1 Nisan 2013 Pazartesi

Re: 15-Bekir Coşkun: Köylüler...

Sayın Başsoy,
Aslında sorun bir parti sorunu olmaktan çok kitleleri etkileyen ideolojinin ne olduğuyla, ne kadar kapsayıcı, ne kadar pratik sonuçlar üretebildiğiyle ilgi.
Partiler kurumsal yapılar.
Bunların toplumun bütün katmanlarında, bütün sorunlarına cevap üretmeleri mümkün değil.
Bu nedenle Partilerin yanında onunla akord içinde, ideolojik temelleri paralel birçok sivil toplum örgütü olmalı.
Sosyal demokrasi, demokratik sosyalizm, sosyalizm, Kemalizm gibi çağdaş fikirlerin bütün renklerini içeren, toplumu kuşatan, aidiyet hissi yaratabilen, sürükleyici fikirler, projeler ve bunların pratiğini yapan STK'lar olmalı.
Halen sol'un temsilcisi iki parti vardır.
Birisi CHP, diğeri İP'dir.
STK olarak Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, AtaTürkçü Düşünce Derneği, Kardelen örgütü gibi bir elin parmakları kadar az sayıda sol sosyal dernek ve kurum vardır.
Oysa toplumun sorunları çok fazladır.
Sokak çocukları, düşkün sahipsiz yaşlılar, afetzedeler, fuhuşa itilmiş kadınlar, şiddet gören kadınlar, emeği sömürülen çocuklar, bakıma muhtaç hastalar, sakatlar, günlük öğününü temin edemeyenler, okulsuz semtler ve daha birçok ayrı ayrı çözümler isteyen kitleler, sorunlar var.
Bunların her biri için sol, sosyal demokrat bakışa sahip olan, spesifik STK'ları, vakıflar, dernekler olmalı ve böylece toplumu kuşatmaklı.
Elde edilmiş belediyeler, kurulmuş STK'leriyle birlikte akord içinde toplumu kuşatmalı, ve sosyal demokrasinin nimetlerini halka iktidarda olmadan önce, daha yerel yönetimlerdeyken, ve en sonunda en güçlü şekilde merkez yönetimdeyken göstermeli.
Halkın sorunlarını partinin yerel ya da merkezi yönetimde iktidara gelmesini beklemeye tahammülü yoktur.
Esasen partiler ideolojinin çatı örgütü olarak sokaklarda yaşanan sorunların hepsine çözüm üretme imkanına sahip değildir.
Aksi halde sol, sosyal demokrasi karnı tok insanların kendi kendine kırathane, parti, dernek, lokalde yakınma, isyan muhabbeti yaptığı bir ideoloji olmaktan kurtulamaz.

Mürtecilerin on yılardır başarıyla yaptıkları şey budur.
Her türlü dernek, vakıf, lokal, öğrenci yurdu, cami örgütlenme yoluyla daha muhalefet bile değilken toplumu kuşattılar, on yıllarca böyle devam etti.
Sonra bazı yerel yönetimleri alarak örgütlenme gücünü daha da artırdılar.
Daha sonra ana muhalefet olduklarında daha da güçlü şekilde toplumu kuşattılar.
En sonunda iktidar oldular ve hala da çalışmayı bırakmadan toplumun gündelik sorunlarına kurumsal çözümler ürettiler.

Sol örgütler bu anlamda çok cılızdır.
Toplum pratik sonuçları hemen şimdi almak istemektedir.
Solun ideolojik sloganları, tartışmaları kuru gürültü hükmüne düşmektedir.
Oraj POYRAZ

 

On 30.03.2013 21:24, Ülkü Bassoy wrote:
Sayın Poyraz,
Sizin değerlendirmeleriniz de Bekir Coşkun'un yazısı da harika.
Teşekürler ederim.

Bana göre bizim-ükemizin, ulusumuzun sorunları çok güç çözülür:
Çünkü, önce nitelikli eğitim-öğretim 1950'li yıllardan bu yana çökertilmiştir.
Yetmişbeş milyonluk bir Türkiye'de okunan gazete sayısı, Anadoludakilerle birlikte 7 milyonu geçmiyor:1/10.
Kaldı ki bugünkü basın ve görsel basının  yüzde sekseni hükümetçe ele geçirilmiş; bir bölümü de hain, biliyosunuz.

Üniversitelerimizdeki eğitim düzeyi, vaktiyle Server Tanilli'nin vurguladığı gibi, neredeyse Avrupa ülkelerinin "olgunluklu lise" düzeyinde. Bir akademisyen ressam arkadaşım söyledi: Akademilerdeki resim, heykel öğrencileri, çıplak model yasaklı olduğundan kadın bedenlerini erkeksi çiziyorlarmış!
Bu arada imam okulu çıkışlılar bürokrasiyi doldurmuşlar, doldurmayı sürdürüyorlar. İmam-toplum olma yolundayız.

Bugünün sorununun başlangıcı, 1946'dır.
Eğitim bir yana, yarım yamalak okuma yazma oranının yüzde 40-50'lerde olduğu o dönemde " bir adama bir oy"  ilkeli, biçimsel-ilkel de olsa, demokrasinin dikenli yollarına erken girişimiz ve Köy Enstitüleri'nin kapatılma inişinin başlatılması.

Ne yazık büyük İnönü'nün 12 Temmuz beyannamesiyle " sözümona demokrasi" yolunu açması onun aymazlığı olmuştur. Bunun sonuçlarının neler olacağını, o da çevresindekiler de  göremediler. Bugün dahil, tüm dönemlerde biçimsel kalmış  "demokrasi"nin 1946-50 arası uygulaması Türkiye'de geriye gidişin başlangıcı durumuna geldi: "Komünizm öcüsü"nün yaratılması, ırkçı Türkçülüğün baş verip etkinlik kazanması- DTCF dörtlüsü- Boran-M.Şerif-Boartav-Berkes'in ezilmesi- cehalet ve dinciliğin yok edilememesi, oturaklı bir toprak reformunun yapılamaması- feodal yapının değiştirilememesi, Hasan Ali'nin MEB'na yeniden getirilmemesi, Köy Enstitüleri'nin kapatılma yolunun açılması, ABD -Türkiye komisyonu kararlarının uygulamasına geçirilmesi, İmam okullarının açılmaya başlanması vb.

Halkımızın tüm bunlara karşın bir türlü uyanamaması ve seçimlerde desteklemesi gereken ulusalcılığı benimseyememesi işte sizin, Bekir Coşkun'un-kaçıncı kez- bu haklı değerlendirmelerine neden olmaktadır.
Unutulmaması gereken bir olay da Vural Savaş'ın bu duruma karşı gösterdiği haklı tepkidir.

Ülkemizi, hakımızı  emperyalist ülkelerin boyunduruğundan kurtarmakla kalmayıp laik, demokatik, toplumcu devletin kurucusu, sürdürücüsü ve bugünler için de kaçınılmaz kollayıcısı- uzun süre emekçi- askerimiz bu niteliğini büyük özverilerle uzun süre korumuş, halkımızın, ulusumuzun göz bebeği olmuştur.
Ancak önce Ordu Yardımlaşma, sonra (hem de Hollandalılar'a sattıkları) OYAK'ların kurulması, lüks ordu evlerinin işletmeye açılması, kendi içinde sınıf (Assubayar) ayrımcılıkları yapması gibi nedenlerle 1970'lerden bu yana ne yazık ki, Mustafa Kemal'in Ordusu olma niteliklerini, ve bunların sonunda öz güvenleriyle birlikte  en azından bir oranda yitirmeğe başlamıştır.
Sonunda iş, kendi personelinin dahi girmesi çok büyük oranda olanaklı bulunmayan kozmik odayı Bülent Arınç'ın adamlarına açabilecek bir niteliğe bürünmesi acısına ulaşmıştır. Bugün Silahlı Kuvvetlerimizin, sadece Türk ve Türkiye düşmanlarının işine yarayacak sırları, mahkemeler tarafından bütün dünyaya açıklanabilmekte ve kendilerinden herhangi bir ses çıkmamaktadır.
Bu acıyı şimdi ben ve benim gibi düşünen sivil milyonlar çekiyor.
İlker Başbuğ gibi bir Genel Kurmay Başkanı'nın ve Hasdal hükümlülerinin, Silivri tutuklularının, tutsaklarının bu duruma düşürülmeleri, haksızlığa uğratılmaları karşısında kendilerinden en azından insani bir ses duyamamamızın acısını umarım bizimki gibi  birçok asker görevlinin de yüreğini yakıyordur.

Bu arada Erol Manisalı, Fatih Hilmioğlu, Yalçın Küçük için yaşam boyu hapisler isteniyor, Faruk Yarman 18 yıl hapis hükümlüsü, değerli yazarlarımıza 6 kez yaşam boyu? Nasıl olur?

Bu durumdan nasıl çıkabiliriz?

Demokratik(?!) siyasal dizgemiz içinde yeterliliği, inandırıcılığı bulunan; camilere sığınmış insanlarımızda da bir umut yaratabilecek nitelikte bir  siyasal liderliğin bir türlü çıkamaması, halkımızın içine düştüğü bu uyku ve aymazlık halinin yanında, içinde bulunduğumuz koşulların, bugünümüzün en önemli sorunudur.
Selamlar.
Ülkü Başsoy


2013/3/30 Oraj POYRAZ <orajpoyraz@emaildodo.com>
Şimdi biliyorum, yine bir kalabalık sıçrayacak, hoplayacak.
Vay Bekir Coşkun halka hakaret etti, küçümsedi, tepeden baktı diyecek.
Önünü almak için belirtiyorum.
Bekir Coşkun aynı benim gibi doğru bildiğini, dosdoğru söylemiş.
Kıvırtmadan, dalkavukluk yapmadan.

