31 Ağustos 2017 Perşembe

ERGENEKON SANIĞI SEMİH TUFAN GÜLALTAY : Fethullah Bahailerin Lideri mi ?

 


ERGENEKON SANIĞI SEMİH TUFAN GÜLALTAY : Fethullah Bahailerin Lideri mi ?

"Fethullah Müslüman değil, Bahailerin lideri"

Semih Tufan Gülaltay, (İleri Yayınları'ndan çıkan) "Fethullah Müslüman mı"kitabında Fethullah Gülen'i farklı bir açıdan inceliyor. Kendi kaleminden: "Bu kitaptaki ana mevzu, Fethullah'ın rejim düşmanlığı ya da ABD adına yüklendiği misyon değil... Ben O'nun İslamiyet'in içine sokulmuş bir Truva atı olup olmadığını sorguluyorum. O bir Truva atı mıdır? Fethullah Bahaîler'in gizli lideri midir? Amaç İslam dinini tahrif etmek midir? Gerçek ve halis Müslüman kitlemizi Fethullah'tan nasıl koruyabiliriz? Ve benim için işin en önemli yanı 21. asrın en büyük dinamik gücü olan Türkçü gençliğin Türk-İslam sentezi adı altında kandırılmasının önüne geçme yollarının ortaya konmasıdır... Nurculuğun Türk milliyetçilerinin sırtına basarak Tevrat ittifakı kurmasının önüne geçmek, Orta Asya'da misyonerlik okulları açarak İngilizceyi Orta Asya'da tek dil haline getirme çalışmalarına artık dur diyebilecek miyiz?

Fethullah'ın birinci gayesi Türk devletini ele geçirmek, ikinci gayesi ise, geçmişin intikamını almak için İran'ı istila edip İran'la harbe girmektir... O, bu operasyonda Turancıları kullanmayı düşünüyor... Bütün Türk dünyasını ele geçirdikten sonra ise önce aldatmaca bir dinler diyalogu oluşturacak sonra da gerçekte bir Tevrat ittifakı olan Bahaîliğe geçiş sürecini başlatarak bütün dünya dinlerini Bahaîlik altında birleştirme sürecini başlatacaktır... Son merhalesi Fethullah'ın "mesih" ilan edilerek dünya peygamberliğine adım atmasıdır..." Kitapta Gülaltay, Fethullahçılığın kökeni İran'a uzanan Bahaîlik tarikatının bir kolu olduğunu ve Gülen'in Bahailiğin günümüzdeki lideri olduğunu iddia ediyor.

Gülaltay'a göre, Bahaîlik sıradan bir tarikat veya cemaat değildir. Hatta Bahaîlik İslam içinde bir mezhep de değildir. Bahaîlik, 3 büyük dini, İslamiyeti, Hıristiyanlığı ve Museviliği tek bir pota altında birleştirmeye çalışan bir dinlerüstü mezheptir. İran'da İslam öncesi geleneklerini sürdürmek isteyen ve bu nedenle İslamiyeti diğer dinlerle birleştirmeye ve tahrif etmeye çalışan çeşitli tarikatlara dayanmaktadır. Bahaîliğin ortaya çıkışını 800'lü yıllara kadar götüren Gülaltay'a göre Fethullah'ın Müslümanlık anlayışının ardında aslında kökeni İran'a dayanan bu İslam-dışı tarikatlar vardır. Dolayısıyla Fethullah'ın ne kadar Müslüman olduğu sorgulanmalıdır.

Gülaltay kitabında, İran'daki Batınî mezheplerinin her birinin ortaya çıkışını ve birbirini nasıl takip ettiğini anlatıyor ve bu mezheplerin neden İslam-dışı sayıldığını örnekleriyle okuyucuya sunuyor.

Gülaltay, İran'daki İslamdışı mezhepleri Mazdek'le başlatıyor. Sonra sırasıyla, Hürremiye Mezhebi, Babek, İsmailiye ve Hasan Sabbah, Hurufîler, Cavidaniye, Babilik, Bahaîlik... Gülaltay'a göre bu mezhepler farklı isimler taşımalarına karşın aslında aynı mezhebir devamıdır. Çünkü, sık sık İran Devleti'ne ve Halifeliğe karşı ayaklanan bu mezhepler, başarısız olunca yollarına devam edebilmek için isim değiştirmiştir. Yoksa eylemleri de inançları da farklı değildir. Bu tarikatların kısa bir tarihin sunduktan sonra Fethullah'ın bu tarikatlarla bağlantısını yapıtlarından örneklerle açıklanıyor. Örneğin Batınî tarikatlarının en önemli özelliği yasak kimliklerini saklayarak takiyye yapmalarıdır. Gülaltay'a göre, Batınîler takiyye yaparak gerçek inançlarını gizlerler, Müslümanlarla kaynaşırlar ve devleti içten içe fethetmeye çalışırlar. Aynen Fethullahçılar gibi...

Batınîlerin Kitabün Nur'undan Saidi Nursi'nin Risale-i Nur'una Öncelikle Batınîler, şeyhlerinin kitabını Kuran yerine kabul ederler. Cavidanîyeler, şeyhleri Fazlullah'ın Cavidannamesi'ni, Babiler ise şeyhleri Muhammed Bab'ın kitabı Kitab-ün Nur'u Kuran kabul ederler. Ne hikmetse, Saidi Nursî'nin Risale-î Nur'u isim olarak ve cemaatin gösterdiği saygı bakımından, içerik olarak, Kitab-ün Nur'a çok benzemektedir. Türkiye'deki Nurculara göre, Kuran anlaşılması zordur, bu nedenle müritlere Nur Risaleleri önerilir. Risalelere adeta ikinci bir Kuran mualemesi gösteren Fethullah, Gülaltay'a göre bu şekilde Müslümanlığa da aykırı hareket etmiş olmaktadır. Gülaltay, Fethullah'ın şu sözüne dikkat çekiyor: "İlimler sahasında meselenin temel esprisini ise Bedîüzzaman'ın mülahazasında buluruz. Şöyle der o: Allah'ın iki kitabı vardır. Biri kainat kitabı, diğeri Kur-an'ı Kerim." Gülaltay'a göre Fethullah Gülen, "Kainat kitabı" derken Risaleleri kastetmektedir. Gülaltay, buna benzer pek çok örneği kitabında veriyor ve Nurcuların Risaleleri öne çıkarmasının nedeninin Kuran'ın geçerliliğini ortadan kaldırmak olduğunu söylüyor. Fethullah isminin kaynağı Gülen'in kimliğini ele veriyor Fethullah Gülen'in isminin kaynağı da gizli kimliğinin bir başka göstergesi. Gülen'inismi 1844 yılında İran Şahı'nı öldürmeye kalkışan bir Bahaî fedaisinden gelmektedir: Fethullah Kamî. Fethullah Gülen'in ailesinin İran'dan göçme olduğunu da ortaya koyan Gülaltay, Bahaîlikle bir başka bağlantısını daha ortaya çıkarmaktadır.

Fethullah'ın rumuz olarak kullandığı isimler de eski Bahaî kahramanlara atıftır. Örneğin, "1982 yılının sonlarında DGM savcılığının hakkında başlattığı soruşturmada, Fethullah'm Dahhak kod adını kullanarak kitap yazdığı tespit edilmiş. Bilindiği üzere Dahhak İran mitolojisinde, İran'ı istila edip İran Şahı Cemşit'i testere ile ortadan ikiye böldürten, İran halkına işkenceler, eziyetler yapan bir adammış. İran halkı Dahhak-ı Zalim diye andıkları bu gaddar adamın zulmünden perişan olmuştu."

Işık evlerinin sırrı: Ev-mabetler

Gülaltay, Babilerin ibadet için camiler yerine evleri tercih etmesiyle Fethullahçıların Işıkevleri arasında da bir bağlantı kuruyor: "Babiler, camilere gitmez, cemaatle namaz kılmazlardı. Bunun yerine evlerde toplanmayı tercih ederlerdi." Ardından Nur evleriyle ilgili Fethullah Gülen'in şu sözlerine dikkat çekiyor: "Bu ışık evlerinin kendine has özellikleri vardır... Yüreği pek, imanı çelik insanların yetiştiği kutsal mekanlardır... Artık geçmişte camide yapılan dini ruhunun müzakereleri bu evlerde biraraya gelinerek yapılacaktır." Ve Gülaltay nur evlerinin İslamdışı olduğunu şu şekilde anlatıyor: "Anlaşılacağı gibi Fethullah Gülen, bundan sonra caminin önemli olmadığını söylüyor. Çünkü büyük ustası Kürt Sait de camiye girmezdi. Buradaki amaç ise İslam'ın birliktelik ve cemaat ruhunu yıkmaktır.

Kurretü'l-Ayn'ın ve Babi şeyhlerinin vaaz verdiği yerler camiler değildi. Fethullah'ın tabiriyle nur evleriydi. Yine aynı Fethullah, Yeşeren Düşünceler isimli kitabının 164. sayfasında ev-mabet [adıyla] bu ışık evlerini tarif ediyor. Ev-mabet terimi Bahailik dininde mabede verilen addır. Bahailerin mabedlerine ev-mabet adı verilir."

Gülen'den Bahailere gizli övgüler

Gülaltay, Fethullah'ın kitaplarında Bahaîlere nasıl gizlice övdüğünü de ortaya çıkarıyor. Örneğin, Fethullah'ın Hz. Muhammed'i anlattığı sanılan kimi yazılarında aslında Bahaîlerin lideri Molla Muhammed Ali'yi andığını aktarıyor: "Dostların vefasızlığına, düşmanların ardı arkası kesilmeyen istila ve ifsatlarına uğramasaydı, kim bilir daha neler yapacaktı? Keşke, bu mübarek dünya; duygu, düşünce, anlayış ve hayat felsefesiyle hiç değişmeseydi. Onun yiğitliği, sadeliği ve mertliği bu güne kadar dipdiri kalabilseydi. Keşke O muhteşem saray ve yüksek kasırların altın yaldızlı kubbeleri altında, baygın ve mahmur dolaşan hasım dünyanın, talihsiz insanlarının durumuna düşmeseydi." Gülaltay, bu alıntıda önemli bir çelişkiyi yakalıyor: "Yukardaki metinde anlatılan kasır ve saraylar dönemin İran Şah'ının saraylarıdır. Çünkü Hz. Muhammed devrinde

Arabistan'da ne kasır vardı ne saray."

Gülaltay, bu konuda daha pek çok örnek yakalamış. Gülaltay'a göre, baskı ve zulüm gören insan tasvirleri sanılanın aksine Hz. Muhammed dönemi yaşamış Müslümanlar değil, başarısız ayaklanmalardan sonra yurttan yurda göçürülen Bahailerdir. Örneğin, 1868'de Bahaîler sürgüne gönderilir. Fethullah Gülen'in kitaplarında anlattığı ömür boyu süren büyük göç aslında Bahaîlerin sürgünüdür. Gülaltay'a göre bahsedilen göç sanıldığı gibi Mekke'den Medine'ye Hz. Muhammed'in hicreti değildir.

Başka bir yerde ise Fethullah G. şöyle diyor: "Bir başka defasında da seni kardeşinle konuşmaktan men etmişlerdi. Hani o güne kadar, bir lahza kendisinden ayrılmadığın kardeşinle konuşmaktan... Savaş meydanlarında omuz omuza, yemek sofralarında diz dize oturduğun kardeşinle konuşmayacaktın." Gülaltay'a göre burada kastedilen de yine Bahai liderleridir. Çünkü Müslümanların tarihinde kardeşiyle konuşmaktan men edilme gibi bir cezalandırma söz konusu edilmemiştir. Halbuki Abdülaziz'in bir fermanında, Bahaullah'ın çocukları birbirleriyle konuşmamaları kaydıyla sürgüne gönderiliyordu. Fethullah'ın uğruna gözyaşı döktüğü işte bunlardır.

Fethullahçılıkla Bahaî inanışları arasındaki paralellikler

Gülaltay'ın bulduğu çeşitli paralellikleri şöyle sıralayabiliriz:

- Bahaîler cenazelerini İslam inanışının tersine, mermer lahitler içinde gömerler. Saidi Nursî de vasiyetinde cesedinin lahitin içine konulmasını istemiştir.

- Bahaîlerde ibadete başlama yaşı 16'dır. Fethullah Gülen de bir kitabında şöyle demektedir: "16 yaşıma kadarki dönemi çocukluk dönemi sayıyorum."

- Bahaîlikte el öptürmek kesinlikle yasaktır. Fethullah Gülen de el öptürme konusunda şöyle diyor: "Fevkalade rahatsızlık duyuyorum. El öptürme prensibimm hiç yoktur."

- Bahaîler, camiye girmez, cemaatle namaz kılmaz. Sadece cenaze namazı kılarlar. Gülaltay'a göre, Fethullah Gülen'in de cenaze namazı dışında camiye girip namaz kıldığını şu ana kadar kimse görmemiştir.

- Bahaîlikte kurban kesilmez. Ünlü Fethullahçı bilim adamlarından birisi de katıldığı bir tartışma programında kurban kesmeyi hayvan katliamı olarak nitelendirmiştir.

- Bahaîlikte, herkes malının yüzde beşini, toplumun başında bulunan 19'lar heyetine vermek zorundadır. Fethullahçı organizasyon ve vakıfların başındaki yönetim kurulu da 19 kişidir.

Fethullah ile Bahaîler arasındaki bir başka somut bağlantı ise Saidi Nursi'nin hayatından alınmaktadır. Saidi Nursi, Gülaltay'ın ortaya çıkardığına göre, İran Şahına suikast düzenleyen Babilerin şeyhlerinden Celaleddin Afgani'nin İran'dan kaçıp Abdülhamit'in himayesine girmesi sırasında kuryelik etmişti. Saidi Nursî, yine bir başka Bahaî tetikçi Kirmani'yi de İran-Türkiye sınırında karşılayacak ve İstanbul'a kadar kendisine eşlik edecekti.

Gülen'in sözlerinde gizli anlamlar

Fethullah'ın eserlerinde gizli gizli Bahaîlik propagandası yaptığını da Gülaltay çeşitli örneklerle açıklıyor:

Kapı: Bahaî mezheplerinden Babiliğin kurucusu Muhammed Bab'tır. "Bab" kelimesinin bir anlamı da "kapı"dır.

"Ulu sultan! Canlı-cansız, insan-hayvan, (..) her şey varlığını soluklar.": Gülaltay bir başka bölümde ise Gülen'in bu sözündeki gizli anlamı ortaya çıkarıyor: Ulu Sultan kelimesi Bahaî Şeyhi Bahaullah'a atfedilmiştir. Hayvanları, eşyaları bile Allah'ın kulları olarak kabul eden ise Muhammed Bab'ın hocası Kazım-ı Reşdi'dir. Nebiler Sultanı: Gülaltay, Fethullah'ın sık sık kullandığı "Nebiler Sultanı" teriminin de karşılığını buluyor. Gülaltay'a göre, Fethullah'ın burada kastettiği Hz. Muhammed değil, Bahaullah'tır. Çünkü, Bahaullah'ın lakabı döneminde "Sultan"dır. Nur Asrı: Muhammed Bab'ın Kitabün Nur ile Babiliği yaydığı ilk yıllara da Nur asrı denmektedir.

Timur ve Cengiz düşmanlığı: Fethullah bir kitabında şöyle diyor: "Allah bir zamanlar Cengiz, Hülagü ve Timurlenk'in eliyle hırpaladığı ve ikaz ettiği İslam alemini bugün de Batılılar vasıtasıyla hırpalayıp ikaz etmektedir..." Gülaltay, Fethullah Cengiz, Hülagû ve Timurlenk'e karşı olmasını bu hükümdarların Bahaîlerin önemli önderlerini öldürmüş olmasına bağlıyor. Cengiz Han'ın oğlu Hülagû, Hasan Sabbah'ı; Timurlenk'in oğlu Miranşah ise Fazlullah'ı öldürmüştü..

"Dönmezem" ve "mum gibi yanıp erimek": Bu kelimeleri de Fethullah sık sık kullanmaktadır. Örneğin: "Çevresinde kol gezen tehlikelere aldırmadan, yüce derslerine devam eden ve hakkında bayağıların bayağısı hükümler kesilip biçilirken. 'Hançer ile yüreğimi yar! Senden dönmezem' diyerek hakikati haykıran büyük muzdariplerin 'Evet hep böyle ızdırap gören ızdırap düşünen ve bir mum gibi yana yana eriyip giden, bu yüce kametlerin arkasında yürüyenler hiçbir zaman aldanmadılar ve hiçbir zaman hayal kırıklığına uğramadılar.'" Tahran Kalesi'nde infaz edilmeden önce "Dönmezem" diye bağıran Bahaîlerin ünlü kadın kahramanı Kurretül-Ayn'dır. O dönem Bahaîlere yapılan işkenceler arasında en yaygın olanı da vücutları hançerle yarıp içlerine mumlar sokulmasıydı. Fetret Devri ve Rönesans: Fetret devri derken kastedilen Bahailerin yaşadığı uzun sürgün dönemidir. Yeniden diriliş ise Bahaîlerin öğretilerini tüm dünyaya kabul ettirmeleri demektir. Örneğin: "Bu ise uzun bir fetretten sonra, bu mazlumlar ülkesinin yeniden dirilişi ve "Rönesansı" demektir. Kimbilir, belki o zaman batmak üzere olan dün-yanın diğer kesiminin elinden tutup kaldırma fırsatı doğar."

Kendini peygamber gören Gülen

Bahaîlerin bir başka propagandası şeyhlerinin peygamber olduğudur. Bahai şeyhleri kendi peygamberlikleri altında tüm dünya dinlerini bir arada toplanmaya çağırırlar. Gülaltay, Fethullah'ın kimi yazılarında satır aralarında kendi peygamberliğini nasıl savunduğunu göstermektedir:

"Allah, elbette insanları da peygambersiz bırakmayacaktır."

"İnsanlar, akıllarıyla kainatta cereyan eden hadiselere bakıp, Allah'ı bulsalar bile yaratılışlarındaki gaye ve hikmeti, nereden gelip, nereye gittiklerini ve ibadetlerinin keyfiyetlerini peygambersiz bilemezler."

"Hilafete giden yol herkese açıktır."

"Hak için halkın temsilcisi demek, peygamber mesleğine talip olmak ve onu temsil etmek demektir. Onu yapabilmek için de peygamberane aşk, şevk, gayret, azim, cehd ve irade gerekir."

Fethullah görüldüğü gibi yeni peygamberlere ihtiyaç olduğunu ve Allah'ın insanları peygambersiz bırakmayacağını söylüyor. Halbuki İslam inancına göre Hz. Muhammed son peygamberdir. Yalnızca bu bile Gülaltay'a göre Fethullahçılığın İslamdışı olduğunun bir kanıtıdır ve bu propagandanın bir sonraki aşaması Fethullah'ın kendisini Mesih ilan etmesi olacaktır.

Fethullah'ın Amerikancılığının Bahailikteki kaynağı

Gülaltay, kitabın sonuna doğru Fethullah'ın gerçek amacının dünya çapında bir Bahaî imparatorluğu kurmak olduğunu ortaya koyuyor. Gülaltay, Avustralya'dan Afrika'ya Asya'dan Amerika'ya milyonlarca Bahaînin bulunduğunu söylüyor. Bahai imparatorluğunun işlevi dünya çapında ABD'yi iktidara getirmek olacaktır. Zaten, Bahailiğin ortak dili de İngilizce olacaktır.

Gülaltay'a göre ABD'de bugün 20 milyon Bahaî yaşıyor ve Bahailerin etkinliği oldukça önemli. Zaten Bahailerin kullandığı ev-mabetlerin kubbeleri de Beyaz Saray'ın kubbesine benziyor.

Fethullah'ın Orta Asya'daki misyonu da bu şekilde ortaya çıkıyor. Gülaltay'a göre Bahailer dünya çapındaki iktidarlarında İngilizce'yi resmi dil olarakilan edeceklerdir. Fethullah'ın okullarının tümünde İngilizcenin öğretilmesinin nedeni olarak bunu gösteriyor. Üstelik Fethullah'ın en etkin olduğu Türk Cumhuriyetlerinden olan Yakutistan'ın durumunu da Gülaltay'dan öğreniyoruz. Bu ülkedeki Fethullahçı proje sonunda başarıya ulaşmıştır. Yakutistan'ın resmi dili İngilizce olarak ilan edilmiştir.

Gülaltay, Fethullah Gülen tehlikesinin uluslararası çapta olduğunu bu şekilde olduğunu ortaya koyduktan sonra kitabında tüm Türk milletini uyarıyor ve Fethullah tehlikesi hakkında Devlet üzerine düşeni yapmazsa görevin Kuvayı Milliyeci Atatürkçülere düşeceğini söylüyor:

"Atatürk ve Kuvayı Milliyeci yiğitlerin kurduğu devlet, hiçbir zaman sarsılmayacak, bu sarp kale, tunçtan yığınlar halinde omuz omuza yürüyen Türk gençliğinin sırtında, ulaşılmaz bir kartal yuvası olarak ebediyete kadar var olacaktır."


a45UyF587661-160217152010 Oraj Poyraz At Neomailbox cimcime@neomailbox.net
2016/03/31  10:20 2  65  undefined undefined egemen-turkiye@googlegroups.com

Grup eposta komutlari ve adresleri :
Gruba mesaj gondermek icin : ozgur_gundem@yahoogroups.com
Gruba uye olmak icin : ozgur_gundem-subscribe@yahoogroups.com
Gruptan ayrilmak icin : ozgur_gundem-unsubscribe@yahoogroups.com
Grup kurucusuna yazmak icin : ozgur_gundem-owner@yahoogroups.com
Grup Sayfamiz : http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz : http://orajpoyraz.blogspot.com/







30 Ağustos 2017 Çarşamba

Barış Terkoğlu: Tarikat ve cemaatleri dağıtmadan Türkiye'yi bir arada tutma şansı kalmadı

 


Barış Terkoğlu: Tarikat ve cemaatleri dağıtmadan Türkiye'yi bir arada tutma şansı kalmadı

Aydınlanma Hareketi bir süredir çalışmalarını "Tarikatlar ve cemaatler dağıtılsın" başlığı altında yürütüyor. AKP iktidarının 15 Temmuz'un ardından tüm topluma kabul ettirmek istediği "FETÖ çok kötü, onunla savaşıyoruz" iddiası, dağılan gerici koalisyonun yerine geçen yeni tarikat ve cemaat odaklarını perdelemeye hizmet ediyor. Aydınlanma Hareketi, işte bu büyük kandırmacayı hedef alarak Türkiye'nin sonunu getirmesi kesin olan bu "son koalisyon"un maskesini düşürmeyi önüne koymuş durumda. Aydınlanma Hareketi'nden Barış Terkoğlu, Türkiye siyasetinde tarikat-cemaat, sermaye ve siyaset ilişkileri üzerine sorularımızı yanıtladı.

Çarşamba, 30 Kasım 2016 11:04

Türkiye'nin 15 Temmuz sonrasında yapması gerekenin "bir cemaatin yerine öbürünü, bir bakanın yerine diğerini koymak" değil, bütün bu cemaatleri-tarikatları tasfiye edip "ortak yurttaşlık kültürüne dayalı bir liyakat kültürünü getirmek" olduğunu vurgulayan Barış Terkoğlu, 15 Temmuz'la ilgili bir dersten bahsedilecekse bunun laiklik olduğunu belirtiyor. Barış Terkoğlu gelinen noktada tarikat ve cemaatler dağıtılmadan Türkiye'nin yola devam edemeyeceğinin altını çiziyor.

Aydınlanma Hareketi bir kampanya yürütüyor: Tarikatlar ve cemaatler dağıtılsın. Bu kampanyadan biraz bahsedebilir misiniz?

Aydınlanma Hareketi genel olarak dinselleşmeye karşı, hem devletin hem de kamunun dinselleşmesine, dini kurallar tarafından belirlenmesine karşı bir uzun süredir faaliyet yürütüyor zaten. Tarikat ve cemaatlerin dağıtılması da bunun bir parçası. Çünkü gerçekten de görülüyor ki, bugün din eksenli siyaset, bir; her şeyden önce devlet eliyle yayılıyor, iki; toplum nazarında tarikat ve cemaatler aracılığıyla bir çıkar grubu, bir örgütlenme grubu, hatta bir suç grubu yaratıyor.

Tarikat ve cemaatlerin sadece dini, din üzerinden bir araya gelmiş gönüllülerden oluşmadığını en açık ifadesiyle 15 Temmuz'da gördük. Bunu daha uzun değerlendiririz. Ama tarikat ve cemaatler aynı zamanda toplumu bölüyorlar, hücreleştiriyorlar… Yani toplum, sadece mezhep eksenli değil, mezheplerin bile altında kümelenmiş ve neredeyse birbirinden nefret eden, aynı dini bile taban tabana zıt bir şekilde yorumlayan ve her an şiddet uygulamaya, her an düşmanlık uygulamaya hazır yapılar halinde örgütleniyor. Biz her şeyden önce tarikat ve cemaatlerin gerçekten Türkiye toplumunun gerici bir şekilde bölünmesi tehlikesini üreten yuvalar olduğunu düşündüğümüz için, Türkiye'nin gelecekte bütün halinde ve aklıyla yaşayan bir toplum olması gerektiğini düşündüğümüz için buraların dağıtılması gerektiğini düşünüyoruz. Ve gerçekten de Aydınlanma Hareketi'nin başarısı değil, Türkiye'nin başarısı olacak eğer bu tarikat ve cemaatler dağıtılırsa çünkü bunları dağıtmadan Türkiye'yi bir arada tutma şansı neredeyse kalmadı.

Bunu biraz daha tarihsel arkaplanı ve tarikat-cemaat yapılanmasının sermaye ve siyaset bağlantılarıyla değerlendirmeni istesek... AKP iktidarı öncesi ve sonrası bir dönemleme olabilir belki. Bir de özellikle 15 Temmuz'dan sonrası. Nedir Türkiye'deki tarikat-cemaat, sermaye ve siyaset gerçekliği...

Birincisi, Türkiye'de tarikat ve cemaatler hiç de öyle sanıldığı gibi "saf dinsel kurumlar" olmadı. Kendilerini din üzerinden bir tür hizmetliler, bir tür gönüllüler hareketi gibi tarif ediyor olabilirler ama hiçbir zaman böyle olmadılar. İsterseniz bunu bugün böyle yorumlayın, isterseniz iki yüz sene öncesine gidin; Osmanlı tartışmalarına. Bizim ordu tartışmalarında bile tarikat cemaat tartışmaları vardır iki yüz sene önce. O yüzden tarikat ve cemaatler her zaman siyasetin göbeğinde oldu ve hep iktidarın yakınında konumlandı. Çünkü iktidarı, zenginleşmenin, büyümenin bir aracı olarak görüyorlar. Ve görülüyor ki, dini savunularını gerektiği zaman da iktidar savunusunun gerisine bile atabiliyorlar bunun için.

Uzun yıllardır tarikat cemaat ve siyaset ilişkilerini inceliyoruz ve Türkiye müthiş skandallarla dolu: Kombassan skandalı, Almanya'da para toplanması skandalı, Deniz Feneri... Dini kurumlar hep bu tarikat-cemaat ilişkileri sayesinde insanlardan paralar toplamış, holdingler kurmuş, sermaye yapmışlar. Şunu söylemek istiyorum; kapitalizm bile bunlar için ileri kalmış. Yani örneğin yoksul insanların küçücük birikimlerini alıp kendilerine sermaye edinmişler. Sadece inançlarını kullanarak, inançlarıyla kandırarak. Ne yapmışlar, bu insanları çalıştırdıkları yerlerde sigortasız, sendikasız sadece bir takım dini vazifeleri öbür dünyayı göstererek bütün insani koşullardan uzak tutarak çalıştırmışlar. İnsanlar yıllarca çalışmışlar bu birikimlerini toplamışlar. Bir bakıyorsunuz hepsinin arkasından büyük skandallar çıkıyor hepsinin arkasında başka bir tarikat var. Her seferinde ama her seferinde bu cemaat ve tarikatlar eliyle insanları kandırmışlar. O yüzden bu yapılar hem siyasetin hem de iktisadın merkezinde yer alan ve kapitalizmin bile gerisinde yani kölelelik döneminin izlerini, feodal dönemin izlerini taşıyan bir tür gericilik yuvaları.

AKP'nin bir farkı var; Wikileaks belgelerinde Amerikalılar AKP'yi anlatırken bir tür tarikatlar-cemaatler koalisyonundan söz ediyor. Sadece koalisyon değil aynı zamanda doğrudan doğruya iktidarların, bakanlıkların, şunların bunların periferisinde kalan bu tarikatları doğrudan doğruya merkezine yerleştiriyor. AKP'nin gerçekten tarikat ve cemaatler eliyle bir bütün olarak iktidarı pay etme konusunda hepsinden daha ileri noktaya gittiğini söyleyebiliriz.

http://cdn00.vidyomani.com/c/0/4/1//01e95w1scyyf/01e95w1scyyf-240p.mp4

Türkiye'nin tarikat-cemaat yapılanması AKP dönemiyle birlikte uluslararası islamcı-cihatçı şebekelerle de bağlarını güçlendirdi. Bu yapının oluşturduğu yeni Türkiye'nin nasıl gericileştiğinden bahsedebilir misin?

Evet. Şimdi sonuçta 2000'li yıllardan itibaren özellikle 11 Eylül saldırısıyla beraber Dünya siyasal İslamın cihat eliyle kurduğu iktidar mekanizmalarıyla tanıştı. Afganistan'da, bizim yanıbaşımızda Ortadoğu'da. Ve görülüyor ki, tarikat ve cemaatler bu cihatçı yapılara insan sağlayan, bilfiil destek veren ve bu cihatçı yapılarla organik bağlar kuran mekanizmalar haline geldi. Türkiye'deki bu tarikat cemaat yapılanması aynı zamanda, bu cihatçı yapılarla Türkiye'nin organik bağını sağlayan yerler ama bir şartla, bir şart düşerek bunu söylemek istiyorum: Az önce de söylediğim gibi bunlar hep siyasetin merkezinde yer alıyor, gerçekten bulundukları yerlerde siyasi onay alabildikleri cihat hareketlerine destek veriyorlar. Kendi siyasi iktidarlarının ve emperyalist sistemin onay verdiği cihat hareketlerine. Türkiye'deki tarikat ve cemaatler AKP döneminde özellikle, böyle bir küreselleşme baharı da yaşadılar kendileri açısından.

Tarikat ve cemaatlerin sermaye bağları nasıl ele alınmalı?

Tarikat ve cemaatlerin iktisat ilişkisi üzerine çok sembolik bir şey anlatayım. Şimdi Jet Fadıl diye bir adam var. Ben genç yaşımdan beri zamanımın bir bölümünü bu adamın Türkiye'yi dolandırma hikayelerini izlemekle geçiriyorum. Bu adam Türkiye'yi dolandırıyor, hapse giriyor çıkıyor milletvekili seçiliyor, hapse giriyor çıkıyor tekrar dolandırıyor, tekrar... Böyle bir hikaye var.

Bu adamın yıllarca bu yolsuzluğunun, bu dolandırıcılığının konuşulmayıp yine hâlâ insanların ona gitmesinin sebebi ne? Yani hâlâ cebindeki belki son 50 lirayı götürüp bu adama vermesinin sırrı ne? Hâlâ gidip bir tane oyu varsa demokraside, oyunu gidip bu adama vermesinin sırrı ne? Bir tane sırrı var. Jet Fadıl'ın bu toplumu her seferinde dolandırabilme kabiliyetinin sırrı Cübbeli Ahmet Hoca desteği alıp, kendisinin de onun gibi sarık giymesiydi. Aslında bana sorarsanız bu, İslamcı sermaye dolandırıcılığının, tarikat sermayesi dolandırıcılığının ve insanları hâlâ aptal yerine koyan, adeta afyon içmiş gibi tekrar tekrar aynı yöne götüren hareketin kaynağının bir ölçüde tarikat cemaatler olduğunun göstergesi.

Bunun benzeri çok fazla "gözü dönmüşlük" hikayesine tanık oldu Türkiye aslında değil mi?

Dönüp bakarsanız bu hikayenin benzerini iki sene önce Bursa'da "badelenen" müridlerde bulursunuz. Hatırlayın o hikayeyi; müridlerine cinsel istismar yapıyordu ama insanlar cinsel istismara uğramak için koşuyor, kapıları aşındırıyorlardı. Bu yolla cennete gideceklerini umuyorlardı. Ve "badelenmek" dedikleri cennete ulaştıran köprü aslında bir tarikat şeyhinin cinsel organından başka bir şey değildi. İnsanların bu derece aklını kaybetmelerinin, bu derece kendilerini düşürmelerinin aracıdır tarikat cemaat ilişkisi.

Unutmuyorum, bu olayı soruşturan emniyetçilerden bir tanesi bana anlatmıştı; adamı yakalıyorlar, görüntüler mevcut, her şey mevcut ve adam emniyetteyken kapının önünde yüzlerce kişi bekliyor. Böyle bir yer tarikatlar-cemaatler, insanlara bu derece aklını kaybettiren yapılar.

Öyle yerler ki, unutmayın; daha yakın zamanda Fethullah Gülen Cemaati mensupları içeri girdi ve bu insanlardan bir tanesi bile yaptığı eylemi hakim önünde savcı önünde savunamadı. Gerçekten merak ettim. Çünkü yıllardır yargılanıyorum her yagılandığım mahkemede yaptığım işi savunurum.

Bu insanlar Türkiye tarihinin en kanlı olaylarından birini yaşattıktan sonra biri bile yaptığı şeyi savunamadı. Tek bir şeyle açıklayabiliyorlar durumu; kendilerinden bunu yapmaları istenmişti.

http://cdn00.vidyomani.com/c/0/2/8//baris-terkoglu-4/baris-terkoglu-4-240p.mp4

Gülen Cemaati'nin hikayesine dönecek olursak… 15 Temmuz bir kırılma noktasıydı; bu tarihten sonra denildiği gibi "bitti" mi, yoksa nasıl bir dönüşüm olabilir. Yerini başka tarikatların aldığı söyleniyor, bu nasıl bir "değişim"e işaret eder?

Gülen Cemaati'ne ilişkin benim çok özel anılarım var. Bu cemaatler içerisinde en özel yere sahip olanlardan bir tanesi. Çünkü gerçekten küresel düzene en iyi uyum sağlayan, örneğin 90'lı yıllarda Sovyetler Birliği'nin çözülmesinin arkasından Orta Asya'daki yeni düzene en kolay adapte olan yapı. Veya işte dinler arası diyalog denince, kendisine Batı'da bile yayılma olanağı sağlayan bir yapı. Bu yapı emperyalizmle en iyi ilişki kurma kabiliyetine sahip, kendi liderini bile yıllardır Amerika'da tutma kapasitesine sahip bir yapı.

Bu öyle bir yapı ki, yıllardır bir şekilde devletin laiklik damarının kurduğu bariyerleri gizlilikle aşabilmiş ve aşmakla da kalmamış onun içerisinde büyük ölçüde örgütlenmiş ve bir dizi faaliyetle neredeyse Türkiye'nin kurumlarını çökertebilmiş bir yapı. Hesabını çok geciktirmeden gören ve kendisiyle uğraşanların başına hep kötü şeyler gelen bir yapılanma bu. Cemaat menşeili bir kurşunun, bir seks kasetinin veya hep arkasında başka bir şeyin olduğunu bildiğimiz bir hesaplaşmanın öznesi bu cemaat yapılanması.

Bir dönem neredeyse Türkiye'deki bütün davaları, bütün polisiye vakaları bu cemaatle ilişkilendirmeniz mümkündü. Çünkü suç işlemişseniz bu cemaatle yakınlaştığınız zaman suçtan azade kalıp dışarı çıkıyordunuz, suç işlemeden bilgisayarınıza konan bir virüsle bir dosyayla içeri girebiliyordunuz.

Bu gücünü, emin olun devlet içindeki unsurlarından alıyordu ve bu unsurların örgütlenmesini de bizzat AKP iktidarı sağlıyordu. Şimdi Türkiye'de şöyle bir yanılgı var; örnekler çoğaltılabilir, sanki Fethullah Gülen Cemaati kaka, diğerleri cici. Fethullah Gülen Cemaati bunu yaptı, diğerleri hiç böyle şeyler yapmazlar. Bu külliyen yalan. Fethullah Gülen Cemaati diğerlerinden aslında çok da farklı bir şey değil. Emin olun herhangi bir tarikatin ve cemaatin Türkiye'de Fethullah Gülen Cemaati gibi askeriyede, emniyette, şurada burada örgütlenmesini sağlarsanız, buna izin verirseniz, bunu desteklerseniz, onlar da kendi "meziyetleri ve kabiliyetleri" sayesinde eğer buraya gelebilirlerse, emin olun hepsinin başvuracağı şeydir 15 Temmuz. 15 Temmuz'un öznesi bugün Gülen Cemaati'dir, yarın başka bir cemaat-tarikat olacak.

O yüzden bu yolu yüz kere de deneseniz Türkiye'de kurumları cemaatlere tarikate teslim ettiğiniz müddetçe, Türkiye'de -niteliğinden bahsetmiyorum- devlet dediğiniz şey de kalmayacak. Mesela biz hapisteyken hep şunu yapardık; davaya, duruşmaya giderdik. Karşımızda hakimler olurdu, hakimler sürekli değişirdi o sırada, Yalçın Hoca'nın deyimiyle bizim davaların, önemli davaların hakimleri bir süre sonra yargıtaya seçilirdi. Hep şunu tartışırdık: Soldaki hakim şu tarikatten, öbürü şu cemaatten. Şimdi böyle bir yerde devletin önemli ayaklarından biri olan yargı kurumunun varlığından söz edilebilir mi?

Bu haliyle siz Fethullah Gülen Cemaati'ni alıp yerine şu cemaat geçsin derseniz bitti, Türkiye'yi yine aynı yere mahkum edersiniz. 15 Temmuz'dan bir ders çıkarılacaksa, tek ders olabilir; laiklik. Türkiye'yi tarikate cemaatlere teslime etmeme olabilir tek ders. Tek ders Türkiye'de artık devleti, toplumu, bu tarikatlardan-cemaatlerden temizleme olabilir.

Diğer tarikat ve cemaatlerde durum nedir? Biraz daha somutlayabilir miyiz...

Benim en yakından takip ettiğim tarikatlardan bir tanesi İsmailağa Cemaati, bu cemaat son dönemde bir kriz yaşıyor. Şöyle bir kriz; cemaati kim yönetecek? Çok görülen bir şey var benim dışarıdan da gördüğüm bir şey, Papa İkinci Jean Paul durumu gibi, Mahmut Ustaosmanoğlu İsmailağa Cemaati'nin Papa İkinci Jean Paul'ü olmuş durumda ve yönetemiyor. Eh yönetilemeyen yerde, birden fazla yönetme iradesi ortaya çıkıyor.

Ve bakın cemaat içindeki kavgayı neredeyse işte üç dört senedir adım adım takip ediyoruz. Şu anda kavga öyle bir noktaya geldi mesela şimdi siz İslami literatürde bir ayeti bir hadisi reddedemezsiniz, ederseniz dinden çıkarsınız. Birbirlerini uydurma hadis üretmekle, neredeyse İslam dışı ilan etmekle itham eder hale geldiler. Bakın aynı din demiyorum, aynı mezhep demiyorum, Nakşibendilik demiyorum... Nakşibendiliğin bir kolu içerisinde, bir cemaat liderinin hastalanmasıyla oluşan farklı öbeklerden söz ediyorum. Birbirlerini din dışı ilan ettiler. Birbirleriyle kavga o kadar politikleşti ki bir grup, iktidara yanaştı diğer tarafı alt edebilmek için, öbür grup ayakta kalabilmek için muhalefet odaklarıyla yakınlaştı, kimi zaman Gülen Cemaati de dahil.

Bu kavga iktidara da sıçradı ve Beykoz'daki yani cemaatin liderinin bulunduğu yerdeki külliyeyi, içinde caminin de olduğu külliyeyi belediye gelip yıktı.

Irak'taki nefreti hatırlıyor musunuz, mezhepler birbirlerinin girip, camilerinde bomba patlatıyordu. Yani bunların birbirlerine karşı üretmiş olduğu nefret, büyük, köklü ve bölücü. Türkiye'yi bölüyor bu.

Hatırlayın Fethullah Gülen Cemaati içerisindeki kavga bile cemaatin imamlarından bir tanesinin ayrılıp başka bir yöne gitmesiyle başlıyor. Yani kendi tarikatları içerisinde bile bölünmeleriyle birlikte devleti, emniyeti, birden fazla vektöre ayıran ve birbirleriyle kavga eder hale getiren ve bir polisi, suçu yakalamak yerine tarikatın işlerini gören memura dönüştüren bir yapı bu.

O yüzden gerçekten bu yapıyı tasfiye etmeden Türkiye'de ne emniyet teşkilatı kurabilirsiniz, ne yargı teşkilatı kurabilirsiniz, ne adam gibi bir ekonomi kurabilirsiniz, ne adam gibi siyaset kurabilirsiniz. Çünkü bakın dün önünde diz çöktüğü cematle bugün kavga ediyor. Bugün vatana ihanet ettiğini söylüyor, devletin özel sırlarını başka yerlere sattığını söylüyor, dış işleri bakanlığını onun dinlediğini söyüyor, askeriyenin içerisinde kozmik oda belgeleri dahil onun arşivini dışarı verdiğini söylüyor. Yine bütün bu mahremiyetin kapısını kim açtı?

Doğal olarak siz bu cemaatler bu tarikatlar toplumun içerisinde, kamunun ve devletin içerisinde yaşadığı sürece, hiçbir şekilde güvende olamazsınız. Hiçbir şekilde bağlanamazsınız, hiçbir şekilde. Yurttaşlık dediğimiz ortak bir kültürdür. Bugün başka bir şey üzerine, yarın başa bir şey üzerine, bugün başka bir ekonomide, yarın başka bir ekonomide kurulabilir ama bu cemaat ve tarikatlar olduğu sürece hiçbir şekilde ortak bir yurttaşlık kültürü kuramazsınız.

O yüzden Türkiye'nin gerçekten 15 Temmuz sonrasında yapması gereken bir cemaatin yerine öbürünü koymak, bir bakanın yerine öbürünü koymak değildir. Bütün bu cemaatleri tarikatları tasfiye edip, hangi inançtan hani etnisiteden, hangi kökenden, hangi mezhepten, hangi düşünceden, hangi saç renginden, hangi cinsiyetten olursa olsun, ortak yurttaşlık kültürüne dayalı bir liyakat kültürünü getirmektir. Gerçekten de bizim tarikat ve cemaatlere ilişkin hem alacağımız ders hem de yapacağımız şey budur.

Sonuçta bir sürdürülebilir bir yönetim modeli olamayacağını söylüyorsun. Dolayısıyla bunlar daha çok mevcut sistem, emperyalist odaklar, kapitalist iktidarlar tarafından manipüle edilebildiği sürece yönetsel konumlarını koruyabileceklar. Tarikat ve cematler siyasi bir projeye sahip olup bu ülkeyi yönetemez, diyebiliyoruz.

Yönetemezler. Şimdi komik olacak ama; buradan şeriat isteyenlere de sesleniyorum gibi olacak: Bugün siz şeriatı getirmek isteseniz kimin şeriatını getireceksiniz? Cübbeli Ahmet Hoca'nın şeriatını mı getireceksiniz, Fethullah Gülen'in mi, Mustafa İslamoğlu'nun şeriatını mı getireceksiniz? Siz bugün Menzil tarikatinin şeriatını mı, Yeni Asyacıların şeriatını mı hangisini getireceksiniz? Bunların her biri, bir diğerini din dışı ilan ediyor. Cübbeli Ahmet Hoca ve Mustafa İslamoğlu arasındaki tartışmalara bakın.

Siz bir gün şeriat kurmak isteseniz bunlardan hangisiyle kuracaksınız? Sizin bunların eliyle kurabileceğiniz bir düzen yok. Yani bununla bir kere yüzleşmek zorundasınız. Siz bunlarla bir eğitim sistemi kuramazsınız, o yüzden tevhid-i tedrisat diyor; eğitimi birleştiriyorlar. En önemli sorun bunlarla birleşik bir şey yaratamazsınız. Bunlarla bölünmüş, parçalanmış, birbirinden kopmuş ve herkesin kendi islamı'nı yarattığı bir şey yapabilirsiniz.

O yüzden her şeyde çuvallıyorlar. Bakın, Türkiye'de bugün genel ahlakla dincilik birbirinden farklı yerlere doğru gidiyor. Yani sorunlardan bir tanesi de bu. Genel ahlak demiş olduğumuz, çocuğa, cinselliğe, insana, sokakta yürüyen kadına yönelik -aynı şeyi düşünmesek bile- bir davranış kalıbı. Bütün bu genel ahlak düzeniyle, dincilik birbirinden çok farklı yerlerde bulunuyor. Teoride aynı yerde olması gerekir.

Toplum gerçekten ya genel ahlak kurallarını (sosyal-kültürel bir şeyden bahsediyorum ahlak derken, metafizik bir şeyden değil), bir arada yaşamayı tercih edecek ya da bunların İslam diye savundukları ama açıkçası arkaplanında kendi çıkarları olduğunu gösterdiği şeyi.

O kadar ayrı yerlerde duruyorlar ki, -örneğin Türkiye'de bugünlerde tartışılan cinsel istismar meselesi... Çünkü onlar açıkça söylemeye utansalar da arkaplanda on bir yaşındaki bir çocukla evlenilebileceğini savunuyorlar. Siz genel ahlakla, İslamcılık arasında, çocuklara cinsel yönelimle, İslamcılık arasında bir tercih yapmak zorundasınız ve şunu görmek zorundasınız; şortlu kadına tekme atan adam da aynı adam, küçücük çocuğa cinsel anlamda musallat olan da aynı adam.

Bu adamlar bu zihniyetten besleniyorlar. O yüzden sizin tarikatlar cemaatler olduğu sürece, -şeriat da dahil olmak üzere- herhangi bir düzen kurma imkanınız olmadığı gibi toplumu bu açıdan bir arada tutabilecek bir altyapı yaratma imkanınız yok.

http://cdn00.vidyomani.com/c/0/3/1//baris-terkoglu-8/baris-terkoglu-8-240p.mp4

Peki bu karanlık tablodan ne çıkar?

Şimdi gerçekten de laiklik dediğimiz şey bunun panzehiri olan şey. Tam da Avrupa yüzyıllar önce bizim yaşadığımızın bir benzerini, bir benzer fotoğrafı yaşarken çıkış yolu olarak laiklik kaçınılmaz bir şekilde toplumu dönüştürmek isteyen insanların önüne çıktı. Çünkü toplum orada da mezheplere bölünmüştü, bir gecede otuz bin kişiyi kestiler Paris'te mezhep savaşında. Mezhepçilikle kan dökülen, insanların bir gecede birbirini katlettiği, bir sürü farklı mezhebin birbiriyle yarış içine girdiği bir yer haline geldi ve buradan çıkış yoktu. Yani laiklik tesadüfen var olmadı. O yüzden tam da bu dönemde bu işin panzehiri laiklik. Tam da bu dönemde çıkış noktası laiklik. Bu tarikatlardan cemaatlerden kurtulmamız gerekiyor toplum olarak. Onun da çıkış noktası laiklik.

Bütün çöküş dönemlerinde yani yükselme/ilerleme öyküleri bozulur ve tarikat ve cemaatler bu bozulma hikayesinin çok merkezinde yer alıyor. İnsanın çöktüğü bir dönemdeyiz, insan aklının çöktüğü bir dönemdeyiz, bilimin yerine insanın mistik üretimlerinin konduğu bir yerdeyiz.

Aynı zamanda devletin içinde de bu tür ilişkilerle yükselmenin kolaylaştığı bir dönemdeyiz. Gerçekten Türkiye'de öyle bir hale geldi ki bu insanlar, yükseldi. Birikimli insanlar en dipte yer alıyor. Artık kendilerine yaşam alanı bulamıyor, örneğin akademiye giremiyorlar. Sorbonne'da okuyor ama gelip araştırma görevlisi olamıyor; çünkü o tarikat bilmem ne fakültesini parsellemiş durumda.

Düşünün bunların hastaneleri var; hasta olduğunuzda herhangi bir hastaneye gitmiyorsunuz bunların hastanelerine gidiyorsunuz. Bazen bir adamın tedavi olduğu bir yer mensup olduğu tarikata göre belirleniyor.

İnsanın çökmesinin yerine, insanın yükseldiği, yukarılarda olduğu bir düzeni kurabilmek adına bu tarikatlardan cemaatlerden kurtulmaktan başka şansımız yok.

http://haber.sol.org.tr/toplum/baris-terkoglu-tarikat-ve-cemaatleri-dagitmadan-turkiyeyi-bir-arada-tutma-sansi-kalmadi

 
a45UyF587661-161130202510 Oraj Poyraz At Alpinaasia oraj_poyraz@alpinaasia.com
2016/11/30  23:06 6  64  uyarlama@googlegroups.com


 



--

Yalnizlikla beslenen biriydim; yalnizligimi alirsaniz yemegimi ve suyumu almis kadar olursunuz.
Yalniz kalamadigim her gun gucumden bir seyler alip goturur.
Bununla ovunmuyorum ama onemliydi benim icin.
Odanin karanligi gunesti bana.

Charles Bukowski Sozleri / Heinrich Karl Bukowski / Bilge Sozleri

Hadis-i Serif te, Yahudiler, taslarin ve agaclarin arkalarina saklanacaklar, tas veya agaclar Ey Musluman, ey Allahin kulu, iste Yahudi benim arkamdadir.
Gel onu oldur. diyecektir.
Ancak Garkat agaci haric.
Zira o, Yahudi agaclarindandir diyecegi ifade ediliyor.

(Buhari, Tecrid, IX, 73; Tirmizi, Birr, 25; Fiten, 2; et-Tac, I, 25).

DOGA YASALARI UZERINE DUSUNCELER -9-

I$ik bir dalgacik olarak mi hareket ediyordu, yoksa parcacik olarak mi? Peki neden ikisi birden ayni anda olmasin? 1909 yilinda Albert Einstein isinan cisimlerin davranislarini incelerken, isigin hem dalgacik hem de parcacik davranis ozelligi gosterdigini farketmeye basladi ve sunlari yazdi: Kanaatime gore kuramsal fizigin gelisimindeki bir sonraki safha bize dalga ve yayilma kuramlarinin bir tur birlesimi biciminde bir i$ik kurami getirecektir. 1926 yilinda, atomun bir i$ik paketcigi urettigine kanaat getirilerek ortaya foton kelimesi atildi.

Isigin parcacik ozellikleri gosterdigini Max Planck da farketmisti. I$ik sanki dalga paketleri gibi geliyor ama bunlar parcacik olarak kabul ediliyordu. Ortada bir suru kafa kari$ikligi vardi. Sonunda Louis De Broglie, Einstein in i$ik paketcileri icin turettigi iki denklemi yeniden ele aldi ve iki tur davranisin ayrilmaz bir sekilde butun olusturdugunu tezine yazdi. Yine ayni donemlerde Pauli dislama ilkesi gelistirildi. Bu ilke, neden atomlarda elektronlarin kabuk seklinde ve belli sayilarda yer aldigini aciklamaktaydi. 1920 li yillara gelindiginde ise, her sey adeta corbaya donmustu. I$ik ve atom uzerine yapilan calismalardaki dogruluklardan dolayi kuantum fiziginden kimse vazgecemiyordu, fakat kurami derli toplu bir sekilde izah eden kimse de yoktu. Bazilarina gore bunun soyle bir sebebi vardi. Einstein de dahil olmak uzere, kuantum fizigine kapi aralayan bilimciler hala gecmisten kopamamislardi ve kuantum dunyasini kla$ik fizik cikarimlariyla ele almaya calisiyorlardi. Oysa yapilacak olan sey kuantum cikarimlarini oldugu gibi kabul etmek ve onu kla$ik fizigin anlayisi ile kavramaya calismaktan vazgecmekti. Neyse ki, simdi yeni jenerasyon genc bilimciler geliyordu ve onlar hala eski mantikla gitmektense kuantumu oldugu gibi kabul etmeye hazirdilar.

Bundan sonraki tarihceyi ise ozetlemiyecegim, cunku derli toplu bir ozeti bile onlarca sayfa tutabilir. Dunyanin her yerinden yasli veya genc bilimciler, su kuantum denen seyin ne ifade ettigini anlamak icin binlerce deney yaptilar, yuzlere varsayim gelistirdiler. Hic kimse tam olarak sunu anliyamiyordu; bir partikul hangi yasaya gore hareket etmekte veya yon tercihi yapmaktaydi?

Fizik tarihine cift yarik deneyi olarak gecen deney, cesitli fizikciler tarafindan bir i$ik kaynagi veya elektronlar gonderen cihazlar kullanilarak gerceklestirilmistir. Cagdas fizigin buyuk ustasi Richard Feynman a gore bu deney kuantum fizigini anlayabilmenin tek yoludur ve butun gizem deneyin sonuclarinda saklidir. Dr Hawking in kitabindan alintilara geciyorum. Cift yarik deneyinin ve yorumlarinin tumunu alabilmem mumkun degil. Deneyin yuzlerce, binlerce sayfalik yorumu yapilabilir. Ben kitaptan, onemli buldugum bazi yerleri alacagim.

Kuantum fiziginin ilkeleri 20. yuzyilin baslarinda, doganin atom ve atom alti duzeylerini Newton kuraminin ve gorelilik kuramlarinin aciklamakta yetersiz kaldigi anlasildiktan sonra gelistirildi.

Cift yarik deneyi ilk kez 1927 de, Bell laboratuvarinda deneysel fizikci olarak gorev yapan ve elektron isinlarinin nikelden yapilam bir kristal ile etkilesimi uzerinde calisan Clinton Davisson ve Lester Germen tarafindan gerceklestirildi. Elektron gibi madde parcaciklarinin (partikullerin) su dalgalari gibi hareket ediyor oldugu gercegi, kuantum fizigine ilham veren sasirtici sonuclardan biridir.

Stephen Hawking in anlatmaya calistigi kuramdaki partikul parcacik kavramini, gundelik hayattakiler ile karistirmayin. Mesela tenis toplari, bilardo toplari, tas parcalari gibi. Bunlarin hareketleri rastlantisal olsa dahi Newton hareket ve cekim kanunlarina uyarlar.cift-yarik-deneyi1

Once, bildigimiz parcaciklar ile yapilan cift yarik deneyine bakalim. Yukardaki resimde bir kaynaktan bir gozlem ekranina dogru ufak topcuklar rastgele firlatilmaktadir. Toplar iki yariktan birinden gececek ve arkadaki perdeye ulasacaklardir. Toplarin bir kismi yariklardan gecemeden engele carpar ve donerler, bir kismi ise, iki yariktan birinden gecmeyi basarir. Arkadaki perdede ise toplarin birlesmesi ile bir oruntu olusur. Yariklara yakin noktada parcaciklar toplasirlar, yariklardan uzaklastikca parcaciklar seyreklesir. Bunun matematigi basittir. Arkadaki perdeye dusen toplarin sayisi, yariklardan tek tek gecen toplarin toplam sayisina esit olacaktir. Yani; P12(x)=P1(x)+P2(x) olarak ifade edebiliriz. Arkaya dusecek olan toplarin olasiligi, her bir yariktan gecen toplarin olasiliklarinin toplamidir. Ayrica, perdeye gelen her topun geriye dogru isletilebilen bir gecmisi vardir. Mesela, son firlattigimiz top ustteki yariktan gecip arkadaki perdeye ulasirsa, hareketi geriye dogru isletip topun kaynaga dogru geri gidisini izleyebiliriz. Topun kutlesini, hizini ve benzer degerleri biliyorsak, herhangi bir zaman icinde bulunabilecegi yeri tam olarak belirleyebiliriz.

Buraya kadar sorun yok. Ama kuantum dunyasinin parcaciklari boyle hareket etmezler. Dolayisi ile, oncelikle, yukardaki tablodan cikan sonuclari unutmaniz gerekmektedir. O tablo kla$ik Newton fizigine dayali hareket ve olasilik tablosudur. Alintilara devam ediyorum.

Kuantum fiziginin temel kurallari doganin guclerini ve nesnelerin bu guclere nasil tepki verdiklerini tanimlar. Newton unki gibi kla$ik kuramlar gundelik deneyimimizi yansitan bir cerceve uzerine insa edilmislerdir ve bu cercevede madde bireysel bir varliga sahiptir.

Yukardaki cumleye dikkat. Kla$ik fizigin parcaciklari belli bir kutlesi, hacmi, hizi, ivmesi vb bulunan gercek parcaciklardir. Tipki ust resimde, bir kaynaktan firlatilan toplar gibi. Ama kuantum fiziginin parcaciklari bir olasilik dalgasidir ve hesaplamalari cok farklidir.

Newton fizigindeki parcaciklarin kesin konumu belirlenebilir, belli yollari izler vb. Kuantum fizigi, doganin atom ve atom alti duzeylerde nasil isledigini gosterir. Daha sonra ayrintilari ile gorecegimiz gibi, kavramsal cercevesi tumuyle farklidir ve bu cerceveye gore bir nesnenin konumu, yolu, hatta gecmisi ve gelecegi kesin olarak belirli degildir. Cekim gucunun kuantum kurami veya elektromanyetizmanin kuantum alan kurami hep bu cerceve icinde olusturulmustur.

Gundelik hayatimiza son derece yabanci bir cercevede gelistirilen kuramlar, kla$ik fizik tarafindan olabildigince kesinlikle modellenen basit deneylerin sonuclarini da aciklayabilir mi? Aciklayabilir; cunku biz ve cevremizdeki her sey, akil almaz sayida atomdan olusan birle$ik yapilariz. Bilesimleri kuantum fiziginin ilkelerine uysa da, futbol topunu, salgami, jumbo jeti ve bizi olusturan buyuk atom topluluklarinin yariklardan gecerken kirinimdan kacabilecegi aciktir. Yani, gundelik nesnelerin bilesenleri kuantum fiziginin ilkelerine uymakla beraber, Newton yasalari gundelik hayatimizdaki bile$ik yapilarin nasil davrandigini cok dogru sekilde tanimlayan etkileyici bir kuram olusturur.

Yukardaki anlatimi acmak isterim. Kuantum fizigine cok yuzeysel yaklasan bazi kisiler, bu fizigin diger fiziksel kuramlari yok ettikleri gibi bir sonuca ulasirlar. Boylece, insanlara dogadaki hicbir seyin belirli olmadigi, gerceklikten uzak bir tablo sunarlar. Bu, kesinlikle yanlis bir yaklasimdir. Fark surdaki Newton fizigi, ozel ve genel gorelilik kuramlari ve kuantum fizigi farkli uzay-zaman boyutlarindaki olaylari aciklamak icin gelistirilmistir. Bunlarin her biri kendi icinde dogrudur. Mesela, bir topun belli bir hizla giderken, bir cukurun yanindan gecerken nasil egim kazandigini Newton fizigi ile rahatlikla aciklayabilirsiniz. Fakat ayni hareketi gorelilik kuramlari ile aciklayabilmek de mumkundur. Cunku, gorelilik kuraminda yer alan ve uzun mesafelere, yuksek hizlara ait matematik degerler, bizim kendi uzay-zamanimiza gelince herhangi bir sapma gostermezler. Dolayisi ile ayni sonuclara varabiliriz. Diger yandan, bunun tersi dogru degildir. Yani, yakin uzayda gecerli olan bir matematigi, galaktik olculere uygulayamazsiniz, cunku mesafeden ve hizdan kaynaklanan buyuk sapmalar ortaya cikacaktir.

Kulaga tuhaf gelebilir; ancak bilimde buyuk topluluklarin kendi bireysel bilesenlerinden oldukca farkli bir sekilde davrandigini gosteren pek cok ornek vardir. Tek bir noronun gosterdigi tepkiler, insan beyninin gosterecegi tepkileri neredeyse hic haber vermez veya bir su molekulunu bilmek size bir golun davranacagi hakkinda cok bir sey soylemez. Kuantum etki alanindan Newton yasalarinin nasil ciktigini bulmak icin fizikciler hala calismakta. Kesin olarak bildigimiz sey, butun nesnelerin bilesimlerinin kuantum fizigi yasalarina uydugu ve Newton yasalarinin, kuantum bilesimlerinden olusan makroskobik nesneleri tanimlamak icin iyi bir kestirim sundugudur.

Bu nedenle Newton cu kuramin ongoruleri, etrafimizdaki dunyayi deneyimlerken gelistirdigimiz gerceklik gorusumuze uygundur. Ancak kendi baslarina atomlar ve atom alti parcaciklar, bizim gundelik deneyimlerimize tamamen aykiri bir davranis sergilerler. Kuantum fizigi bize evrenin bir resmini sunan yeni model bir gercekliktir. Bu resimde, gercekligi sezgisel olarak algilayisimizin temeli olan pek cok kavram artik bir anlam tasimiyor.

Yukardaki bolum de cok onemli. Dogada, bir butunu olusturan parcaciklar ile butunun kendisi ayri ayri calisabilirler. Bu gercekten yorumlanmasi cok zor bir konudur ve sadece fizigin degil, mesela norolojinin de ilgi alanina girmektedir. Beni ben yapan hangi norondur? Yoksa noronlarin birle$ik davranisi, kendi basina tek bir norondan farkli bir sey midir? Evinizin onunde bir sinema salonu bulundugunu ve sizin her gun sinemaya gelen insanlari seyrettiginizi dusunun. Tek tek her insanin hareketini bilemezsiniz ama onlarin toplu davranislari, sinemaya gunde ortalama kac kisinin gelebilecegi gibi bir konuda size fikir verebilir.

Kuantum fiziginin anlasilmasindaki en zor konulardan biri, temelinde belirsizlik olan bir fizikten belirliligin ortaya nasil ciktigidir. Bir gokdelene baktiginiz zaman, o gokdelenin aniden ortadan yok olmasini ve baska bir yere gitmesini bekleyemezsiniz. Ortada, makro yasalara uyan genel bir belirlilik hali vardir. Dolayisi ile kuantum fizigini adeta bir masal dunyasi gibi dusunmemek gerekir. Atom ve atom alti parcaciklarin davranislari ne kadar tuhaf olsa da, bu tuhaf dunya ortaya farkli matematiksel modellemelerle aciklayabilecegimiz bir gerceklik cikarmaktadir.

Bir sonraki bolumde yapacagimiz tartisma icin kuantum fiziginin bazi ozelliklerinin anlasilmasi gerekiyor. En temel ozelliklerinden biri dalga-parcacik ikiligidir. Madde parcaciklarinin bir dalga gibi davranmasi herkesi sasirtir. Ancak isigin bir dalga gibi davranmasi artik kimseyi sasirtmiyor. Ingiliz fizikci Thomas Young un deney sonucunda, insanlar isigin Newton un inandigi gibi parcaciklardan degil, dalgalardan olustuguna ikna oldular.

Newton un isigin bir dalga olmadigini soylerken yanildigi sonucuna varilabilir. Ama parcaciklardan olusmus gibi davrandigini soylerken hakliydi. Gunumuzde bu parcaciklara foton diyoruz.

Werner Heisenberg (1901-1976)

Kuantum fiziginin temel ilkelerinden bir digeri de, Werner Heisenberg tarafindan 1926 da formule edilen belirsizlik ilkesidir. Belirsizlik ilkesi bize, bir parcacigin konumu ve hizi gibi belirli verileri ayni anda olcme yetenegimizin sinirli oldugunu soyler. Belirsizlik ilkesine gore, parcaciginin konumundaki belirsizligi momentumundaki (parcacigin kutlesi carpi hizi) belirsizligi ile carptigimizda elde edecegimiz sonuc asla Planck sabitinden daha kucuk olamaz.

(Plank sabiti bir fotonun enerjisinin frekansina bolunmesiyle elde edilen bir sabit sayidir. Yakla$ik degeri 6/10 uzeri 34 jul/saniyedir.)

Biraz tekerleme gibi olacak ama isin ozunu soyle anlatabiliriz. Hizi ne kadar kesin olcerseniz, konumu o kadar az kesin olcersiniz, veya tersi, konumu ne kadar kesin olcerseniz hizi o kadar az kesin olcersiniz. Ornegin, konumdaki belirsizligi yariya indirdiginizde hizin belirsizligini ikiye katlamis olursunuz. Sonuc olarak, kutlesi bir kilogramin ucte biri agirliginda olan futbol topu gibi makroskobik bir nesnenin yerini her yone dogru 1 milimetre kesinliginde saptadigimizda, hizini saatte kilometrenin milyar milyar milyarda birinden daha kesin olarak olcebiliriz. Topun kutlesi 1/3 tur ve konumunun belirsizligi 1/1,000 dir. Planck sabitindeki butun o sifirlara karsilik gelmesi icin hicbiri yeterli degildir ve bu yuzden gorevi hizin belirsizligini ustlenir. Ancak bir elektronun kutlesi 0,0000000000000000000000000000001 dir, bu nedenle elektronlarda durum oldukca farklidir. Bir elektronun konumunu, bir atomun yakla$ik buyuklugune denk gelen bir kesinlikte olcersek, belirsizlik ilkesine gore bu elektronun hizini saniyede arti veya eksi 1,000 kilometreden daha kesin olcemeyiz ki bu da pek dogru bir olcum olmaz.

Bunu farkli yorumlayanlar da olmustur. Bir baska yoruma gore ise, elektron gibi bir parcacigin hem hizini hem konumunu ayni anda kesin olarak belirleyemeyiz, cunku dogada hizi ve konumu ayni anda kesinlikle belirlenebilecek boyle bir alt parcacik yoktur. Bunun soylenmesinin sebepleri var ve bu durum parcaciklarin olasilik dalgalari ve fazlari konusuna girildiginde daha netlikle ortaya cikacak.

Bir sonraki bolumde, cift yarik deneyinin su dalgalari ile elektronlarla nasil sonuclar verdigini ele alacagim. Ancak cift yarik deneyinin kuramsal yorumlari gozden gecirildikten sonra kuantum kuramina gercek bir giris yapilabilir; cunku kuramin icerdigi cikarimlar hayal gucunun sinirlarini zorlamaktadir.
-devam edecek-

Levent ERTURK
LEVENTERTURK1961
https://leventerturk1961.wordpress.com/


Grup eposta komutlari ve adresleri :
Gruba mesaj gondermek icin : ozgur_gundem@yahoogroups.com
Gruba uye olmak icin : ozgur_gundem-subscribe@yahoogroups.com
Gruptan ayrilmak icin : ozgur_gundem-unsubscribe@yahoogroups.com
Grup kurucusuna yazmak icin : ozgur_gundem-owner@yahoogroups.com
Grup Sayfamiz : http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz : http://orajpoyraz.blogspot.com/










BitCoin URL: 16496HKpgEEpx1d6t688HiXXdJP5jdA9xo LiteCoin URL:   LTtsCJ2mLUXLLs8v5US8w5zQeq66eakPtU

NameCoin URL       :  N7wbJyxqoueznDHu9tnu56y1V7B9P1Phs4
FeatherCoin URL     :  6rHGzeMefFvzqmBM5VNqmUziCxtga4wpDs
TerraCoin URL        :  1GQFs8GpaTXxoeTAsGmo56WNfYSZRy2mBD

PeerCoin URL         :  PMeBpz6X9RRLQxdFs5Jws5JwFec3Mzen8q6Twg