28 Şubat 2011 Pazartesi

ABD KARDEŞİ KARDEŞE DÜŞÜRDÜ

Açıklama:       http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/resimler/1298751541.jpgTürkiye-Azerbaycan ilişkisinin bozulması için Yukarı Karabağ ‘manivela’ yapılmış!

’0 sorun’un makyajı aktı!

WikiLeaks, AKP’nin ‘komşularla sıfır sorun’ politikasının iç yüzünü de ortaya döktü. Ekim 2009 tarihli ’hizmete özel kripto’ya göre ABD, Türkiye’yi Azerbaycan’dan uzaklaştırıp Ermeni yakınlaşmasına itmek için Yukarı Karabağ konusunu kullanmış.

Bakü ile aramıza ABD girdi

WikiLeaks belgesine göre ABD, Türkiye’yi Azerbaycan’dan uzaklaştırıp Ermenistan’la yakınlaşmasını sağlamak için ‘Yukarı Karabağ’ sorununu kullandı. Ankara da ABD’nin baskı yaptığı bilgisini verdi.

Wikileaks belgesi, Türkiye’nin komşularıyla “sıfır sorun” politikasındaki “sorunları” ortaya koydu. Ermenistan’la yakınlaşmayı başlatan dörtlü zirve sonrası ABD’nin Bakü Büyükelçiliği’nce merkeze gönderilen telgrafa göre, Azeriler, Türkiye-Ermenistan yakınlaşmasını “düpedüz ihanet” olarak nitelendirdi. Türkler ise kendilerini Ermeni yakınlaşmasına zorlayan ABD’yi suçladı. Bir Türk diplomat, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’e “ABD bize baskı yaptı, Yukarı Karabağ sorununu onun için ayırmak üzereydik” dedi.

Uzlaşma sürecine tepki

Ekim 2009’daki Türkiye-ABD-Rusya-Ermenistan zirvesinden sonra gönderilen “Hizmete Özel” kriptoya “İlham’ı Birlikte Götürmek: Azerbaycan Türkiye-Ermenistan Sürecine Zarar Vermeyi Durdurmaya Nasıl İkna Edilir” başlığı atıldı. Kriptoda Azerbaycan’ın yüksek sesle ve yineleyerek, Türkiye-Ermeni uzlaşma sürecinin, Azerbaycan’ın Ermenistan’la olan anlaşmazlıklardaki pozisyonunu zayıflatma potansiyeli taşıdığından şikayet ettiği belirtildi. Kriptoda şöyle denildi: “Bakü’nün Türkiye-Ermeni sürecine karşı politikasının altında Yukarı Karabağ politikası yatıyor. Azeriler, Türkiye’nin Yukarı Karabağ sorununda hiçbir kazanım olmadan bu manivelayı kaldırmaya istekli olması düpedüz ihanet olarak görülüyor.”

Aliyev sattığına inanıyor

Kriptoda “Azeriler Türkiye-Ermenistan sürecinin Yukarı Karabağ barış sürecinde ilerlemeyi de teşvik edeceğine ilişkin mesajımızı almıyor” denilirken, “Azerbaycan’ın Türkiye’ye negatif tepkisi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, Azerbaycan Cumhurbaşkanı  Aliyev’e dostça olmayan muamelesiyle tahrik oldu. Aliyev, Türklerin bir danışma nezaketi bile göstermeden aylar önce sattığına inanıyor” ifadesi yer aldı. Kriptoda, Türklerin kendilerini bu uzlaşma sürecine zorladıkları için Amerikalıları suçladığı belirtilere, “Yani ihanet duygusu ABD’ye de uzanıyor” denildi.  Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 13 Mayıs’ta gerçekleştirdiği Bakü ziyaretinde “Türkiye’nin Yukarı Karabağ sorunu çözülmedikçe sınırı açmayacağı” açıklaması yaptığı anımsatılan kriptoda, “Aliyev veda ziyaretini yapan Büyükelçi’ye, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Çeviköz’ün kendisine bilgilendirmede bulunduğunu ve Türkiye’nin ABD’den gelen yoğun baskı nedeniyle Yukarı Karabağ konusuyla bağlantıyı kesme taahhüdü vermek üzere olduğunu anlattı” ifadeleri yer aldı.

Devamı: http://www.altayli.net/news.php?readmore=92

 

Hasan ÖZÇELİK

Türkçülerin Kavşıt Yeri

http://altayli.eu5.org

www.Altayli.Net

--
Google Grupları - " TÜRKİYE - HABER, GRUBU "
32.500 Üyeli bu gruba posta göndermek ve yörenizle ilgili tanıtım yazıları, fotoğraflarınızı grupta başlatılan konularda görüşlerinizi kendi adınızla yayınlamak için aşağıdaki adresimize mail atın :
erzincan-kemaliye-egin-grubu@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için,
http://groups.google.com.tr/group/erzincan-kemaliye-egin-grubu?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin, grubumuzla ilgili şikayetlerinizi ve tavsiyelerinizi grup admin " erzincanli.0024@gmail.com " adresimize bildirin saygılarımızla

VATANA İHANET ETMEK SİZCE NEDİR? [Erdal Sarızeybek]

VATANA İHANET ETMEK SİZCE NEDİR?

ERDAL SARIZEYBEK

21 Şubat 2011

 

Türkiye zor bir dönemden geçiyor.

Laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğuna karar verilen iktidar partisi Anayasa Mahkemesi’nce mahkûm ediliyor, ama zeki ve fakir çocuklarımızı elimizden alıp laiklik karşıtı örgütleyerek cumhuriyet rejiminin temel değerlerini yok etmeye çalışan, çocuklarımızı Atatürk düşmanı, Cumhuriyet rejimi düşmanı gibi yetiştirme gayreti içinde olan  Fethullah Gülen’e suç yok, yargılandığı ağır ceza mahkemesinde beraat ediyor.

Basit bir mantıkla, bu iki olayı yan yana getirdiğinizde karmaşık ve anlaması güç bir durum ortaya çıkıyor;  laiklik karşıtı eylemleri yüzünden bir siyasi partiyi yargılayan ve mahkum eden hukuk anlayışı, aynı eylem içerisinde olan bir Gülen’i görmezden geliyor ve  beraat ettiriyor, hukuken nasıl açıklanabilir bu?

Önce bu tür eylemlerin geçmişine bir göz atalım, sonra birlikte soruna yasal bir çözüm arayalım.

HIYANET-İ VATANİYYE KANUNU

Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan bu yana kuruluş felsefesine karşı eylemlerin hedefi olmaktan kendini bir türlü kurtaramamıştır. ‘Laiklik karşıtı eylem’ olarak ifade edilen irticanın ve ‘devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne yönelik eylem’ olarak anlaşılan terörün yıkıcı ve bölücü tehdidiyle hep yaşamıştır.

Mustafa Kemal döneminde bu zararlı faaliyetler elbette vardı ama adı terör değildi, adı laiklik karşıtı eylem değildi. 1920 yılında terör; devletin varlığına ve otoritesine karşı gelmek ve isyan etmek idi. Cezası idamdı. Kanunun adı; Hıyanet-i Vatniyye Kanunu idi. Bugünkü adıyla, Vatana İhanet Kanunu. Bu kanunda ve bu tarihte irtica tanımı yoktu, kanunlar suç saymadığı için de cezası yoktu. Ama 1925 Şeyh Sait isyanıyla işler değişti. Nasıl mı?

Şeyh Sait isyanı, kısa ve öz olarak, bir takım feodal güç odaklarının, ağaların, beylerin, şeyhlerin ve şıhların ‘din elden gidiyor’ diyerek halkı kışkırtması sonucu devlete karşı girişilen bir isyandır. Bu isyan, Cumhuriyet’i kuranlara, halkımızın kutsal din duygularının nasıl suistimal edilebildiğini ve bu zihniyet sahiplerinin örgütlenmesi halinde, yine gelecek kuşaklara ve Cumhuriyet’e ne denli ağır bir tehdit olabileceklerini açıkça göstermiştir.

Bu tehlikenin bertaraf edilebilmesi için ‘Milli Eğitim’le ilgili tedbirler bir yandan alınırken, öte yandan da kanuni düzenlemeler yapılmıştır. İlk iş olarak da Vatana İhanet Kanunu’na bir madde eklenerek; “Her kim, halkımızın kutsal din duygularını suistimal ederse, din üzerinden siyaset ve ticaret için örgütlenirse ve cemiyet kurarsa, vatan hainidir, cezası idamdır’ denmiştir.

Şimdi konuyu siyasi ve hukuki boyutu ile açalım…

Geçmişteki adıyla Hıyanet-i Vataniyye Kanunu TBMM’nin iki numaralı kanunudur ve 29 Nisan 1920’de çıkarılmıştır. Özelliği nedir; Türkiye Cumhuriyeti’nin inşasını yapacak olan BMM’nin otoritesine karşı çıkması olası kişi ve grupların etkisiz hale getirilmesi amacıyla yürütme erkinin güçlendirilmiş olmasıdır.

 

Kanunun birinci maddesinde yer alan hüküm ile ;

 

“Büyük Millet Meclisi’nin meşruiyetine isyanı mutazammım kavlen veya fiilen veya tahriren muhalefet ve ifsadatta bulunan, haini vatan addolunur” şeklinde hüküm ile Büyük Millet Meclisi’nin meşruluğuna başkaldırma niyetinde olarak, söz, eylem ve yazı ile karşı koyanlar ve karışıklık çıkarmak isteyen kişiler vatan haini sayılmıştır”.

Burada görülen vatana ihanet kavramı; “yeni cumhuriyet rejimini ve rejimin ortaya koyduğu temel yapıyı yıkmak için karşı harekette bulunanların eylemi” şeklinde değerlendirilmiş ve günümüzdeki terör eylemlerine karşılık gelen yasal mevzuatın temelini oluşturmuştur.

14 maddeden ibaret bulunan Hıyaneti Vataniye Kanunu'nun vatan haini sayılanları tarif eden birinci maddesi, 15 Nisan 1923 günlü ve 334 sayılı Kanunla değiştirilmiş ve ”Saltanatın ilgasına ve hukuku hâkimiyet ve hükmüranîsinin gayri kabili terk ve tecezzi ve ferağ olmak üzere Türkiye halkının mümessili hakikisi olan Büyük Millet Meclisi’nin şahsiyeti maneviyesinde mündemiç bulunduğuna dair 1 Teşrinisani 1338 tarihli karar hilâfına veya Türkiye Büyük Millet Meclisinin meşruiyetine isyanı mutazammın kavlen veya tahriren veya fiilen ankastin muhalefet veya ifsadat veya neşriyatta bulunan kesan haini vatan addolunur.” hükmü eklenerek saltanatı geri getirmeye çalışanların da vatan haini sayılacakları hükme bağlanmıştır.

Cumhuriyet rejimine karşı yapılan ve Musul ile Kerkük’ün kaybedilmesine yol açan Şeyh Sait ayaklanması üzerine, 25 Şubat 1925 tarihinde Hıyanet-i Vataniye Kanunu’na yeni bir ekleme yapılmış ve ”Dini veya mukaddesatı diniyeyi siyasi gayelere esas olan veya alet ittihaz maksadıyla cemiyetler teşkili memnudur. Bu kabil cemiyetleri teşkil edenler veya bu cemiyetlere dahil olanlar haini vatan addolunur. Dini veya mukaddesatı diniyeyi alet ittihaz ederek şekli devleti tebdil ve tağyir veya cemiyeti devleti ihlâl veya dini veya mukaddesatı diniyeyi alet ittihaz ederek her ne suretle olursa olsun ahali arasına fesat ve nifak ilkası için gerek münferiden ve gerek müçtemian kavli veya tahriri veyahut fiili bir şekilde veya nutuk iradı veyahut neşriyat icrası suretiyle harekette bulunanlar kezâlik haini vatan addolunur.“ şeklinde bir düzenleme ile dinin politikaya alet edilemeyeceği ve bu suçun da vatan hıyaneti sayılacağı” hükme bağlanmıştır. (556 sayılı Kanun).”

1925 değişikliği aslında bugünkü laiklik karşıtı eylem olarak adlandırılan irtica ile mücadelenin de temel hukuki zeminini sağlamaktadır.

Mustafa Kemal döneminde cumhuriyet rejiminin temel değerlerinin korunması amacıyla çıkarılan Hıyanet-i Vataniye Kanununa bu bilgiler ışığında bakıldığında; cumhuriyet rejimini yıkmak ya da rejimin temel değerlerini ortadan kaldırmak amaçlı yapılan örgütlü her eylem vatan hainliğiyle eşdeğer tutulmuş ve bu suç, en ağır ceza olan idam cezasıyla karşılık bulmuştur.

TERÖRLE MÜCADELE KANUNU

12 Nisan 1991 tarihinde çıkarılan 3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanunu ile Mustafa Kemal döneminin ve cumhuriyetin ilk kanunlarından olan Hıyanet-i Vataniye Kanunu yürürlükten kaldırılmıştır. Kaldırılmış ancak yerine ikinci bir Vatana İhanet Kanunu’nu çıkarılmamıştır.

Günümüz anayasasında cumhurbaşkanlarının ancak “Vatana İhanet” suçundan yargılanabileceği yazılıdır, buna karşın günümüz Türkiyesinde böyle bir kanun yoktur. Kaldı ki yine günümüz Türkiyesinde vatana ihanet suçunun maddi ve manevi unsurlarını açıklayan hukuki bir kaynak da bulunmamaktadır. Eylemi suç sayan kanun olmadığından yine günümüz Türkiyesinde vatana ihanetin suç olmadığını da söylemek mümkündür.

Sade ve masum bir gözle konuya bakılarak “Özal siyasetinin yürürlükten kaldırdığı Hıyanet-i Vataniyye Kanunu’nun yerini Terörle Mücadele Kanunu almıştır ve Mustafa Kemal döneminde vatana ihanet olarak görülen suçların yerini de günümüzün küresel terör suçları almıştır, denilebilir ama gerçek öyle değildir.

Birincisi; Mustafa Kemal döneminin temel endişesi iç güvenliği korumak değil yeni kurulan Türk Cumhuriyeti’nin varlığını ve bekasını korumaktır.

İkincisi ise; o dönemde vatana ihanet suçundan anlaşılan sadece günümüzde yaşadığımız terör olayları değildir; kutsal din duygularımızın siyasete alet edilmesi de, bu temiz duyguların kötüye kullanılarak halk arasına nifak ve ayrımcılık tohumlarının ekilmesi ve bu amaca yönelik yapılan tüm eylem ve söylemler de vatana ihanet suçunun oluşması için yeterli sayılmıştır.

Yeni değiştirilen Türk Ceza Kanunu’nda ise bu ruh ve bakış yoktur; kanun bölücü terörü sadece bir suç olarak görmekte ve sıradan bir suç soruşturmasında uygulanan prosedürü esas almaktadır.

Üstelik bu kanun ile irtica tehdidi bir siyasi parti suçu sayılmış, tarikat ve cemaatlerin din siyaseti ve ticareti eylemleri ise suç olarak dahi nitelendirilmemiştir.

Bu çerçeveden bakıldığında, yürürlükten kaldırılan Hıyanet-i Vataniye Kanunu yerine çıkarılan Terörle Mücadele Kanunu’nun cumhuriyet rejimini koruyacak bir nitelik taşımadığı açıkça görülmektedir.

İRTİCA  İLE TERÖR VE VATANA İHANET

Terörle Mücadele Kanunu’nda yer alan terör, genel anlamıyla; “cebir ve şiddet kullanarak Anayasa’da belirtilen cumhuriyetin niteliklerini ve düzenini değiştirmek, Türk devletinin ve cumhuriyetinin varlığını tehlikeye düşürmek, devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü bozmak, temel hak ve hürriyetleri yok etmek” şeklinde tanımlanmıştır.

Bu tanım, kelimenin tam anlamıyla pkk terör örgütünün eylemleriyle örtüşmektedir. Çünkü pkk terör örgütünün siyasi hedefi Türk devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmaktır. Cebir ve şiddet kullanmaktadır. Yine bu tanım, Mustafa Kemal döneminde çıkarılan Hıyanet-i Vataniyye Kanunu’nun birinci maddesinde yer alan vatan hainliği kavramıyla da suç ve ceza açısından örtüşmektedir.

Ancak yürürlükten kaldırılan Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nda, kutsal din duygularının siyasete alet edilmesi, bu amaçla cemiyet kurulması ya da bu yolda eylem ya da söylemlerde bulunulması vatana ihanet suçu olarak kabul edilmişken, günümüz Terörle Mücadele Kanunu’na bakıldığında bu yönde yazılmış bir hükmün bulunmadığı görülmektedir. Bu kanun, cebir ve şiddete başvurulmadan anayasal cumhuriyet rejimini değiştirmeye çalışmayı bırakın terör suçu olarak saymayı, suç olarak dahi nitelendirmemektedir. 

İşte Fethullah Gülen’in irticai eylemlerinden dolayı yargılandığı mahkemede beraat etmesinin altında bu boşluk yatmaktadır.

Yani bugün Türkiye’de şiddet yoluyla rejimi değiştirmeye çalışmak terör suçudur, ama şiddete başvurmadan aynı eylemin yapılması suç değildir.

Peki, irticaya yönelik yasal bir mevzuat hiç mi yoktur? Elbette ki vardır;

Anayasa’nın 68nci maddesi 4ncü fıkrasında “Siyasî partilerin tüzük ve programları ile eylemleri, Devletin bağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne millet egemenliğine, demokratik ve lâik Cumhuriyet ilkelerine aykırı olamaz;” şeklinde yer alan hükümle laik rejim karşıtı eylemler bir siyasi parti suçu olarak değerlendirilmiştir. Aykırı hareket edenler hakkında da Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın açacağı dava üzerine Anayasa Mahkemesi’nce siyasî partilerin kapatılması kararının verilebileceği hükme bağlanmıştır.

Bu durumda iki husus ön plana çıkmaktadır;

Birincisi, cebir ve şiddet kullanmadan anayasal düzeni değiştirmeye kalkışan bir siyasi partiye ancak kapatma cezasını uygulanabilmekte,

ikincisi, din üzerinden siyaset ve ticaret serbest bırakılmış olmakta,

Üçüncüsü ise, cebir ve şiddet kullanmadan anayasal düzeni değiştirmeye kalkışan kişi ya da guruplara karşı ise uygulanabilecek bir kanun hükmü ve ceza bulunmamaktadır.

Bu açıklamaları güncel örneklerle çerçevelemek gerekirse eğer, irtica-siyasi parti ilişkisinde örnek olarak; “bugünün iktidar partisi olan AKP, Anayasa’da yer alan hükme göre,  laiklik karşıtı eylemlerin odağı haline geldiği gerekçesiyle yargılanmış ve sonuçta Anayasa Mahkemesi tarafından suçlu görülerek devlet yardımdan mahrum bırakılma cezası ile mahkum edilmiştir.”

İrtica ile mücadele içinde yaşadığımız bu trajediyi okurların gözleri önüne serebilmek için şu örneği vermemiz kaçınılmazdır:

“Mustafa Kemal döneminde eğer ki AKP siyaseti aynı suçtan yargılanmış ve bundan dolayı yani “laiklik karşıtı eylemlerin odağı” olmak suçundan mahkum edilmiş olsaydı, HEPSİNİN CEZASI İDAM’dı. Çünkü, vatan hainliği ile suçlanacak ve vatan hainliğinden idam cezasına çarptırılmış olacaktı, mesele bu kadar sade ve açıktır…”

İrtica-kişi-cemaat ilişkisinde ise, “laik cumhuriyet rejimini değiştirmek için örgüt kurmak suçundan Fethullah Gülen yetkili ağır ceza mahkemesinde yargılanmış ancak Özal döneminde Vatana İhanet Kanunu kaldırılmış olduğu için, din üzrinden ticaret ve siyaset serbest bırakılmış olduğu için, eyleminde de şiddet unsuru bulunmadığı için, beraat etmiştir.”

Benzer şekilde Fethullah Gülen’in irticaya yönelik faaliyetleri için de şunu açıkça söylemek mümkündür:

Cumhuriyetin ilk yıllarında aynı suçtan mahkeme önüne çıkmış olsaydı, halkımızın kutsal din duygularını suistimal ettiği ve bu din duyguları üzerinden siyaset yaptığı için, o da vatan hainliği suçlamasıyla yargılanacak ve belki de en ağır cezaya mahkûm edilmiş olacaktı, demek mümkündür”.

Bugünkü Türk Ceza Kanunu,  savaş hallerinde düşmanla işbirliği yapmayı suç saymıştır. Peki, barış zamanında düşmanla işbirliği yapmak suç değil midir?

AKP siyasetine göre suç değildir, çünkü kanunda tanımı yoktur, kanunun suç saymadığı bir eylemden dolayı yargılama yapılamaz.

Peki, barış zamanında düşmanla işbirliği yapmak ne demektir?

Barış zamanında vatana ihanet nedir, iyi anlayabilmek için, AKP siyasetin yapmış olduğu işlere dikkatlice bakmamız gerekmektedir:

Vatana ihanet barış zamanında şudur:

1. 1.              Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni AB’ye üye yapmak varken, Güneydeki Rumları tanımak ve Rumları  AB üyesi ülke yapan anlaşmanın altına imza atmaktır.

2. 2.              Irak’ın toprak bütünlüğünü savunmak varken, Irak kuzeyindeki Barzani’yi devlet yapmak, devlet gibi tanımak ve Kerkük’ü görmezden gelmektir.

3. 3.              Azerbaycan’ın Ermeni karşısında haklarını korumak varken, Ermenilerle İsviçre’de, Ermenilerin lehine antlaşma imzalamaktır.

4. 4.              Türk Ordusu’na,  Türk vatanını koruması için her türlü hareket serbestisini vermek varken, ABD ile anlaşıp Irak’a müdahale edilmeyeceği garantisini vermektir.

5. 5.              Pkk terör örgütünün finans kaynaklarını kesmek varken, örgüt liderlerini yakalamak ve yargılamak varken, dağa çıkışı durmak varken, İmralı’da yatan hainin sesini kesmek varken, ülkede birlik ve beraberlik çağrıları yapmak varken, bunları yapmayıp Türk Ordusu’nun komutanları terörist diye tutuklandığında sevinçten zafer naraları atmaktır.

6. 6.              Çocuklarımıza Ergenekon’u, Türk Milleti’nin yaratılış destanı olarak öğretmek varken, ülkede Türk ülküsünü güçlendirmek varken, Ergenekon’u terör ve şiddetle yan yana getirmek, Türk tarihini unutturmak, ülkeyi “Türk-Kürt Alevi-Sünni” çatışması eşiğine, yani kardeş kavgasının eşiğine getirmektir.

Daha ne söyleyeyim ben, kanun suç saymadığı için vatana ihanet eden de çoktur bizde, bunu fırsat bilip kılık değiştirip vatan haini de olan çoktur bizde, ama asla umutsuz değiliz, çünkü onların gücü bize yetmez....

 

SONUCA DOĞRU

Cumhuriyetin 2 sayılı kanunu olan Hıyanet-i Vataniyye Kanunu Özal siyaseti tarafından yürüklükten kaldırılmış, yerine Terörle Mücadele Kanunu çıkarılmıştır. Ancak bu kanun, önceki kanunun ruhunu yansıtmamaktadır. Milyonlarca şehit pahasına kazanılan cumhuriyet rejimini yıkmaya çalışmak, başka ülkelerde terör suçu olarak görülebilir ama Türk milleti için terörden öte bir vatana ihanet suçu olarak kabul edilmelidir.

Bugün Türkiye’nin cumhuriyet anayasal rejimi hangi tehditlerle karşı karşıyadır; biri; bölücü terör, diğeri ise; irticadır, yani din üzerinden siyaset ve ticaret. Şiddete dayalı terör suçlarını içeren Terörle Mücadele Kanunu, şiddete dayanmayan ama Cumhuriyet’i tehdit eden irtica suçları için açık kapı bırakmakta, bir şekilde irticanın yolunu açmaktadır. Terör suçları devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü hedef alırken irticai eylemler cumhuriyetin laik rejimini hedef almaktadır. Birinde üniter devlet yok edilmeye çalışılırken, diğerinde laik devlet yıkılmaya çalışılmaktadır.

Şehit kanlarıyla kurulan Türk devletinin ve cumhuriyetinin varlığına ve bekasına yönelik bu suçların, bu kutsal topraklarımızın, devletimizin ve cumhuriyetimizin  hangi badirelerden geçmiş olduğu dikkate alınarak, bu özellikleri nedeniyle terör değil vatana ihanet olarak değerlendirilmesi şarttır.

Bununla birlikte son yaşanılan olaylar ve uygulamalar, Türk ulusunun ulusal çıkarlarının yok sayıldığını göstermektedir. Ulusal çıkarlarını koruyamayan ulusların varlığını sürdürebilmesi mümkün değildir. Bu nedenle değişmez ancak geliştirilebilir olan ulusal çıkarların Milli Güvenlik Siyaset Belgesi ile somutlaştırılması ve ulusal çıkarları gözetmeyen ülke yöneticilerinin de vatana ihanet suçundan yargı önüne çıkarılması zorunlu görülmektedir.

SONUÇ

Türkiye’de Vatana İhanet Kanunu çıkarılmalı ve devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü ile devletin laik rejimine karşı eylemler bu yeni kanun çerçevesinde değerlendirilmelidir. Ancak laiklik karşıtı eylemlerin odağı haline geldiği Anayasa Mahkemesi kararı ile tescil edilen bir partinin iktidar olduğu günümüzde böylesi bir kanunun çıkarılması mümkün görülmemektedir.

Bu dönemde çıkarılması mümkün olmasa da bu konu gündemden hiç düşürülmemeli ve bu devran döndüğünde bu kanun yaşama geçirilmelidir.

Geçiş döneminde ise şiddet içermeyen irtica faaliyetlerinin de yani din üzerinden siyaset ve ticaret yapanların da işlemiş oldukları bu suçların,  terör suçları kapsamına alınmasını istemek demokratik, sosyal, laik ve hukuk devleti olan Türkiye’de en doğal haktır.

Türk Ordusu, Türk Milleti, Türk Cumhuriyeti ve Türk Devleti’nin en büyük teminatıdır. Dört bir yandan gelen tehditlerle kuşatılan Türk Milleti, bu zorlu döneminde Türk’ün varlığına ve bekasına karşı eyleme geçenleri, bir gün mutlaka, tarih önünde, terör ve irticadan değil vatana ihanet suçundan yargılayacaktır.

 


Fwd: [TÜRKİYE 46950] 28 Subat

28 Şubat gerçeği

Rifat SERDAROĞLU

(16 Mart 2010’da yazdığım yazıyı aynen gönderiyorum. Çünkü gidiş geçen yıldan daha da kötü.)

Türkiye Cumhuriyeti, Lâik ve Üniter Devlet olarak kurulmuştur. Dünyanın bu karmaşık bölgesinde, AKP Hükümetinin yanlış dış politika uygulamalarına rağmen huzur, sükun ve iç barışa sahipsek,
T.C Devletinin büyük ATATÜRK tarafından çok iyi bir temele oturtulmasından dolayıdır. Türkiye Cumhuriyeti çağdaş bir devlettir. Din ile Devlet ayrılmıştır. Şeriat Hukukundan, Pozitif Hukuka dayanan bir devlet yapısına gelinmiştir. Cumhuriyet, şeriat hukukunun yerine, pozitif hukukun konulmasıdır. Ama bir takım çevreler bunu istemiyorlarsa, itirazları pozitif  hukuka ve talepleri  şeriat hukukuna ise, o İRTİCA’ dır. Türkiye’de böyle talepler hala vardır, fakat AKP Hükümeti tarafından İrtica tehdit olarak görülmemektedir.
İrtica’ ya karşı çıkmak aslında vatandaşın dini duygularına karşı çıkmak değildir. 28 Şubat kararlarını bir takım çevreler istismar etmiştir ve etmeğe devam edecektir. 28 Şubat kararları  “vatandaşın dini duygularına aykırıdır ”biçiminde istismarlar olmuştur.28 Şubat’ın üzerinden 13 yıl geçti. 13 yıl evvel konuşmayanlar, şimdi konuşmaya başladılar. Şunu sormak lazım; Bu 13 yıl süresince, hangi vatandaşın dini inançlarını yerine getirmede eskiye göre zorlukları olmuştur? Camiye mi gidemediler? Hacca mı gidemediler? Oruç mu tutamadılar? Zekat mı veremediler? Elbette ki hayır. AKP Hükümeti’nin göz yumması ve desteklemesi ile,  halen yürürlükte olan 677 Sayılı yasa ile yasaklanmış bulunan “Tarikat ve Cemaatler” yine ortaya çıktılar ve Devlet kadrolarını doldurdular. İşte 28 Şubat bu örgütlere karşıydı. 28 Şubat kararları,  İslam’a ve Müslümanlığa  değil, İslam ve Müslümanlığın, din tüccarları tarafından kullanılmasına karşıdır. Zamanın Erbakan  Hükümeti de 28 Şubat kararlarını imzalamıştır. Erbakan Hükümeti, bu kararların alınmasından tam tamına 3 ay, 18 gün sonra yani 18 Haziran,1977 da istifa etmiştir. İstifa sebebi de, koalisyon ortağı Çiller’le Başbakanlık koltuğunu değişmek istemeleri olmuştur.

28 Şubat’ta alınan kararları, devletin resmi evraklarından aynen aşağıya yazıyorum. Bu, 18 madde’yi iyice okumanızı rica ediyorum. Kimin  neye ve niçin karşı  olduğunu gayet net olarak göreceksiniz. Yazının sonunda ise bu kararlara imza koyan ve uygulayan “Cesur” Bakanlar Kurulunun isimlerini göreceksiniz;

MGK’nun 28 Şubat 1997 tarih ve 408 sayılı kararına EK-A eklenen kararlar:
1) Anayasamızda Cumhuriyetin temel nitelikleri arasında yer alan  ve yine anayasanın 4 cü maddesi ile teminat altına alınan lâiklik ilkesi büyük bir titizlik ve hassasiyetle korunmalı,bunun korunması için mevcut yasalar hiçbir ayırım gözetmeksizin uygulanmalı, mevcut yasalar uygulamada yetersiz görülüyorsa yeni düzenlemeler yapılmalıdır.
2)Tarikatlarla bağlantılı özel yurt,vakıf ve okullar devletin yetkili organlarınca denetim altına alınarak Tevhidi Tedrisat Kanunu gereği Milli Eğitim Bakanlığına devri sağlanmalıdır.
3) Genç nesillerin körpe dimağlarının öncelikle Cumhuriyet, Atatürk , Vatan ve Millet sevgisi, Türk  Milletini  çağdaş uygarlık düzeyine çıkarma ülkü ve amacı doğrultusunda bilinçlendirilmesi ve çeşitli mihrakların etkisinde korunması bakımından;
a) 8 yıllık kesintisiz eğitim, tüm yurtta uygulamaya konulmalı.
b)Temel eğitimi almış çocukların, ailelerinin isteğine bağlı olarak devam edebileceği Kuran Kurslarının Milli Eğitim Bakanlığı sorumluluğu ve kontrolünde faaliyet göstermeleri için  gerekli idari va yasal düzenlemeler yapılmalıdır.
4) Cumhuriyet rejimine ve Atatürk ilke ve inkılaplarına sadık aydın din adamları yetiştirmekle yükümlü Milli Eğitim kuruluşlarımız, Tevhidi Tedrisat Kanununun özüne uygun ihtiyaç düzeyinde tutulmalıdır.
5)Yurdun çeşitli yerlerinde yapılan dini tesisler belli çevrelere mesaj vermek amacıyla gündemde tutularak siyasi istismar konusu yapılmamalı, bu tesislere ihtiyaç varsa, bunlar Diyanet İşleri Başkanlığınca incelenerek mahalli yönetimler ve ilgili makamlar arasında  koordine edilerek gerçekleştirilmelidir.
6) Mevcudiyetleri 677 Sayılı Kanunla men edilmiş tarikatların ve bu kanunda belirtilen tüm unsurların faaliyetlerine son verilmeli, toplumun demokratik, siyasi ve sosyal hukuk düzeninin zedelenmesi önlenmelidir.
7) İrticai faaliyetleri nedeniyle Yüksek Askeri Şura kararları ile TSK den ilişkileri kesilen personel konusu istismar edilerek, TSK ni dine karşıymış gibi göstermeye çalışan bazı medya gruplarının silahlı kuvvetler  ve mensupları aleyhindeki yayınları kontrol altına alınmalıdır.
8)İrticai faaliyetleri, disiplinsizlikleri veya yasa dışı örgütlerle irtibatları nedeniyle TSK’ dan ilişkileri kesilen  personelin diğer kamu kurum ve kuruluşlarında istihdamı ile teşvik unsuruna imkan verilmemelidir.
9)TSK ne aşırı dinci kesimden sızmaları önlemek için  mevcut mevzuat çerçevesinde alınan tedbirler; diğer kamu kurum ve kuruluşları, özellikle üniversite ve diğer eğitim kurumları ile bürokrasinin her kademesinde ve yargı kuruluşlarında da uygulanmalıdır.
10)Ülkemizi çağ dışı bir rejimden ve din istismarının sebep olabileceği muhtemel bir çatışmadan korumak için, İran İslam Cumhuriyeti’nin ülkemizdeki rejim aleyhtarı faaliyet, tutum ve davranışlarına mani olunmalı, bu maksatla İran’a karşı komşuluk münasebetlerimizi ve ekonomik ilişkilerimizi bozmayacak, fakat yıkıcı ve zararlı faaliyetlerini önleyecek bir tedbirler paketi hazırlanmalı ve yürürlüğe konulmalıdır.
11)Aşırı dinci kesimin Türkiye’de mezhep ayrılıklarını körüklemek suretiyle, toplumda kutuplaşmalara neden olacak ve dolayısıyla  milletimizin düşmanca kamplara ayrılmasına yol açacak çok tehlikeli faaliyetler yasal ve idari yollarla mutlaka önlenmelidir.
12)T.C Anayasası,Siyasi Partiler Yasası, Türk Ceza Yasasına ve bilhassa Belediyeler Yasasına aykırı olarak sergilenen olayları sorumluları hakkında gerekli yasal ve idari işlemler kısa zamanda sonuçlandırılmalı ve bu tür olayların tekrarlanmaması için her kademede kesin önlemler alınmalıdır.
13) Kıyafetle ilgili kanuna aykırı olarak ortaya çıkan ve Türkiye’yi çağdışı bir görünüme yöneltecek uygulamalara mani olunmalı, bu konudaki kanun ve Anayasa Mahkemesi kararları taviz verilmeden, öncelikle ve özellikle kamu kurum ve kuruluşlarında titizlikle uygulanmalıdır.
14)Çeşitli nedenlerle verilen kısa ve uzun namlulu silahlara ait ruhsat işlemleri polis ve jandarma bölgeleri esas alınarak yeniden düzenlenmeli, bu konuda kısıtlamalar getirilmeli, özellikle pompalı tüfeklere olan talep dikkatle değerlendirilmelidir.
15)Kurban derilerinin mali kaynak sağlamayı amaçlayan ve denetimden uzak rejim aleyhtarı örgüt ve kuruluşlar tarafından toplanmasına mani olunmalı, kanunla verilmiş yetki dışında kurban derisi toplattırılmamalıdır.
16)Özel üniforma giydirilmiş korumalar, ve buna neden olan sorumlular hakkında yasal işlemler ivedi olarak sonuçlandırılmalı ve bu tür yasa dışı uygulamaların ulaşabileceği vahim boyutlar dikkate alınarak, yasa ile öngörülmemiş bütün özel korumalar kaldırılmalıdır.
17)Ülke sorunlarının çözümünü “Millet kavramı yerine Ümmet kavramı” bazında ele alarak sonuçlandırmayı amaçlayan ve bölücü terör örgütüne de aynı bazda yaklaşarak onları cesaretlendiren girişimler yasal ve idari yolardan önlenmelidir.
18)Büyük kurtarıcı Atatürk’e karşı yapılan saygısızlıklar ve Atatürk aleyhine işlenen suçlar hakkındaki 5816 sayılı kanunun istismar edilmesine fırsat verilmemelidir.

13 yıl önce bu kararları imzalayan 54. Hükümet
Başbakan; Necmettin Erbakan (AKP’lilerin ihanet ettikleri doğal liderleri)
Başbakan Yardımcısı; Tansu Çiller
Adalet Bakanı; Şevket Kazan
Milli Savunma Bakanı; Turhan Tayan
İçişleri Bakanı; Meral Akşener (MHP Milletvekili, TBMM Başkan Yardımcısı)
Devlet Bakanı: Abdullah Gül; AKP Kurucusu, Eski Başbakan, 11. Cumhurbaşkanı
Devlet Bakanı; Ufuk Söylemez; DP Genel Başkan Yardımcısı
Maliye Bakanı; Abdüllatif Şener; Türkiye Partisi Genel Başkanı
Sanayi Bakanı; Yalım Erez; Eski TOBB Başkanı
Enerji Bakanı; M. Recai Kutan; Saadet Partisi Eski Genel Başkanı.

Tüm bunları özellikle gençleri bilgilendirmek için yazdım. 13 yıl evvelki kararları imzalayıp, uygulayanlar, şimdi 28 Şubat kararlarını yerden yere vuruyorlar, hem de sözüm ona  demokrasi adına.
Dinci basın, yandaş basın, dış destekli liberal basın gönüllerindeki “İSLAM CUMHURİYETİNİ” gerçekleştirmek için, demokrasinin nimetlerinden yararlanarak,  DEMOKRASİYİ BOĞMAK istemektedirler.
Elbette ki  bu çağdışı emellerine ulaşmalarına izin vermeyeceğiz. Bizler; Atatürkçüler, Laik Cumhuriyetçiler, Vatanseverler, Çağdaşlığa, Yeniliğe, Bilime ve Pozitif Hukuka inananlar, bu seccade tüccarlarının oyunlarını bozacağız. Çoğu gitti azı kaldı.

 

İyi çalışmalar saygı ve sevgiler

Murat Binzet

mailto:m1000zet@gmail.com

Beschreibung:               http://huseynisevda.net/Resimlerim/subat/28_Subat.jpg

İşte Avrupa' lının bakışı..
*Alman Die Welt gazetesi menfur bir anket başlatmış durumda. Anketin konusu "TÜRKİYE'DE BİR KÜRT DEVLETİ KURULMASINI İSTER MİSİNİZ ?" sorusu ile şekillendirilmiş..!
Bu çalışmaya bir Türk olarak gerekli cevabı vermek üzere öncelikle aşağıdaki linki tıklayarak Ankete katılınız, *
Soru:
Sollten die Kurden einen eigenen Staat bekommen?
** Bazıları ülkemizi bölmek için harıl harıl çalışıyor. *
*
MUTLAKA TIKLAYINIZ :
 http://www.welt.de/politik/ausland/article4436510/Geheimplan-zur-Loesung-der-kurdischen-Frage.html

Beschreibung: Image Ankete hayır demek için: Linki tıklayarak açtıktan sonra sayfanın sağ tarafında UMFRAGE kelimesinin altındaki kutucuklarından  *"Nein/Hayır" seçeneğini seçip, "ergebnis" yazisinin üzerine tıklayın.

 

 


RUSLAR ERMENİSTAN İÇİN ERMENİ TOPLAMIŞLARDI

Ruslar Ermenistan için Ermeni toplamışlardı

Rusların Ermenilere olan ilgisi Çar I.Petro ile başlamaktadır. Çar I.Petro’nun meşhur sıcak denizlere inme hedefinin bir ayağını da Ermeniler oluşturuyordu.

Tarihler 26 Şubat 1992’yi gösterirken Ermeniler Türlere karşı yüzyılın son büyük katliamını gerçekleştirdiler. Hem de bütün dünyanın gözü önünde. Hocalı katliamı olarak tarihe geçen bu olayda Ermeniler resmi rakamlara göre 613 Azeri Türkünü en vahşi yöntemler ile katlettiler. Resmi olmayan kaynaklar bu rakamın binleri bulduğunu ifade ederler. Ermeniler bu gücü ve cesareti nerden bulmuşlardı? Biraz tarihten haberi olan herkes bu sorunun cevabının Ruslar olduğunu tahmin edecektir. Rusların Ermenilere ilgisi ne zaman başlamış ve bu ilginin nedeni ne idi? Ermenistan’ın doğuşuna bir göz atılacak olursa bu sorununda cevabı açıkça ortaya çıkar.

Ermenistan’ı Kafkasya’ya Ruslar yerleştirmişlerdi. Yerleştirmişlerdi diyorum çünkü tarihi süreç böyle olduğunu ispatlamaktadır. Rusların Ermenilere olan ilgisi Çar I.Petro ile başlamaktadır. Çar I.Petro’nun meşhur sıcak denizlere inme hedefinin bir ayağını da Ermeniler oluşturuyordu. Bu hedefe göre Rusya Kafkasya’nın güneyine sarkmalı İskenderun Körfezi yoluyla Akdeniz’e, Basra Körfezi yoluyla da Hint Okyanusuna çıkmalıydı. Fakat Güney Kafkasya Rusya’nın merkezine oldukça uzak kalıyordu. Bu bölgede kalıcı olabilmek Rusya’nın koruyuculuğuna ihtiyaç duyan Hıristiyan bir topluluk ile mümkün olabilirdi. İşte bu noktada Ermeniler en ideal milletti. Çar I.Petro zamanında Ermeniler ile ilk temas sağlandı. Çar Ermenilerden İran savaşı sırasında istifade etti ve onlara Rusya’ya yerleşebileceklerini ve kendilerine dini ve dünyevi her türlü imtiyazın ve garantinin verileceğini vaad etti.

Çariçe II.Katerina’ya kadar bu konuda somut bir gelişme yaşanmadı. Onun zamanında ilk kez Kafkasya bölgesindeki Ermeniler Ararat adlı bağımsız bir Ermeni devleti hayali için Ruslardan medet ummaya başladılar. Fransız İhtilali ile ortaya çıkan milliyetçilik akımı Rusların elini iyice güçlendirmişti.
Fakat önemli bir sorun vardı bölgede Rusların istediği miktarda Ermeni yoktu. En kalabalık Ermeni nüfusu Revan civarında yaşıyordu ve onlarda bölge halkının ancak %18’i kadardı. Ruslar bu sorunu İran ve Anadolu’dan Ermeni transfer ederek çözdüler. 1804-1813 ve 1826-1828 tarihlerinde Azerbaycan bölgesi komple Ruslar tarafından işgal edildi. Özellikle Karabağ bölgesine bu tarihlerde İran’dan Ve Anadolu’dan kitleler halinde Ermeni göç etti. General Sisyanov 1805 yılında ki raporunda  “Karabağ coğrafi bakımdan Anadolu’nun, İran’ın ve Azerbaycan’ın kapısı sayılır” diyerek bölgenin önemine dikkat çekmişti. Özellikle 1826-1828 Rus-İran savaşı sırasında yaklaşık 18 bin Ermeni aile bu bölgeye göç etti ve Ruslar tarafından en verimli arazilere yerleştirildiler.

Bu göçlere rağmen Ermeni nüfusu hala yeterli değildi. Ruslar İran ile yaptıkları 1828 Türkmençayı antlaşmasına yerleştirdikleri bir madde ile İran’dan yaklaşık 40 bin civarında Ermeni getirilerek Gence ve Revan civarına yerleşmesini sağladılar. Aynı tarihlerde Anadolu’dan da yaklaşık 80 bin civarında Ermeni bölgeye götürüldü. Ermeni göçlerinden yine bir Ermeni olan Albay Lazerev sorumlu idi. Ermeniler bölgeye getirilirken o bölgede ki Türkler ise başka yerlere göç etmek zorunda bırakılıyordu. Bölgenin etnik yapısı hızla değişiyor ve Ermeni nüfusu artıyordu. Ruslar bölgede elleri kolları olacak Hıristiyan bir devletin temellerini oluşturuyorlardı. İlk zamanlar bu bölgede ki Ermenileri Ruslaştırma çabası içerisine de girdiler hatta bu amaç ile Ermeni İlkokullarını bile kapatmışlardı. Sonradan bu uygulamadan vazgeçtiler.

Rusya daha sonra ki yıllarda da sürekli Rusya’dan, Anadolu’dan ve İran’dan getirdiği Ermeniler ile bölgedeki Ermeni nüfusunu sürekli arttırdı. Son olarak 20. Yüzyılın başında çeşitli yerlerden yaklaşık bir milyon üç yüz bin civarında Ermeni getirildi.

1850’de Rusların oluşturduğu Erivan Guberniyası 1918’de bağımsız Ermenistan’a dönüşmüştür. 1920 Yılında SSCB işgaline uğramış ve 1991’de tekrara bağımsız olmuştur. Böylece Rusların çabası ile Kafkasya bölgesinde hiç yoktan bir Ermeni Devleti var edildi.

Günümüzde varlığını borçlu olduğu Rusya’nın değil bütün batı Hıristiyan dünyasının koruyuculuğunda kendini aşan davranışlar sergileyebilmektedir. Hocalı katliamını gerçekleştiren Ermenilerin hiçbir takibata uğramamasının nedenini bu durum gayet iyi şekilde açıklamıyor mu? Sizce İsrail ve Ermenistan birbirlerine benziyor mu?

İsmail Çal - Dünya Bülteni

Kaynak:

1)  BİR DÖNÜM NOKTASI OLARAK TÜRKMENÇAY ANTLAŞMASI (1828)-Dr.Okan Yeşilot                                                            (edergi.atauni.edu.tr/index.php/taed/article/viewFile/1937/1935)
2)KARABAG SORUNU ÜZERİNE BİR NOT-Prof.Dr.Şükrü S.Gürel (dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/42/454/5152.pdf)
3)TÜRKİYE-AZERBAYCAN-GÜRCİSTAN İLİŞKİLERİNDE ERMENİSTAN FAKTÖRÜ -Doç .Dr.Haluk Selvi
(
www.satemer.sakarya.edu.tr/pdf/azerbaycan.pdf)
 

TTB ve Kürdistan Projesi



-------- Original Message --------
From:     KAAN <kaanka68@gmail.com>


 

TTB ve Kürdistan Projesi

TTB yetkilileri bir yandan 114 toplu mezarın tespit edildiğini, 1469 kişiye ait kemik bulunduğunu, olayın gerçek boyutlarının çok daha büyük olduğunu, yüzlerce toplu mezarda kimliği belirsiz binlerce cesetin söz konusu olduğunu açıklarken bir yandan da yapılan şikayet ve ihbarlar sistemli bir şekilde düzenlenerek öncelikle toplu mezarların nerelerde olduğu ayrıntılı biçimde tespit edilmelidir diyor. Siz yüzlerce toplu mezar binlerce ceset olduğunu açıklamıyor musunuz? O zaman tek tek bu toplu mezarların nerelerde olduğunu, 1469 kişiye ait olduğunu savladığınız kemiklerin nasıl tasnif edildiğini, binlerce cesetin nerede olduğunu da açıklayın bakalım.
TTB web sayfasına yüzlerce toplu mezar binlerce ceset açıklamasına kanıt olarak konulan fotoğraflar da çok ilginç. Kanıt diye konulan 20 fotoğrafı dikkatle incelediğinizde iddiaların nasıl dayanaktan yoksun olduğu ayan beyan göz önüne seriliyor.
TTB yetkilileri iddialarını somut belge ve delillere dayanarak kanıtlamakla yükümlüdür.
Aksi halde Kürt sorununun barışçıl çözümüne katkı alalamalarıyla Türkiye Cumhuriyetinin Kürt soykırımı yaptığına ilişkin safsatalara payandalık yapma misyonunu üstlenmiş olacaklardır.

http://www.ilk-kursun.com/2011/02/toplu-mezarlar-mi-dediniz-ttbnin-sozde-kurt-soykirimini-kanitlama-cabasi/#more-63202

**
Değerli meslektaşlarım,

TTB yöneticileri 23 Şubatta kendilerine ve hekim forumlarına yolladığım yukarıdaki açıklamamı her zaman olduğu gibi suskunlukla geçiştirdi. Onlar verecekleri mesajları hekimlere değil başka yerlere verdiler, hekimlerin gözü önünde bu konuların tartışılmasını da istemiyorlar.

TTB yöneticilerinin bu çifte standartlı tutumumunu anlayabilmek için aşağıdaki 2 yazıyı dikkatle okumanızı öneririm.

Ali Rıza Üçer
İlk Kurşun

**

1- TTB’de Kimler At Oynatıyor?
http://www.ilk-kursun.com/2010/05/ttbde-kimler-at-oynatiyor/

2-Türk Tabipleri Birliğinin Düzenlediği Mezopotamya Tıp Günleri ve Kürdistan Projesi
http://www.ulusalhekimbirligi.org/?p=397

 

_

"Köy enstitüleri kapanmasaydı" dedirten bir oluşum


 

1975'de Jose Abreu isimli zengin bir adam, El Sistema diye bir programla Venezuela'da binlerce sokak çocuğunu toplayip onlara enstruman çalmayi öğretiyor, öğrettiriyor. 
35 sene sonra Venezuela, dünyanin önemli bir klasik müzik merkezi haline geliyor.   150,000'den fazla sokak çocuğu enstrüman çalmayı öğrenmiş ve dünyanın en iyi orkestralarina gidiyorlar.  30'dan fazla senfoni orkestrasi varmis sadece başkentlerinde. Gustavo Dudamel - Los Angeles Philarmonic'in şu anki 29 yaşındaki şefi de - böyle bir geçmişten geliyor ve yetişiyor Venezuela'da.  Seyredeceğiniz eseri Gustavo Dudamel yönetiyor ve bu çocuklar çalıyor.
 
http://www.youtube.com/watch?v=3vwZAkfLKK8



 

 

_

funny gravestone titles


 

Description: cid:1.2996027135@web39321.mail.mud.yahoo.com

شوهری خوب، پدری عالی اما برقکاری بد!

 

 

Description:                                         cid:2.2996027135@web39321.mail.mud.yahoo.com

یادبودی از سوی پسران (بجز ریکاردو که هیچ پولی نپرداخته)

 

Description:                                         cid:3.2996027135@web39321.mail.mud.yahoo.com

اینک در آغوش پروردگاری. خدایا مواظب کیف پولت باش

 



Kazak bumbarı..............

How Do Kazakhs Make Sausage?

We guess even in Russia few know about the Kazakh traditions of making national food.  Today we’re presenting you the process of making the national Kazakh meal – Kazy (horse sausage). Horses are usually slaughtered in the late autumn. Then people have what to eat in winter and the meat can be kept unspoiled because of low temperatures. There are three kinds of horses: runners, workers and ones for sogym (sausage). Runners are respected and it’s forbidden to slaughter them. Workers are killed very rarely. Usually sogym is made out of horses that are bred specially for this purpose.



Farmer Juman is looking at the place where his cattle is pasturing. He has two dozens of horses, cows and rams. Every autumn he slaughters horses for sagym. This very day has just come.

Yerlik, his son, is going to the stall to catch a horse.

Now the main goal is to bind the lasso to the tree. The younger brother Danijar helps the elder, whipping the horse with twigs.

The rope is pulled to topple the horse down.

Hooves are being bound with a rope tightly.

Before cutting the throat everyone tells his rosary.

When the horse calms down, Yerlik puts the lasso off.

The horse is carried to the place of cutting.

At first they skin the horse beginning with limbs and its belly.

Meat is carried to the house at once not to draw the attention of flies and dogs.

Brisket and entrails are used for kuyrdak and kazy.

While men cut meat kuyrdak is already being cooked at the kitchen.

Kazan is placed outside under the tent.

Onion and garlic are necessary ingredients.

The kazan is being closed and the meat is stewed on a small fire.

All entrails are carefully washed with salty water.

Stomach is being opened and its contents are cleaned out.

Throughout ages Kazakh haven’t been using fresh meat for eating. It is salted and dried, and then is used boiled.

It is already evening at the farm. Chicken that have been hiding from the sun are now in the yard.

Kuyrdak is almost ready.

The table is already laid in the farm-house.

Proper kuyrdak is cooked without potatoes.

Meat is seasoned with a special relish made of salt, garlic and black pepper. Sometimes women use a mysterious set of ingredients which  they keep in secret.

Meat is stuffed into a gut. It’s very important not to tear it.

The end of guts is sutured with a tooth-pick. When there were no tooth-picks before they used sticks out of cane.

--  -~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~ GÜN DOĞUYOR  Dili çözülüyor gecelerin.. Gölgeler kaçışıyor derine Alıp sihrini bilmecelerin: Gün doğuyor şehrin üzerine.Korkarak saklanıyor bacalar, Gün doğuyor şehrin üzerine; Dalıyorlar günün gözlerine Gözleri uykulu atmacalar.Sallıyarak dallarını kavak Yükseliyor her günkü yerine, Gün doğuyor şehrin üzerine Mavi bir ışıkla ağararak.Gün doğuyor şehrin üzerine, Renk renk hacimle doluyor her yer. Bakıyor dağınık yüzlü evler Hala yanan sokak fenerine.Toprak kımıldıyor yavaş yavaş, Gün doğuyor şehrin üzerine, Bembeyaz gece çiçeklerine Sabahla düşüyor bir damla yaş.Ve bir deniz hücumu halinde Gün doğuyor şehrin üzerine.   Orhan Veli KANIK  oO-------------------------------------------------------------------Oo  http://orajpoyraz.blogspot.com/