Ülkemiz halk dediğimiz insanların tercihleriyle şekillendi.
Eskiden bunlar köylüydü, şimdilerde kentlere göç ettiler.
Artık Varoşlarda yaşıyorlar.
Türk olanların sorunu tek, köyden kente göç ettiler, kentli olamadılar.
Kürt olanların sorunu iki tane, bunlar ek olarak bir de etnik allerji geliştirdi.
Şimdi mega, ultra ölçekli köylerde yaşayan köylülükten çıkmış, kentli de olamamış kalabalıklar var.
Bu kitleler çıpalarını yitirmiş durumda, sürükleniyor.
Bütün değerler sistemi yıkılmış.
Etnik ya da dini gerçek üstü fikirler etkisinde.
Sıkıntı burada.

Demokratik nizam içinde bunların oyunu alabilen, bunları kandırabilen iktidar oluyor.
Ticarette de aynı, reklam verenler bunlara yönelik, TV rating kuruluşları bunları ana seyirci kitlesi sayıyor.
Bunlara mal satabilen zengin oluyor.
Bu insanların içine düştükleri ideolojik fırtınalar ülkeye şekil veriyor.
Eskiden gecekondu bölgeleri solcuydu.
Şimdilerde cemaatçi, bazen de bölücü, Kürtçü.
Bu insanların beğenileri, estetik anlayışları, ahlakları ülkenin ana fikrini oluşturuyor.
Ülke bu insanların değer yargıları, estetik anlayışları, ahlakları geliştikçe ilerleyecek, zenginleşecek.
Ya da tam tersine bu insanlar irtica, şeriat gibi fikir kanserlerine yakalandıkça ülke fukaralaşacak, sömürülecek, belki de kan banyosuna girecek.
Bizler kentli olabilmiş, dünya kültürüne entegre olabilmiş olanlar bu kalabalıkların estetik anlayışlarını, ahlaklarını, kültürlerini beğenmiyoruz.
Ancak, bu gidişi değiştirme, iletişim geliştirme, yönlendirme yeteneğimiz de yok.
Çünkü, doğruyu söylemek, sempati ya da empati yaratmıyor, sorunu çözmüyor.
Kandırmak, inandırmak da faydalı değil.

Bu halkın çıpasını yitirdiğini söylüyorum, çünkü bu kitlelerin ahlakları gerçek üstü bir şekilde tek taraflı.
Hani hep tarihten, büyük imparatorluklardan, zenginlikler, ihtişamlar, altın çağlardan bahsederiz ya, işte bu devirlerin hiçbirisinde de olmayan bir aykırılık bu.
Dünya da ve tarihte emsali yok.
  • Benim arsama tecavüz etmeyeceksin, ama ben dilediğim yere gecekondumu yapacağım.
  • Ben çalacağım, ama benim malımı çalamayacaksın.
  • Kimse benim önüme tükürmeyecek, ama ben dilediğim yere tüküreceğim.
  • Kimse benim karıma kızıma yan gözle bakmayacak, ama ben dilediğim kadına taciz, dilediğime tecavüz edeceğim.
  • Ben hileli mal satacağım, ama kimse bana hileli mal kakalamayacak.
  • Vb.
Böyle işte hep tek taraflı.

Aydınlar, zenginler, entellektüeller azınlıkta.
Gerçekten, doğrudan, gelecekten bahsedenler tepki görüyor, aydın halktan kopmuş deniyor, ötekileştiriliyor.
Dalkavukluk yapan, pohpohlayan, kandıran, kestirmeden kazanç, kolaydan zenginleşme önerenler halkçı aydın oluyor, halk onlara kulak veriyor.
Bir kısır döngü var.
Toplum bir çukurun içinde debelenip duruyor.
Fukaralaştıkça canı yanıyor.
Yaşadığımız iç savaşta evlatlarını kaybediyor, canı yanıyor.
Yerli zenginler, küresel zenginler elindekini, tarlasını, arsasını alıyor, canı yanıyor.
Adeta dayak aptalı olmuş durumda.

Sonuçta, ne olursa olsun, birilerinin bu insanlara yanlış yolda olduklarını, tek taraflı bir ahlak sisteminin gerçek olamayacağını, çalışmadan, yorulmadan ve üretmeden, rahat yaşamanın mümkün olmadığını, bu şekilde önce onurlarını, sonra hürriyetlerini daha sonra da bağımsızlık ve geleceklerini kaybedeceklerini anlatması gerekli.

İşte Bekir Coşkun bunu yapmış. Doğru bildiğini dosdoğru söylemiş.

