Osman AYDOĞAN: Akkuyu NGS, TOGG, OYAK ve YAŞ kararları
08 Ağustos 2025
Şu sitemimi çoğu yazımda kullanıyorum: "Önyargı ve duygularımız bizi besliyor. Okuma, araştırma, analiz etme, mukayese ve muhakeme etme ve neticede 'anlama' gibi zihni melekelerimiz bulunmuyor. Hamasetten bilgi seviyesine gelemiyoruz. Rasyonel, metodik ve analitik düşünemiyoruz. Nesneler, fiiller ve failler arasındaki ilişkiyi kuramıyoruz. Kavramları, olguları ve kavramlar ve olgular arasındaki ilişkileri anlayamıyoruz. Sokrat'ın sözü idi 'şüphe aklın yarısıdır' Eğitim almış insan; şüphe etmeli, soru sormalı, eleştirmeli, analiz etmeli, sorgulamalıdır. Ama biz bunları yapmıyoruz. Hiçbir şey göründüğü gibi olmuyor. İlk bakışta size taban tabana zıt gelen seçenekler arasında, hayal bile edemediğiniz bağlar ve ilişkiler olabiliyor."
Bu sitemim doğrultusunda Akkuyu Nükleer Güç Santralı, TOGG, OYAK ve YAŞ kararları hakkında bazı bilgileri vermek istiyorum. Önce Akkuyu Nükleer Güç Santralı (NGS)'nı anlatmak istiyorum.
Yazımın "yorum" bölümüne kadar olan kısmında tamamen açık kaynaklarda yer alan bilgilerin objektif bir sunumu yer alıyor. Yorum bölümünde ise bu somut bilgiler ışığında tecrübenden kaynaklanan sadece kişisel bir değerlendirme, bir tahmin, bir öngörü, bir sezgi, bir ihtimal, bir şüphe yer alıyor.
"Akkuyu Nükleer Güç Santralı"
Türkiye ve Rusya arasında Mayıs 2010 tarihinde imzalanan bir anlaşma kapsamında Mersin'in Gülnar ilçesine bağlı Akkuyu bölgesinde dört üniteli (reaktörlü) bir Nükleer Güç Santralı yapımı planlanıyor.
2010-2017 yılları arasında, Akkuyu NGS'nın inşası için Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) ve Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu'ndan (EPDK) tarafından gerekli izinler veriliyor.
Planlanan bu nükleer santralın inşaatına 2017 yılında başlanıyor. Santralda dört ünitenin faaliyette bulunması planlanıyor. Santralin ilk ünitesinin temeli Nisan 2018 tarihinde, ikinci ünitesinin temeli Nisan 2020 tarihinde, üçüncü ünitesinin temeli Mart 2021 tarihinde ve son olarak dördüncü ünitenin temeli de Temmuz 2022 tarihinde atılıyor.
Santralin ilk ünitesinin 2021 yılında, diğer üç ünitenin de birer yıl arayla 2026 yılı sonunda kadar işletmeye alınması planlanıyor.
Ancak santralin ilk ünitesinin 2021 yılında, diğer üç ünitenin de birer yıl arayla 2026 yılı sonunda kadar işletmeye alınması planlanmasına rağmen şimdiye kadar santralın hiçbir ünitesi işletmeye alınamıyor.
"Akkuyu Nükleer Güç Santralı anlaşması hükümleri"
İki ülke arasında 2010 yılında ''Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Rusya Federasyonu Hükümeti Arasında Türkiye Cumhuriyeti'nde Akkuyu Sahası'nda Bir Nükleer Güç Santralinin Tesisine ve İşletimine Dair İşbirliğine İlişkin Anlaşma'' imzalanıyor.
Bu anlaşmanın hükümlerine göre bu proje, daha önce yapılan, "pahalı yap, istediğince sömür, devret" modeli anlaşmaları gibi yapılmıyor. Anlaşmaya göre ileriki bir tarihte santralın işletiminin Türkiye'ye devri hiçbir şekilde öngörülmüyor. Bu projenin anlaşmasına göre santralın mülkiyeti ve işletimi tamamen ve sonsuza kadar Rusya'ya ait oluyor. Anlaşmaya göre de sadece 15 yıl boyunca dolar bazında alım garantisi veriliyor, ondan sonra piyasa şartlarına göre alım yapılması öngörülüyor. Ayrıca bu projeyle ülkemize herhangi bir teknoloji transferi de yapılmıyor. Yani İran gibi kendimizin uranyum zenginleştirme teknolojimiz olmuyor.
Akkuyu NGS Sözleşmesinde Türkiye santralden 15 yıl boyunca 12.35 sent/kWh (vergiler hariç) tarifesiyle satın alma garantisi veriyor. Bu rakam kamuya ait EÜAŞ santrallerinde üretilen elektrik fiyatının çok üzerinde bulunuyor. Ayrıca bu rakam dünya ortalamasının da 2-3 kat üzerinde bulunuyor.
Akkuyu Nükleer Santralı'nı yapım işi de Çernobil'deki nükleer santrali inşa eden Rusya'nın nükleer enerji kuruluşu Rosatom firmasına veriliyor. Akkuyu NGS için Rosatom bünyesinde "Akkuyu Nükleer Anonim Şirketi" kuruluyor. Bu şirketinde de ana hissedarı %99,2 hisse ile Rosatom oluyor.
Akkuyu Nükleer AŞ'nin diğer ortaklarının tamamı da Rus firmaları oluyor. Akkuyu Nükleer AŞ.'nin ortakları: Rusatom Energo International AŞ, Atomenergoremont AŞ., Atomtechenergo AŞ., Concern Rosenergoatom AŞ. ve Atomstroyexport AŞ.
Bu anlaşmanın beşinci maddesinin üçüncü fıkrasında şu hüküm yer alıyor: "Proje Şirketi, Rus tarafınca yetkilendirilen şirketlerin doğrudan veya dolaylı olarak başlangıçta yüzde 100 hisse payına sahip olacak şekilde, Türkiye Cumhuriyeti kanunları ve düzenlemeleri kapsamında anonim şirket şeklinde kurulur."
Bu anlaşmanın beşinci maddesinin dördüncü fıkrasında ise şu hüküm yer alıyor: "Rus Yetkili Kuruluşları'nın Proje Şirketi'ndeki toplam payları, hiçbir zaman yüzde 51'den az olamaz."
Bu anlaşmanın 15. maddesinin altıncı fıkrasına göre de Türkiye'ye hiçbir şekilde teknoloji transferi yapılmıyor. Yani santralin inşası tamamlandığında Türkiye'ye transfer edilmiyor ve santral tamamen Rosatom'un kontrolünde kalıyor.
Bu anlaşmanın 16. maddesi ise ciddi bir kaza durumunda üçüncü taraflara karşı Türkiye sorumlu tutuyor. Bu maddeye göre santralde ciddi bir kaza meydana geldiğinde, bundan etkilenecek olan tüm Akdeniz ülkelerinin göreceği maddi zararı Türkiye'nin karşılaması gerekiyor.
Türkiye'nin nükleer yakıtı bulunmuyor, bu projede Türkiye'ye uranyum zenginleştirme teknolojisi de verilmiyor. Nükleer yakıt konusunda Türkiye tamamen Rusya'ya bağımlı hale getiriliyor. Doğalgazdan sonra nükleer yakıt konusunda Rusya'ya bağımlılık ayrıca ulusal bir güvenlik sorunu haline geliyor.
Ayrıca sözleşmede radyasyon içeren nükleer atıkların Ruslar tarafından bertaraf edileceği hükmü de bulunmuyor. Rusların, sözleşmede yer almayan bu radyasyon içeren nükleer atıkları Akdeniz'e dökme, Toroslara gömme veya ortada bırakma ihtimali bulunuyor.
Akkuyu Nükleer AŞ'nin eski genel müdürü ve Yönetim Kurulu Başkanı Anastasia Zoteeva, Ekim 2023'te Rus basınına verdiği bir röportajda "Bu nükleer santral Rusya'ya ait, başka bir ülkenin topraklarında bulunan bize ait bir santral" diye konuşuyor. Akkuyu Nükleer AŞ'nin diğer ortaklarının tamamı da Rus firmaları oluyor. Anlaşmaya göre tesis de bir Rus tesisi oluyor. Tesis bittiğinde santralin bir işletme süresinden sonra Türkiye'ye devri de öngörülmüyor. Bu projenin anlaşmasına göre santralın mülkiyeti ve işletimi tamamen ve sonsuza kadar Rusya'ya ait oluyor. Bu durumda Türkiye, Rusya'ya Akdeniz kıyısında Tarsus'tan sonra süresiz bir şekilde ikinci bir deniz üssünü vermiş oluyor.
Ayrıca, Akkuyu Nükleer Güç Santralı'nın devreye girmesiyle bu nükleer santralin, Akdeniz'de seyreden Ulyanovsk sınıfı nükleer enerjili Rus uçak gemileri ve Typhoon sınıfı Rus nükleer denizaltılarının enerji dolum üssü olması mı öngörülüyor?
"Akkuyu NGS'nın inşası"
Akkuyu NGS'ında iki ayaklı bir iş yapılıyor. Bu iki ayak genellikle birbirine karıştırılıyor. Bu iki ayak NGS'nın inşaat ve nükleer santralin işletilmesinden oluşuyor. Yukarıda anlattığım gibi NGS'nın işletilmesi tamamen Rusların kontrolünde oluyor. Ancak işletme için de önce inşaatın bitmesi gerekiyor. NGS'nın inşası için de Rusya taşaron olarak Türk inşaat şirketlerini kullanıyor.
Bu maksatla, 9 Mayıs 2019 tarihinde, Rus Concern TITAN-2 AŞ ile Türk şirketi olan IC İÇTAŞ İnşaat Sanayi ve Ticaret AŞ tarafından ">TİTAN 2 IC İÇTAŞ İnşaat Anonim Şirketi" kuruluyor. T2-IC Ortak Girişim AŞ proje işvereni Akkuyu Nükleer AŞ ile Mühendislik, Tedarik ve İnşaat Sözleşmesi'ni 22 Temmuz 2019 tarihinde imzalıyor. İşte bu şirket, NGS'nın inşaat işini yürütüyor. Yani santralin işletilmesinde bu Türk şirketinin hiçbir bir payı ve etkisi bulunmuyor.
Ancak 26 Temmuz 2022 tarihinde Rusya tarafı, Türkiye'den IC İçtaş şirketiyle mühendislik, satın alma ve inşaat sözleşmesini "birden fazla sözleşme ihlali yaptığı" gerekçesiyle feshediyor. IC İçtaş tarafından yapılan yazılı açıklamada sözleşmenin feshiyle Türk şirketlerinin varlığının azaltılması amacını taşıdığını iddia edilerek ifadeler kullanılıyor: "Akkuyu Nükleer A.Ş. Cumhuriyet tarihinin tek kalemdeki en büyük yatırım sözleşmesini feshetme girişimiyle Proje'deki Türk paydaşlığını ortadan kaldırma sonucunu oluşturmakta ve Proje genel yüklenicisi olarak tamamen Rus menşeili başka bir şirketi tayin etme yönünde adımlar atmaktadır. Söz konusu fesih girişimindeki esas amacın, Proje'nin yönetimindeki Türk şirketlerinin varlığını azaltmak ve taşeron seviyesine indirgemek olduğu açıktır."
Akkuyu Nükleer AŞ, 30 Temmuz 2022 tarihinde üç Rus ortak tarafından kurulan TSM Enerji İnşaat Sanayi Limited Şirketi ile yeni sözleşme imzalıyor. TSM Enerji İnşaat Sanayi Limited Şirketi, Rus TİTAN-2 şirketinin yüzde yüz hissedarı olduğu merkezi Rusya'da bulunan bir şirket oluyor. Bu tarihten (30 Temmuz 2022) sonra da Akkuyu Nükleer AŞ'nin santral inşası için çalışan hiçbir Türk şirketi kalmıyor.
"Akkuyu NGS inşası gecikiyor"
Yazımın girişimde de bahsettiğim gibi santralin ilk ünitesinin 2021 yılında, diğer üç ünitenin de birer yıl arayla 2026 yılı sonunda kadar işletmeye alınması planlanmasına rağmen şimdiye kadar santralın hiçbir ünitesi işletmeye alınamıyor.
2024 yılı Kasım ayında Akkuyu Nükleer AŞ, bu gecikme için yaptığı açıklamada, şirketin Siemens Energy ile santralde üretilecek elektriğin iletiminde kullanılacak 400 kilowatt gerilime sahip bir "entegre gaz yalıtımlı şalt tesisi" kurmak için anlaştığını, ancak Alman şirketin Temmuz 2023'te taahhüt ettiği teslimatların yaklaşık yüzde 40'ını yaptığını, aradan geçen sürede kalan yaklaşık yüzde 60'lık teslimatın Almanya'dan ihracat izni alınamadığı için yapılmadığını ifade ediyor. Şirketin açıklamasında, teslimatın tamamlanması için Siemens Energy ile anlaşılan Ocak 2024 teslim tarihinin geçmesi ve bir sonuç elde edilememesi üzerine aynı ay Çin'den alternatif bir tedarikçi ile sözleşme imzalandığı belirtiliyor.
Ancak bu açıklamalar, planlamada geçen ve ifade edilen santralin ilk ünitesinin 2021 yılında, diğer üç ünitenin de birer yıl arayla 2026 yılı sonunda kadar işletmeye alınması sözlerine yeterince açıklık getirmiyor. Bilinen şu ki aradan dört yıl geçmesine rağmen henüz birinci, ünite hizmete alınamıyor.
Belli ki Akkuyu Nükleer AŞ'nin sahibi olan Rusya'nın nükleer enerji kuruluşu Rosatom firmasının bazı sıkıntıları bulunuyor. Bu sıkıntıların başında ise Ukrayna Savaşı nedeniyle ABD'nin Rusya'ya koyduğu yaptırımlar ve ambargo geliyor. Rosatom şirketi ABD'nin bu yaptırımları nedeniyle öncelikle tedarik zincirinde sorunlar ve finansal sıkıntılar yaşıyor. Bu sıkıntı ve zorlukların ise inşaatı geciktirdiği değerlendiriliyor.
"Rusya Akkuyu NGS'nın %49 hissesini satılığa çıkarıyor"
Anlaşmada NGS Rus Şirketinin başlangıçta yüzde 100 hisse payına sahip olacağı Rus Şirketlerini toplam paylarının hiçbir zaman yüzde 51'den az olmayacağın daha önce anlatmıştım.
Rus devlet şirketi Rosatom, Akkuyu NGS'nın %49'luk hissenin 2018 yılında satışa çıkarıyor. 2018 yılında Cengiz Holding, Kolin İnşaat ve Kalyon İnşaat bu %49 hisselerin alımı için bir konsorsiyum kursa da bu alım girişimi o zaman başarısızlığa uğruyor.
01 Temmuz 2025 tarihinde Rus devlet nükleer enerji şirketi Rosatom'un Akkuyu Nükleer Güç Santrali'nden sorumlu yöneticisi Anton Dedusenko, 25 milyar dolara mal olan santraldeki %49'luk hissenin satışı için Türk ve yabancı yatırımcılarla görüştüklerini söylüyor. Ancak hisse alımına, yerli ve yabancı şirketlerin ve finansman sağlamak için de bankaların ABD yaptırımlarına maruz kalma endişesi nedeniyle uzak durdukları değerlendiriliyor. Öyle ya daha yenilerde 27 Temmuz 2025 tarihinde yaptığı anlaşma ile tüm bir AB'ne, 2028 yılına kadar ABD'den 750 milyar dolarlık enerji (sıvılaştırılmış doğal gaz, petrol ve nükleer enerji ürünleri) satın almayı şart koşan ABD'nin, batılı şirketlerin Rus Nükleer Güç Santralına ortaklığına sessiz kalması beklenmiyor.
Bir önceki maddede de anlatıldığı Ukrayna Savaşı nedeniyle ABD'nin Rusya'ya koyduğu yaptırımlar ve ambargo, Akkuyu Nükleer AŞ'nin sahibi olan Rusya'nın nükleer enerji kuruluşu Rosatom firmasının öncelikle tedarik zincirinde sorunlar ve finansal sıkıntılar yaşıyor. Rosatom firmasının da bu sıkıntıları aşmak için şirketin %49'luk hissesini satışa çıkarıyor.
Ancak 20 milyar Dolar olan şirket değerinin %49'unun yaklaşık 10 milyar Dolar olması, yani satış bedelinin büyüklüğü, ABD yaptırımları nedeniyle alabilecek şirketlerin satın almaktan uzak durması, böylesi bir alımı kredilendirecek finansal sistemlerin yine ABD yaptırımları nedeniyle uzak durmaları sebebiyle bu satışın mümkün olmayacağı değerlendiriliyor.
Türkiye ve Rusya'nın inşaatın finansmanı için doğal gaz takası dahil alternatif yöntemler aramasına neden oluyor. Rosatom'un Akkuyu Nükleer Güç Santrali'nden sorumlu yöneticisi Anton Dedusenko, "Buraya para göndermenin birçok yolu var" diyerek, "Rus rublesi de gönderebiliriz, Türk lirası da" diye kendince çözüm üretiyor.
Foreign Policy Research Institute adlı düşünce kuruluşundan Araştırma Direktörü Aaron Stein, Akkuyu ile ilgili son gelişmeleri yorumlarken, Rusya'nın Akkuyu'dan kurtulmaya çalıştığını ancak alıcı bulamadığını söylüyor.
Bu satışın olmaması nedeniyle finansal sıkıntıların aşılamaması, ABD yaptırımları ve ambargosu nedeniyle de tedarik zincirinde yaşanan aksamaları devam edeceği değerlendiriliyor. Bütün bunlar ise ünitelerin devreye alınmasının belirsiz bir tarihe ertelenmesi anlamına geliyor.
Akkuyu Nükleer Güç Santralı'nı tekrar geri dönmek üzere şimdilik burada bırakıp ikinci konuyu mercek altına almamız gerekiyor: TOGG, yani "Türkiye'nin Otomobili Girişim Grubu".
"TOGG"
Türkiye'de yerli otomobil üretebilmek için, Anadolu Grubu (%19), BMC (%19), Kök Grubu (%19), Turkcell (%19), Zorlu Holding (%19) ve TOBB (%5) tarafından 25 Haziran 2018 tarihinde ''Türkiye'nin Otomobili Girişim Grubu Sanayi ve Ticaret AŞ'' kuruluyor. Ancak Eylül 2019 tarihinde Kök Grubu projeden çekiliyor.
TOGG, ilk milli otomobil olarak sunuluyor. Ancak burada bir düzeltme yapmam gerekiyor. TOGG grubu içerisinde BMC %19 hisse ile yer alıyor. Ancak BMC yerli bir şirket olmuyor. BMC'nin %49'u yabancıya ait. Dolayısıyla TOGG %100 yerli bir otomobil değil. Aslında Türkiye'nin ilk %100 yerli otomobil şirketi BMC idi. Ancak onun da %49 hissesi AKP tarafından yabancılara satılıyor.
TOGG, elektrikli otomobil üretimi için Gemlik, Bursa'da 22 milyar TL maliyetle bir fabrika kuruyor. Hükümet tarafından bu proje en başından itibaren öncelikli bir proje haline getirilerek vergi indirimleri, düşük faizli krediler ve ücret sübvansiyonlarıyla destekleniyor.
21 Mayıs 2020 tarihinde fabrikanın yapımına başlanıyor. Ağustos 2020'de şirketin TOGG markasıyla üretim yapmasına karar veriliyor. 2022 Yılı Ekim ayının ortasında fabrika inşaatı tamamlanıyor ve 29 Ekim 2022 tarihinde ilk TOGG üretim bandından "Anadolu Kırmızısı" rengiyle indiriliyor.
Geçen süre içerisinde TOGG beklenen satış patlamasını yapamıyor, beklenen karlılığını gerçekleştiremiyor. Askerlikte bir kural bulunuyor: "Stratejide yapılan hatalar, taktik başarılarla düzeltilemiyor."
"TOGG'da yapılan stratejik hatalar"
TOGG'da yapılan stratejik hatalar olarak şunlar sıralanıyor:
Birincisi: TOGG'un üretimi ile beraber Türk piyasasına özellikle Çinli elektrikli otomobillerin dolması, TOGG'un yerli olmasına rağmen pahalı olması,
İkincisi: Otomotiv sektörünün karlı bir sektör olmaması. Otomobil yatırımı, yatırım maliyeti çok yüksek ancak getirisi uzun yıllar süren bir yatırım. Otomobil sektörünün karlı olabilmesi için, yeni bir platform geliştirildiğinde bunun kara geçmesi için aynı platformdan, değişik marka ve modeller çıkartıp yıllar boyu satış yapılması gerekiyor. Renault, Fiat, Ford vb otomobil üreticileri hep böyle yapıyor. Ancak TOGG sadece tek model üretip yıllardır hep bu tek modelde kalıyor. Ayrıca TOGG, yanlış pahalı model ile üretime başlıyor. TOGG, halkın ulaşabileceği küçük segment ve rakiplerine oranla daha ucuz olacak bir halk arabası ile üretime başlaması gerekirdi.
Üçüncüsü: TOGG, ihraç edilmiyor. Sadece iç piyasaya satan hiçbir şirketin karlılık elde etmesi mümkün olmuyor.
Dördüncüsü: Devlet, makam aracı olarak TOGG alım yapmıyor.
Beşincisi: TOGG'un pazarlama ve marka stratejisi çok kötü yönetiliyor. Akıllı bir pazarlamacı üretmenin değil satabilmenin önemli olduğunu biliyor. TOGG, AKP'nin seçim propagandası için kullanılıyor ve TOGG, AKP simgesi haline getiriliyor. TOGG'un tüm bir Türkiye'ye hitabet edebilmesi için markaya siyaset üstü yaklaşılması gerekiyordu. Kısaca; TOGG, özel bir girişimdi ancak TOGG, devlete, hükümete mal ediliyor.
Altıncısı: TOGG, seçime yetiştirmek için yeterince test edilmemesi sonucu alanların bir çok konuda mağduriyet yaşamasına neden oluyor, bu da kalite konusunda da insanların TOGG'a şüpheyle yaklaşmasına vesile oluyor.
Yedincisi: Hala yeterli bir servis ve teslim ağı kurulamıyor.
"TOGG ve Chery"
Bilindiği gibi Çinli BYD ve Chery'nin de Türkiye'de fabrika açacağı haberleri sık sık basında yer alıyor. Bu haberler arasında Chery'nin TOGG'u satın alacağı iddiaları da yer alıyor.
Örneğin, 2024 yılı Eylül ayında, TOGG'un Çinli otomotiv devi Chery ile satış görüşmeleri gerçekleştirdiği, TOGG'u, Chery'nin alacağı iddiaları basında yer alıyor. Basında yer alan bu iddialara göre, anlaşma sağlanması halinde Chery'in Türkiye'deki yatırımları sadece kendi markasını değil, aynı zamanda TOGG'un üretim kapasitelerini de artıracağı değerlendiriliyor. Fakat bu durumun yerli ve milli otomobil markası TOGG'un imajına zarar verebileceği konuşuluyor.
Bu iddalara göre ayrıca Togg ile Çinli otomobil üreticisi Guangzhou Automobile Group'un (GAC) birlikte Temmuz 2024 tarihinde üretim için görüşmeler yapıyor. Bu iddialar üzerine Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fatih Kacır, 02 Ekim 2024 tarihinde TOGG'u güçlendirecek her türlü işbirliğini olumlu karşılayacaklarını açıklıyor. AA'ya konuşan Kacır, Togg'da yabancı bir ortaklık olup olmayacağı sorusuna, "Böyle bir işbirliği halihazırda var. Batarya teknolojilerinde Farasis ile Siro adında bir işbirliği kurdu. Bunun gibi işbirlikleri çoğalabilir, Togg'u kuvvetlendirecek her türlü işbirliğini biz de olumlu karşılarız" diye konuşuyor.
Son olarak 27 Temmuz 2025 tarihinde otomobil gazetecisi Emre Özpeynirci X hesabından TOGG ve Chery ile ilgili olarak özetle şu iddiaları dile getiriyor:
"Son günlerde kulislerde sıkça dile getirilen Chery ile Togg arasında bir işbirliği ya da 'ortak platform' söylentisi, dikkatle izlenmeli. Çünkü bu yalnızca bir yatırım değil, aynı zamanda iki tarafın da elini güçlendirecek stratejik bir hamle olabilir. Chery ne kazanır? Türkiye'de üretim yaparak yüksek gümrük vergilerinden kaçınır. Avrupa pazarına daha rekabetçi fiyatla araç sokabilir. TOGG gibi yerli bir marka üzerinden 'meşruiyet' ve 'kabul edilebilirlik' kazanır. TOGG ne kazanır? Halihazırda eksik olan küçük segment (B veya C sınıfı) uygun fiyatlı modelleri hızlıca devreye alabilir. Ar-Ge ve üretim maliyetlerini paylaşır. Çinli bir devin küresel tedarik gücünden ve teknoloji birikiminden faydalanır. Kritik soru şu: Bu iş birliği bir 'Chery'ye yatırım izni karşılığında platform paylaşımı' mı, yoksa 'TOGG'un büyüme stratejisine Çinli destek' mi? Gelişmeleri dikkatle izlemekte fayda var. Çünkü bu birliktelik gerçekleşirse hem iç pazar hem de ihracat açısından Türk otomotiv sanayii için yeni bir sayfa açılabilir."
Ayrıca TOGG ile iş birliği yapacağı konuşulan Chery hakkında TOGG'a prizli hibrit üretiminde ortaklık yapacağı da iddia ediliyor.
"TOGG, işçi çıkardığı iddiaları"
27 Temmuz 2025 tarihinde otomobil gazetecisi Emre Özpeynirci X hesabından paylaştığı TOGG ve Chery işbirliği iddiasından beş gün sonra 01 Ağğustos 2025 tarihinde basında TOGG fabrikasında yıllık izinde olan yaklaşık 200 işçinin işten çıkarıldığı haberleri yer alıyor. İşten çıkarılanların toplam sayısının 400 civarı olduğu ve çıkışların devam edeceği iddia ediliyor.
Bu iddiaları şimdilik burada bırakmamız gerekiyor.
Başlıkta yer alan diğer konulara geçmeden önce çok kısa olarak Akkuyu NGS ve TOGG'un ortak özelliklerin anlatılması gerekiyor.
"Akkuyu NGS ve TOGG'un ortak özellikleri"
Akkuyu NGS ve TOGG'un birinci ortak özelliği her iki yatırımın da AKP'nin prestij yatırımları olduğudur. Bu iki yatırım da AKP ile özdeşleşmiş durumda bulunuyor.
Akkuyu NGS ve TOGG'un ikinci ortak özelliği de her iki yatırımında anlattığım gibi bazı zorluklar yaşadığıdır.
Akkuyu NGS'nın ilk ünitesinin 2021 yılında, diğer üç ünitenin de birer yıl arayla 2026 yılı sonunda kadar işletmeye alınması planlanmasına rağmen henüz ortada işletmeye alınmış bir ünite olmadığı gibi Rusya tarafı da yaşadığı zorluklardan dolayı şirketin %49 hissesini satışa çıkarıyor ancak alıcı bulamıyor.
TOGG ise yaşadığı zorluklar nedeniyle işçi çıkarıyor ve hakkında Chery'e satılacağı dedikoduları yayılıyor.
Akkuyu NGS ve TOGG'u şimdi burada bırakıp başlıktaki diğer iki konuya geçmemiz gerekiyor: OYAK ve 2025 yılı Yüksek Askerî Şura (YAŞ kararları).
"OYAK'taki üst düzey görev değişimi"
02 Temmuz 2025 tarihinde OYAK Yönetim Kurulu Başkanı, henüz görev süresi dolmamasına rağmen değiştiriliyor. Bu değişiklikten iki hafta sonra da 17 Temmuz 2025 tarihinde OYAK Genel Müdürü değiştirilerek yerine AKP'nin kurucusu olan bir kişi atanıyor.
"2025 yılı YAŞ kararları"
05 Ağustos 2025 tarihinde toplanan YAŞ, Genelkurmay Başkanlığına ve Kara Kuvvetleri Komutanlığına yeni atamalar yapıyor.
"Sonuç"
Buraya kadar anlattıklarımın tamamı açık kaynaklarda yer alan somut bilgilere dayanıyor.
Ancak bundan sonra anlatacaklarımın tamamının bu somut bilgiler ışığında tecrübeme dayanarak sadece kişisel bir değerlendirme, bir tahmin, bir öngörü, bir önsezi, bir ihtimal, bir şüphe olarak kıymetlendirilmesi gerekiyor.
Akkuyu NGS ve TOGG, her iki yatırım da AKP'nin prestij yatırımları oluyor. Her iki yatırım da AKP ile özdeşleşmiş durumda bulunuyor. Akkuyu NGS ve TOGG, her iki yatırımında bazı zorlukları bulunuyor.
Her ne kadar siyaset sahnesinde erken seçim çağrıları kulaklara geliyorsa da reel politik, 2027 yılından önce bir erken seçim olmayacağını söylüyor.
Dolayısıyla bu iki yatırımında AKP açısından en erken 2027 yılı ama en geç 2028 yılına kadar ayakta kalması ve sonuç vermesi gerekiyor.
Sokrat, "şüphe aklın yarısıdır" diyor. Benim de şeytanın avukatlığını yapmam gerekiyor:
Acaba TOGG'un zorluklarından kurtarılması, ayakta kalabilmesi veya yabancıya (Chery) gitmemesi için TOGG, OYAK'ın bünyesine mi katılmak isteniyor?
OYAK üst yönetiminde yapılan apar topar değişiklikler, OYAK Genel Müdürlüğüne AKP kurucusu bir ismin getirilmesi, YAŞ kararları ile TSK üst yönetiminde beklenilmeyen değişikliklerin yapılması OYAK'ın TOGG'u ve/veya Rusya'nın satışa çıkardığı Akkuyu'daki %49 Rus hissesini satın almak için mi yapılıyor? Çünkü OYAK Genel Kurulunda yeni değiştirilen Genelkurmay Başkanı, Kuvvet Komutanları ve yeni değiştirilen OYAK Yönetim Kurulu Başkanı ve OYAK Genel Müdürü yer alıyor.
Günümüzde Batı dünyasındaki ve Türkiye'deki bütün büyük şirketler CEO'larına ">ABD radarına girmeyin!" (Ruslarla işbirliği yapmayın!) talimatını veriyorlar. Bu nedenle Akkuyu'daki %49 Rus hissesini satın almak için ne yabancı şirketler ne de Türkiye'deki Koç, Sabancı, Zorlu gibi büyük şirketler heveslenmiyor.
Acaba Akkuyu NGS'nın 2027 yılına kadar en azından bir ünitesinin devreye alınabilmesi için Rusya'nın satışa çıkardığı %49 hissenin alımı için OYAK mı planlanıyor? Gerçi bu alım için OYAK'ın gücü yetmiyor. OYAK'ın yanına Katar, Körfez, Arap sermayesi gelse desem ABD korkusundan onlar da gelmiyor. Yine ABD yaptırımları korkusundan yabancı bankalar da kredi vermiyor. Demokrasilerde çare de tükenmiyor. OYAK'ın Akkuyu'daki bu %49 Rus hissesini alabilmesi için OYAK'a uygun koşullarda kredi vermek için milli bankalarımız, örneğin Ziraat Bankası, Halkbank, Vakıfbank ne güne duruyor değil mi?
OYAK'ın Akkuyu'dan Rus hissesini alması demek OYAK'ın intiharı anlamına geliyor. Rusya Ukrayna'yı işgal ettiği ve Rusya'ya karşı ABD yaptırımları devam ettiği sürece Akkuyu'daki bu %49 Rus hissesini kim alırsa ABD yaptırımlarının hedefi haline geleceğini bilmek için kâhin olmak gerekmiyor. Günümüzde OYAK, 20 ayrı ülkede 134 şirket ile faaliyet gösteriyor. Bu 20 ayrı ülkenin de tamamı ABD etkisi altındaki ülkelerden oluşuyor. Bir zamanlar OYAK, Fransız AXA sigorta şirketiyle ortaklığı vardı AXA OYAK diye. AXA'nın sözde Ermeni tezlerine destek vermesiyle OYAK bu ortaklıktan çekilmişti. Tersi bir şekilde eğer OYAK, Akkuyu'daki bu %49 Rus hissesini almaya kalkarsa OYAK'ın faaliyet gösterdiği bu 20 ülkedeki yatırımlarının tamamının riske atılması, OYAK'ın bu ülkelerden çıkarılması ihtimali bulunuyor. OYAK'ın Akkuyu NGS'na ortak olması ikinci bir S-400 vakası, ikinci bir Altay Tankı faciası ihtimalini çağrıştırıyor. Böylesi bir karar 65 yıllık OYAK'ın bütün birikimlerinin bir anda yok olması riskini taşıyor.
