25 Şubat 2017 Cumartesi

EMİN ÇÖLAŞAN : Abdülhamit gerçekleri!

 


EMİN ÇÖLAŞAN : Abdülhamit gerçekleri!

25 Şubat 2017



Sevgili okurlarım, Osmanlı padişahı Abdülhamit için TRT tarafından hazırlatılan dizinin ilk bölümü dün akşam yayınlandı. Birileri yine iyi para kazandı!

Şimdi piyasada Abdülhamit modası var. Osmanlı'nın bu padişahı zorla yüceltilmek isteniyor, adı çeşitli kamu kurumlarına veriliyor. Son olarak İstanbul'daki koskoca GATA Hastanesi'nin adı Abdülhamit Hastanesi olarak değiştirildi.

Biz millet olarak tarihimizi hiç bilmeyiz. Oysa bu padişah ilginç biridir.

1876-1909 yılları arasında tam 33 yıl boyunca tek adam olarak padişahlık yaptı.

Dönemi hezimetler, yenilgiler ve her biri devlete utançlar veren olaylarla doludur.

Bu süre içerisinde kazandığı bir tek zafer, bir tek başarı bile olmamıştır.

* * *

1877 yılında Rus ordusu Osmanlı'ya saldırdı. Doğu'dan Erzincan'a kadar girdiler, Batı'da Rumeli ve Trakya'nın bir bölümünü ele geçirdiler. Bu yenilgi tarihimizde 93 Harbi olarak anılır.

Kuzey'den gelen ve Plevne müdafaasını çökerten Rus orduları İstanbul'u işgal etmek üzereydi. Yeşilköy'e kadar dayandılar. Abdülhamit İngiltere'ye başvurup "Beni kurtarın" diye ricacı oldu ve İngiliz donanması İstanbul'a demir attı.

Ruslar o günkü adı Ayestefanos olan Yeşilköy'de 10 katlı apartman yüksekliğinde görkemli bir zafer anıtı yaptı. Abdülhamit derseniz, çok uzun yıllar boyunca padişahlığını bu anıtın yanı başındaki Yıldız sarayında (ve hiç utanmadan) sürdürdü.

* * *

Tahta çıktığı zaman Osmanlı'nın parlamentosu vardı. Hemen ilk iş olarak kapattı!..

Ve o günden sonra 33 yıl boyunca ülkeyi tek adam-tek despot yöntemiyle yönetti. Sadrazam, büyük devlet adamı Mithat Paşa'yı bugün Suudi Arabistan'da olan Taif Kalesi'ne sürdürdü ve orada adamlarına boğdurarak şehit etti.

Korkak, vesveseli bir adamdı. Padişah kaldığı sürece sarayından sadece cuma günleri namaza gitmek için çıkardı! Ne de olsa halife idi!

Ülkeyi gizli hafiyeler ve jurnalcilerle yönetti. Nice asker ve sivil yurtseverleri İmparatorluğun Fizan, Yemen gibi en ücra köşelerine sürgün edip hayatlarını kararttı.

* * *

Evet, korkaktı.

Dünyanın en güçlü donanmalarından biri elindeydi. Haliç'teki donanmayı "Dışarı çıkarsa bu gemiler sarayımı bombalayıp beni tahttan indirirler" korkusuyla orada yıllar boyu çürüttü.

Devlet kendisinden sonra Balkan Harbi ile Birinci Dünya Harbi'ne girdiğinde donanma sıfır düzeyinde idi ve gemiler artık çalışmıyordu!

O iki savaşta yine hezimete uğradık.

Elinde Ertuğrul isimli ahşap bir firkateyn vardı. Onu Japon İmparatoru'na nişan ve madalya vermek için Japonya'ya gönderdi. Hint Okyanusu'nun fırtınalı denizlerine dayanamayan ahşap Ertuğrul dönüş yolunda battı ve 587 denizcimiz boğularak şehit düştü.

* * *

İstanbul'da yaşayan Lorando ve Tubini isimli iki piyasa bankerinden büyük miktarda borç almıştı. Geri ödeme zamanı çok geçtiği halde, Fransız uyruklu bu iki bankere borcunu ödemedi.

Yıl 1901.…Bunun üzerine Fransa hükümeti Limni ve Midilli adalarına donanmasını gönderip asker çıkardı.

Borç ödeninceye kadar her iki adanın da gümrük gelirlerine el koyduğunu resmen açıkladı.

Paçaları tutuşan Abdülhamit borcunu ödemek zorunda kaldı.

Bu durumlara düşürülen bir devletin saygınlığı olur mu!

* * *

Orduyu ve donanmayı yok eden Abdülhamit savaştan korkardı. Bir tek Yunanistan'la savaştı ve kazandı!.. Ama hiçbir kazancı olmadı, Batılı devletlerin baskısıyla nasihat aldı.

Onun döneminde bir karış bile toprak kazanamadık ama verdiği yerler çok!

Teselya'yı Yunanistan'a, Kıbrıs'ı İngiltere'ye verdi.

Karadağ, Bulgaristan, Romanya ve Tunus elden çıktı.

Gerçek bir despottu…

Astığı astık kestiği kestikti ama doğruyu söylemek gerekirse insanları idam ettirmezdi. Sürgün edip susturmayı her zaman tercih etti.

Kendisine her gün yüzlerce jurnal gelirdi. Bu iğrenç jurnalleri verip insanların hayatını kaydıran herkesi saraydan maaşa bağlamıştı. Devletin kese kese altınlarını onlara ihsan ederdi. Jurnalcilik bir sürü sahtekarın geçim kapısı olmuştu.

* * *

Özellikle Batı ülkelerinden acayip korkardı. Onlarla sorun çıkmasını istemez, ne dedilerse onu yapardı.

Yıl 1905. Ermeni terör örgütleri kendisine Yıldız Camisi avlusunda bombalı saldırı düzenledi ve Abdülhamit'in kıl payı kurtulduğu bu patlamada yakınında bulunan 26 kişi öldü. Ermeniler bu paralı görevi, taşeron olarak kiraladıkları Edward Jorris isimli bir Belçika vatandaşı anarşiste yaptırmıştı.

Jorris yakalandı, her şeyi itiraf etti ve idama mahkum edildi… İstanbul'daki Batılı devletler hemen devreye girip katilin Belçika'ya iade edilmesini istediler…

Ve Jorris'i gizlice iade etti, gemiye bindirip ülkesine gönderdi!

* * *

Günün birinde Selanik ve Makedonya'da İttihat ve Terakki Cemiyeti kuruldu. Yurtsever asker ve sivil aydınlar İmparatorluğun içine düştüğü durumlara artık isyan ediyor, özgürlük istiyordu.

Yıl 1908. Bazı subaylar emirleri altındaki askerlerle birlikte dağa çıkıp Meşrutiyet ilan edilmesini, Meclis'in yeniden açılmasını istediler.

Şimdi dizilere konu olan Abdülhamit başına gelecekleri görmüş ve yine korkmuştu.

İkinci Meşrutiyet'i ilan etti, 33 yıl aradan sonra Meclis'i tekrar açtırmak zorunda kaldı.

Süngüsü iyice düşmüştü.

Selanik'ten İstanbul'a Meşrutiyet'i korumak ve sahip çıkmak adına askeri birlikler (avcı taburları) gönderildi. Ancak yobazlar-şeriatçılar bu olanlara karşıydı.

Avcı taburlarında görevli bazı çavuşları ayarlayıp isyan çıkardılar.

Bu isyan tarihimizde 31 Mart şeriat olayı olarak bilinir.

* * *

Bu kez isyanı bastırmak için Selanik ve Edirne'den yeni askeri birlikler yola çıkarılıp trenlerle İstanbul'a gönderildi.

Bunun adı Hareket Ordusu oldu…

Hareket Ordusu İstanbul'da isyanı bastırdı. Kurulan Harp Divanları gereken yargılamaları yaptı ve çok sayıda yobaz idam edildi.

Bu arada Meclis toplandı ve Abdülhamit'in tahttan indirilmesine karar verdi. Yerine kardeşi Reşat padişah oldu.

(Burada bir parantez açıyorum. Bu konuları baştan sona öğrenmek isteyenler Osman Selim Kocahanoğlu'nun şimdi üçüncü baskısı yapılan "31 Mart Ayaklanması ve Sultan Abdülhamit" isimli çok ilginç ve öğretici kitabını okuyabilir. (Temel Yayınları).

* * *

Bu sırada Balkan Harbi başlamış, Bulgar ordusu neredeyse İstanbul'un kapısına dayanmıştı. İttihat Terakki hükümeti İstanbul elden giderse devletin eski padişahı da esir düşebilir korkusuyla Abdülhamit'i İmparatorluğun en güvenilir bölgesi olan Selanik'e (çocukları ve karılarıyla birlikte) sürgün gönderdi. Orada devlet tarafından kiralanan Alatini köşkünde kaldılar.

Padişahlığı süresince on binlerce masum insanı sürgün eden şahıs şimdi kendisi sürgün edilmişti!

* * *

Abdülhamit 31 Mart irtica olayına acaba destek vermiş miydi?

Bu konu bugün bile bilinmiyor. Elde somut bir kanıt yok. Destek vermiş olmasa bile karşı da çıkmamıştı.

Bir süre sonra, 1914 yılında Birinci Dünya Savaşı patladı. Selanik tehlike altındaydı.

Devlet, bu eski padişahı bu kez yine aynı gerekçeyle, düşman eline geçmesin diye İstanbul'a getirip Beylerbeyi Sarayı'na yerleştirdi. 1918 yılında ölünceye kadar orada yaşadı.

* * *

Ürkek, korkak, vesveseli bir adamdı. 33 yıl boyunca uyruklarına kan kusturdu.

Bu süreçte iyi işler de yapmadı mı? Elbette yaptı ama kötülükleri iyiliklerinden çok daha fazladır.

Koskoca güçlü donanmayı Haliç'te çürüttü.

Girdiği her savaşta (Rus ve Yunan) ordumuzu saraydan yönetmeye kalkışıp yenilgiye uğrattı.

Kıbrıs dahil pek çok mülkümüzü yabancılara kaptırdı.

Ülkeyi hafiyelerin verdiği gizli jurnallerle yönetti. Tahttan indirildikten sonra kurulan heyetler, Yıldız Sarayı'nda torbalar dolusu jurnaller buldu. Ama bunlar okundukça bazı acı gerçekler de ortaya çıktı. Abdülhamit'e en karşı bilinen bazıları bile ona jurnal vermişti! Bunun üzerine jurnallerin okunmasından vazgeçildi ve hepsi birden heyetler önünde yakıldı!

* * *

Rus ordusunun Yeşilköy'de, sarayına birkaç kilometre ötede yaptırdığı görkemli zafer anıtının yanında hiç utanıp sıkılmadan padişahlık yapıp devletin onurunu çiğneten bu şahıs şimdi neredeyse "Kahraman (!)" ilan edilecek. (Bu anıt daha sonra İttihat ve Terakki döneminde dinamitlenerek yıkıldı.)

AKP iktidarı siyasi masallar okuyup Abdülhamit'i böyle yapay yöntemlerle parlatmayı bir yana bıraksın da, tarihin gerçeklerine bir baksın.

O padişahı böyle TRT dizileriyle falan aklamak mümkün değildir.

Şu kısacık yazıda çok özetle anlatmaya çalıştıklarım herhalde bunun kanıtıdır!

http://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/emin-colasan/abdulhamit-gercekleri-1699324/

 
a45UyF587661-170225172138 Oraj Poyraz oraj_poyraz@alpinaasia.com
2017/02/25  19:39 2  65  alelma@yahoogroups.com


 



--

DAL
. . . . . .
Dag uzanir gokyuzune,
Oluler karanliga uzanir.
Nerelerden nerelere varir yasamak,
Acidan, igde sariligindan, dusunuden uzanir.
Sever misin, opuler ardi bos,
Iste biraktigi guzelin, bir cirkin uzanir.
Yankilar, gezegenlerden agri gelip gider,
Basi kopmus gok mamurlariindan bir uzanir.
Uzandigimiz, belki de bu gece, belki de bu yatakta
En bilinmeze uzanir.

Fazil Husnu DAGLARCA

Tum kara kopekleri oldurunuz.
Cunku onlar seytandir.

Hanbel 4/85; 5/54

DOGA YASALARI UZERINE DUSUNCELER -5-

Bilimsel determinizm (yasalarin belirleyiciligi, zorlayiciligi) sadece bilimin degil felsefenin ve teolojinin de ilgisini ceken bir konudur. Cunku eger bu sav dogru ise, ahlak anlayisimiz ve ozgur irade gibi konularda ciddi anlamda sorgulamalar yapmamiz gerekecektir. Bilinc ve ozgur irade sorunu gercekten de anlasilmasi, yorumlanmasi en zor konulardan biridir. Insan, davranislarini kendi benliginin ve ozgur iradenin yonetiminde, bazi toplum, ahlak ve din yasalarina uyarak mi belirler, yoksa hic farkinda bile olmadigi doga mekanizmalarinin etkisinde mi yonlendirilir? Bizler bir seyleri tercih ettigimizi zannederken, gercekten de bilincli bir tercih mi yapmaktayiz? Dahasi, bilinc nedir? Bu konu gunumuzde pek cok bilimin ilgi alanina girmistir. Bilgi yonetimi, paralel zeka, genel noroloji, bilissel noroloji, noro-p$ikoloji, genel p$ikoloji ve bilincalti calismalari gibi. Ortada farkli kuramlar ve sorular bulunmaktadir. Ornegin, bilissel tayfin fizyolojisi veya fenomenal hislerin noral temelleri gibi.

Fizik biliminin, yakin uzayda (Newton fiziginin kullanildigi Dunyasal uzay-zaman algilaminda) gecerli olan yasalarina gore ise bilimsel determinizm bir gercektir. Evrende, gecmiste gerceklesmis, su anda gerceklesen ve gelecekte gerceklesecek olaylar bilimsel yasalarla belirlenmistir ve bu olaylarin gerceklesmeleri zorunludur. Bu, cok iddiali bir gorus gibi gorunse de sakin hafife almayin, bu sayede Ay ve Gunes tutulmalari, kuyruklu yildiz gecis zamanlari vb kesinlikle ongorulebilir. Fakat, tum evren soz konusu oldugunda, mesela isin icine atomlar girmeye basladiginda bilimsel determinizmden emin olunamaz veya farkli yorumlar getirmek gerekebilir. Konuyu fazla dagitmadan, kitaptan alinti ile devam ediyorum.

Bilimsel determinizmi ilk kez ve acik bir bicimde ortaya koyan ismin Laplace oldugu kabul edilir. Evrenin belirli bir zamandaki verili durumunda, ek$iksiz bir yasalar dizisi onun hem gelecegini, hem de gecmisini tam olarak belirleyebilir. Bu durum, mucize olasiligini veya Tanri nin oynayacagi etkin bir rolu dislar. Laplace nin formule ettigi bilimsel determinizm, doga yasalarinda bir istisna (ornegin mucize) olup olmadigi sorusuna bilim insaninin verdigi yanittir. Aslinda bu, butun cagdas bilim icin temel bir dayanak ve bu kitabin basindan sonuna kadar onemini koruyacak bir ilkedir. Bilimsel bir yasa, sadece dogaustu bir varligin mudahale etmemeye karar verdigi durumlarda gecerli olacaksa, o zaman bir yasa degildir. Bunu fark eden Napoleon, Laplace e Tanri nin bu resmin neresinde oldugunu sorar. Laplace nin yaniti Efendim, o varsayima ihtiyacim olmadi seklindedir.

Diferansiyel denklemler uzerine calismalari ile taninan matematikci ve gokbilimci Pierre Simon Laplace, (1749-1827) denebilir ki bilimsel determinizmi en uc noktaya tasimis ve bilimsel kuramlardan Tanri faktorunu tamamen cikarmistir. Imparatora anlattigi evren modelinde kendisine Tanri nin o modelde nerde oldugu soruldugunda meshur cevabini vermistir: Sire, je n avais pas besoin de cette hypothese-là. (Efendim, boyle bir hipoteze ihtiyacim olmadi!) Goruldugu gibi, Tanri fikri artik bir hipotez olmaya baslamistir; ustelik bazilarina gore, gereksiz bir hipotez. Ben, bilimsel determinizm konusunda Laplace in cok genellemeci davrandigini dusunmekteyim. Fakat, bilimsel kuramlara Tanri nin, herhangi bir dini inancin katilmamasi gerektigini kabul ederim. Hatta, kurami gelistiren kisi dindar bir insan olsa dahi. Dini inanclarin sonu gelmez. Bunlari bilimin disiplini ile harmanlamak acaba ne derece dogrudur? Somut bir ornek vermek isterim. Cesitli hastanelerde bashekim olarak da gorev yapan merhum Dr. Haluk Nurbaki kanser ve radyoloji alanindaki calismalari ile unlenmistir. Kendisinin mesleki kariyerine ve bilgisine elbette saygi duyarim. Fakat, bazilarini okudugum Insan Bilinmezi, Tek Nur, Sonsuz Nur gibi calismalarinda dini inanclari ile bilimi bence cok keyfi olarak karistirmis ve gereginden fazla iddiali konusmustur. Mesela bir kitabinda, bir insan olurken, tam olum aninda seytanin ona gorundugunu ve yuzundeki maskeyi cikararak insana attigi kazigi acikladigini yazmistir. Bunu neye dayanarak one surmektedir? Boyle bir fenomen gercekten gozlemlenmis midir? Farkli dinlerdekilerin durumu ne olacaktir? Seytan diye bir seyin varligi konusunda somut bulgulara rastlanmis midir? Eger boyle bir durum yoksa, neye dayanarak bunu bir gerceklik olarak okuyucusuna aktarmaktadir?
Bu iddiasini bir bilimsel makale haline getirip meslekdaslari arasinda yayinlayabilir mi? Veya bir uluslararasi bilimsel makale olarak yayinlayabilir mi?

Soylememe gerek yok ki, bu tarz kitaplar iyi para kazandirmaktadirlar. (Bilim kurguyu haric tutuyorum. Bilim kurgu edebiyatin/sinemanin bir dalidir ve belli gercekliklere dayanarak gelecege yonelik dusunceleri sanat cercevesi icinde aktarir.) Insanlar her zaman bilinmeyeni merak ederler ve bazi insanlar dogrudan bilimin kendisine muracat etmek yerine, bu tarz kitaplara ragbet etmektedirler. Aslinda, birer dusunce deneyi olarak hicbirine itirazim yok. Fakat, bilim ile dinsel inanclarin keyfi bir sekilde karistirildigi kitaplar piyasada cok iddiali basliklarla satilmaktadirlar. Bu kitap tum hayatinizi degistirecek! Evrenin sirlarini ogrenin! Gizli bilimlerin kapisi size acilacak! gibi. Hemen her tur inancla bilimin bulgulari harman edilebilmektedir. Soyle bir siralarsam: Antik Misirlilarin dinleri, Hindu inanclari ve karma felsefeleri, uzaylilardan mesaj aldiklarini iddia eden secilmis kisilerin evrensel duyurulari, Islam inanclari ve Kur ana dayali cikarimlar, tasavvuf ve vahdet-i vucut goruslerinin fizige uyarlanmasi, cagdas Hristiyanlarin Incil uzerine gorusleri, Hz Isa nin gercek kurtarici oldugu seklindeki inanislar, kayip kitalar ve bazi esrarengiz yildizlarla ilgili senaryolar (ornegin Immanuel Velikovsky nin Carpisan Dunyalar isimli kitabi gibi), Dunya daki hayati uzaylilarin baslattigini savunanlarin gorusleri (Tanrilarin Arabalari ve Alternatif Dunya Tarihi gibi), dogaustu olaylar ve parap$ikolojik fenomenler (telepati, telekinezi, poltergeist, pirokinezi, astral bedenler, ESP kuramlari, satanizm, cesitli hayalet oykuleri) ... ilk aklima gelenler.

Gercekten, bedenden bagimsiz bir ruhumuz var midir, yoksa bu, insanin olum gercegine karsi gelistirdigi bir hayal midir?

Elbette ki, bu kitaplarda yazili olanlar butunu ile sacma degildirler. Ayrica, zihnimizi esnek tutmak ve yeni fikirlere acik olmak son derece onemlidir. Fakat, temkinli olmakta, yazilan her seye hemen inanmamakta fayda vardir. Cogu insanin unuttugu nokta sudur ki, bir tez , hipotez veya kuram gelistirmek oylece kafadan sallamak demek degildir. Bunun hicbir degeri yoktur. Her insan sadece hayal gucunu kullanarak akla gelebilecek her tur senaryoyu gelistirebilir. Oysa bilimsel kuramlar, daha once var olan bir bilimsel gelisim tarihcesi ve disiplini uzerine kurulurlar. Ayrica, kurami one suren kisi, kuramini bilimsel yontemler ile desteklemek zorundadir. Albert Einstein, isigin davranisindan hareketle ozel ve genel gorelilik kuramlarini gelistirmistir ama kuramlari Newton fizigini dislamamaktadir. Sadece, onu daha uzun mesafelerin ve i$ik hizinin onem kazandigi uzay-zaman olceklerine uyacak sekilde revize etmistir. Konuyu kapatip, bilimsel determinizm hakkindaki alintilara devam ediyorum.

Insanlar evrende yasadiklari ve onun icindeki diger nesnelerle etkilesim icinde olduklarina gore, bilimsel determinizm insanlar icin de gecerlidir. Pek cok kisi bilimsel determinizmin fiziksel surecleri yonettigini kabul ederken, insan davranislarini bundan ayri tutar, cunku bizim ozgur irademiz olduguna inanirlar. Descartes, ozgur irade dusuncesini koruyabilmek icin insan zihninin fiziksel dunyadan farkli oldugunu ve onun yasalarina tabi olmadigini one surmustur. Onun bakis acisina gore, bir insan iki unsurdan olusur: Beden ve ruh. Beden siradan bir makineden baska bir sey degildir ama ruh bilimsel yasalarin hukmu disindadir. Descartes anotomi ve fizyoloji ile cok ilgilendi; beynin merkezinde bulunan ve epifiz bezi denen kucuk organi ruhun bulundugu yer olarak kabul etti. Onun inanisina gore epifiz bezi butun dusuncelerimizin olustugu yerdi ve ozgur irademizin kaynagiydi.

Insanlar ozgur iradeye sahip midir? Ozgur irademiz varsa, evrim agacinin neresinde ortaya cikmistir? Mavi-yesil alglerin veya bakterilerin ozgur iradeleri var midir, yoksa hareketleri otomatik olup bilimsel yasalar dahilinde midir? Yalnizca cok hucreli organizmalar mi ozgur iradeye sahip, yoksa yalnizca memeliler mi? Bir sempanzenin bir muzu hapir hupur yemesi veya bir kedinin kanepenizi tirmiklamasi durumunda, ozgur iradelerini kullandiklarini dusunebiliriz. Peki, yalnizca 959 hucreden olusan ve adi Caenorhabditis Elegans olan ipliksi solucan icin ne diyebiliriz? Bu ipliksi solucan bir seyler yedikten sonra, bu yedigim acaip lezzetli bir bakteriydi, buraya tekrar geleyim diye dusunmez; yine de yiyecek konusunda onun da belirli tercihleri vardir. Tum bunlar ozgur irade anlamina mi gelmektedir?

Boylece derin sulara acilmis bulunuyoruz. Dr Hawking in sordugu sorular son derece zordur ve bilim insanlari arasinda bu konularda ciddi gorus ayriliklarina rastlanmaktadir. Sorular bilimin, felsefenin ve teolojinin ortaklasa ilgi alanina girmektedir. Artik konular sadece felsefe ile ele alinamaz. Fizik, kimya, biyoloji, noroloji, p$ikoloji, sosyoloji, antropoloji ve bu bilimlerin alt alanlari devreye girmektedir. Kesinlikle abartmiyorum; cunku konular gercekten de bu kadar zorludur. Cok kisa deginmem gerekirse, insan davranislarinda sinir sisteminin ve beynin yeri arastirilmaktadir. Fakat, insanin sosyal bir varlik oldugunu da unutmamamiz gerekir. Insanlar sadece bedensel mekanizmalarla davranmamakta, kendi atalarindan ve kulturlerinden devraldiklari inanclar, adetler, yasam bicimlerine uygun olarak da hukumler vermektedirler. Protestan bir Hollandali ile Sunni Musluman bir Misirlinin fizyonomileri ortaktir. Birine kalp ameliyati yapilabiliyorsa, digerine de yapilabilir. Ama bu iki insanin inanclari, davranis bicimleri, olaylara verdikleri tepkiler taban tabana zit olabilir. Bu durumun tersi de gecerlidir. Ayni cografyada, ayni dinsel davranis bicimlerinin, ayni kulturun oldugu bir toplumda yasayan iki insan arasinda buyuk karakter farkliliklari olabilir. Birisi geleneksel ataerkil degerlere bagli, muhafazakar, dindar bir kisilik sergilerken; digeri escinsel, tanritanimaz veya reform yanlisi olabilir.

Devam ediyorum.

Yapmak istedigimiz seyi secebilecegimizi dusunuyor olsak da, molekuler biyolojiden anladigimiza gore biyolojik surecler fizik ve kimya yasalari tarafindan yonetiliyor ve bu yuzden gezegenlerin yorungeleri kadar belirlenmis surecler. Norolojik bilimlerde yapilan son arastirmalar, eylemlerimizin fizik yasalarina riayet eden beynimiz tarafindan belirlendigi gorusunu destekliyor; bu yasalardan bagimsiz bir unsur tarafindan degil.Ornegin, uyanik hastalara yapilan beyin ameliyatlarina iliskin bir arastirma, beynin bazi bolgeleri elektriksel olarak uyarildiginda hastada elini, kolunu, ayagini oynatma, dudaklarini kimildatma, ve konusma arzusu uyandirilabildigini ortaya cikardi. Eger davranislarimiz fiziksel yasalar tarafindan belirleniyorsa ozgur iradenin nasil is gorebildigini anlamak oldukca zor. Oyle gorunuyor ki biz yalnizca biyolojik makineleriz ve ozgur irade bir yanilsamadan ibaret.

Dr Hawking gibi bir insanin yazdiklarina itiraz getirmeye calismami ukalalik olarak kabul edebilirsiniz. Kesinlikle iddiali olmadan, yukarda yazdiklari konusundaki bazi cekincelerimi yazmak isterim. Burda, kilit kelime davranis kelimesi. Iyi ama hangi davranis? Insan davranislarinin bir bolumunun belli doga yasalarina bagli ve otomatik davranislar oldugu aslinda 17. yuzyildan bu yana bilinmekte. (Hatta cok daha onceden...) Sinir sistemine veya beyne yapilan elektriksel uyarilarin sadece insanlarda degil, mesela kurbagalarda da oto refleksler dogurdugu deneylerle goruldu.

Hatta, fizyolojik davranislarimizin buyuk bir bolumunun istem disi hareketler oldugu da cok iyi bilinmekte. Kalbin atisi, midenin sindirim sureci, bobreklerin calismasi ve daha pek cok yasamsal faaliyetlerimiz istem disidir. Ayrica vucudumuzda olusacak herhangi bir hastalik bizi tamamen yataga mahkum edebilir ve davranislarimizi kisitlayabilir. Alzheimer gibi hastaliklar dogrudan beynimizi etkileyebilir. Bu durumda, bedenden bagimsiz bir ruh inanci ile ilgili tartismalar dogmaktadir. Diger yandan, insan davranislari sadece bu tur hareketlerden ibaret degildir. Insanlar cok farkli kisilik ozellikleri sergilerler. Bazilari depresif, bazilari agresif, bazilari hayalci vb olabilir. Sanirim, yakin zamanlarda cok buyuk onem kazanmaya baslayan sanal zeka, noro-bilisim gibi calismalara goz atmakta fayda var. Zaten Dr Hawkin de bu durumun farkinda, bu yuzden sunlari da eklemis.

Insan davranisinin gercekte doga yasalari tarafindan belirlendigi dusuncesine teslim oldugumuzda, sonuclarin karma$ik bir yolla ve cok fazla degiskenle belirlenmesinin, onlari ongormeyi pratikte olanaksiz kildigi yargisina varmak da akla uygun olacaktir. Bu nedenle, bir ongorude bulunabilmek icin insan bedenindeki trilyonlarca molekulun herbirinin baslangic kosullarinin bilinmesi ve bir o kadar denklemin cozulmesi gerekirdi. Bu da birkac milyar yil alirdi ki karsimizdaki kisinin atacagi yumruktan kacmak icin epey gec kalabilirdik!

Aslinda insanlar ve hayvanlar, her an her saniye karma$ik denklemleri istem disi olarak cozerler. Meyve yarasalari dillerini bir saniye icinde onlarca defa saklatararak sonar dalgalari uretirler. Sonra kendilerine geri gelen dalgalar, bir dizi karma$ik karsilastirma ve navigasyon isleminden gecirilip yarasanin zihninde o an nerde olduguna dair bir algi olusur. Insanlar ise, gorme sureci icinde buna benzer islemleri yaparlar. Gozun olu bolgesi tarafindan karanlikta kalan noktaya ait bilgiler, bir tur tamamlama yontemi ile birlestirilir ve boylece butune dair bir goruntu algilariz. Hareket sureci icinde ise goz ile beyin arasinda karma$ik bir sinyalizasyon sureci devreye girer. Bilgisayar dilinde goreli adresleme (relative addressing) denen surece uygun bicimde, nesnelerin hareketleri biz onlarin bilincine varmadan once hesaplanir ve buna gore navigasyon olusturulur. Aslinda surecler burda ozetledigimden cok daha karma$iktir. Konuya ilgi duyanlar goz ve beyin iliskilerini inceleyen calismalara muracat edebilirler.

Insan davranisini ongormek icin fizik yasalarini kullanmak pratikte mumkun olmadigi icin etkin kuram dedigimiz bir yol gelistirdik. Fizikte bir etkin kuram, gozlemlenmis belirli bir fenomeni, altta yatan tum surecleri ayrintili olarak tanimlamadan modellemek icin yaratilmis bir cercevedir. Ornegin, bir insanin bedenindeki her atomla yeryuzundeki her atom arasindaki cekimsel etkilesimi yoneten denklemleri tam olarak cozmemiz mumkun degildir. Ancak tum pratik nedenlerden oturu, bir insanla yeryuzu arasindaki cekimsel gucu, insanin toplam kutlesi gibi birkac sayi ile tanimlayabiliriz. Ayni sekilde, karma$ik atom ve molekullerin hareketlerini yoneten denklemleri cozemiyoruz; ama adina kimya denen etkin bir bilim gelistirdik ve etkilesimlerin tum ayrintilarina aciklama getirmeden kimyasal tepkimelerde atomlarin ve molekullerin nasil hareket ettigini uygun bir sekilde ortaya koyabiliyoruz. insanlar soz konusu oldugunda, davranislarimizi belirleyen denklemleri cozemedigimiz icin, ozgur iradeyi etkin bir kuram olarak kullaniyoruz. Ekonomide ozgur irade dusuncesi, insanlarin olasi eylem rotalarini degerlendirip en iyisini sectikleri varsayimina dayanan etkin bir kuramdir. Bu etkin kuram davranis ongorusunde sadece kismen basarili, cunku hepimizin bildigi gibi, verilen kararlar genellikle akilci degil ya da secimlerin sonuclarina iliskin kusurlu cozumlemelere dayaniyorlar. Dunyanin boyle bir karmasa icinde olmasinin sebebi budur.

Bu noktada Dr.Hawking e ve L.Mlodinow a katiliyorum. Insan davranislarinin buyuk bir cogunlugu rasyonel degildir. Hatta, insanlar, kararlarini cogunlukla cinsel, duygusal, ekonomik, dinsel, kulturel, ideolojik pek cok faktorun etkisi ile alirlar ve daha sonra bu davranislari akla uydururlar; yani rasyonalize ederler . Fizik yasalari soz konusu oldugunda, trilyonlarca partikulun tek tek tum davranislari kestirilemese de butune yonelik akilci ve dogru tahminler gelistirmek mumkundur ve zaten bu yapilmaktadir. Kuantum teorisi bir parcacigin yonunu ve hizini tam olarak bilmenin neden mumkun olamadigini aciklar. Buna ragmen o parcaciklar fizikte, elektronikte kesin sonuclar verebilecek sekilde kullanilmaktadirlar. Ama insan davranislari tam olarak akilci temeller uzerine kurulmaz, dahasi akilci davranisin ne olmasi gerektigi konusunda insanlar arasinda gorus ayriliklari ortaya cikmaktadir. Gelenekci bir dindara gore, akilci bir davranis Tanri nin emrine uygun olarak yasamaktir. Boylece korkunc bir cezadan kurtulmak veya Tanri katinda yukselmek mumkundur. Diger yandan ateist dusunceli bir insan icin ise dinsel davranis tamamen bir zaman kaybi olabilir.

Gercekte, farkinda bile olmadigimiz yasalarin birbirleri ile karma$ik iliskisinden dogan bir sistem icinde yuvarlanan canlilar miyiz, yoksa, derinlerde bir yerde kendimize ait bir seyler bulabilmemiz mumkun mu?

Hawking in yasalar hakkinda ucuncu sorusu Sadece bir dizi olasi yasa mi vardir? seklindeydi. Bunu acmis:

Hem Aristotales hem de Platon, Descartes ve daha sonra Einstein gibileri doganin ilkelerinin ihtiyac nedeniyle varolduklarina inanmislardi; cunku sadece bu kurallarin mantiki bir anlami vardi. Doga yasalarinin kaynaginin mantigin icinde olduguna inanan Aristotales ve takipcileri, bu yasalarin doganin gercekte nasil isledigini cok dikkate almadan turetilebilecegini dusunuyorlardi. Bu dusunce ve yasalarin ne oldugu yerine nesnelerin neden yasalari izledigi konusuna odaklanmasi, Aristotales i cogunlukla nitel, $iklikla yanlis ve pek de kullanisli olmayan yasalara yoneltti ve bu yasalar bilimsel dusunceye asirlarca hukmetti. Epeyce sonra Galileo gibi insanlar Aristotales in otoritesine karsi cikma cesaretini gosterdiler ve saf aklin olmasi gerektigini soyledigi seyleri izlemek yerine, doganin gercekte nasil isledigini gozlemeye basladilar.

Cok dogru ve yerinde tesbitler bunlar. Aristotales yuzyillar boyunca Hristiyan, Yahudi ve Islam alimlerinin bir kismini derinden etkilemistir. Onun adina cilt cilt kitaplar yazilmis, sayisiz yorumlar yapilmistir. Bu uzun tarih sureci icinde, bence bir baska dusunurun hakki yenmistir: Demokritos. (Yak.M.O.460-370) Sokrates oncesinin doga filozofu olan Demokritos evrende tum yasalari tureten ustun bir akil aramak yerine, atom dusuncesini maddenin temeline getirmis ve hareket yasalarinin burdan dogdugunu savunmustur. Elbette, Demokritos un o zamanlar atomdan anladigi sey ile, cagdas bilimin atom anlayisi artik ayni degildir; ama yine de milattan once yasamis bir insanin bu ongoruleri takdire deger. Nesnelerin nasil degil de neden o sekilde hareket ettiklerine odaklanildiginda, ortaya bir suru soyut, anlasilmasi zor inanclarin cikmasi kacinilmazdir. Ayrica, dogadan butunu ile bagimsiz bir saf aklin olup olmadigi ise ayri bir tartisma konusudur.

Bu kitap, bilimsel determinizmi temel alir. Yasalarin nasil ortaya ciktigina ve onlardan baska yasa olup olmadigi konularina ayrintilariyla deginecegiz. Ancak oncelikle, doga yasalarinin neyi acikladigini gorecegiz. Cogu bilim insani yasalarin, kendisini gozlemleyenden bagimsiz olarak varolan dissal gercekligin matematik yansimalari olduklarini soyleyecektir. Bu konulari tartisirken tosladigimiz bir baska soru daha var: Nesnel bir gercekligin varolduguna inanmak icin gercekten bir nedenimiz var mi?

Evet, ontolojik felsefenin ve yakin zamanlarda bilinci inceleyen bilimin en zor konularindan birine geldik. Gerceklik nedir?

-devam edecek-

Levent ERTURK
LEVENTERTURK1961
https://leventerturk1961.wordpress.com/


Grup eposta komutlari ve adresleri :
Gruba mesaj gondermek icin : ozgur_gundem@yahoogroups.com
Gruba uye olmak icin : ozgur_gundem-subscribe@yahoogroups.com
Gruptan ayrilmak icin : ozgur_gundem-unsubscribe@yahoogroups.com
Grup kurucusuna yazmak icin : ozgur_gundem-owner@yahoogroups.com
Grup Sayfamiz : http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz : http://orajpoyraz.blogspot.com/










BitCoin URL: 16496HKpgEEpx1d6t688HiXXdJP5jdA9xo






1 yorum:

  1. Ziya ul Hak ve Noam Chomsky Türkiye’ye ilk geldiklerinde Muhammed Ali Clay gibi karşılanmışlardı. Ziya’nın açtığı yolda bugün Abdelfettah el-Sisi yürümektedir. Chomsky ise NATO'nun Türkiye’ye askerî müdahalede bulunması gereği üzerine F. Gülen ile hemfikirdir. Şu iki saptamayı Sn. ÇÖLAŞAN'ın yapması gerekmiyor mu?

    YanıtlaSil