleri arasında değil, çoğu kez bir ayetin kendi sözcükleri ve tümceleri arasında da yer almış olarak karşımıza çıkar.
İlerideki sayfalarda bunun birçok örneğini göreceğiz; fakat başlangıç olarak kısaca fikir edinmek üzere bunlardan birkaçını belirtelim. Kur'an'ın Bakara Suresi'nde, Dinde zorlama yoktur… (Bakara Suresi, ayet 256) diye ayet var. Çoğu kez şeriatçılar, bu ayeti öne sürerek, İslamın hoşgörü dini olduğunu, kişinin din ve inanç özgürlüğüne karışmadığını söylerler. Fakat, bu aynı Kur'an, hoşgörüye yer vermeyen, farklı inançta olanlara ölüm saçan hükümleri kapsar ki, bunlar arasında, …müşrikleri nerede bulursanız öldürün… (Tevbe Suresi, ayet 5) şeklinde olanları vardır. Bu tür hükümler, Muhammed'in, Her kim dinini (ki Müslümanlıktır) değiştirirse, onu hemen öldürünüz şeklindeki buyruklarıyla aynı doğrultudadır. Kuşkusuz ki, zorlama yoktur şeklindeki ayetlerle, Müşrikleri öldürün şeklindeki ayetler arasındaki çelişkiyi fark etmemek için kör olmak gerekir.
Yine bunun gibi Kalem Suresi'nde, Kur'an'ın bir öğüt olduğuna dair şu yazılıdır:
…Kur'an, alemler için ancak bir öğüttür (Kalem Suresi, ayet 52).
Buna benzer bir ayet Müddessir Suresi'nde aynen şöyledir:
Şüphesiz Kur'an bir öğüttür; dileyen kimse öğüt alır… (Müddessir Suresi, ayet 53-54).
Söylemeye gerek yok ki, öğüt olan bir şeyin zorlamayla ilgili olmaması gerekir. Oysa bu aynı Kur'an'da, Kur'an 'a uymayanların kafir olarak cehennemi boylayacakları bildirilmiş ve onlara karşı savaş açılması emredilmiştir.
Örneğin, Hûd Suresi'nde şöyle yazılıdır: Hangi topluluk (Kur'an 'ı) inkar ederse yeri (cehennem) ateşidir (Hûd Suresi, ayet 17). Bakara Suresi'nde de şu korkutucu hüküm var:
Allah dini (İslam) ortada kalana kadar onlarla savaşın (Bakara Suresi, ayet 193).
Nisa Suresi'nde de şu ayet var:
…Allah yolunda göç edinceye kadar onlardan hiçbirini dost edinmeyin. Eğer yüz çevirirterse onları yakalayın, bulduğunuz yerde öldürün ve hiçbirini dost ve yardımcı edinmeyin (Nisa Suresi, ayet 89).
Görülüyor ki, bir yandan Kur'an'ın öğüt niteliğinde olduğu söyleniyor, diğer yandan da Kur'an'a uymayanların (müşriklerin, münafıkların) yok edilmeleri emrediliyor. Apaçık bir çelişme var ortada!
Yine aynı şekilde olmak üzere Fussilet Suresi'nde, kişilerin kendi davranışlarında özgür oldukları ve bu davranışların sorumluluğu altında bulundukları şu şekilde belirtilmektedir:
Kim iyi bir iş yaparsa faydası kendisinedir, kim kötülükte bulunursa zararı kendisinedir (Fussilet Suresi., ayet 46).
Ancak, bu aynı Kur'an'da kişiyi doğru yola sokanın ya da saptıranın Tanrı olduğuna dair sayısız ayet var. Örneğin, İsra Suresi'nde şöyle deniyor:
Tanrı kimi doğru yola eriştirmişse, doğru (yolda) olan odur ancak. Kimi de saptırmışsa, sen ona, Tanrı 'nın dışında dostlar bulamazsın. Böylelerini biz, kıyamet günü yüzlerinin üzerinde olacak biçimde toplayacağız. Birer kör, dilsiz, sağır olarak… Varacakları yerse cehennemdir… (İsra Suresi, ayet 97).
Yine bunun gibi Araf Suresi'nin 178. ayeti şöyledir:
Allah kimi hidayete erdir irs e, doğru yolu bulan odur. Kimi de şaşırtırsa, işte asıl ziyana uğrayanlar onlardır (Araf Suresi, ayet 178).
Görülüyor ki, kişiyi doğru sola sokan ya da şaşırtan (saptıran) Tanrı'dır ve Tanrı, kendi şaşırttığını (saptırdığını) cehenneme atmak, ziyana uğratmaktadır. Yani Tanrı, kendi davranışlarıyla çelişkili iş görmüş olmaktadır. Yukarıdaki ayetlerin her biri, kendi içerisinde çelişkiyle dolu! Yine aynı şekilde Enam Suresi'nin 125. ayeti şöyledir:
Allah kimi doğru yola koymak isterse onun kalbini İslamiyete açar, kimi de saptırmak isterse… kalbini dar ve sıkıntılı kılar. Allah inanmayanları küfür bataklığında kılar (Enam Suresi, ayet 125).
Dikkat edileceği gibi ayetin ilk tümcesinde, Müslüman ya da kafir olmanın, kişi iradesine değil, Tanrı iradesine bağlı bir şey olduğu bildiriliyor. Yani Tanrı dilediğini doğru yola sokup Müslüman yapmakta, dilediğini de saptırıp inanmayan lardan kılmakta! Ancak, bu aynı ayetin son tümcesinde, Tanrı'nın, inanmayanları küfür bataklığına attığı yazılı. Yani Tanrı, hem dilediği kişiyi saptırıyor ve kafirlerden yapıyor hem de cezalandırıyor: sanki suçkişiye aitmiş gibi! Kuşkusuz ki bu iki tümce birbirleriyle çelişkili
!Bunun gibi, Fatır Suresi'nde Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola eriştirir… (Fatır Suresi, ayet 8) diye yazılı.Yani Tanrı, dilediği gibi kişileri saptırıyor ve onları inkarcı duruma sokuyor. Ancak, bunu söyleyen Tanrı, inkarcı kıldığı bu kişileri cezalandırdığını şöyle açıklamakta:
Ayetlerimizi yalanlayanları, hiç bilmeyecekleri yerden yavaş yavaş helake götüreceğiz (Araf Suresi, ayet 182).
Aynı şey Nahl Suresi'nde de tekrarlanmakta:
Allah dileseydi, sizi tek bir ümmet yapardı. Ama o istediğini saptırır, istediğini doğru yola eriştirir. İşlediklerinizden, an-dolsun ki, sorumlu tutulacaksınız (Nahl Suresi, ayet 93; ayrıca bkz. Fatır Suresi, ayet 8; Müddessir Suresi, ayet 31, 42 vd…).
Yani Tanrı, dilediğini saptırıyor ve dilediğini doğru yola sokuyor. Böylece onlara irade özgürlüğü tanımamış oluyor. Fakat, buna rağmen …İşlediklerinizden, andolsun ki, sorumlu tutulacaksınız! diyerek onları, sanki özgür irade yoluyla hareket etmişler gibi, mükafatlandırıyor ya da cezalandırıyor.
Yine aynı şekilde, Rad Suresi'nde şu var: Allah dileseydi bütün insanları doğru yola sevk ederdi (Rad Suresi, ayet 31). Yani Tanrı, istemiş olsaydı bütün insanları doğru yola sokabilecekken, sokmamış, kimini inkarcı kılmıştır; ama buna rağmen inkarcı kıldıklarını, Kahrolası insan! Ne inkarcıdır! (Abese Suresi, ayet 17) diyerek lanetlemektedir.
Yine İsra ve Yasin surelerinde, kişilerin irade özgürlüğüne sahip olarak iş gördükleri, iyiliği ve kötülüğü kendi davranışlarıyla seçtikleri bildirilmekte ve şöyle denmekte:
Kitabını oku, bugün kendi hesabını kendin göreceksin. Kim yola gelirse kendi lehine yola gelmiş ve kim saparsa kendi aleyhine sapmıştır (İsra Suresi, ayet 13-15).