Böylesi bir kararı alacakların OYAK'ın 482 bin üyesini vebali boynunda bulunuyor.
Eğer Akkuyu NGS'nda bir sonuç alınmak isteniyorsa, bunun; OYAK'ı riske atarak değil, hisselerin tamamının Türkiye tarafından satın alınıp Rusya'yı devre dışı bırakmasıyla mümkün olacağı değerlendiriliyor. Rusya'nın Ukrayna'daki işgali devem ettiği sürece, ABD'nin Rusya'ya karşı koyduğu yaptırımlar ve ambargo devam ettiği sürece Akkuyu NGS'nin bitirilme imkân ve ihtimali bulunmuyor.
"Eğitim almış insan; şüphe etmeli, soru sormalı, eleştirmeli, analiz etmeli, sorgulamalıdır" diye yazı girişimde bahsetmiştim. İşte ben de onu yapıyorum.
Arz ederim.
https://www.sehriyar.info/?pnum=1160
- - - - - - - - - - - - - - - -
DOĞA YASALARI ÜZERİNE DÜŞÜNCELER -5-
"Bilimsel determinizm" (yasaların belirleyiciliği, zorlayıcılığı) sadece bilimin değil felsefenin ve teolojinin de ilgisini çeken bir konudur. Çünkü eğer bu sav doğru ise, ahlak anlayışımız ve "özgür irade" gibi konularda ciddi anlamda sorgulamalar yapmamız gerekecektir. Bilinç ve özgür irade sorunu gerçekten de anlaşılması, yorumlanması en zor konulardan biridir. İnsan, davranışlarını kendi "benliğinin" ve "özgür iradenin" yönetiminde, bazı toplum, ahlak ve din yasalarına uyarak mı belirler, yoksa hiç farkında bile olmadığı doğa mekanizmalarının etkisinde mi yönlendirilir? Bizler bir şeyleri "tercih ettiğimizi" zannederken, gerçekten de bilinçli bir tercih mi yapmaktayız? Dahası, "bilinç" nedir? Bu konu günümüzde pek çok bilimin ilgi alanına girmiştir. Bilgi yönetimi, paralel zeka, genel nöroloji, bilişsel nöroloji, nöro-psikoloji, genel psikoloji ve bilinçaltı çalışmaları gibi. Ortada farklı kuramlar ve sorular bulunmaktadır. Örneğin, bilişsel tayfın fizyolojisi veya fenomenal hislerin nöral temelleri gibi.
Fizik biliminin, yakın uzayda (Newton fiziğinin kullanıldığı Dünyasal uzay-zaman algılamında) geçerli olan yasalarına göre ise bilimsel determinizm bir gerçektir. Evrende, geçmişte gerçekleşmiş, şu anda gerçekleşen ve gelecekte gerçekleşecek olaylar bilimsel yasalarla belirlenmiştir ve bu olayların gerçekleşmeleri zorunludur. Bu, çok iddialı bir görüş gibi görünse de sakın hafife almayın, bu sayede Ay ve Güneş tutulmaları, kuyruklu yıldız geçiş zamanları vb kesinlikle öngörülebilir. Fakat, tüm "evren" söz konusu olduğunda, mesela işin içine atomlar girmeye başladığında bilimsel determinizmden emin olunamaz veya farklı yorumlar getirmek gerekebilir. Konuyu fazla dağıtmadan, kitaptan alıntı ile devam ediyorum.
Bilimsel determinizmi ilk kez ve açık bir biçimde ortaya koyan ismin Laplace olduğu kabul edilir. Evrenin belirli bir zamandaki verili durumunda, eksiksiz bir yasalar dizisi onun hem geleceğini, hem de geçmişini tam olarak belirleyebilir. Bu durum, mucize olasılığını veya Tanrı'nın oynayacağı etkin bir rolü dışlar. Laplace'nin formüle ettiği bilimsel determinizm, doğa yasalarında bir istisna (örneğin mucize) olup olmadığı sorusuna bilim insanının verdiği yanıttır. Aslında bu, bütün çağdaş bilim için temel bir dayanak ve bu kitabın başından sonuna kadar önemini koruyacak bir ilkedir. Bilimsel bir yasa, sadece doğaüstü bir varlığın müdahale etmemeye karar verdiği durumlarda geçerli olacaksa, o zaman bir yasa değildir. Bunu fark eden Napoleon, Laplace'e Tanrı'nın bu resmin neresinde olduğunu sorar. Laplace'nin yanıtı "Efendim, o varsayıma ihtiyacım olmadı" şeklindedir.
Diferansiyel denklemler üzerine çalışmaları ile tanınan matematikçi ve gökbilimci Pierre Simon Laplace, (1749-1827) denebilir ki bilimsel determinizmi en uç noktaya taşımış ve bilimsel kuramlardan Tanrı faktörünü tamamen çıkarmıştır. İmparatora anlattığı evren modelinde kendisine Tanrı'nın o modelde nerde olduğu sorulduğunda meşhur cevabını vermiştir: "Sire, je n'avais pas besoin de cette hypothèse-là." (Efendim, böyle bir hipoteze ihtiyacım olmadı) Görüldüğü gibi, Tanrı fikri artık bir hipotez olmaya başlamıştır; üstelik bazılarına göre, gereksiz bir hipotez. Ben, bilimsel determinizm konusunda Laplace'in çok genellemeci davrandığını düşünmekteyim. Fakat, bilimsel kuramlara Tanrı'nın, herhangi bir dini inancın katılmaması gerektiğini kabul ederim. Hatta, kuramı geliştiren kişi dindar bir insan olsa dahi. Dini inançların sonu gelmez. Bunları bilimin disiplini ile harmanlamak acaba ne derece doğrudur? Somut bir örnek vermek isterim. Çeşitli hastanelerde başhekim olarak da görev yapan merhum Dr. Haluk Nurbaki kanser ve radyoloji alanındaki çalışmaları ile ünlenmiştir. Kendisinin meslekî kariyerine ve bilgisine elbette saygı duyarım. Fakat, bazılarını okuduğum "İnsan Bilinmezi, Tek Nur, Sonsuz Nur" gibi çalışmalarında dini inançları ile bilimi bence çok keyfi olarak karıştırmış ve gereğinden fazla iddialı konuşmuştur. Mesela bir kitabında, bir insan ölürken, tam ölüm anında şeytanın ona göründüğünü ve yüzündeki maskeyi çıkararak insana attığı kazığı açıkladığını yazmıştır. Bunu neye dayanarak öne sürmektedir? Böyle bir fenomen gerçekten gözlemlenmiş midir? Farklı dinlerdekilerin durumu ne olacaktır? Şeytan diye bir şeyin varlığı konusunda somut bulgulara rastlanmış mıdır? Eğer böyle bir durum yoksa, neye dayanarak bunu bir gerçeklik olarak okuyucusuna aktarmaktadır?…
Bu iddiasını bir bilimsel makale haline getirip meslekdaşları arasında yayınlayabilir mi? Veya bir uluslararası bilimsel makale olarak yayınlayabilir mi?…
Söylememe gerek yok ki, bu tarz kitaplar iyi para kazandırmaktadırlar. (Bilim kurguyu hariç tutuyorum. Bilim kurgu edebiyatın/sinemanın bir dalıdır ve belli gerçekliklere dayanarak geleceğe yönelik düşünceleri sanat çerçevesi içinde aktarır.) İnsanlar her zaman bilinmeyeni merak ederler ve bazı insanlar doğrudan bilimin kendisine müracat etmek yerine, bu tarz kitaplara rağbet etmektedirler. Aslında, birer düşünce deneyi olarak hiçbirine itirazım yok. Fakat, bilim ile dinsel inançların keyfî bir şekilde karıştırıldığı kitaplar piyasada çok iddialı başlıklarla satılmaktadırlar. "Bu kitap tüm hayatınızı değiştirecek Evrenin sırlarını öğrenin Gizli bilimlerin kapısı size açılacak" gibi. Hemen her tür inançla bilimin bulguları harman edilebilmektedir. Şöyle bir sıralarsam: Antik Mısırlıların dinleri, Hindu inançları ve karma felsefeleri, uzaylılardan mesaj aldıklarını iddia eden "seçilmiş" kişilerin evrensel duyuruları, İslam inançları ve Kur'ana dayalı çıkarımlar, tasavvuf ve vahdet-i vücut görüşlerinin fiziğe uyarlanması, çağdaş Hristiyanların İncil üzerine görüşleri, Hz İsa'nın gerçek kurtarıcı olduğu şeklindeki inanışlar, kayıp kıtalar ve bazı esrarengiz yıldızlarla ilgili senaryolar (örneğin Immanuel Velikovsky'nin "Çarpışan Dünyalar" isimli kitabı gibi), Dünya'daki hayatı uzaylıların başlattığını savunanların görüşleri (Tanrıların Arabaları ve Alternatif Dünya Tarihi gibi), doğaüstü olaylar ve parapsikolojik fenomenler (telepati, telekinezi, poltergeist, pirokinezi, astral bedenler, ESP kuramları, satanizm, çeşitli hayalet öyküleri) … ilk aklıma gelenler.
Gerçekten, bedenden bağımsız bir ruhumuz var mıdır, yoksa bu, insanın ölüm gerçeğine karşı geliştirdiği bir hayal midir?…
Elbette ki, bu kitaplarda yazılı olanlar bütünü ile saçma değildirler. Ayrıca, zihnimizi esnek tutmak ve yeni fikirlere açık olmak son derece önemlidir. Fakat, temkinli olmakta, yazılan her şeye hemen inanmamakta fayda vardır. Çoğu insanın unuttuğu nokta şudur ki, bir "tez", "hipotez" veya "kuram" geliştirmek öylece kafadan sallamak demek değildir. Bunun hiçbir değeri yoktur. Her insan sadece hayal gücünü kullanarak akla gelebilecek her tür senaryoyu geliştirebilir. Oysa bilimsel kuramlar, daha önce var olan bir bilimsel gelişim tarihçesi ve disiplini üzerine kurulurlar. Ayrıca, kuramı öne süren kişi, kuramını bilimsel yöntemler ile desteklemek zorundadır. Albert Einstein, ışığın davranışından hareketle özel ve genel görelilik kuramlarını geliştirmiştir ama kuramları Newton fiziğini dışlamamaktadır. Sadece, onu daha uzun mesafelerin ve ışık hızının önem kazandığı uzay-zaman ölçeklerine uyacak şekilde revize etmiştir. Konuyu kapatıp, bilimsel determinizm hakkındaki alıntılara devam ediyorum.
İnsanlar evrende yaşadıkları ve onun içindeki diğer nesnelerle etkileşim içinde olduklarına göre, bilimsel determinizm insanlar için de geçerlidir. Pek çok kişi bilimsel determinizmin fiziksel süreçleri yönettiğini kabul ederken, insan davranışlarını bundan ayrı tutar, çünkü bizim özgür irademiz olduğuna inanırlar. Descartes, özgür irade düşüncesini koruyabilmek için insan zihninin fiziksel dünyadan farklı olduğunu ve onun yasalarına tabi olmadığını öne sürmüştür. Onun bakış açısına göre, bir insan iki unsurdan oluşur: Beden ve ruh. Beden sıradan bir makineden başka bir şey değildir ama ruh bilimsel yasaların hükmü dışındadır. Descartes anotomi ve fizyoloji ile çok ilgilendi; beynin merkezinde bulunan ve epifiz bezi denen küçük organı ruhun bulunduğu yer olarak kabul etti. Onun inanışına göre epifiz bezi bütün düşüncelerimizin oluştuğu yerdi ve özgür irademizin kaynağıydı.
İnsanlar özgür iradeye sahip midir? Özgür irademiz varsa, evrim ağacının neresinde ortaya çıkmıştır? Mavi-yeşil alglerin veya bakterilerin özgür iradeleri var mıdır, yoksa hareketleri otomatik olup bilimsel yasalar dahilinde midir? Yalnızca çok hücreli organizmalar mı özgür iradeye sahip, yoksa yalnızca memeliler mi? Bir şempanzenin bir muzu hapır hupur yemesi veya bir kedinin kanepenizi tırmıklaması durumunda, özgür iradelerini kullandıklarını düşünebiliriz. Peki, yalnızca 959 hücreden oluşan ve adı Caenorhabditis Elegans olan ipliksi solucan için ne diyebiliriz? Bu ipliksi solucan bir şeyler yedikten sonra, "bu yediğim acaip lezzetli bir bakteriydi, buraya tekrar geleyim" diye düşünmez; yine de yiyecek konusunda onun da belirli tercihleri vardır. Tüm bunlar özgür irade anlamına mı gelmektedir?…
Böylece "derin sulara" açılmış bulunuyoruz. Dr Hawking'in sorduğu sorular son derece zordur ve bilim insanları arasında bu konularda ciddi görüş ayrılıklarına rastlanmaktadır. Sorular bilimin, felsefenin ve teolojinin ortaklaşa ilgi alanına girmektedir. Artık konular sadece felsefe ile ele alınamaz. Fizik, kimya, biyoloji, nöroloji, psikoloji, sosyoloji, antropoloji ve bu bilimlerin alt alanları devreye girmektedir. Kesinlikle abartmıyorum; çünkü konular gerçekten de bu kadar zorludur. Çok kısa değinmem gerekirse, insan davranışlarında sinir sisteminin ve beynin yeri araştırılmaktadır. Fakat, insanın sosyal bir varlık olduğunu da unutmamamız gerekir. İnsanlar sadece bedensel mekanizmalarla davranmamakta, kendi atalarından ve kültürlerinden devraldıkları inançlar, adetler, yaşam biçimlerine uygun olarak da hükümler vermektedirler. Protestan bir Hollandalı ile Sünni Müslüman bir Mısırlının fizyonomileri ortaktır. Birine kalp ameliyatı yapılabiliyorsa, diğerine de yapılabilir. Ama bu iki insanın inançları, davranış biçimleri, olaylara verdikleri tepkiler taban tabana zıt olabilir. Bu durumun tersi de geçerlidir. Aynı coğrafyada, aynı dinsel davranış biçimlerinin, aynı kültürün olduğu bir toplumda yaşayan iki insan arasında büyük karakter farklılıkları olabilir. Birisi geleneksel ataerkil değerlere bağlı, muhafazakar, dindar bir kişilik sergilerken; diğeri eşcinsel, tanrıtanımaz veya reform yanlısı olabilir.
Devam ediyorum.
Yapmak istediğimiz şeyi seçebileceğimizi düşünüyor olsak da, moleküler biyolojiden anladığımıza göre biyolojik süreçler fizik ve kimya yasaları tarafından yönetiliyor ve bu yüzden gezegenlerin yörüngeleri kadar belirlenmiş süreçler. Nörolojik bilimlerde yapılan son araştırmalar, eylemlerimizin fizik yasalarına riayet eden beynimiz tarafından belirlendiği görüşünü destekliyor; bu yasalardan bağımsız bir unsur tarafından değil.Örneğin, uyanık hastalara yapılan beyin ameliyatlarına ilişkin bir araştırma, beynin bazı bölgeleri elektriksel olarak uyarıldığında hastada elini, kolunu, ayağını oynatma, dudaklarını kımıldatma, ve konuşma arzusu uyandırılabildiğini ortaya çıkardı. Eğer davranışlarımız fiziksel yasalar tarafından belirleniyorsa özgür iradenin nasıl iş görebildiğini anlamak oldukça zor. Öyle görünüyor ki biz yalnızca biyolojik makineleriz ve özgür irade bir yanılsamadan ibaret.
Dr Hawking gibi bir insanın yazdıklarına itiraz getirmeye çalışmamı ukalalık olarak kabul edebilirsiniz. Kesinlikle iddialı olmadan, yukarda yazdıkları konusundaki bazı çekincelerimi yazmak isterim. Burda, kilit kelime "davranış" kelimesi. İyi ama hangi davranış? İnsan davranışlarının bir bölümünün belli doğa yasalarına bağlı ve otomatik davranışlar olduğu aslında 17. yüzyıldan bu yana bilinmekte. (Hatta çok daha önceden…) Sinir sistemine veya beyne yapılan elektriksel uyarıların sadece insanlarda değil, mesela kurbağalarda da oto refleksler doğurduğu deneylerle görüldü.
Hatta, fizyolojik davranışlarımızın büyük bir bölümünün "istem dışı" hareketler olduğu da çok iyi bilinmekte. Kalbin atışı, midenin sindirim süreci, böbreklerin çalışması ve daha pek çok yaşamsal faaliyetlerimiz istem dışıdır. Ayrıca vücudumuzda oluşacak herhangi bir hastalık bizi tamamen yatağa mahkum edebilir ve davranışlarımızı kısıtlayabilir. Alzheimer gibi hastalıklar doğrudan beynimizi etkileyebilir. Bu durumda, bedenden bağımsız bir ruh inancı ile ilgili tartışmalar doğmaktadır. Diğer yandan, insan davranışları sadece bu tür hareketlerden ibaret değildir. İnsanlar çok farklı kişilik özellikleri sergilerler. Bazıları depresif, bazıları agresif, bazıları hayalci vb olabilir. Sanırım, yakın zamanlarda çok büyük önem kazanmaya başlayan sanal zeka, nöro-bilişim gibi çalışmalara göz atmakta fayda var. Zaten Dr Hawkin de bu durumun farkında, bu yüzden şunları da eklemiş.
İnsan davranışının gerçekte doğa yasaları tarafından belirlendiği düşüncesine teslim olduğumuzda, sonuçların karmaşık bir yolla ve çok fazla değişkenle belirlenmesinin, onları öngörmeyi pratikte olanaksız kıldığı yargısına varmak da akla uygun olacaktır. Bu nedenle, bir öngörüde bulunabilmek için insan bedenindeki trilyonlarca molekülün herbirinin başlangıç koşullarının bilinmesi ve bir o kadar denklemin çözülmesi gerekirdi. Bu da birkaç milyar yıl alırdı ki karşımızdaki kişinin atacağı yumruktan kaçmak için epey geç kalabilirdik…
Aslında insanlar ve hayvanlar, her ân her saniye karmaşık denklemleri istem dışı olarak çözerler. Meyve yarasaları dillerini bir saniye içinde onlarca defa şaklatararak sonar dalgaları üretirler. Sonra kendilerine geri gelen dalgalar, bir dizi karmaşık karşılaştırma ve navigasyon işleminden geçirilip yarasanın zihninde o an nerde olduğuna dair bir algı oluşur. İnsanlar ise, görme süreci içinde buna benzer işlemleri yaparlar. Gözün ölü bölgesi tarafından karanlıkta kalan noktaya ait bilgiler, bir tür tamamlama yöntemi ile birleştirilir ve böylece bütüne dair bir görüntü algılarız. Hareket süreci içinde ise göz ile beyin arasında karmaşık bir sinyalizasyon süreci devreye girer. Bilgisayar dilinde göreli adresleme (relative addressing) denen sürece uygun biçimde, nesnelerin hareketleri biz onların bilincine varmadan önce hesaplanır ve buna göre navigasyon oluşturulur. Aslında süreçler burda özetlediğimden çok daha karmaşıktır. Konuya ilgi duyanlar göz ve beyin ilişkilerini inceleyen çalışmalara müracat edebilirler.
İnsan davranışını öngörmek için fizik yasalarını kullanmak pratikte mümkün olmadığı için "etkin kuram" dediğimiz bir yol geliştirdik. Fizikte bir etkin kuram, gözlemlenmiş belirli bir fenomeni, altta yatan tüm süreçleri ayrıntılı olarak tanımlamadan modellemek için yaratılmış bir çerçevedir. Örneğin, bir insanın bedenindeki her atomla yeryüzündeki her atom arasındaki çekimsel etkileşimi yöneten denklemleri tam olarak çözmemiz mümkün değildir. Ancak tüm pratik nedenlerden ötürü, bir insanla yeryüzü arasındaki çekimsel gücü, insanın toplam kütlesi gibi birkaç sayı ile tanımlayabiliriz. Aynı şekilde, karmaşık atom ve moleküllerin hareketlerini yöneten denklemleri çözemiyoruz; ama adına kimya denen etkin bir bilim geliştirdik ve etkileşimlerin tüm ayrıntılarına açıklama getirmeden kimyasal tepkimelerde atomların ve moleküllerin nasıl hareket ettiğini uygun bir şekilde ortaya koyabiliyoruz. insanlar söz konusu olduğunda, davranışlarımızı belirleyen denklemleri çözemediğimiz için, özgür iradeyi etkin bir kuram olarak kullanıyoruz. Ekonomide özgür irade düşüncesi, insanların olası eylem rotalarını değerlendirip en iyisini seçtikleri varsayımına dayanan etkin bir kuramdır. Bu etkin kuram davranış öngörüsünde sadece kısmen başarılı, çünkü hepimizin bildiği gibi, verilen kararlar genellikle akılcı değil ya da seçimlerin sonuçlarına ilişkin kusurlu çözümlemelere dayanıyorlar. Dünyanın böyle bir karmaşa içinde olmasının sebebi budur.
Bu noktada Dr.Hawking'e ve L.Mlodinow'a katılıyorum. İnsan davranışlarının büyük bir çoğunluğu rasyonel değildir. Hatta, insanlar, kararlarını çoğunlukla cinsel, duygusal, ekonomik, dinsel, kültürel, ideolojik pek çok faktörün etkisi ile alırlar ve daha sonra bu davranışları akla uydururlar; yani "rasyonalize ederler". Fizik yasaları söz konusu olduğunda, trilyonlarca partikülün tek tek tüm davranışları kestirilemese de bütüne yönelik akılcı ve doğru tahminler geliştirmek mümkündür ve zaten bu yapılmaktadır. Kuantum teorisi bir parçacığın yönünü ve hızını tam olarak bilmenin neden mümkün olamadığını açıklar. Buna rağmen o parçacıklar fizikte, elektronikte kesin sonuçlar verebilecek şekilde kullanılmaktadırlar. Ama insan davranışları tam olarak akılcı temeller üzerine kurulmaz, dahası "akılcı davranışın" ne olması gerektiği konusunda insanlar arasında görüş ayrılıkları ortaya çıkmaktadır. Gelenekçi bir dindara göre, akılcı bir davranış Tanrı'nın emrine uygun olarak yaşamaktır. Böylece korkunç bir cezadan kurtulmak veya Tanrı katında yükselmek mümkündür. Diğer yandan ateist düşünceli bir insan için ise dinsel davranış tamamen bir zaman kaybı olabilir.
Gerçekte, farkında bile olmadığımız yasaların birbirleri ile karmaşık ilişkisinden doğan bir sistem içinde yuvarlanan canlılar mıyız, yoksa, derinlerde bir yerde kendimize ait bir şeyler bulabilmemiz mümkün mü?…
Hawking'in yasalar hakkında üçüncü sorusu "Sadece bir dizi olası yasa mı vardır?" şeklindeydi. Bunu açmış:
Hem Aristotales hem de Platon, Descartes ve daha sonra Einstein gibileri doğanın ilkelerinin "ihtiyaç" nedeniyle varolduklarına inanmışlardı; çünkü sadece bu kuralların mantıkî bir anlamı vardı. Doğa yasalarının kaynağının mantığın içinde olduğuna inanan Aristotales ve takipçileri, bu yasaların doğanın gerçekte nasıl işlediğini çok dikkate almadan "türetilebileceğini" düşünüyorlardı. Bu düşünce ve yasaların ne olduğu yerine nesnelerin neden yasaları izlediği konusuna odaklanması, Aristotales'i çoğunlukla nitel, sıklıkla yanlış ve pek de kullanışlı olmayan yasalara yöneltti ve bu yasalar bilimsel düşünceye asırlarca hükmetti. Epeyce sonra Galileo gibi insanlar Aristotales'in otoritesine karşı çıkma cesaretini gösterdiler ve "saf aklın" olması gerektiğini söylediği şeyleri izlemek yerine, doğanın gerçekte nasıl işlediğini gözlemeye başladılar.
Çok doğru ve yerinde tesbitler bunlar. Aristotales yüzyıllar boyunca Hristiyan, Yahudi ve İslam alimlerinin bir kısmını derinden etkilemiştir. Onun adına cilt cilt kitaplar yazılmış, sayısız yorumlar yapılmıştır. Bu uzun tarih süreci içinde, bence bir başka düşünürün hakkı yenmiştir: Demokritos. (Yak.M.Ö.460-370) Sokrates öncesinin doğa filozofu olan Demokritos evrende tüm yasaları "türeten" üstün bir akıl aramak yerine, atom düşüncesini maddenin temeline getirmiş ve hareket yasalarının burdan doğduğunu savunmuştur. Elbette, Demokritos'un o zamanlar atomdan anladığı şey ile, çağdaş bilimin atom anlayışı artık aynı değildir; ama yine de milattan önce yaşamış bir insanın bu öngörüleri takdire değer. Nesnelerin nasıl değil de neden o şekilde hareket ettiklerine odaklanıldığında, ortaya bir sürü soyut, anlaşılması zor inançların çıkması kaçınılmazdır. Ayrıca, doğadan bütünü ile bağımsız bir "saf aklın" olup olmadığı ise ayrı bir tartışma konusudur.
Bu kitap, bilimsel determinizmi temel alır. Yasaların nasıl ortaya çıktığına ve onlardan başka yasa olup olmadığı konularına ayrıntılarıyla değineceğiz. Ancak öncelikle, doğa yasalarının neyi açıkladığını göreceğiz. Çoğu bilim insanı yasaların, kendisini gözlemleyenden bağımsız olarak varolan dışsal gerçekliğin matematik yansımaları olduklarını söyleyecektir. Bu konuları tartışırken tosladığımız bir başka soru daha var: Nesnel bir gerçekliğin varolduğuna inanmak için gerçekten bir nedenimiz var mı?…
Evet, ontolojik felsefenin ve yakın zamanlarda bilinci inceleyen bilimin en zor konularından birine geldik. Gerçeklik nedir?…
-devam edecek-
Levent ERTÜRK
LEVENTERTURK1961
https://leventerturk1961.wordpress.com/
- - - - - - - - - - - - - - - -
Her kim, Türk ve Atatürk düşmanıdır.
Biliniz ki, onlar Malazgirt'te.
İstanbul'un fethinde, Çanakkale'de ve İstiklal Harbinde mağlup ettiklerimizin Anadolu'da kalmış tohumlarıdır.
~Alpaslan Türkeş~
- - - - - - - - - - - - - - - -
OMRUMDE SUKUT
. . . . . .
Cingiraksiz, rehbersiz deve kervani nasil
Ipekli mallarini kimseye gostermeden
Sonu gelmez kumlara uzanirsa muttasil
Omrum oyle esrarli gececek ses vermeden
Ve boylece bu omur, bu omur her dakika
Bir buz parcasi gibi kendinden eriyecek
Semada yildizlardan, yerde kurtlardan baska
Yasayip oldugumu kimseler bilmeyecek
~Cahit Sitki TARANCI~
- - - - - - - - - - - - - - - -
Sevgililerin Birbirilerinden Hiç Bıkmamalarının Sebebi, Hep Kendilerinden Söz Etmeleridir.
- - - - - - - - - - - - - - - -
ZARİYAT - 56 'Ben cinleri de insanları da ancak bana kulluk etsinler diye yarattim.'
A'RAF - 179 'Andolsun ki, biz cinlerin ve insanların çoğunu cehennem için yarattık.
Onların kalpleri vardır ama, anlamazlar.
Gözleri vardır ama o gözlerle görmezler…'
- - - - - - - - - - - - - - - -
HER ŞEYİN TİCARETİ OLMAZ…
https://www.youtube.com/watch?v=OorF8_tW05c
- - - - - - - - - - - - - - - -
İŞ ADAMLARI ÖLMESİN İŞÇİ ELBET BULUNUR…
https://www.youtube.com/watch?v=Z1GE70EMwvI
- - - - - - - - - - - - - - - -
Terbiyeli yazip konusma ile, mizah birbirleriyle celisen kavramlardir. Tipki, erkek eli degmemis orospu gibi.
~Malcolm Muggeridge.~
- - - - - - - - - - - - - - - -
ÖZERK ÜNİVERSİTE…
https://www.youtube.com/watch?v=Ruz_JtuK5HE
- - - - - - - - - - - - - - - -
Devletsiz para, ekonomisiz devlet, parasız ekonomi olmaz.
~EGE CANSEN~
- - - - - - -





- - - - - - -
Basar_Sabuncu-Sayin_Muhbir_Vatandaslar.docx
Ozen_Yula-Gayri_Resmi_Hurrem.pdf
Arsiv_Belgelerine_Gore_Balkanlarda_ve_Anadoluda_Yunan_Mezalimi_II-.pdf
JK_Rowling-Harry_Potter_ve_Melez_Prens.epub
Otomatik_kontrol_ders_notlari.pdf
F._M._Dostoyevski-Insanciklar.EPUB
Vaclav_Havel-Gorusme_Kutlama_Cagri.epub
Tayfun_Turkili-masal-kadini.doc
Tuncer_Cucenoglu-Helikopter.pdf
Atesboceklerinin_Mevsimi-Maeve_Binchy.epub
William_Shakespeare-Kisasa_Kisas_Onikinci_Gece_Venedik_Taciri.pdf
Chuck_Palahniuk-Gorunmez_Canavarlar.epub
dovus_kulubu.epub
Civan_CANOVA-PROMIYER.doc
Nazim_Hikmet_03_Kuvayi_Milliye.epub
C._J._Cherryh-Uzay_Dugumu.epub
Stage_1-John_Escott-England.pdf
tasnak-partisinin-yapacagi-birsey-yok-turkce-kitap.pdf
Lenin-Ne_Yapmali.epub
Cesitli-Bilimkurgu_Oykuleri_Seckisi.epub
R._A._Salvatore-Unutulmus_Diyarlar-16-Avcinin_Kiliclari_Serisi-2-Yalniz_Drow.epub
Albert_Camus-Asturya_da_isyan_CS.pdf
Paul_Aron-Tarihin_Buyuk_Sirlari.epub
Luzumsuz_Bilgiler_Ansiklopedisi_I-Bilinmiyor.epub
Milan_FUST-Mutsuzlar.doc
Wassily_Kandinsky-Sanatta_Ruhsallik_Uzerine.epub
www_omarhoca_com_PHRASAL_VERBS.pdf
Stage_1-Steve_Flinders-Scotland.pdf
Jorge_Luis_Borges-Kum_Kitabi.epub
Jean-Christophe_Grange-Koloni.epub
- - - - - - -
"> "> "> "> "> "> "> ">
- - - - - - -
- - - - - - - - - - - - -
a45UyF587661
- - - - - - - - - - - - -
| Grup eposta komutlari ve adresleri | : | |
| Gruba mesaj gondermek icin | : | ozgur-gundem@googlegroups.com |
| Gruba uye olmak icin | : | ozgur-gundem+subscribe@googlegroups.com |
| Grup kurucusuna yazmak icin | : | 0raj.p0yraz@neomailbox.net / oraj.poyraz@openmail.cc |
| Grup Sayfamiz | : | https://groups.google.com/g/ozgur-gundem/ |
| Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz | : | http://orajpoyraz.blogspot.com/ |
Özgürlük adam, henüz yeni kurdum.Siyasi iktidarın sürekli yasakladığı, polisiye önlemler ile gizlemeye çalıştığı şeyleri burada biriktireceğim. Videolar, resimler, makaleler falan. | : | http://insulaelibertatis.com/ |
| Eposta adresleri (Derdiniz varsa buradan ulaşın.) | : | 0raj.p0yraz@neomailbox.net oraj.poyraz@openmail.cc HvLWPtIjJR8X@protonmail.com 0PjukdvspdUh@mail2tor.com |
| Tor ağı üzerindeki web siteleri Darkweb diye bilinir, TorBrowser kullancaksınız. | : | http://45m2jpfwn6ydfrqyhw5jbqszyip45pvi6m2cyo3722wyhur6yuitgbyd.onion/ http://kbq4ghhydumvhgvwkccbad5g7ae2yho6a4llxuy2z4oa6dox6gjtngad.onion/ |
Özgürlük adam, henüz yeni kurdum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder