13 Ağustos 2011 Cumartesi

Re: [H9yfBR] POLITIK - Ödemeyecekler...



12 Ağustos 2011 15:32 tarihinde Oraj POYRAZ <cimcime@neomailbox.net> yazdı:
 

Ödemeyecekler...

Bülent ESİNOĞLU

Batılı ülkelerin borçlarını toplarsanız, önünüze korkunç rakamlar çıkar.

Amerika'nın .............14.3 trilyon dolar.
İngiltere'nin...............14.5 trilyon dolar.

Bu iki ülkeyi özellikle belirttim. Çünkü birlikte savaşıyorlar. Dünya
mafyalığını birlikte yürütüyorlar.

Dünyanın bilmediği veya bilmek istemedi çok önemli bir mesele var.
Amerika bu borçlarını ödemek istiyor da, ödeyemiyor mu?

Hayır.

Borçlarını ödeyecek bir ülke, ürettiğinden fazla borçlanır mı?
Rakamlara bakarsanız siz de anlarsınız.

Ödemeyecekler.

Şimdiye kadar bir miktar ödemiş olsalardı, bu kadar büyük borçlar olmazdı.
Ödemeyecekler.

Peki, Amerika ve İngiltere bu borçları ödemeyecek de ne olacak?
Çok basit. Çin Japonya, Hindistan ve diğer Amerika'ya borç veren
ülkeler ödeyecek.

En büyük bedeli, "barışı satın aldığını sanan" Çin ödeyecek.

Süper devlet olarak Çin, mazlum ülkelerin haklarını korumada hiç
hevesli görünmüyor.

Amerika saldırıyor, Çin seyrediyor.
Amerikan kâğıtlarını satın alıyor. Amerika'ya destek vermiş oluyor.

Rusya göz yumuyor. Petrol fiyatları artıyor.

Ama bu saldırganlığa ve mafya usullerine dur diyecek olanlar,
Amerika'nın yapıp ettikleri seyretmeye devam ederlerse, Amerika dolar
basmaya ve sömürmeye devam edecek.

Tabi bu iş sonsuza kadar gitmeyecek.

Bu gün dolar dünyada hayat bulabiliyorsa, Çin sayesindedir.
Amerika'nın, İran ısrarının nedeni de, İran'ın Amerika'nın finans
sisteminin içine soktuğu çomaktır.

Suriye meselesi de, esas itibari ile İran meselesidir.

Suriye dese ki, benim İran ile bir işim yok. O gün Amerika Suriye'nin
peşini bırakır.

Siz, Davutoğğlu'nun Suriye'ye hangi mesajı götürdüğünü sanıyorsunuz.

Demokrasi lafları gizli savaşın üstünü örtmek içindir.

Hani televizyonlarda ekonomi bülbülleri var ya, onların hepsi,
Amerika'nın borçlarını ödemediğini bilir.

Siz hiç gördünüz mü, Amerika bu borçları ödemediği için bu kadar
birikti diyeni? Krizler hep Amerikan doları üzerinden yürüyor.

Demezler.

Bu krizin dünya milletlerine çok yararlı olacağı kanaatindeyim. Çok
büyük bir eğitimden geçecek.

Eğitimin birincisi, bu krizin, Amerika'nın borçlarını ödemediği için,
hiçbir zaman son bulmayacağını anlayacaklar.

Bu borçlar ödenmediği sürece, krizden çıkış yoktur.

Başta, Çin bu krizden çok şeyler öğrenerek çıkacak.

Avrupa için de çok öğretici olacak.


Eğer Avrupa, bu krizden de bir şey öğrenmeden çıkarsa, kendi halkları
onlara mutlaka öğretecektir.
12.8.2011,
bulentesinoglu@gmail.com

--  -~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~ HARBE GİDEN  Harbe giden sarı saçlı çocuk! Gene böyle güzel dön; Dudaklarında deniz kokusu, Kirpiklerinde tuz; Harbe giden sarı saçlı çocuk!   Orhan Veli KANIK

__._,_.___
Recent Activity:
.

__,_._,___

12 Ağustos 2011 Cuma

POLITIK - Başbakan'dan piyasaları rahatlatan açıklama....

NASIL ÇOK RAHATLADINIZ Dİ Mİ..


__._,_.___

POLITIK - Fwd: BEDAVAYA SAMAN YOK .....



-------- Original Message --------
From: RIZA NUROL LEBLEBİCİ <rnleblebici@hotmail.com>


Hazin ama bir o kadar da komik...
 

POLITIK - Gaybubet-i hasefe = Turkiye'deki hukuk sistemi, ileri demokrasi

Gaybubet-i hasefe =  Turkiye'deki hukuk sistemi, ileri demokrasi

Gaybubet-i haşefe nedir?

İslam hukukunda, "boş ol" denmesiyle kadından boşanılabilirdi.
Ancak daha sonra adam pişman olursa, aynı kadınla yeniden evlenebilirdi.
Ancak üç kez boşarsa, artık aynı kadını bir daha alamazdı.
Bununla birlikte, tek atışta üçlük boşama yolu da vardı.

"Tallak-ı Sellase".

Yani tek seferde üç kez boş ol demek yerine geçen bir kavram.
Bu durumda da, artık yeniden aynı kadını alamazdı.

Adam bir anlık kızgınlıkla, tallak-ı sellase ile kadını boşar.
Yani tek seferde üçlük atış yapar ve aynı kadını tekrar alamaz duruma gelir.

Ancak adam daha sonra pişman olursa:   İslam hukuku üçlük boşama sonrası aynı kadının geri alınmasına izin vermediği için, "hülle" yoluna gidilir.
Yani bir nevi "ortada kuyu var, yandan geç" türü bir "hile-i şeriye" ile durumu kurtarma operasyonu.

Hülle, boşadığın karının bir başkasıyla evlenmesi demektir.
Yani, eğer kadın, sen boşadıktan sonra yeni bir evlilik yapar, en az bir kez  cinsel ilişki geçirir ve boşanırsa, artık senin tallak-ı sellasen temizlenmiş olur ve aynı kadını geri alabilirsin.
Yani o kadını bir başkası becerirse, geri almanın yolu açılmış olur.

Bu durumda iş, güvenilir bir hülleci bulmaya kalır.
Çünkü hülleci, boşadığın kadını alacak, onunla cinsel ilişkiye girecek, kadına kötü davranmayacak ve cinsel ilişki sonrası boşamayı da kabul edecek ki, sen geri alabilesin.

Hülleci senin boşadığın kadınla evlendi diyelim.
Ve kadını sevdi, boşamayı kabul etmiyor.

Senin pişmanlık bu durumda fayda etmez ve hülleci boşamadığı sürece kadını geri alamazsın.
Ama iş bununla da bitmiyor.

Düşünün ki, her ne kadar kızıp üç kez boşamışsan da veya tek atışta üçlük boşamışsan da, sonunda pişman olmuşsun, aynı kadını severek geri almak istiyorsun.
Gelgelelim iş o kadar kolay değil.
Çünkü sevdiğin kadın, bir başka  erkekle cinsel ilişkiye girmiş durumdadır ve senin midenin bunu kaldırması lazımdır.

İşte hile-i şeriye, burada da devreye giriyor.

1.Senden sonra kadını alan hülleci, kadını çıplak görmemeli.

2.Cinsel ilişki olmalı ama, senin mideni kaldırmayacak ölçülerde olmalı.

Bunun da çözümü var elbette.
Hem kadını becerecek, hem de çıplak görmeyecek.
E, bu kim olabilir? Tabii ki mahallenin kör imamı.
Yani boşadığın karıyı becersin, ama görmesin.

Karısını üç kez boşayan ve pişman olan herkes, kör imamın kapısını çalar.

"Aman hocam, benim boşadığım karıyla ilişkiye gir de, ben sonradan geri alabileyim"...

Böylece, ilk şart yerine gelmiş olur.
Yani kör imam kadını becerir ama çıplak görmez.
Üstelik imam hoca efendi olduğu için güvenilir birisidir ve sonradan, "Boşamam, geri vermem" demez.

İkinci madde biraz çetrefilli.
 Yani mutlaka bir cinsel ilişki olacak ama bunun da bir ölçüsü olacak, öyle  heyecan içinde nefes nefges bir seks olmayacak yani !..
Yoksa miden kaldırmaz, aynı karıyı geri alamazsın.

Bu nedenle, hile-i şeriye bunu da kurala bağlamış;Yani cinsel ilişki olacak ama tam bir duhul olmayacak.
Yani erkek cinsel organının tamamı içeri girmeyecek.
Sadece baş kısmı girse yeterli, uygun görülmüş..
Yani "haşefe".
Yani "glans penis".

Anlattıklarım size biraz iğrenç gelebilir, ama bu bir gerçek.

Yüzeysel bir giriş de yetmiyor.
Erkek cinsel organı mutlaka içeri girecek, ama sadece baş kısmı içeri girecek, bu durumu kurtarıyor.
Az da değil yani..
Yani hepsi girmeyecek ama "ucundan acıcık" da olmayacak.
Bu işin şartı şu:  Baş kısmı, kadın cinsel organının içine girip gözden kaybolacak...
Az sayılmaz yani..di mi ?
Gaybubet-i haşefe, bu demektir.

Haşefe  = erkek cinsel organının baş kısmı = glans penis
Gaybubet = kaybolma


Türçesi: "Erkek cinsel organının baş kısmı, kadın cinsel organının içinde gözden kaybolana kadar içine girecek."  

Işte şimdi anladınız mı, "kör tuttuğunu s.ker" lafının nereden geldiğini...

Neyse; neticede imam memnun, adam memnun, kadın en memnun..
Herkesler memnun.
İşte hukuk diye buna derim ben..! 


Yaşasın Adalet..


--  -~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~ Kendine reva görmediği şeyi başkasına reva gören insan Kamil olamaz.   Hz.Ali

POLITIK - Dünya nereye gidiyor...

Batı'da çöküş başladı, gidiş nereye?

Aydınlık'ta bu köşede 1 Haziran 2011 tarihli yazımda "Ekonomik göçüşe 3 hafta mı var, 3 ay mı?" başlığını kullanmıştım.
Konu ön planda o sırada gündemin ilk sırasında bulunan Yunanistan'dı lakin o yazıda şöyle bir öngörü dile getirmiştim:

"Yunanistan batsa da, su üstünde tutulsa da Euro bölgesi / Avrupa Birliği aynı girdaba yakalanacak.
Çünkü İspanya, İtalya, Portekiz güneyde; Belçika, İngiltere kuzeyde "ağır kamu borçları" nedeniyle zaten iflas ilan etmenin eşiğindeler ve Yunanistan'ı kurtarmaları diğerleri için 'emsal' olacak.
Lakin tümünü kurtarmaya güç yetmez, kaynak yok.
Bu ülkeler iflas edip batarsa, onların alacaklıları olan büyük bankalar (çoğu Alman, İngiliz, Amerikan) da, ülkeleri de dibe vururlar!"
 

Aynı yazıda ABD'nin müstakbel iflasına da işaret etmiştim.
"Çöküş" için 2012'ye işaret eden "ünlü kahin" Nuriel Roubini'den daha erken bir vade biçmiştim.
Geçen Cuma günü (5 Ağustos 2011), pek çok yabancı ekonomist tarafından "çöküşün  başladığı tarih" olarak niteleniyor.
Kısacası olaylar 3 aylık biçtiğim vadenin tükenmesini beklemediler.
O günden buyana Avrupa ve Amerika medyaları    artık açık açık "sonun başlangıcı"ndan, "çöküş"ten söz eder oldular.
Avrupa Merkez Bankası Başkanı "İkinci Dünya savaşı ertesinden beri en ağır krizi yaşıyoruz" demekten kendini alamadı.

Gerçekten de manzara şu:

ABD'nin kredi notu ilk kez kırıldı.
Ardından aynı gün içinde saat farkıyla önce New York Borsası, sonra Asya borsaları, en sonra Avrupa borsaları dibe vurdular.
"Kara cuma"dan beri de her gün borsalar bir gün öncesindekinden daha aşağı bir düzeyden kapanıyor.
Bu nereye kadar gider?

Şu günlerde kriz kendini finans kesiminde gösteriyor.
Oysa temel: gerçek ekonomidir, yani üretim düzlemi.
Asıl derindeki kriz de orada zaten ve finansal kesimdeki bozulma, "borçkoliklik" vs.
o gerçek ekonomideki kâr haddinin azalmasını, düşen rekabet gücünün açığının kapatılmasını sağlamaya yöneliktir.
Aynen oksijen tüpüne bağlanma gibi.

Avrupa Merkez Bankası'nın (ECB) şimdilerde İtalyan ve İspanyol tahvillerini bol keseden satın alması finans kesiminde soluk alamaz duruma gelmiş bu iki devlete "oksijen takviyesi" yapmaktan başka bir şey değil! Bu bir tedavi değil ki.
Günü kutarma.

İşin daha da ilginç yanı şöyle: ECB kendi özsermayesinin çok üzerinde bu takviyeyi yapıyor.
Yani oksijen tüpü ve yedek oksijen kaynağı da pek sağlam değil! Bir başka deyişle, gerçek karşılığı olmayan dövizle (dolarla) yürütülen ABD ekonomisi veya gerçek ekonomi kesiminde karşılığı olmayan finansal / sanal balon kaynaklarla bugüne yapay bir şekilde taşınan ve şimdi tıkanan ekonomiyi kurtarmak üzere yine resmî kurumlar üzerinden fakat gerçek karşılığı yine olmayan kaynaklar seferber ediliyor!!

"Günü kurtarmak"ta bile başarılı olacağı kuşkulu; sadece spekülatörlerin işine yarar.
Nitekim borsalar bu gözbağcılığı oyunlarına kanmadıkları için hisse senetlerinden çıkmaya devam ediyorlar.
Borsalar da düşüşe.
Ama Avrupa'da hükümetlerin sarılabildikleri tek çare şimdilik anca bu zavallıca ve dayanağı, sürdürülebilirliği olmayan "önlem"!

Almanya'nın tavrı

Öte yandan, başta Almanya olmak üzere bazı başkentlerde giderek genişleyen ve sesi daha gür çıkmaya başlayan bir kesim, çözümü "gerçek" kaynaklarla ve ister istemez pek çok Avrupa devletini  fiilen "ikinci sınıf" ülke konumuna düşürecek zorlayıcı önlemlerle uygulamaya koymayı savunuyor.

Buna en tipik örnek, Almanya'da çeşitli kesimlerde dile getirilen bir yaptırım: Borçlu ülkelerin borçlarına karşılık alacaklı ülkeler tarafından onların altın rezervlerini rehin almak.

Yaptırım gücü olan devletler (başta Almanya) lafla peynir gemisinin yürümeyeceğinin çok iyi bilincinde olarak "gerçek karşılığı olan" finansal varlıklar karşılığında itfaiyeci rolü oynamayı üstlenecekler.
Olmazsa Berlin, fiilen "bırak sarhoşu yıkılsın" yaklaşımı içinde hareket edecek!

Frankfurt Borsası'nın 5 Ağustos'tan buyana dibe vurma rekorları kırması da rastlantı değil.
Alman sermayesi borsa değeri yapay olarak şişmiş (gerçekliği olmayan) hisse senetlerinden çıkarak bir an önce altın gibi gerçek değerlere geçiş yapıyor.
Bu refleks dünyanın diğer borsalarında da genelde geçerli.
Onun için dört gündür borsalar çökerken altın fiyatı rekor üstüne rekor kırıyor.
"Ekonomi gerçeği" ve "gerçek ekonomi" acıtarak kendini dayatıyor...
Savaş da çıkartılsa bundan kaçış yok.
Ekonomi küresel ve ulusal düzeylerde gerçek ve gerçekçi bir temel üzerinde yeniden yapılanmak durumunda.
Bu kez faturayı kapitalizm ödeyecek.

 

Ekonomik göçüşe 3 hafta mı var, 3 ay mı?

Türkiye, nasıl hem ekonomik hem de çok yanlı siyasal etkenlerin dinamiğiyle hızla duvara veya uçuruma doğru koşarak gidiyorsa, bu kez mutlu bir rastlantı sonucu Türkiye üzerinde de öteden beri  kötü hesap ve emelleri olan lakin "dost ve müttefik" kategorisinde tutmakta devam ettiğimiz ülkeler de yine aynı dinamiklerce daha önce yaşadıklarından da beter bir göçüşe doğru ivme kazanan bir tempoda gitmekteler.

Bu demek oluyor ki Türkiye aleyhinde içeride kullandıkları çeşitli odakların ve erklerin işbirlikçiliğiyle, daha doğrusu hainliğiyle 1923 Cumhuriyeti'ne, Türkiye'nin bütünlüğüne, Türk ulusunun birliğine yönelik tuzak ve tertipleri derinleştirmek, kalıcı bir yapıya kavuşturmak gücünü bulamayacaklar.
Çünkü bizim ulusal direncimizin de ötesinde asıl kendi içlerinde, kendi dertleriyle uğraşmak zorunda kalacaklar...

Gelişmelere Mustafa Kemal'in salık verdiği üzere "ufkun ötesi"nden bakınca  -ki, bizce bu, tam tepeden kuş bakışı bakmakla olur-  görünen budur.
Genel durum ve manzarayı ekonomik yanına ağırlık vererek şöyle özetleyebiliriz: 

Zaman ölçeği

Daha önceki yazılarımızda da işaret ettiğimiz üzere, dünya siyasal ve ekonomik topyekün bir Çağ değişiminin eşiğindedir.
Daha doğrusu bunun dinamikleri nicedir devrede, şimdilerde bu niceliğin yeni bir niteliğe dönüşmesinin saati dolmak üzere.
"Saat" deyince bir noktanın altını çizelim: Gelişmelerin ve dolayısıyla değişmelerin, dinamiklerin "saati" (geçiş / gerçekleşme hızı) birbirine uymaz.
Ölçekleri farklıdır.
Nasıl biyoloji, jeoloji veya astronomi alanlarının değişim hızının ölçekleri birey ömrünün kısa ölçeğine sığmazsa Toplum düzeyinde yürürlükteki Ekonomi, Kültür, Siyaset gibi üç temel çarkın dönüş hızı da bireysel ömrün hızıyla kavranamaz.
Bunun içindir ki geleceğe dönük öngörüler, tahminler "ne olacağı" hakkında tam isabet tuttursa da "ne zaman olacağı" konusunda çoğunlukla yanlış çıkar.
Örnekse, Pasifik bölgesinin yükseleceğini, Avrupa'nın geride kalacağını Marx çok iyi tahmin etmiş fakat bunun gerçekleşme zamanının çok daha erken olacağını düşünmüştü.
Günlük bireysel yaşam sürecinin verdiği bir hız koşullanması, alışkanlık en büyük beyinleri bile zaman tahmini yaparken yanıltabilir.
Sonuçta bilimsel tahmin kehanetten veya falcılıktan çok farklıdır.

Hangisi daha önce batacak?

Bugüne gelince.
Türkiye'de, ekonomide "cari açık" hem gizlenemez bir niceliğe, hem de bir iki ustaca manevrayla atlatılamayacak nitelikte bir illete dönüşmüş durumdadır.
O kadar ki artık bu konuda bir "kopuş", bir "kırılma" olacağı herkesin gördüğü, yazdığı derecede göze görünür bir hal almıştır ki bu, "saatin çok yaklaştığı" demektir.

Son günlerde, Yunanistan gündemde baş köşede.
Normal.
Hızla ambarlarından su alan bir gemi gibi ve güvertesi, küpeştesi de sular altında.
Denize gömülmesine (borçları yüzünden temerrüde düşüp iflas etmesine) ben diyeyim 3 hafta, siz deyin 3 ay kalmışa benziyor! Daha önce İzlanda ve İrlanda aynı durumu yaşadılar.
Sıra Yunanistan'da.
Yalnız bu kez şöyle bir fark var:

Yunanistan batsa da, su üstünde tutulsa da Euro bölgesi / Avrupa Birliği aynı girdaba yakalanacak.
Çünkü İspanya, İtalya, Portekiz güneyde; Belçika, İngiltere kuzeyde "ağır kamu borçları" nedeniyle zaten iflas ilan etmenin eşiğindeler ve Yunanistan'ı kurtarmaları diğerleri için "emsal" olacak.
Lakin tümünü kurtarmaya güç yetmez, kaynak yok.
Bu ülkeler iflas edip batarsa, onların alacaklıları olan büyük bankalar (çoğu Alman, İngiliz, Amerikan) da, ülkeleri de dibe vururlar!

Avrupa böyle de, ABD iyi mi?

Aslında dünyanın en borçu ülkesi ABD.
(İkinci sırada İngiltere geliyor.) Anca borçla ayakta durabiliyor.
Daha önemlisi sadece Federal düzeyde değil ağır borçlanma.
Asıl eyaletlerin çoğu fiilen iflas durumunda.
"Zombi"lerden farkları yok!  Maaş dahil hiçbir ödeme yapamaz durumda olduklarını resmen ilan etmeleri her an gündeme pat diye düşebilir.
ABD'nin içinde ve sonra dışında bunun yaratacağı depremi tasavvur edebiliyor musunuz?

"Yenisiyle (ABD), eskisiyle (Avrupa) Kapitalist Dünya ekonomileri çakılacak" diye Gerçek Gündem'de yazdığımda 2008'in ilk yarısıydı.
Gerçekten de çakıldılar ama zar zor su üstünde kaldılar.
Bu kez (bay)kuşbakışı baktığımda ağzımdan bal damlıyor! Öyle değil mi?    

--  -~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~ Insan omru  Donus bileti satilmayan bir seyaha  LEHCET'UL HAKAYIK (GERCEKLERIN DILI)

POLITIK - Ödemeyecekler...

Ödemeyecekler...

Bülent ESİNOĞLU

Batılı ülkelerin borçlarını toplarsanız, önünüze korkunç rakamlar çıkar.

Amerika'nın .............14.3 trilyon dolar.
İngiltere'nin...............14.5 trilyon dolar.

Bu iki ülkeyi özellikle belirttim. Çünkü birlikte savaşıyorlar. Dünya
mafyalığını birlikte yürütüyorlar.

Dünyanın bilmediği veya bilmek istemedi çok önemli bir mesele var.
Amerika bu borçlarını ödemek istiyor da, ödeyemiyor mu?

Hayır.

Borçlarını ödeyecek bir ülke, ürettiğinden fazla borçlanır mı?
Rakamlara bakarsanız siz de anlarsınız.

Ödemeyecekler.

Şimdiye kadar bir miktar ödemiş olsalardı, bu kadar büyük borçlar olmazdı.
Ödemeyecekler.

Peki, Amerika ve İngiltere bu borçları ödemeyecek de ne olacak?
Çok basit. Çin Japonya, Hindistan ve diğer Amerika'ya borç veren
ülkeler ödeyecek.

En büyük bedeli, "barışı satın aldığını sanan" Çin ödeyecek.

Süper devlet olarak Çin, mazlum ülkelerin haklarını korumada hiç
hevesli görünmüyor.

Amerika saldırıyor, Çin seyrediyor.
Amerikan kâğıtlarını satın alıyor. Amerika'ya destek vermiş oluyor.

Rusya göz yumuyor. Petrol fiyatları artıyor.

Ama bu saldırganlığa ve mafya usullerine dur diyecek olanlar,
Amerika'nın yapıp ettikleri seyretmeye devam ederlerse, Amerika dolar
basmaya ve sömürmeye devam edecek.

Tabi bu iş sonsuza kadar gitmeyecek.

Bu gün dolar dünyada hayat bulabiliyorsa, Çin sayesindedir.
Amerika'nın, İran ısrarının nedeni de, İran'ın Amerika'nın finans
sisteminin içine soktuğu çomaktır.

Suriye meselesi de, esas itibari ile İran meselesidir.

Suriye dese ki, benim İran ile bir işim yok. O gün Amerika Suriye'nin
peşini bırakır.

Siz, Davutoğğlu'nun Suriye'ye hangi mesajı götürdüğünü sanıyorsunuz.

Demokrasi lafları gizli savaşın üstünü örtmek içindir.

Hani televizyonlarda ekonomi bülbülleri var ya, onların hepsi,
Amerika'nın borçlarını ödemediğini bilir.

Siz hiç gördünüz mü, Amerika bu borçları ödemediği için bu kadar
birikti diyeni? Krizler hep Amerikan doları üzerinden yürüyor.

Demezler.

Bu krizin dünya milletlerine çok yararlı olacağı kanaatindeyim. Çok
büyük bir eğitimden geçecek.

Eğitimin birincisi, bu krizin, Amerika'nın borçlarını ödemediği için,
hiçbir zaman son bulmayacağını anlayacaklar.

Bu borçlar ödenmediği sürece, krizden çıkış yoktur.

Başta, Çin bu krizden çok şeyler öğrenerek çıkacak.

Avrupa için de çok öğretici olacak.


Eğer Avrupa, bu krizden de bir şey öğrenmeden çıkarsa, kendi halkları
onlara mutlaka öğretecektir.
12.8.2011,
bulentesinoglu@gmail.com
--  -~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~ HARBE GİDEN  Harbe giden sarı saçlı çocuk! Gene böyle güzel dön; Dudaklarında deniz kokusu, Kirpiklerinde tuz; Harbe giden sarı saçlı çocuk!   Orhan Veli KANIK

POLITIK - Amerikalı morukların kararı!

arslanbulut@yenicaggazetesi.com.tr

Amerikalı morukların kararı!

Rusya Devlet Başkanı Medvedev, "Gürcistan toprakları Rusya'nın işgali altındadır" diye bir karar çıkaran Amerikalı senatörlerin girişimi hakkında, "Bir avuç moruğun inisiyatifiyle alınan karar bizi bağlamaz" dedi.
İşte Amerikalıların kendi kendilerine aldıkları kararların geçerliliği bu kadardır.
Tanırsanız, sizi bağlar; tanımazsanız, sizi bağlamaması için güçlü olmak zorundasınız..

***

Aslında ABD ekonomisi de uzun süreden beri çatırdıyor.
ABD Hazine Bakanlığı'nın eski müsteşarı Paul Craig Roberts, "Kıyamete giden yol" başlıklı makalesinde çok önemli tespitler yapıyor:

"ABD merkez bankası ABD ve yabancı bankalara toplamı 16.1 trilyon dolar tutan gizli kredi sağladı.
Bu miktar ABD'nin gayri safi yurtiçi hasılasının toplamından daha büyük bir yekûn tutuyor.
* 2011'de devlet harcamalarının yüzde 43'ü ABD hükümetinin aldığı borç ya da merkez bankasının bastığı para ile karşılandı.
Daha önceden görülmemiş mali ve parasal teşvike rağmen, ekonomi toparlanmadı.
* Irak, Afganistan, Pakistan, Yemen, Somali'de sürmekte olan askeri operasyonlara ilave olarak, ABD ve NATO, 19 Mart 2011'de Libya'ya askeri bir operasyona başladı.
Libya'ya yönelik bu saldırganlığın gerçek amacı, Çin'i Doğu Libya'daki petrol yatırımlarından el çektirmek.
* Benzer şekilde, ABD destekli silahlı isyancıların bulunduğu Suriye'de Washington'un hedefi Tartus'taki Rus deniz üssü idi.
Suriye'de Esad hükümetini iktidardan indirmek ve ABD dostu bir rejim koymak Rusya'nın Akdeniz'deki deniz gücü varlığını etkileyecekti.
* Çin'in yükselişi ile huzursuzlanan ABD, Çin'in bağımsız enerji kaynaklarına sahip olmasını engellemeyi kendine iş edindi.
Fakat Orta Doğu savaşına odaklanan Washington, ABD ekonomisi için yapılan savaşı kaybediyor.
2011 yıl süresince ekonomik iyileşme umutları ortadan kalkınca, savaş ihtiyacı daha gerekli, kaçınılmaz oldu."

***

Esasen Rusya Başbakanı Putin de ABD'nin imkânlarının ötesinde krediyle yaşayan bir ülke olduğunu ve borcunun bir kısmını dünya ekonomisinde dinlendirdiğini belirtti.
Putin, ABD'nin doların monopol durumunu kullanarak, dünya ekonomisinde asalak gibi yaşadığını söyledi.
Aslında bugünkü Amerikan ekonomisi 1929 buhranı üzerine inşa edilmiştir.
Kasıtlı söylentiler sebebiyle ABD'de halk parasını çekmek için bankalara koşmuştu.
Bütün bankalar batınca, ülke ekonomisi de çökmüş, geniş tarım arazileri maden ve petrol yatakları el değiştirmişti.
Bugün Federal Reserv'in temsil ettiği sermaye, Amerikan ekonomisinin neredeyse tamamını bu buhran sayesinde ele geçirmişti.
Öyle ki artık köşe başında tost satmayı bile tekellerine almışlardı.
Küresel terörün kaynağı da Federal Reserv dedikleri bankada basılan fakat dörtte üçünün hiçbir karşılığı olmayan, ama dünyanın temel para birimi olan dolardır!
İşte bugün onların kurduğu sistem çöküyor..
Karşılıksız para basarak bugüne kadar geldiler ama artık bütün dünya bu hırsızlığı biliyor.
Bu sebeple Rusya ve Çin, ABD Doları'ndan ziyade kendi para birimleriyle daha fazla ticaret yapma konusunu araştırıyor.
Çin ise "Küresel para birimi sistemini değişik para birimlerinin kullanımını destekleyerek çeşitlendirmeliyiz" diyor.
Yani, Doların ve ABD'nin egemenliğini yavaş yavaş çökertecekler..

***

Esasen, birkaç büyük ülkenin dolar kullanımını tamamen bırakması halinde ABD ve Avrupa ekonomileri 24 saat içinde çöker.
Fakat, bu durumda dolar alacaklısı Çin de çöker..
ABD, Türkiye'yi bu savaşta yedeğine almak istiyor.
Bu sebeple TSK'ya operasyon üstüne operasyon düzenliyorlar.
Bu sebeple AKP iktidarını büyüttüler, beslediler.
Bu sebeple, bölücülük yaptığı için 1980'de yurtdışına kaçan ve Başbakan Tayyip Erdoğan'ın çağrısı üzerine 31 yıl sonra Türkiye'ye dönen Kemal Burkay, "Biz federasyonu savunuyoruz" diyebiliyor.
Amerikan destekli Turgut Özal da federasyon diyordu!

--  -~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~ İyi adam olmak için kimseye fenalık etmemek yetmez,iyilik etmesinide bilmelidir.   Fenel

POLITIK - Şam’Piyon

Şam'piyon

Başbakanımızın güzel bi sözü var:

Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür.

*

E pat diye hafıza, beşer filan denince, ister istemez Hafız'ın oğlu Beşar geliyor insanın aklına.

*

Hatırlayın...
İki sene önce.

*

Durup dururken, aniden...
Suriye sınırındaki topraklarımız gündeme oturmuştu.
İlla "burdaki mayınları temizliycez" diye tutturmuşlardı.
"Hemen başlıycaz, 2014'te bitiricez" diyorlardı.

*

"Günler torbaya mı girdi birader, bu ne acele, yangından mal mı kaçırıyorsunuz?
Niye 2014 mesela?
Farz edelim 2017'ye kadar temizlesek olmaz mı?"
diye soranlara...
"Ottawa Sözleşmesi'ne imza attık, 2014'e kadar mutlaka temizlememiz lazım" diyorlardı.

*

"Bu ne biçim Ottawa şekerim...
Niye illa Suriye sınırını temizlemek gerekiyor da, mesela İran sınırını temizlemek gerekmiyor?
Suriye sınırındakiler mayın da, İran sınırındakiler karpuz mu?"
diye kurcalayanlara.
Pek sinirleniyor, kısaca "haysiyetsiz, faşist" diyorlardı.

*

Sonra?
İhaleyi İsrail'e vermeye çalıştıkları ortaya çıktı.
"Biz temizlesek olmaz mı?" diyenlere...
"Paranın dini, milleti olmaz" diye akıl öğretip, "ırkçı" damgasını yapıştırıyorlardı.

*

Sonra?
Sınırı temizleyenin, sınıra 44 seneliğine oturacağı ortaya çıktı.
"Temizlesin, defolsun gitsin, toprağımızı niye veriyorsunuz, babanızın malı mı orası?" diye itiraz edenlere...
"Biz hiç para ödemeyeceğiz, adam masraf yapacak, sonra organik tarım yapacak, win-win" diyorlardı.

*

"Evini temizlemeye gelen gündelikçi kadına, 44 seneliğine kullansın diye balkonunu veriyor musun kardeşim?" şeklindeki sorumuza ise...
Çok düşünüyor ama, verecek cevap bulamıyorlardı!*
Sonra?
Mahkemelik falan oldu.
Beceremediler.
Hafıza-i beşer meselesi...
Unutuldu, gitti.

*

Peki ya, iki sene sonra?

*

Bizim yalakalar, Suriye'ye ne kadar da "hümanist" şekilde yaklaştığımızı, "insanlık dersi" verdiğimizi yazarken...
İngiliz ve Alman basını bangır bangır şunu yazıyor: "Türkiye, ordusunu Suriye'ye sokacak, Kamışlı kentinin ötesine, Deir El Zor'a kadar ilerleyip, bu bölgelerde yaşayan Kürt kökenli Suriyeliler için sınır boyunca tampon bölge oluşturacak."

*

Buyrun burdan yakın.

*

Mayın temizliycez ayaklarıyla...
Tamponu bu tarafa döşeyemediler.
O tarafa döşetecekler.

*

Siz gene de canınızı sıkmayın...
Organik tarım yapmak içindir.

 

--  -~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~ Güler yüz, dostluk yaratır.   Hz.Ali

POLITIK - DÜNYA KİME BORÇLU??? İşte hertürlü cevabın sorusu budur..

DÜNYA KİME BORÇLU???

Çalışmadan, yorulmadan, üretmeden rahat yaşamak isteyen milletler, önce haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini, daha sonra da istiklal ve istikballerini kaybetmeye mahkûmdurlar.

Mustafa Kemal ATATÜRK


Ülke Kamu Borcu
(milyar $)
Kamu borcu/GSYH
(%)
Notu (S&P):
1- Japonya 13.390 229 AA-
2- Yunanistan 487 152 CC
3- Jamaika 22 137 B
4- Lübnan 57 134 B
5- İtalya 2.702 120 A
6-İrlanda 250 114 BBB
7-İzlanda 15 103 BBB
8-ABD 15.154 100 AAA
9-Belçika 501 97 AA
10-Singapur 255 93 AAA
11-Portekiz 220 91 BBB
12-Fransa 2.483 88 AAA
13-Kanada 1.472 84 AAA
14-İngiltere 2.066 83 AAA
15-Almanya 2.904 80 AAA
TOPLAM: 41.978    

(Nisan-2011-IMF verileri)

 

Değerli arkadaşlar,

Büyük bir ekonomik kriz eşiğinde olduğumuz bu dönemde, dünyanın Kamu borcunun, GSYH oranı dikkate alınarak ilk 15 ülke için yapılmış sıralamayı yukarıda bilgilerinize sunarım.  

IMF'nin Nisan-2011 verilerini içeren bu listeye giren 15 ülkenin kamu borçlarını topladığımızda yaklaşık 42 trilyon $ ediyor.
Diğer ülkelerin de borçlarını düşündüğümüzde yaklaşık 60 trilyon $'lık dev bir borç yükü söz konusu oluyor.
 

Burada düşünülmesi ve irdelenmesi gereken, devletlere bu kadar borcu kim verdi?
Yani bu devletler kime borçlu???

Bu sorunun yanıtı bulununca, dünyayı esasen kimin yönettiği de ortaya çıkacaktır. 

Örneğin, büyük bir ekonomik sıkıntı çeken ABD'nin yaklaşık 16 trilyon $ borcunun kime olduğu ve neden bu kadar borçlanma riskine girdiğinin araştırılması gerekiyor.
Bu aşamada ABD'nin Irak ve Afganistan'da 10 yıldır sürdürdüğü savaşın bedelinin Watson Enstitüsünün açıklamasına göre 4,4 trilyon $ olduğunu da anımsatmak isterim (30.06.2011-Cumhuriyet). 

Değerli arkadaşlar,

Bu aşamada Almanya Maliye Bakanı Wolfgang Schaeuble "EGEMENLİK BORÇ VERENİNDİR" açıklamasını bilgilerinize sunmak isterim (28.07.2011-Cumhuriyet).
Açık sözlü Alman Bakanın "Avro Bölgesinde yardıma ihtiyaç duyan ülkelerin egemenliklerinin bir bölümünü AB ye bırakmaya hazır olmaları gerektiğini" de söylemesi, AB ye girmek için can atan vatandaşlarımıza da gereken uyarıyı yapmasını dilerim.  

Bu uyarı da yetmezse, büyük bir borç krizi yaşayan ve ekonomisi iflas noktasına gelen Yunanistan'a, ödemeleri için adalarını sat önerisi getiren AB üyesi ülkeler, şimdiye kadar görülmemiş, radikal bir uygulamayı tartışıyormuş.
Buna göre Yunanistan'ın vergi tahsilatı ve özelleştirme programının AB'nin kontrolüne alınması söz konusuymuş
(31.05.2011-Milliyet).
Bu vergi toplama uygulamasının, Düyun-u Umumiye adıyla Osmanlıya da kabul ettirildiğini anımsatmak isterim.
Yani emperyalizmin sömürü yöntemleri değişmiyor!!!
 

Güzel ülkemizde ise 6.600 kişi daha milyonerler kulübüne girmiş (12.06.2011-Cumhuriyet).
Tüketicilerin borcu ise 200 milyar TL ye ulaşmış (25.07.2011-Cumhuriyet).
Ekonomik açıdan bu kadar tezat yaşam tarzı umarım tüm yöneticilerimizin ve danışmanlarının da dikkatini çekiyordur.  

Aşırı tüketim ve tasarruf açığımız yüzünden oluşan BORÇ SORUNUMUZUN yeniden ve daha açık bir şekilde dile getirilmesinin gereğini bir kez daha bilgilerinize sunmak istedim.  

Sevgi ve saygılarımla (11.08.2011).

Prof.Dr. Mehmet Ali KÖRPINAR 

NOT:

Güzel ülkemizde, 2011 Martında aylık bazda 9,7 milyar $ ile cari açıkta 183 ayın rekoru kırılmış ve yıl sonunda 70 milyar $'ı aşacağı bekleniyor.

--  -~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~ Ars longa, vita brevis Sanat uzun, yaşam kısa  Latin Atasözü

POLITIK - Bir konu üç fikir...

Aynı konu üç makale.
Konu Ramazan Ayında İETT otobüsünde şort giydiği için dudağı patlatılan kız.

Zamancılar her zamanki gibi doğrudan işi yalancılığa, sahtekarlığa dökmüş, olayı yalanladıkları gibi bir de tam tersine çevirmişler.
Meğer saldırgan şortlu kızmış, meğer mağdur olanlar ise diğer yolcular ve otobüs şöförüymüş.

Hikmet Genç ise her zamanki gibi işi edepsizliğe dökmüş, hem şortlu kız şort giydiği için darp edilmeyi hak ediyormuş, hem donumuza sahip çıkmazsak biz de hak ediyormuşuz, hem de zaten olay tıpkı Zamancı sahtekarların iddia ettiği gibi tam tersi şekilde gerçekleşmiş.

Bekir Coşkun ise bu edepsiz, yalancıların işi bu noktaya getireceğini önceden bilmiş, ve olaya tam da bu noktadan girmiş.
Meğer herşey yalanmış;

kaba saba, evrimini tamamlayamamis "az noronlu" erkek cesidi.

ulkemizde en cok bulunan insan modeli
surumden kazandiginimi saniyo uretenler bilmiyomki ben

girgir dergisinde şu anda adını hatırlamadığım bir çizerin uydurduğu bir kelime.

maganda yolda yürürken yakası bağrı açık gezen, kimseden çekinmeyip osuran, tüküren, hatta balgamı tam yol ortasına atan, burnunun bir deliğini tıkayıp öteki deliğinden sümüklerini çıkaran ayılara denir. (tabi bunlar hep yol ortasında olur)

40 yaşındaki adamın dudağı patladı...
19 yaşındaki voleybolcu genç kızın orucu kaçtı...
İETT şoförü şort giymişti...

Ama müttedeyyin kesime de şunu bir kez daha hatırlatmak gerekir, maganda magandadır, zannetmesinler ki, içlerinden çıkan, kendi yetiştirdikleri magandalar onların türbanlı, tesettürlü kızlarına bir zarar vermez.
Bir de bakarlar ki, aynı magandalar türbanlı, tesettürlü bir hatunun da başını taşla ezmiş, ırzına geçmiş, acaba o zaman akılları başlarına gelir mi?
Ayrıca belki bilmezler, maganda iyi bir şey değildir, Maganda kuş dilinde manda demektir. Ayrıntısı yanda.

Şunu da asla anlayamam, kabul edemem, bir insan nasıl hem dindar olur, hem de tacizciyi, saldırganı savunur.
Ahlak dinin en önemli unsuru değil midir?
İşte ben bu noktada bunların samimiyetini ciddi olarak sorgularım..
Saygılar.


İETT Otobüsündeki Şortlu Kız...

ONUNCU KÖY

Bekir Coşkun

Sen kalk şortla İETT otobüsüne bin...

*

Üç aylar başladığında bir okurum notunda "Otobüsün hafif sakallı şoförü saatine baktı ve sağa çekip durdu" diyordu...

Yolcular arıza mı var diye tam bakarken...

Şoför yerinden kalkıp yolculara döndü, elini kulağına koydu, gözlerini kapattı "Allahuu ekber..." diye başladı...

Ezan okuyor...

Demek ki saatine baktı, ezan vakti...

Yolcular ne yapsınlar, dinlediler, sonra yola devam edildi...

(.......)

Demek ki müezzini otobüs şoförü yapmışlar...

İyi ki bastırıp umreye götürmedi yolcuları...

*

Voleybolcu Nurcan İbrahimoğlu ise önceki gün şortla otobüse binerken belki Paris metrosuna bindiğini sandı...

Oysa otobüs İETT otobüsü...

Vakit ramazan...

Yolcu oruç...

Şeyhinin ona "Oval cisimlere bakmak iyi değildir" dediği aklında 40 yaşlarındaki yolcunun...

Demek ki o an önünde oval cismi gördü...

Üstelik bu oval cismin iki tane de bacağı vardı...

Ve kalkıp uyarı olarak voleybolcu Nurcan'ın dudağını patlattı...

*

Bizler başından beri "Sıra bize gelecek" derken, belki içinizden "Bizim neyimiz var ki, neremize sıra gelecek?" dediniz...

Görüyorsunuz; ramazanda oynayan ağzınız, cumaya yönelmemiş ayağınız, hoca efendiyi dinlemeyen kulağınız, harama bakan gözünüz, telefonda konuşan diliniz, ya da şort giyen bacağınız varsa...

Bu yetiyor; sıranın size gelmesine...

*

Yok eğer sessiz, pısırık, tepkisiz kalıp sıranın size gelmesini beklediyseniz...

Sıra size geldiğinde ise çırpınsanız, yırtınsanız, başınızı taştan taşa vursanız faydası yok...

İşte; şortu yüzünden otobüste dayak yiyen genç kız boşuna çırpınıyor...

İETT şoförü, dinci medya, iktidarın yandaşları, adli tıp, karakol...

Tümü el ele verdiler, dudağı patlayan genç kızın yalan söylediğini işliyorlar durmadan...

O zaman şöyle olmuştur:

40 yaşındaki adamın dudağı patladı...

19 yaşındaki voleybolcu genç kızın orucu kaçtı...

İETT şoförü şort giymişti...

*

Ne bilelim biz...

En iyisi yazları şort yerine gri palto giyeceksin...

Donumuza, şortumuza sahip çıkalım!...

Hikmet Genc- STAR  

Normalleşiyoruz..., düzeldik..., ha gayret..., demokrasinin ayak sesleri...

falan derken bu ülkede her şey değişiyor...

YAŞ'ın masa düzeni dahi değişti, düşünün artık...

Lakin değişmeyen bir şey var...

Yıl boyunca yokken Ramazan'da birden ortaya çıkan irtica!... 

Hayır yani, niye gereksiz yere ve hala hortlar ki bu 'irtica'?!...

İrticayla beslenen, 'İrtica geliyor, demokrasiye balans ayarı çekelim bari!...' diyecek olanlar kendi popolarını kurtarma derdine...

E onlar kendi derdine düşmüşken, Babıali'nın post-modern yavşaklarına da yaramaz irticanın hortlaması...

Peki kime ne faydası var?...
Yok ama, alışkanlık işte!...

Ramazan bu., irticanın illa ki bir şekilde hortlaması lazım...

Geçen haftadan beri ortalıkta dolaşan o haberi duymuşsunuzdur...

Şortlu kadın veleybolcu otobüste dayak yemiş...
Şortu yüzünden!...

Aman ha, 'Kadın voleybolcu' ifadesine takılmayın sakın...
Biliyorsunuz artık böyle deniyor...
'
Türkiye Kadınlar Basketbol Ligi, Kadınlar Voleybol Ligi, kadın atlet, kadın sporcu...vs,...
Bayan yerine kadın kullanılıyor...

Eskiden daha kibardık yahu!...
'
Baayan voleybolcu...' derdik, hatta 'halterci hanımefendi!...', 'gülleci hatun!...' dediğimiz de olurdu!...
( Gerçi bazı magandalar da '
uzun atlayan avrat!...' falan derlerdi!...)

Herneyse, biz hikayeye dönelim...

'Kadın voleybolcu olan' kızcağızı şort giydiği için İETT otobüsünde dövmüşler...

Olay şu; 'Kızcağız otobüse binmiş...
Altında voleybolcu şortu varmış...
Çok yorgunmuş, ayaklarını önündeki boşluğa doğru uzatmış...
Bir kaç hıyar, kızın ayağına takılmış...

Sonra bir tanesi kıza sataşmış 'vay sen neden ayaklarını uzatıyorsun millet geçemiyor, bu şortu giymeye utanmıyor musun deyip...' kavga başlatmış...

Derken adam şortlu voleybolcu kıza bir tane patlatmış...

( E kızım sen de voleybolcusun, herifçioğluna bir smaç indirseydin yahu!...)

Ve pek tabi ki gündem böylece belli oluyor...

'Milletin kılık kıyafetine karışılıyor, mahalle baskısı var..., şortlara özgürlük..., donumuza karışmayın!...

Hatta dün, bizim mahallenin eski cengâveri Ahmet Hakan Coşkundayanamamış, mevzuya dalmış...

'Nişantaşı'ndan çok Nişantaşılı, kraldan çok kralcı, laikden çok laikçi ya!...

Çağrıda bulunuyor; 'Bulun o yaratığı!...' diye...

E Ahmet bunu hep yapıyorsun sen...

Islak imza, ses kayıtları, gömülmüş silahlar, belgeler falan seni hiç bağlamadı...

'İspatlanmamıştır, yoktur, masumiyet, karine..., falan deyip ben de Ergenekoncuyum demiş bir insansın...

Şimdi voleybolcu bir kızın ifadesiyle, (her kimse) o adamın yaratık olduğuna kanaat getiriyorsun...Eminsin yani...
( Evet anlıyorum tabi, şotlularla aran iyi!...De., şortlular yalan söylemez diye bir kanun mu var?!...)

Üç değil, beş değil yahu...

Her mevzuya laikten çok laikçi, çağdaştan çok çağdaşçı olma kompleksiyle sazan gibi atlıyorsun...
Ve bu yüzden kaç defa '
hay bin kunduz...' diyerek işi pişkinliğe verdin...

Dünkü yazını okuyunca, ya o 'kadın voleybolcu' kızcağız sallamışsa, ya olaylar kızın anlattığı gibi değilse n'apacaksın diye düşünmüştüm...

Hatta içimden de geçirdim...

Kızın hikayesi palavra çıkarsa, Ahmet, 'Hay bin şortlu voleybolcu!...' der...dedim.

Aha da oldu...
Yeni haber; '
voleybolcu kıza şort dayağı atıldı mı?...'

Şişli Emniyet İlçe Müdürlüğü'ne ifade veren görgü tanığı ve İETT otobüs şoförüne göre 'şort dayağı' yok...

İfade veren diğer yolcuya göre voleybolcu kızın ayaklarını uzattığı ilerleme boşluğunda 3 kişi düşme tehlikesi atlatmış...
Adam kızın yanına oturmamış ve ona vurmamış...

Hatta kız adama elindeki bir şeyi sallamış...

Dünkü haber de bu...
Hadi aslanım söyle bakalım kim doğruyu söylüyor...
Voleybolcu kız mı, yoksa görgü tanığı ve şoför mü?...

Bu arada haber ile ilgili yorumları okudum...
Beni hep hasta etmiştir o gerizekalı yorumcular...

Bir tanesi diyor ki; 'Zaten bu ülkede mini etek giyen kızlara, şortlulara da nasıl bakıldığını çok iyi biliyoruz...

Hep kötü gözle bakarlar bu yobazlar...

Eee, ötekiler yani laik ve çağdaşlar nasıl bakar peki?...

'Ah benim çağdaş laik kardeşim ne güzel de minileri giyermiş...

Ah ne cici 'g-string'i varmış...' deyip halisâne çağdaş duyguları mı uyanırmış!!...

Hadi ulan gidin işinize!...
Türk erkeğine böyle söyle de gör bakalım çağdaşlığı kabul eden olacak mı?!...

Onu bunu bırakın da asıl curcuna bundan sonra başlıyor...

Başta Beşiktaşlı voleybolcular olmak üzere 'bulun o hayvanı' kampanyasını başlatanlar eylem yapmaya karar vermişler

13 Ağustos Cumartesi günü Kadıköy İskelesi'nde buluşacaklarmış...

Kadıköy'den karşıya geçecekler...
Şort giyip Nurcan'ın saldırıya uğradığını iddia ettiği 
42 M hatlı İETT otobüsüne bineceklermiş...

Size bir tavsiyem 13 Ağustos'ta sakın Kadıköy'e gideyim demeyin...

Yok yok, eyleme katılan şortlularla ilgili değil...

O kadar şortlu(!) bayanı yanlız bırakmak istemeyen ve desteklemeye(!) gelen çok maganda olacaktır!...
Bu yüzden izdiham yaşanabilir...

Taksim apaçilerinden sonra bir de Kadıköy apaçileri türeyebilir!...

Hadi Ahmet Hakan, sen de 'milletin şortuna, donuna...
' sahip çıktığı bu eyleme katıl...
'
O yaratığı' beraberce bulun...

Sakın abartma ha...
Destek vereceğim 
şort giyip gitme oralara!...

O kadar Kadıköy Apaçisi arasında!...
Sakıncalı olabilir netekim!!...

***

12 Ağustos 2011 Cuma  

http://www.stargazete.com/yazar/hikmet-genc/donumuza-sortumuza-sahip-cikalim-haber-373936.htm


VOLEYBOLCUNUN ŞORT DAYAĞI YALAN ÇIKTI

Zaman-SERKAN SAĞLAM, RÜMEYSA TUNCER

Beşiktaş Bayan Voleybol Takımı'nın altyapı oyuncularından Nurcan İbrahimoğlu'nun İETT otobüsünde 'şort giydiği' için dayak yediği yönündeki haberlerin doğru olmadığı ortaya çıktı.

Basında çıkan haberler üzerine Şişli İlçe Emniyet Müdürlüğü'ne ifade veren otobüs şoförü ve görgü tanığı bir yolcunun açıklamaları, iddiaların tam tersi olduğunu ortaya koydu.
Görgü tanığı Sani Uymaz, ifadesinde Nurcan İbrahimoğlu'nun yüksek sesle tartıştığı erkek yolcunun "Ayağınıza bastığım için özür dilerim." demesine rağmen küfür edip, elindeki metale benzeyen cisimle yolcunun başına vurduğunu söyledi.
Uymaz ifadesinde erkek yolcunun bayanı darp ettiğine dair bir hareket görmediğini de aktardı.
İbrahimoğlu ile tartıştığı erkek yolcunun haberlerde belirtilenin aksine yan yana oturmadığını, ayrı koltuklarda oturduklarını gördüğünü ifade etti.

İETT şoförü ise olayı sesler üzerine yolculardan öğrendiğini anlattı.
Şoför ifadesinde, darp edildiğini öne süren İbrahimoğlu'nun, otobüsün ilerleme boşluğuna uzattığı ayağına 3 yolcunun takıldığını ve düşme tehlikesi geçirdiğini belirtti.
Bu sırada ayağı takılan yolcuların kendisinden özür dilemesine rağmen İbrahimoğlu'nun özür dileyen yolculardan birine elindeki tasma benzeri bir cisimle tokat attığını kaydetti.
Bu sırada diğer yolcuların da İbrahimoğlu'na 'Hem darp ediyorsun hem de küfür ediyorsun' diyerek tepki gösterdiğini söyledi.
İfadeye göre, İETT şoförünün 'Aracı isterseniz karakola çekeyim, isterseniz polis çağıralım.' demesinin ardından İbrahimoğlu aracı terk etti.
Bir gün sonra da polise şikâyetçi olmaya gitti.

Nurcan İbrahimoğlu'nun Kâğıthane Devlet Hastanesi'nde yapılan adli muayene raporunda ise herhangi bir darp izine rastlanmadığı öğrenildi.
Öte yandan İETT otobüsünde saldırı iddiasının ardından sosyal paylaşım siteleri üzerinden haberleşen bayan voleybolcuların şortlarını giyerek İbrahimoğlu'nun tacize uğradığı ve dayak yediği iddia edilen İETT hattındaki otobüse topluca binecekleri bildirildi.
Facebook ve Twitter'da da 'o hayvanı bulun' kampanyaları başlatıldı.

Nurcan İbrahimoğlu'nun bacakları...!

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1167828&title=voleybolcunun-sort-dayagi-yalan-cikti

--  -~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~ Diem perdidi Günümü kaybettim. (Roma İmparatoru Titus)  Latin Atasözü