Kıyamet günü yaptığınız şeylerin karşılığı verilir… (Yasin Suresi, ayet 54).
Ancak, bir başka yerde Tanrı'nın, insanlardan bir kısmını cehenneme atmak için yarattığını, ayrıca da cehennemi insanlarla dolduracağına dair kendi kendine söz verdiğini, hatta yeminler ettiğini bildiren ayetler vardır. Örneğin, Araf Suresi'nde, Andolsun, biz. cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışındır… (Araf Suresi, ayet 179) diye yazılıdır.
Secde Suresi'nde de şu ayet vardır:
Biz dileseydik herkese hidayet verirdik, fakat cehennemi tamamen cin ve insanlarla dolduracağıma dair benden söz çıkmıştır (Secde Suresi, ayet 13).
Şimdi soralım: Eğer Tanrı, insanlardan birçoğunu sırf cehennemlik olmak üzere yarattıysa ve cehennemi insanlarla doldurmak konusunda kararlıysa, bu takdirde Kim yola gelirse kendi lehine yola gelmiş ve kim saparsa kendi aleyhine sapmıştır… Kıyamet günü yaptığınız şeylerin karşılığı verilir… şeklinde konuşması, çelişki yaratmaktan başka bir şey olmaz mı? Bu konuda birkaç örnek daha verelim:
Yunus Suresi'nde, (Allah) dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi inanırdı… Allah'ın izni olmadan hiç kimse inanamaz… (Yunus Suresi, ayet 99-100) diye yazılı. Yani inananlardan olmak, Tanrı'nın isteği ve izniyle olan bir şey; ama buna karşılık NahI Suresi'nde, kişi, kendi davranışından dolayı sorumluymuş gibi gösterilmekte:
Yaptıklarınızdan dolayı mutlaka sorguya çekileceksiniz (Nahl Suresi, ayet 93).
Şûra Suresi'nde kişi, özgür iradeye sahipmiş ve kendi davranışlarının sorumluluğu altındaymış gibi gösterilmekte:
Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizin yaptığı işler yüzündendir (Şûra Suresi, ayet 30).
Mürselat Suresi'nde, benzeri nitelikte bir diğer hüküm şöyledir:
(Allah'ı) Yalanlamış olanların o gün vay haline! Allah'a karşı gelmekten sakınmış olanlar, elbette (cennette) gölgeliklerde ve pınar başlatandadırlar… (Mürselat Suresi, ayet 40-41).
Ancak, Kehf Suresi'nde bunun zıddı olan bir hüküm var ki, kişinin Özgür iradeye ve sorumluluğa sahip olmayıp, Tanrı'nın keyfine tabi olduğunu bildirmekte:
…Allah'ın doğru yola eriştirdiği kimse hak yoldadır. Kimi de saptırırsa artık ona, doğru yolu gösterecek bir rehber bulamazsın (Kehf Suresi, ayet 17).
Görülüyor ki, burada Tanrı, doğru yola erişmenin ya da doğru yoldan sapmanın kişi iradesine değil, Tanrı iradesine bağlı olduğunu bildirmekte!
Yine bunun gibi Kur'an'ın çeşitli surelerinde Tanrı'nın insanları, sırf kendisine ibadet etsinler diye yarattığı yazılıdır. Örneğin, Zariyat Suresi'nde, Cinleri ve insanları, yalnızca bana ibadet etsinler diye yarattım… (Zariyat Suresi, ayet 56-58) denilmektedir. Ahzab Suresi'nde, Tanrı'ya ibadet edenlerin Tanrı tarafından büyük bağışlamalara ve mükafatlara (ecr'e) kavuşacakları bildiriliyor (Ahzab Suresi, ayet 35; ayrıca bkz. Tevbe Suresi, ayet 112; Secde Suresi, ayet 15-17). Mü'min Suresi'nde Tanrı'nın şöyle konuştuğu yazılıdır:
Rabbiniz, 'Bana kulluk (ibadet), edin ki, size karşılığını vereyim. Bana kulluk (ibadet) etmeyi büyüklüklerine yediremeyenler, alçalmış olarak cehenneme gireceklerdir' buyurmuştur (Mü'min Suresi, ayet 60).
Dikkat edileceği gibi, bu ayetlerle Tanrı, kişileri kendisine ibadet ettirmek için onlara bir karşılık vereceğini söylemekte; yani onların ibadetine muhtaçmış gibi bir durumda. Çünkü, muhtaç olmamış olsa onların kendisine ibadet etmelerine aldırmazdı. Ancak, bunları söyleyen Tanrı, insanların ibadetine muhtaç olmadığını söylemekten geri kalmaz:
Ey insanlar! Allah'a muhtaç olan sizsiniz. Zengin ve övülmeye layık olan ancak odur (Fatır Suresi, ayet 15).
Yorumcuların bildirmesine göre bu ayetin anlatmak istediği şey şudur: Din ve ibadet Allah'ın ihtiyacı değil, insanların ihtiyacıdır… (Allah) sizin ibadetinize muhtaç olmadığı gibi, bütün ihtiyaçlarınızı tatmin edebilecek kudrete de maliktir…' Evet, ama eğer Tanrı, insanların kendisine ibadet etmelerine muhtaç değil idiyse neden kalkıp, Cinleri ve insanları, yalnızca bana ibadet etsinler diye yarattım… (Zariyat Suresi, ayet 56-58) diye konuşsun?
Yine aynı şekilde Kur'an'ın pek çok yerinde, Tanrı'ya ve peygamberlerine baş eğmeyen nice kavimlerin Tanrı tarafından yok edildikleri yazılıdır; ama bunu yapan Tanrı, yok ettiği bu kavimleri imandan uzak kılanın yine kendisi olduğunu söylemekten geri kalmaz; örneğin, Allah kime hidayet verirse, işte doğru yolu bulan odur,.. (İsra, Suresi, ayet 97) ya da Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederlerdi… Allah'ın izni olmadan hiç kimse inanamaz. (Allah), akıllarını kullanmayanları murdar (inkarcı) kılar (Yunus Suresi, ayet 99-100) ya da Alemlerin Rabbi Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz (Tekvir Suresi, ayet 29) ya da Allah dileseydi onlar ortak koşmazlardı… (Enam Suresi, ayet 107) diyerek çelişki üzerine çelişki yaratmaktan geri kalmaz. Daha başka bir deyimle, hem bir yandan,Ben dileseydim yeryüzündeki insanların tamamını iman edenlerden yapardım demekte hem de inananlardan yapmadığı kimseleri, biraz daha imansız yaparcasına (Allah), akıllarını kullanmayanları murdar (inkarcı) kılar diye konuşmaktadır.
Yine bunun gibi Kur'an'da, herkese, kendi çalışmasının karşılığının verileceğine dair ayetler var ki, bunlardan biri şöyle:
Bilsin ki, insan için kendi çalışmasından başka şey yoktur. Ve çalışması da ileride görülecektir. Sonra ona karşılığı tastamam verilecektir…(Necm Suresi, ayet 38-41).
Burada geçen çalışmasından sözcüğünün aslı sa'ydır ki, insanın emeği, çabası anlamına da gelir. Her ne kadar bu ayeti insan başkasının suçu ile sorumlu olmaz şeklinde anlamak mümkünse de, (1)aynı zamanda İnsan kendi emeğinin karşılığını alır anlamına da gelir ki, Türkçedeki tiden gelen öğün olmaz, o da vaktinde gelmez(2)şeklindeki meseli andırır. Bu yukarıdaki ayetin bir benzeri şöyledir:
…Her biri için de yaptıkları amellerden dereceler vardır, bu da hiç hakları yenmeyerek bütün amellerini kendilerine tamamen ödemek içindir.., (Ahkaf Suresi, ayet 19).(3)
Burada anlatılmak istenen şey, insanlardan kiminin amellerinin karşılığının dünyada, kimininkinin de ahrette ödeneceğidir.(4) Hatta bu doğrultuda olmak üzere, Muhammed'in, Deveni bağla da öyle tevekkül et ya da Amellerin derecesi niyete göredir şeklinde konuştuğu söylenir. Bütün bunlardan anlaşılan odur ki, herkes, kendi emeğinin karşılığını alır, yani kendi rızkını kendi çalışmasına göre sağlar. Ancak, bu aynı Kur'an'da, rızkın kişilerin kendi gayret ve çalışmalarının ürünü olmayıp, Tanrı'nın keyfine göre verildiğine dair ayetler var ki, bunlardan bazıları şöyledir:
Allah rızık verirken kiminizi diğerlerine üstün tutmuştur (Nahl Suresi, ayet 71).
Dünya hayatındaki geçimlerini aralarında böldük ve bazılarını bazılarından üstün kıldık (Zuhruf Suresi, ayet 32).
Yukarıdakilere benzer örnekler sayısız denecek kadar çok. Fakat, şeriatçılar için Kur'an'da, çelişki diye bir şey yoktur; söz konusu bile olamaz. Onlar, aklın alamayacağı bir mantıkla çelişkileri çelişki değilmiş gibi göstermekte pek beceriklidirler. İlerideki bölümlerde bu konuları örnekleriyle inceleyeceğiz.
Yukarıda değindiğimiz ve daha ileride daha da geniş olarak değineceğimiz gibi, Kur'an, bu yukarıdakilere benzer çelişkilerle doludur. Neden dolayı bu çelişkiler yer almıştır Kur'an'da? diye sorulacak olunursa, bunun yanıtını ayrı bir bölüm olarak ilendeki sayfalarda vereceğiz ve göreceğiz ki, Kur'an'daki çelişkiler, esas itibariyle Muhammed'in günlük siyasetinin gereksinimlerinden doğmuştur. Fakat, gerçek olan şu ki, şeriat eğitimiyle yoğrulmuş kişiler, Kur'an'da çelişki olabileceği ihtimaline asla yer vermezler. Kur'an'da çelişki olabileceğini söylemek ya da düşünmek bile, onlara göre günah sayılır. Bundan dolayıdır ki, birbirine ters düşen, birbiriyle çatışan hükümleri aynı zamanda benimsemekten geri kalmazlar. Örneğin, bir yandan Kur'an'ın Dinde zorlama olmaz şeklindeki ayetine sarılmış olarak İslamın hoşgörü dini olduğunu haykırırlarken, diğer yandan bu aynı Kur'an'ın Müşrikleri nerede görürseniz öldürün şeklindeki emrini yerine getirmeye hazırdırlar. Bu iki hükmün birbiriyle çeliştiğinin farkında değildirler. Fark etseler de aldırış etmezler ya da Çelişkiler bize göredir, Allah'a göre değil! diyerek kendi kendilerini avuturlar.
Yine bunun gibi Enam Suresi'nin 106. ayetinde …Puta tapanlardan (müşriklerden) yüz çevir… (Enam Suresi, ayet 106) diye yazılı. Bu ve benzeri emirlere uyarak Müslüman kişi, kendi öz anasını, babasını ve yakınlarını dahi (eğer müşrikseler) kafir bilip, onlardan yüz çevirmeye hazırdır. Çevirirken de Muhammed'i örnek bilir; çünkü, vaktiyle Muhammed, kendi öz anası Emine'ye, müşrik olarak öldü diye mağfiret dilememiş, Tanrı bana ananı için mağfiret dileme izni vermedi demiştir. Ve işte Müslüman kişi, farklı inançta olanlara, örneğin müşriklere karşı (velev ki, bunlar kendi anası, babası ya da hısımları olsun) mağfiret dilemezken ya da müşrikleri öldürmek isterken, İslam şeriatının hoşgörü dini olduğunu söylemekten geri durmaz! Söylerken de, müşrikleri müşrik yapanın yine Tanrı olduğunu bildiren şu hükmü ağzında gevelemekten usanmaz:
Allah dileseydi, onlar puta tapmaklardı (Allah'a ortak koşmazlardı)… (Enam Suresi, ayet 107).
Yani bu ayetlere göre, Tanrı, hem kişileri müşrik kılıyor hem de onlardan yüz çevrilmesini emrediyor olduğu halde, şeriat eğitiminden geçmiş kişi, birbirine ters düşen, birbiriyle çelişen bu hükümleri, hiçbir güçlüğe düşmeden kabul eder. Yine bunun gibi Enam Suresi'nin 125. ayetinde yer alan,Allah kimi doğru yola koymak isterse onun kalbini İslamiyete açar, kimi de saptırmak isterse… kalbini dar ve sıkıntılı kılar. Allah inanmayanları küfür bataklığında kılar (Enam Suresi, ayet 125) şeklindeki hükmü de rahatlıkla benimser. Oysa bu ayet, biraz önce belirttiğimiz gibi birbiriyle çatışan iki tümceden oluşmakta. Birinci tümcede insanların Müslüman ya da kafir olmalarının, doğrudan doğruya Tanrı'nın keyfine ve dileğine bağlı bir şey olduğu; ikinci tümcede ise, Tanrı'nın kafir kıldığı kimselerin, yine Tanrı tarafından küfür bataklığına atıldığı bildiriliyor. Kuşkusuz ki, bu, çelişkiden başka bir şey değil. Ancak, şeriatçı kafa yapısında olan bir kimse, Kur'an'ın Tanrı ağzından çıkmış sözlerolduğuna inandığı için, bu kitapta çelişki diye bir şey olamayacağını düşünür; çelişki diye bir şey kabul etmez. Kur'an'daki çelişkileri çelişki olarak görmez; çelişkili görünen hükümlerde, olsa olsa hikmet vardır diye düşünür!
Dipnotlar;
1)Elmalılı Hamdi Yazır. Hak Dini, Kur'an Dili, Bedir Yayınevi. İstanbul 1993 c 5, s.3984.
2)Elmalılı H. Yazır, aynı eser, c.7, s.4611.
3)Çeviri Elmalılı H. Yazır'ındır. Diyanet Vakfı çevirisinde şöyle: Herkese işlediklerinin karşılığı verilir. Kendilerine haksızlık yapılmaz… (Ahkaf Suresi, ayet 19).
4)Elmalılı Hamdi Yazır, aynı eser, c.6, s.4351.
https://kuranelestirisi.wordpress.com/2011/11/21/kurandaki-celiskiler-ve-nedenleri/~
- - - - - - - - - - - - - - - -
Başkalarının mutlu olmasını istiyorsanız, şefkat gösterin. Mutlu olmak istiyorsanız, şefkat gösterin.
~Dalai Lama~
- - - - - - - - - - - - - - - -
Kul hakkindan korkan [onemini bilen] ayagini uzatip rahat yatamaz.
~Ehl-i hikmet~
- - - - - - - - - - - - - - - -
İçinizde, her an inzivaya çekilip kendiniz olabileceğiniz bir dingin yer ve bir tapınak bulunur.
~Hermann Hesse~
- - - - - - - - - - - - - - - -
Yasamin gayesi;hosa gitmeyen seylerden kacmak degil,hosa gitmeyen seyleri yenmektir.
~Forester~
- - - - - - - - - - - - - - - -
Benim naçiz vücudum nasıl olsa bir gün toprak olacaktır.
Fakat Türkiye Cumhuriyeti ebediyen yaşayacaktır.
~Mustafa Kemal ATATÜRK
(D.19 Mayıs 1881, Selânik – Ö.10 Kasım 1938, İstanbul)~
- - - - - - - - - - - - - - - -
Susarak
~Güneş altında söylenmedik söz yokmuş..
Bu yüzden geceleri söylüyorum sevdiğimi..
Ne gece ne gündüz yokmuş söylenmemiş söz..
Bende söylenmişleri söylüyorum yeni biçimde..
Hiç bir biçim kalmamış dünyada denenmedik...
Bende susuyorum sevgimi saklayıp içimde....
Duyuyorsun değilmi suskunluğumu nasıl haykırıyor...
Susarak sevgisini ilan eden çok var sevgilim ...
Ama bir başka seven yok benim sustuğum biçimde .....
Aziz Nesin~
- - - - - - -
- - - - - - -
Edmund_MORRIS-tahta_canaklar_2.doc
The_Enchanted_Castle-E._Nesbit.epub
Tom_Stoppard-Tum_Oyunlari_II.epub
Bozkurtlar_Diriliyor.pdf
Max_Horkheimer-Akil_Tutulmasi.epub
Jean_Paul_Sartre-Mezarsiz_Oluler.doc
William_Shakespeare-Yanlisliklar_Guldurusu.pdf
Emrullah_Isler-Turkcede_Anlam_Kaymasina_Ugrayan_Arapca_Kelime_ve_Kelime_Gruplari.pdf
Edgar_Allan_Poe-Morgue_Sokagi_Cinayeti.pdf
Walter_Benjamin-Son_Bakista_Ask.epub
salih_suruc-peygamberimizin-hayati.pdf
Bartolome_de_las_Cesas-Kizilderililer_Nasil_Yokedildi.epub
Deniz_Sahin-Yasamin_Tarihi.pdf
Saxophone-Improvisation_for_saxophone-Oliver_Nelson_SAKSAFON_METODU_.pdf
Cahit_Irgat-Secme_Siirler.pdf
Kabala_Yahudi_Kadim_Mistik_Ogretisi-A._Ekrem_Ulku.mobi
Sadreddin_Konevi-Fususul-Hikemin_Sirlari.epub
oegc_adv_teacherspart2.pdf
LOPE_DE_VEGA-OLMEDO_SOVALYESI.pdf
Talat_Aydemir-Hatiratim.epub
Goethe-Secme_Siirler.pdf
Varolmanin_Gucu-Eckhart_Tolle.mobi
J.K._Rowling-Caglar_Boyunca_Quidditch.epub
Atakan_Altinors-Dil_Felsefesi_Sozlugu.pdf
Sarah_Kane-4.48_Piskoz..doc
Ahmet_Umit-Patasana.pdf
Latin_I.pdf
Sari_Benizli_Adam-Abdullah_Ziya_Kozanoglu.epub
John_Kobler-Al_Capone.epub
Deception_Point-Dan_Brown.mobi
- - - - - - -
"> "> "> "> "> "> "> ">
- - - - - - -
- - - - - - - - - - - - -
a45UyF587661
- - - - - - - - - - - - -
Grup eposta komutlari ve adresleri | : | |
Gruba mesaj gondermek icin | : | ozgur-gundem@googlegroups.com |
Gruba uye olmak icin | : | ozgur-gundem+subscribe@googlegroups.com |
Grup kurucusuna yazmak icin | : | 0raj.p0yraz@neomailbox.net / oraj.poyraz@openmail.cc |
Grup Sayfamiz | : | https://groups.google.com/g/ozgur-gundem/ |
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz | : | http://orajpoyraz.blogspot.com/ |
Özgürlük adam, henüz yeni kurdum. Siyasi iktidarın sürekli yasakladığı, polisiye önlemler ile gizlemeye çalıştığı şeyleri burada biriktireceğim. Videolar, resimler, makaleler falan. | : | http://insulaelibertatis.com/ |
Eposta adresleri (Derdiniz varsa buradan ulaşın.) | : | 0raj.p0yraz@neomailbox.net oraj.poyraz@openmail.cc HvLWPtIjJR8X@protonmail.com 0PjukdvspdUh@mail2tor.com |
Tor ağı üzerindeki web siteleri Darkweb diye bilinir, TorBrowser kullancaksınız. | : | http://45m2jpfwn6ydfrqyhw5jbqszyip45pvi6m2cyo3722wyhur6yuitgbyd.onion/ http://kbq4ghhydumvhgvwkccbad5g7ae2yho6a4llxuy2z4oa6dox6gjtngad.onion/ |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder