31 Temmuz 2011 Pazar

POLITIK - Mutlu öküz

Yolunuz düşerse etrafınıza bakının şöyle...
Bırakın ordunun dağılmasını,
Ankara'nın kaynamasını filan,
Uranüs dünyaya çarpsa,
gene de mutlu mutlu dolaşan çok sayıda öküz göreceğinizden eminim.

NEREDE Mİ?

Yılmaz ÖZDİL

 yozdil@hurriyet.com.tr

 

Mutlu öküz

Şimdi siz merak ediyorsunuzdur...

Orduda n'ooluyor?

Anlatayım ben size n'oolduğunu.

*

Ordu'ya havaalanı yapıyorlar.
Ordu ile Giresun arasına...
Karadeniz fıkrası yazıyorlar.
*

Çünkü, Ordulular "Ordu havaalanı" olsun istedi, Giresunlular "Giresun havaalanı"nda ısrar etti, kriz oldu. Neticede, hükümetimiz orta yolu buldu,   ilk heceleri alıp, ismini "Orgi" koydu.
*

Güzel güzel başlıklar atıldı.
"Orgi müjdesi."
"Orgi hasreti bitiyor."
"Orgi hayırlı olsun."
*

Bölge milletvekilleri nutuklar patlattı:
"Almanya'da Hans, Helga bu  tür imkânlardan faydalanıyor da, benim Ayşem Fatmam Mehmedim niye faydalanmasın?"
*

Böylece...
Hayaldi gerçek oldu.
*

Çünkü İngilizcede...
"Toplu seks" anlamına geliyordu!
*

(İyi ki, Kayseri-Samsun arasına yapmaya kalkmadılar birader, İngilizceden kaçayım derken, Türkçede maazallah yani.)
*

Neyse...
Sanki illa Orgi olması gerekiyormuş da, Gior olsa olmuyormuş gibi, hece birleştirmekten vazgeçtiler, uzun uzadıya Ordu-Giresun Havaalanı koydular ismini.
*

E madem bu kadar hassasız, hadi gelin, bi başka havaalanı ismi daha anlatayım bari.
*

Sene 1402.
Aylardan...
Gene böyle bi temmuz.
Çağatay Devleti'nin hükümdarıydı. Timur'un hâkimiyetine girdi, generali oldu, meşhur fil ordularının komutanıydı. Ankara'ya geldi, Çubuk Ovası'na karargâhını kurdu, Yıldırım Bayezid'i darmadağın etti, esir düşmesine sebep oldu, parçalanan Osmanlı fetret devrine girdi... Ecdadımızı haşat edip, felaketin eşiğine getiren o adamın ismi, İsen Buga'ydı.
*

Gel zaman git zaman...
*

Sene 1955.
Aylardan...
Gene böyle bi temmuz.
Ankara havaalanı Etimesgut'taydı. Yetmiyordu. Demokrat Parti, o dönemin çılgın proce'si için Çubuk Ovası'nı gözüne kestirdi. İsen Buga aşağı, İsen Buga  yukarı, karargâhını kurduğu yerin ismi, Türkçeyi esnetme kabiliyetimiz sayesinde Esenboğa olmuştu. Tam oraya kondu.
*

Böylece...
Türkiye Cumhuriyeti başkentinin havaalanına, gururla, 600 senelik hezimetin ismi kondu!
*

Peki, hezimeti anladık da...
İsen Buga ne demekti?
Ona da kimse kafa yormadı.
*

Halbuki...
"Mutlu Öküz" demekti!
*

Diyeceksiniz ki, öküz diye insan  ismi olur mu? Aslan, Şahin, Ceylan  diye yok mu? Geleneğimizde var.  Hem zaten, İsen Buga da köken olarak  Türk'tü... Değil 1402, bugün bile, çocuklarını eşşoğlueşşek diye şefkatle sevmiyor mu Türk milleti? Onun gibi.
*

Üstelik.
Orgi pek uymamış ama...
Esenboğa cuk oturmuş.
Yolunuz düşerse etrafınıza bakının şöyle...
Bırakın ordunun dağılmasını, Ankara'nın kaynamasını filan, Uranüs dünyaya çarpsa, gene de mutlu mutlu dolaşan çok sayıda öküz göreceğinizden eminim.

 


--  -~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~ Bilim deyince, onda hakikat diye öne sürdüğü önermelerin pekin olmasını ister; pekinlik ise en mükemmel şekliyle matematikte bulunur. O halde bilim o disiplindir ki; önermeleri matematikle ifade edilir. O zaman matematiği kullanmayan disiplinler bilimin dışında kalacaklardır.  M Kemal ATATÜRK

POLITIK - Sayaçlar ölmez vatan bölünmez

 

Yılmaz ÖZDİL

Sayaçlar ölmez vatan bölünmez


13 şehidin tabur komutanı ve bölük komutanı görevden alındı.

*
Diyeceksiniz ki,
niye?
*
13 sene önce…
*
Hakkâri'de.
Ömür Gezdiren, ömrünün en güzel günlerini terörist peşinde gezdiriyordu.
*
Mayın patladı. Şakağına şarapnel saplandı. Surat darmadağın. Düştü. Kucakladılar, helikopter, Gata, ameliyatüstüne ameliyat, aylarca koma. Kefeni yırttı.
Gözlerini açtı ki, kör.
*
Taburcu oldu, poşet dolusu ilaçla. Beyinde hasar oluşmuştu. Sinir sistemi haşat. Bir sene sonra parkinson'ayakalandı. Konuşmakta güçlük çekiyor, vücudu zangır zangır titriyordu.
*
Hani her pusudan, her çatışmadan sonra şehitlerin tek tek isimleri verilir de, yaralılar kısaca "şu sayıda yaralı" diyegeçiştirilir ya. İşte o isimsiz "sayı"lardan biriydi.
*
Baba yok. Kardeş yok. Hayattaki tek varlığı anacığının yanına yerleşti. Ana, evlere temizliğe filan gidiyor, evlada bakmaya gayret ediyordu. Gelir üç kuruş, kiralar ha bire zamlanır, mecburen o kira evinden bu kira evine taşınataşına hayata tutunmaya çalışıyorlardı.
*
Yedi ay önce gene yeni bi eve geçtiler. Elektrik bağlanması için Ayedaş'a gittiler. "Gazi" olduğunu, devletin gazilere tanıdığı yüzde 50 indirimden faydalanmak istediğini anlatmaya çalıştı. Görmüyor, heceleye heceleye konuşabiliyor, üstüne titriyor…
Banko memuru sıkıldı!
*
"Evrakların eksik" diye kestirip attı. "Nesi eksik" demeye kalmadı, güvenlik görevlisi damladı iyi mi, diyaloğamaydonoz oldu… Zifiri karanlık yaşayan Gazi'nin görme engelli olduğunu kavrayamayan, titreyen kollarını da kontrolsüz şekilde oynatmasına anlam veremeyen güvenlik görevlisi,  kasabanın şerifi havalarına girdi, elini belindeki silaha atarak, sorun çıkarma diye bağırdı. Anne çığlığı bastı. Gazi panikledi, anasını koruma içgüdüsüyle sese doğru hamle yaptı, bankodaki elektronik sayaca çarptı, sayaç düştü, kırıldı. Güvenlik görevlisi saldırdı, Gazi'nin gırtlağına sarılarak yere serdi. Gazi bayıldı.
*
Her şey 8-10 saniye içinde gerçekleşmiş, etraftaki vicdan sahibi insanlar müdahale edene kadar iş işten geçmişti. Ambulans…  Apar topar Üsküdar  Devlet Hastanesi'ne kaldırıldı.
*
Boynunda ve sırtında ezikler oluşmuştu. Asabı oynamış, bedensel çaresizliğinden krize girmişti, bayılma sebebibuydu. O gece orada tuttular.
Ertesi sabah taburcu oldu.
*
Evlerine gittiler. İki gün sonra, kapı çalındı, Ayedaş'tan gelmişlerdi, evrak mevrak istemeden yüzde 50 indirimuygulanmaya başlandı… Burası Türkiye, buna şükür dediler, unuttular.
*
Yedi ay sonra…
Kapı gene çalındı.
Postacı ellerine tutuşturdu.
*
Açtılar zarfı…
Ana okudu, Gazi dinledi.
*
Elektronik sayacı kırarak devlet malına zarar vermekten, görevliyi darp etmekten dava açılmış… Üç yıla kadar hapsi isteniyor, duruşmaya geleceği tarih belirtiliyordu!
*
Ahali evinde esneye esneye poposunu kaşısın diye, Hakkâri dağlarında gözünü, beynini, sinir sistemini, hayatının geriye kalan bölümünü bırakan Gazi…
Devlete zarar vermişti yani!
*
Şimdi anladınız mı, tabur komutanıyla bölük komutanının neden görevden alındığını?
*
13 şehit kolay da…
7 yaralı var orada.
*
Şimdi o yaralılar, helikopter masrafı açacak, ameliyat masrafı açacak, ilaç masrafı açacak, bi türlü ölmeyecek, maaşisteyecek, sanki matah adammış gibi maaşı beğenmeyecek, arsızlık yapıp indirimli elektrik isteyecek, ekmek elden su gölden, şımaracak, devletin kurumunda devletin memuruna artistlik yapacak, sayaç kıracak, hadi bakalım bi sürü masraf daha, hesap sor, dava aç, tahsil etmeye çalışsan, parası yetmez, haciz gönder… Devletin başka işi yok da,sizinle mi uğraşacak kardeşim? Sana ne teröristten meröristten, kim dedi sana yakala diye… Sen mi kurtaracaksındevleti?  Otursana oturduğun yerde… Niye çıkarıyorsun bölüğü araziye? Niye iş açıyorsun durup dururken devletimizin başına?
*
Bak dün 4 yaralı daha var.
Gitti 4 sayaç daha.
*
Sorumsuzluğun
bu kadarı yani…
Sokaktan mı topluyoruz
papelleri?


--  -~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~ Bir devletin çökmesi şu dört sebebe bakar: Esas prensiplerinden ayrılma, ikinci planda olan şeylere önem verme, aşağılık kimselerin ön safa geçmesi ve erdemli kişilerin arka plana atılması.   Hz.Ali

POLITIK - Komutanları istifaya götüren YAŞ planı

Komutanları istifaya götüren YAŞ planı
+++++++++++++++++++++++++++++++++
 
Ali Serdar Bolat   31 Temmuz 2011
 
CIA'nın başına atanan Çuvalcı Amerikalı general dahil birçok üst düzey Amerikalı son günlerde Türkiye'ye geldi.
Hepsinin ortak hedefi Türk Ordusu'na baskı yapılması ve Amerikan planının kabul ettirilmesi idi.
 
Hükümet ile Genelkurmay arasında 3 zirve yapıldı.
Amerikan planı üzerinde anlaşma olmadı.
Baskılara direnen komutanların istifası ile olay noktalandı.
 
+++++++++++++
 
Amerikan planı ile paralel olarak şu konularda da anlaşma sağlanamadı: (Posta, 30 Temmuz 2011)
1- Ege Ordu Komutanı, 6. Kolordu Komutanı, Genelkurmay İstihbarat Başkanı ve Kuzey Deniz Saha Komutanı dahil 22 muvazzaf subay hakkında çıkarılan yakalama kararı
2-Terfisi gelen tutuklu 14 amiral ve generalin emekli edilmeyip rütnbelerinde 1 yıl bekletilmesi
3-Yerine atanacak Orgeneral tutuklu olduğu için, Hava K.K. Aksay'ın görev süresinin uzatılması
4-Terörle mücadelede polise etkin görev verilmesi
 
++++++++++++++
 
AKP tarafından Amerikan planı doğrultusunda kaleme alınan YAŞ planı ise şu noktalardan oluşuyor: (Aydınlık 30-31 Temmuz 2011)
Planın adı: YAŞ ve Hükümet-TSK ilişkilerinin yeniden yapılandırılması
1-YAŞ (Yüksek Askeri Şura), istişari bir kurul olarak sadece
-- askeri stratejik konseptin tesbiti
-- TSK'nın modernizasyonu
gibi konularda görüş bildiren bir kurum haline gelmesi
2-YAŞ kararları Cumhurbaşkanını imzası ile yürürlüğe girmesi
3- Anayasa değişikliği yoluyla YAŞ kararlarına yargı yolu açılması
TSK'dan ihraç işlemlerinin YAŞ'ın görev alanı dışına çıkarılması
4-Askeri Yüksek İdare Mahkemesi ve Askeri Yargıtay'ın kaldırılması.
Veya Askeri Yargıtay'ın sadece askeri disiplin suçlarına bakması
TSK harcamalarının tamamen Sayıştay denetimine açılması
5-Milli Savunma Bakanlığı'nın, Ergenekon, Balyoz gibi davalarda yargılanan askeri personeli açığa alabilmesi
6-Genelkurmay'ın Milli Savunma Bakanlığı'na bağlanması,
Kuvvet Komutanlıklarının da Genelkurmay içinde birimlere dönüştürülmesi
TSK personelinin sayısının 730 binden 250 bine düşürülmesi
TSK'nın iç güvenlikten çekilmesi
7 - General ve amiral sayısının azaltılması, terfi ve atamaların performansa göre yapılması
8-Terörle mücadele konseptinin değiştirilmesi
İnisiyatifin İçişleri Bakanlığı'nda olması
Terörle mücadelenin ve iç güvenliğin jandarma ve emniyet içinde özel kuvvetlerden (özel harekat) oluşturulacak profesyonel ekiplerce yapılması
 
++++++++++++++
 
Bu plan,
--Amerika'nın Büyük Ortadoğu Projesi'nin ana unsuru olan Büyük Kürdistan'ın kurulması doğrultusunda
--Güneydoğu bölgemizi Türk Ordusu'nun denetiminden çıkararak İçişleri Bakanlığı'nın emrindeki birliklerin (özel ordu) denetimine vermek,
--Özel orduyu ağır silahlarla güçlendirmek,
--Türk Ordusu'nun sayısını ve gücünü azaltarak özerk bölgeye müdahalesinin önüne geçmek
için yapıldı.
 
İlerdeki bölünme durumunda Türk Ordusu hükümetin kontrolünden çıkıp özerk bölgeye müdahale etmek isterse, karşısında Özel Ordu'yu ve bölücü belediyeler tarafından örgütlenmiş olan PKK'lılardan oluşan Öz Savunma Birlikleri'ni bulacak.
 
Türk Ordusu'na karşı bölücüleri koruyacak bir ordu yaratmaya çalışıyorlar.
Bütün bu Ergenekon, Balyoz vesaire tertiplerinin, orduyu küçültüp iç güvenlikten çekmenin ve "terörle mücadele" aldatmacasıyla doğrudan hükümete bağlı özel bir ordu kurmanın hedefi Büyük Kürdistan projesinin önünü açmak.
 

POLITIK - ORDUNUN MORALİ VE TERÖRE DESTEK ?

ORDUNUN MORALİ VE TERÖRE DESTEK ?

Naci Beştepe

19 Temmuz 2011

Kimisi nişanlı, kimisi evli,
Kimisinin bebeği yolda, kimisininki daha yeni kucakta,
Kimisinin terhisi gelmiş, kimisi daha kışlaya yeni ayak basmış.
Her birisinin, ciğerleri sızlatan daha nice hikayesi.
Eline diken battığında yüreği yanan anaların durdurulamaz, bitmez evlat acısı,
Babaların "VATAN SAĞ OLSUN" derken içine attığı göz yaşları.

Ya ülkenin, ordusunu ve ulusunu sevenlerin üzüntüsü, kırılan gururu.

Acı büyüktür.
İlk olmadığı gibi son da olmayacaktır.
Devleti yönetenler neyi yönettiğinin ayırtına varamadığı sürece yineleyip duracaktır.

Ateşin düştüğü yer, ana yüreği ve asker ocağıdır.
Ordumuzun acısı da ölçülemez boyuttadır.
Silah arkadaşları, can yoldaşları, tim komutanından alay komutanına kadar birliğin tüm subay-astsubayları;
Genelkurmay Başkanı'na kadar şehitlerin sıralı komutanları,
Tarifsiz kederler içindedir hepsi.

Ya ordunun morali ne durumdadır?
Ordu; şehit verince, gaziler olunca elbet üzülür, ancak morali bozulmaz.
Ordu; bu konulara da hazırlıklı, eğitimlidir.
Tek Mehmetçik de zarar görse, toplu kayıp da olsa acı acıdır.
Ardında üzüntü bırakır ama savaşma azim ve iradesi sarsılmaz.
Tam tersine, daha da güçlü bir kararlılıkla mücadeleyi sürdürür.
Başbakan RTE, bu konudaki sözleriyle haklıdır.
Kayıp vermekle, Türk Ordusu'nun terörle mücadele azminin kırılmayacağını anlatılmış veya öğrenmiştir.

MORAL, bir ordunun savaşma gücünü oluşturan unsurlardan biridir.
Bazı durumlarda; üstün teknolojiden, sayı üstünlüğünden bile önemlidir.

Ordunu morali bozulmaz mı?
Ya da ORDUNUN MORALİNİ NE BOZAR?
Elbette bozulur.
Ordu insanlardan oluşmaktadır.
Sadece et ve kemik değildir koca gövde.
Manevi unsurlar da etkindir, ordu üzerinde.

Ne bozar ordunun moralini, aklımıza gelenleri sıralayalım;
– Devletini, milletini, komutanını arkasında görmemek bozar,
– Terörle mücadelede bayrak olmuş komutanların, en kahraman subayların cezaevlerinde süründürülmesi bozar,
– Gövdesinde terörist mayınları ile terörist peşinde koşan tim komutanı- bölük komutanı genç üsteğmenin derdest edilip abuk-sabuk suçlarla tutuklanması bozar,
– Her olaydan sonra, şehit verilmesinde; terör örgütü yerine ordunun içinde suçlu aranması, teröre karşı canını ortaya koyanların teröristlerle iş birlikçi gibi gösterilmeye çalışılması bozar,
– Yıllardır başarıyla verilen mücadeleyi yok sayan, satılmış kalem ve zihniyetlerin konuşup yazdıkları, bu ihanet şebekelerinin serbestçe at oynatmaları bozar,
– Kendilerine ayağa kalkmayanı hapse gönderenlerin ve bunu övünçle söyleyenlerin ülkeyi açıkça parçalayanlara karşı kuzu kesilmesi bozar,
– Şehitler bayrağa sarılıp anaların göz yaşları sel olurken, şehitlerin baş sorumlusu eşkıya başı ile, DEVLET sıfatıyla pazarlık yapılması bozar,
– Hükümeti devirmeye teşebbüs ettiği iddia edilen, suçları kanıtlarıyla ortaya konulamayan yüzlerce general-subay- astsubay- aydın- siyasetçi- yazar, yıllarca tutukluluk silahıyla yargısız infaza tabi tutulurken teröristlere devlet töreni yapılması, özel mahkeme kurulması bozar.

Ordunun da morali bozulur.
CHP Genel Başkanı haklıdır, genel tespitinde.
Başbakan ise sadece "kayıplarla ordunun morali bozulmaz" tespitinde haklıdır.
Ordunun moralinin bozulacağını söylemek " teröre destek vermek" değildir.
Ordunun moralini bozacak eylemlerde bulunmak ve ortam yaratmaktır "teröre destek vermek".

Şimdi tekrar düşünelim ve yanıtlayalım;
Teröre kim destek veriyor?
Ordunun moralini ne ve kim bozuyor?

Aziz şehitlerimizi saygıyla selamlıyorum.
Ordusunu ve milletini sevenlere, Türkiye Cumhuriyeti'nin birlik ve bütünlüğüne gönül verenlere, şehitlerimizin aileleri ve sevenlerine başsağlığı ve sabır diliyorum.
Aydınlık içinde yatın AZİZ ŞEHİTLER.
Türkiye'nin aydınlık geleceği ruhlarınıza huzur getirsin.

 http://www.ilk-kursun.com/haber/77067

DIN, IMAN, YALAN, DOLAN -Atatürkçü Türkiyem'in Fotoğrafları - YENİ GENEL KURMAY BAŞKANI EL TAYYEEP OLDU :))))

Atatürkçü Türkiyem'in Fotoğrafları - YENİ GENEL KURMAY BAŞKANI EL TAYYEEP OLDU :))))



--  -~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~ Nec plus ultra Daha da iyisi yok.  Latin Atasözü

POLITIK - Daha karpuz kesecektik

Daha karpuz kesecektik
++++++++++++++++++++
 
Ali Serdar Bolat   31 Temmuz 2011
 
"Taraf" gaz tenekesi bu manşetle çıktı.
Karpuz kesmek için sadece Jandarma Genel Komutanı Org. Nejdet Özel kalmıştı.
Karpuz kesmeyi reddeden 4 komutan istifa etmişti.
 
Aydınlık, 31 Temmuz 2011
 
Şimdi bazı arkadaşlar endişe içinde.
Komuta kademesinin yandaşlardan oluşturulacağını, hükümet tak dese şak yapacaklarını söylüyorlar.
Bu ülke, bu ordu ne tak şak paşalar gördü.
 
Bırakın Amerikancıların emrinde olmayı, doğrudan Amerika'nın emrinde olan komuta kademeleri gördü bu ülke ve bu ordu.
12 Mart generallerini, 12 Eylül generallerini gördü.
O dönemlerde de aynen bugünkü gibi orduya darbe yapılmıştı.
12 Mart ve 12 Eylül'de yüzlerce Atatürkçü, devrimci subay çoğu işkenceli sorgulardan geçirilerek ordudan atıldı.
 
Ama gördük ki, bütün bunlara rağmen Türk ordusunu teslim alamadılar.
Torumtay Paşa, Özal'ın Amerika ile birlikte Irak'a saldırma planına istifa ederek engel oldu.
Koşaner ve 3 paşa, karpuz kesmeyi kabul etmediler, ete soğan doğradılar.
 
"Atatürkçü subayları tasfiye ederek Türk ordusunu Amerikan tugayı haline getirme" planları her defasında bozguna uğradı.
Türk ordusunda Atatürkçü, devrimci subay tükenmez.
 
Onun için, Özel Paşa'ya bakıp karalar bağlamak gerçekçi bir tutum değildir.
Türk ordusu asla Amerika'ya, Avrupa Birliği'ne teslim olmayacaktır.
 
++++++++++++++++++++++
 
 
 

POLITIK - İstifa eden komutanların silah arkadaşlarına mesajı

İstifa eden komutanların silah arkadaşlarına mesajı
+++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++
 
Ali Serdar Bolat   31 Temmuz 2011
 
Genelkurmay Başkanı Koşaner ve onunla beraber istifa eden 3 Kuvvet Komutanı, silah arkadaşlarına mesaj gönderdi.
 
İşte 8 maddelik o mesaj:
 
1
İstifalar, kurumsal gerekçelerle gerçekleştirilmiştir
 
2
Görevi bırakma gerekçemiz öncelikle emeklilik değildir.
Önceliğimiz görevi bırakmaktır. Emeklilik müktesep hakkımızdır.
 
3
Siyasi iktidar, isteklerini teamül ve yasalara aykırı olmasına rağmen gerçekleştirmek istemektedir.
Buna izin verilmeyecektir.
 
4
Hükümetin tavır ve eylemlerini devam ettirmesine TSK sessiz ve karşılıksız kalmayacaktır.
 
5
TSK her zaman olduğu gibi ulus çıkarlarını ön planda tutmaya özen gösterecektir.
 
6
Teamüllere göre istifalardan sonra YAŞ toplanıp karar alamaz.
Toplanabilmesi için Ağustos ayının ilk haftasında yasalara uygun orgeneral ve amirallerin göreve dönmesi gerekir.
Kuvvet komutanlarının yerlerine gelebilecek komutanların bunu kabul edeceğini düşünmüyoruz.
 
7
TSK, bundan sonra hırpalamalara asla sessiz kalmayacaktır.
 
8
Gelişmeleri bekleyip görmek daha doğru olacaktır.
 

Aydınlık, 30 - 31 Temmuz 2011
Org. Işık Koşaner                                                  Org. Erdal Ceylanoğlu
 
Ora. Eşref Uğur Yiğit         Org. Hasan Aksay
 
                                   
 
 

Bekir Coşkun : Kriz Neremize Değse Anlarız?..

 

ONUNCU KÖY

 

Bekir Coşkun

 

Kriz Neremize Değse Anlarız?..

 

15 milyon yoksul ve aç var...

Hâlâ "kriz gelir mi?" diyorsanız...

Gelmez...

*

Krizin varlığını aslında "kriz gelmez" diyen iktidar her sene televizyona çıkarak süregelen krizin boyutunu uzun uzun açıklıyor...

Her dört aileden birisine yaşam yardımı yaptığını söyleyerek...

Eğer bu kriz değilse...

Kafalarına kaya düşse az gelir...

*

Şu ramazan çadırları...

Nedir?..

Kriz çadırlarıdır aslında...

Evinde tencere kaynatamayan onca insanın, bir kase çorba için ezile büzüle gittikleri o çadırlarda belki çorba içerken birbirlerine sorarlar:

"Diyorlar ki kriz gelecek?.."

Öbürünün ağzında lokma:

"Geliryşe götyhüyymü yeyssin kryiz..."

*

Bu sene çadırları büyüttüler...

Yine de kriz çadıra sığmaz...

*

Zenginler için kriz demek kazanma fırsatı demek aslında... Doları katlar, Avro'su zıplar, altını fırlar, TL'si faiz getirir...

Yoksul; zaten kriz içinde yaşadığının farkında değil...

Orta halli; kredi kartını ödeyemedi, canı sıkkın, bekliyordur ki banka batsın, müdürü içeri atsınlar ki borcu istemesinler...

Kısacası; zengin krize hasret...

Fakirin hali zaten felaket...

Ortadakiler krizden ibaret...

Badem bıyıklının "Biz krize hazırlıklıyız" dediği aslında bu...

*

Mesela Batı ülkeleri böyle bizim gibi "hazırlıklı" değiller...

Onlar yandı...

Diyelim ki Amerika'da her beş kişiden birisi aç ya da yoksul... Almanya'da borcunu ödeyemeyen 2 milyon kişi bankalara 8 milyar taktı... İngiltere'de her dört kişiden birisi işsiz... Belçika'da evlere nohut dağıtıldı... Roma'da kömür veriyorlar... Paris'te meydanlara çadır kurdular...

Bu oralarda krizdir...

Yaşamlarına bu gibi şeyler girdiği an anlıyorlar ki kriz...

Ama bizde belli olmuyor...

Bu krizden ziyade "istikrar sürsün" olduğu için zaten...

Kafalarına taş yağsa az...

 bcoskun@cumhuriyet.com.tr 

 

Fwd: Iran'in Kurdistan'i bombalamasina karsi gösteri



-------- Original Message --------
From: İbrahim SÜTCÜ <ist12@hotmail.com>

    BÖYLE ÇALIŞIYORLAR İŞTE. PEKİ BİZ NE YAPIYORUZ? (AMAAAANNNN BEN Mİ KURTARICAM)       Subject: Iran'in Kurdistan'i bombalamasina karsi gösteri To:    Iran'ın Kurdistan'ı bombalamasına karşı gösteri İran İslam Cumhuriyetinin insanlık dışı uygulamlarından olan, Kurdistan'ın değişik bölgelerini havdan ve karadan ağır silahlarla bombalamasına dur demek için tüm Kürtleri ve Kürt dostlarını gösteriye çağırıyoruz. Bizler Kurdistanlı değişik örgüt ve dernekler olarak iran İslam Cumhuriyetini protesto etmek için bir gösteri düzenlemekteyiz. İsteğimiz İsveç Devleti ve Avrupa Birliği yönetiminin İran'ın bombalama operasyonuna sesiz kalmaması ve buna karşı tavır almasıdır.  Bu nedenle Stockholm de yapılacak olan gösteriye tüm Kürtleri ve Kürt dostlarını davet ediyoruz. Tarih: 29-07-2011 Saat: 16:30 Yer: Mynttoregt 1, İsveç Parlemento binası karşısı. Katılımcı örgütler: -Centera Kulturiya Kurdistan li Stockholm -Komela Xwendekar î  Gencên Kurdistan li Swêdê -Komela Gulan li Swedê -Navenda Geskirina Perwerde li Swed û Kurdistan ê -Komela Pesmergên dêrînên Kurdistan Leqa henderan,lijneye Stockholm -Komela Kurdî-Swedî -çetri Komela Kurdistaniyan li Swêdê - Kurdocide Watch –CHAK -Rêkxirawa Azadiya Jinan li Swêd -Yekitiya Kurdan li Swed - Komela Kurd li Spånga (Radyoya Ashti) -Komhuner   EuroKurd News/Stockholm  		 	   		     

Bekir Coşkun : Kriz Neremize Değse Anlarız?..

 

ONUNCU KÖY

 

Bekir Coşkun

 

Kriz Neremize Değse Anlarız?..

 

15 milyon yoksul ve aç var...

Hâlâ "kriz gelir mi?" diyorsanız...

Gelmez...

*

Krizin varlığını aslında "kriz gelmez" diyen iktidar her sene televizyona çıkarak süregelen krizin boyutunu uzun uzun açıklıyor...

Her dört aileden birisine yaşam yardımı yaptığını söyleyerek...

Eğer bu kriz değilse...

Kafalarına kaya düşse az gelir...

*

Şu ramazan çadırları...

Nedir?..

Kriz çadırlarıdır aslında...

Evinde tencere kaynatamayan onca insanın, bir kase çorba için ezile büzüle gittikleri o çadırlarda belki çorba içerken birbirlerine sorarlar:

"Diyorlar ki kriz gelecek?.."

Öbürünün ağzında lokma:

"Geliryşe götyhüyymü yeyssin kryiz..."

*

Bu sene çadırları büyüttüler...

Yine de kriz çadıra sığmaz...

*

Zenginler için kriz demek kazanma fırsatı demek aslında... Doları katlar, Avro'su zıplar, altını fırlar, TL'si faiz getirir...

Yoksul; zaten kriz içinde yaşadığının farkında değil...

Orta halli; kredi kartını ödeyemedi, canı sıkkın, bekliyordur ki banka batsın, müdürü içeri atsınlar ki borcu istemesinler...

Kısacası; zengin krize hasret...

Fakirin hali zaten felaket...

Ortadakiler krizden ibaret...

Badem bıyıklının "Biz krize hazırlıklıyız" dediği aslında bu...

*

Mesela Batı ülkeleri böyle bizim gibi "hazırlıklı" değiller...

Onlar yandı...

Diyelim ki Amerika'da her beş kişiden birisi aç ya da yoksul... Almanya'da borcunu ödeyemeyen 2 milyon kişi bankalara 8 milyar taktı... İngiltere'de her dört kişiden birisi işsiz... Belçika'da evlere nohut dağıtıldı... Roma'da kömür veriyorlar... Paris'te meydanlara çadır kurdular...

Bu oralarda krizdir...

Yaşamlarına bu gibi şeyler girdiği an anlıyorlar ki kriz...

Ama bizde belli olmuyor...

Bu krizden ziyade "istikrar sürsün" olduğu için zaten...

Kafalarına taş yağsa az...

 bcoskun@cumhuriyet.com.tr 

 

POLITIK - AMERİKA AMERİKA! CANIM FEDA OLSUN SANA!

Banu Avar Yazdı: AMERİKA AMERİKA! CANIM FEDA OLSUN SANA!*

30 Temmuz 2011

Cüneyt Şaşmaz 'Cesuryorum' bloğunda 1 yıl önce, 2010 Ağustos'unda yazdı:

'ABD iki yıl içinde (2012'de) Irak'tan çekilecek; giderken Kuzey Irak'taki aşiret devletinin güvenliğini TSK'ya bırakmak istiyor.
O nedenle buna itiraz edenlerin tasfiyesini, kabul edenlerin komuta kademesine getirilmesini arzu ediyor.
O nedenle; hem ABD'yi memnun edecek hem de kasaptaki ete soğan doğramayacak birinin ayarlanabilmesi için generallerin hatta albayların sicil dosyaları masaya yatırıldı.'

ABD'nin yakın hedefleri Kuzey Irak'daki aşiret devletiyle kalsa iyi… Sırada Suriye var Lübnan var, İran var..
Asya var.
Dünyanın en eski ve en güçlü ordusuna, ihtiyaç var..
Ama efendilerine sadık olması şartıyla…

İşte şimdi sadık neferler aranıp bulunuyor, gereken yerlere konuyor.
Vardiya Bizde'den genç bir kardeşim 'Ne oluyor! Biri bana anlatsın!' diye haykırıyor.

Olan bu işte.

2010'da Necdet Özel'in önü açılmıştı ve 2011'de şapkasını alıp emeklilikte huzur arayan Genel Kurmay'ın boşalttığı koltuğa oturdu.

Müttefiğimiz batı dünyası zil çalıp oynuyor.
.
Sevincini fazla açık etmemeye çalışıyor!

Rothshield ve Rockefeller kanadından memurlar yazılar döşendiler.

CSIS'den Bülent Alirıza, yazısında 'TSK'nın terfi sisteminin alt üst edildiğini' söylerken alayla helmelenmiş sevinci satırlarına yansıyor.
'Hay Allah, istifalar tam da TSK PKK ile savaşırken geldi!' diyor…

Washington İnstitute adlı düşünce kuruluşundan Soner Çağaptay adlı 'uzman' da yorumunda, 'AKP döneminde TSK üzüm gibi sıkıldı! 2002′den beride hızla yere çakılıyor!' diye sevinç çığlıkları atıyor…

'Darbe ve camileri bombalama iddiaları vs TSK'nın imajını yerle bir etti.
Ve 2002′de yüzde 90 oranında güvenilen TSK'ya bugün milletin güven oranı yüzde 60! TSK, gözüne fener çakılmış geyik gibi! Ergenekon'un yaktığı projektörlere bakakaldı!'

İşte küresel çetenin uzman görüşleri ve durum değerlendirmesi böyle! Bu cümlelerin içinde birçok itiraf da gizli! Ergenekon'un 'yaktığı projektörler' gözleri kör, kulakları sağır, Türk ordusunu da felç etmek içinmiş! Öyle mi!

Yukarıda alıntıladığımız tayfanın Türkiye şubeleri de doğal olarak zil çalıp oynuyor.
'Askeri vesayet bitmiş!, Sivil idare gelmiş.
!'
Artık Genel Kurmay başkanları hükümetin eteğine yüz sürecekmiş!'

'Yeni' Genel Kurmay başkanı çok faydalı işler yapmak için gelmiş….
Öbür komutanların zaten gitme zamanı gelmişmiş..
Hatta Dilipak'a göre tüm ordu istifa etmeliymiş!! Aslında ordu diye bir şey olmamalıymış..

Ben devam edeyim: 'Ordu yerine ABD-Türk ortak polis gücü kurulmalı! Global dünya, ve 'uluslar arası camiz' için daha hayırlı!…Yok edin şu ordu'yu! Bakın Yugoslavya'nın ordusu dağılınca ne güzel 'demokrasi' geldi..
Aynı anda çoğalan nüfus törpülendi.
! Eski Yugoslavya'daki nüfus birbirine kırdırıldı, yarı yarıya azaldı!

'Türk Ordusu tamlaması bile çağdışı!' Öyle diyor birileri.
Korkuları anlaşılır aslında.
Tüm varlığını Amerikan varlığına armağan etmişsen, korkarsın, ürkersin adından bile bazı kurumların!

Türk Ordusu demek Mustafa Kemal Paşa'nın ordusu demektir.
Ülkenin 'BÖLÜNMEZ BÜTÜNLÜĞÜ' için kanını son damlasına kadar feda edecek askerin ordusu demektir.
Peygamber Ocağı demektir.
İşte 'korkunç ' olan buydu… Birileri başından beri Kemalist orduyu yok etmeye uğraştı!

Avrupa Birliği dünkü istifaları, 'Türkiye'ye tam demokrasi geldi!' diye yorumladı… Mustafa Kemal'i temsil eden en üst kurum da yıkılmıştı! 'Ordu gidişata tavrını koydu!' diyenler, uyanın! Tavır şapka alıp giderek konmaz! Bu millet nasıl tavır konulduğunu iyi bilenlerdendir!

Birkaç doğru lafı, çok gecikmiş bir zamanda, giderayak söyleyerek 'tavır konulmuş' olmaz..
'Kaçılmış' olur!

1950'den beri 'küresel operasyonla' alt üst edilen Kemal'in ordusundaki BİRİLERİNİN durumu budur!…

Ne yazıkki, 60 yıldır yol katetmişlerdir!

Bir kesim subaylar NATO'ya girdikten sonra tangocu Celal İnce'ye yaptırılan 'Amerika Amerika! Canım feda sana!' şarkısını benimseyivermiştir..

'Amerika Amerika!
Türkler dünya durdukca
beraberdir seninle!

NATO tatbikatları, Pentagon davetleri, Annapolis ziyaretleri filan derken hemhal oluvermişizdir.

Amerikalıdan çok Amerikalı hissedenler toplumun her yanına sızdığı gibi Ordu'ya da girmiştir!

Gazi Paşa'nın ordusunu dönüştürme operasyonu iyi incelenmelidir..

1947'de operasyon başlamıştır… Amerika 'sahiptir!' İmzalar atılmıştır.
Karanlıklar prensi Richard Perle'nin özetlediği gibi: 'Türkiye Amerika'nın Ortadoğu'daki jandarmasıdır!' ya da küresel tefeci Soros'un dediği gibi 'Türklerin ihraç malı Türk askerinin kanıdır!

Menderes 'NATO'ya girmemiz bir zaruretti!' demişti: 'Uluslar arası camia' denen kan içiciler bizi NATO örümcek ağına alsınlar diye Mehmetçiğin kanı, Kore'de Amerika'ya feda edilmiştir! Şimdi de Suriye'de İran'da Afganistan'da Somali'de o kana ihtiyaç vardır! Müslümanlar Müslümanlara kırdırılmalıdır.
Bu Haçlıların yol haritasıdır.

Türkiye NATO'ya alınırken, Türk ordusunun bir subayı üstelik Kurtuluş savaşının önemli bir komutanı Cafer Tayyar Eğilmez, 'Amerikan dostluğuyla Ortadoğu Federasyonu' hayali görmeye başlamıştı: 'ABD ile birlikte, Rusya'ya karşı Ortadoğu cephesi kuracağız!' diyordu.
Pakistan, Afganistan İran ve Türkiye ve tüm İslam ve Türk ülkeleri Ortadoğu Federasyonunda birleşecekti! Arabistan'ın güneyi ve Mısır da bu federasyona girecekti.
Amerika bu örgüte destek verecekti!

Eğilmez, bu yol haritasının yine ABD tarafından eline tutuşturulduğunun farkında değildi.

Tek Dünya devletine giden yolda Avrupa Birliği gibi, Asya federasyonu gibi Ortadoğu federasyonu gibi yapılarla ulus devletler yok edilecek, ordular birleştirilecek, işgal kuvvetleri emperyalizme hizmet edecekti.

'Hürriyetini karakteri sayan' bir milletin ordusu, yavaşça dönüştürülecek, bir başka ulusun köle askeri haline gelecekti!

Her ne kadar 60 yıllık 'çalışma' sonucu, Türk ordusu içinde belli yerlere sızılarak dönüştürülerek, komuta kademelerinde birileri satın alınarak, pazarlıklar yapılarak bir noktaya gelmiş olsalar da , bu ordu halkın içinden gelen, vatan için şehit veren, hürriyetini, toprak ve bayrağını her şeyin üzerinde tutan bir milletin ordusudur… Hedefleri, bu orduyu yok etmek yerine 'yeni' özelleşmiş, sahibine sadık, halkına ve komşu halklara düşman bir ordu yaratmaktır.
Bu, şerefli Türk ordusunu , Peygamber Ocağı olmaktan çıkarıp 'haçlı birliğine' dönüştürme çabasıdır… Hadi, azgın hırslarına gem vuramayan, gözünü Batı bürümüş 20-30 komutanı, bin ikibin subayı ikna ettiniz… Peki zamanı geldiğinde hepsi ASKER olan bu milletle nasıl baş edeceksiniz! Avucunuzu yalarsınız!!

Banu AVAR
www.banuavar.com.tr
banuavar@superonline.com
İLK KURŞUN

* ABD tarafından tangocu CELAL İNCE'ye yaptırılan propaganda şarkısı… 1952
Celal İnce bu eserinden sonra ABD'ye gitti ve bir daha dönmedi , şimdi 90 yaşında.

 

--  -~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~ Büyük günahların kefareti, zulme düşünlere yardım etmek, acze düşünleri ferahlandırmaktır.   Hz.Ali

Kürt sorununu Kemalizm üretti YALANI..

 

KÜRT SORUNU'NU KEMALİZM ÜRETTİ YALANI..

"Yobazın-Liboşun Kürt Sorunu Çarpıtması"

Sinan Meydan

30 Temmuz 2011

Cumhuriyet tarihi yalancıları, Türkiye'nin bugün yaşadığı bütün sorunlar gibi "Kürt Sorunu" diye adlandırılan "Ayrılıkçı Kürtçü Hareketin" de Kemalizm'in "yanlış politikalarından" kaynaklandığını ileri sürmektedirler. Onlara göre, Atatürk eğer Türk Devrimini gerçekleştirmeyip Türk Ulus Devleti'ni kurmasaydı, Osmanlı'daki haliyle Kürtler asla sorun olmayacaklardı!

Bu güdük tez, bugün yobaz-liboş ve tatlısu solcusu entellerin en çok rağbet ettikleri tezlerden biridir. Ama diğer tezleri gibi bu tezleri de temelsizdir, çürüktür, yanlıştır, yalandır…

Mesele onların iddia ettiklerinden çok ama çok başkadır.

Şöyle ki: "Kürt Sorunu", daha doğrusu "Ayrılıkçı Kürtçü Hareket", Osmanlı'nın klasik çağı diye bilinen Yükselme Donemi'nden, yani 16. yüzyıldan beri devam eden bir sorundur. Çok daha önemlisi, Kürt aşiretlerini "sorun" haline getiren de bazı Osmanlı padişahlarının ve devlet adamlarının öngörüsüz ve yanlış poltikalarıdır.

"Atatürk Kurtuluş Savaşı sırasında Kürtlere özerklik sözü vermişti" diye yalan söyleyerek bugün Ayrılıkçı Kürtçü Harekete tarihsel dayanak arayan Cumhuriyet tarihi yalancılarına, ben gerçek bir tarihsel dayanak vereyim.Alsınlar onu kullansınlar!

Osmanlı'nın Kürt Politikası

"Kurtuluş Savaşı yıllarında Atatürk Kütlere özerklik verdi" diyerek bugün "özerk Kürdistan" planları yapan Kürtçülerin eline "tarihsel dipnotlar" vermeye çalışan Cumhuriyet tarihi yalancıları, aslında Atatürk'ün ve genç Cumhuriyetin değil ama, bazı Osmanlı padişahlarının ve devlet adamlarının Kürtlere özerklik verdiklerini bildikleri için her fırsatta "Osmanlı seviciliği" yaparak Cumhuriyete ve Cumhuriyetin kurucusu Atatürk'e saldırmaktadırlar.

1514 Çaldıran Savaşı'nda İdris-i Bitlisi liderliğindeki Kürt aşiret reisleri, Şah İsmail'in liderliğindeki Safevilere karşı Osmanlı'ya destek olmuşlar, Osmanlı ordusuyla birlikte Safevi Türkmenlere karşı mücadele etmişlerdir. Dönemin Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim, Kürtlerin bu yardımlarını ödüllendirmiş ve Güneydoğu Anadolu'daki Kürt aşiretlerine "bir tür özerklik" vermiştir.

Çaldıran Savaşı'ndan sonra Yeniçerilerin huzursuzluğu artınca Amasya'ya dönen Yavuz Sultan Selim, Doğu Anadolu'da "düzenin sağlanması" görevini İdris-i Bitlisi'ye vermiştir. İdris-i Bitlisi de 25 Kürt aşiretini biraraya getirerek, onları, " Kızılbaşların-Türkmenlerin kökünü kazımaya" teşvik etmiştir.

İdris-i Bitlisi, bu kararını Amasya'ya giderek Yavuz Sultan Selim'e bildirmiştir.

İdris-i Bitlisi'nin önerisi üzerine, Bıyıklı Mehmed Ağa, Diyarbakır bölgesi beylerbeyi yapılmıştır. Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim, yayınladığı bir fermanla 33 Kürt beyine derebeylik hakkı vermiştir. Bu hak sayesinde Kürt aşiret beyleri, bulundukları köyün veya kasabanın sahibi olmuşlardır. Minorsky bu durumu, "Osmanlı-Safevi mücadeleleri sırasında Kürtler arasında derebeylik hayatının inkişafına müsait bir muhit çıkmıştı." diye ifade etmiştir.

İdris-i Bitlisi'nin "Selim Şahnamesi"nde yazdığına göre, "40 bin Kızılbaşın/Alevi Türkmenin başı kesilmiştir." İdiris-i Bitlisi, "Bir şafi ne kadar günahkar olursa olsun 7 Kızılbaş öldürürse cennete gider" diyecek kadar büyük bir Alevi düşmanıdır. Binlerce "Alevi-Türkmen" İdiris-i Bitlisi gibilerin katliamdan kurtulmak için "Sünni-Şafi Kürt" kılığına bürünmüştür.

Ziya Gökalp, "Kürt Aşiretleri Hakkında İçtimai Tetkikler" adlı incelemesinde Türklerin tarih içinde nasıl Kürtleştiklerini, Diyarbakır ve Silvan'daki Karakeçililerin Kürtleşmesi olayı üzerinden anlatmıştır.

Yavuz Sultan Selim'in "Kürtleri, Türkmenlere ve Alevilere karşı kullanma karşılığında" Kürtlere verdiği ayrıcalıkları, oğlu Kanuni Sultan Süleyman da devam ettirmiştir.

Aşağıdaki ferman Kanuni Sultan Süleyman'a aittir:

" (…) Yavuz Sultan Selim zamanında (…) Kızılbaşların yenilmesinde yararlılıklar gösteren Kürt beylerine, gerek devlete karşı gösterdikleri öz kulluk ve dilaverlikleri karşılığı olarak ve gerekse kendilerinin vaki müracaatları göz önüne alınarak her birinin öteden beri ellerinde ve tasarruflarında bulunan eyalet ve kaleler, geçmiş zamandan beri yurtları ve ocakları olduğu gibi, ayrı ayrı beratlarla ihsan edilen yerleri de kendilerine verilip, mutasarrıf oldukları eyaletler, kaleleri, şehirleri, köyleri ve mezraları bütün mahsulleriyle oğuldan oğula intikal etmek şartıyla kendilerine temlik (mülk) ihsan edilmiştir. Bu münasebetle aralarında asla anlaşmazlık ve geçimsizlik çıkmamalı; dışarıdan müdahale ve taarruz edilmemelidir. Bu emri celileye (padişah buyruğuna) riayet edilecek, hiçbir surette üzerinde kalem oynatılmayacak, hiçbir yeri değiştirilmeyecektir.

Bey, öldüğünde eyalet kaldırılmayıp, bütün sınırlarıyla, padişah tapusu uyarınca oğlu bir ise ona kalacak, eğer müteaddit ise istekleri üzerinde kale ve yerleri aralarında paylaşılacaktır. Uzlaşmazlarsa, Kürdistan beyleri nasıl münasip görürlerse öyle yapacak ve mülkiyet yoluyla ebediyete kadar sürekli kullanıcısı olacaklardır. Eğer bey, varissiz ve akrabasız ölmüşse o zaman eyalet hariçten ve yabancılardan hiçbir kimseye verilmeyecek, Kürdistan beyleriyle görüşülüp ve ittifak edilip onlar bölgenin beylerinden veya beyzadelerinden her kimi uygun görürlerse ona verilecektir."

Cumhuriyet tarihini çarpıtmakla ün yapmış Araştırmacı Altan Tan ve onun gibilerin bugünkü "Özerk Kürdistan" yaklaşımının altında Yavuz Sultan Selim'in ve Kanuni Sultan Süleyman'ın Kürt aşiret reislerine tanımış olduğu "haklar" ve "ayrıcalıklar" bulunmaktadır.

Altan Tan, bir kitabında "Kürt-Osmanlı Özerklik Antlaşması"nı şöyle anlatmıştır:

"Yavuz Sultan Selim, Çaldıran Savaşı'ndan sonra ordusuyla İstanbul'a dönerken Amasya'da konakladı. Savaşta kendisini destekleyen Kürt beyleri ile 1515 yılında, Amasya'da buluşarak tarihi, Kürt-Osmanlı özerklik Anıtlaşması'nı karara bağladı. İdris-i Bitlisi'yi tam yetkili kıldı; mühürleyip boş fermanları İdris-i Bitlisi'ye vererek istediği şekilde bu boş fermanları doldurabileceğini söyledi…"

Altan Tan kitabında, Yavuz Sultan Selim'in ve Kanuni Sultan Süleyman'ın Kürtlere verdiği "özerklik" konusunda da şunları yazmıştır:

"Kanuni Sultan Süleyman, babası Yavuz Sultan Selim zamanında Kızılbaşlara cephe alarak müspet ve hayırlı hizmetlerde bulunan ve şimdi de devlete doğrulukla hizmetler ifa eden, bilhassa (Serasker-i Sultan İbrahim Paşa'nın) bu defaki İran seferine katılarak Kızılbaşların yenilmesinde yararlılıklar gösteren Kürt beylerine, gerek devlete karşı gösterdikleri öz kulluk ve dilaverliklerin karşılığı olarak ve gerek kendilerinin vaki müracaat ve istirhamları göz önüne alınarak her birinin öteden beri ellerinde ve tasarruflarında bulunan eyalet ve kaleler, geçmiş zamandan beri yurtları ve ocakları olduğu gibi ayrı ayrı beratlarla ihsan edilen yerleri de kendilerine verilip mutasarrıf oldukları eyaletleri, kaleleri, şehirleri, köyleri ve mezraları bütün mahsulleriyle babadan oğula intikal etmek şartıyla kendilerine temlik ve ihsan edilmiştir."

"Kürt beyleri ile Osmanlı Sultanı Yavuz Sultan Selim arasında Amasya'da kabul edilen özerklik şartlarına göre Kürt emirleri, atalarından kendilerine intikal eden topraklarda bağımsız olarak geleneksel düzenlerini koruyacaklardır. Bu emirlikler, eskiden olduğu gibi babadan oğula intikal edecektir. Osmanlılar, yabancı bir devletle savaştığında, Kürt beyleri, kuşanmış silahlı süvarileriyle Osmanlı ordusuna katılarak savaşacaklar ve dışardan bir saldırı olursa ortak düşmana karşı koyacaklar, aynı şekilde Osmanlılar da Kürtleri düşmanlarına karşı koruyacaklardır. Kürt emirler, Osmanlı Devleti'ne her yıl tespit edilecek bir vergi vereceklerdir."

Televizyon ekranlarında ve gazete köşelerinde bağıra çağıra, Atatürk'e ve Cumhuriyete "kin kusan" Altan Tan'ın yukarıdaki cümleleri, her şeyden önce, "ağır faşizm" kokmaktadır.

Altan Tan'ın, Kızılbaşlara karşı olmayı "müspet ve hayırlı hizmetlerde bulunmak" diye değerlendirmesi, egemen Sünni görüşün, klasik Alevi-Türkmen düşmanlığının bir yansımasıdır.

Görüldüğü gibi, Osmanlı padişahı Kanuni Sultan Süleyman ve babası Yavuz Sultan Selim döneminde "Kızılbaşların yenilmesinde yararlılıklar gösteren" Kürtlere, devlete gösterdikleri bu "öz kulluk" ve "dilaverlikleri" karşılığında "eyaletler", "şehirler", "köyler", "mezralar", "kaleler" ve "topraklar" vermiştir. Böylece Kürt aşiretlerinin "feodalleşme" süreci başlamıştır. Yani, Kürt aşiretlerini feodalleştiren veya mevcut feodal yapıyı daha da güçlendiren, Osmanlı padişahlarının "öngörüsüz" politikalarıdır.

Erdal Sarızeybek'in dediği gibi: " İşte, o gündür bugündür, 'ağalar' Doğu'da hep ağadır, çünkü babadan oğula geçer, tıpkı Zeydan gibi, tıpkı Geylani gibi. O gün bugündür 'mir' 'beyler', hep mir ve beydir, çünkü babadan oğula geçer, tıpkı Dengir Mir Mehmet Fırat gibi. Bugün bize demokrasi, insan haklarından bahsedenler ortaya çıkıp da 'Demokrasilerde ağalık, beylik olur mu!' hiç demez, diyemez. Çünkü kendileri de bu sistemin bir parçasıdır. Cumhuriyet kurulalı 87 yıl olmuş, ama hala ağalar ağa, beyler bey, mirler mir, , şeyhler şeyhtir, geri kalanlar ise köylüdür, köylü kalmış, işçi kalmış ve hiç 'hak ve söz sahibi' olamamıştır. Şanlı Urfalıların deyimiyle 'Maraba' kalmış, yani ağanın yanında çalışan amele olmuştur. (…)

Demokrasilerde 'söz hakkı olmayan insan' olur mu hiç? Terör olayları nedeniyle göç etmek zorunda kalan iki milyon insanı bir kenara koyunuz. Doğu'da halkımızın çoğunluğu toprak sahibi olmadığı için ve Altan Tan'ın deyimiyle bu halk kitlesinin söz hakkı olmadığına göre, düşününüz böyle bir demokrasiyi, neredeyse hepimiz 'maraba' olmuşuz, ama haberimiz olmamış. Göçlerle kırsaldan şehirlere gelenlerin çoğunluğunun sorunları çözülmediği için yaşam zorluklarıyla karşı karşıya kaldıklarından dolayı mağdur halk kitlesine dönüşüp PKK çizgisindeki bir siyasetin tabanı haline gelmiştir. Aslında bunun da marabalıktan hiçbir farkı yoktur. Gerçek buyken, ülkemizde bu trajik gerçeğin adı 'demokrasi' olmuştur, insan hakları olmuştur, yazık…"

Osmanlı'nın "Kürtleri kullanma" karşılığında Kürtlere verdiği "ayrıcalıklar" bitmek tükenmek bilmemiştir. Örneğin, 1587 yılında padişah 3. Murat, Hakkari'deki Kürt beyine gönderdiği bir fermanda Kürtlerin Kızılbaşlara kılıç sallamaya devam etmelerini istemiştir. "Kürt emirleri, şimdiye kadar Kızılbaşlara kılıç sallayarak Allah yolunda gaza ve cihat ede gelmişlerdir. (…) Din uğrunda çalışıp Kürt emirlikleri arasında faydalı ve adla anılır olasız." diyen 3. Murat'ın sadece Kürtleri değil "dini" de çok rahat bir şekilde kullandığı görülmektedir.

Belgelerden anlaşıldığına göre Osmanlı İmparatorluğu'nda "Tımar sistemi" çerçevesinde hiçbir topluluğa verilmeyen "özel mülkiyet" hakkı sadece Kürt aşiretlerine verilmiş, bu da Kürtlerin merkezden koparak"feodalleşmeleri sürecini" hızlandırmıştır.

Kürtleri olabildiği kadar "şımartan" Osmanlı İmparatorluğu, devletin "asli unsuru" Türkleri ise bir o kadar küstürmüştür. Osmanlı'nın özellikle 15. yüzyıldan itibaren Alevi-Kızılbaş Türklere-Türkmenlere yönelik saldırgan politikaları, Türklerin "ezilmeleri", "sindirilmeleri" ve "devlet kademelerinden dışlanmalarıyla" sonuçlanmıştır. İmparatorluğu "dönme-devşirmelere" teslim eden Osmanlı, 15 yüzyıldan itibaren Türklere "Etrak-i biidrak" (Akılsız/Aptal Türkler) demeye başlamıştır. Ünlü Osmanlı tarihçisi Naima'ya göre Osmanlılar Anadolu Türklerini şu sözlerle tanımlamışlardır: " Nadan Türk (Çaresiz Türk), Türk-i bed lika (Çirkin suratlı Türk), etrak-i bi idrak (Düşüncesiz Türk), Türk-ü sütürk (Çoban köpeği Türk), Hilekar Türk" Osmanlı'da "Türk" sözcüğü -hiç abartısız- 500 yıl boyunca "aşağılama sıfatı" olarak kullanılmıştır.

Her gün ekranlarında "şişe gerine", ballandıra ballandıra Osmanlı'dan söz eden günümüzün büyük tarihçileri (!) nedense bu gerçeklerden hiç söz etmezler!

Osmanlı döneminde yüzyıllarca "kimliksiz", "kişiliksiz" bırakılan; merkezin "dönme" "devşirmelere" bırakılmasıyla merkezden çevreye itilen Türkler, 20. yüzyılın başlarında Atatürk'ün, Türkiye Cumhuriyeti'ni kurmasıyla uzun bir aradan sonra yeniden "kimliklerini" ve "kişiliklerini" kazanmışlar, yeniden "çevreden" "merkeze" taşınmışlardır.

Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da Alevi Türkmenlere karşı Sünni Kürtlerin "kollanması" ve "kullanılması", bölgedeki Alevi Türkmenleri yeni arayışlara sürüklemiştir. Yaşam kaygısı içindeki bu Türk toplulukları, Kürt egemenliği altında hayatlarını sürdürmek zorunda kalmışlar, bunun için de Kürtçe öğrenmişler, Kürt adetlerini benimsemişler ve sonuçta Kürtleşmişlerdir.

Evet, Osmanlı'nın "klasik döneminde" -Kürt aşiretleri hariç- feodal (derebeylik) sistemin gelişmesine izin verilmemiştir. Ancak zaman içinde Batı, feodal sistemi yıkarak merkezileşmeye başlarken, Osmanlı tam tersine, zaman içindeki güç kaybına paralel, merkezi otoritesini yitirmiş ve "feodalleşmeye" başlamıştır. Osmanlı'da 17. yüzyıldan sonra başlayan bu feodalleşmenin adı, "Kürtçülük" ve "Ayanlık" tır.

Feodal sistemde üretim ilişkileri gereği "köylü", toprak ağasına bağımlıdır; köylü, toprak ağası için çalışmakla yükümlüdür. Kısaca köylünün kaderi ağanın, iki dudağı arasındadır. Ağa, köylüyü, kayıtsız şartsız kendisine "biat ettirebilmek" için, bir taraftan köylünün "aydınlanmasını" engellerken, diğer taraftan köylünün devlet otoritesiyle bağlantısını kesmenin yollarını arar. Öyle bir aşamaya gelinir ki, köylü ile devlet arasındaki ilişki tamamen kesilir; artık feodal sistemdeki o köylü için "devlet", bağlı olduğu toprak ağası ve aşiretidir. İşte Osmanlı'nın, güç kaybetmeye başladığı 17. yüzyıldan sonra özellikle Kürtlerin yoğun olduğu Güneydoğu Anadolu'da böyle bir süreç yaşanmıştır. 19. yüzyılda Osmanlı, Kürt bölgelerindeki bu aşırı feodalleşmeyi Kürtlere bazı ayrıcalıklar vererek önlemeye çalışmıştır. Örneğin, II. Abdülhamit'in "Kürt Hamidiye Alaylarını" ve "Kürt Aşiret Mekteplerini" kurması, Kürtleri yeniden merkezi sistemin içine almaya yönelik başarısız girişimlerdir. Ancak burada çok ilginç bir durum vardır, şöyle ki: Daha önce Yavuz oSultan Selim'den itibaren Osmanlı, "Kürtleri Türklere karşı kullanmak karşılığında" Kürtleri feodalleştirirken; II. Abdülhamit'ten itibaren "Kürtleri Ermenilere karşı kullanmak karşılığında", Kürtleri merkeze bağlamak istemiştir.

"Osmanlı Devleti'nin, bu aşiretlerin ilkel hayatına ve geri toplumsal yapısına müdahale etmekte zaaf içinde kalması, bu geri toplumsal yapının kemikleşmesinin ana nedenini oluşturmuştur. Artık, bu toplumsal yapının ana birimlerini aşiret reisleri, tarikat şeyhleri ve zamanla bunların elinde emperyalizm desteğiyle gelişecek olan Kürtçülük teşkil edecektir"

Feodal toplum, aydınlanmamış, ekonomik özgürlüğüne sahip olmayan, güdümlü bir toplumdur. Bu nedenle yönlendirilmesi de çok kolaydır. Nitekim 19. yüzyıldan itibaren, ayrılıkçı Kürt liderlerinin ve Kürtleri kullanmak isteyen emperyalizmin kışkırtmalarıyla çok sayıda Kürt isyanının çıkmış olması tesadüf değildir. Bir zamanlar Osmanlı'nın bazı tavizler karşılığında kullandığı Kürtleri, 19. yüzyıldan itibaren de Batı emperyalizmi, bazı vaadler karşılığında kullanmaya başlamıştır.

Dünyada Fransız Devrimi'nden, beri gerçek "demokrasi"nin olmazsa olmazları, "laiklik", "özgür akıl" ve "özgür irade" dir. Birilerinin "kulu" olmaktan kurtulup "özgür birey" olmadıkça, "kör inançlar" yerine "aklını" kullanmadıkça, "ümmet" olmaktan kurtulup "ulus" olamadıkça bir ülkede demokrasinin varlığından söz edilemez. Ancak nedendir bilinmez, ağızlarından "demokrasi" sözünü eksik etmeyen "liberallerimiz" ve "siyasal İslamcılarımız" hiçbir zaman, ülkemizde demokrasinin önündeki en büyük engelin "aşiret yapılanması"; "ağalık, şeyhlik düzeni" olduğunu dile getirmezler, getiremezler…

16. yüzyılda Şii İran'dan Sünni Osmanlı'ya yönelen Safevi tehlikesine karşı, Sünni Kürtleri "yardımcı kuvvet" ve "kalkan" olarak kullanmak isteyen Yavuz Sultan Selim, Kürtlere "bir tür özerklik" vermiştir. Böylece 16. yüzyıldan sonra Güneydoğu Anadolu'daki Kürt aşiretleri "derebeyleşerek" merkezi otoritenin dışına çıkmaya başlamışlar, bir anlamda devlet içinde devlet olmuşlardır.

"Osmanlı gücüne güç katarken Doğu ve Güneydoğu bölgesinde Kürt derebeylikleri de güçlendiler. Devlet içinde devlet oldular, tıpkı PKK'nın günümüzdeki durumu gibi halktan vergi topladılar, halkı yönettiler, güçlerine güç kattılar. Osmanlı güçlüyken ve güçlerine güç katarken sorun yoktu. Ama ne zamanki Osmanlı güç kaybetmeye başladı, güç kaybetmek istemeyen Kürt derebeyleri, devlete karşı isyan ettiler. Kürt devleti kurmak için değil, bölgelerinde Osmanlı'dan almış oldukları gücü ve kendi çıkarlarını korumak için. Bu süreç 1514 Çaldıran Savaşı'ndan 1839 Tanzimat Fermanı'na kadar süregeldi., yaklaşık üç yüz yıl. Bu demektir ki Doğu'da üç asır süren Kürt derebeylikleri vardır ve ülkemizin bugün yaşadığı sorunlar da bu derebeylerinin çıkarmış olduğu sorunlardan kaynaklanmaktadır."

Osmanlı Devleti'nin gerilemeye başlamasıyla birlikte "Kürt özerkliği", büyük sıkıntılara yol açmıştır. Özellikle Osmanlıyı parçalamak isteyen emperyalizmin bu "başına buyruk" Kürt aşiretlerini kullanmaya başlamasıyla birlikte Kürtler, 19. yüzayıldan itibaren Osmanlı için ciddi bir "sorun" olmaya başlamıştır.

Osmanlı bu sorunu çözmek için Kürt aşiretlerine yine "tavizler" vermiştir.

Batılı uzamanların yönlendirmesi sonucu 1839'da Tanzimat Fermanı'nı yayınlayan Mustafa Reşit Paşa, 1842 Vilayet Kanunnamesi'ne bir "Kürdistan Eyaleti" maddesi koydurmuştur.

Kürdistan eyaleti, 1864 yılına kadar devam etmiştir.

Aynı Mustafa Reşit Paşa bir de "Kürdistan Eyaleti Madalyası" çıkarmıştır.

Atatürk'ün önderliğindeki Türkiye Cumhuriyeti, "ulus devlet" anlayışı içinde Güneydoğu Anadolu'da 16. yüzyıldan beri süregelen Kürt derebeyliklerini yıkarak, "şıha", "şeyhe", "ağaya", bağlı, "eğitimsiz" bölge insanını eğitip "çağdaş" toplumun bir parçası yapmak için politikalar geliştirmiştir. Cumhuriyet, emperyalizmin güdümündeki ağaların, şeyhlerin kulları, marabaları olan Kürtleri, bu ağalardan, şeyhlerden kurtarıp "özgür bireyler" haline getirmek için çok önemli projeler geliştirmiştir. Atatürk'ün birkaç kez Meclis gündemine getirdiği "Toprak Reformu" bu projeler içinde çok özel bir yere sahiptir. Ancak, Cumhuriyetin, "Kürt derebeyliklerini yıkarak Kürt halkını özgürleştirmeye çalışması", Kürt derebeylerinin (ağaların, şeyhlerin, aşiret reislerinin) büyük tepkisiyle karşılaşmıştır. Emperyalizmin de desteğini alan bu "Kürt derebeyleri", Cumhuriyetin ilk yıllarında peşi sıra isyan etmiştir.

İşte Altan Tan ve onun gibi "Kürtçülerin" tarihi eğip bükerek, Atatürk'e ve Cumhuriyete saldırmalarının nedeni burada gizlidir. Onların "karın ağrılarının" nedeni; Atatürk ve Cumhuriyetin, Yavuz Sultan Selim'in, Kanuni Sultan Süleyman'ın, Mustafa Reşit Paşa'nın, kısaca Osmanlı'nın Kürt ağalarına, şeylerine, şıhlarına, Kürt derebeylerine verdiği ayrıcalıklara son verip, Kürtleri Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı yapmış olmasıdır…

Vahdettin'in, Kürdistan Planları

Bilindiği gibi Son Padişahı Vahdettin, Kurtuluş Savaşı sırasındaki "hainliğinin" hesabını veremeyeceğini düşünerek Türkiye'den kaçıp İngilizlere sığınmış ve İtalya'da yaşamını sürdürmüştür. Vahdettin, hainliklerine Türkiye'den "kaçtıktan" sonra da devam etmiştir. Örneğin, San Remo'da yaşadığı günlerde, "Kürt militanlarla" birlikte Atatürk'ü devirip "bağımsız Kürdistan"ı tanımanın hesaplarını yapmıştır.

Bilindiği gibi Vahdettin, Kurtuluş Savaşı sırasında 64. maddesinde önce "özerk" sonra "bağımsız" Kürdistan kurulacağı belirtilen Sevr Antlaşması'nı da onaylamıştı.

Prof. Dr. Salahi R. Sonyel, "Kıskaç Altında" adlı kitabında, Irak'taki bir İngiliz polis müfettişinin, İngiliz Yüksek Komiseri ve istihbarat örgütlerine gönderdiği raporuna göre, 1926'da 40 bin Kürt militanı Musul'da Türkiye'ye karşı emekli subaylarca eğitilmiştir. Bu militanların önderleri, devrik Vahdettin'le ve o sırada Türkiye'nin muhalefet partisiyle Atatürk'ü yönetimden düşürmek için anlaşmışlardır. Belgeye göre Vahdettin iktidarı ele geçirince, "Kürt bağımsızlığını" tanımaya söz vermiştir.

Irak'taki Polis Cürüm Araştırma Bölümü'ne mensup genel müfettiş yardımcısı J.F Wilkins, 21 Ağustos 1926'da Irak İçişleri Bakanı, İngiliz Yüksek Komiseri ve öteki istihbarat örgütlerine gizli bir yazı göndermiştir. Bu yazıya bir de rapor iliştirilmiştir. Raporda, şu bilgiler vardır:

"Doktor Ahmet Sabri ve Kracya Muratyan, Musul'a gitmek üzere 16 Ağustos'ta Bağdat'a uğramış; 18 Ağustos'ta Hacı Raşit el Hava'yı ziyaret ederek, ona, amacı Kürdistan'da Türklere karşı harekete geçmek olan kendi partilerine katılmasını önermişlerdi. 19 Ağustos akşamı her ikisi de doktor Şükrü Muhammed'in evine gitmiş ve orada Doktor Ahmet Sabri onlara Türkiye'de geniş kapsamlı bir isyandan söz etmişti. Bununla ilgili planın amacına da değinen Sabri, Büyük Britanya'dan kapsamlı bir yardım gelmesinin beklendiğini de söylemişti. Kürt asiler epey hazırlık yapmışlardı. 40 bin kadar Kürt militan emekli subaylarca eğitiliyordu. Bu militanların önderleri devrik Padişah Vahdettin ve o sırada Türkiye'nin muhalefet partisiyle şu koşullara göre anlaşmaya varmışlardı: Mustafa Kemal'i yönetimden düşürmek için bu kişiler yardımda bulunacak, iktidarı ele geçirince 'Kürt bağımsızlığını' tanıyacaklardı. Onların iddialarına göre, aralarında Rusya, Fransa ve İtalya olmak üzere, çeşitli yabancı yönetimlerle görüşmelerde bulunmuşlardı."

Türkiye'den kaçtıktan sonra San Remo'da ikamet eden Vahdettin, burada Türkiye Cumhuriyeti ve Atatürk düşmanı kimi "Kürtçülerle" çok sıkı fıkı olmuştur. Örneğin, bir Yunan Albayı ile birlikte Vahdettin'i burada ziyaret eden Atatürk düşmanı hain 150'liklerden Kürtçü Mevlanzade Rıfat, Yunanistan'la birlikte Ankara'ya karşı bir anlaşma yapmak istediğini bildirerek Vahdettin'den para almıştır. Mevlanzade Rıfat'ın daha sonra Şeyh Sait İsyanı'yla ilişkisi ortaya çıkmıştır.

Uğur Mumcu, Mevlanzade Rıfat- Vahdettin ilişkisini şöyle açıklamıştır:

"San Remo'daki villasında Sultan Vahdettin Kürt Teali Cemiyeti üyesi ve Serbesti gazetesi sahibi Mevlanzade Rıfat'tan 'Kürdistan'daki olaylar' konusunda son haberleri alıyordu."

Vahdettin'i tekrar Halife-sultan yapmak amacıyla faaliyet gösteren merkezi Romanya Bükreş'teki Hilafet-i Kübra Cemiyeti, yaptığı bir toplantıda, Türkiye'de Atatürk'e karşı bir darbe yapılması ve Damat Feri Hükümeti'nin eski İçişleri Bakanı Mehmet Ali Bey başkanlığında yeni bir hükümet kurulması kararı almış ve bu kararı Vahdettin'e bildirmiştir. Vahdetin de bu kararı kabul etmiştir. Hilafet-i Kübra Cemiyeti, Şeyh Sait İsyanı'ndan önce, isyanın beyni durumunda Seyit Abdülkadir'le ilişki içindedir. İddiaya göre, Şeyh Said'in iki oğlundan biri, yurt dışında devrik padişah Vahdettin'le, öbürü de yurt içinde Seyit Abdülkadir'le temas kurmuştur.

Kürt isyancıların, Şeyh Sait İsyanı öncesinde halka dağıttıkları bildirilerden birinde aynen şunlar yazılıdır:

"Halife sizi bekliyor! Halifesiz Müslümanlık olmaz! Hiçbir halife memleketten çıkartılamaz. Şeriatımız dindir, şeriat isteyiniz. Şimdiki hükümet durmadan dinsizlik yapmaktadır! Kadınlar çıplaktır! Mekteplerde dinsizlik ilerliyor!.."

Bugünkü "bölücü Kürtçülerin", neden Atatürk'e ve Lozan Antlaşmasına düşman, neden Padişah Vahdettin'e ve Sevr Antlaşması'na hayran oldukları sanırım şimdi çok daha iyi anlaşılmıştır sanırım.

Sonuç olarak, "Kürt Sorunu" diye adlandırılan "Ayrılıkçı Kürtçü Hareketi"n temellleri Atatürk ve genç Cumhuriyetin yanlış politikalarında değil, bazı Osmanlı padişahlarının ve devlet adamlarının öngürüsüz politikalarında gizlidir. Ama Cumhuriyet tarihi yalancıları ısrarla Kürt Sorunu'nun Cumhuriyetle birlikte başladığını iddia etmektedirler ki, bu kocaman bir kuyruklu yalandır. 16. Yüzyıldan beri Türklere-Türkmenlere ve Alevilere karşı kullanılmaları karşılığında feodalleşmelerine izin verilen Kürt ağaları, şeyhleri ve şıhları, 19. yüzyıldan sonra emperyalizmin kıskacına düşmüşler ve emperyalizm tarafından kullanılmışlardır. Atatürk ve genç Cumhuriyet, Osmanlı'nın Kürt aşiretlerine, ağalarına, şeyhlerine, şıhlarına tanıdığı ayrıcalıklara son verip, bu Kürtçü-dinci feodallerin Kürt insanını sömürmesini önlediği için Kürtçü-dinci feodallerin tepkisiyle karşılaşmıştır. Kemalist sistem, yobaz-liboş kesimin iddia ettiği gibi Kürtlere değil, Kürtleri ezen sömüren Şeyh Sait ve Seyit Rıza gibi emperyalizmin kıskacındaki Kürtçü-dinci feodallere savaş açmıştır.

NOT: Sinan Meydan'ın Eylül'de çıkacak CUMHURİYET TARİHİ YALANLARI II.KİTAP adlı eserinde Osmanlı'nın Kürt Politikası çok derinlemesine incelenmiştir.

Sinan MEYDAN,28 Temmuz 2011
İLK KURŞUN

Kaynaklar
"Kürdistan'ı Tanıyacaktı", Yeniçağ, 11 Ekim 2010.
Turgut Özakman, Vahdettin, Mustafa Kemal ve Milli Mücadele,Ankara, 2007.
Uğur Mumcu, Kürt-İslam Ayaklanması, İstanbul, 1994
Tarık Mümtaz Göztepe, Osmanoğullarının Son Padişahı Vahdettin Gurbet Cehenneminde
Türkiye Cumhuriyeti'nde Ayaklanmalar, s.83.
Hasan İzzettin Dinamo, Kutsal Barış, C.V, May Yayınları, 1974
Atilla İlhan, "İşin İçindeki İşler", Cumhuriyet; Sinan Meydan, Cumhuriyet Tarihi Yalanları, İstanbul, 2010
Altan Tan, Kürt Sorunu, "Ya Tam Kardeşlik Ya Hep Birlikte Kölelik", İstanbul, 2009.
Erdal Sarızeybek, Çarçella, Anadolu'da Ateşle Oynamak, İstanbul, 2011
Orhan Türkdoğan, "Kürtlerin Kimliği ve Günümüz Siyasi Gelişmeleri", s. 20
Macit Gürbüz, Kürtleşen Türkler, İstanbul, 2007
Rıza Zelyut, Dersim isyanları, Seyit Rıza Gerçeği, Ankara, 2010
Umar Ö. Oflaz, Oğuzname, "Köklere Giden Yol", Almanya, 2007
Veli Saltık,Tunceli'de Aşiret, Oynak, Ocaklar, Ankara, 2009
Minorsky, "Kürtler Maddesi" İslam Ansiklopedisi, s.1098.
Kaya Ataberk, "Türkiye'de Kürtçülüğün Sağcı Temelleri", İleri dergisi, S.27, Ekim-Kasım-Aralık, 2005, s.121