Aksi halde, halk dalkavukluğuyla, yalanla, dolanla, gerçeküstü, hayali fikir ve ideallerle bu halk gerçekten de insanlık denilen ailenin en onursuz, en aşağılık, en ezilen üyesi olacak.
İşgaller, etnik arındırma, katliamlar, etnik ve kültürel assimilasyonlarla tarihe karışıp yok olacak.

Oraj POYRAZ



Bekir Coşkun: Köylüler…

30 Mart 2013

Onlar leğene "teşt", çağırırken "heşt" derler…

*

Okula mektep…

Eşeğe merkep…

Dayağa kötek…

*

Kalın, ağır minderleri vardır…

Şakaya "hanek" derler…

Yabancı geldiğinde tavuklarını kesip yedirirler, canlarını verirler ele, misafirin önünde el pençe dururlar…

Sonra birbirlerini vururlar…

*

Yan yana oturup bağırarak konuşurlar…

Ama hiçbir zaman anlaşamazlar…

O zaman kendi tezlerinin doğruluğuna yemin ederler…

Adama "heri"

Kadına "garı"

Her sözün başında "gali" derler…

*

İlim sahibidir hepsi…

Tereyağına patates ezmesi karıştırmayı onlar gerçekleştirdiler…
Arının yerine geçip, şeker şerbetinden bal icat ettiler…

Almanlar bile şaşırdı; pancar su pompasına tekerlek takıp nasıl da düğüne gittiler?

*

Gazete, kitap okumazlar…

Öğretmene "muallim"

Sofuya "âlim" derler…

*

Onlar için ayakkabıların üstünden çok altı önemlidir…

Kapının önüne koyarlar ama, en çok camide çalınır ayakkabılar…

Televizyonun karşısındaki divanda ayaklarını altlarına alıp oturarak, bayılırlar dizi seyretmeye…

Bitince, birbirlerine diziyi anlatma faslı başlar…

*

Ve topluca şehirlere göç ettiler şu son yıllarda…

Birer şemsiye alarak ve kahvehanede ayak ayak üstüne atarak, sınıf atlamak isterler…

Ama atlayamazlar da…

Çoğu benim gibi, içindeki köylüyle kalır baş başa…

*

Kaçak elektrik kullanıp camiye giderler…

Yalanlara inanmış gibi yapmayı, karşılığında avanta almayı severler…

Demokrasinin "D"sini bilmezler…

Ama demokrasi en çok onların yüzünü güldürür…

Makarna, nohut, kömür…

*

Sisteme göre nasılsa son sözü çoğunluk söyler…

Onların dediği olur sonuçta…

Kendine benzeyeni seçer köylüler…

*

Uzağa "deh"

Şaşırınca "peh"

Kandırılınca "teh" derler…

Cumhuriyet

a45UyF587661-201303300947-15
^^^^^ - vvvvv


--
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
Bir milleti tutsak etmek isterseniz, onun muzigini curutun.

Konficyus

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

Ben,Manevi Miras olarak,
Hicbir Ayet, hicbir Dogma,
Hicbir Donmus ve kaliplasmis Kural birakmiyorum.
Benim Manevi Mirasim Bilim ve Akildir...

K.Ataturk


Daha gun o gun degil, derlenip durulmesin bayraklar.
Dinleyin, duydugunuz cakallarin ulumasidir.
Saflari siklastirin cocuklar,
Bu kavga fasizme karsi, bu kavga hurriyet kavgasidir.

Nazim Hikmet Ran

"Tanri kotulukten ve acidan korumak istiyor mu?
Fakat bunu yapmaya gucu mu yok?
Eger yoksa, O gucsuz, ya da kesinlikle her seye gucu yeten degildir.
Her seye gucu yeten fakat istemeyen mi?
Eger oyle ise , O kotudur, ya da kesinlikle tum iyilik degildir.
O, ne gucu yetiyor, ne de istemiyor mu?
O zaman. O'nu Tanri diye cagirmak sacma olur.
O, hem gucu yetiyor hem de istiyor mu?
O zaman kotuluk nereden geliyor?"

(Istencin Ozgur Secimi Uzerine. Giris.)
EPICURE

Kurmus oldugum gruba uye olun
Moderasyonsuz, sansursuz ve ozgur bir gruptur:
Ozgur_Gundem-subscribe@yahoogroups.com

Ayrilmak isterseniz de:
Ozgur_Gundem-unsubscribe@yahoogroups.com

Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz.
http://orajpoyraz.blogspot.


This eMail was sent by Oraj POYRAZ at cimcime@neomailbox.net.
For questions and changes contact the Group Administrator: at cimcime@neomailbox.net.
If you want to unsubscribe from this orajpoyraz@emaildodo.com Group click here
To file a complaint please send an eMail to: complaints@emaildodo.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder