İşin ilginci, Selanik’teki Yalılar Caddesi, bugünkü İzmir’deki Yalı Caddesi’ne hem ismen hem de mimari olarak benzemektedir.
Prof. Hamzaoğlu, Balkan Türklüğü isimli eserinde 1890 yılı için belli rakamlar verir.
Vilayet çapında 260 bin Türk’e (şehir içinde 75 bin) karşılık, 160 bin Rum (şehir içinde 10 bin) ve 55 bin Yahudi (şehir içinde 50 bin) yaşamaktadır.
Yaklaşık 10 bin kadar diğer Slav ırklar (Bulgar, Makedon vs.) ve 11 bin kadar da diğer topluluklar olduğunu kaydeder.
Sadece Selanik’te değil, Osmanlı’nın hakimiyetindeki bütün Balkanlar’da da durum böyleydi...
Birkaç örnek vermek gerekirse, Vardar’da 25 Ruma karşılık 5.100 Türk vardır.
Vodina’da 400 Türk’e karşılık hiç Rum yoktur.
Ustrumca, Doyran, Kılkış’ın 13.500 Türk’üne karşılık gene hiç Rum yoktur.
Kavala ve Serez’de ise 16.900 Türk, 4.500 Rum vardır.
Kozana, Kayalar ve Florina’da 11.000 Türk’e karşılık hiç Rum nüfus gözükmemektedir.
1890 tarihinin rakamları bunlar...
Ancak burada önemli bir nokta daha var.
Aslında bu bölgelerde Türk nüfus çok daha fazla orandaymış.
Ancak Mora İsyanı’nın ardından Yunanistan kurulunca, Fener Rum Patrikhanesi bir nüfus programı uygulamaya başlıyor ve adım adım kuzeylerindeki bölgeyi Rumlaştırmaya girişiyorlar.
Adalar’dan ve Mora’dan Selanik çevresine yoğun bir göç gerçekleştiriyorlar.
Aynı göçü, Birinci Dünya Savaşı’nın ardından Marmama ve Ege Bölgesi’ne de yapacaklardır.
Hatta Trabzon’a bile sözde Pontus Devleti’ni kurmak için göçüyorlar.
Amaçları göz koydukları bölgelerde nüfus çoğunluğunun Rum olduğu propagandasını yapmak.
Selanik’te Yunan istilası
Balkan Savaşları’nın ardından büyük bir nüfus Selanik ve çevresini boşaltıyor.
Ancak, bu bölgedeki Türk nüfusun asıl erimesi ve bu bölgede Rum çoğunluğun oluşması Mübadele sayesinde gerçekleşebiliyor.
Selanik nüfus olarak Türk çoğunluğa sahip olmanın da yanında, Türkçü akımların da başlangıç noktalarından.
Ziya Gökalp ve Ömer Seyfettin gibi dönemin önemli Türkçü yazarları ilk çalışmalarını Selanik’te çıkardıkları Genç Kalemler dergisinde yayınlıyorlar.
Selanik sadece Atatürk’ü değil pek çok ünlü şair, yazar, asker ve siyasetçi yetiştirmiştir.
Fethi Bey Karaferyeli, Ali Fuat Cebesoy Pirlepeli, annesi Buharalı bir Türk olan Mehmet Akif de aslen İpeklidir.
Ama Selanik’ten hain de çıkmıştır.
Örneğin Selanik Belediye Başkanı Adil Bey, 1908 yılında Osmanlı himayesinde bir Balkan Federasyonu’ndan bahsedebilmiştir.
Hasan Tahsin Paşa’nın ihaneti en cahil köylünün bile anlayabileceği büyüklükte bir hainlikti.
Çünkü 26 bin kişilik ordunun tek kurşun atmadan kenti teslim etmesi kimse tarafından inandırıcı bulunmamıştır.
Örneğin kitabında anlattığına göre Yılmaz Gürbüz'ün dedesinin amcası Karanfil Bey.
93 Harbi’nde gözlerini yitirmiş.
1912’de Selanik düşerken 70-80 yaşındaymış.
Babası da çocuk yaşlardaymış.
Karanfil Bey, bir gün Hasan Tahsin Paşa’nın ihanetini öğrenmiş.
Ordunun geri çekilmekte olduğu da kulağına gelmiş.
Kısa sürede güzergahı da öğrenmiş ve Hasan Tahsin Paşa’yla görüşmek için o yola çıkmış.
Tabii yanında yazarın babası da var.
Gözleri görmediği için yanında birisi olmadan gidemezmiş o yola.
Her neyse, ellerini tutan yazarın babası sayesinde yürüyebilmekte olan Karanfil Bey, gerçekten de ricat halindeki orduya ulaşmış.
Hasan Tahsin Paşa’nın yolunu kesmiş.
Niye geri çekildiğini sormuş, yanıt alamamış.
Sanıyormuş ki, ordu yorgundur, hastadır, o yüzden çekilmektedir.
Ancak arkaya bakınca, savaşmaya hazır 26 bin kişilik kuvveti görmüş.
Kalabalık ordunun geri çekildiğini görüp daha da sinirlenen Karanfil Bey, kendisini dinlemeyen, hatta el kol hareketleriyle yolunu açmaya çalışan Hasan Tahsin Paşa’ya bağırıvermiş:
“Paşa!
Paşa!
Yakışıyor mu geri çekilmek.
Hele hele tek kurşun atmadan...”
Tabii Hasan Tahsin Paşa sesini çıkarmamış, emrindeki subaylar Karanfil Bey’i kenara çekmek isteyince tekrar bağırmış:
“Nereye koydun altınları.
Demek dedikleri doğruymuş.
Satmışsın Selanik’i altına.
Yazıklar olsun!”
Önde komutanlar, arkada er ve erat, olan biteni görmezden gelerek yollarına devam etmiş.
Tabii o dönem devletin zayıfladığı, insanların da zaaflarına en çok yenik düştüğü dönemler.
Ancak bu Hasan Tahsin Paşa’nınki bir başka.
Büyük bir ihanet.
Fakat bu ihanette tek değil.
Örneğin dönemin valisi ve belediye başkanı da, biraz Hasan Tahsin Paşa’nın da dolduruşuna gelerek kentin Yunanlılara teslimini kabul etmişlerdir.
Gerekçeleri de “Bu kenti Bulgarlar alırsa büyük zulüm yaparlar. En iyisi biz Yunanlılara verelim. Onlar Bulgarlar kadar açgözlü değil.”
Bunu savunanlar da Selanik’in en üst düzey iki yöneticisi.
Belediye Başkanı Osman Sait Efendi ile Selanik Valisi Mehmet Nâzım Paşa.
Osman Sait, ilginçtir, Selanik düştükten sonra da belediye başkanlığına devam ediyor.
1916’ya kadar.
Tam hain.
Zaten dönme kendisi...
Mehmet Nâzım Paşa ise, İstanbul’a geçiyor.
Ünlü bir şairimizin dedesidir kendisi.
Nâzım Hikmet’in dedesi maalesef.
Zaten Nâzım Hikmet Selanik doğumludur.
Nâzım Hikmet’e de ismini veren o.
Selanik düşmeden kısa bir süre önce o sırada orada bulunan Nâzım Hikmet’i İstanbul’a gönderiyor.
Selanik düştükten sonra kendisi de İstanbul’a geçiyor.
Selanik’in o dönem aslında bir Yahudi şehri olduğu iddia edilir.
Ne alakası var.
Nasıl ki İzmir, Gavur İzmir değildir, öz be öz Türk İzmir’dir, Selanik de o dönem ne Yahudi şehridir ne de Rum şehri.
Nüfusunun büyük çoğunluğu önceki söyleşimizde söylediğim gibi Türk’tür.
Ve Müslümandır.
Ancak o Müslümanların da bir kısmının dönme-Sabetayist olduğu söyleniyor.
Ancak onları da Türk olarak görmek lazım.
Zaten onların da bir bölümü Türkiye’ye geliyor.
Yunanlılarla bir türlü anlaşamıyorlar.
Yunanlılar onları Türk dostu olarak görüyor.
Burada önemli bir konuya gelelim.
Gericiler Atatürk’ün de Sabetayist olduğunu iddia eder.
Selanik doğumlu olması da bunun kanıtlarından biri olarak gösterilir.
Mustafa Kemal’e yönelik Sabetayist suçlamaları
Bu beni çok kızdıran bir itham.
Hatta iftira.
Asla kabul edilemez.
Her şeyden önce birisini yalnızca Selanik doğumlu diye Sabetayist olarak damgalamak son derece yanlıştır.
Daha önce de söyledim, 260 bin Türk yaşıyor o dönem Selanik’te.
Bunların tümü nasıl Sabetayist olabilir?
Ayrıca Sabetayistler bilindiği gibi görünürde Müslüman ama aslında Yahudi topluluklara denir.
Yani onların hiçbiri gerçek anlamda Müslüman değildir.
Ancak Mustafa Kemal’in annesi Zübeyde Hanım Müslümanlığı tam anlamıyla yaşayan bir anneydi.
Örneğin, 9 Eylül’de İzmir’in kurtarılmasını helva dağıtarak kutlamıştır.
Bu tür bir Müslüman geleneğini Sabetayist bir aile asla yapmaz.
Zaten soy olarak da Atatürk’ün hem anne tarafından hem de baba tarafından Anadolu Türklerine dayandığı ortadadır.
Selanikli Sabetayistler ise genelde İspanya’dan göçmüş Yahudilerden oluşmaktadır.
Son olarak da gerek Mustafa Kemal’de gerekse anne ve babasında asla bir Yahudi tipi yoktur.
Tüm dünyada bilinen bir Yahudi tipi vardır.
Sabetayistlerde de bu tipin bir benzeri bulunur.
Mustafa Kemal ve ailesi ise bildiğimiz Balkan göçmeni/Rumeli insanı tipine sahip.
Mustafa Kemal’in gittiği Şemsi Efendi Okulu’nda o dönem hep Sabetayistlerin okuduğu da bir tür kanıt olarak söyleniyor.
Bu da başlı başına büyük bir çarpıtma.
Sabetayistler tabii genel olarak eğitime önem veren insanlar.
Mustafa Kemal’in okuduğu okul da o dönem bölgesinin modern anlamda eğitim veren tek kurumu.
Orada okuyan Sabetayistler de elbette vardı.
Ancak Mustafa Kemal gibi Müslüman evlatları da doğal olarak bulunmaktaydı.
Köklü sayılabilecek pek çok okulun Sabetayist mezunları elbette vardır.
Bu o okullardan mezun Türk çocuklarının günahı değil ki!
Mustafa Kemal’e yönelik bu ithamlar yazar Yılmaz Gürbüz'ü de 70’li yıllardan beri meşgul etmiştir.
Mustafa Kemal’in Sabetayist olup olmadığını özel olarak araştırmıştır da.
Hatta bu konuda iki de kitabı var.
Birisi Mustafa Kemal’in özellikle çocukluk dönemini anlatır, ikincisi ise gençliğini.
İkisinde de Zübeyde Hanım ile Mustafa Kemal’in ilişkileri ön plandadır.
O iki romanın da asıl yazılış amacı Mustafa Kemal’e yönelik Sabetayist suçlamalarına yanıt verme ihtiyacıydı.
Peki ne var bu suçlamaların ardında?
Sinsi bir gericilik.
Bunlar gerici kuru iftiradan başka bir şey değil.
Zübeyde Hanım Selanik’ten bir trenin kömürlüğünde kaçtı
Tabii Mustafa Kemal’in ailesi zaten zengin bir aile değil.
Sabetayistler de genel olarak zenginlerden oluşuyor.
Hatta Zübeyde Hanım, Yunan işgalinden sonra parasızlıktan uzun süre Selanik’ten bile ayrılamıyor.
O dönem Selanik’te yaşayan Türk zenginleri de var tabii.
Sabetayist olmayan, öz be öz Müslüman olan.
Ancak Mustafa Kemal’in ailesi onlardan değil.
Hatta Zübeyde Hanım’ın Selanik’ten ayrılış hikâyesi de ilginçtir.
Mustafa Kemal biliyorsunuz Selanik düştüğünde Trablusgarp’ta.
Balkan faciasını duyunca çok üzülüyor ve bütün diğer arkadaşları gibi hemen alelacele İstanbul’a dönüyor.
Tabii Mustafa Kemal son derece sinirli de.
Savaştan önce yaptığı uyarıların da dinlenmemiş olmasından yola çıkarak kumandanlığı çok eleştiriyor.
O dönem henüz paşa olmamış Enver Bey de Mustafa Kemal gibi etkili birisinin o dönemde İstanbul civarında olmasını istemiyor ve hepimizin bildiği gibi Sofya’ya ataşemiliter olarak gönderiliyor.
Atatürk tabii bu pasif hizmetten hoşlanmaz.
Birinci Dünya Savaşı başladıktan sonra defalarca tayin ister, Sofya’da bırakılır.
Çanakkale Savaşı başlayana kadar istekleri kabul edilmez.
Sonunda 2 Şubat 1915’te 19. Tümen Komutanlığı'na tayin edilir.
İstanbul’a gelir gelmez Trablus’tan arkadaşı olan Mülazım Necati Bey’i gizli ve sivil olarak Selanik’e gönderip annesi ve kızkardeşini İstanbul’a, makinisti Türk olan bir trenle getirir.
Dikkat edin.
Selanik düştükten sonra neredeyse 3 yıl boyunca Zübeyde Hanım işgal altındaki Selanik’ten çıkamamıştır.
Bu biraz da ailenin yoksulluğuyla alakalıdır.
Ailenin tek erkeği olan Mustafa Kemal’in yokluğu da elbette bir etkendir.
Her neyse, Zübeyde Hanım ve kızı Yunanlılardan habersiz ve gizli olarak trenin şimendifer, makinist ve kömürlük bölmeleri arasında çok zor bir yolculuktan sonra Türk sınırına gelirler.
Mustafa Kemal onları ancak İstanbul Beşiktaş’taki Akaretler’de karşılayabilir.
Annesinin Mustafa Kemal’e kavuşmasını sağlayan Beşiktaşlı Dr. Necati Karakaya’dır.
Balkan Savaşı sonrasında yaşanan Türk katliamı
Atatürk’ün annesi ve kız kardeşi gibi Selanik ve Balkanlar’ın diğer şehirlerinden kaç Türk'ün Anadolu’ya kaçtığı kesin olarak saptanabilmiş değil.
Ama "Mübadele"ye tabi olanlardan çoktur diye tahmin edilmekte.
Bir hesaba göre, Balkan Harbi’nden önce sırf Yunanistan Makedonyası’nda 1,5 milyon kadar Türk ve Müslüman vardı.
Prof. Dr. Yusuf Hamzaoğlu’nun ilmi araştırmasına göre 1912’de Makedonya’daki Türkler savaşı kazanmış bütün milletlerden daha fazla nüfusa sahipti.
“Balkan Türklüğü” isimli eserinin 255. sayfasında şu bilgiyi verir:
1912’de Makedonya nüfusunun %48’i Türk, %36’sı Bulgar-Makedon, ancak %10’u Rum ve %2’si Sırp ve binde beşi diğer azınlıklardı.
Nüfusu, tarihi, coğrafyası ve mimari eserleriyle böylesine Türk olan, ana vatan olan bir memleketi kaybettik.
Yunanlılar birçok Türk köyünü, kasabasını aynı 1922’de Batı Anadolu’da yapacakları gibi, 1912’de yaka yıka, öldüre öldüre, çoluk çocuğu diri diri nehre atıp boğa boğa, hainler Yunan generalleriyle kadeh tokuştururken Vardar’ı kolayca geçip Selanik’e girdiler.
Hem de hainler “silah atmayın, karşı koymayın, bir şey yapmayacaklar” demelerine rağmen yakıp yıkarak öldürerek girdiler.
Halbuki Türkler Balkanlar’ı büyük bir hoşgörüyle yönetmişti.
Binlerce Türk’ü öldüren Hıristiyan Balkanlılara biz 600 yıl hiçbir kötülük yapmamıştık.
Üstelik Meşrutiyet’i sanki onlar için ilan etmiştik.
Bakın...
Meşrutiyet’te Rumeli’de Türkler çoğunlukta olduğu halde Meclis’e Hristiyanlardan daha fazla milletvekili gönderterek onları hoş tutmaya çalışmıştık.
İşte İkinci Meşrutiyet’in mebus tablosu:
26 Rum mebus.
Üsküp ve Manastır’da bir tek Türk milletvekili yok!
Serfice’yi Yorgi Basos, Haris Vamvaka adlı Rumlarla Koço Dimitro adlı bir Slav temsil ediyor.
Nüfusunun yarısı Türk olan Selanik’in Cavit Bey, Mustafa Rahmi Bey ve Evranos Bey dışındaki bütün milletvekilleri Rum, Yahudi ve Bulgar.
İşte isimleri:
Yorgaki Artas,
Yargi Huneyes,
Emanuel Karasso,
Dimitri Vlahov.
Selanik’teki nüfus hareketleri
1876-1877’de Selanik’in %50’si Türk, %35’i Yahudi, %10’u Rum, %5’i ise Bulgarmış.
Bosna ve Tuna’dan gelen göçlerle nüfus Türkler lehine değişiyor.
Resneli Niyazi Bey’in hatıralarında ise 1904’teki nüfus dağılımı şöyle:
Müslüman 485.555,
Rum 323.227,
Bulgar 217.117.
Toplam 1.025.899.
Bu istatistikte Yahudiler meskut geçilmiş.
Tahminen 70 bin.
Bu rakamlar sadece şehir içini değil, çevredeki köyleri de kapsıyor.
1908’de Selanik’te görev yapan Fevzi Çakmak’ın hazırladığı bir tabloya göre, 1908’lerde şehir içinde 80 bin Türk, 70 bin Yahudi, 10 bin Rum ve 4 bin Bulgar ve 1.000 diğer azınlıklar bulunmakta.
1912 savaş öncesi ise yine şehir içi nüfusa bakıldığında, 90 bin Türk ve Müslüman, 70 bin Yahudi, 30 bin Rum ve 10 bin Bulgar ve Makedon var.
Yunanlılar Mora’dan ve Ege adalarından insan göçeriyorlar nüfusta çoğunluk sağlamak için.
Türk nüfusu ise kuzeyden kaçanlardan oluşuyor.
1912-1924 yılları arasında ise, yani Balkan Savaşıyla Mübadele arasındaki dönemde, Yunan hükümet ve jandarmasının zulmü nedeniyle Türk ve Yahudi nüfus azalmış.
Türklerin şehir içi nüfusu 60 bine, Yahudilerin ise 60 bine düşmüştür.
(Yılmaz Gürbüz)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder