ABDÜLHAMİT'İN SERVET HİKÂYESİ
Sizlerle bir kitaptan aldığım bilgileri paylaşacağım. "Osmanoğulları'nın Varlıkları ve II. Abdülhamid'in Emlakı"
Kitabın yazarı Vasfi Şensözen. Osmanlının son dönemlerinde ve Cumhuriyetin ilk yıllarında avukatlık yapmış, Abdülhamit'in mirasçılarının davalarını 25 yıl takip etmiş, milletvekili seçilmiş, elinden on binlerce belge geçmiş, hem de Abdülhamit'in mirasından pay almak için ailenin getirdiği belgeler.
Osmanlı Sultanlarının, malda mülkte pek gözü yok. Saray ve hanedanın giderlerini karşılamak üzere "Hazine-i Hassa", "Emlak-i Şahane", "Emlak-i Hümayun" gibi adlarla muhasebeleştirilen taşınmazlardan elde edilen gelirleri harcamışlar ama hiçbiri bu taşınmazları mülkiyetine almayı düşünmemiş. Hatta II. Abdülhamit'in babası Abdülmecit, kendisine belirli bir ödenek tahsis edilmesi karşılığında hepsini hazineye devretmiş. Üstelik kendi parasıyla satın aldığı Resülayn Çiftliği'nin tapusunu bile hazineye kalsın diye üzerine almamış. Abdülhamit'in kardeşi Vahdettin'in mülkiyetinde çok para etmediği anlaşılan bir handan başka taşınmazı yok.
Ve gelelim II. Abdülhamit'e. Tahta çıktıktan sonra babası Abdülmecit'in hazineye devrettiği Resülayn Çiftliği ve diğer taşınmazların tapusunu kendi üstüne almakla işe başlamış.
Vasfi Sarısözen bu davranışı şu sözlerle yeriyor:
"Bu mallar, hanedanın ortak mallarındansa, tek bir kişi adına tapulanamazdı. Baba mirası sayılacaksa, kardeşlerinin de bunlarda hakkı olmalıydı."
Ama Abdülhamit kardeş hakkı, baba vasiyeti, baba hukuku, hatırası dinlemeyip Abdülmecit'in bütün taşınmazlarının tapusunu kendi üstüne almış. Ve bu hukuksuz uygulamaya kardeşlerinin çocukları "Miras hakkı davası" açınca Vasfi Şensözen tam 25 yıl uğraşmış ama pisliklerin hepsini temizleyememiş.
Abdülhamit kardeş hakkına tecavüzle de yetinmeyip sahipsiz arsaların, hanlar; hamamlar; çiftlikler, altın, civa, kurşun, çinko gibi çeşitli maden işletmelerinin tapusunu da üstüne alarak -şimdi sıkı durun- taşınmazlar servetini 11.000 (Yanlış okumadınız on bir bin) tapuya ulaştırmış. Bu kadar tapu yüzünden Abdülhamit'in çocukları, yeğenleri mirasta hakkı olanlar birbirine düşmüş, tapuyu eline alan avukata koşmuş.
Vasfi Şensözen'den öğrendiğimize göre; II. Abdülhamit'in 12 karısından 17 çocuğu olmuş. Cariye sayısı ise 50'den fazla... Ve her zaman nikâhlı 9 kadını bir arada bulundurmuş. Şeriata göre en çok 4 kadınla evlenebiliyor. Bu durumda, en azından 5 karısı yasal değil ve bunlara miras düşmemesi gerekir. Oysa kadınlarının hepsi İstanbul Kassam Mahkemesi'nden 1 Ocak 1910 tarihinde aldıkları veraset ilamıyla TC Hazinesinin karşısına çıkmış. Vasfi Şensözen haklı olarak şöyle yazmış;
"Şeyhülislam efendilerin, nikâhlar kıyılırken karşı çıkmaya korkmaları anlaşılabilir ancak tahttane inişinden sonra 11 yıl, ölümünden iki yıl geçtikten sonra mirasa istihkak ilamı verilmesi ibret ve hayretle mütalaa edilmeli…"
Ortalık tam bir curcuna. Abdülhamit'in çocuk doğuran 12 karısının kimi Rum, kimi Ermeni, kimi Sırp, kimi Rus... Annelerin kışkırtması ile kavgalar dövüşler, tehditler, saldırılar, yaralamalar almış başını gitmiş... Osmanlı mahkemeleri bu işin altından kalkıp bir sonuca gidememiş... Dile kolay 11.000'den fazla tapu 200 kişiden fazla mirasçı var.
Derken Osmanlı yıkılmış Cumhuriyet kurulmuş. Hilafetin ilgasına dair 3 Mart 1924 günlü 431 sayılı Yasanın 8. maddesinde şöyle bir kurala yer verilmiş:
"Osmanlı İmparatorluğunda padişahlık etmiş kimselerin Türkiye Cumhuriyeti içindeki tapulu malları millete intikal etmiştir."
Tabii 11.000 tapuluk bu akıl almaz servetin bir bölümü de Türkiye sınırları dışında kalmış... Irak, Suriye, Yunanistan, Makedonya gibi... "Haram malın hayrı olmaz" derler... Mirasçılar o ülkelerde açtıkları bütün davaları kaybetmişler, ellerindeki paraları İngiliz avukatlara kaptırmışlardır.
Kitap şu sözlerle bitiyor:
"İkinci Abdülhamid'in sonu gelmez bir ihtirasla topladığı o geniş varlık kısmen millete ve kısmen de hadiselerin şevkiyle yabancı devletlere geçmiş ve ibret verici sahneler ve safhalar halindeki hikâyesi de böylece tarihin malı olmuştur."
Hani "Abdestsiz yere basmaz, evliya gibidir" diye övülen Abdülhamit işte böyle bir götürücüdür, kardeş ve millet hakkına tecavüz eden hilekârdır. Ama Abdülhamit'in mirasçılarına bile kalmayan o akıl almaz servet hikâyesinden, çıkarılması gereken ilahi dersler vardır.
Alper Aksoy
- - - - - - - - - - - - - - - -
DOĞA YASALARI ÜZERİNE DÜŞÜNCELER -3-
~Böylece geldik felsefenin en büyük ustalarından birine: Rene Descartes. (1596-1650) Yöntem üzerine konuşmalar felsefeyi seven herkesin kitaplığında olması gereken bir eserdir. Bu çalışmada Descartes, önce hınzırca bir biçimde insanları iğneleyerek işe başlar: Sağduyu bu dünyada en adil şekilde dağıtılmış şeydir; çünkü herkes kendi aklının ve sağduyusunun doğruluğundan emindir! İnsanların kendi varlıklarından (ve içinde bulundukları varoluşsal konumdan) çok emin olmalarına karşılık Descartes alabildiğine şüpheci bir insandır. Öyle ki bir sobanın karşısında oturup dinlendiğinden bile emin değildir. Rüya veya hayal görüyor da olabilir. İçinde bulunduğu varoluş durumu aslında gelip geçici bir yanılsama da olabilir. Ama emin olduğu tek şey, kendi varlığı üzerinde düşünüyor olduğudur. Böylece meşhur sözünü söyler: Düşünüyorum; o halde varım. Descartes'in bu düşünce tarzı yüzyıllar sonra varoluşçuluk (egzistansiyalizm) felsefesinde başka bir şekilde dile getirilecektir: Varoluş özden önce gelir. Bu düşüncede öz olarak kabul ettiğimiz varlığımız bile aslında seçimlerimiz ile oluşturduğumuz bir formdur. Aslolan ise varoluşumuzun farkına varmamızdır ve bu anlamda insan ile bir ağaç kurdunun arasında fark yoktur. Fakat, ilerleyen yıllarda buna da karşı çıkılacak ve bilinç problemi anlaşılması en zor sorunlardan biri olarak fenomenal bilimlerin karşısına dikilecektir. Descartes ile devam edelim. Daha önce, doğadaki şeylerin sanki bir tür zihinleri olduğu gibi algılanmasına Descartes karşı çıktı. Alıntılıyorum:
Descartes, bütün fiziksel fenomenlerin -Newton'un ünlü hareket yasalarının öncüleri olan- üç yasanın yönettiği devinen kütlelerin çarpışmalarına dayanarak açıklanması gerektiğine inanıyordu. Bu doğa yasalarının her yerde ve her zaman geçerli olduklarını öne sürdü ve bu yasalara uyulmasının devinen kütlelerin zihinleri olduğu anlamına gelmediğini açıkça belirtti. Ayrıca Descartes günümüzde başlangıç koşulları dediğimiz konunun önemini de anlamıştı. Başlangıç koşulları; bir sistemin, hakkında öngörüde bulunulan herhangi bir zaman aralığının başlangıcındaki durumunu tanımlar. Doğa yasaları, verili bir dizi başlangıç koşuluyla bir sistemin zaman içerisinde nasıl gelişeceğini tayin eder, ancak belirli bir başlangıç koşulları dizisi olmaksızın gelişim tamamlanamaz. Örneğin sıfır zamanda tam üstümüzdeki bir güvercin pislemiş olsun, o düşen nesnenin yolu Newton yasalarınca belirlenir. Ancak güvercinin sıfır zamanda bir telefon teli üzerinde kımıldamadan duruyor ya da saatte yirmi mil hızla uçuyor oluşuna bağlı olarak, ortaya çıkan sonuçlar çok farklı olacaktır. Fizik yasalarını uygulayabilmek için, bir sistemin nasıl başladığı veya en azından belirli durumu bilinmelidir. (Bu yasalar bir sistemi zaman içinde geriye doğru izlemek için de kullanılabilir.)
Hawking'in değindiği bu konu bazılarınca başlangıç durumuna bağlı hassasiyet olarak ifade edilmiştir. Bir sistemin başlangıcındaki durumlarda en ufak bir sapma olduğunda, uzun bir N zaman içinde sistemin ilerleyişinde çok büyük sapmalar gerçekleşecektir. Bunu örneklemek için bir bilardo masası gösterilir. Diyelim ki 10 top bulunan bir masada beyaz topa hep aynı şekilde, aynı hızla, aynı kuvvetle vursak dahi asla aynı hareket kombinasyonunu elde edemeyiz. Topa vuruş esnasındaki en ufak bir değişiklik, diğer toplara çarpıldığında zincirleme olarak ufak sapmalar doğuracak bu da rotayı değiştirecektir. Bilardo topunun sıfır sürtünme katsayısına sahip olduğunu ve sonsuza kadar hareket edeceğini varsayarsak, zaman ilerledikçe sapmanın ne kadar çok artacağını tahmin edebiliriz. Bu fenomen aynı zamanda evrenimizdeki minik şeytandır ve düzenli sistemleri beklenmedik sapmalara sürükleyen türbülans etkisi olarak bilinir. Musluktan akan suyun aniden yalpalamaya başlaması, bir uçağın hava boşluğuna girmesi ve benzer fenomenlere doğada sıklıkla rastlanabilir ve bunların önceden öngörülmesi nerdeyse imkansızdır.
Doğa yasalarının varlığına duyulan inancın tazelenmesiyle, bu yasaları Tanrı kavramıyla uzlaştırmaya yönelik yeni girişimler de başgösterdi. Descartes'e göre Tanrı isterse etik önermelerin veya matematiksel kuramların doğruluğunu veya yanlışlığını değiştirebilir ama doğayı değiştiremezdi. Doğa yasalarını Tanrı'ın emrettiğine inanıyordu, ancak Tanrı'nın bu yasalardan başka seçeneği yoktu; onları seçmişti, çünkü sadece bu yasalar mümkündü. Bu anlayış Tanrı'nın otoritesini çiğnemek olarak görülebilirdi ancak Descartes bu yasaların Tanrı'nın kendi öz doğasının yansımaları olduğunu, bu yüzden değiştirilemez olduğunu söyleyerek bundan kurtulmanın yolunu bulmuştu. Bu doğruysa, Tanrı'nın her biri farklı başlangıç koşullarına karşılık gelen birbirinden çok farklı dünyalar yaratma şansına sahip olduğu düşünülebilir. Ancak Descartes bunu da yadsır. Ona göre, evrenin başlangıcında nasıl bir düzenleme olursa olsun, zaman içerisinde tıpkı bizimkine benzeyen bir dünya (alem) ortaya çıkacaktır. Dahası, Descartes'e göre Tanrı dünyayı bir kez yaratıp düzene soktuktan sonra tamamen kendi başına bırakmıştır.
Descartes'in bu düşünceleri ile, aslında ateizme geniş bir yol açılmıştı. Madem ki doğa yasaları Tanrı'nın özünün yansımaları olarak görülüyordu, o zaman bir Tanrı'dan bahsetmenin anlamı neydi? Tıpkı fizikte bir dönem yer alan esir fikri gibi, bu düşünce de tamamen devre dışı bırakılıp geriye sadece doğa yasaları kalamaz mıydı? Açıkçası, bu, dinsizce bir fikirdi ve fikrin olgunlaşması için sanayi devriminin ardından gelen modernizm dönemine kadar beklemek gerekecekti. Ortaçağ ve yeni çağdan günümüze kadar uzanan felsefe süreci içinde, doğa yasaları ile Tanrı inancını uzlaştırma çabaları yoğun olarak gözlemlenmektedir. Benzer sıkıntılar İslam düşüncesi içinde de yaşanmış ve geleneksel kanadın aşkın ve mutlak hakim Allah fikrine karşılık, Allah'ın neyi seçerse onun doğru olduğu veya Allah'ın doğru ve iyi olan şeyleri seçtiği gibi düşünceler birbiri ile çarpışmıştır. Bunların bir kısmına kısaca değinirsem. Allah cüziyatı bilir mi? sorusu, açıkça tüm partiküllerin olası tüm hareketlerinin Allah tarafından bilinip bilinemiyeceğine dair bir tartışmaydı. Gelenekçiler, Allah'ın ilmini inkar gibi görünen bu fikre karşı çıktılar. Buna karşılık, Antik Yunan filozoflarından etkilenen Müslüman düşünürler, Allah'ı her an her şeye müdahale eden bir ilah gibi düşünmek yerine, onun temel yasaları koyduğunu ve ilminin alemlerde yansıdığını iddia ediyorlardı. Bir başka mesele ise alemin ezeli ve ebedi olup olmadığına dair tartışmalarda ortaya çıkmaktaydı. Alem eğer ezeli ve ebedi ise o zaman kendisi de ezeli ve ebedi olan Allah ile doğa arasında ne fark vardı?
Farabî, İbn-i Sina, İbn-i Rüşd gibi filozoflar akılla vahyi uzlaştırma çabaları sarfederken, gelenekçi kanadın büyük temsilcisi İmam Gazzali (1058-1111) Makasıd el-Felasife (Filozofların maksatları) ve Tehafüt el-Felasife (Filozofların tutarsızlıkları) isimli eserlerinde filozofları küfre düşmekle veya bidat (dine sonradan eklenen yenilikler) icat etmekle suçlamıştır. İslam alemi genelde bu ekol üzerinde yürümüş ve zaman içinde doğal bilimlerden ciddi şekilde kopmuştur. Ne yazık ki eleştirel ve araştırmaya dayalı düşüncenin yerini, kopyacı ve taklitçi gelenek almıştır. Buna karşılık doğa bilimleri ise, salt zihinsel tartışmalar yerine gözleme, deneye, modellemeye, yanlışlamaya dayalı metodları benimsemiştir. Alıntılamaya devam ediyorum.
Doğa yasası kavramına ilişkin çağdaş anlayışımız filozofların uzun uzadıya tartıştığı bir konudur ve ilk bakışta zannedildiğinden daha incelikli bir meseledir. Örneğin, filozof John W. Carroll tüm altın kürelerin çapı bir milden daha azdır ifadesiyle tüm uranyum-235 kürelerinin çapı bir milden azdır ifadelerini karşılaştırır. Gözlemlerimiz Dünya'da çapı bir milden daha büyük bir altın küre bulunmadığını söyler ve gayet güven içinde hiçbir zaman olmayacağını savunabiliriz. Yine de olmayacağına inanmamız için herhangi bir neden yoktur ve bu nedenle bu ifade bir doğa yasası olarak kabul edilemez. Öte yandan, tüm uranyum-235 kürelerinin çapı bir milden daha azdır ifadesini bir doğa yasası olarak düşünebiliriz. Çünkü nükleer fizik hakkında bildiklerimize göre, bir uranyum-235 küresinin çapı yaklaşık 16 santimetreden daha fazla büyürse bir nükleer patlamayla kendi kendini yok eder. Dolayısıyla böyle bir kürenin olmayacağını biliriz. Bu önemli bir ayrımdır, çünkü gözlemlediğimiz her genellemenin doğa yasası olarak düşünülemiyeceğini ve çoğu doğa yasasının çok daha büyük, birbirine bağlı yasa sistemlerinin bir parçası olduğunu gösterir. Çağdaş bilimde doğa yasaları genellikle matematiksel olarak ifade edilir. Kesin ya da yaklaşık olabilirler; ama istisnasız hepsinin -evrensel olarak değilse de en azından tam olarak belirlenmiş koşullar altında- gözlemlenmiş olması gereklidir. Örneğin, devinen nesnelerin hızı ışık hızına yakınsa Newton yasalarının değiştirilmesi gerektiğini artık biliyoruz. Yine de, karşılaştığımız hızların ışık hızının çok altında olduğu günlük yaşam koşullarında, en azından çok iyi tahminlerde bulunmamızı sağladıkları için Newton yasalarını yasa olarak kabul ediyoruz.
Yukardaki ifadeler çok önemlidir. Bu ifadelerle artık görelilik kuramlarına geçiş yapılmakta. Bir doğa yasası, belli ve dar bir alan içinde, kendi uzay-zaman gerçekliği içinde doğru ve geçerli olabilir. Tıpkı kütle çekim kanunlarını izah eden Newton çekim yasaları gibi. Hiçbirimiz bu yasaların geçersiz olduğunu öne süremeyiz. İki-üç metre yüksekten, bir balkondan aşağı düşerseniz veya arabanızla saatte 120 km hızla giderken bir ağaca toslarsanız; çekim, kuvvet, ivme, momentum gibi kavramları içeren bu yasaların doğru olduğunu çok acı verici bir biçimde anlayabilirsiniz. Diğer yandan, inanılmaz derecede büyük mesafeleri içeren galaktik ölçülerde ve işin içine saniyede yaklaşık 299 bin kilometrelik ışık hızı girdiğinde Newton fiziği doğru sonuçlar vermeyecektir. Bu durumda genel ve özel görelilik kuramlarının matematiği devreye girer. Işık hızı C sembolü ile ifade edilir ve genelde bir vakum (boşluk) ortamında iken hızı tam olarak 299,792,458 m/saniyedir. Ama vakum dışındaki bir ortamda, örneğin suyun veya camın içinden geçerken hızı C değerinden düşük olacaktır.
Yukarda ele alınan bir başka konu ise, gözlemin önemli olmasına karşılık, bir şeyin davranış biçimini matematiksel olarak ifade ettiğimizde artık tek tek gözlem yapmaya ihtiyacımız olmadığı gerçeğidir. Eğer bir uranyum-235 izotopu 16 santimetreden daha fazla büyüdüğünde nükleer bir patlama ile kendini yok ediyorsa, o zaman doğayı gözlemleyip çapı 16 santimden büyük uranyum-235 izotopu aramamızın bir anlamı yoktur, çünkü doğası gereği böyle bir şey varolmayacaktır. Uranyum-235 zincirleme bir nükleer fisyon oluşturacak kadar güçlü bir izotoptur ve nükleer silah yapımında kullanılmıştır.
-devam edecek-
Levent ERTÜRK
LEVENTERTURK1961
https://leventerturk1961.wordpress.com/~
- - - - - - - - - - - - - - - -
Ömer Hayyam Bütün Dörtlükler [ 202. - 389 ]
~Gökleri yarıp darma dağın ettiğin gün,
Pırıl pırıl yıldızları kararttığın gün,
Sen sorguya çekmeden ben soracağım sana:
Ey Tanrı, hangi günahım için beni öldürdün?
ŞARAB: Arapça, içecek şey, anlamında bir kelime. Aşk ve mahabbet anlamına kullanılır. Coşkun aşk halleri ki, bu durumdaki kişi aşkta sadakat imtihanından geçer. Kemale erenlerin hali budur. Bu kelimeyle ilgili bazı deyimler şunlardır:
Şaraphane : Melekût âlemi, kâmil arifin iç dünyası.
Şarab-ı Puhte: Yıllanmış, kıvamını bulmuş şarap. Her türlü kayıttan, sınırlamadan kurtulmuş saf ve mücerred zevk.
Şarab-ı ham : Çiğ şarap. Dünyevî zevk ile karışık hayat.
Şarap-ı Tevhîd : Allahın zâtında mahvolup, her türlü maddî bağdan kurtulma.
İki türlü şarap vardır: Biri maddî, dünyevi, alkol ihtiva eden içilmesi haram olan içki, ki bu insanı içince sarhoş eder. Diğer şarap ise, aşk şarabıdır. Allahı sevmekten kaynaklanan zevkin sonucu olarak ortaya çıkan bir tür mestlik, melankoli hâli. Sûfîler bu bakımdan, içmeden sarhoş olanlardır, diye tanımlanır. Marifet, içmeden, manâ sarhoşu olmaktadır. Her iki sarhoşta ortak bazı özellikler vardır. Bunlardan biri, her ikisi için dış âlemin bir anlamı yoktur; sarhoşluk, her iki grubu dış dünya ile alakalı bir takım ilgilerden kesmiştir, ikisi arasındaki pek çok farktan bir diğeri de, şudur: : Mânâ sarhoşunda, karaciğerden kaynaklandığı söylenen bir tür iç hararet, maddî şarab içende bulunmaz.~
- - - - - - - - - - - - - - - -
Bu dünya başlangıcı ve sonu olmayan güçten bir canavardır.
Büyüklüğün, güç büyüklüğünün çelikten sabit bir toplamıdır.
O, ne daha büyür ne de daha küçülür.
Kendini tüketmez.
Tersine sadece değişir, ama bütün olarak değişmez derecede büyüktür.
~Friedrich Wilhelm Nietzsche
(d. 15 Ekim 1844 - ö. 25 Ağustos 1900)
Ahlâk ve değerler sisteminin kuruluşuna yönelik bir temel çerçevesinde
çağının kültür, din ve felsefe görüşlerini eleştiren nihilist Alman düşünür, filolog.~
- - - - - - - - - - - - - - - -
TELE 1 KAPATILMAMIŞ…
https://www.youtube.com/watch?v=1g1EUXueQQo
- - - - - - - - - - - - - - - -
GİTMEK
Bu günlerde herkes gitmek istiyor.
Küçük bir sahil kasabasına,
Bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara…
Hayatından memnun olan yok.
Kiminle konuşsam aynı şey…
Herşeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.
Öyle yanına almak istediği üç şey falan yok.
Bir kendisi…
Bu yeter zaten.
Herşeyi, herkesi götürdün demektir.
Keşke kendini bırakıp gidebilse insan.
Ama olmuyor.
Hadi kendimize razıyız diyelim,
Öteki de olmuyor;
Yani herşeyi yüzsütü bırakmak göze alınmıyor.
Böyle gidiyoruz işte.
Bir yanımız kalk gidelim,
Öbür yanımız otur diyor.
Otur diyen kazanıyor.
O yan kalabalık zira…
İş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile,
Güvende olma duygusu…
En kötüsü alışkanlık…
Alışkanlığın verdiği rahatlık,
Monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor.
Kalıyoruz…
Kuş olup uçmak isterken, ağaç olup kök salıyoruz.
Evlenmeler,
Bir çocuk daha doğurmalar,
Borçlara girmeler,
İşi büyütmeler…
Bir köpek bile bizi uçmaktan alıkoyabiliyor.
Misal ben;
Kapıdaki Rex'i bırakıp gidemiyorum.
Değil bu şehirden gitmek,
İki sokak öteye taşınamıyorum.
Alıp götürsem gelmez ki…
Bütün sokağın köpeği olduğunun farkında.
Herkes onu, o herkesi seviyor.
Hangi birimizle gitsin?…
Sırtında yumurta küfesi taşımak diye bir deyim vardır.
Evet, sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin.
Kendi imalatımız küfeler…
Ama eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada.
Ölüm var zira…
Ölüme inat tutunmak lazım,
İnadına kök salmak lazım.
Bari ufak kaçışlar yapabilsek.
Var tabi yapanlar, ama az.
Sadece kaymak tabakası.
Hepimiz kaçabilsek…
Bütçe, zaman, keyif denk olsa…
Gün içinde mesela;
Küçücük gitmeler yapabilsek.
Ne mümkün?…
Sabah 9 akşam 18…
Sonra başka mecburiyetler…
Sıkışıp kaldık…
Sırf yeme, içme, barınmanın bedeli bu kadar ağır olmamalı.
Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz.
Bir ömür karşılığı bir ömür yani…
Ne saçma…
Bahar mıdır bizi bu hale getiren?…
Galiba..
Ben her bahar aşık olmam
Ama her bahar gitmek isterim.
Gittiğim olmadı hiç, ama olsun…
İstemek de güzel.
~Can Yücel~
- - - - - - - - - - - - - - - -
GERÇEK RÜYA KABUS…
https://www.youtube.com/watch?v=1itPGSPK6uM
- - - - - - - - - - - - - - - -
Insanin vucudunda yerlesmis olan sirlar, gun gectikce aciga cikar.
~Hz.Ali~
- - - - - - - - - - - - - - - -
MEKTUPLAR
KaGltlara dOkU1mU5tU ateSbOcekleri
ve kUCUk birer OpUcUktU pullar
oysaartik an1Iyorum
hep yanllS adrese ulaStl mektuplar
Bir flUt sesiydi
gecenin iCinden zartlara dolan
yildizlar durmuStu satir sonlarlnda
dolunay bir CiCekti alnimda
0 adres neresiydi?…
neresiydi sevgitimin evi?…
iCimin slzilanni kim duyardi en iyi?…
-YUzUnU kendime tapinak bildim
ve ben yarattim seni
seni baSlma tann kilip
as1Inda bendeki seni sevdim
sendeki aksimde kendimi sevdim-
Artik anllyorum
mektuplanm hep ıan1I5 adrese ulaStiIar
ve aslinda hiC okunnladilar
Onlar benim kUCUk gizlerimi anlattllar
ve en Cok sevmleye sevdallydilar
-ICimdeydi o Cilgnn aSk
ve yoktu bu dUnyada bir karSillGl-
Sevgili ben,
Seni seviyorum
CUnkU aSbm
yalnlzca gO'lde yanslmasldir
kendi gUzelliGimin
Not: Mektup1arImI geri ver/yanllS adrese gittiler
. - . - . - . - . - . -
215.590 kb Orhan_Pamuk-Beyaz_Kale.epub
27.207 kb FRANSIZCA.docx
331.546 kb R._A._Salvatore-Unutulmus_Diyarlar-16-Avcinin_Kiliclari_Serisi-2-Yalniz_Drow.epub
64.150 kb oegc_adv_teachersnotes_17.pdf
1.301.916 kb Erich_Segal-Doktorlar.epub
217.524 kb Carl_Gustav_Jung-Dort_Arketip.epub
3.623.012 kb Linoel_Tiger_Michael_McGuire-Tanri_Beyni-Beyin_Neden_Inanc_Uretir.pdf
552.295 kb Dennis_Feltham_Jones-Super_Komputer_Colossus.epub
479.864 kb Eleanor_H.Porter-Pollyanna.epub
1.306.467 kb Yabanci_Dilim_Turkce_3.pdf
144.001 kb Murathan_Mungan-Cador.epub
1.480.307 kb Mehmet_Baydur-LIMON.pdf
3.262.604 kb Sevda_Sener-_Insani_Gecitlerde_Sinayan_Sanat_Dram_Sanati.pdf
432.333 kb Kostebek-Necip_Hablemitoglu.mobi
405.313 kb M._SIDDIK_GUMUS-INGILIZ_CASUSUNUN_ITIRAFLARI.epub
95.982 kb Vus_at_O._Bener-Kapan.epub
24.165 kb Ney_Hakkinda_Genel_Bilgilendirme_bolumleri_tutusu_vs._.docx
6.067.817 kb HINT_SANATI_VE_UYGARLIGINDA_MITLER_VE_SIMGELER-HEINRICH_ZIMMER.pdf
86.118 kb Ring_Of_Thieves-Richard_Prescott.epub
124.928 kb Mario_FRATTI-DONUS.doc
Melih Balu konuşuyor.
Torpil ne kadar kötü birşeymiş.
Onu anlatıyor.
Yerseniz..
15
İşte bu kadar önemli kadınlar.
Bunların derdi günü kadınlar.
Konya'da bilim adamları çabalıyormuş.
Erkek erkeğe kadın olmadan üremenin yolunu bulacaklarmış.
İşte onu başardıklarında Müslüman erkekler birbirini ederek yaşayacaklar.
Kadınlar olmadan.
Düşünün gelin, damat, aileye girmiş bütün yasal akrabalar kaç göç yaşayacak.
O derece ki, görüşmeyecekler.
Yahu gerçek İslam bu değil teranesi de sıktı.
46
59
Kanıt isteyenlere....
Bu dünya herşeyi kaydediyor... ·
Akit'ten referandumda evet diyen Sedat Peker için tatlı sözler, eleştirenlere hakaretler...
(Ben sözleri yazamıyorum ama siz izleyin)
Haydi Akit, şimdi de konuş böyle bakalım yapabilirsen!
37
82
- - - - - - - - - - - - -
a45UyF587661
- - - - - - - - - - - - -
Grup eposta komutlari ve adresleri | : | |
Gruba mesaj gondermek icin | : | ozgur-gundem@googlegroups.com |
Gruba uye olmak icin | : | ozgur-gundem+subscribe@googlegroups.com |
Grup kurucusuna yazmak icin | : | 0raj.p0yraz@neomailbox.net / oraj.poyraz@openmail.cc |
Grup Sayfamiz | : | https://groups.google.com/g/ozgur-gundem/ |
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz | : | http://orajpoyraz.blogspot.com/ |
Özgürlük adam, henüz yeni kurdum. Siyasi iktidarın sürekli yasakladığı, polisiye önlemler ile gizlemeye çalıştığı şeyleri burada biriktireceğim. Videolar, resimler, makaleler falan. | : | http://insulaelibertatis.com/ |
Eposta adresleri (Derdiniz varsa buradan ulaşın.) | : | 0raj.p0yraz@neomailbox.net oraj.poyraz@openmail.cc HvLWPtIjJR8X@protonmail.com 0PjukdvspdUh@mail2tor.com |
Tor ağı üzerindeki web siteleri Darkweb diye bilinir, TorBrowser kullancaksınız. | : | http://45m2jpfwn6ydfrqyhw5jbqszyip45pvi6m2cyo3722wyhur6yuitgbyd.onion/ http://kbq4ghhydumvhgvwkccbad5g7ae2yho6a4llxuy2z4oa6dox6gjtngad.onion/ |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder